0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » Tasavvuf - Halusinasyon

önceki konu   diğer konu
1 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
i-will-die-soon su an offline i-will-die-soon  
Tasavvuf - Halusinasyon
114 Mesaj -
Düþünen insan, yaratýldýðýndan bu yâna, varlýk, hayat, ölüm ve ölüm sonrasýnýn mahiyetini þiddetle merak etmiþtir. Bizzat içinde yaþadýðý bu serüveni, izaha çalýþmýþtýr.

Peygamberler ile gelen ilahi vahye iman edenler bu -beyni týrmalayan- sorularýn cevaplarýný en doðru, en net biçimde bulmuþtur. Rabbine iman eden insan, gavurlar için cinnetle sonuçlanan problemlerini halletmiþ, dingin ve itminan bulmuþ bir kalbe kavuþmuþtur. Bu temel sorularýn nedenlerini, niçinlerini kavramýþ, idrak etmiþ ve apaçýk belirlenmiþ (Allah'ý razý ederek, cennet'e ulaþmak gibi) bir hedefe doðru vahyin kýlavuzluðunda yürümüþtür.

Bütün temel sorularýný, Ýlahi haberlerle çözen mümin'e mukabil; vahye arkasýný dönen insan ise bu sorulara cevap aramak için- pekçok felsefe ve görüþler geliþtirmiþtir. Ýlmî hiçbir dayanaðý olmayan bu faraziyelerden biri de tasavvuf ve onun özünü oluþturan vahdet-i vücûd hezeyanýdýr.

Tasavvuf; bütün kurumlarý, ürettiði düþünceleri, yöntemleri, akaid ve ibadet biçimleri itibariyle, antik dönemlerden itibaren süregelen, nev-i þahsýna münhasýr, felsefî bir akýmdýr.

Esasen, tasavvufun tamamen hayale dayalý, akýl ve mantýktan uzak, yoðun mistik yüzü hesaba katýlýrsa, onun, aklî ve tecrübî bir dayanaðý olan felsefe kadar bile haysiyeti olduðunu iddia etmek zordur. Zira feylesof, aklî, mantikî olmayaný reddetmeyi düstûr sayar. Oysa tasavvufî ekol akla düþmandýr, düþünmekten men eder.(1)

Sofî, akýl ve vahiy yerine, kendisinin de izah edemediði, aþk, hâl, iç deneyim, keþf, marifet, ilham, cezbe gibi þeytanî mi, Rahmani mi olduðunu bile tesbit edemediði halüsinasyonlarýn, hezeyanlarýn adamýdýr.

O halde, yukarýda sözünü ettiðimiz, temel sorulara cevap arayan insanoðlu, genel olarak üç ana çizgi üzerindedir, denebilir.

Birincisi; tüm sorularýný Ýlahi vahiyle en kesin þekilde halleden mü'minler...
Ýkincisi; vahye gözünü yumarak, akýl ve idrakle tüm sorunlarýnýn cevabýný bulacaðýna inanan filozoflar (Rasyonalistler).
Üçüncüsü; vahye ve akla arkalarýný dönerek, çile, riyazet, inziva ve duygularda yoðunlaþarak, aþk'la gerçeði bulacaðýný vehmeden, þizofrenler. Öyle görünüyor ki, insanlýk var olalý beri bu yöntemleri kullanagelmiþtir.

Bir müslüman olarak, buraya kadar anlattýklarýmda, benim yadýrgadýðým, rahatsýzlýk duyduðum ya da beni doðrudan alâkadar eden bir anormallik yok. Ýman ve inkâr Ýlahi iradenin doðal bir sonucudur. Hatta hayal gücü geliþmiþ sofi'yi de bir oranda doðal bulabiliriz. Ancak; kökleri çok eski dönemlerde olan sufiliðin (Mistizm'in) Ýslam'a maledilmesi, hatta Ýslâm'ýn tasavvufa maledilmesi, benim problemimin baþladýðý noktadýr. Ve bu yazýnýn kaleme alýnýþ nedeni de budur.

Ýslâm'la kök olarak, mahiyet ve keyfiyet olarak benzerliði bir yana, taban tabana zýt olan bir dinin 'Ýslâm'ýn özü" olarak tanýtýlmasý büyük felâkettir. Büyük oranda müslüman okur-yazar takýmýna da bulaþan bu kiri temizlemek her mümin'e vazifedir.

Tasavvufun Ýslâm'la bir baðýnýn olup olmadýðýný ve ne kadar ayrý þeyler olduðunu anlamak için kýsaca, tarihçesinden söz etmek yararlý olur.

Bu konuda araþtýrma yapan herkesin malûmudur ki, tasavvuf çok eski kökleri olan kadim bir dindir.

Antik Yunan, Hind ve Mýsýr toplumlarýnda yaþayan dini inançlarýn, tasavvuf adlý mistik anlayýþýn menþei olduðunu görmek zor deðildir. Yine yahudi ve hristiyan toplumlarda yaþayan mistisizmle tasavvuf arasýnda tam bir mutabakat olduðu görülmektedir.

Pisagor, Sokrat ve Eflatun'un Yunan mistisizminin bilinen ilk temsilcileri olduðu kaydedilmektedir.

Platon'un; 'Vücüd alemine çýkan þeylerin, Allah'ýn ezeli sýfatlarýndan ibaret olduðu... Allah'ýn vücudundan ayrý bir vücuda sahip olmadýklarý...' þeklindeki düþünceleri (2) vahdeti vücudun kökleri hakkýnda bilgi vermektedir.

Hinduizm (Brahmanizm)'in kutsal kitabý olan Vedalar'ýn tefsiri sayýlan Vadenta'nýn öðretilerinin temel itibariyle vahdet-i vücut'tan ibaret olduðu da konunun uzmanlarý tarafýndan kaydedilmektedir. (3)

Brahmanizm'in bir uzantýsý olan Budizm de, inziva, riyazet ve çileyle 'Nirvana'ya ulaþmanýn mümkün olabileceðini iddia etmektedir ki; 'nirvana', sofilerin 'fenafillah' olarak adlandýrdýklarý hayali mertebeyle, týpatýp örtüþmektedir.

Eski Mýsýr'da da, bugünkü tasavvuf ve tarikatlarla tamamen benzerlik gösteren kurumsal ve akidevi bir yapýnýn olduðu dikkat çekmektedir. Hermes Toth'un Mýsýr mistisizmi'nin banisi olduðu söylenmektedir.

Yine Yahudi topluluklarda, çile, riyazet, aþk gibi tasavvufi motiflerin temelleri görülmektedir.

En ücra ve ulaþýlmaz mekanlarda manastýrlar, kiliseler inþa ederek, dünyadan el-etek çekerek münzevi ve bekâr hayat yaþayan bir hýristiyan derviþle, sözde müslüman bir derviþ'in ne büyük bir benzerlik arzettiðini görüp de þaþmamak mümkün deðildir. (4)

Sufizmin karþýlýðý olarak kullanýlan mistisizmin, ilk defa Piskopos Denys tarafýndan kullanýldýðý söyleniyor. Denys, 'hakka ancak aþk sayesinde ve aþkla ulaþabileceði... Aþk'ýn bilginin yolu olduðu...' þeklindeki sözlerini okurken, tasavvuf ulularýnýn sözlerini dinler gibiyiz. Denys'in, 'mutlak varlýðýn saklandýðý perde, akýlla deðil, ancak aþk ile kalkabilir.'(5) sözleri de ilgi çekicidir.

Bunlarýn yanýsýra Acemlerin ve Türklerin Ýslâm'a girerken eski dinleriyle birlikte taþýdýklarý tortularýn, sofi ekolün oluþmasýnda önemli rol oynadýðý biliniyor. Özellikle Bektaþi kültürü, þamanist çizgiler taþýmaktadýr.

Türklerin yerleþmesinden çok önce, Anadolu medeniyetlerinde Tanrý ve Kainat birliði düþüncesinin yerleþik olduðu ve bu iddialarýn Herakletius ve Permenides tarafýndan ileri sürüldüðü yine araþtýrmacýlar tarafýndan iddia edilmektedir.(6)

ÝSLÂM'A NE ZAMAN VE NASIL BULAÞTI?

Bilinen tarihi bile son derece eski çaðlara uzanan vahdet-i vücud, uzlet, riyazet, çile, aþk gibi tasavvuf ve tarikatleri oluþturan anlayýþ ve tapýnýþlar, son Peygamberden yaklaþýk iki asýr sonra, ufak tefek makyajlarla Ýslama taþýnmýþtýr.

Dikkat edilirse, tasavvuftaki üç-beþ islâmi motif dýþýnda, -esaslarý ve detaylarý itibariyle- büyük ekseriyetinin, yukarýda sözünü ettiðimiz Ýslâm dýþý medeniyet ve dinlerden oluþtuðu hemen farkedilir. Gerek akidevi, gerekse ameli konularda Ýslâm'a benzemez. Tam tersine Ýslâmla çeliþen bir dindir.

Tasavvufî kirlerin, müslümanlara bulaþmasýnýn pekçok nedeni sayýlabilir: Hulefa-i Raþidin döneminin hemen ardýndan baþlayan ve gerek Emeviler, gerekse Abbasiler döneminde süren kargaþa ve çatýþmalara karýþmak istemeyen müslümanlarm münzevi bir hayatý tercih ediþleri... Büyük fetihler esnasýnda, yeni dinler ve medeniyetlerle karþýlaþmanýn getirdiði þaþkýnlýk... Ýslâm'ý kabul eden yeni kabile ve topluluklarýn eski dinlerinden getirdikleri artýklara Ýslâmi bir veçhe kazandýrmalarý. Meselâ; Feyz ve vahdet-i vücud'un Eflatunculuktan, Ýttihat ve Hulul'ün hýristiyanlýktan, cezbe, sekir (sarhoþluk) ve müziðin budizm'den geldiði kaydedilmektedir.(7)

Tasavvufun Ýslâm'a sonradan sürülen bir kara olduðunun önemli göstergelerinden biri de, bu hezeyaný Ýslâm'a taþýyarak sistemleþtiren Cami, Attar, Sühreverdi, Bistami, Hallaç, Tebrizi, Rumi, Kuþeyri gibi sufizm'in imamlarýnýn Ýranlý oluþlarýdýr. Hinduizm'in yoðun þekilde etkisinde kalarak, vahdet-i vücut anlayýþýnýn yaygýn þekilde kabul gördüðü düþünülürse, böyle bir sonuç yadýrganmamalýdýr.

Bütün bunlar tasavvufun, Ýslâmi zeminde yeþeren bir ekol olmadýðýný, tersine, Ýslâm'ýn o berrak, anlaþýlýr ve anlatýlýr aydýnlýk yüzünü perdeleyen, batýl dinlerin atýklarý olduðunu gösterir.

TAÐUT'LA SAVAÞMAK DURURKEN...

Hakkýn yüzünü örten, en azýndan fulü bir görünüm veren, vehimler yumaðý tasavvufun, Ýslâm dýþýlýðý ortaya konurken, maruz kalýnan itirazlarýn en baþta geleni 'neden taðutla, þirkle, küfürle uðraþmýyorsunuz da, etliye sütlüye karýþmayan, sofilerle uðraþýyor, müslümanlarý birbirine düþürüyorsunuz, þeklinde olandýr.

Ýnsaf sahibi biri için; vahdet-i vücut inancý üzerine oturan sofi anlayýþtan daha büyük taðut (tuðyan) olur mu?

Sofilerin baþtacý ettiði eserlerde yüzlercesini bulabileceðimiz þu ifadeleri okuyarak, hangi tuðyanýn daha büyük olduðunu birlikte düþünelim.

Mutasavvýflarýn Þeyhül Ekber olarak tanýdýðý Ýbni Arabi'den inciler(!):

"Arif, Hakk'ý her þeyde gören, belki herþeyin kendisi olarak görendir,"

"Gören de O'dur, görülen de. Alem O'nun suretidir... Allah onlarýn kendisidir."

"O ortaya çýkanlarýn kendisidir..." "Görülen ve isimlendirilen her varlýk O'dur."

"Yaratýklarýn sýfatlarý O'nun için hak olduðu gibi, O'nun sýfatlarý da yaratýlmýþlar için haktýr."

"Allah'ýn rablýk, ilahlýk, yaratma, rýzýk verme ve diðer bütün sýfatlarý yaratýklar için de haktýr."

"Emir O'ndan sana olduðu gibi, senden de O'nadýr."

"O bana hamd eder, ben O'na hamd ederim. O bana ibadet eder, ben O'na ibadet ederim."

"O bütün kâinattýr. O, vücudum, vücudu ile kaim olan tektir."

"Ýnsan dediðimiz zaman bil ki, biz O'nun kendisiyiz... Hem hak, hem de halk ol, o zaman Allah ile Rahman olursun... Biz O'na bizde görünecek þeyi verdik, O da bize verdi. Böylece iþ bize ve O'na bölündü."

"Biz biz olduðumuz gibi O'yuz da. Benim iki yüzüm vardýr, O ve ben..." (

"Hýristiyanlar ilahlýðý sadece Ýsa ve Annesine hasretmekle yanýldýlar..."agla9)

Ýþte Þeyhül Ekber Ýbni Arabi'nin Allah inancý böyle.

Savunulmasý ve tevili mümkün olmayan bu sözleri yüzünden, bir kýsým mutasavvýf, -takiye babýnda da olsa- Arabi'yi tasvip etmediklerini.... o'nun bu konuda aþýrý gittiðini, dolayýsýyla diðer tasavvuf imamlarýnýn sözlerinden delil verilmesi gerektiðini savunuyorlar.

Bu tarz iddialara mahal vermemek için, þimdi de, diðerlerinden birkaç örnek verelim.

Sofilerce büyük bir itibara sahip olan, Abdulkerim el Cîlî:

"Zatý itibariyle yüce olan Hakk'ýn ortaya çýktýðý her varlýða tapmak gerekir. O alemin zerrelerinde açýða çýkmýþtýr." diyerek Arabi'yi teyid eder.(10)

'Enel Hakk' (Ben Allah'ým), 'Mâfi'l cübbeti illaallah' (Cübbemin içinde Allah'tan baþka bir þey yoktur) diyen, Hallac-ý Mansur. 'Subhani mâ'azama þâ'ni' (kendimi noksan sýfatlardan tenzih ederim. Benim þaným ne yücedir) diyen, Beyazid-i Bistami... (Benim þu iðreti kalýbýmýn içinde Allah'tan baþka kimse yoktur) diyen Cüneyd-i Baðdadî (11) hep Ýbni Arabi gibi, vahdet-i vücud denen küfrü teyid etmiþlerdir.

Bu sebeple hiçbir sofi'nin, vahdet-i vücud'u reddetmesi veya vahdet-i vücud olmadan da tasavvufun var olabileceðini iddia etmesi mümkün deðildir. Zaten bu dinin þarileri olarak kendilerini gören yukarýda adýný saydýðýmýz zevat "Bizden sonra hiç kimse, bizim yolumuzun dýþýna çýkamaz" diyerek, farklý yol ve yorumlarýn önünü kapatmýþlardýr.

Bu sebeple, sýkýþtýklarýnda, 'efendim, biz öyle anlamýyoruz... Biz tasavvuf derken þunu anlýyoruz... Biz onlara katýlmýyoruz... gibi indî ve kaçamak ifadeler geçerli olmamalýdýr. Zira her din, felsefe, ideoloji en sahih biçimde kendi kurucu ve koyucularýndan ve onlarýn kitaplarýndan öðrenilir. Ve ilkeler, kurallar, tanýmlar hep bu kitaplarla yapýlýr. Tasavvuf da mucitleri tarafýndan kurumlaþtýrýlmýþ, kayda baðlanmýþ ve kitaplaþtýrýlmýþtýr. Dolayýsýyla bir sofi'nin sýkýþtýðýnda, Vahdet-i vücud'u biz de kabul etmiyoruz... Rabýtayý, istimdadý, gaybden haber verildiðini, þeyhler'in vahiyle kitap yazdýklarýný biz de Ýslâmi bulmuyoruz, demeye haklarý yoktur. Bunlar alýnýrsa tasavvuftan geriye birþey kalmaz. Nerde kaldý ki takiye'yi meþru gören sofilerin bu sözlerindeki samimiyete inanmak da zordur. Her sofi, eðer çok acemi, çok yeni deðilse vahdet-i vücud'u benimsemek zorundadýr.

Bu çarpýk akide, mürid'e ürkütülmeden, uzun sürede azar-azar ve gizlenerek zerk edilir. Bu süreci temin edebilmek için de son derece þeytani ve sinsi bir yöntem uygulanýr. Evvela 'þeyhi olmayanýn þeyhi þeytandýr'(12) denerek, bir þeyh'e baðlanmadan kurtulmanýn mümkün olmadýðý telkin edilir. Bir þeyh edinme mecburiyetine inandýrýlan mürid, bu defa da, "bir ölünün gassal'a teslim olmasý gibi, müridin þeyhine teslim olmasý"agla13) gerektiðine inandýrýlýr. Bundan sonra da, müridin þeyh karþýsýnda, bütün insanî onur ve haysiyetinden vazgeçmesi demek olan, þeyh-mürid iliþkilerindeki adap, talim ettirilerek tarikat adabý þöylece öðütlenir:

'Mürid þeyhe tazim göstermeli, açýk ve gizli durumlarda onu büyük tanýmalýdýr.'

'Maksud'un ancak onun eliyle gerçekleþeceðine inanmalýdýr.'
'Ýþlediðinin zahiri haram da olsa, þeyhi'nin yaptýðýna itiraz etmemeli, "Niçin böyle yaptýn" dememelidir. Çünkü þeyhine 'niçin' diyen kiþi asla felah bulamaz.'

'Zahiren þeyhden kötü bir durum sadýr olabilir, fakat batini itibariyle o durum güzeldir.'

Ahmet Dede'nin, Celaleddin Rumi hakkýndaki þu sözü de þeyhin mürid üzerindeki yetki ve tasarrufunu ortaya koymasý bakýmýndan ilginçtir: 'Bugün cennete girmek onun rýzasýna, cehenneme girmek de onun gazabýna baðlýdýr’ (Ý. Sarmýþ Tas. ve Ýslâm Sh. 92).

"Gerçek müridin alametlerinden biri de, þeyhi kendisine 'Þu fýrýna gir' dese girmesidir."

"Bir adam Beyazýd'ýn müridlerinden birine: Þeyhin mi büyük Ebu Hanife mi diye sordu. Mürid: þeyhim, dedi. Sonra Ebu Bekir mi büyük senin þeyhin mi? diye sordu, yine Þeyhim dedi. O birer birer bütün sahabeyi saydýktan sonra Muhammed mi büyük þeyhin mi? dedi. Yine Þeyhim büyüktür dedi. En sonunda Tanrý mý büyük senin þeyhin mi? diye sordu. Ben tanrýyý þeyhimde gördüm, þeyhimden baþka birþey tanýmam.' dedi. Baþka bir müride de Tanrý mý büyük þeyhin mi? diye sordular. O da 'bu iki büyük arasýnda hiçbir fark yoktur' dedi. Yine müridlerden bir diðeri de: 'Bu iki büyükten daha büyük biri lazým ki bu farký ortaya koysun' demiþtir"agla14)

Bu gibi þeytaný söz ve telkinlerle eli-kolu baðlanan mürid'e vahdet-i vücud herzesini yutturmaktan daha kolay ne olabilir?

VAHDET-Ý VÜCUD KÜFÜR MÜ?

Yukarýda örneklerini verdiðimiz ifadelerden açýkça anlaþýlmalýdýr ki; vahdet-i vücud inancýna sahip sofilerce, var olan herþey, Allah'ýn bir parçasýdýr, O'nun zahiri görüntüsüdür ve hatta ta kendisidir. Sözde zikir meclislerinin vazgeçilmez nakaratý 'la mevcuda illallah' sözü bunun en açýk ifadesidir.

Bu söz Kur'an'ý yalanlayan bir sözdür. Kur'an, "O gökleri ve yeri yoktan yaratandýr... O'nun benzeri hiçbirþey yoktur" 42/11 diyerek, kendisinin yaratan ve kendi dýþýndaki herþeyin yaratýlmýþ olduðunu, üstelik bunlarýn hiçbirinin kendisine benzer olmadýðýný belirtir. Esasen Kur'an'ýn temel mesajý Hâlîk ile mahlukun vasýf ve iliþkilerini, duyurmak ve belirlemek deðil midir?

Vahdet-i vücud, kendi parçalarýndan bir kýsmýný lanetleyen, cehennemde yakarak cezalandýran, hakaret eden bir ilah anlayýþý getirir (52/24, 4/52, 118, 111/1-5, 74/19-26).

Vahdet-i vücud, gayta'tan þeytan'a, laðým faresinden -Ebu-Leheb'e, solucan'dan-Firavn'a, bir fahiþeden-homoseksüele kadar herþeyin Ýlah olduðunu iddia etmektir.

Mevlâna ve Þems arasýnda geçtiði söylenen hadisede de görüldüðü gibi, Vahdet-i vücud, kadýn kýlýðýna giren Tanrý ile seviþtiðini iddia etmektir. Ne gariptir ki; Allah'a söverek nara atan sarhoþ bir sokak serserisini, öldürmeye-dövmeye kalkan sofî, Þems ile Mevlana arasýnda geçtiði söylenen þu hadiseyi kutsar veya sessiz kalýr:

"Mevlana Þemsin yanýna girdi. Þems þahane bir çadýrda oturmuþ Kimya Hatun ile oynaþýyordu. Mevlana dýþarý çýktý. Bu karý koca oynaþmalarýna mani olmamak için medresede aþaðý yukarý dolaþtý. Sonra Þems (Mevlâna'ya) içeri gel diye seslendi. Mevlana içeri girdiðinde Þems'ten baþkasýný görmedi. Kimya nereye gitti? dedi. Þems 'Yüce Tanrý beni o kadar severki, istediðim þekilde yanýma gelir. Þu anda da Kimya Hatun þeklinde geldi' buyurdu. (15)

Þeyhül Ekber(!) Ýbni Arabi de "Allah'ýn kadýnda müþahade edilmesi en büyük ve en mükemmeldir." demiþtir.

Ýmam Rabbani'nin Mektubatýnda, "Allah Teala'nýn ismi zahiri o kadar çok tecelli ettiki, herþeyde ayrý ayrý göründü, hatta kadýn þeklinde, onlarýn organlarý halinde ayrý ayrý zahir oldu"agla16).

Vahdet-i vücud; Allah'tan baþka herþeye tapmayý meþru gören, hatta emreden bir dindir.

Þebusteri'nin þu sözlerine bakýn: "Bu makamda put, aþk ve birlik mazharýdýr... Onun için birlik, puta tapmanýn ta kendisidir... Bütün var olan þeyler varlýðýn mazharlarý ve tecelli yerleridir. Onlardan biri de puttur. Mutlak varlýk nerede varsa, ne ile zuhur etmiþse o þey hayýrdan ibarettir... Müslüman puta tapmak nedir bilseydi, dinin puta tapmaktan ibaret olduðunu anlardý..."

Bu konuda Abdulkerim el-Cîlî þöyle diyor: "Zatý itibariyle yüce olan Hakk'ýn açýða çýktýðý her varlýða tapmak gerekir"agla17).

Beyazid-i Bistamî de: Allah'tan Allah'a çýktým. Nihayet ben de 'Ey ben sen olan' diye seslendi...
Çadýrýmý arþýn yanýna kurdum... Allah'ým! Senin bana itaatin, benim sana itaatimden daha büyüktür... Allah'a yemin ederim ki, sancaðým Muhammed'in sancaðýndan daha büyüktür. Nurdan olan sancaðýmýn altýnda cinler, insanlar ve peygamberler bulunmaktadýr.... Beni bir defa görmen, Rabbini bin defa görmenden daha hayýrlýdýr... Öyle bir denize daldým ki, peygamberler onun sahilinde kalmýþtýr"agla18) diyerek, Allah'tan itaat bekleyen, Allah'tan daha hayýrlý ve yüce olduðunu ifade eden þizofrenler'in dinidir tasavvuf.

(Zavallý Evrenosoðlu, herkesin ilahlýk iddiasýnda bulunduðu bir mekânda büyük bir tevazu göstererek peygamberliðe razý olmuþ, çok mu?)

Þimdi soruyorum; hangi akýl hâlâ bu sözlerin teviline yeltenebilir? hangi insaf sahibi; bu sözlerin teþbih olduðunu iddia edebilir? Hangi iman sahibi; bu sözlerin küfür olmadýðýný söyleyebilir?

Bu sözlerin gizli ve ince bir mânasý vardýr, bu yüzden batinî anlamlarý önemlidir." diyerek savunanlara, muhterem Bahaeddin Bilhan Hoca þöyle derdi (25 yýl önce): "Birisi kalkýp anamýza, hanýmýnýza sövse; sonra da sizi yatýþtýrmak için; 'aman efendim yanlýþ anladýnýz. Bu sözlerin batinî mânâsý, -anneniz nasýl, hanýmýnýz afiyettedir inþaallah... Annenizin ellerinden öpüyor, hanýmýnýza hürmetlerimi sunuyorum..- demektir.-' dese ikna olur musunuz? Diye sorardý. Bunlarýn sözlerinin hangi birini tevil edeceksiniz, hangi birini teþbih sayacaksýnýz ki?"

Bu saçmalýklarý savunmakta güçlük çeken sofî takýmý, bu defa da 'bu sözler þathiyyattýr... Sekir halinde söylenmiþ sözlerdir.' bu yüzden sahipleri mazurdur." diyorlar. Ýyi de bu adamlar hiç mi ayýk gezmemiþ, kitaplarý sarhoþ sözleriyle dolu. Hem bunlar sarhoþ da, size ne oluyor? Sarhoþlarý savunmak size mi kaldý?

Evet, eðer bu sözler küfür deðilse, küfür ve þirk denebilecek birtek söz ve davranýþ bulmak mümkün deðildir. Bunlar küfür deðilse küfür ne? Ben Allah'ým diyen, beni görmen Rabbini görmenden bin kere daha hayýrlýdýr' diyen, 'Kadýn kýlýðýna giren Tanrý'yla seviþiyorum' diyen biri küfretmiyor da ne halt ediyor?

Anlaþýlmasý güç bir durum da, müslüman entellektüellerin büyük bir bölümünde sufizm'in izlerine rastlanýyor olmasýdýr. Dünya iþleri olarak özetlenebilecek iþlerde, son derece yetkin ve etkin olduklarý halde, ne hikmetse, din iþlerinde çoðu kez kendilerine, ümmi ve pek de akýllý olmayan bir Ruhban edinmekteler. Bu izahý zor bir çeliþkidir. Okur-yazar ve sanatçý kesimin, ümmi ve az düþünen kiþileri mürþit edinmeleri ya dinlerine, dünyalarý kadar önem vermediklerinin ya da din ve dünya iþlerinin sosyal alanda bile ayrýlmazlýðýný iddia etmelerine raðmen, bireylerin bile laik olabileceði düþüncesinden mi kaynaklanmaktadýr?

Yoksa Aydýn Müslümanlar'ýn (!) büyük bir kesiminde izlerine rastlanan tasavvufî temayül bir fantezi düþkünlüðü veya sahte bir tevazuun eseri mi sayýlmalýdýr?

DÝPNOTLAR:
1- E. Özkan, Tasavvuf ve Ýslâm, Sh. 95-353 (Þeyhden izinsiz, Kur'an'ý Kerim okumamalýdýr. Kur'an'ýn manasýný gözüyle mülahaza etmemelidir... Kur'an'ýn manasýný bile düþünmekten sakýnmalýdýr. (Müzekkin-Nufus Sh. 518-5191.)
2- Ý. Sarmýþ, Teorik ve Pratik Açýdan Tasavvuf ve Ýslâm, Sh. 37
3- A.g.e. Sh. 34.
4- N. Kazançakis Allah'ýn Fukarasý (Roman) Bir hýristiyan derviþin hayat hikayesi olan kitap, bir sofi'nin yaþayýþýyla tamamen örtüþüyor.
5- Prof. Dr. C. Sunar Tasavvuf Felsefesi ve Gerçek Felsefe.
6- E. Özkan, Tas. ve Ýslâm Sh. 2
7- Ý. Sarmýþ, Tas. ve Ýslâm Sh. 45
8- A.g.e. Sh. 115-119-120
9- Ýktibas Der., Sayý: 104-Sh. 26
10- Ý. Sarmýþ, A.g.e. Sh. 118
11 - Ömer Ziyauddin Daðýstani, Fetvalar - Sh. 79.
12- Beyazýd-i Bistamiye atf. Ý. Sarmýþ, Tas. ve Ýslâm-Sh. 175.
13- E. Özkan, Tas. ve Ýslam - Sh. 85
14- Ý. Sarmýþ, A.g.e. Sh. 177.
15- Ahmet Eflaki. Menakibul Arifin - 11/56/57. Haksöz Dergisi, Nisan 93
16- Ýmam Rabbani, Mektubat Terc. 1. Mektup
17- Haksöz Dergisi, Nisan 93.
18- Feridun Atlar, Tezkiretül Evliya 1/160.

Ýktibas Dergisi, Ömer Þevki Hotar, Sayý: 209, Mayýs 1996
Gönderen: 10.03.2007 - 20:47
Bu Mesaji Bildir   i-will-die-soon üyenin diger mesajlarini ara i-will-die-soon üyenin Profiline bak i-will-die-soon üyeye özel mesaj gönder i-will-die-soon üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1156 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
zec (53), yesil07 (39), volkansav52 (40), bebecik1974 (50), mcamlica (38), serdar414 (47), musoylemez (56), KalpYapalim (32), gurbat (62), yasen (47), yilmaz (63), kenzularsh (40), srknsrt (51), puma (54), mazpolat (67), pskofb (38), akaasa (49), oguzy (74), arkadasim (51), Mecnun2000 (55), sarenge (44), SarCopTeS (43), halil40 (36), belan08 (47), halil_10 (37)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.67175 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.