stromectol budesonide lopinavir ritonavir budesonide stromectol cordarone coreg coridil corpamil corprilin corpriretic corticotherapique cosaar plus cotrim coumadin cozaar crestor crixivan cyclogyl cycrin cyklokapron cymbalta cytotec cytoxan dalacin c dalacin t dalacin v danatrol danocrine daonil deflamat deltasone demadex demolaxin dentomycine depakine chrono depakine depakote depo provera dermestril dermovate deroxat desogen desoren desyrel detrol la
     
     

0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

92 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (5): (1) 2 3 weiter >
Gönderen Mesaj
Konudaki Mesajlar: Tasavvuf - Halusinasyon
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
Tasavvuf - Halusinasyon
114 Mesaj -
Düþünen insan, yaratýldýðýndan bu yâna, varlýk, hayat, ölüm ve ölüm sonrasýnýn mahiyetini þiddetle merak etmiþtir. Bizzat içinde yaþadýðý bu serüveni, izaha çalýþmýþtýr.

Peygamberler ile gelen ilahi vahye iman edenler bu -beyni týrmalayan- sorularýn cevaplarýný en doðru, en net biçimde bulmuþtur. Rabbine iman eden insan, gavurlar için cinnetle sonuçlanan problemlerini halletmiþ, dingin ve itminan bulmuþ bir kalbe kavuþmuþtur. Bu temel sorularýn nedenlerini, niçinlerini kavramýþ, idrak etmiþ ve apaçýk belirlenmiþ (Allah'ý razý ederek, cennet'e ulaþmak gibi) bir hedefe doðru vahyin kýlavuzluðunda yürümüþtür.

Bütün temel sorularýný, Ýlahi haberlerle çözen mümin'e mukabil; vahye arkasýný dönen insan ise bu sorulara cevap aramak için- pekçok felsefe ve görüþler geliþtirmiþtir. Ýlmî hiçbir dayanaðý olmayan bu faraziyelerden biri de tasavvuf ve onun özünü oluþturan vahdet-i vücûd hezeyanýdýr.

Tasavvuf; bütün kurumlarý, ürettiði düþünceleri, yöntemleri, akaid ve ibadet biçimleri itibariyle, antik dönemlerden itibaren süregelen, nev-i þahsýna münhasýr, felsefî bir akýmdýr.

Esasen, tasavvufun tamamen hayale dayalý, akýl ve mantýktan uzak, yoðun mistik yüzü hesaba katýlýrsa, onun, aklî ve tecrübî bir dayanaðý olan felsefe kadar bile haysiyeti olduðunu iddia etmek zordur. Zira feylesof, aklî, mantikî olmayaný reddetmeyi düstûr sayar. Oysa tasavvufî ekol akla düþmandýr, düþünmekten men eder.(1)

Sofî, akýl ve vahiy yerine, kendisinin de izah edemediði, aþk, hâl, iç deneyim, keþf, marifet, ilham, cezbe gibi þeytanî mi, Rahmani mi olduðunu bile tesbit edemediði halüsinasyonlarýn, hezeyanlarýn adamýdýr.

O halde, yukarýda sözünü ettiðimiz, temel sorulara cevap arayan insanoðlu, genel olarak üç ana çizgi üzerindedir, denebilir.

Birincisi; tüm sorularýný Ýlahi vahiyle en kesin þekilde halleden mü'minler...
Ýkincisi; vahye gözünü yumarak, akýl ve idrakle tüm sorunlarýnýn cevabýný bulacaðýna inanan filozoflar (Rasyonalistler).
Üçüncüsü; vahye ve akla arkalarýný dönerek, çile, riyazet, inziva ve duygularda yoðunlaþarak, aþk'la gerçeði bulacaðýný vehmeden, þizofrenler. Öyle görünüyor ki, insanlýk var olalý beri bu yöntemleri kullanagelmiþtir.

Bir müslüman olarak, buraya kadar anlattýklarýmda, benim yadýrgadýðým, rahatsýzlýk duyduðum ya da beni doðrudan alâkadar eden bir anormallik yok. Ýman ve inkâr Ýlahi iradenin doðal bir sonucudur. Hatta hayal gücü geliþmiþ sofi'yi de bir oranda doðal bulabiliriz. Ancak; kökleri çok eski dönemlerde olan sufiliðin (Mistizm'in) Ýslam'a maledilmesi, hatta Ýslâm'ýn tasavvufa maledilmesi, benim problemimin baþladýðý noktadýr. Ve bu yazýnýn kaleme alýnýþ nedeni de budur.

Ýslâm'la kök olarak, mahiyet ve keyfiyet olarak benzerliði bir yana, taban tabana zýt olan bir dinin 'Ýslâm'ýn özü" olarak tanýtýlmasý büyük felâkettir. Büyük oranda müslüman okur-yazar takýmýna da bulaþan bu kiri temizlemek her mümin'e vazifedir.

Tasavvufun Ýslâm'la bir baðýnýn olup olmadýðýný ve ne kadar ayrý þeyler olduðunu anlamak için kýsaca, tarihçesinden söz etmek yararlý olur.

Bu konuda araþtýrma yapan herkesin malûmudur ki, tasavvuf çok eski kökleri olan kadim bir dindir.

Antik Yunan, Hind ve Mýsýr toplumlarýnda yaþayan dini inançlarýn, tasavvuf adlý mistik anlayýþýn menþei olduðunu görmek zor deðildir. Yine yahudi ve hristiyan toplumlarda yaþayan mistisizmle tasavvuf arasýnda tam bir mutabakat olduðu görülmektedir.

Pisagor, Sokrat ve Eflatun'un Yunan mistisizminin bilinen ilk temsilcileri olduðu kaydedilmektedir.

Platon'un; 'Vücüd alemine çýkan þeylerin, Allah'ýn ezeli sýfatlarýndan ibaret olduðu... Allah'ýn vücudundan ayrý bir vücuda sahip olmadýklarý...' þeklindeki düþünceleri (2) vahdeti vücudun kökleri hakkýnda bilgi vermektedir.

Hinduizm (Brahmanizm)'in kutsal kitabý olan Vedalar'ýn tefsiri sayýlan Vadenta'nýn öðretilerinin temel itibariyle vahdet-i vücut'tan ibaret olduðu da konunun uzmanlarý tarafýndan kaydedilmektedir. (3)

Brahmanizm'in bir uzantýsý olan Budizm de, inziva, riyazet ve çileyle 'Nirvana'ya ulaþmanýn mümkün olabileceðini iddia etmektedir ki; 'nirvana', sofilerin 'fenafillah' olarak adlandýrdýklarý hayali mertebeyle, týpatýp örtüþmektedir.

Eski Mýsýr'da da, bugünkü tasavvuf ve tarikatlarla tamamen benzerlik gösteren kurumsal ve akidevi bir yapýnýn olduðu dikkat çekmektedir. Hermes Toth'un Mýsýr mistisizmi'nin banisi olduðu söylenmektedir.

Yine Yahudi topluluklarda, çile, riyazet, aþk gibi tasavvufi motiflerin temelleri görülmektedir.

En ücra ve ulaþýlmaz mekanlarda manastýrlar, kiliseler inþa ederek, dünyadan el-etek çekerek münzevi ve bekâr hayat yaþayan bir hýristiyan derviþle, sözde müslüman bir derviþ'in ne büyük bir benzerlik arzettiðini görüp de þaþmamak mümkün deðildir. (4)

Sufizmin karþýlýðý olarak kullanýlan mistisizmin, ilk defa Piskopos Denys tarafýndan kullanýldýðý söyleniyor. Denys, 'hakka ancak aþk sayesinde ve aþkla ulaþabileceði... Aþk'ýn bilginin yolu olduðu...' þeklindeki sözlerini okurken, tasavvuf ulularýnýn sözlerini dinler gibiyiz. Denys'in, 'mutlak varlýðýn saklandýðý perde, akýlla deðil, ancak aþk ile kalkabilir.'(5) sözleri de ilgi çekicidir.

Bunlarýn yanýsýra Acemlerin ve Türklerin Ýslâm'a girerken eski dinleriyle birlikte taþýdýklarý tortularýn, sofi ekolün oluþmasýnda önemli rol oynadýðý biliniyor. Özellikle Bektaþi kültürü, þamanist çizgiler taþýmaktadýr.

Türklerin yerleþmesinden çok önce, Anadolu medeniyetlerinde Tanrý ve Kainat birliði düþüncesinin yerleþik olduðu ve bu iddialarýn Herakletius ve Permenides tarafýndan ileri sürüldüðü yine araþtýrmacýlar tarafýndan iddia edilmektedir.(6)

ÝSLÂM'A NE ZAMAN VE NASIL BULAÞTI?

Bilinen tarihi bile son derece eski çaðlara uzanan vahdet-i vücud, uzlet, riyazet, çile, aþk gibi tasavvuf ve tarikatleri oluþturan anlayýþ ve tapýnýþlar, son Peygamberden yaklaþýk iki asýr sonra, ufak tefek makyajlarla Ýslama taþýnmýþtýr.

Dikkat edilirse, tasavvuftaki üç-beþ islâmi motif dýþýnda, -esaslarý ve detaylarý itibariyle- büyük ekseriyetinin, yukarýda sözünü ettiðimiz Ýslâm dýþý medeniyet ve dinlerden oluþtuðu hemen farkedilir. Gerek akidevi, gerekse ameli konularda Ýslâm'a benzemez. Tam tersine Ýslâmla çeliþen bir dindir.

Tasavvufî kirlerin, müslümanlara bulaþmasýnýn pekçok nedeni sayýlabilir: Hulefa-i Raþidin döneminin hemen ardýndan baþlayan ve gerek Emeviler, gerekse Abbasiler döneminde süren kargaþa ve çatýþmalara karýþmak istemeyen müslümanlarm münzevi bir hayatý tercih ediþleri... Büyük fetihler esnasýnda, yeni dinler ve medeniyetlerle karþýlaþmanýn getirdiði þaþkýnlýk... Ýslâm'ý kabul eden yeni kabile ve topluluklarýn eski dinlerinden getirdikleri artýklara Ýslâmi bir veçhe kazandýrmalarý. Meselâ; Feyz ve vahdet-i vücud'un Eflatunculuktan, Ýttihat ve Hulul'ün hýristiyanlýktan, cezbe, sekir (sarhoþluk) ve müziðin budizm'den geldiði kaydedilmektedir.(7)

Tasavvufun Ýslâm'a sonradan sürülen bir kara olduðunun önemli göstergelerinden biri de, bu hezeyaný Ýslâm'a taþýyarak sistemleþtiren Cami, Attar, Sühreverdi, Bistami, Hallaç, Tebrizi, Rumi, Kuþeyri gibi sufizm'in imamlarýnýn Ýranlý oluþlarýdýr. Hinduizm'in yoðun þekilde etkisinde kalarak, vahdet-i vücut anlayýþýnýn yaygýn þekilde kabul gördüðü düþünülürse, böyle bir sonuç yadýrganmamalýdýr.

Bütün bunlar tasavvufun, Ýslâmi zeminde yeþeren bir ekol olmadýðýný, tersine, Ýslâm'ýn o berrak, anlaþýlýr ve anlatýlýr aydýnlýk yüzünü perdeleyen, batýl dinlerin atýklarý olduðunu gösterir.

TAÐUT'LA SAVAÞMAK DURURKEN...

Hakkýn yüzünü örten, en azýndan fulü bir görünüm veren, vehimler yumaðý tasavvufun, Ýslâm dýþýlýðý ortaya konurken, maruz kalýnan itirazlarýn en baþta geleni 'neden taðutla, þirkle, küfürle uðraþmýyorsunuz da, etliye sütlüye karýþmayan, sofilerle uðraþýyor, müslümanlarý birbirine düþürüyorsunuz, þeklinde olandýr.

Ýnsaf sahibi biri için; vahdet-i vücut inancý üzerine oturan sofi anlayýþtan daha büyük taðut (tuðyan) olur mu?

Sofilerin baþtacý ettiði eserlerde yüzlercesini bulabileceðimiz þu ifadeleri okuyarak, hangi tuðyanýn daha büyük olduðunu birlikte düþünelim.

Mutasavvýflarýn Þeyhül Ekber olarak tanýdýðý Ýbni Arabi'den inciler(!):

"Arif, Hakk'ý her þeyde gören, belki herþeyin kendisi olarak görendir,"

"Gören de O'dur, görülen de. Alem O'nun suretidir... Allah onlarýn kendisidir."

"O ortaya çýkanlarýn kendisidir..." "Görülen ve isimlendirilen her varlýk O'dur."

"Yaratýklarýn sýfatlarý O'nun için hak olduðu gibi, O'nun sýfatlarý da yaratýlmýþlar için haktýr."

"Allah'ýn rablýk, ilahlýk, yaratma, rýzýk verme ve diðer bütün sýfatlarý yaratýklar için de haktýr."

"Emir O'ndan sana olduðu gibi, senden de O'nadýr."

"O bana hamd eder, ben O'na hamd ederim. O bana ibadet eder, ben O'na ibadet ederim."

"O bütün kâinattýr. O, vücudum, vücudu ile kaim olan tektir."

"Ýnsan dediðimiz zaman bil ki, biz O'nun kendisiyiz... Hem hak, hem de halk ol, o zaman Allah ile Rahman olursun... Biz O'na bizde görünecek þeyi verdik, O da bize verdi. Böylece iþ bize ve O'na bölündü."

"Biz biz olduðumuz gibi O'yuz da. Benim iki yüzüm vardýr, O ve ben..." (

"Hýristiyanlar ilahlýðý sadece Ýsa ve Annesine hasretmekle yanýldýlar..."agla9)

Ýþte Þeyhül Ekber Ýbni Arabi'nin Allah inancý böyle.

Savunulmasý ve tevili mümkün olmayan bu sözleri yüzünden, bir kýsým mutasavvýf, -takiye babýnda da olsa- Arabi'yi tasvip etmediklerini.... o'nun bu konuda aþýrý gittiðini, dolayýsýyla diðer tasavvuf imamlarýnýn sözlerinden delil verilmesi gerektiðini savunuyorlar.

Bu tarz iddialara mahal vermemek için, þimdi de, diðerlerinden birkaç örnek verelim.

Sofilerce büyük bir itibara sahip olan, Abdulkerim el Cîlî:

"Zatý itibariyle yüce olan Hakk'ýn ortaya çýktýðý her varlýða tapmak gerekir. O alemin zerrelerinde açýða çýkmýþtýr." diyerek Arabi'yi teyid eder.(10)

'Enel Hakk' (Ben Allah'ým), 'Mâfi'l cübbeti illaallah' (Cübbemin içinde Allah'tan baþka bir þey yoktur) diyen, Hallac-ý Mansur. 'Subhani mâ'azama þâ'ni' (kendimi noksan sýfatlardan tenzih ederim. Benim þaným ne yücedir) diyen, Beyazid-i Bistami... (Benim þu iðreti kalýbýmýn içinde Allah'tan baþka kimse yoktur) diyen Cüneyd-i Baðdadî (11) hep Ýbni Arabi gibi, vahdet-i vücud denen küfrü teyid etmiþlerdir.

Bu sebeple hiçbir sofi'nin, vahdet-i vücud'u reddetmesi veya vahdet-i vücud olmadan da tasavvufun var olabileceðini iddia etmesi mümkün deðildir. Zaten bu dinin þarileri olarak kendilerini gören yukarýda adýný saydýðýmýz zevat "Bizden sonra hiç kimse, bizim yolumuzun dýþýna çýkamaz" diyerek, farklý yol ve yorumlarýn önünü kapatmýþlardýr.

Bu sebeple, sýkýþtýklarýnda, 'efendim, biz öyle anlamýyoruz... Biz tasavvuf derken þunu anlýyoruz... Biz onlara katýlmýyoruz... gibi indî ve kaçamak ifadeler geçerli olmamalýdýr. Zira her din, felsefe, ideoloji en sahih biçimde kendi kurucu ve koyucularýndan ve onlarýn kitaplarýndan öðrenilir. Ve ilkeler, kurallar, tanýmlar hep bu kitaplarla yapýlýr. Tasavvuf da mucitleri tarafýndan kurumlaþtýrýlmýþ, kayda baðlanmýþ ve kitaplaþtýrýlmýþtýr. Dolayýsýyla bir sofi'nin sýkýþtýðýnda, Vahdet-i vücud'u biz de kabul etmiyoruz... Rabýtayý, istimdadý, gaybden haber verildiðini, þeyhler'in vahiyle kitap yazdýklarýný biz de Ýslâmi bulmuyoruz, demeye haklarý yoktur. Bunlar alýnýrsa tasavvuftan geriye birþey kalmaz. Nerde kaldý ki takiye'yi meþru gören sofilerin bu sözlerindeki samimiyete inanmak da zordur. Her sofi, eðer çok acemi, çok yeni deðilse vahdet-i vücud'u benimsemek zorundadýr.

Bu çarpýk akide, mürid'e ürkütülmeden, uzun sürede azar-azar ve gizlenerek zerk edilir. Bu süreci temin edebilmek için de son derece þeytani ve sinsi bir yöntem uygulanýr. Evvela 'þeyhi olmayanýn þeyhi þeytandýr'(12) denerek, bir þeyh'e baðlanmadan kurtulmanýn mümkün olmadýðý telkin edilir. Bir þeyh edinme mecburiyetine inandýrýlan mürid, bu defa da, "bir ölünün gassal'a teslim olmasý gibi, müridin þeyhine teslim olmasý"agla13) gerektiðine inandýrýlýr. Bundan sonra da, müridin þeyh karþýsýnda, bütün insanî onur ve haysiyetinden vazgeçmesi demek olan, þeyh-mürid iliþkilerindeki adap, talim ettirilerek tarikat adabý þöylece öðütlenir:

'Mürid þeyhe tazim göstermeli, açýk ve gizli durumlarda onu büyük tanýmalýdýr.'

'Maksud'un ancak onun eliyle gerçekleþeceðine inanmalýdýr.'
'Ýþlediðinin zahiri haram da olsa, þeyhi'nin yaptýðýna itiraz etmemeli, "Niçin böyle yaptýn" dememelidir. Çünkü þeyhine 'niçin' diyen kiþi asla felah bulamaz.'

'Zahiren þeyhden kötü bir durum sadýr olabilir, fakat batini itibariyle o durum güzeldir.'

Ahmet Dede'nin, Celaleddin Rumi hakkýndaki þu sözü de þeyhin mürid üzerindeki yetki ve tasarrufunu ortaya koymasý bakýmýndan ilginçtir: 'Bugün cennete girmek onun rýzasýna, cehenneme girmek de onun gazabýna baðlýdýr’ (Ý. Sarmýþ Tas. ve Ýslâm Sh. 92).

"Gerçek müridin alametlerinden biri de, þeyhi kendisine 'Þu fýrýna gir' dese girmesidir."

"Bir adam Beyazýd'ýn müridlerinden birine: Þeyhin mi büyük Ebu Hanife mi diye sordu. Mürid: þeyhim, dedi. Sonra Ebu Bekir mi büyük senin þeyhin mi? diye sordu, yine Þeyhim dedi. O birer birer bütün sahabeyi saydýktan sonra Muhammed mi büyük þeyhin mi? dedi. Yine Þeyhim büyüktür dedi. En sonunda Tanrý mý büyük senin þeyhin mi? diye sordu. Ben tanrýyý þeyhimde gördüm, þeyhimden baþka birþey tanýmam.' dedi. Baþka bir müride de Tanrý mý büyük þeyhin mi? diye sordular. O da 'bu iki büyük arasýnda hiçbir fark yoktur' dedi. Yine müridlerden bir diðeri de: 'Bu iki büyükten daha büyük biri lazým ki bu farký ortaya koysun' demiþtir"agla14)

Bu gibi þeytaný söz ve telkinlerle eli-kolu baðlanan mürid'e vahdet-i vücud herzesini yutturmaktan daha kolay ne olabilir?

VAHDET-Ý VÜCUD KÜFÜR MÜ?

Yukarýda örneklerini verdiðimiz ifadelerden açýkça anlaþýlmalýdýr ki; vahdet-i vücud inancýna sahip sofilerce, var olan herþey, Allah'ýn bir parçasýdýr, O'nun zahiri görüntüsüdür ve hatta ta kendisidir. Sözde zikir meclislerinin vazgeçilmez nakaratý 'la mevcuda illallah' sözü bunun en açýk ifadesidir.

Bu söz Kur'an'ý yalanlayan bir sözdür. Kur'an, "O gökleri ve yeri yoktan yaratandýr... O'nun benzeri hiçbirþey yoktur" 42/11 diyerek, kendisinin yaratan ve kendi dýþýndaki herþeyin yaratýlmýþ olduðunu, üstelik bunlarýn hiçbirinin kendisine benzer olmadýðýný belirtir. Esasen Kur'an'ýn temel mesajý Hâlîk ile mahlukun vasýf ve iliþkilerini, duyurmak ve belirlemek deðil midir?

Vahdet-i vücud, kendi parçalarýndan bir kýsmýný lanetleyen, cehennemde yakarak cezalandýran, hakaret eden bir ilah anlayýþý getirir (52/24, 4/52, 118, 111/1-5, 74/19-26).

Vahdet-i vücud, gayta'tan þeytan'a, laðým faresinden -Ebu-Leheb'e, solucan'dan-Firavn'a, bir fahiþeden-homoseksüele kadar herþeyin Ýlah olduðunu iddia etmektir.

Mevlâna ve Þems arasýnda geçtiði söylenen hadisede de görüldüðü gibi, Vahdet-i vücud, kadýn kýlýðýna giren Tanrý ile seviþtiðini iddia etmektir. Ne gariptir ki; Allah'a söverek nara atan sarhoþ bir sokak serserisini, öldürmeye-dövmeye kalkan sofî, Þems ile Mevlana arasýnda geçtiði söylenen þu hadiseyi kutsar veya sessiz kalýr:

"Mevlana Þemsin yanýna girdi. Þems þahane bir çadýrda oturmuþ Kimya Hatun ile oynaþýyordu. Mevlana dýþarý çýktý. Bu karý koca oynaþmalarýna mani olmamak için medresede aþaðý yukarý dolaþtý. Sonra Þems (Mevlâna'ya) içeri gel diye seslendi. Mevlana içeri girdiðinde Þems'ten baþkasýný görmedi. Kimya nereye gitti? dedi. Þems 'Yüce Tanrý beni o kadar severki, istediðim þekilde yanýma gelir. Þu anda da Kimya Hatun þeklinde geldi' buyurdu. (15)

Þeyhül Ekber(!) Ýbni Arabi de "Allah'ýn kadýnda müþahade edilmesi en büyük ve en mükemmeldir." demiþtir.

Ýmam Rabbani'nin Mektubatýnda, "Allah Teala'nýn ismi zahiri o kadar çok tecelli ettiki, herþeyde ayrý ayrý göründü, hatta kadýn þeklinde, onlarýn organlarý halinde ayrý ayrý zahir oldu"agla16).

Vahdet-i vücud; Allah'tan baþka herþeye tapmayý meþru gören, hatta emreden bir dindir.

Þebusteri'nin þu sözlerine bakýn: "Bu makamda put, aþk ve birlik mazharýdýr... Onun için birlik, puta tapmanýn ta kendisidir... Bütün var olan þeyler varlýðýn mazharlarý ve tecelli yerleridir. Onlardan biri de puttur. Mutlak varlýk nerede varsa, ne ile zuhur etmiþse o þey hayýrdan ibarettir... Müslüman puta tapmak nedir bilseydi, dinin puta tapmaktan ibaret olduðunu anlardý..."

Bu konuda Abdulkerim el-Cîlî þöyle diyor: "Zatý itibariyle yüce olan Hakk'ýn açýða çýktýðý her varlýða tapmak gerekir"agla17).

Beyazid-i Bistamî de: Allah'tan Allah'a çýktým. Nihayet ben de 'Ey ben sen olan' diye seslendi...
Çadýrýmý arþýn yanýna kurdum... Allah'ým! Senin bana itaatin, benim sana itaatimden daha büyüktür... Allah'a yemin ederim ki, sancaðým Muhammed'in sancaðýndan daha büyüktür. Nurdan olan sancaðýmýn altýnda cinler, insanlar ve peygamberler bulunmaktadýr.... Beni bir defa görmen, Rabbini bin defa görmenden daha hayýrlýdýr... Öyle bir denize daldým ki, peygamberler onun sahilinde kalmýþtýr"agla18) diyerek, Allah'tan itaat bekleyen, Allah'tan daha hayýrlý ve yüce olduðunu ifade eden þizofrenler'in dinidir tasavvuf.

(Zavallý Evrenosoðlu, herkesin ilahlýk iddiasýnda bulunduðu bir mekânda büyük bir tevazu göstererek peygamberliðe razý olmuþ, çok mu?)

Þimdi soruyorum; hangi akýl hâlâ bu sözlerin teviline yeltenebilir? hangi insaf sahibi; bu sözlerin teþbih olduðunu iddia edebilir? Hangi iman sahibi; bu sözlerin küfür olmadýðýný söyleyebilir?

Bu sözlerin gizli ve ince bir mânasý vardýr, bu yüzden batinî anlamlarý önemlidir." diyerek savunanlara, muhterem Bahaeddin Bilhan Hoca þöyle derdi (25 yýl önce): "Birisi kalkýp anamýza, hanýmýnýza sövse; sonra da sizi yatýþtýrmak için; 'aman efendim yanlýþ anladýnýz. Bu sözlerin batinî mânâsý, -anneniz nasýl, hanýmýnýz afiyettedir inþaallah... Annenizin ellerinden öpüyor, hanýmýnýza hürmetlerimi sunuyorum..- demektir.-' dese ikna olur musunuz? Diye sorardý. Bunlarýn sözlerinin hangi birini tevil edeceksiniz, hangi birini teþbih sayacaksýnýz ki?"

Bu saçmalýklarý savunmakta güçlük çeken sofî takýmý, bu defa da 'bu sözler þathiyyattýr... Sekir halinde söylenmiþ sözlerdir.' bu yüzden sahipleri mazurdur." diyorlar. Ýyi de bu adamlar hiç mi ayýk gezmemiþ, kitaplarý sarhoþ sözleriyle dolu. Hem bunlar sarhoþ da, size ne oluyor? Sarhoþlarý savunmak size mi kaldý?

Evet, eðer bu sözler küfür deðilse, küfür ve þirk denebilecek birtek söz ve davranýþ bulmak mümkün deðildir. Bunlar küfür deðilse küfür ne? Ben Allah'ým diyen, beni görmen Rabbini görmenden bin kere daha hayýrlýdýr' diyen, 'Kadýn kýlýðýna giren Tanrý'yla seviþiyorum' diyen biri küfretmiyor da ne halt ediyor?

Anlaþýlmasý güç bir durum da, müslüman entellektüellerin büyük bir bölümünde sufizm'in izlerine rastlanýyor olmasýdýr. Dünya iþleri olarak özetlenebilecek iþlerde, son derece yetkin ve etkin olduklarý halde, ne hikmetse, din iþlerinde çoðu kez kendilerine, ümmi ve pek de akýllý olmayan bir Ruhban edinmekteler. Bu izahý zor bir çeliþkidir. Okur-yazar ve sanatçý kesimin, ümmi ve az düþünen kiþileri mürþit edinmeleri ya dinlerine, dünyalarý kadar önem vermediklerinin ya da din ve dünya iþlerinin sosyal alanda bile ayrýlmazlýðýný iddia etmelerine raðmen, bireylerin bile laik olabileceði düþüncesinden mi kaynaklanmaktadýr?

Yoksa Aydýn Müslümanlar'ýn (!) büyük bir kesiminde izlerine rastlanan tasavvufî temayül bir fantezi düþkünlüðü veya sahte bir tevazuun eseri mi sayýlmalýdýr?

DÝPNOTLAR:
1- E. Özkan, Tasavvuf ve Ýslâm, Sh. 95-353 (Þeyhden izinsiz, Kur'an'ý Kerim okumamalýdýr. Kur'an'ýn manasýný gözüyle mülahaza etmemelidir... Kur'an'ýn manasýný bile düþünmekten sakýnmalýdýr. (Müzekkin-Nufus Sh. 518-5191.)
2- Ý. Sarmýþ, Teorik ve Pratik Açýdan Tasavvuf ve Ýslâm, Sh. 37
3- A.g.e. Sh. 34.
4- N. Kazançakis Allah'ýn Fukarasý (Roman) Bir hýristiyan derviþin hayat hikayesi olan kitap, bir sofi'nin yaþayýþýyla tamamen örtüþüyor.
5- Prof. Dr. C. Sunar Tasavvuf Felsefesi ve Gerçek Felsefe.
6- E. Özkan, Tas. ve Ýslâm Sh. 2
7- Ý. Sarmýþ, Tas. ve Ýslâm Sh. 45
8- A.g.e. Sh. 115-119-120
9- Ýktibas Der., Sayý: 104-Sh. 26
10- Ý. Sarmýþ, A.g.e. Sh. 118
11 - Ömer Ziyauddin Daðýstani, Fetvalar - Sh. 79.
12- Beyazýd-i Bistamiye atf. Ý. Sarmýþ, Tas. ve Ýslâm-Sh. 175.
13- E. Özkan, Tas. ve Ýslam - Sh. 85
14- Ý. Sarmýþ, A.g.e. Sh. 177.
15- Ahmet Eflaki. Menakibul Arifin - 11/56/57. Haksöz Dergisi, Nisan 93
16- Ýmam Rabbani, Mektubat Terc. 1. Mektup
17- Haksöz Dergisi, Nisan 93.
18- Feridun Atlar, Tezkiretül Evliya 1/160.

Ýktibas Dergisi, Ömer Þevki Hotar, Sayý: 209, Mayýs 1996
Gönderme Tarihi: 10.03.2007 - 21:47
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: Tasavvuf
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
114 Mesaj -
Bu da benim son mesajým. Allah-u Teala bizlere mahþer gününde Peygamber efendimizin(sav) yanýnda havz-ý kevserin baþýnda buluþmayý nasip eder inþallah. Amin..

Zuhruf-36 - Kim Rahmanýn hikmetlerle dolu ders olarak gönderdiði Kur'aný gözardý ederse, Biz de ona bir þeytan musallat ederiz; artýk o, ona arkadaþ olur.

37 - Bu þeytanlar onlarý yoldan çýkarýrlar, ama onlar kendilerinin hâla doðru yolda olduklarýný sanýrlar.

38 - Ta ki huzurumuza gelinceye kadar böyle devam eder. Huzurumuza çýktýðýnda arkadaþýna: "Keþke seninle aramýz Doðu ile Batý arasý kadar uzak olsaydý, meðer sen ne kötü arkadaþmýþsýn!" der.

39 - Allah buyurur: "Bu temenniniz bugün size hiçbir fayda vermez. Çünkü hayat boyunca, birlikte zulmettiniz. Burada da azabý birlikte çekeceksiniz."

40 - Sen saðýrlara söz iþittirebilir, körleri doðru yolda yürütebilir, besbelli sapýklýkta olanlarý hidayete erdirebilir misin?

41-42 - Ey Resûlüm! Biz seni vefat ettirip yanýmýza alsak da, yine onlardan müminlerin intikamýný alacaðýz. Yahut onlara vâdettiðimiz azabý, sana saðlýðýnda gösteririz. Çünkü onlara karþý Biz her zaman güçlüyüz.

43 - O halde sen sana vahyedilen buyruklara sýmsýký sarýl, muhakkak ki sen dosdoðru yoldasýn.

Gönderme Tarihi: 16.09.2006 - 17:32
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: Tasavvuf
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
RE:
114 Mesaj -
Alıntı
Orijýnalý Havz-i Kevser
Ýslam âlimleri de buyuruyor ki:
(Evliyanýn kerameti, enbiyanýn mucizelerinin devamýdýr. Bunun için bu ümmetin evliyasýndan hasýl olan kerametler de Peygamber efendimizin mucizesidir.) [Þevahid]

(Velinin kerameti, nebinin mucizesidir. Bunun için bu ümmetin evliyasýndan hasýl olan kerametler de, Peygamber efendimizin mucizelerinden sayýlmýþtýr.) [Birgivi Vasiyetnamesi]

(Gaybdan bilmek Peygamberlerin mucizesidir. Evliyanýn gaybdan bildiði kerametleri de yine Resulullahýn mucizesinin devamýdýr.) [Ýbni Abidin R. Muhtar]




Kardeþ yukarýda sözlerini aktardýðýn alimler kimdir tanýmam bilmem. Bunlar mübarek insanlar da olabilir onlara bir sözüm yok. Ancak bunlar bunlar gibi þahsiyetlerin sözleri ancak Kuran'a ve Sünnete olan uygunluklarýyla deðer kazanýrlar.

Allah inananlarý sizin durumunuzda býrakacak deðildir, temizi pisten ayýracaktýr. Allah size gaybý bildirecek deðildir; fakat Allah peygamberlerinden dilediðini seçip, ona gaybý bildirir. Artýk Allah'a ve peygamberlerine inanýn; inanýr ve sakýnýrsanýz size büyük ecir vardýr.(Ali Ýmran 179)

Bu ayeti kerimede Allah-u Teala seçtiði peygamber dýþýnda herhangi birine gaybý bildireceðini söylüyor mu söylemiyor mu bizim için önemli olan odur.

Sürekli Allah'ýn c.c. herþeye kadir olduðunu söyleyerek örnek veriyorsunuz. Bu þekilde örnek vermek yanlýþtýr. Çünkü zaten Allah-u Teala'nýn güç yetiremeyeceði hiç bir þey yoktur. Ama Allah'ýn bir konuda vaadi varsa o vadinde durandýr. Yani Eðer seçtiðim peygamberler dýþýnda kimseye bildirmeyeceðini söylüyorsa bildirmez. Ama bu Allah'ýn c.c. buna güç yetiremediði anlamýna gelmez.

Lütfen bu konudaki ayetleri biraz daha araþtýrýn.
Gönderme Tarihi: 15.09.2006 - 17:32
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: Tasavvuf
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
RE:
114 Mesaj -
Alıntı
Orijýnalý Havz-i Kevser

Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Buhari - Muslim ve Týrmizide geçen bir Hadis-i Þerif de ALLAH c.c. Resulü þöyle buyurmuþtur:

"Geçmiþ ümmetler içinde vukuundan önce bazý þeyleri haber veren keramet ehli zatlar var idi. Ümmetimden de Ömer onlardandýr."

Kaynak: Dinimiz Ýslam





Benim elimdeki kaynaklarda örnek verdiðiniz hadis-i þerif þu þekilde geçiyor.

Ebû Hüreyre|Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem'in þöyle buyurduðu rivâyet olunmuþtur: sizden önce gelip geçen anlar içinde Benî Ýsrâil'den öyle kimseler vardý ki, onlar peygamber olmadýklarý halde kendilerine haber ilhâm olunurdu. Eðer ümmetim içinde de bunlardan bir kimse bulunursa o da muhakkak Ömer'dir.(Buhari- Eshabý Resulullahýn Fezaili Babý-1496)

Yani sizin söylediðiniz gibi hadiste vukuundan önce olaylarý haber vermek ve keramet ehli gibi lafýzlar geçmemektedir. Ama konunun açýklýk kazanmasý açýsýndan keramet ve ilham kavramlarýný açýklayalým.

Kerâmet sözlükte kerîm olmak, deðerli olmak anlamýna gelir. Allah Teâlâ insaný deðerli (kerâmetli) yarattýðýný ve bir çok þeyi onun emrine verdiðini açýklamýþtýr. "Adem oðullarýna gerçekten çok deðer verdik (çok kerâmetli kýldýk). Onlarý karada ve denizde taþýdýk ve güzel þeylerle rýzýklandýrdýk. Yarattýklarýmýzýn bir çoðundan da üstün kýldýk." (Ýsra 17/70)Ýnsanoðlunun dýþýnda, gideceði yere baþkalarý tarafýndan taþýnan bir mahluk yoktur. Bir insanýn denizde balýk gibi yüzerek gitmesi mi kerâmettir, yoksa bir gemide oturarak ve yatarak gitmesi mi?
Havada kuþlar uçar. Ýnsanýn kuþ gibi uçarak istediði yere gitmesi mi, yoksa bir uçaðýn içinde gitmesi mi kerâmettir? Bunlara bakarak Allah'ýn insana ne kadar deðer verdiðini anlamak gerekir.
Allah'ýn insanoðluna en büyük ikrâmý, þüphesiz ki, þirkten uzak bir imandýr.
"Ýnananlar ve imanlarýný þirkle bulandýrmayanlar var ya iþte güven onlarýn hakkýdýr; doðru yolu tutturanlar da onlardýr." (En'am 6/82)Ýnsanlarýn en kerîminin, yani en kerâmetli olanýnýn kim olduðunu da Allah Teâlâ açýklamýþtýr:
"Ey insanlar, biz sizi bir erkekle bir diþiden yarattýk. Birbirinizle tanýþasýnýz diye sizi milletlere ve kabilelere ayýrdýk. Allah katýnda en kerîm olanýnýz takvâsý en iyi olanýnýzdýr." (Hucurât 49/13)

Keramet deyince yukarýda anlatýlanlar deðil, olaðanüstü þeyler kastedilir. Bunlar bir elçide görülürse adýna mucize, velide görülürse kerâmet denir. Veli, Allah'a karþý gelmekten sakýnan her müslümandýr.
"Ýyi bilin ki Allah'ýn velilerine korku yoktur. Onlar üzülecek de deðillerdir.
Bunlar inanmýþ olan ve takva ehli bulunan kimselerdir.
Onlara bu dünya hayatýnda da Ahirette de müjde vardýr." (Yunus 10/62-64)

O müjde en sýkýntýlý anda bile müminleri rahatlatýr.
Ýþte Allah bu dostlarýný hiç bir zaman yalnýz býrakmaz.
"Kim Allah'a karþý gelmekten sakýnýrsa Allah ona bir çýkýþ yolu gösterir.
Onu, hiç ummadýðý yerden rýzýklandýrýr. Her kim Allah'a dayanýrsa o ona yeter. Çünkü Allah iþini tastamam yapar. Allah her þeye, muhakkak bir ölçü koymuþtur. " (Talâq 65/2-3)


Yardým eden Allah olduðuna göre yardýmý olaðan yollarla da yapar olaðan dýþý yollarla da. Ýþte Allah'ýn olaðan dýþý yollarla yaptýðý yardýma kerâmet denir.
Kerâmet Allah'ýn bir nimetidir; bütün nimetler gibi ona da þükretmek gerekir. Mal, mülk, mevki ve makam gibi kerâmet de insaný saptýrabilir. Ýnsan kerâmeti deðil, Allah'ýn rýzasýný aramalýdýr.
Allah Teâlâ sýkýþýk zamanlarda mü'min kullarýna, þu veya bu þekilde mutlaka ikramda bulunur. Yukarýdaki ayet bunu göstermektedir. Ýnsan bu ikramý kendinden deðil, Allah'tan bilmelidir. Mal ve mülkle öðünmek nasýl çirkinse kerâmetle övünmek de çirkindir.
Bedir savaþýnda sýkýþan müslümanlarýn yardýmýna Allah Teâlâ melekleri göndermiþ ama zaferin meleklerin yardýmýyla deðil Allah katýndan verildiðini de vurgulamýþtýr. Onu açýklayan âyet zihinlerimizde hep yankýlanmalýdýr.
"Hani siz Rabb'inizden yardým istiyordunuz. O da; "Ýþte ben size birbiri ardýnca gelen bin melekle yardým gönderiyorum" diyerek isteðinizi kabul etmiþti.
Allah bunu, sadece size müjde olsun ve gönlünüz bununla rahatlasýn diye yapmýþtý. Yoksa zafer (meleklerden deðil) yalnýz Allah katýndandýr. Allah güçlüdür ve her þeyi yerli yerinde yapar." (Enfal 8/9-10)

Kendisinde kerâmetler görülen kimse kurtuluþa erdiðini zannetmemelidir. Dünya hayatý engebeli bir koþudur. Her an bir þeye takýlýp düþebiliriz.
Ölünceye kadar kulluða devam etmek gerekir. "Ölünceye kadar Rabb'ýna ibadet et." (Hicr 15/99)


Ýlham, Allah'ýn, kulunun kalbine bir þey doðurmasýdýr. Sezgi de bu anlamda kullanýlýr. Þüphesiz ilham vardýr. Eðer Allah'ýn ilhamý olmasa insanoðlu ilerleyemez. Bütün ilmi geliþmeler ve keþifler Allah'ýn ilhamýyla olur.
Bu kelime Kur'an'da yalnýz bir yerde geçer. Allahu Teâlâ þöyle buyurur: "aglaNefse) isyankârlýðýný ve takvâsýný ilham edenin hakký için, onu arýndýran gerçekten umduðuna kavuþmuþ, kirletip karartan da herþeyini kaybetmiþ olur."; (Þems 91/8-10)

Anlam itibariyle "ilham", ýstýlah olarak Allah (c.c.) tarafýndan insanlara þuur dýþýnda, zihinlerinde yerleþtirilmiþ manasýnda kullanýlmýþtýr. Ýnsanýn nefsine iyi ve kötü'yü ilham etmenin iki anlamý vardýr. Birincisi, yaratýcýsý ona iyi ve kötü eðilimi yerleþtirmiþtir ve bu his herkeste mevcuttur. ikincisi, herkeste þuursuz olarak þu tasavvurlar oluþmuþtur: Ahlâk bakýmýndan hangi þey iyi, hangi þey kötüdür ve iyi ahlâk ve amel ile kötü ahlâk ve amel birbirine eþit deðildir, fücur (kötü ahlâk) çirkin bir þeydir, takva (kötülükten sakýnmak) iyi bir þeydir. Bu düþünceler insan için yabancý deðildir. Ýnsanýn fýtratý buna aþinadýr. Yaratýcýsý ona doðuþtan iyi ve kötüyü temyiz etme yeteneði vermiþtir. Ayný nokta Beled suresinde þöyle ifade edilmiþtir: "Biz ona hayýr ve þer olmak üzere iki yol gösterdik" (Beled 10) . Dehr suresinde ise "Biz ona yolu gösterdik. Ya þükredici veya nankör olur" (Dehr 3) denmiþtir. Kýyamet suresinde de þöyle buyurulmuþtur: "Kendini kýnayan (nedamet çeken) nefse yemin ederim ki..." (Kýyamet 2) ve "Doðrusu insan kendisini kurtarmak gayesiyle delil gösterse bile (kendini kurtaramaz) . Çünkü gözü, dili ve ayaðý gibi bütün uzuvlarý kendi aleyhinde þahitlik eder" (Kýyamet 14-15)
Burada þu iyice anlaþýlmalýdýr ki, Allah (c.c.) fýtrî ilhamý her mahlukatýn mahiyetine göre vermiþtir. Tâhâ suresinde þöyle ifade edilmiþtir. "Rabbimiz, herþeye yaratýlýþýný verip sonra onu doðru yola iletendir, dedi." (Tâhâ 50) . Örneðin hayvanlarýn her çeþidine kendi ihtiyacýna göre ilim ilhamý verilmiþtir. Sözgelimi balýk kendi kendine yüzmeye baþlar, kuþlar uçar, arýlar kendi kendine petek yapar. Ýnsanlara da çeþitli mahiyetlerine göre ilham yoluyla ilim verilmiþtir. Ýnsanýn bir yönü, hayvanî varlýða sahip olmasýdýr. Bu açýdan ilham yoluyla ilme en iyi örnek, doðumdan hemen sonra çocuðun annesinden süt emmeye baþlamasýdýr. Eðer Allah (c.c.) fýtrî olarak ona bu ilmi vermeseydi dünyadaki hiçbir teknik bunu öðretemezdi. Ýnsanýn diðer yönü, kendisine akýl verilmiþ olmasýdýr. Bu bakýmdan insanlar ilham yoluyla verilen ilim iþinde peþ peþe keþif ve icatlarda bulunarak medeniyeti ileri götürmüþlerdir. Ýcat ve keþiflerin tarihine bakýlýrsa görülecektir ki, icat kiþinin kafa yormasýnýn sonucu deðildir. Her icat, baþlangýçta insanýn zihninde birdenbire oluþan ilhama dayanarak gerçekleþmiþ, sonra da yeni bir icat olmuþtur. Bu iki mahiyet dýþýnda kiþinin bir de ahlâkî varlýðý söz konusudur. Bu bakýmdan Allah (c.c.) ona hayýr ve þerrin farkýný; hayrýn iyi, þerrin ise kötü bir þey olduðunu ilham olarak vermiþtir. Bütün insan toplumlarýnýn hayýr ve þer tasavvurundan yoksun olmamasý evrensel bir gerçektir. Bu nedenle tarihteki her nizamda iyiliðe mükafaat ve kötülüðe ceza tasavvuru vardýr. Deðiþik þekilde de olsa bu vardýr. Her devirde ve medeniyetin her seviyesinde bu tasavvurun mevcut olmasý, bunun insanýn fýtratýnda mevcut olduðunun apaçýk ispatýdýr. Diðer bir delil de, bu tasavvuru insanýn fýtratýnda Hakim yaratýcýsýnýn var etmesidir. Çünkü bu tasavvurun, insanýn meydana geldiði maddi unsurlardan ve bu dünyanýn maddî nizamýný iþleten kanunlardan kaynaklandýðýna dair bir iz yoktur.





Alıntı
Orijýnalý Havz-i Kevser
ALLAH c.c. dan baþka onun kudreti dýþýnda gaybý bilirim demek küfürdür hakýlsýnýz lakin ALLAH-U TEALA herþeyi yapmaya Kadir bildirirse Resulü de, evliyasý da bilebilir. Yukarýdaki Hadis-i Þerif den de anlayabiliyoruz. ALLAH Rasulü (s.a.v) efendimizin geleceði bildiren çok hadisi þerifi vardýr mutlak ki bu ALLAH c.c. izni ile olmuþtur...Bir iki tane arz edeyim...

"Bir zaman gelecek, insanlar, yalnýz parayý düþünüp, helal haram düþünmeyecekler.) [Buhari]"

"Sünnetimi öldürerek dini bozmaya çalýþan kimseler çýkacak." [Deylemi]

"Kiþi dinini ve dünyasýný ancak para ile ayakta tutabilecek, altýný gümüþü [parasý pulu] olmayan rahat edemeyecek." [Taberani]

"Ey dað, sallanma, üstünde bir Peygamber, bir sýddýk, iki de þehid var.) [Buhari] (Hz. Ömer ve Hz. Osmanýn þehid olacaðýný haber verdi."

"Ya Osman halife olacaksýn, hilafet gömleðini çýkarmak isteyecekler, sakýn çýkarma! O gün oruçlu olacak, benim yanýmda iftar edeceksin.) [Hakim] Aynen vaki olmuþtur.Hz.Osman evine haps olunduðu vakit nasipsizler içeri girmiþ ve hilafetden vazgeç demiþlerdir Hz.Osman r.a. halifeliði býrakmamýþ ve þehid edilmiþtir ve o günde oruçlu idi.

"Erkekler azalacak, kadýnlar çoðalacak." [Buhari]







Gaybý bildirme konusunda Peygamber Efendimizi örnek göstermeniz sebebiyle bu konudaki ayetleri yeterince incelemediðiniz kanaatine kapýldým. Zira çeþitli ayetlerde gaybý bildirme konusunda Allah c.c. tarafýndan seçilen peygamberlerin istisna tutulduðu açýkça belirtiliyor.

Allah inananlarý sizin durumunuzda býrakacak deðildir, temizi pisten ayýracaktýr. Allah size gaybý bildirecek deðildir; fakat Allah peygamberlerinden dilediðini seçip, ona gaybý bildirir. Artýk Allah'a ve peygamberlerine inanýn; inanýr ve sakýnýrsanýz size büyük ecir vardýr.(Ali Ýmran 179)

Yine bu konuda daha önceki yazýda da geçmiþ olan bir ayet ise þöyle;

Görülmeyeni bilen Allah, görülmeyene kimseyi muttali kýlmaz. Ancak, (bildirmeyi) dilediði peygamber bunun dýþýndadýr. Çünkü O, bunun önünden ve ardýndan gözcüler salar.(Cin 26-27)



Alıntı
Orijýnalý Havz-i Kevser
Hz. Musa'nýn, ledün ilmine sahip, yani Allahü teâlânýn kendisine gayblarý bildirdiði bir zata (Hýzýr A.S.), (Rabbimizin sana öðrettiði doðruyu bulmama yardým edecek, hayra götürecek bir ilmi bana da öðretmen için, sana tâbi olmak istiyorum) dediði Kuran-ý kerimde bildiriliyor. (Kehf 66)

Gayblarý bilen, ledünni ilme sahip olan bu zatýn Hz. Hýzýr a.s. olduðu bildirilmiþtir. Resulullah efendimize ise, birçok gayblar bildirilmiþti.





Hýzýr aleyhisselam ile ilgili olarak Buharî'de uzunca bir hadis-i þerif vardýr. Konuya açýklýk getirdiði için hadis-i þerifi aynen zikretmek yararlý olacaktýr.

Übeyy b. Ka'b(rha) Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin þöyle dediðini rivayet ediyor: "Musâ aleyhisselam Ýsrail oðullarýna konuþma yapmak üzere kalktý. Kendisine, "En çok âlim olan kimdir?" diye soruldu. O da "En bilgili benim." dedi. Allah Teâlâ bundan dolayý onu ayýpladý. Çünkü bütün ilmi ona vermemiþti. Allah Tealâ: "Ýki denizin kavuþtuðu yerde kullarýmdan biri var, o senden bilgilidir." diye vahyetti.
Musa dedi ki, "Rabbým, onunla nasýl buluþabi lirim?" Allah Teâlâ buyurdu ki, "Sepete bir balýk koy ve yanýna al, balýðý nerede kaybedersen o oradadýr."
Musa yola koyuldu. Genç hizmetçisi Yuþa b. Nûn ile birlikte yürüdüler. Sepet içinde bir balýðý da sýrtladýlar. Bir kayanýn yanýna gelince baþlarýný koyup uyudular. Balýk sepetten çýktý, denize doðru yol alýp gitti. Hz. Musa ve genç hizmetçisinde bir gariplik vardý. Gecenin arta kalanýnda ve gün boyu yürüdüler. Sabah olunca Musa genç hizmetçisine dedi ki, kahvaltýmýzý getir, bu yolculuk bizi epey yordu.
Belirtilen yeri geçinceye kadar Hz. Musa bir yorgunluk duymamýþtý. Genç hizmetçi dedi ki, "Gördün mü, kayanýn orada dinlendiðimiz zaman balýðý unutmuþum." Musa dedi ki, "Ýþte istediðimiz buydu." Ýzlerini takibederek geri döndüler.
Kayanýn yanýna vardýlar baktýlar ki, orada kumaþa bürünmüþ bir adam var. Musa selam verince Hýzýr dedi ki, "Güvenlik nere burasý nere"
O, "Ben Musa'yým." dedi. Hýzýr, "Ýsrailoðullarýnýn Musa'sý mý? " diye sordu. "Evet" dedi ve ekledi: "Sana öðretilmiþ olan olgunluktan bana da öðretmen için sana tabi olabilir miyim?" Hýzýr dedi ki, "Ya Musa, sen benimle birlikte olmaya dayanamazsýn. Ben Allah'ýn bana öðrettiði bir ilmi biliyorum ki sen onu bilmezsin. Sen de Allah'ýn sana öðrettiði bir ilmi bilirsin ki, ben onu bilmem." Musa dedi ki, inþaallah benim sabýrlý olduðumu göreceksin, sana hiç bir konuda karþý çýkmam."
Bunun üzerine deniz sahilinde yaya olarak gitmeye baþladýlar. Kendi gemileri yoktu. Bir gemi geldi, ona binmek için konuþtular. Hýzýr'ý tanýyan oldu, ücret almadan gemiye aldýlar.
Bir serçe gelip geminin kenarýna kondu, gagasýný bir iki kere denize daldýrdý. Hýzýr dedi ki, "Ya Musa, benim ve senin ilmin, Allah'ýn ilminden ancak þu serçenin gagasýyla denizden aldýðý kadar bir þeydir.
Hýzýr tuttu geminin tahtalarýndan birini söktü. Musa dedi ki, "Bunlar bizi ücret almadan bindirdiler, sen de tuttun onlarý batýrmak için gemilerini deldin."
Hýzýr, "Demedim mi, sen benimle beraber olmaya dayanamazsýn." dedi. Musa: "Unuttuðum için kusuruma bakma" dedi.
Hz. Musa'nýn ilk karþý çýkmasý unuttuðu içindi.
Yürüdüler, baktýlar ki, bir erkek çocuk arkadaþlarýyla birlikte oynuyor. Hýzýr üstten çocuðun kafasýný tuttu ve eliyle yerinden çýkardý (boynunu kýrdýgöz kırpma. Hz. Musa hemen atýldý: "Bir cana karþýlýk olmadan temiz bir caný öldürdün ha?" Hýzýr dedi ki, "Sana demedim mi, sen benimle beraber olmaya dayanamazsýn, diye?"
Yürümeye devam edip bir yere geldiler, yemek istediler ama halk onlarý konuk etmekten kaçýndý. Önlerine, yýkýlmak üzere olan bir duvar çýktý. Hýzýr eliyle duvara iþaret etti, sonra onu doðrulttu. Musa dedi ki, "Ýsteseydin buna karþýlýk bir ücret alabilirdin." Hýzýr dedi ki, "Ýþte bu beni senden ayýrýr."
Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki, "Musa'ya Allah rahmet eylesin; çok isterdik ki, sabýr göstersin de birlikte yapacaklarý daha çok þey bize anlatýlsýn. (Buharî Ýlim, 44)"

Burada Hz. Hýzýr'ýn þu sözü dikkatimizi çekiyor:
"Ben Allah'ýn bana öðrettiði bir ilmi biliyorum ki sen onu bilmezsin. Sen de Allah'ýn sana öðrettiði bir ilmi bilirsin ki, ben onu bilmem."
Hz. Musa aleyhisselam Allah'ýn elçisidir. Elçiler Allah'ýn kendilerine verdiði görevi yaparlar. Bu da insanlara doðru yolu göstermek ve onlara rehberlik yapmaktýr. Þu âyet bunu açýkca belirtmektedir:
"Ey Elçi biz seni þahit, müjdeci ve uyarýcý olarak gönderdik. Kendi izniyle Allah yoluna çaðýran ve aydýnlatan bir lamba olarak." (Ahzâb 33/45-46)
Bir elçinin yaptýðý davranýþlarý her insan yapabilir. Çünkü onlar örnek kiþilerdir. Onlarda Hz. Hýzýr'ýnkine benzer garip davranýþlar görülmez. Elçilerin gösterdikleri mucizeler ise onlarýn elçiliklerini ispattan baþka bir gaye taþýmaz.
Hýzýr aleyhisselamýn bilgisine elçilerin ihtiyacý yoktur. Bunu anlamak için yukarýdaki üç olayýn içyüzünü anlatan þu âyetleri okuyalým:

"aglaHýzýr, Musa'ya dedi ki: Þimdi sana sabredemediðin þeyin içyüzünü bildireceðim:
O gemi, denizde çalýþan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu hale getirmek istedim. Çünkü onlarýn ilerisinde, tuttuðu gemiyi zorla alan bir kral vardý.
Çocuða gelince, onun anasý babasý mümin insanlardý. Bunun onlarý azgýnlýða ve kâfir olmaya zorlayacaðýndan korktuk.
Ýstedik ki, Rab'leri onun yerine kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametli birini versin.
Duvar ise þehirde iki yetim çocuðundu. Altýnda onlara ait bir hazine vardý. Babalarý da iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki, onlar olgunluk çaðýna girsinler de hazinelerini çýkarsýnlar. Bu, Rabbinin bir merhametidir. Yoksa bunu ben kendiliðimden yapmýþ deðilim. Ýþte senin sabredemediðin þeyin iç yüzü." (Kehf 18/78-82
)

Bu olayýn ibret verici bir çok yönü vardýr. Bize göre en önemlisi þudur: Allah'tan gelen her þeye teslim olmak ve bizim için hayýrlý sonuçlar doðuracaðýna inanmak gerekir. Çünkü hoþumuza gitmeyen nice olaylar vardýr ki, daha sonra ne kadar gerekli olduðu ortaya çýkar.
Ýþte hikmet budur. Hikmet bir þeyin yerli yerinde olduðunu gösteren þeydir. Bir olayýn hikmetini anlayamadýk diye üzülüp ümitsizliðe kapýlmaya gerek yoktur.
Elçilerde bu gibi garip davranýþlar görülmez. Çünkü onlarýn davranýþlarý ümmetleri için örnektir. Ama Hýzýr'ýn davranýþlarý örnek alýnamaz.
Yukarýdaki iþleri Hz. Musa yapsaydý ve bir yahudi bunu örnek alýp anasýna babasýna zahmet verecek diye bir çocuðu öldürseydi veya baþkasý gasbedecek diye birinin malýna zarar verseydi insanlar arasýnda emniyet ve huzur kalýr mýydý? O zaman herkes yaptýðý garip davranýþa bir kýlýf bulup delil olarak da Hz. Musa’yý göstermez miydi?
Yukarýdaki hadis-i þerif Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin þu sözleriyle bitmiþtir:
"Musa'ya Allah rahmet eylesin; çok isterdik ki, sabýr göstersin de bize, birlikte yapacaklarý daha çok þey anlatýlsýn."
Bu hadis-i þerif açýkca gösteriyor ki, Hz. Hýzýr'dan öðrenilenler âyette belirtilenlerle sýnýrlýdýr. Bu konuda Hz. Muhammed bile fazla bir þey bilmemektedir.

"Ýçyüzünü kavrayamadýðýn þeye nasýl sabredeceksin?"aglaKehf 68) ayetindeki sözün muhatabý Allah'ýn büyük peygamberlerinden olan Hz. Musa(a.s)'dýr ki o bile Hz. Hýzýr'ýn sahip olduðu Ledün ilmine hikmetini kavrayamadýðýndan dolayý sabredememiþ ve ondan ayrýlmak zorunda kalmýþtýr. Bu gerçekler karþýsýnda artýk kim Hz. Hýzýr'a öðretilen ilmin kendine de öðretildiðini iddia edebilir?


Kaynaklar:

Tefmihul Kuran-Mevdudi
Kuran Iþýðýnda Tarikatçýlýða Bakýþ-Abdülaziz Bayýndýr



Not: Kardeþler sizden ricam lütfen yazýlarda geçen ayeti kerimeleri biz bunlarý tam olarak anlayamayabiliriz diyerek üstünkörü geçmeyin. Çeþitli meallerden ve tefsirlerden araþtýrýn. Ben, benim eklediðim yazýlardaki bütün yorumlar doðrudur demiyorum. Ama sizin de bir sonuca ulaþmanýz için konularda geçen ayetleri iyice incelemeniz lazým ki böylece bana da eklediðim yazýlardaki yorumlarýn doðru veya yanlýþ olduðu konusunda yardýmcý olabilesiniz.

Yüce Rabbimiz c.c. Kuran-ý Kerim'in Kamer süresinde kýsa aralýklarla üstüste 4 kere "velegad yusirrunel kurane lizzikri fehel min müddekir" yani "Andolsun ki, Kur'an'ý düþünmek için kolaylaþtýrdýk, fakat düþünen mi var?"aglaKamer 17,22,32,40) buyuruyor. Allah-u Teala'nýn "kolaylaþtýrdým" dediðine kim "anlamasý zor" derse apaçýk dalalet içindedir.

Gönderme Tarihi: 14.09.2006 - 15:37
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: Tasavvuf
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
RE:
114 Mesaj -
Alıntı
Orijýnalý Havz-i Kevser

Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

ALLAH c.c. dostlarýnýn hallerini ne biz anlarýz nede Abdulaziz Bayýndýr anlar. Onlarýn hallerini ve söylediklerini yada ne söylemek istediklerini anlamak için onlar gibi olmak gerekir.



Takdir edersiniz ki bizim asli görevimiz Allah c.c. dostlarý olarak kabul ettiðimiz kiþilerin hallerini anlamak deðildir.
Bizim görevimiz Allah'ýn ayetlerini anlamak, itikadýmýzý ona göre belirlemek, Rasulunun sünnetine uymak., Kuran ve Sünnet ýþýðýnda Allah'ýn bizden istediði þekilde yaþamaktýr. Þimdi siz diyeceksiniz ki, tasavvuf zaten buna yarar, Tasavvuf büyüklerinden veli olarak kabul ettiðimiz kiþilerde bu halde zirveye ulaþmýþ kiþilerdir. Eðer böyle inanmasaydýnýz zaten tasavvufla uðraþmazdýnýz.

Benim bunu anlayabildiðim gibi lütfen siz de anlayýn ki Tasavvufa ve tarikatlara karþý olduðunu söyleyen kiþilerden art niyet taþýmayanlarýnýn(her ne kadar siz onlarý nasipsiz ve gönül kapýsý kapalý olarak görseniz de) bunu dile getirmelerinin sebebi; genel tasavvuf anlayýþýnýn içerisinde Kuran ve Sünnete muhalif noktalar olduðu konusunda ciddi kaygýlarý olmasýndandýr. Ýþte bu noktada lütfen Tasavvufla ilgili konularda Kuran ve Sünnetten delil getirilerek yapýlan itirazlara objektif olarak yaklaþarak deðerlendirmelerimizi Kuran ve Sünnete göre yapalým ve vereceðimiz cevaplarda yine Kuran ve Sünnet dahilinde olsun.



Alıntı
Orijýnalý Havz-i Kevser

Bir hal olur size dersiniz ki ben bunu bir yerde görmüþtüm yada yaþamýþtým. Bu size rüyada da gösterilir uyur uyumaz haldede. Muhakkak ki hepimizin baþýna ALLAH-U TEALA nýn takdiri ve izni ile gelmiþtir.



Yukarýda Abdülaziz Bayýndýrýn Evliyanýn gaybý bilmesiyle ilgili yazdýðý bir yazýyý ekledim. Bu þahýs yazýsýnda iddiasýna delil olarak Allah'ýn ayetlerini sunmuþ ve bu ayetleri incelediðimizde iddianýn gerçek olabilme ihtimali ortaya çýkýyor ama tabi yanlýþ da olabilir. Ama eðer yanlýþsa bunun ispatý yine ancak Kuran ve Sünnetten olmak zorundadýr.

Sizin verdiðiniz cevapsa hiç tatmin edici deðil sadece dejavu olarak adlandýrýlan bir olayý yeniden yaþama hissi ve gerçekleþen sadýk rüyalardan bahsetmiþsiniz. Ancak bu iki durumda Ali Ýmran 179'daki "Allah sizi gayba vakýf kýlacak da deðildir" hükmü ilahi'siyle çeliþmez. Çünkü siz sadýk bir rüya gördüðünüzde onun gerçekleþip gerçekleþmeyeceðini bilemezsiniz. Ancak gerçekleþtikten sonra bilebilirsiniz ki zaten o noktadan sonra o rüya sizin için artýk gayp olmaktan çýkmýþtýr.

Þimdi sizden ricam yukarýdaki yazýyý tekrar okuyarak eðer yanlýþ yorumlar getirilmiþse doðrusunu yine Kuran ve Sünnet'ten delil getirerek açýklamanýzdýr
. Ama eðer, "bunlar bizim Kuran ve Sünnet'le delillendirebileceðimiz konular deðildir, biz o velilerin hallerini anlayamayýz" derseniz. Kuran ve Sünnetin sadece alt tabakadaki Müslümanlar için geçerli olduðu, bazý yüksek makamlý velilerde ise bunlara muhalif haller zuhur edebileceði gibi bir anlam çýkabilir ki, sizin de böyle bir anlayýþý kabul etmeyeceðinizden eminim. Zaten, insanlarýn en hayýrlýsý peygamber efendimize(sav) Kuran-ý Kerim'de "Ben bana vahyolunandan baþkasýna uymam."aglaEn'am 50) demesi emredilirken, hiçbir insanýn o dairenin dýþýna çýkamayacaðý açýktýr.

Gönderme Tarihi: 12.09.2006 - 18:41
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: Tasavvuf
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
Risale-i Nurlara Göre Evliya'nın Gaybı Bilmesi
114 Mesaj -
Gayb, kiþinin duyularýndan uzak ve hakkýnda bilgi sahibi olmadýðý þeye denir[1].

Allah açýsýndan gayb diye bir þey olmaz. Bizim açýmýzdan, kýyametin vakti gibi Allah'tan baþkasýnýn bilemeye­ceði þeyler gayb-ý mutlak, yani tam bir gaybdýr. Bir baþkasýnýn bildiði þey gayb-ý mutlak deðil, göreceli gayb olur. Mesela içinizden ne geçtiðini ben bil­emem ama siz kendiniz bilirsiniz. Bilmediðim bazý tarihi olaylarý da bilebilirsiniz. Bunlar, bana göre gayb olur; size göre olmaz. Hakkýnda bir bilgi ve belge kalmamýþ tarihi olaylar da mutlak gayb haline dönüþmüþ olur.

Gayb ile ilgili bazý haberler, Allah Teâlâ tarafýndan peygamberlerine vahiy yoluyla bildirilir, biz de bunlarý o þekilde öðrenebiliriz.

Durum böyle olduðu halde, Risâle-i Nur'larda, Hz. Ali ve Abdulkadir Geylani gibi zatlarýn Said Nursi'yi, asýrlar öncesinden bir çok yönüyle haber verdiði iddia edilir. Aþaðýdaki soru ve cevap, risalelerin bu konudaki temel dayanaklarýný oluþturur:

Suâl: Gavs-ý Azam gibi büyük velîler, bazý evkâtta, mazi ve müstakbeli hazýr gibi müþâhede ederler. Neden mâziye ait cihette sarahat sûretinde haber veriyorlar da, istikbalden
hafî remizlerle gizli iþaretlerle bahsediyorlar?

El-cevap: "lâ ya'lemul-gaybe illallah" âyetiyle,

"ve lâ yuzhiru alâ gaybihi ahada; illâ menirtedâ min resûl."

Ayeti ifade ettikleri, kudsi yasaða karþý ubûdiyetkerâne bir hüsnü edep takýnmak için, tasrihten iþaret mesleðine girmiþler. Tâ ki, iþaretler ile, remz ile anlaþýlsýn ki, ihtiyarsýz, niyetsiz bir sûrette tâlimi ilâhî ile olmuþtur.
Çünkü istikbâlî olan gaybiyat, niyet ve ihtiyar ile verilmediði gibi; niyet ile de müdâhale etmek, o yasaða karþý ademi itâatý iþmam ediyor[2].

Yazý, günümüz Türkçesiyle þöyle ifade edilebilir:

Soru: Abdülkâdir Geylânî gibi büyük veliler, bazý zamanlarda, geçmiþi ve geleceði bugün gibi görüp bildikleri halde neden
geçmiþle ilgili olanlarý açýkça söylüyorlar da, gelecekten üstü kapalý simgeler
ve gizli iþaretlerle söz ediyorlar?


Cevap: "Gaybý Allah'tan baþkasý bilmez." Ayeti ile,

"O bütün gaybý bi­lir, gaybýný kimseye açýkla­maz. Ancak dilediði peygamber bunun dýþýnda­dýr." (Cin 72/26-27)

Ayetinin ifade ettiði kutsal yasaða karþý kulluða yakýþýr bir güzel edep takýnmak için açýklama yapmayýp iþaretle söyleme yoluna girmiþlerdir. Ýþaret ve simgeler kullanmýþlardýr ki, gayb ile ilgili bu bilginin, kendilerinin tercihi veya niyetiyle deðil, Allah'ýn öðretmesiyle olduðu anlaþýlsýn. Çünkü geleceðe ait gayb bilgiler kiþinin þahsi tercihi ve niyeti ile verilmediði gibi niyet ile iþe girmek, o yasaða karþý itaatsizlik havasý veriyor.


TENKÝT

Yukarýdaki yazýyý beþ açýdan tenkide tabi tutacaðýz:


1-) Gaybý Yalnýz Allah Bilir.

Allah Teâlâ þöyle buyurur: "Allah sizi, gaybý bilir hale getire­cek deðildir."aglaAl-i imran 3/179)
O, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme þöyle demiþtir:

"De ki: "Ben size, Allah'ýn ha­zineleri yaným­dadýr, demiyorum. Gaybý da bilmem. Size, "Ben bir meleðim." de demiyorum. Ben bana vah­yolu­nandan baþkasýna uymam." De ki: "Görenle görmeyen bir olur mu? Hiç zihninizi yormaz
mýsý­nýz?" (En'am 6/50)

"De ki: "Eðer gaybý bilseydim, daha çok iyi­lik yapmak isterdim ve bana kötülük de gelmezdi. Ben, inanan kesim için bir uyarýcý ve bir müjdeciden baþka bir þey deðilim." (Araf 7/188)
Allah Teâlâ, insanlara açýklamak istediði gayblarý, peygamberleri yoluyla bildirir. Bunun özel bir usulü vardýr. Allah Teâlâ þöyle buyurur:

"Allah bütün gaybý bilir, gaybýný kimseye açýklamaz.

Dile­diði peygamber bunun dýþýn­dadýr. Onun da önüne ve arkasýna gözcüler diker.

Böylece o (peygamber) bilsin ki, onlar Allah'ýn gönderdiklerini tastamam ulaþtýrmýþ, (kendisi de) onlarýn yanýnda olaný kav­ramýþ ve her þeyi bir bir say­mýþtýr. "aglaCin 72/26 -28 )
Artýk o bilgiler gayb olmaktan çýkar. Meleklerin gözcü dikilmesi, o bilgilerin Allah'tan olduðu konusunda, peygamber kuþku duymasýn, diyedir. Çünkü Allah Teâlâ þöyle buyurmuþtur:

"Senden önce gönderdiðimiz bir tek nebi ve elçi yoktur ki, bir þeyi arzula­dýðý za­man, þeytan onun arzusuna vesvese karýþtýrmýþ olmasýn. Allah þey­tanýn karýþtýrdýðýný giderir, sonra Allah kendi âyetlerini pekiþtirir. Allah bilendir, hakîm­dir." (Hacc 22/52)

Bazý tefsir kitaplarýnda En'am suresinin iniþi ile ilgili olarak Enes b. Malik'ten gelen þöyle bir rivayetten bahsedilir: "Allah'ýn Elçisi þöyle demiþtir:

"Kur'an'dan En'am suresinin dýþýnda bir sure bana toptan in­medi. Þeytanlar, bu sure için toplandýklarý ka­dar hiçbir sure için toplanmamýþlardý. Bu sure bana, Cebrail ile, beraberinde elli bin melek ol­duðu halde gönderildi. Bunu kuþatmýþlar, bir düðün debdebesiyle getirdiler[3]."

Böylece o Elçi, ken­dine gelenin vahiy me­leði olduðuna ve vahye, þeytan vesvesesi karýþ­madý­ðýna güvenmiþ olur.

Peygamberlere vahyin nasýl geldiðini bildiren bir ayeti, velilerin gaybý öðrenebileceklerine delil getirmek, doðrusu çok þaþýrtýcý bir þeydir.



2-) Geçmiþ Gaybý da Kimse Bilemez.

Allah Teâlâ Nuh aleyhisselamýn baþýndan geçenleri anlattýktan söyle buyuruyor:

"Bunlar gayb haberlerindendir, onlarý sana vahyediyoruz. Bundan önce onlarý ne sen bilirdin, ne de senin kavmin.&#8221aglaHud 11/49)"

Bu konuda Kur'an'da çok sayýda ayet vardýr. Þu ayetlere de bakýlabilir: Ali Ýmran 3/44; Araf 7/101; Hud 11/120-123; Yusuf 12/102.



3-) lâ ya'lemul-gaybe illallah" diye bir ayet yoktur.

Ýçinde bu kelimeler olan ayet þöyledir:

"Kul lâ ya'lemu men fîs-emâvâti vel-erdil-gaybe illallah"

"De ki, göklerde ve yerde, hiç kimse o gaybý bilmez, onu sadece Allah bilir."aglaNeml 27/65)


4-) Allah'tan baþkasýnýn gaybý bilemeyeceði ve Allah'ýn onu peygamberlerden baþkasýna bildirmeyeceði hükmü, yukarýda bir "kudsî yasak" diye ifade edilmiþtir. Sanki Allah Teâlâ, "gaybý kimse bilemez" dememiþ de "Kimse, gelecekle ilgili açýklama yapmasýn." Diye bir yasak koymuþtur. Bu, kiþiyi büyük bir sorumluluk altýna sokar.



5-) Yukarýdaki sual ve cevaptaki iddialarý sýralayalým

Abdülkâdir Geylânî gibi büyük veliler, bazý zamanlarda, geçmiþi ve geleceði bugün gibi görüp bilirler.

Geçmiþle ilgili olanlarý açýkça söylerler ama, gelecekten üstü kapalý simgeler ve gizli iþaretlerle söz ederler. Açýk söyleseler Allah'a karþý, kulluða yakýþýr güzel bir edep takýnmamýþ olurlar. Çünkü Allah Teâlâ þöyle buyurmuþtur:

"De ki, göklerde ve yerde, hiç kimse o gaybý bilmez, onu sadece Allah bilir." (Neml 27/65)

"O bütün gaybý bi­lir, gaybýný kimseye açýkla­maz. Ancak dilediði peygamber bunun dýþýnda­dýr." (Cin 72/26-27)

Bir de bunun, kendi tercihleri ve niyetleriyle deðil, Allah'ýn öðretmesiyle olduðu anlaþýlsýn diye böyle yaparlar. Zira niyet ile iþe girmeleri itaatsizlik havasý verir.

Demek ki, Allah, hem "Gaybý kimse bilmez, onu kimseye açýklamam" diyecek, hem de tutup onu bazý kimselere bildirecek. Sonra o kimseler, geçmiþle ilgili olanlarý açýklamakta bir sakýnca görmeyecekler. Gelecekle ilgili gayblarý ise, anlayan anlasýn diye örtülü iþaretlerle geçiþtirecekler.

Bu inançtan Allah'a sýðýnmak gerekir.

Prof. Dr. Abdulaziz Bayýndýr
--------------------------------------------------------------------------------

[1]- Raðýb el-Ýsfahânî, Müfredât, Safvan Adnan Davudî'nin tahkikiyle, Dýmaþk ve Beyrut, 1412 h. 1992 m. s. 616.

[2]- Said Nursi, Sikket-i Tasdik-i Gaybî, 8. Lem'a "HAZRET-Ý GAVS'IN KERAMET-Ý GAYBÝYESÝNÝ TE'YÝD EDEN BÝR ÂYETÝN ÝÞÂRÂTINDAKÝ BÝR NÜKTE-Ý Ý'CAZÝYEDÝR", bölümünün bir öncesi; Ýstanbul 1990, Tenvir Neþriyat, s. 198,.

[3]- Elmalýlý Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur'an Dili, ist. 1936, c. III, s. 1861-1862
Gönderme Tarihi: 08.09.2006 - 14:55
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: Tasavvuf
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
114 Mesaj -
Ebu'l-Ala el-Afifi
Terc. Abdullah Kartal((
Uludað Üniversitessi Ýlahiyat Fakültesi Dergisi
Sayý: 9, Cilt: 9, 2000
ÝBN ARABÝ ÝLE ÝLGÝLÝ ARAÞTIRMA SERÜVENÝM
I- Araþtýrma hayatýmda Ýbn Arabi ile ilk tanýþmam, 1927 senesinin son baharýnda Cambridge Üniversitesi felesefe bölümünde mastýrý tamamlayýp ayný yerde doktoraya hazýrlanma hususunda düþünmeye baþladýktan sonra olmuþtu. O sýralarda Cambridge Üniversitesi'nde Doðu Araþtýrmalarý Bölümünün baþkaný olan Reynold A. Nicholson'a danýþmanlýðýnda doktora yapma isteðimi bildirdiðimde, araþtýrmam için konu olarak Ýbn Arabi'yi önermiþti. Zira ona göre, Mýsýr'da ihtisas yaptýðým Doðu araþtýrmalarým ve Cambridge Üniversitesi'nde uzmanlaþtýðým felsefi araþtýrmalarým, islam sufisi ve filozofu olan Ýbn Arabi'yi incelememi mümkün kýlmaktaydý.
O tarihlerde Nicholson, Ýngiltere'de tasavvuf araþtýrmacýlarýnýn baþkanýydý ve gayretini bu araþtýrmalara yöneltmiþti. Ýbn Arabi'nin tasavvufunun bazý yönlerini inceleme noktasýnda büyük bir gayret göstermiþti. "Studies in Islamic Mysticism" (Ýslam Tasavvufu Üzerine Araþtýrmalar) isimli önemli eserinde Fususu'l-hikem kitabý hakkýnda yazdýklarý ve Tercümanu'l-eþvak divanýnýn muhteþem tercümesi, bu çalýþmalardan bazýlarýdýr. Ancak üstad, Ýbn Arabi'nin tasavvuf ve felsefesini açýklayacaðý genel bir kitap yazmayý veya onun bu konuda yazdýðý bir kitabý tercüme etmeyi hiç bir zaman düþünmemiþtir. Evet! Aslýnda Fususu'l-hikem'i tercüme etmeyi düþünmüþtü; ancak kitabýn zorluðunu ve ýstýlahlarýnýn ingilizceye naklinin imkansýzlýðýný sezerek bu fikrinden vazgeçmiþti. Bu kitabý tanýtýrken þöyle demektedir: "Ýbn Arabi'nin Fusus'daki teorilerinin anlaþýlmasý zordur. Bundan daha zoru ise, bu teorilerin þerh ve açýklanmasýdýr. Zira dili, özellikle ýstýlahidir; çoðu zaman da karmaþýk ve mecazidir. Bu eserin her hangi bir literal yorumu, anlamýný bozar. Öte yandan ýstýlahlarýný ihmal ettiðimizde kitabý anlamak ve anlamlarýna yönelik açýk bir düþünceye ulaþmak imkansýz olur. Bu kitap, bütününde, kapalý ve derin tasavvuf mektebinin özel bir çeþidini temsil etmektedir."1
II- O zamanlar islam tasavvufu, özellikle de Ýbn Arabi'nin tasavvufu hakkýndaki bilgim yetersizdi. Doðrusu Doðu ve Batý araþtýrmalarýmda bu tarz düþünce hiç de ilgi alanýma girmemiþti.
Ýbn Arabi'nin kitaplarýný okumaya baþladým. Nicholson'ýn okumamý tavsiye ettiði ilk kitap, Fususu'l-hikem'di. Metni, bazan tek olarak, bazan da Kaþani, Davul el-Kayseri, Cami ve Abdulgani en-Nablusi'nin þerhlerinin yardýmýyla defalarca okudum. Ancak hiç bir þey anlayamamýþtým. Açýk arapça bir cümle okuyordum ve tek tek her kelimeyi anlýyordum. Fakat müellifin hedeflediði genel içeriði ve külli manayý bir türlü anlayamýyordum. Misal olarak kitabýn giriþindeki sözünü zikrediyorum.
"Ümmetler arasýndaki ayrýlýklar dolayýsýyla din ve mezheplerin çeþitli olmasýna raðmen, tek ve deðiþmez olan doðru yoldan ve zat aleminin kudsi kaynaðýndan gelen hikmetleri kelimelerin kalblerine indiren Allah'a hamd olsun. Ve kerem hazinelirinden gelen himmetlerini, en saðlam vaidlerle ümmetlerine yetiþtiren Hz. Muhammed'e ve onun yakýnlarýna eriþsin. "2
Bu, karanlýk içinde karanlýktý. Çünkü ben, Ýbn Arabi'nin ýstýlahlarýna ve uslubuna alýþkýn deðildim. "Hikem", "kelim", "tariku'l-ümem", "hazainü'l-cud-i ve'l-kerem", "el-kilu'l-akvem" ile gerçekte neyi kastettiðini anlayamýyordum. Halbuki bu kelimelerin açýk luðavi manalarýný biliyordum. Ancak bu bilgi, mutlak olarak yetersizdi (faydasýzdýgöz kırpma.
Ümitsiz ve mahzun bir þekilde üstada gittim. Kendisine, Fusus'u anlayamadýðýmý ve anlamakta zorluk çektiðim ilk arapça kitabýn Fusus olduðunu açýkça ifade ettim. Bunun üzerine Nicholson, Fusus'u býrakmamý ve Ýbn Arabi'nin diðer kitaplarýna yönelmemi tavsiye etti. Sonunda Futahat, Tedbiratü'l-ilahiyye, Ýnþau'd-devair, Ukletü'l-müstevfiz, Mevakiu'n-nucum ve Ýbn Arabi'ye nisbet edilen tefsiru'l-Kur'an'ýn da içinde bulunduðu matbu ve yazma yirmi küsür eserini okudum. Sanki Futuhat, Fusus'un kilitlerini açtýðým bir anahtar gibiydi. Onu okur okumaz, Fusus'un muammalarý (bilmeceleri) çözüldü; Ýbn Arabi'nin uslup ve gayesini anlama yolunun iþaretleri bir bir ortaya çýktý. Anladým ki, bu zat, uzun zaman okuyucuya hitap etttiði ve bazan kastedilen mananýn gizli kalacaðý derecede birini diðeriyle karýþtýrdýðý iki farklý dil kullanmaktaydý.
Bu, iki dil, zahir ve batýn dilidir veya bizzat sufilerin ifadesiyle þeriat ve hakikat dilidir. Zahir dili, halkýn, yani hukukçular ve kelamcýlarýn dilidir. Batýn dili ise, sufilerin þeriatýn zahirinin arkasýndaki gizli anlam ve incelikleri dile getirdikleri remz (sembol) ve iþaret dilidir. Sufiler, ya halk dilinin hissettikleri zevk ve vecdi ifade etmekte yetersiz kaldýðý için ya da söylediklerini ehil olmayanlardan gizlemek için bu dile sýðýnmýþlardýr. Zira iþaret ettikleri þey, aklýn tek baþýna anlayamadýðý hakikatlerdir. Çünkü bu hakikatler, aklýn alanýna girmez ve aklýn kategorilerinin alanýný aþar. Bu sebepten, sufilerin sözlerini inceleyen kiþinin, onlarý anlama, yorumlama ve onlar üzerine hüküm koymada dikkatli olmasý gerekir. Aksi taktirde ya bu hakikatleri manalarýnýn dýþýna çeker ya da ihtimal dýþý hususlara yöneltir. Eskiler bu meseleye dikkat çekmiþ ve bu konuda uyarýda bulunmuþlardýr. Bizzat Ýbn Arabi de, insanlarýn Tercümanu'l-eþvak'daki sembollerini yanlýþ anladýklarý ve divanýnda kadýnlarý, ülkeleri, tabiatý, tabiatýn manalarýný ve baþka maddi meseleleri zikreden aþýk bir þair olmakla suçladýklarý kendisinide ulaþtýðýnda, bu konuya dikkat çekmiþ ve þöyle demiþtir:
"Bu manzum eserimde tarikatýmýza göre ilahi varidatlara, ruhi iniþlere (tenezzülat-ý ruhiyye) ve yüce iliþkilere (el-münasebatü'l-ulviyye) ima etmekten baþka bir þey ilave etmedim. Allah, bu divanýn okuyucusunu, yüce nefislere ve semavi nefislere baðlý üstün himmetlere layýk olmayan þeylerin hatýrýna gelmesinden korusun."3
Bu çift dil,- yani zahir ve batýn dili- Ýbn Arabi'nin uslubunun kapalýlýðýnýn en büyük sebebidir. Bu kapalýlýk, bütün sufi filozoflarýn kitaplarýnda mevcud ise de Ýbn Arabi'nin kitaplarýnda daha güçlü ve daha derindir. Kanaatimce, bu, Ýbn Arabi'nin hem zahir, hem batýn ehlini memnun etmeyi amaçladýðý kasýtlý bir kapalýlýktýr. Onun gerçek gayesi ise, batýni manalardýr ki, doktrini bu manalardan oluþmaktadýr; Bu batýni manalarý, deðiþik yöntemlerle Kur'an ve Sünnetin metinlerinden çýkarmýþtýr. Bunu yaparken islam akidesinin zahiri ile varlýðýn tabiatý hakkýndaki doktrininin kaçýnýlmaz sonucu olan felsefi ve tasavvufi neticelerin arasýný ayýran derin uçurumu geçebilmek için özel bir yöntem denemiþtir.
3- Ýbn Arabi'nin uslubunu araþtýrmaya, özelliklerini öðrenmeye, Kur'an'ý anlama ve te'vil etme hususundaki yöntemi ile önceki sufilerin yöntemini karþýlaþtýrmaya baþladým. Sonuçta kitaplarýnýn anlaþýlmasý noktasýnda bana yol gösteren sayýsýz hakikat ortaya çýktý.
Ýbn Arabi, Kur'an'ý tasavvufi olarak yorumlayan (te'vil eden) ilk kiþi deðildi. Zira bu konuda ondan önce, Muhasibi, Cüneyd, Ebu Talip el-Mekki ve Gazali gibi büyük sufiler bulunmaktaydý. Bu sufilerin her birisinin, te'vil hakkýnda özel bir yöntemi ve te'vil edilen nas için özel bir anlayýþý vardý. Ýbn Arabi'nin bu sufilere borçu büyüktü. Ancak Ýbn Arabi çok geniþ kültürlü olmasý, dini, akli ve ruhi kültürü çok iyi bilmesi ve hiç bir sufi ile karþýlaþtýrýlamayacak derecede Kur'an ve Hadis'i te'vilde bu zengin ilminden yararlanmasý bakýmýndan diðerlerinin tümünden farklýdýr. Bu noktada tefsir ile te'vilin ayný þey olduðunu söylemiyorum. Zira te'vil ayrýdýr, tefsir ayrýdýr. Tefsir, lafýzlarýn anlamlarýnýn þerh ve açýklanmasý; te'vil ise, metnin lafýzlarýný zahirinin delalet etmediði baþka manalara yönlendirmektir. Mesela "Allah gökten su indirdi ve miktarlarýnca vadiler aktý." (Ra'd, 13/17) ayeti tefsir edilirken þöyle denilebilir: "Allah'ýn kullarýna ni'metlerinden birisi de, buluttan hayvan ve nebatlarý sulayan ve vadileri dolduran yaðmur indirmesidir. Hepsi takati ve geniþliði oranýndadýr." Ancak Ýbn Arabi gibi bu ayeti te'vil edersek þöyle deriz: "Sudan kasýt ilim; gökten kasýt ise, yüce alem (el-alemü'l-ulvi)'dir: Ayetin manasý, Allah ilahi ilmi yüce alemden seçkin nebi ve veli kullarýnýn kalplerine indirir ve kalpler-ki "vadiler"le sembolize edilmiþtir.-bu ilimle dolup taþar. Herkes isti'dadýna göre alýr." Böylece görüyoruz ki, müfessir, lafzýn hakiki manasýný alýrken, te'vil eden ise ona mecazi bir anlam vermekte ve lafzý, mananýn sýrf sembolü ve iþareti olarak kabul etmektedir.
Genellikle Ýbn Arabi, doktrini için temel kabul ettiði Kur'an ayetlerini açýklarken iki yöntem kullanýr. Sýk sýk ikinci manaya-mecazi manaya- "iþaret" ismini vermektedir. Bu konuda þöyle der: "Kur'aný açýklama hususunda sufilerin sözü, iþaretlerdir ki, bunlarla Allah'ýn hitabýnýn mahalline iþaret edilir. Bu iþaretler, þekilci olan fakihlerin çoðu tarafýndan bilinmez. Bu sebepten onu inkara yönelirler ve bunu söyleyeni küfürle itham ederler." Ýbn Arabi sözüne þöyle devam eder: "Nazil olan her ayetin iþaret ehline göre iki yönü vardýr; Birinci yönü, kendi içlerinde görürler; diðerini ise, kendilerinin dýþýndaki þeylerde görürler. Allah þöyle buyurur: "Ýþaretlerimizi afakta ve onlarýn içlerinde göstereceðiz." (Fussilat, 41/53) Ýbn Arabi bu ayeti aþaðýdaki gibi yorumlamaktadýr: Allah'ýn ayetlerinin afak olarak isimlendirilen zahire dönük bir yönü vardýr. Çünkü ayetlerin hükümleri organlar üzerinde caridir. Ayrýca "kendileri" olarak isimlendirilen batýna dönük bir yönü daha vardýr; zira hükümleri kalplerde cereyan eder. Birinci yön, þeriat tarafý; ikincisi ise hakikat cihetidir.
Ýbn Arabi, bazan da batýnî manalara, þeriatýn zahiri olan "kitab"ýn karþýlýðý olarak "hikmet" ismini vermektedir. Bu, karþýtlýk aþaðýdaki ayette zikredildiði gibi Kur'anda da vardýr: "Rabbimiz! onlara kendi içlerinden senin ayetlerini okuyan, kitabý ve hikmeti öðreten bir rasul gönder." (Bakara, 2/129) Yani onlara þeriatýn zahirini ve batýnýný öðreten rasul gönder. Bu, Fusus'ta dikkat çekilen bir noktadýr. Nitekim Ýbn Arabi, incelediði 27 peygamberden her birisinin ismini, bir hikmetle iliþkilendirmektedir. Ona göre bu hikmetler, söz konusu peygamber hakkýnda nazil olan Kur'an naslarýnýn arkasýnda gizli olan batýni manalara iþaret etder. Mesela, "Adem kelimesindeki ilahi hikmet bölümü", "Ýsmail kelimesindeki yüce (aliyye) hikmet bölümü" veya "Muhammed kelimesindeki ferdiyet hikmeti bölümü" gibi. Adem kelimesinden ve Muhammed kelimesinden amaç, Ademî akýl ve Muhammedî akýl veya Ademî hakikat (el-hakikatü'l-ademiyye) ve Muhammedî hakikat (el-hakikatü'l-muhammediyye)'dir. Bunun anlamý, Fusus kitabý, hikmetler bütünü demektir ki, her bir hikmet, söz konusu peygamber hakkýnda nazil olan Kur'an ifadelerinin arkasýnda gizlenen batýni manalarý açýklamaktadýr. Her hikmetin özel bir konusu vardýr: Ademi hikmetin konusu, "uluhiyet", Ýsmaili hikmetin konusu, özellikle Allah'a nisbetle "uluv", Muhammedi hikmetin mevzusu ise "ferdiyet"tir.
Bazan da Ýbn Arabi, batýni anlama ilmin karþýlýðý olarak "fehm" ismini vermektedir. Zira ilim, bilineni (ma'lum) kuþatmak, fehm ise (ma'lumun) hakikatini ve özünü idrak etmektir. Fehm, kulun kesbi olan ilmin aksine ilahi bir hibe ve rabbani bir bildirmedir. Þekil ilmi olan fýkýh, "ilim" kýsmýna dahildir. Ebu Yezid bu konuda zahir alimlerine hitap ederek þöyle demiþtir: "Siz ilminizi ölüden aldýnýz. Halbuki biz, ilmimizi hiç ölmeyen diriden aldýk."4
Bu esasa göre Ýbn Arabi, velilerin Kur'an anlayýþýnýn (fehm) Kur'an'ýn tamamlayýcý bir parçasý olduðunu ve Kur'an'la ayný kaynaktan geldiðini kabul etmiþdir. Bu yüzden teþri nübüvveti olan özel nübüvvet (en-nübüvvetü'l-hassatügöz kırpma kapýsý kapansa bile umumi nübüvvet (en-nübüvvetü'l-ammetügöz kırpma kapýsý -ki, ma'rifet nübüvvetidir- kapanmamýþtýr.
4- Anladým ki, Ýbn Arabi teþriye ait Kur'an ayetlerini anlama hususunda zahir ve batýn boyutlarýna birlikte önem vermektedir. Nitekim zahir ehlinin yaptýðý gibi fýkhi meseleyi ve þeri hükmünü açýkladýktan sonra "iþaret" onu takip etmekte ve iþaretin kalpteki etkisini belirtmektedir. Ýbn Arabi'nin Futuhat kitabýnýn birinci bölümünde namaz, oruç, zekat, hac, taharet ve benzeri fýkhi meseleleri ele alýrken takip ettiði yöntem budur. Ýbn Arabi'nin amacý, zahirinde geçtiði gibi bütün þeri meseleleri içinde açýkladýðý büyük bir kitap yazmaktý. Bu kitapta hükmün zahiri hakkýndaki þer'i bir problemi iþlerken, zahiri hükmü yanýnda insanýn batýnýndaki hükmünü de zikretmek ve þer'i hükmü zahire-batýna, organlara-kalbe birlikte uygulamak istemiþti.5 Büyük bir ihtimalle Ýbn Arabi bu kitabý te'lif etmemiþtir. Ancak bu noktada Futuhat ve Fusus'da zikrettikleri, bu yöntemi açýklamak için kafidir. Bu yöntem, onun zannedildiði gibi ibadetlerde zahiri mezhebine mensub olmadýðý, belki ibadette zahirilerle zahiri, batýnilerle batýni mezhebine mensub olduðuna delalet etmektedir. Ancak o, batýnilere daha yakýndýr. Çünkü fýkýhçý ve sufidir; ancak din anlayýþýnda zahiri fýkýhçýlara oranla sufilere daha yakýndýr. Ýbadetlerin açýklanmasý hususunda ruhi sýrlarýn inceliklerine yönelik bildirdikleri, buna tanýklýk etmektedir.
Ýbn Arabi, ibadetlerle ilgili ayetleri te'vil etmeyi, zahir mana ile batýn mana arasýnda bir zýtlýk olmadýðý ve te'vil edenin zahir manadan daha yüksek ve derin deruni seviyeye yükseldiði bir esas üzerine kurar. Zira bu durum, insanýn nefsi ve kalbiyle daha güçlü bir iliþkiyi saðlar. Ýnsan ruh ve bedenden oluþmuþtur ve Ýbn Arabiye göre bunlarýn her ikisi de teklife muhatabdýr.
Ýtikad ayetleri ile ilgili te'vili ise, en mükemmel görünümünü Fusus'ul-hikem kitabýnda bulmuþtur. Ýbn Arabi bu kitapda doktrinini, Kur'an ve Hadis'in doðmalarýndan uzak felsefi veya felsefi-tasavvufi bir esas ile açýklamayý düþünmemiþtir. Aksine bu doðmalardan düþünceleri için bir kalkan ve doktrininin örgüsünü dokuduðu bir çerçeve oluþturmuþtur. Bu doðmalarý, bazan açýk bazan da karmaþýk olan özel te'vil yönteminin hizmetine sunmuþ ve onlardan vahdet-i vücud doktrinini hissettiren istediði her manayý çýkarmýþtýr. Bu kitabýn her bölümünde, bir peygamberle ilgili bazý Kur'an ayetleri vardýr. Bu peygambere o bölümün hikmetini dayandýrmakta, Kur'anda bildirildiði ve müslümanlarýn bildiði þekilde onun kýssasýný anlatmaktadýr. Ancak Ýbn Arabi açýklama esnasýnda nassýn lafýzlarýný te'vil etmekte ve bu nastan, bazan bilinen zahir anlamýndan çok uzak olan dilediði manalar ve iþaretler çýkarmaktadýr. Bu hususta Kur'an lafzý ile te'vil ettiði mananýn hamledildiði lafýz arasýndaki lafzi yakýnlýða dayanmaktadýr: Mesela þöyle der: Takva vikaye'den türemiþtir. Muttaki, kendisini Hakk'ýn korumasýna alan kimsedir. Bu durumda kul, Hakk'ýn suretidir. Veya þöyle der: "Ulu'l-elbab" (akýl sahipleri), bir þeyin özünü araþtýranlardýr. Ya da þöyle der: "gayret", "ente-sen" anlamýndaki "gayr"dan türemiþtir. Bundan, "ilahi birlik" makamýnýn gayrdan uzak "gayret"i gerektirdiði sonucuna varmýþtýr. Burada gayr, "ente-sen"dir. Vahdet makamýnda ise, "ene" ve "ente" arasýnda fark yoktur.
Ayný þekilde Ýbn Arabi "rih" (rüzgar)'ýn "rahat"a iþaret ettiðini söyler. Ad kavminin "rih"ý onlarý karanlýk cisimlerinden kurtarmýþtýr, sonucuna varýr. Azap, "azubet"ten (tatlýlýk) türemiþtir. Buna göre cehennem ehlinin azabý, bir çeþit nimettir. Zira hakikatte azap yoktur ve herkesin sonu naimdir. (cennettir.) Cehennem halkýnýn azabý ile ilgili Fusus'da þöyle demektedir:
"Onlarýn cennetine tatlýlýðýndan dolayý "azab" denir. Bu azap sözü onda gizli olan lezzet için bir kabuk gibidir. Kabuk ise özü koruyan bir þeydir."
Böyle dedikten sonra:
"Küfür ve isyan ehli cehenneme girseler de, orada kendileri için bir zevk ve lezzet vardýr. O da onlar için bir cennettir.
Ancak onlarýn cennetleri Huld cennetlerinin nimetlerine benzemez. Ýkisi de birdir ama aralarýnda tecelli farký vardýr."6
Bazan da Kur'an lafzýna dilin veya örfün desteklemediði tahkimi bir mana (hakemlik manasýgöz kırpma verir. Mesela Musa'nýn içine konulduðu tabut, onun cismidir ve içine atýldýðý okyanus ise bu cisim vasýtasýyla elde ettiði ilimdir. Nuh fassýnda ise þöyle der: Nuh kavmini, gece- yani akýllarý açýsýndan (zira akýllar, gaybdýr.)- ve gündüz- yani suretlerinin zahiri bakýmýndan- (Hakka) çaðýrmýþtýr... "Rabbim! beni affet!- yani beni gizle.- Annemi, babamý da (affet). - yani kendilerinden olduðum kimseleri ki, onlar akýl ve tabiattýr.- Evime giren kimseyi de-yani kalbimi- (affet); Mü'minleri de yani akýllarý; Mü'min kadýnlarý da, yani nefisleri" "Zalimleri artýrmaz." Zalimler, gayb ehlidir: Zira "zalimin" kelimesi, "zulumat"tan türemiþtir ki, o da gaybdýr. Benzer bir çok misal vardýr.
Belirttiðimiz gibi Ýbn Arabi, ibadet ayetlerini anlama noktasýnda zahir ve batýn manalarýný birlikte benimserken, ikitad ayetlerinde zahir manadan dayandýðý bir destek ve arkasýna gizlendiði bir perde olarak yararlanmakla birlikte sadece batýnî anlamlara önem verir. Bu ayetleri tartýþýrken görürsünüz ki, o ansýzýn zahirden batýna intikal eder, sonra zahirine sonra tekrar batýna döner; kendisini bu iþe verir, onu takip eder ve okuyucunun hayrete düþeceði ve aklýnýn karýþacaðý bir yöntemle onu açýklar. Eðer uslubunda bu çift manaya sýðýnmasa ve doktrinini tek dille açýklasaydý, manalarý açýk olur ve bu hususdaki þüphe ortadan kalkardý; ancak anladýðým kadarýyla bu çift dili kasýtlý olarak tercih etmiþtir. Böylece basit olaný, çetrefilli hale getirmiþ ve açýk olaný gizlemiþtir. Neredeyse te'vil ile ilgili önemli metoduyla Kur'an'ý yeni bir Kur'an'a dönüþtürmüþtür.
5- Ýbn Arabi'nin uslubu ve te'vil yöntemi ile ilgili keþfettiðim ilk hakikat buydu. Þüphesiz görüþlerini yorumlarken yararlandýðý bu dilsel düalizim, insanlarýn Ýbn Arabi'nin durumu ve inancýný taktir etme hususundaki ihtilaflarýnýn en önemli sebebidir. Sözlerinin zahiri yönüne bakan kimse, onun ilmine ve faziletine tanýklýk etmekte, en büyük alim ve fýkýhçýlarýndan, Kur'an ve hadisi en iyi bilenlerden birisi olarak kabul etmekte, bu yüzden onu velilik ve kudsilik ile nitelemektedir. Sözlerinin batýni yönüne bakan kimse, felsefe ve tasavvufunda açýk olan akli ve ruhi yeteneklerini taktir etmekle birlikte ya dini görüþlerini kabul etme noktasýnda tereddüt göstermekte ya da onlarý kesin olarak reddetmektedir. Ýslam alemi, Ýbn Arabi'nin durumu hakkýnda iki kampa ayrýlmýþtýr. Bunlardan birincisi, ilk tutumu, diðeri ise ikinci tutumu temsil etmektedir. Mecdüddin el-Firuzabadi, Ýbn Arabi'yi desteklemek üzere "Keþfü'l-gýda an esrar-i kelami'þ-þeyh Muhyiddin Arabi" adlý eser yazan Þeyhu'l-Ýslam Siracuddin el-Mahzumi ve Mahzumi'nin þeyhi Siracuddin Balkani, onun ateþli savunucularýndan bazýlarýdýr. Fahreddin Razi, Ýmam Ýbn Es'ad el-Yafii, Sa'duddin el-Hemevi, Kemalettin el-Kaþi ve Ýbn Kemal Paþa, onun veliliðine hükmetmiþlerdir.
Ýbn Arabi'yi reddeden ilk kiþi reddeden ilk kiþi olan Cemaleddin bin el-Hayyad el-Yemenî, Ýbn Teymiyye ve Mýsýr misafiri Burhaneddin el-Bukai eþ-Þafii- ithamda en sertleridir- ona hücum eden diðer tarafý temsil ederler.
Böylece Ýbn Arabi, varlýk sahnesine çýktýðýndan beri islam alemini meþgul etmiþtir ve hala da meþgul etmektedir. Ýnsanlar kendilerini, onun eserlerini þerhetmeye, analiz etmeye ve yorumlamaya vakfetmiþlerdir. Ancak önceki nesiller, gayretlerini onun inançlarýný incelemeye ve -her birisi þeriatý anlayýþ biçimine göre- bu inançlarýn þeriata uygun olup olmamasýna hasretmiþlerdir. Halbuki Ýbn Arabi'nin felsefesini bir bütün olarak incelemek, objektif ve tarafsýz olarak ortaya koymak ve insanlýk düþüncesi içerisindeki genel çerçevesini belirlemek, bunlardan hiç birinin aklýna bile gelmemiþtir.
Ýbn Arabi'nin eserlerini incelediðimde ve bu konuda The Mystical Philosophy of Muhyiddin Ýbn Arabi (el-felsefetü's-sufiyyetü fi mezheb-i Muhyiddin ibn Arabi) baþlýklý ingilizce bir kitap yazdýðýmda amaçladýðým gaye, tamamen bu idi. Bu kitabýn esasý, 1930 senesinde Cambridge Üniversitesi'ne sunduðum doktora çalýþmamdýr.
Bu kitap, filozof sufi Ýbn Arabi'nin doktrininin bir özetidir. Bu kitabýn unsurlarýný müracaat ettiðim çeþitli kaynaklardan topladým ve içinde Ýbn Arabi'nin fikri orijinalliðini ve onun yöneliþinde etkisi olan çeþitli tasavvufi ve felsefi cereyanlarý açýkladým. Ayný þekilde belli bir ölçüde görüþlerinin kendisinden sonraki nesil üzerindeki etkisini de ortaya koydum.
6- Uzun araþtýrma ve inceleme sonunda anladým ki, bu zatýn büyük evrensel felsefi doktrinler arasýnda önemli bir yer iþgal eden tasavvufi ve felsefi bir doktrini vardýr. Bu doktrinin kaynaklarýný felsefi ve tasavvufi olmayan çeþitli ayrýntýlardan çýkarmaya baþladým ve bu unsurlarý birbirine ekledim. Böylece bu mezhebin çatýsý, ontoloji (vücud), epistemoloji (ma'rifet) ve psikoloji (nefs)'den oluþan temel felsefi meseleleri içine alacak þekilde tam ve birbiriyle irtibatlý olarak ortaya çýkmýþtýr. Gördüm ki, bütün bu meseleler, Ýbn Arabi'nin düþüncesinde tek bir mihver etrafýnda dönmektedir; bu da vahdet-i vücud düþüncesidir. Bu düþünce, onun aklýna hakim olmuþ ve bilincini istila etmiþtir. Söylediði her hususda bu düþünceden baþlamakta, her þeyin yorumunda ona dönmekte, bu düþüncenin ýþýðýnda Kur'an ve Hadis'i te'vil etmekte ve bu iki kaynaðý doktrininin hizmetine sunmaktadýr.
Bu düþüncenin özeti þudur: vücudi hakikat özü itibariyle bir; sýfat ve isimleri açýsýndan çoktur; Onda ancak itibar, nisbet ve izafet yönünden çokluk vardýr; kadim ve ezelidir; kendilerinde zuhur ettiði varlýk suretleri deðiþse de, o deðiþmez. Zatý açýsýndan ona bakýlýrsa, O'nun "Hak" olduðu; mazharlarý itibariyle bakýlýrsa, "halk" olduðu görülür. Bu vücudi hakikat, Hak ve halktýr; Bir ve çoktur; kadim ve hadistir; evvel ve ahirdir; zahir ve batýndýr. Bu hakikat, bütün zýtlarý camidir; ancak bu zýtlýk, hakikatte deðil, itibarlarýn farklýlýðý sebebiyledir.
Ýbn Arabi, þüpheye yer býrakmayacak tarzda cür'et ve açýklýkla bu vahdet-i vücud problemini, Fususu'l-hikem ve Futuhatü'l-mekkiyye kitaplarýnda þu þekilde ortaya koymaktadýr.
"Ayný olduðu halde eþyayý ýzhar edeni tesbih ederim.
Benim gözüm, Onun vechinden baþkasýna bakmadý.
Kulaðým Onun kelamýndan baþkasýný iþitmedi."7
Vahdet-i vücuda iþaret eden sözlerini te'vil etmek ve zahir manasýný þeriatýn zahirine uygun baþka bir manaya dönüþtürmek mümkün deðildir. Zira bizzat þeriatýn zahiri, ona göre hakikatin ancak bir yönünü ifade eder: Ýkinci yönünü ise, þeriatýn batýný ve hakikati ortaya koyar.
Buna þu da eklenmelidir ki, Ýbn Arabi'nin dile getirdiði vahdet-i vücud, uluhiyeti ve gereklerini veya ruhi deðerleri inkar eden materyalist bir vahdet-i vücud deðildir; aksine bunun tersi doðrudur; Yani vahdet-i vücud, fenomen alemini inkar etmekte ve Gerçek Varlýk'ýn ancak Hak yani Allah olduðunu itiraf etmektedir. Halk ise, Hak varlýðýn gölgesidir ve halkýn bizzat varlýðý yoktur.
Ýbn Arabi, muarýzlarýnýn ve inkarcýlarýn itirazlarýndan korkarak bu mezhebi açýk ve tam bir þekilde bir kitapta veya kitaplarýnýn bölümlerinde açýklamasý gerektiðini anlamýþtýr. Bu sebepten bu mezhebi, fýkýh, hadis, kelam, tefsir ve benzeri meselelerle karýþtýrarak çeþitli ayrýntýlar içerisine daðýtmýþtýr (yaymýþtýr). O, "seçkinler"in (havas) inançlarýna yönelik sözleri esnasýnda bu durumu þu sözüyle açýklamaktadýr. (seçkinlerin inancý, vahdet-i vücud hakkýndaki inancýndan ibarettir.)
"Kapalýlýktan dolayý ona belli bir bölüm ayýrmadým. Ancak onu bu kitabýn (el-Futuhat) bölümlerine daðýtarak, ayrýntýlý bir þekilde ele almak suretiyle açýkladým. Fakat zikrettiðim gibi daðýnýk haldedir. Allah'ýn bu iþi bilme hususunda anlayýþla rýzýklandýrdýðý ve onu baþkalarýndan ayýrdýðý kimsenin bilgisi hak bilgi ve doðru sözdür."8
Þüphesiz Ýbn Arabi, doktrininin unsurlarýný (eserin çeþitli bölümlerine) daðýtmayý, gerçek hakikatini ifþa etmemek ve anlamayanlardan gizlemek için kasýtlý olarak yapmýþtýr. "O bu anlamda büyük bir musiki bestesi yapan, sonra onu insanlardan gizlemeyi düþünen, bu sebepten yýrtan ve baþka naðmelerin içine yayan bir sanatçýya ne kadar da benzemektedir. Büyük musiki bestesi, onu çýkarmayý ve yeniden bir araya getirmeyi isteyen kiþiler için buradadýr."9
Ýþte benim Ýbn Arabi araþtýrmamda ortaya koyduðum çalýþma buydu; yani daðýlmýþ unsurlarý toplamak, birbirleriyle irtibatlandýrmak ve felsefi ve tasavvufi açýlardan mükemmel ve muntazam bir doktrini yorumlayan genel ve düzenli bir te'lif meydana getirmek. Bu eseri insanlara taktim ettiðim zaman, bazýlarý kabul etti ve beðendiler; bazýlarý da reddettiler; Reddedenlerin gerekçesi, benim Ýbn Arabi'nin sözlerini te'vilde aþýrýlýða kaçtýðým, onda olmayan þeyleri ona izafe ettiðim, sufi bir kiþiden evrensel felsefi bir þahsiyet yarattýðým ve onu Spinoza ve benzeri kiþilerin yanýna koyduðum þeklindeydi. Onlara göre Ýbn Arabi'nin sufiliði ortadayken bu felsefi konuma yükselmesi mümkün deðildi. Benim Muhyiddin Ýbn Arabi kitabýma yönelik bazý batýlý bilim adamlarýnýn ve 1930 yýlýnda Edebiyat Fakültesinde felsefe hocasý olmayý düþündüðümde Kahire Üniversitesinin Rektörü olan merhum Mustafa Lütfi'nin tutumu, buydu. O zaman "Muhyiddin Ýbn Arabi'nin tasavvuf felsefesi hakkýnda bir kitap" yazdýðýmý söylediðimde Mustafa Lütfi'nin þöyle dediðini hatýrlýyorum: "Muhyiddin Ýbn Arabi'nin felsefesi mi?" Bunun üzerine "evet! büyük bir felsefe" dedim. Bu felsefeyi bir araya getirmek ve muntazam ve ilmi bir þekilde ortaya koymak bana nasip olmuþtur.
Ýbn Arabi ile ilgili yazdýðým her yazýda, ona bir görüþ nisbet ettiðim zaman kitaplarýndan bir metinle hemen o görüþümü destekledim. Ben onun sözlerini, cümlenin akýþýnýn kaldýramayacaðý, mezhebinin özünün ilham etmeyeceði ve kastedildiðine dair deliller bulunmayacak bir tarzda yorumlamadým. Buna ek olarak Kaþani, Kayseri, Cami ve benzeri Fusus þahirlerinin sözlerini de dikkate aldým. Bu yönteme, 1939 senesinde ingilizce olarak yayýnlanan kitabým ve 1946 yýlýnda neþredilen "Fususu'l-hikem" üzerine yaptýðým ta'likatým gibi tasavvuf felsefesini bütünüyle incelediðim genel çalýþmalarýmda ve onun mezhebine veya mezhebinin etrafýndaki belirli bir meseleye yönelik özel araþtýrmalarýmda tamamen riayet ettim.
7- Bu araþtýrmalarýmýn önemlilerinden bazýlarý:
a- "Ýbn Arabi, tasavvuf felsefesini nereden aldý?" "Min eyne isteka Muhyiddin Ýbn Arabi felsefetehü's-sufiyyete"10 Bu makalede, Ýbn Arabi'nin malzemesini kendi zamanýnda Ýslam medeniyetinin ulaþtýðý verimli islam kültürünün bütün alanlarýndan aldýðýný, aldýðý her þeyi iyi hazmettiðini, özümsediðini ve özel karakteristiðini taþýyan yeni bir þekilde ortaya çýkarttýðýný açýkladým. Bu araþtýrmada, doðrudan doðruya Ýbn Arabi'nin doðumuna sahne olan Endülüs'teki tasavvufi ve felsefi havayý tasvir ettim; Araþtýrmacý Esin Palacios'un "Ýbn Arabi'nin kendi asrý ile Ýbn Meserre'nin asrý arasýnda halka olan el-Meriyye okulu yoluyla Muhammed b. Abdullah b. Meserre (319) okulundan etkilendiði" þeklindeki tezini tartýþtým.
Daha sonra bana göre Ýbn Arabi'nin düþüncesinde etkisi olan kaynaklarýn açýklanmasýna geçtim; Bu kaynaklarý iki bölüme ayýrdým; Birincisi, islami kaynaklar; Bu bölümde, 1-Kur'an, 2-önceki bazý sufiler, 3-kelamcýlar, özellikle Eþariler, 4-Karamitiler, batýni Ýsmaililer ve özellikle Ýhvan-ý Safa'yý inceledim.
Ýslam dýþý kaynaklara ise, yeni eflatunculuk, yahudi Filon el-Ýskenderi ve stoacýlar'ý dahil ettim.
b- "Ýlahi Kelime hakkýndaki Görüþü" "Nazariyetühü fi'l-kelimeti'l-ilahiyye" 11 Bu araþtýrma, Ýbn Arabi de dahil olmak üzere müslümanlarýn ilahi kelime (Logos) ile ilgili çeþitli nazariyelerini ele almaktadýr. Ýbn Arabi'nin bu doktrininde faydalandýðý islam ve yunan kaynaklarýný açýkladým. Ayný þekilde bu nazariyenin kendisinden sonra gelen islam düþünürleri üzerindeki etkisini ortaya koymaya çalýþtým.
Anladým ki, Ýbn Arabi "kelime" tabirini, çeþitli anlamlarda kullanmaktadýr ve bakýþ açýsýna göre farklý isimler vermektedir. Sýrf metafizik açýdan onu bütün kainatta sari olan "kuvve-i akile" (akledici güçgöz kırpma ve oluþun, hayatýn ve tedbirin kaynaðý olarak kabul etmektedir. Bu anlamda "kelime" Ýbn Arabi'nin doktrininde, Eflatun'un "akl-ý evvel", staocularýn "akl-ý külli"sinin yerini almaktadýr. Fakat "kelime" birincisinden ziyade ikincisine daha yakýndýr.
"Kelime" tasavvufi açýdan ise, bütün ilahi ilmin dayandýðý asýl ve ilham ve vahyin kaynaðýdýr. Ýbn Arabi onu, "hakikat-i Muhammediyye", "ruhu'l-hatem" ve mahalli her sufinin kalbinin sýrrý olan "miþkatü hatemi'r-rusul" anlamýnda kullanmaktadýr.
Ýnsanla iliþkisi yönünden, Ýbn Arabi, "kelime"yi, "Adem", "hakikat-i Ademiyye", "hakikat-i insaniyye" ve "insan-ý kamil" olarak isimlendirmektedir.
En mükemmmel aleme nisbetle onu, "hakikatü'l-hakaik" olarak isimlendirmektedir.12
Her þeyin sayýldýðý sicil (kayýt) yönünden onu, "kitab", "ilmü'l-a'la" ve benzeri þekilde isimlendirmektedir.
c- "Ýlahi Aþk" Hakkýndaki Görüþü: Bu araþtýrma, "Tasavvufi Hayatta Bakire" baþlýðýyla neþredilmiþtir.13 Bu çalýþmada, vahdet-i vücuda kail olan sufilerin bakýþ açýsýndan "ilahi aþk" doktirinini açýklamaya çalýþtým ve Ýbn Arabi'nin görünüþte çok olsa bile, mahbubun birliðine inandýðýný, Hakk'ýn mutlak olarak mahbub ve ma'bud olduðunu açýkladým. Bunun sebebi, ibadetin esas ve özünün aþk olmasýdýr; Hak mutlak olarak Cemil'dir. Onun cemali bütün varlýk aþamalarýna yansýr. Mekke'de oturan Þeyh Mekinüddin b. Rüstem'in kýzý Nizam, gerçekte ilahi tecellilerden ve Ýbn Arabi'nin önem verdiði ilahi cemalin suretlerinden biridir. Ýbn Arabi bu kadýn hakkýnda "Tercümanu'l-eþvak"ý yazmýþtýr. Ýbn Arabi, bu eserde açýkça Nizam'a olan aþkýný itiraf eder. Fakat bu aþk, cinsel ve beþeri bir aþk deðildir. Bu, temiz ve bakire bir aþktýr. Muhtemelen Ýbn Arabi, bu kadýný edebiyat ve hadis bilgisi geniþ olan yaþlý halasý veya meclislerinde bulunan babasý vasýtasýyla en fazla bir veya iki kere görmüþtür. Ýbn Arabi bu kadýnda hissi ve manevi sýfatlarýnýn tecelli ettiði parlak ve güzel bir suret görmüþ ve bu güzel kadýn suretinden, aþýk olduðu, ibadet ettiði ve taktis ettiði cemal-i mutlak'ýn sembolunu elde etmiþtir. O kadýna duyduðu aþk ve þevk, ne hissi ve geçici güzelliðine aþýk olduðu için ne de, þehvet ve heva objesi olduðu için deðil, belki bu cemalin mükemmel bir sureti ve sembolü olduðu içindir. Hakkýnda aþk þiirleri yazdýðý hissi suret, onun için kendisine iþaret edilen hakikate götürdüðü oranda bir anlam taþýr. Mekke'nin güzel kadýnlarýndan birisinde veya bir baþkasýnda ortaya çýkan bu hakikat, sonsuz suretlerden birisidir. O, gözü cemal suretlerine takýlmýþ bir þekilde kasideler nazmetmektedir; halbuki onun kalbi, suretlerin sahibiyle meþguldür.
d- "Tasavvufi Mirac" Hakkýndaki Görüþü ve Nebevi Miracla Ýliþkisi: Bu, ingilizce14 olarak yazdýðým bir araþtýrmadýr. Bu makalede sufilerin özellikle de Ýbn Arabi'nin peygamberin mirac kýsssasýndan ne ölçüde etkilendiklerini ve ruhi miraclarýný betimlerken nebevî miracýn olaylarýndan ve ýstýlahlarýndan nasýl faydalandýklarýný açýkladým.
Ýbn Arabi, kitaplarýnda tasavvufi mirac ile ilgili pek çok þey tasvir etmiþtir. Bunlarýn en mükemmeli ve en geniþi, Futuhat'ýn ikinci cildinde "kimya-i saadet" baþlýðý altýnda yazdýklarýdýr. Bu mirac (sufi mirac) bir çok ayrýntýsý itibariyle nebevi miraca benzemektedir. Ýbn Arabi, hem filozofun (düþünürün), hem de Muhammed'in dinine tâbî olanýn (sufi) hissi ve ruhi alemin ufuklarýna çýkýþýný, her salikin yolculuðunda karþýlaþtýðý olaylar ve hadiseleri, eþyanýn tabiatý ve varlýðýn hakikatleri ile ilgili elde ettiði bilgileri betimlemektedir.
Mirac iki aþamaya ayrýlmaktadýr: Birincisi; yedi gök arasý. Hem filozof ve hem de tâbî bu semalara tek tek yükselirler. Ýkinci merhale, yedinci semadan sonra baþlar ve sadece tâbî (sufi) yükselir; filozof geride kalýr. Anlaþýldýðý kadarýyla bu merhaledeki seyr menzilleri, sonuncusu þuhud olan sufi makamlara benzemektedir. Bu makama, ancak batýn ilminin varisi olan mutasavvýf tâbî, ulaþabilir. Nazar sahibi filozofun ise bu makamda bir payý yoktur.
Bütün bunlarda Ýbn Arabi, nebevi mirac kýssasýndan izlediði bir örnek ve sahne oluþturmuþtur ki, bu sahnede kendi betimlediði, varlýk'ýn tabiatý, marifet ve Allah'a vusulun yolu hakkýndaki genel doktrininin ilham ettiði þekilde mirac kýssasýný sunmuþtur.
Ýbn Arabi'nin taktim ettiði þekliyle mirac kýssasý, varlýðýn hakikatine ve sonra da Allah'a ulaþma ile ilgili akli nazar yolu ile zevki keþf yolu arasýnda; yani filozof ile sufinin yolu arasýnda karþýlaþtýrma kýssasýdýr.
Öte yandan Ýbn Arabi, nebevi miracýn geleneksel þekline olduðu gibi baðlý kalmaya devam etmektedir; ancak içeriðini ve sembollerini deðiþtirmekte, adeta parlak felsefi ve tasavvufi bir kýssaya dönüþtürmektedir.
e- "Eserlerinin Fihristi": Ýbn Arabi'nin 632 yýlýnda kendi eserlerini sýraladýðý bu önemli vesikayý neþrettim.15 Bu neþrime bir mukaddime ile baþladým; mukaddimede fihristi, içeriðini, telif tarihi ve konularýna göre Ýbn Arabi'nin kitaplarýnýn tasnif edilebileceði sýnýflandýrmalarý ele aldým. Bu mukaddime, ingilizce yazýlan ve 1954 senesinde Cambridge Üniversitesinde gerçekleþtirilen 23. müsteþrikler konferansýnda sunulan araþtýrmamýn bir özetidir.
8- Ýbn Arabi araþtýrmalarýmda matbu olan bir çok kitap ve risaleye dayandým ki, bunlarýn sayýsý 59'a ulaþmaktadýr. Bunlardan 38'i yukarda iþaret edilen Fihrist'te zikredilmiþtir. Buna ilaveten henüz neþredilmeyen sayýsýz yazmaya dayandýðým da kaydedilmelidir. Araþtýrma ve incelememde bu eserlerden iki tanesini seçtim ki, þüphesiz bunlar Ýbn Arabi'nin en önemli eserleridir. Bu iki eser, Fususu'l-hikem ve Futuhatü'l-Mekkiyye'dir. Fusus'un konularýný analiz ettim ve Ýbn Arabi'nin kitaplarý arasýndaki yerini belirttim. Ayrýca 1946 yýlýndaki Fusus neþrimin baþýna koyduðum 43 sahifelik giriþde Ýbn Arabi'nin Fusus'daki doktrinini açýkladým.
Bu giriþ bölümünde Fusus'un Ýbn Arabi'nin te'lifte olgunluðuna ulaþtýðý zirveyi temsil etmekte olduðunu, diðer kitaplarýnda mezhebinin bazý yönlerini ele almakla birlikte bu eserin müellifin doktrinini mükemmel bir þekilde içerdiðini ve vahdet-i vücud ile ilgili görüþlerine yönelik bütün eserlerinin en açýðý olduðunu ortaya koydum.
Futuhat'a gelince; te'lif, tercüme, basma ve neþrini Mýsýr müessesesinin üzerine aldýðý "Ýnsanlýk kültürü serisi"nin birinci cildin ikinci ve üçüncü sayýsýnda uzun bir makale yazdým.
Bu makalede, kitabýn konularýný ve müellifin uslubunu analiz ettim; islam kültürünün çeþitli dini, fikri ve ahlaki alanlarýný kapsayan bir ansiklopedi olduðunu açýkladým. Ayný þekilde özellikle bu kitabýn Ýbn Arabi'nin vahdet-i vücud doktirini ile iliþkisini, islam tasavvufuna ve islam hudutlarý dýþýndaki Avrupa düþüncesine etkisini açýklamaya çalýþtým.
Öte yandan Abdulvahhab Þa'rani'nin "Levakihü'l-envari'l-kudsiyye", "el-Kibritü'l-ahmer min ulumi'þ-þeyhi'l-Ekber" ve "el-yevakit ve'l-cevahir" kitaplarýnda Futuhat'ý özetlerken Ýbn Arabiye nisbet etmekte tereddüt ettiði bazý bölümlerin Futuhat'a sonradan girdiði þeklindeki iddiasýný da ele aldým. Þarani, Ýbn Arabi'ye nisbet etmekte tereddüt ettiði Futuhat'taki ibarelerin, Þeyh Þemseddin Muhammed b. es-Seyyid Ebi't-Tayyib el-Medeni (955)'nin kendisine getirdiði nüshada olmadýðýný ileri sürmüþtür. Bu nüsha, Konya Camiindeki müellif yazmasýndan istinsah edilmiþtir.
Ben, Futuhat'a sonradan ilave edilen cüzleri ihtiva eden ve Þarani'nin döneminde Mýsýr'da yaygýn olan hiç bir Futuhat nüshasý bilmiyorum. Ancak Konya'daki nüsha ile matbu Bulak nüshasýnýn bir çok sahifesini karþýlaþtýrdým. Ýki nüsha arasýnda, metne kayda deðer etkisi olmayan ve Ýbn Arabi'nin mezhebinde bilinen doðrularý deðiþtirmeyen önemsiz farklar gördüm.
Anladým ki, Futuhat'ý özetinde Þa'rani, müellifin doktrinini oluþturan felsefi ve tasavvufi unsurlarý görmezlikten gelmiþtir. Neredeyse bu özetini selefin mezhebi ile uygunluk arzeden kelami-dini unsurlara ve ahlaki-ameli tasavvufi unsurlara hasretmiþtir. Bundan dolayý Þa'rani'nin özetindeki Ýbn Arabi, filozof sufi Ýbn Arabi deðil, zahiri fakih ve sufi filozof Ýbn Arabi'dir. Halbuki bu, Ýbn Arabi'yi tek açýdan betimlemedir ve Futuhat'ýn eksik bir özetlemesidir.
9- Fusus'ul-hikem'in ingilizceye tercümesi Nicholson'ýn büyük rüyalarýndan birisiydi. Nicholson, tercümeye baþladý; hatta birinci bölümün bir kýsmýný tercüme de etti. Sonra kararýndan vazgeçti ve bu sorumluluðu kendisinin yerine benim taþýmamý istedi. Bu arzusunu doktorayý bitirmemin akabinde direkt olarak bana bildirdi. Ancak ben özür diledim ve bu maceranýn zorluðunu, hatta imkansýzlýðýný ileri sürerek mazeretimde ýsrar ettim. Nitekim Fusus'ul-hikem kitabýnýn arapçasýný anlamak için büyük gayret göstermiþtim. Hal böyle iken benden nasýl ingilizceye tercüme etmem istenirdi. Problem, Fusus'un anlamlarýný serbest ve özgür bir dil ile tercüme etmek ise, bu bir noktaya kadar kolaydý. Eðer gaye, Fusus'u müellifin uslubunun özelliklerine baðlý kalmaksýzýn serbest bir uslup ile özeti ise bu da imkan dahilindeydi. Ancak aslýna uygun ve Ýbn Arabi'nin hedeflediði bütün incelikleri ortaya çýkaracak güvenilir bir tercüme ise, iþte zor ve önemli sorun buydu. Bununla zahir ve batýný toplayan ve Ýbn Arabi'nin tartýþma, dilsel çýkarýmlar, mecaz, istiare, kinaye ve arapçaya has ifade tarzlarý ile amaçladýðý uzak gayeleri ifade eden bir tercümeyi kastediyorum. Çünkü her dilin kendine has özellikleri vardýr ki, bu özelliklerin baþka bir dile tercümesi ve tam olarak korunmasý mümkün deðildir. Ýki dil, yani arapça ve ingilizce gibi tamamen farklý dil familyalarýna ait olduðunda tercüme daha da zorlaþmaktadýr. Buna ilaveten, Ýbn Arabi, Fusus'ul-hikem'de istediði anlamlarý elde etmek için muhteþem bir þekilde dil hilelerinden yararlanmýþtýr. Bu vasýtalarý kullandýðý ifadeleri literal olarak tercüme ettiðimde, bu, boþ bir çalýþma olacaktý.
Mesela, o, aralarýnda dilsel bir benzerlikten baþka hiç bir irtibat olmayan kelimeler arasýnda iliþki kurar. Örnek olarak "azap" ile "azubet" arasýnda bir baðlantý kurar ve buradan cehennem ehlinin azabýnýn bir çeþit ni'met olduðu görüþüne ulaþýr. Kelimenin "azap" diye isimlendirmesinin sebebi "azubet"ten (tatlýlýk) türediði içindir. Bir baþka misal, "emval" kelimesidir. (Allah Teala: "Allah sizi mallar (emval) ve çocuklarla uzatýr.) Ýbn Arabi bu ayeti, "sizi ona (Hakk'a) meylettiren þey" þeklinde tefsir eder. "Azap" ve "azubet" ayný kökten türediði gibi tesadüfen benzeþen "el-mal" ve "male" (meyletmek) de ayný kökten türemektedir. Bu ifadeler ingilizceye nasýl tercüme edilebilir?
Bir baþka misal de, lafzýn lugavi manasýný alýp ýstýlahi veya mecazi manasýna önem vermemesidir. Bunu,lafzî mananýn amacýna götürdüðü durumlarda, yapmaktadýr. Mesela "gafr" kelimesini "setr" manasýnda ele almakta ve: "maðfiret etmesi için onlarý çaðýrdý" ayeti hakkýnda þöyle demektedir: Buradaki gafr, setr demektir: Bu durumda onlarý a'yanýndan gizledi ve onlarýn a'yanýný da kendi ayn'ýnda gizledi. Böylece gerçekte o bütün mümkinlerin a'yanýnda zahirdir. Bu ise Ýbn Arabi'nin vahdet-i vücud hakkýndaki nazariyesinin ta kendirisidir
. "Allah ve melekleri ona salat ediyor." ayetindeki "yüsalli" kelimesini, "geç gelir" (ye'ti müteahhiran) manasýna almaktadýr. Mesela "seyir esnasýnda bu at musalli idi." denir. Buradaki müsalli, "sonuncu" demektir. Buna göre Allah (bu anlamda) bizim inançlarýmýz formunda sonda gelir. Ancak bu bizzat Hak deðildir. Belki bizim itikadýmýz formunda ortaya çýkan Hak'týr. Musalli diye isimlendirilir. Çünkü onun varlýðý, bizim varlýðýmýzdan ve bizatihi Hakk'ýn varlýðýndan sonra gelmektedir.
Fusus'ul-hikem'in ingilizceye tercümesinde karþý karþýya kaldýðým büyük zorluðun farkýndaydým; ama Nicholson'ýn yerine getirmem hususundaki baskýsý ile kabul ettim.
Tercümeyi bitirdiðimde anladým ki, bu tercüme arapça aslýndan daha kapalýdýr ve kapalýlýklarýný aydýnlatacak ve problemlerini çözecek bir þerhe çok büyük bir ihtiyaç vardýr. Kapsamlý bir þerhi amaçlamadým ve böyle bir düþüncem olmadý. Ancak kapalý ve önemli bazý konularýna yönelik bir þerh ortaya koymayý düþündüm. Bu açýklamalar, 1946 yýlýnda Fusus'u neþrederken yaptýðým arapça þerhe benzemektedir. Tercüme ve þerh, sanat, edebiyat ve sosyal bilimlere önem veren "yüce meclis"in üstlendiði "Arap kütüphanesi"serisinde neþredilmeyi beklemektedir.
10- Ýbn Arabi'nin tasavvufu ile ilgili hala tam olarak benim ve diðer Ýbn Arabi araþtýrmacýlarýnýn yerine getiremediði önemli araþtýrmalardan birisi de, Ýbn Arabi'nin islam alemi ve dýþýnda fikri ve ruhi kültürde býraktýðý ulaþýlmaz etkisidir. Ýbn Arabi'nin teosofik tasavvuf ile ilgili bir okulu ve kendisinden gerek direkt olarak gerekse kitaplarý ya da öðrencileri vasýtasýyla etkilenen takipçileri vardýr. Gerçekten Ýbn Arabi, zamanýndan günümüze kadar islamdaki felsefi tasavvuf üzerinde silinemez bir damga vurmuþtur. Bütün tasavvuf kuþaklarý içerisinde doktrinine çaðýran ve görüþlerini müdafaa eden takipçileri vardýr. Bununla birlikte bu takipçiler, daima umumi sufiler içinden deðil, seçkin tabakadan olmuþlardýr.
Ýbn Arabi'nin etkisi açýk bir þekilde, vahdet-i vücud ve her þeye kaim olan ilahi aþk ile ilgili þiir yazan Ýran ve Türk sufi þairlerinin bize býraktýklarý parlak þiir kültüründe ve "Hak her mevcudun aslýdýr." sözlerinde görülmektedir. Hak, feyz yoluyla bütün varlýða nüfuz etmiþ ve gerçekte her þey için her þeyde faildir. Varlýklar ondan sudur eder ve hareketler ondan kaynaklanýr. Her an yeni bir suret (form)'e bürünür; Mümkünler alemi, yeniden yaratýlýr (halk-ý cedid) ve bir an sonra tekrar yok olur; Hak, bütün varlýk katmanlarýný ezeli nuruyla aydýnlatmýþtýr; Sübüt halinde ve ezeli adem halinde iken isimleri mümkünlerin a'yanýný parlatmýþtýr; Aynalar, görülen þeylerin suretlerini yansýttýðý gibi mümkünatýn her ayný da isimlerin kemallerini yansýtýrlar.
Ýran ve Türk þairlerin dýþýnda Ýbn Arabi'den etkilenenler ise iki gruba ayrýlmaktadýr: Birinci grup; Kaþani, Kayseri, Cami ve Sadreddin Konevi gibi Fusus þarihleridir. Nitekim bu þerhlerin ve bu zatlarýn Fusus'un iþaretlerini derin bir þekilde anlamalarýnýn, Ýbn Arabi'nin doktrinini yayma ve araþtýrmacýlarýn anlamasýný saðlama noktasýnda büyük bir etkisi olmuþtur. Ancak bu kiþiler- müellifin ruhuna tam baðlý kalsalar ve kapalýlýklarýný Ýbn Arabi'den aldýklarý feyz ýþýðýnda açýklýða kavuþtursalar da- vahdet-i vücud mezhebi ile ilgili þerh alanýndan orijinal te'lif alanýna yükselememiþlerdir. Bununla beraber Kaþani ve Kayseri gibi bazýlarýnýn, bu doktirinin sýrlarýný ortaya çýkarma hususunda derin nazariyeleri olduðunu da belirtmeliyiz.
Ýkinci grup ise, Ýbn Arabi'den etkilenerek, doktrinin bazý yönlerini açýklayarak ve bu mezhebin mantýðýnýn gerektirdiði yeni ve uzak ufuklara ulaþarak vahdet-i vücud ve onunla iliþkili nazariyeler hususunda eser yazan sufilerdir. Hiç þüphesiz bunlarýn en meþhuru ve en orijinalleri "el-Ýnsanü'l-kamil fi ma'rifet-i evahir ve'l-evail" isimli kitabýn yazarý Abdulkerim el-Cili' (veya Cilani)dir (ö.811). Bu sebepten Ýbn Arabi'nin düþüncelerinden, ýstýlahlarýndan ve te'lif yönteminden hangi ölçüde etkilendiðini açýklayabilmek için bu makalede Cili'nin doktrininin bazý temel özelliklerinin tafsilatýna gireceðim.
11- Cili, el-Ýnsanü'l-Kamil kitabýnda varlýk problemini ele alýr ve Ýbn Arabi'den aldýðý felsefi ve tasavvufi ýstýlahlarý üstadýnýn ilmi yöntemine yakýn bir þekilde tanýmlar. Vardýðý sonuca göre, vücudi hakikat (el-hakikatü'l-vücudiyyetügöz kırpma özü itibariyle birdir ve akli bir þeydir ki, Cili, Alman idealistlerinin özellikle Hegel'in varlýðýn tabiatýný tasvir ettikleri þekilde onu betimler. Hegel ile Cili arasýndaki fark, Hegel varlýðýn ve düþüncenin birliðine kail olurken Cili, varlýðýn ve varlýðýn nitelendiði sýfatlarýn birliði görüþüne sahip olmuþtur. Cili, burada sýfatlarla ilahi zatýn nitelendiði sýfatlar veya bizzat Hakk'ýn kendisini nitelediði sýfatlarý kastetmektedir. Cili'ye göre sýfatlar- Ýbn Arabi'de olduðu gibi- alem diye isimlendirdiðimiz harici varlýklarýn "ayn"ýdýr. Ýbn Arabi þöyle demektedir: "Biz kendimizde (alemde) olan þeylerle onu (Hakk'ýgöz kırpma vasfettik."
Cili'nin varlýðýn tabiatý ile ilgili doktrini, Ýbn Arabi'den aldýðý üç eksen etrafýnda dönmektedir; Bunlar, zat, sýfatlar ve isimlerdir. Cili mutlak olarak sýfatý, " mevsufun halini bildiren veya halini bilmeye ulaþtýran þey"16 þeklinde tanýmlar. Yani sýfat, mevsuf hakkýnda bilgi veren þeydir. Onun görüþüne göre, sýfatlar ile meydana geldiði hakikatler arasýndaki fark, ancak olgular alemi için söz konusudur. Çünkü sýfat, bu alemde mevsufun ayný deðildir. Halbuki hakikat aleminde yani batýn aleminde gayriyet yoktur. Ýlahi zat, yada mutlak varlýk, ilahi sýfatlarýn aynýdýr. Alem, özel mazharlarda tecelli eden ilahi sýfatlarýn dýþýnda baþka bir þey olmadýðýna göre þöyle diyebiliriz: Ýlahi zat ve alem, ayný þeydir ya da Hak halktýr. Cili, harici aleme gerçek bir varlýk nisbet etmekte tereddüt etmez. Bununla birlikte harici alemin Hakk'a nisbetinin, kabuðun öze nisbeti gibi olduðunu da söylemektedir.
Ýlahi zata gelince (vücud-ý mutlak veya vücud-ý mahz) o, gayb alemidir. "Ýbareler ile idrak edilemez; iþaretlerin bilinmesiyle anlaþýlamaz. Çünkü þey, kendisine uygun ve münasip veya kendisine zýt bir þey ile bilinir. Halbuki zatýn varlýkta ne benzeri ne de zýddý vardýr. Zat bir þeydir ki, zat olmasý bakýmýndan isimleri ve sýfatlarý gerektirir ve her surette zat tasavvur edilebilir."17
Akýl zat fezasýnda kalýrsa bir þey elde edemez. Ancak isim ve sýfatlarýn perdelerini aþýp mahlukattan ibaret olan zahir varlýða bakarsa hakikatin bütün zýtlarý ihtiva eden bir öz olduðunu anlar: Hakikat, ezeli ve ebedi, Hak ve halk, kadim ve hadis, rab ve abd, zahir ve batýn, vacip ve mümkün, mefkud ve mevcud, sabit ve menfi, ve buna benzer zýtlýklardan ibarettir. Fakat bu düalite, gerçekte rölatiftir; bizzat varlýðýn kendisine göre deðil, varlýða yönelik bizim bakýþ açýmýza göredir; Yani hakikat, farklý iki varlýða iþaret etmemektedir. Kendisine iki bakýþ açýsý ile bakýlan tek bir varlýktýr. Hakikate zat açýsýndan bakýldýðýnda, "Hak" denir; sýfatlar ve isimler cihetinden bakýldýðýnda, "halk" denir. Zat, sýfat ve isimlerin "ayn"ýdýr.
Vücudun tabiatý ile ilgili üçüncü esas, ilahi isimlerdir. Cili, "ism"i mutlak olarak müsemmayý anlaþýlýr kýlan, hayalde canlandýran, vehimde hazýrlayan, düþüncede tasarlayan, hatýrda koruyan ve akýlda vareden þey olarak tanýmlar. Müsemma, mevcud veya ma'dum olsun ya da hazýr veya gaib olsun farketmez. Ýsmin müsemma ile iliþkisi, zahirin batýn ile iliþkisi gibidir. Bu açýdan isim müsemmanýn aynýdýr.
Hak ancak halktan ibaret olan isimleri ve sýfatlarý ile bilinebilir. Hadis-i kudside þöyle buyurulmuþtur: "Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim; ve mahlukatý yarattým. Bu sebepten beni onunla bildiler."
Allah ismi, bütün kemalatýn maddesidir; Bütün kemaller bu ismin feleði altýnda gizlidir. Allah'ýn kemalinin ise nihayeti yoktur. Çünkü Hakk'ýn kendi nefsinden izhar ettiði her kemalin gaybýnda daha büyüðü vardýr. Bütün mahlukat, ilahi kemalatýn mazharlarýdýr veya Cili'nin ifadesiyle zatýn arþýdýr.
Cili'ye göre uluhiyet önemli bir mefhumdur; Uluhiyet, varlýk hakikatlerinin toplamýdýr ki, o da zahir ile beraber mazharlarýn ahkamýdýr. Yani Hak ve halkýn mazharlarýdýr. Diðer bir ifade ile uluhiyet, bütün ilahi ve kevni mertebeleri içine alan bir hakikattir ve varlýktan her hak sahibine hakkýný verir;18 ayrýca uluhiyet, zatýn en büyük mazharýdýr.
Hak ve halktan her birisinin uluhiyette bir mazharý vardýr. Hakk'ýn uluhiyette mazharý en üst derecededir. Halkýn uluhiyette mazharý ise halkýn çeþitlilik, deðiþim, yok olma ve varlýktan hakký kadar olur.
Öyleyse uluhiyetin zahir ve batýndan oluþmak üzere iki yönü vardýr; Zahiri halk, batýný ise Hak'dýr. Bu ikisi arasýndaki fark, su ile buz arasýndaki fark gibidir. Buz zahir, su ise batýndýr. Zahirde buz, suyun gayrý; hakikatte ise aynýdýr.
Cili'ye göre mutlak varlýk, mutlaklýðýndan ayrýldýðýnda üç merhale geçirir. Bu, zatýn varlýk sahnesine veya taayyün ve tecelliler sahnesine çýkýþýndaki bir tür zati geliþimdir. Birinci merhale, ahadiyet; ikincisi, hüviyet; üçüncüsü ise enniyettir. Birinci merhalede zat, bütün itibar, nisbet, izafet, isimler ve sýfatlardan münezzehdir. Ancak ahadiyetle vasfedilir. Bu sebepten ahadiyetin hükmü, sadelik (basitlik) ve mutlaklýktan daha aþaðýdýr. Bunun anlamý þudur; vahdet, taayyün ve tenezzül mertebelerinin ilkidir. Ýkinci merhalede veya ikinci tecellide bir olan zata gaib zamiri "hüve" ile iþaret edilir. Üçüncü merhale, zatýn varlýklar suretinde zuhur etmesidir. Bu da, Hakk'ýn halk suretinde tecellisi ve uluhiyetteki kemalatýn maddesi olan Allah isminin aydýnlatmasýyla mutlak varlýðýn karanlýðýnýn daðýlmasýdýr. Uluhiyette bi'l-kuvve mevcud olan bu kemalat, bilfiil mevcud olur; ma'kul olan müteayyin (taayyün etmiþgöz kırpma olur.
12- Buraya kadar Cili, tamamen Ýbn Arabi'nin etkisi altýndadýr ve onun vahdet-i vücud mezhebini özetlemektedir. Ancak Cili, insan-ý kamil- ki bizzat kitabýnýn amacý da budur.- doktrinini kurmak için bu ontolojik doktrinlerinden yararlanýrken üstadý Ýbn Arabi'den ayrýlmaya baþlamaktadýr. Bu doktrinin özeti þudur; Ýnsan, Allah'ýn haricdeki en mükemmel mazharý, Allah'ýn kendi suretinde yarattýðý varlýk ve Hakk'ýn isim ve sýfatlarýný gördüðü aynadýr. Bunun için Ýnsan, kendisinde toplu olarak bulunan ve kainatýn diðer bölümlerinde ayrý ayrý olarak zuhur eden ilahi kemalatýn merkezidir. Ýnsan ile diðer insan arasýndaki fark, nev' farký deðil, derece farkýdýr. Ýnsanlardan bazýlarý bi'l-kuvve kamil, bazýlarý da bi'l-fiil kamildir. Mutlak olarak insanlarýn en kamili, nebiler ve velilerdir; Bunlarýn baþý ise peygamber Muhammed veya nebiler ve veliler suretinde zuhur eden hakikat-i muhammediyyedir.
Ýnsan, Ýnsan-ý Kamil mertebesine ancak ilahi zata ya da mutlak varlýða yaptýðý ruhi miracýný tamamladýðýnda ulaþabilir. Bu yolculuðunda yukarýya doðru üç merhaleyi kateder. Bu uruc, mutlak varlýðýn aleme tenezzülü esnasýnda uðradýðý iniþ sýralamasýnýn karþýlýðýdýr.
Bu merhalelerden birincisinde, Hak, kula isimleri ile tecelli eder. Öyle ki, ilahi isimlerin nuru, kulun tabiatýnda aydýnlanýr. Bu durum meydana geldiðinde, kul, kendisinde tecelli eden ismin nurlarý altýnda yok olur. Öyle ki, o isim ile Hakk'a nida edildiðinde bu ismin tecelli ettiði kul bu nidaya cevap verir. Burada Allah, kul ismini yok edip yerine Allah ismini yerleþtirmiþtir. Allah dendiðinde, kul "buyur" der. Bu tecellilerde kul, ismin müsemmayý taleb ettiði gibi bütün ilahi isimlerin kendisini istemesi noktasýna ulaþýr.
Münadi onun ismiyle çaðýrýr. Ben cevap veririm.
Ben çaðýrýldýðým zaman Leyla cevap verir.
Bunun sebebi bizim iki cisme sahip bir ruh gibi olmamýzdýr.
Bu þaþýlacak bir þeydir.
Zatý bir olduðu halde iki ismi olan bir þahýs gibi.
Hangi ismi söylemiþ olsan ayný zatý kastedersin.19
Kendisinde isimlerin tecelli ettiði kiþi, ancak zat-ý sýrf'ý müþahede eder; ismi müþahede edemez. Mesela Hak kulda "kadim" ismiyle tecelli ederse, Allah kula mahlukatý yaratmazdan evvel kulun Allah'ýn kadim ilminde varolduðu bilgisini verir. Kul, ilmin varlýðý ile ilahi ilimde mevcud ise ve Allah'ýn ilmi de kadim olduðuna göre, bütün mevcudatýn kadim olmasý gerekir.
Durum diðer bütün isim tecellilerinde de böyledir. Hak kulda hangi isim ile tecelli ederse, kul, bu isimle müsemma olan zatýn, kulun suretinde veya bütün varlýðýn suretinde tecelli ettiðini müþahede eder.
Ýkinci merhale, Hakk'ýn kulda sýfatlarý ile tecelli etmesidir. Bu ise, kulun zatýnýn Rabbýn sýfatlarýyla vasýflanmayý kabul etmesi merhalesidir. Bu durum, Hakk'ýn kulu kendinden yok etmek ve varlýðýný silmek suretiyle fani etmesiyle gerçekleþir. "Kulluk nuru silinir ve halki ruh fani olursa, Hak, hulul etmeksizin kulun heykelinde, sildiklerinin yerine kendinden ayrýlmayan ve kula bitiþik olmayan zatýndan bir latife ikame eder... Tecelli bu latife üzerine olur. Hak kendinden baþkasýna tecelli etmez. Ancak biz bu ilahi latifeyi kuldan bedel olmasý itibariyle abd olarak isimlendiririz. Aksi taktirde ne rab, ne de kul olurdu. Zira merbub'un yok olmasýyla rab da yok olurdu. Tek olan Allah'dan baþka hiç bir þey yoktur."20
Mesela Hak kulda "hayat" sýfatýyla tecelli ederse, kul bütün alemin hayatý olur ve cisimsel ve ruhi bütün varlýklarda kendi nüfuzunu görür. Ýsa (as.) bu sýnýfa dahildir. Hak kulda kelam sýfatý ile tecelli ederse bütün mevcudat kulun kelimeleri olur. Bütün zati hakikatler ona açýlýr ve cihetsiz ve organsýz olarak sözü iþitir. Hitabý iþitmesi, izniyle deðil, külliyetiyledir. "Sen benim habibimsin; sen benim mahbubumsun; sen benim gayemsin; sen benim kullardaki vechimsin... Þuhudumla bana yaklaþ; ben varlýðýmla sana yakýnlaþtým."21
Bundan sonra Cili, sýfati tecellilerin sayýmýna geçmektedir. Kulda tecellinin husulunden sonra onda sadýr olan þeyleri zikreder. Kul bu tecellerin her birisinde sadece Hakk'ýn suretlerinden bir surettir. Ýþte bu "Ýnsan-ý Kamil" diye isimlendirilen þeydir.
Bundan sonra son tecelli yani zati tecelli gelir; ve bununla da mirac sona erer. Böylece Ýnsan-ý Kamil, Hak ile zati birliðini idrak eder.
Ýbn Arabi'de olduðu gibi Cili'nin görüþüne göre de, Ýnsan-ý Kamil varlýðýn baþlangýcýndan ebediyete kadar tektir. Ancak suretler itibariyle çoktur ve her zamanda o zamanýn sahibi suretinde zuhur eder ve onun ismiyle isimlendirilir. Ancak gerçek ismi, Muhammed; künyesi Ebu'l-Kasým, özelliði ise, Abdullahdýr. Ýbn Arabi'nin açýkladýðýna göre bununla murad, hakikat-i Muhammediyyedir.
Sonuç olarak: tam olarak hakkýný vermesem de Cili ile ilgili sözü uzattým. Çünkü burasý Cili'nin felsefesini açýklama yeri deðildir. Nitekim ben bizzat Cili'nin görüþlerini açýklamayý deðil, belki Ýbn Arabi'nin düþüncelerinden ve ýstýlahlarýndan ne ölçüde etkilendiðini belirtmeyi amaçladým. Ümid ediyorum ki, bu konu etrafýndaki bildirdiklerim daha geniþ araþtýrmalar için bir baþlangýç olur.
Kaynaklar:
 el-Futuhat, Bulak, 1293, Ýbn Arabi
 Fususu'l-Hikem, Kahire, 1946, Ýbn Arabi
 Tercümanü'l-Eþvak, Ýbn Arabi, Neinburg neþri
 Ýnþau'd-devair, Ýbn Arabi, Neinburg neþri
 et-Tedbiratü'l-Ýlahiyye, Ýbn Arabi, Neinburg neþri
 Ukletü'-l-müstevfiz, Ýbn Arabi, Neinburg neþri
 Þerhu'l-Fusus, Kaþani
 Þerhu'l-Fusus, Cami
 Hususu'l-kilem fi maani-i fususi'l-hikem, Kayseri
 el-Ýnsanü'l-Kamil, Cili
 el-Yevakit ve'l-Cevahir, Þarani
 Tabakatü's-sufiyye, Þarani
 Geschischte der arabischen literatur, Brokelman
 Ibn Masarra y su Escuela, Palasios
 Islam and the Divine Comedy, Palasios
 Studies in Islamic Mysticism, Nicholson
 Passion d'al Hallaj, Massignon
 Tawasin, Massignon neþri
 Afifi
1- The Mystical Phil. of Muhiddin. Cambridge University Press
2- Min eyne isteka Ýbn Arabi felsefetehü's-sufiyyete, Kahire Üniversitesi Edebiyat Fak. 1933
3- Nazariyyatü'l-islamiyyin fi'l-kelime, Kahire Üniversitesi Edebiyat Fak. 1933
4- Ebu'l-Kasým b. Kisi ve þerhu kitabihi "hal'un-na'leyn" el-mensub li'bni Arabi, Ýskenderiye Üniversitesi Edebiyat Fak. 1933
5- Fihristu Ýbn Arabi, Ýskenderiye Üniversitesi Edebiyat Fak. 1955

 (( U. Ü. Ýlahiyat Fakültesi Tasavvuf Tarihi Anabilim Dalý Araþtýrma Görevlisi
1. ( Bu çalýþma, Kitabu't-Tezkari'de yayýmlanan "Ýbn Arabi fi dirasetî" adlý makalenin tercümesidir.
2. R. A. Nicholson, Studies in Islamic Mysticism, s.149
3. Ýbn Arabi, Fususu'l-Hikem, (Afifi Neþri), sh. 47, 1980
4. Tercümanu'l-eþvak mukaddimesi.
5. el-Futuhatü'l-mekkiyye, c.1, s.365
6. Bkz. Futuhat, c.1, s.427
7. Fususu'l-hikem, s.94
8. el-Futuhat, c.II, s.604
9. el-Futuhat, c.I, s.47-48
10. Bkz. Fususu'l-hikem için yazdýðým Giriþ bölümüne: s.11
11. Edebiyat Fakültesi dergisinde neþredilen bir araþtýrma; Kahire Üniversitesi, s.1933
12. 1934 yýlýnda Kahire Üniversitesi Edebiyat Fakültesi dergisinde yayýnlanan bir araþtýrma
13. Bkz. Ukletü'l-müstevfiz, Neybrog, s.42-43
14. Hilal dergisi, Temmuz, s.1947
15. 1955 yýlýnda Londra'da Islamic Quarterly dergisinde yayýnlanmýþtýr.
16. 1955 yýlýnda Ýskenderiye Üniversitesi Edebiyat Fakültesi dergisinde yayýnlanmýþtýr.
17. Cili, el-Ýnsanü'l-Kamil, s.20
18. Cili, el-Ýnsanü'l-Kamil, s.13
19. Cili, el-Ýnsanü'l-Kamil, s.23
20. Cili, el-Ýnsanü'l-Kamil, s.36
21. el-Ýnsanü'l-Kamil, s.37-38
22. el-Ýnsanü'l-Kamil, s.39
Gönderme Tarihi: 04.09.2006 - 15:22
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: Tasavvuf
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
114 Mesaj -
Esselamu Aleykum. Allahýn rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Allahu teala beni sizi hepimizi sýrat-ý mustakime iletsin. Yazdýklarýnýzý okudum samimiyetinize inandým. Allah hepinizden razý olsun.

Konuya geri dönersek, kabul edelim ki ben kafasý karýþmýþ bir manyaðým böyle olunca tabi ben ne söylersem söyleyim bir deðer ifade etmez. Ama merhum Mehmet Akif Ersoy gibi bir insan nasýl olmuþda «Sürdüler Türk’e tasavvuf diye olgun þýrayý;
Muttasýl þimdi hakikat kusuyor Sýtký Dayý.!»
sözünü söylemiþ. Mehmet Akif’e bu sözü söyleten koþullar nedir, ve bu koþullar o günden bugüne deðiþti mi, deðiþtiyse ne yönde bunu açýklar mýsýnýz?


Ayrýca kafamýn karýþmasýnýn sebebinin kaynaðý linkini aþaðýda verdiðim Ferit Aydýn adlý þahsýn yazdýðý kitaptýr. Onu incelerseniz beni daha iyi anlayacaðýnýzý umuyorum.

http://feridaydin.tripod.com/Rabita.PDF
Gönderme Tarihi: 25.08.2006 - 21:08
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: Tasavvuf
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
114 Mesaj -
Bakýn M.Esad Coþan bir konferansýnda ne diyor:

"Biliyorsunuz, Ýslâm'da da tasavvuf var, Ýslâm'dan önceki dinlerde de tasavvuf var... Daha eski dinlerde mistisizm deniliyor. Hristiyan mistisizmi var, mistikleri var... Belki brahmanlar, hindular var; yâni Hindistan'daki mistikler var...

Bu çeþit mânevî hayatý yaþayan insanlar, eski ümmetlerin arasýnda da olmuþ. Olabilir, onlar bizi ilgilendirmiyor. Daha önceki dinlerin itikadlarý, ahkâmý ve o dinlere mensub insanlarýn yaþamlarý; tamam, olabilir, ayrýca dinler tarihi onu incelesin. Ama, bizim Ýslâm'daki tasavvuf asýl Peygamber SAS Efendimiz'in hayatýndan çýkmýþtýr. Ahvâlinden alýnmýþtýr. Sözlerinin uygulanmasýndan ortaya çýkmýþtýr.

Yâni, Kur'an'ý tam yaþamak isteyenlerin, Peygamber Efendimiz'in sünnetine tam uymak isteyen insanlarýn, Rasûlüllah'ýn hali gibi hallenmesi çalýþmalarý Ýslâm tasavvufunu meydana getirmiþtir. Buna sünnî tasavvuf diyoruz. Yâni ehl-i sünnete, Kur'an-ý Kerim'e, hadis-i þerife uygun tasavvuf...
Bunun dýþýnda 1400 yýl devam etmiþ bir zaman içinde, beþ kýtaya yayýlmýþ bir dinin mensuplarý, mutlaka baþka kültürlerle de karþý karþýya geldiler. Orta Asya'ya gelince Çinlilerle karþý karþýya geldiler, Çinlilerin dinlerini gördüler. Hindistan'ý fethederken Hindistan'ýn hindularýný, brahmanlarýný gördüler. Afrika'ya geldiler, Afrika'yý gördüler, Mýsýr'ýn hristiyan mistiklerini gördüler. Anadolu'ya geldiler, Anadolu'nun hristiyan mistiklerini gördüler. Yahudi mistiklerini biliyorlar. Ýran'a geldiler, zerdüþtîleri ve onlarýn inançlarýný biliyorlar. Belki onlardan etkilenmeler de olmuþtur.Onun için, tasavvuf yolunda çeþitli tasavvufî meþrebler, renkler ve tarikatler meydana gelmiþtir."
(25. 10. 1995 - Braunschweigh / ALMANYA)

Bu sözlerin ardýndan M.Esad Cosan hocaefendinin baðlý olduðu silsilenin Ýmam-ý Rabbaniden Halid-i Baðdadi'ye kadar yaklaþýk 270 sene mistisizmin anayurdu olan Hindistanda kaldýðýný hatýrlatarak yorumu size býrakýyorum.
Gönderme Tarihi: 25.08.2006 - 16:34
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: Garip bir adamın garip anıları
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
Garip bir adamın garip anıları
114 Mesaj -
Adamýmýzýn adý Mehmet Erol 1931 Malatya doðumlu. Köy enstitülerinde okumuþ. Önce komünist sonra Süleymancýaglakendi tabiri) sonra nurcu olduðunu iddia ediyor. Anladýðým kadarýyla en son olarak da bütün tarikat ve cemaatlere savaþ açmaya karar vermiþ. Ýkra Ýslam ansiklopedisi adlý cd’de bu adamýn kitabý var. Kitabýn baþýnada hayatýný yazmýþ iþte onlardan bir bölüm:


"NASIL NURCU OLDUM

Sene 1956. Yine elimde Ýslâm'la ilgili bir kitap yok. Yine açýkta kaldým. Radyo dinlerken Nurcular diye bir grubun olduðunu duydum. Beni merak sardý. Ýlk iþim Malatya merkezine gidip, nurcularý bulmaktý. Merkezde günlerce soruþturma yaptým. Devlet demir yollarýnda çalýþan Tarýk isminde bir Nurcuyu buldum. "Ben Nurcu olmak istiyorum. Ne yapabilirim?", dedim. Bana Diyarbakýr'dan bir adres verdi. "Mehmet Kayalar diye yüzbaþýlýktan ayrýlmýþ bir aðabeyimiz var, oraya gideceksin", dedi. Üstadýmýz Said Nursi, onu Diyarbakýr'a temsilci olarak tayin etmiþ. Tarikattan uyandýðým kiþilerle Diyarbakýr'a gittik. Yatsý ezaný okunmuþken kapý zilini çaldýk. Kapý açýlarak bizi içeri aldýlar. O günde tesadüfen ders varmýþ. Biz Malatya'dan geliyoruz. Mevsim sýcak, açýk avluda tam 95 kiþi var. Namazdan sonra Mehmet Kayalar Arap harfleriyle yazýlý lemalardan ders yaptý. Dersten sonra, "aðabey müsaade ederseniz, misafirleri birer birer evlerimize götürelim" dediler. "Hayýr olmaz. Hasýrlar üzerinde kalabilirler" , dedi. Sabah namazýndan sonra beraber ders yaptýk. "Said Nursi ahir zamanda gelen son Mehdi'dir. Bundan sonra bir baþka Mehdi gelmeyecektir. Risale-i Nur'da son tefsirdir. Risale-i Nur Mehdi'nin elinde elmas bir kýlýçtýr. Risale-i Nur gönülleri fethedecektir. Bütün dünya müslümanlarým bir hilafet altýnda toplayacaktýr. Þam'a inecek olan Hz. Ýsa (a.s.) imam olacak. En sonunda üstadýmýz 2005 yýlýnda ölecek, götürüp Medine-i Münevvere'de Peygamber (a.s.m.)'ýn yanýna gömeceðiz", dedi.
Ben, "üstadýn 2005 yýlýnda öleceðini nereden biliyorsun" dedim. Bir âyet alarak onu cifir-ebced hesabýna vurarak ispat etmeye çalýþtý. "Öyleyse aðabey, bize müsaade et, biz trenle Ýsparta'ya gidip, Mehdi'ye biatimizi yapalým" dedim. Üstadýn, «Benim fani þahsýmý ziyaret etmektense, eserlerimi okumak ondan bin kere daha kýymetlidir» sözünü hatýrlatarak, bana arap harfleriyle yazýlý bütün külliyatý verdi. Ne çare ki, ben Kur'an harflerini bilmiyorum. Elime bir elif-ba geçirdim. Baþladým kendi kendime öðrenmeye. Bizim köyde Bayram Hoca diye eski Rüþtiye mezunu bir hoca vardý. Risale-i Nurlarý ona okutuyorduk. Bir de ondan eski yazýyý okumaya baþladým. Kopya kaðýdý koymak suretiyle yazýlarý öðrenmeye çalýþýyordum. Gecemi gündüzüme katarak 6 ay içinde kendi kendime okuyacak duruma geldim. Yine dersleri Bayram Hoca yapýyordu. Þimdi de evim tekke olmaktan çýkarak Nur dershanesi olmuþtu. Artýk elimizde Ýslâm adýna yazýlmýþ Mehdi'nin elmas kýlýçlarý vardý. Risale-i Nur okunduðunda hepimizi aðlama tutardý. Çünkü üstadýmýz Said Nursi'nin baþýna gelenleri duydukça kendimizden geçerdik. Yumruklarýmýzý masaya vurmakla teselli oluyorduk."



Adamýn biraz dengesiz olduðu açýk ama eðer kendi anýlarým diye yazdýklarý gerçekse bu dengesizliðin sebebini anlamak da zor deðil. Çok daha ilginç kýsýmlar var ilgilenen olursa eklemeye devam edebilirim.
Gönderme Tarihi: 25.08.2006 - 01:38
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: Tasavvuf
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
114 Mesaj -
Tasavvuf baþlýðýný görünce bende Mehmet Akif'in tasavvufa bakýþýný anlatan bir beyit eklemek istedim:

«Sürdüler Türk'e tasavvuf diye olgun þýrayý;
Muttasýl þimdi hakikat kusuyor Sýtký Dayý.!»

(olgun þýradan kasýt þarap olsa gerek)



imam þafinin tasavvuf yorumu ise þöyle:

«Bir kimse eðer sabahleyin tasavvufla meþgul olacak olursa, daha öðle vakti gelip çatmadan mutlak surette o adam aptallaþýr.»
«Bir kimse eðer kýrk gün sofilerle düþüp kalkarsa onun ebediyyen artýk aklý baþýna gelmez. (Eb'ul Faraj Abdurrahman b. Ali b. Muhammed Ýbn'ul-Jawzî, Telbis'u Ýblîs s. 371. Baðdad-1983.)


Saygý,sevgi, selam ve dua ile...
Gönderme Tarihi: 25.08.2006 - 01:31
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: Zaman'ın tirajı ne kadar gerçek?
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
RE:
114 Mesaj -
Alıntı
Orijýnalý oncenamazkil

insanlar ne kadar da malayani seylerle ugrasirlar




Kardeþ malayani nedir?
Gönderme Tarihi: 22.08.2006 - 00:15
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: Zaman'ın tirajı ne kadar gerçek?
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
Zaman'ın tirajı ne kadar gerçek?
114 Mesaj -
AYÞE Arman'ýn, Zaman Gazetesi Genel Yayýn Yönetmeni Ekrem Dumanlý ile yaptýðý röportajý merakla okudum.

Ve doðrusunu isterseniz hayal kýrýklýðýna uðradým.

Bunun nedeni Ekrem Dumanlý'nýn, Ayþe'nin sorularýna yeterli açýklýkla yanýt vermemiþ olmasý.

Dumanlý, "Sizin tirajýnýzýn gerçekten söylediðiniz tiraj olduðunu nereden anlayacaðýz?" þeklindeki soruyu þöyle yanýtlýyor:

"Çok kolay. Bilgiyi Yay-Sat veriyor. Bize 'iyi ama insanlar sizin gazeteyi üçer beþer alýyor, bu sayýlmaz' diyorlar. Ýyi ama bu suç mu?"

Elbette bu bir suç deðil. Ama bu "gerçek tiraj" da deðil!

Zaman Gazetesi'nin 3-9 Temmuz arasýndaki bayi satýþý 31 bin 60 adet. Zaman 496 bin de abonesi olduðunu söylüyor.

Türkiye'de gazete ve dergi tirajlarý ABC Türkiye isimli bir baðýmsýz bir kuruluþ tarafýndan izleniyor. Daðýtým þirketlerinin verdikleri bilgilere deðil, bu kuruluþun baðýmsýz denetleme þirketlerinin denetiminden geçmiþ rakamlarýna itibar etmek gerekiyor.

Ve ABC Türkiye, Zaman'ýn abonelerini gerekli koþullara uymadýðý için kabul etmiyor. Dumanlý, daha önce bana yaptýðý ve bu köþeden yayýnladýðým açýklamasýnda abone düzenlerinin en kýsa zamanda ABC Türkiye kriterlerine uygun hale getirileceðini söylemiþti, demek ki "en kýsa süre" hálá geçmemiþ.

Kriterler belli: Toplu abonelikler, toplam tirajýn yüzde beþini geçmeyecek, her abonenin adresi ve abonelik ücretinin isme kesilmiþ faturasý ibraz edilecek.

Bir de "cemaat gazetesi" sorunu var. Dumanlý bu iddiayý reddediyor. Aklýma þöyle bir soru geliyor: Bu bir cemaat gazetesi deðilse neden satýþýnýn ancak onda biri bayilerde yapýlabiliyor?

Dumanlý, ayný abone sisteminin diðer gazeteler tarafýndan da yapýlabileceðini söylüyor. Bizlerin böyle bir cemaat örgütlenmesine sahip olmadýðýmýzý unutuyor.

Bir gazeteci olarak, içinde çalýþmýyor olsam da bir gazetenin çok satmasýndan sadece mutluluk duyarým.

Ama bu "çok satýþýn" gerçekten "çok satýþ" olmasýný beklerim. Parasý topluca birileri tarafýndan ödenmiþ gazetelerin apartmanlara, dükkánlara bedava daðýtýlýyor olmasýný ne yazýk ki "gazete satýþý" sýnýfýna sokamýyorum.(Mehmet y. Yýlmaz)


---------------------------------------

Bana görede yapýlan sýrf göz boyama adýna ilerde gündem oluþturabilme hayaliyle(hatta biraz zorlarsak hayal yerine safsata da diyebiliriz) yapýlan büyük bir kaðýt israfýdýr. Her ne kadar yapýlan yanlýþ da olsa kardeþlerimizin iyi niyet ve samimiyetinden þüphemiz yok yalnýz bunlar her zaman yeterli olmuyor. (özellikle açý tam olmayýnca)
Gönderme Tarihi: 14.07.2006 - 15:20
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: Zaman Gazetesi neye hizmet ediyor?
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
RE: maalesef...
114 Mesaj -
Alıntı
Orijýnalý cecenya_42

Kardesim konunun aslý baska aslýnda ama burasý bu konunun yeri degil o yüzden acýk konusamýyorum diger kardeslerimin hakkýna girmemek icinsıkıntılı Sen ne demek istedigimi anladýn kardesimgöz kırpma
selametle kalýn...



çok iyi anladým Allah razý olsun....
Gönderme Tarihi: 10.07.2006 - 14:40
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: Zaman Gazetesi neye hizmet ediyor?
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
Zaman Gazetesi neye hizmet ediyor?
114 Mesaj -
israil filistinde hiçbir insanlýk tanýmýna sýðdýrýlamayacak ve tarihte emsali yine ancak israiloðullarý tarafýndan yapýlmýþ olan bir katliam, bir soykýrým baþlattý. Ama zaman gazetesinde bu olay ancak günlük sýradan bir haber kadar yer alabiliyor. yine israilin
bu katliamýný protesto etmek için çaðlayanda bütün islam alemi adýna bir toplantý düzenleniyor. Ama bu toplantýnýn zaman gazetesinde yer alma sebebi bu toplantý nedeniyle trafiðe kapanan yollar.

Bir süredir Zaman gazetesini takip etmiyordum ve bu süre içerisinde bu gazete ve zihniyetiyle ilgili düþüncelerim bir nebze olsun negatiften pozitife yönelmiþti ama son üç günde gördüklerim benim bütün bu hüsn-i zanýmý boþa çýkardý. Keþke bu son üç günde zaman gazetesini okumasaydým da bu satýrlarý yazmasaydým. Çünkü ben ne yazarsam yazayým ne düþünürsen düþüneyim bu düzen deðiþmeyecek. Ama bütün dünyayý sömüren emperyalist güçlerin göz yummasýyla oluþup büyüyen ve bu güçlerin kucaðýnda yaþamaya devam eden bu düzeni ne yýkar biliyor musunuz? Babasýnýn kucaðýnda hastaneye yetiþtirmeye çalýþtýðý kafasý parçalanmýþ vücudu kan içerisindeki 5 yaþýndaki filistinli kýz çocuðu var ya. Ýþte o çocuðun "ah"ý yýkar. iþte biz o "ah"a muhatap olamak için, daha doðrusu o "ah"ý çektirmeyip "ey filistinli kardeþim biz hala tek ümmetiz ve sizi unutmadýk her zaman yanýnýzdayýz" demek için çaðlayandaydýk. Elbette bu yaptýklarýmýz sembolik ve üstümüzdeki vebali kaldýrmaz, ama düþünmedende edemiyorum. Bütün dünyada müslümanlara reva görülen her türlü zulüm karþýsýnda kýlýný dahi kýpýrdatmayanlar, bugün gazze camilerinin minarelerinden yükselen "hayyalel cihad" sesleri yarýn istanbul semalarýnda çýnladýðýnda siperlerdeki yerlerini nasýl alacaklar. Yoksa üstlerine yaðan bombalarla da mý diyalog etme çabasýna giriþecekler.


Mesaj 1 kez düzenlendi. En son i-will-die-soon tarafından, 10.07.2006 - 14:38 tarihinde.
Gönderme Tarihi: 10.07.2006 - 14:21
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: sizce bu resim canlımı?????????*
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
114 Mesaj -
arkadaþlar tam ortasýna baktýðýnýzda tam bir sukünete kavuþuyor resim deneyin görün.
Gönderme Tarihi: 21.06.2006 - 18:20
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: www.tomorhoca.com
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
114 Mesaj -
Kardeþler bu siteye hiç bakan olmadý mý?

Ahmet tomor hoca kimdir nedir ne deðildir bilen yok mu?

Ne sitesinde nede baþka bir yerde kendisiyle ilgili bir bilgi yok
sadece sitesinde sohbetleri var.
Gönderme Tarihi: 21.06.2006 - 18:07
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: ONLAR ve BİZ
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
ONLAR ve BİZ
114 Mesaj -
Onlar dünyanýn neresinde Müslüman varsa, ister devlet, ister ülke, ister fert, ister topluluk, onlara sýrt çevirdiler, biz ise elimizi uzattýk.

Onlar uluslararasý meselelerin oylanmasýnda, oyumuzu hangi doðrultuda kullanacaðýmýzý Amerika'nýn ve Avrupa ülkelerinin aðzýnýn içine bakarak tespit ederler. Biz ise oyumuzu, Ýslam'ýn emirleri doðrultusunda, þerefle, hür olarak kullanma kararýndayýz.

Onlar Türkiye'yi Avrupa ve Amerika'nýn mal pazarý halinde tutmak ve bunda kat'i adýmý atmak için bizi, milyonlarca müslümaný birden hristiyan kampanyanýn içine çivilemek istiyorlar.

Biz ise D-8'ler ile Hristiyan batýnýn sultasýndan kurtulmak, onlara karþý kuvvetli bir cephe oluþturmak gayesindeyiz.

Onlar Türkiye'nin sömürge halinin devamýný ve pekiþtirilmesini istiyorlar, biz ise bir müslüman ülke olmanýn haysiyet ve þerefini savunuyoruz.

Onlar batýlý seviyor, biz hakký seviyoruz.

Onlar serbest seks eðitiminin, kadýn-erkek eþitliði adý altýnda hayvani bir yaþayýþýn, alkol ve dansýn, flörtün taraftarlýðýný yapýyorlar. Biz ise Ýslami edep ve hicap içerisinde, çalýþan, ibadet eden hakký gözeten insanlar olarak, hem dünyalarýný hem de ahiretlerini imar eden insanlarýn dünyasýný kurmak istiyoruz.

Onlarýn fakiri daha fakir, zengini daha zengin.

Onlarýn toplumu daha ahlaksýz, genç kýzlarý daha iffetsiz, gençleri daha cani ruhlu ve maneviyatsýz.

Onlar tüm toplumu daha dinsiz yapmak yolundalar.

Biz ise, bunlara engel olabilecek tek nizam olan Ýslam'ýn hakimiyetinin saðlanacaðý, berrak, temiz, saf ve saadet dolu bir hayatýn inþasýna çalýþýyoruz.

Ýþte bütün bunlarýn devlet idaresinde, siyasi sahada semerelerini, iþaretlerini görmek günündeyiz.

Siyasi olarak geliþmemiz, sayýmýzýn artmasý, inananlarýn maneviyatlarýný kuvvetlenmesi bakýmýndan da büyük önem taþýyor.

Bu nedenle, Müslümanlara diyoruz ki, hiçbir sapma ve tereddüt göstermeden, korkmadan, batýllara ve batýlýn uþaklarý ve temsilcileri olan AKP ve CHP ve sair partilere sýrt çevirerek mutlaka oyunu cihat duygusu içinde, Allah'ýn rýzasýný gözeterek, tüm insanlarýn saadeti için kullan!
Gönderme Tarihi: 18.06.2006 - 18:27
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: AHLAKİ BİR TEST
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
114 Mesaj -
33. Allah'a ve Resûlüne savaþ açanlarýn ve yeryüzünde bozgunculuk çýkarmaya çalýþanlarýn cezasý; ancak öldürülmeleri, yahut asýlmalarý veya ellerinin ve ayaklarýnýn çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardýr. (Maide)
Gönderme Tarihi: 08.06.2006 - 12:34
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Konudaki Mesajlar: MÜSLÜMANLARA
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
MÜSLÜMANLARA
114 Mesaj -
Bir yandan günlük iþlerinizi yapadurun, öbür yandan zorlu günlere hazýrlanýn. Temmuz, Aðustos, Eylül... Gaybý bilemem, yüzde yüz olacak diyemem ama ufukta büyük fýrtýna alametleri görülmektedir. Þu anda yeraltýnda, perdeler ve paravanalar ardýnda dehþetli planlar kurulmakta, hesaplar kitaplar yapýlmaktadýr. Birtakým azýnlýklarýn imtiyazlarýndan, ayrýcalýklarýndan, menfaatlerinden, kendilerine göre haklarýndan zerre kadar fedakarlýk yapmaya niyetleri yoktur. Bu ülke bize dedelerimizden, atalarýmýzdan, babalarýmýzdan miras kalmýþtýr. Onu ikinci sýnýf vatandaþlara, tehlike ve tehdit oluþturan gericilere kaptýrmayýz diyorlar. Katrina kasýrgasýnýn Amerika'nýn büyük bir bölgesini nasýl herc ü merc ettiðini biliyorsunuz. Böyle kasýrgalarýn siyasîleri bizde esebilir. Tedbirsiz yakalanmamanýzý temenni ederim. Her taraf casus ve ajan kaynamaktadýr. Provokatörler cirit atmaktadýr. Milyonlarca vatandaþ fiþlenmektedir. Son finans ve para dalgalanmasý ile ülkemize bu iþlerde kullanýlmak üzere milyarlarca dolar transfer edilmiþtir. Provokatörler ve paravokatörler þeytanlar gibi koþuþturmaktadýr.
Herkes çenesini tutsun, aþýrý davranýþlardan uzak dursun, itidalden ayrýlmasýn; namaz kýlmayanlar namaza baþlasýn, bol bol sadaka verilsin, hayýr hasenat yapýlsýn. (Cep telefonu olana sadaka (yardým) yapýlmaz.) Bütün Müslümanlar, Peygamberimizin (Salat ve selam olsun O'na) ruhaniyetinin þemsiyesinin gölgesi altýna sýðýnsýnlar. Sünnetleri yerine getirerek... Lüksten, israftan, gösteriþten, azgýnlýktan, gurur ve kibirden uzak durulsun. Herkesin iki ayaðý kanaat dairesi içinde olsun. Para kuduzlarý yanacaktýr. Ülke, millet ve devlet malýný haksýz ve haram þekilde yiyecekler yanacaktýr. Kurtuluþ cemattedir. Din konusunda hiçbir Müslüman tartýþmasýn. Doðru yol Kur'ân ve Sünnet yoludur.Kur'ân'a ve Sünnet'e yapýþan zelil olmaz... Oyunun birinci raundunu kaybettiler ama bununla yetinmeyeceklerdir.M.Þevket EYGÝ


Kardeþler daha sýrada Ýran var diye rehavete kapýlmayýn. Ne diyordu tencere tavacýlar; "Susma, sustukça sýra sana gelecek"
Gönderme Tarihi: 08.06.2006 - 12:06
i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Sayfa (5): (1) 2 3 weiter >
İmzalar göster - Konu olarak göster

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1054 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
2243 üye ile 29.03.2024 - 11:40 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
hümeyra24 (43), güllüm (41), alitufan (48), semsuddin (39), f_erturk (39), zafercezlan (54), benbuamellerimi.. (53), seyma_05 (39), yenilmezburuk (46), mhmmdky (37), sivaslihakan (46), sunam6 (41), konya28 (37), mardinlimemo (44), @hasan@ (39), _huzurislamda_ (39), Seda_ (35), BOPPON (43), faziltopal (55), ahmetserkankaya (43), eLsina (38), AZRA66 (37), sulukapo (34), HAKANCETIN (46), mentese (48), palanxdöken (53), ADEM BAKIRHAN (60), ceyhan (71), ReSuLe_HaSrEtt (38), Forever_Love (40), mutlu69 (55), islam yusuf (54), sofi32 (49), yesil_bahar19 (37), makhorsa (48), erihna (41), veysi irdam (88), abdullah özkul (27), nur58 (60), fedayi (55), RAMAZAN69 (37), seyyidali47 (50), gocer (55), suleyman yildiz (57), vuslat_wien (41), KASIM EROL (50), isanurun (39), koeroglu (48), ardaci (49), ardaburda (50), gunesgunes (42), Burcu89 (35), BMW (43), ZLH (), hafiz_34 (68), bestebuse (51), Aysegül (36), seroar (55), hacirizeli (53), sonmezNL (53), zeko (), CILGIN KURT (51), BERGE00 (42), sevki (51), fth (41), muhammetmustafa (44), bsapmaz (59), siyah_gül (36), ekrem144 (), Cicekci (37), rooster79 (45), mehmetx (44), furkan42 (42), yunus ata (61), GangstAdem (39), orhan06 (44), kamuran (51), dinimiseviyorum (39), esm (40), buzmavisi61 (58)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.70246 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.