colchicine generique rhinocortbudesonide generique kaletra lopinavir ritonavir detrol detrusitol dexantol dexone diamox diflucan dilantin dilatrend dilzem dinostral diocimex diovan hct diovan diprolene diuresal diurix dostinex doxy basan doxycline droxia dulcolax duodopa duphaston duricef duspatalin dynexan nouvelle formule ecopan efavirenz effexor xr effexor elantan elavil eldepryl elmetacin elocon elpradil eltroxine elyzol ena basan enasifar endoxan
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

12 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (1): (1)
Ekleyen Mesaj
Konu: !!!Çok Önemli!!!
ipekyolu_19 su an offline ipekyolu_19  
!!!Çok Önemli!!!
12 Mesaj -
Halveti Uşşaki Meşayıhı Eyyüp Fatih Nurullah efendinin Canlı Yayın Sohbeti Başlamıştır.
http://80.93.223.152:3536/listen.pls
http://www.gulzarii.com/radyo

Ekleme Tarihi: 16.03.2007 - 20:53
ipekyolu_19 üyenin diğer mesajları ipekyolu_19`in Profili ipekyolu_19 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: HALVETİ UŞŞAKİ YOLU SİLSİLESİ
ipekyolu_19 su an offline ipekyolu_19  
HALVETİ UŞŞAKİ YOLU SİLSİLESİ
12 Mesaj -
HALVETİ UŞŞAKİ YOLU SİLSİLESİ


BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

ALLAH (C.C.) AMME NEVALUHU VELAİLAHE GAYRUHU

NEBİYEL MUSTAFA, ALİYEL MURTEZA, EBU BEKİR SIDDIK HEM ALİ ABA,

HASAN ‘ÜL BASRİ, HABİBİ ACEMİ, DAVUDU TAĞİYLE KALPLER PÜR SAFA,

MARUFUL KERHİ, SIRRI SAKATİ, CAMİ’ÜT TARİK CÜNEYDİ BAĞDADİ,

MİMŞAD MUHAMMED ZİNNUR, MUHAMMED BEKRİ, VECHETDİNİ KADİ ‘İ SÜHREVERDİ,

KUTBUDDİN, RUKNEDDİN, MUHAMMED ŞİRAZ; ZAHİD MUHAMMED GEYLANİ CEMALEDDİN BAZ,

ÖMER EL HALVETİYİ PİRİ EVVEL YAZ,

MUHAMMED İZZETTİN, SADRETTİN HİYAMİ;

SEYYİD YAHYA ŞİRVANİYLE ETTİLER KIYAM,

MUHAMMED, TACETTİN ALEADDİN UŞŞAK; YİĞİT BAŞİ, KARAMANİ, SİNANDA KUŞAK,

KUTBUL AFAK GAVSUL UŞŞAK HATEMEN PİR NESLİ PAK

SEYYİD HASAN HÜSAMETTİN UŞŞAKİ KOLUDUR HAK,

MİMCANİ, GARİBİ, ALİM SİNAN; KEŞANİ, HALİL ABDULKERİM HAN,

OSMAN, HAMDİ, CEMAL, SELAHADDİN; ZÜHTÜ, SÜLEYMAN, VASFİ, GALİB ŞEMSETTİN,

TALİBİ İRŞADİ, HÜSEYİN KANBER; NECATİ, GÜLZARİ, FEHMİYE ÖNDER,

OL NUR ŞİMDİ GELDİ MÜCAHİD YANAR; SIRRI NURULLAH ‘DA EYLEMİŞ KARAR,

İSTEYEN AŞIKLARA EYLESİN VEFA,

YA RAB SENİN AŞKINLA BULSUNLAR SEFA,

AMİN, AMİN, AMİN YA ERHAMERRAHİMİN

VELHAMDÜLİLLAHİ RABBİL ALEMİN.


kaynak:http://www.gulzarii.com
Ekleme Tarihi: 23.02.2007 - 19:41
ipekyolu_19 üyenin diğer mesajları ipekyolu_19`in Profili ipekyolu_19 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: Fatih Nurullah Efendinin Hayatı
ipekyolu_19 su an offline ipekyolu_19  
Fatih Nurullah Efendinin Hayatı
12 Mesaj -
Fatih Nurullah efendi 1962 yılında İstanbul'da doğdu. Babası Hasan Bedrettin Efendi, annesi Bedriye Hanım'dır. Doğumu İstanbul olmakla beraber memleketi Sivas ‘ın Divriği ilçesidir.

1973'de Özdemiroğlu ilkokulu'nu, 1976'da Kemal Atatürk orta okulunu ve 1979 ‘da Haydarpaşa erkek lisesi'ni bitirerek aynı yıl İstanbul Üniversitesi Spor Akademisi bölümüne girdi. 57 kiloda bir çok kez Türkiye şampiyonluğu ve Balkan üçüncülüğünü elde etti. Birçok başarıya imza atan milli bir güreşçimiz olarak, 1983 yılında Akademiden mezunoldu.

1984 yılında askerliğini yapan Efendi hazretleri 1987 yılında Ümran annemizle dünya evine girdiler. Bu evlilikten 1 Kız ve 3 Erkek çocukları oldu.

İlk dini eğitimini ailesinden gördü.Dedesi Abdulkadir efendi Osman Bedreddin Erzuruminin yiğit dervişidir.Oğlu Hasan efendiye bu yüzden şeyhinin künyesi olan Bedreddini ilave etmiştir. Babası Hasan Bedreddin efendi ve annesi Bedriye hanım zikir ehli insanlardır. Babası Hasan Bedrettin Efendi; bir çok alim ve fazıl şeyh efendilerin sohbetinde ve hizmetinde bulunmuş, hal ehli bir kimsedir. Fatih Nurullah Efendi bu vesile ile 1982 senesinde İmam efendinin kamil hulefası babasınında şeyhi olan Nakşi şeyhlerinden Şerif Atalay efendiye intisap edip onun maddi ve manevi ilgilerine mazhar oldu.Şerif efendiye olan tam bir bağlılık ve emirlerine itaat ile kısa zamanda kendisine manevi güzellikler ihsan edildi ve Nakşi sülükunu bu sekilde tamamladı. Ancak Şerif Atalay Efendi icazetini hak etiği halde kendinsinin bunu vermeye yetkili olmadığını icazetini zamanın kutbu olan kişinin vereceğini bildirmiştir.Tevafuken Şerif Atalayın Buhara nakşi dergahındaki şeyhi Feridun babada aynı şekilde kendisine edeben icazet yazmamış zamanın kutbu olan Osman Bedrettin Erzurumiye icazetini almak üzere göndermiştir.Şeyh efendinin vefatından sonra Fatih Nurullah efendi bir arayış içine girer ve gördüğü ve yaşadığı bazı manevi işaretler üzerine Hasan Hüsameddin Uşşaki Hz’lerinin merkez dergahına hizmet etmeye başlar.Naci Eren efendi ile bir müddet irtibatlanan Fatih Nurullah efendi bilahare Hasan Hüsameddin Uşşaki Hz’lerinin kamil halifesi Sahibüzzaman Eşşeyh İbrahim İpek Çorumi Hz leri ile tanışır.Şerif Atalay efendinin de tensibi ile Şemsi Tuba Tabani Veli Kutbul Aktab Hacı Hafız İbrahim İpek Efendi hazretlerine teslim olur.Zaten Amasyada ikamet eden Şerif Atalay efendi ile İbrahim İpek efendi arasında manevi bir irtibat olduğunu anlıyoruz.Şerif atalay efendi Kendi icazetini vefatından çok evvel İbrahim İpek efendiye teslim etmiştir.

İbrahim İpek efendiye olan teslimiyet ve hizmetleriyle üstadın gözdesi olur ve o büyük velinin feyiz neşesiyle dolmaya başlar. Bu hizmetler 2000 senesine kadar bu şekilde devam eder ve İbrahim İpek Efendi hazretleri vefatına yaklaşırken Nurullah Efendi Hazretlerini yanına çağırır ve icazetini yazarak Halveti Uşşaki kolunun ve sair tariklerin icazetini imzalayarak. Her türlü yetkiyi şahitler huzurunda teslim ettiğini beyan etmiştir.

Fatih Nurullah efendi hazretleri vazifeyi aldık tan sonra hiç durmamış ve cemaatinin ve ihvanlarının en iyi yerlerde en güzel hallerde olmaları için koşturmuş ve hala koşturmaktadır (Allah kendisinden razı olsun). Üstadın kendisi artık bir köşeye oturup ihvan bekleyerek şeyhlik yapma dönemi geçti zaman imanı kurtarma zamanı bir kişinin bile olsa imanını kurtarmak için koşturmak ve hizmet etmek gereklidir düsturu ile çalışmakta ve ihvanlarına da bu hali aşılamaktadır.

Fatih Nurullah efendi İbrahim İpek Efendinin vefatından önceki arzusu üzerine İpek Yolu isimli kitabını yazmış ve ihvanlarına feyiz kaynağı haline getirmiştir. Bunu mütakip Gülzari Hüsniya ve Nurdan Doğan nur damlayan Sohbetler isimli diğer eserlerini yazdı. İpek yolu dergisinin çıkmasında öncülük yaparak ihvanlarının ufkunu açmayı gaye edindi.

Feyiz ve bereket dolu bir yaşantıyı ve bu yaşantının güzide insanı Fatih Nurullah efendi Hazretlerini kelimelerle ifade edebilmek elbette mümkün olmayacaktır. Ama biz acizane affına sığınarak haddimiz olmayarak kendisinden biraz bahsederek ihvanlarının ve tanımak isteyen tüm kardeşlerimizi birazda olsa bilgi sahibi yapabilmek gayesiyle bu biyografiyi hazırladık. Bu güzel şahsiyeti kelimeler değil bizzat yaşayabilmeyi nasip etsin inşallah.

AMİN

kaynak:http://www.gulzarii.com
Ekleme Tarihi: 23.02.2007 - 19:39
ipekyolu_19 üyenin diğer mesajları ipekyolu_19`in Profili ipekyolu_19 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: OSMANI BAHRİ (K.S.A.)
ipekyolu_19 su an offline ipekyolu_19  
OSMANI BAHRİ (K.S.A.)
12 Mesaj -
Fehmi dede’nin Hüsnü Gülzari vefat ettikten sonra icazet yazdığı halifesidir. Haritanın büyüklüğü ve ihvanın çokluğunu göz önüne alarak halife arayışına giren Fehmi Dede seçme Cem dervişlerini denemiş sonunda Osman Bahri efendiye karar kılmış. Fakat icazeti yazdığına İbrahim İpek efendiye rüyalarını anlatmasını ve onun halifesi olarak hizmet vermesini istemiş. Fakat bazı nedenlerden dolayı başlangıçta başlayan bu diyalog kesilmiş ve ayrı ayrı hizmet etmeyi her iki tarafta uygun görmüş.

Kendisi Çorum ili Sungurlu ilçesi Paşapolatlı köyünde 1896 senesinde dünyaya gelmiş ve 84 yaşında 1980 senesinde aynı köyde vefat etmiştir. Fehmi Efendinin hilafet yazdığı halifesidir. Tariki Uşşakiye çok hizmetler yapmış, Sungurlunun köylerinde çok derviş dualamıştır. Hüsnü Gülzari ve Fehmi Efendinin dualamış olduğu dervişlere hizmet etmiş yeni yüzleri yola kazandırmıştır. Kendisi vefatından önce Hüsnü Gülzarinin dervişi olan Yozgatlı Hacı Ahmet Lütfi Efendiye icazet yazmış ve tariki Uşşakide değişik ayrı bir kol olarak hizmetlerini sürdürmeye gayret etmişlerdir. Gülzarinin bahçesine bir renk, bir çeşni katmışlardır. Kendisinin divanları incelendiğinde aşık, zahid ve gayretli bir zat olduğunu görmekteyiz. Şeriatın zahirine bağlılığı ümmi olsalarda alimler arasında saygın bir yer tutmasına vesile olmuş gösterdikleri keşif ve kerametlerle bir çok alimi dualıyarak yola kazandırmışlardır. Eserde yer alan divanlarında da okuyacağımız gibi Hüsnü Gülzari, Seyit Necati Dede, Fehmi Dede ‘nin ve Hasan Hüsamettin Uşşaki hazretlerinin bulunduğu bir mecliste kendisine icazet verilmiş ve vazifelendirilmiştir.

kaynak:http://www.gulzarii.com
Ekleme Tarihi: 23.02.2007 - 19:37
ipekyolu_19 üyenin diğer mesajları ipekyolu_19`in Profili ipekyolu_19 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: HASAN MANSUR EFENDİ (K.S.A.)
ipekyolu_19 su an offline ipekyolu_19  
HASAN MANSUR EFENDİ (K.S.A.)
12 Mesaj -
Çankırı ilinin Kızılırmak kazasının halaçlı köyünde 1929 yılında doğdu ve yaşadı. Babasının adı Musa annesinin adı Meryem hanımdır. Mesleği çiftçiliktir.

Çiftçilikle uğraşırken Uşşaki meşayihinden Mehmet Fehmi efendiden 1965 senesinde dualanmıştır. Seyri sülükuna hiç ara vermeden, elbise dahi soyunmadan devam etmiştir. 1967 yılında Fehmi dede vefat edince İbrahim İpek efendinin gözetiminde yola devam etmiş. 1976-77 yıllarında onun elinde irşat olup icazete hak kazanmıştır. El tutmadan önce pehlivanlık yapmış ve insanlara faideli olmak için sınıkçılık ve tebabet yeteneğide varmış. İrşat olduktan sonra nefesi ve okuması ile birçok insanın şifa bulmasına vesile olmuş. - Fehmi dededen dualanırken eli eline değdiğinde ceryanın şase yaptığı gibi bir ışık çıkmış. Bunun üzerine eniştesi (üssük dede) “Hasan sen hilafet alacaksın ama halaçlı köyü seni çekemeyecek” demiş. İbrahim İpek efendi maneviyette aldığı işaret üzere 1977 ‘de Halaçlıya gelip icazetini imzaladı, manevi ismini Mansur koyup halife olarak tayin etti. Maneviyatta çok evlatları olsa da sülbünden gelen (Musa, Süleyman, Recep, Ali, Müyeser,Sare) 6 adet çocuğu vardır. Allah c.c. hepsini feyzinden mahrum eylemesin amin. - Vefat etmeden önce, beni köyün mezarlığına gömün altı ay sonra açın eğer cesedim çürümüşse bırakın orada kalsın, yoksa köyün yakınındaki işaretlediğim tepeye gömün demiş.İhvandan bazıları kabri açılırken meraktan bakmışlar kefeni ile terrü taze duruyor. Fakat nakletmeye çekinmişler. - Hasan Mansur efendi ve diğer halifeler Halaçlı köyünde toplanmışlar zikir ve sohbetten sonra İbrahim İpek efendi Hasan efendi hariç diğer halifelerin icazet yazma yetkisi olmadığını beyanla kendisine ayrı bir değer, kıymet verdiğini ve maneviyatının büyüklüğünü işaret etmiştir. - Şu anda tarikata en ziyade hizmet eden dervişler onun dualadığı dervişlerdir. Fakat efendi celalli bir zat ve feyzi kabından taşan bir hal arz ettiği için ihvana voltaj fazla geldiğinden bir çoğu efendinin bu halini taşıyamamış hareketlerini kamilen kontrol edememiş taşkın cezbeli ruh haline erişmişlerdir. - İhvandan biri şöyle anlatıyor bir gün mana aleminde beni çağırdı. Bende ziyaretine gittim. Bir gece dergahta misafir kaldık. O gün daha bir şey demeden sen rüyanı niye başkasına söylüyorsun. Ben sana rüyanı rehbere söyleme demedim mi? dedi ve rüyamı benim gördüğümden daha iyi bir şekilde bana anlattı ve bana “eğer rüyanı şeyhlerden başkasına anlatırsan sana çok kızarım” dedi. - Yine bir gün rahatsızlığında bir ihvanın evinde geceledik o gece hasan efendiye ait bir maneviyatım oldu. Sabah namazını kıldıktan sonra gördüğün rüyayı anlat dedi. Bende bu rüya kalsın efendim dedim. Yok anlat dedi bende efendim sizin hakkınızda 1 yıl 10 gününüzün kaldığı söyleniyor dedim. O ‘da bunu kimseye söyleme dedi. Gerçekten o günden sonra bu kadar yaşadı. 27 Mart 1987 tarihinde dünyasını değiştirdi. - Şimdiki Medine zakirimiz Beşpınarlı Hacı Bayram kamyon şoförlüğü yaparken, direksiyonda uyuduğunu ve direksiyonda 20 km. bu şekilde yol gittiğini, yükünü bırakıp geri dönüşünde şeyh efendinin olduğu kasabanın zikir meclisinde ona hitaben Hasan Mansur efendi “ Hey sen niye uyuyorsun” demiş. Ben uyumanın mümkün olmadığı bir ortamda olduğum için teaccüp ettim. Bilahare “Oğul direksiyona çıkarken uykunu al öyle çık bize 20 km. direksiyon sallattırdın” deyince meseleyi anladım efendiye ve yola sevgim daha ziyadeleşti. - Sungurlunun Beşpınar köyünden geçerken derenin coşkun olduğu zamanda taksici dere kenarında durmuş Arabada 5-6 kişi varmış. Hasan Mansur efendi taksiciye oğul karşıya geç diyor. Şoför “ Siz canınıza mı susadınız” diyorsa da dinletemiyor ırmağa arabayı sürüyor karşıya geçince inip bakıyor ki arabanın lastikleri ıslanmamış. Hemen derede abdest alıp “ben şimdiye kadar size paranız için hürmet ve hizmet ediyordum. Artık Allah rızası için hizmet edeceğim” efendi beni duala deyip derviş olmuş. - Hastaneye yatarken dervişin biri efendiye efendim, şeyh de çok, fitne de çok herkes bir şey diyor Allah gecinden versin biz sizden sonra ne yapalım yönümüzü kime dönelim diye sormuş. O ‘da “ oğul biz ağanın çobanı idik şimdi ise vademiz yetti geride kalan sürüyü ağaya teslim ettik” dedi. Ben yine “ağa kim? “diye sordum “divanımız ağanın kim olduğunu ıspatlamıyor mu oğul” dedi diyor. Hafız Kutup, dil uzatma Nadan derviş, yandan atma Mansur turab, buhtan etme İstiğfara gel kardeşim bu bize Hak esmasında geldi demiş ve ağayı İbrahim İpek efendi olarak işaret etmiş. - Hasan efendinin oğlu Musa efendinin Ankara ‘daki evinin önünde bir armut ağacı vardı ve güz mevsimi meyveleri toplanmıştı Hasan efendi “Oğul sayın bakalım kaç armut var” dedi. Oğlu saydı 9 adet dedi. “Derviş salla bakalım da düşsün” dedi, dokuzu da düştü. Orda bulunan dokuz kişiye dağıtıldı. Tekrar “armut var mı bakın” dedi var dediler “sayın bakalım” dedi 9 adet olduğu söylendi. “ Onu da çocuklar yesin” dedi ve ayrıldı. Allah C.C.şefaatine nail eylesin amin. - Bir kaç derviş arkadaş Hasan efendiyi ziyarete gidiyorduk. Arkadaşlarla anlaştık, dedik ki: “İkindi namazını Hasan efendi ile beraber kılalım.” Sungurludan çıktık ve yolu yarıladık. bir çeşmeye geldik. Arkadaşlardan biri, “Şu çeşmeden abdest alayım.” dedi ve durduk. Arkadaşlar abdestini aldı ve dediler ki: “Şurada ikindi namazını kılalım.” Namazı kıldık ve tekrar yürüdük. Halaclı köyüne vardık ama ikindi vakti geçmek üzere idi. Hasan efendi: “İkindi namazını kıldınız mı?” dedi. “Efendim kıldık.” dedik. Bunun üzerine bize “Sungurludan çıkarken, İkindi namazını Hasan efendi ile kılalım dediniz de, yolda niye kıldınız? Benim de namazımı geciktirdiniz.” dedi ve kalktı, namazını kıldı. Son olarak seçme divanlarını yayınlayacağımız bu zatın divanlarıda çok hakikatler içermektedir.Bu zatla ilgili menakıplara ve hakikatlere rastladıkça elbette daha yakından tanımak hasıl olur. İnşallah şu an kısa bilgi sunduğumuz bu zatların hayatları daha büyük araştırmalara konu olur ve daha güzel eserler ortaya çıkar.

kaynak:http://www.gulzarii.com
Ekleme Tarihi: 23.02.2007 - 19:35
ipekyolu_19 üyenin diğer mesajları ipekyolu_19`in Profili ipekyolu_19 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: HÜSEYİN MURAT (K.S.A.)
ipekyolu_19 su an offline ipekyolu_19  
HÜSEYİN MURAT (K.S.A.)
12 Mesaj -
İbrahim İpek efendinin icazet yazdığı ilk halifesidir. Kendisi Hüsnü Gülzari hazretlerinden dualanmış Fehmi Dedenin rehberliğinde yol almış bir Allah dostudur. Fehmi efendi dergahta kendini ziyarete gelen Hüseyin efendiye rüyası olup olmadığını sormuş O ‘da gördüğü maneviyatları anlattıkta Fehmi efendi civardakilere seslenip gelin gelin boşa kürek çekenler biz yiğiti bulduk deyip hilafete hak kazandığını bildirmiş.

Bilahare icazetini yazdırmış. Fakat vefat edeceği sene Hüseyin Murat efendi hac yolculuğunda olduğu için teslim edememiş. Fakat İbrahim İpek efendiye vasiyet etmiş. Hilafetini vermesini tavsiye etmiştir. - Bir mecliste Hüseyin Murat efendi dervişlerin içinde diz üstü yerde otururken İpek efendi kendinin Şahlı (Murat) Hüseyin çavuş olup olmadığını sormuş. Olumlu cevap alınca onu ihvan içinden çıkarmış kendi yanına oturtmuş. İhvanlara artık ona hürmet etmeleri ve hilafete hak kazandığını beyan etmiştir. Fakat Hüseyin Murat efendi vazifeden imtina etmiş kendisinin bu vazifeye elyak olmadığını beyanla affını dilemiş. 2 sene yazılan icazeti almaya gitmemiş. Bilahare İbrahim İpek efendinin “erenler razı gelmiyor gel icazetini al vazifeye başla” ikazı ile irşat kervanına katılmıştır. Bu durum irşada yetkisi olmayan icazetsiz olan kişilerin mevcut tavırlarına en büyük ders olsa gerektir.Bu zavallılar icazetten ve silsileden haberleri olmadığı halde bazı zahir hocalara para ile yazdırdıkları icazetlere istinad ederek vazife yapmaya çalışmaktadırlar. Bu onların cehalet ve hamakatlarının işareti olsa gerektir. Bu tip insanlardan dervişlerin kaçınmaları itibar etmemeleri bizlerden ihvana nasihattir. İbrahim İpek efendi bir adamda şeyhlik yok ise maneviyatta kendisine bu vazife verilmemişse bu şekilde başına adam toplayanları Allah c.c. hususi bir cehennem halk edip onu orada yakacak buyurdu. Bir diğer ifade ile kendisine Şeyhlik vazifesi olmayan bir adam eline tuttuğu kişinin cehenneme biletini keser buyurdu. Allah c.c. bu tip vartalara düşmekten bütün kardeşlerimizi ihvanı muhafaza eylesin. Amin Ya Erhamerrahimin. Hüseyin Murat efendininde ağlayarak irşat olduğu çok ibadetli ve gayretli bir zat olduğu bildirilmektedir. Kendisinin halife olarak İbrahim İpek efendiye sevgisi ve teslimiyeti tam bir zat olduğu onu ziyadesiyle sevdiği onun bulunduğu mecliste derviş gibi hareket ettiği bildirilmektedir. Hatta onu tanıyan ruh halini iyi bilen ihvan efendim Hüseyin Murat efendi eğer hayatta olsaydı bu hizmette sizin en büyük destekçiniz ve yardımcınız olurdu demekteler. Bizde bu zatın kemalini yetiştirmiş olduğu ihvanların edep ve kemalinden anlamaktayız. Bugün itibariyle yola en çok hizmet eden fitneden uzak duran ve kaynaştırıcı, birleştirici davranan onun yetiştirdiği kişiler olduğunu söylemek durumundayım. Meclisine girenlerin sevgi ve muhabbetle ayrıldıkları kalplerinde Allah ve Resulullah sevgisinin coştuğu, kaynadığı bildirilmekte. Hüseyin Murat efendi irşat hizmetleri esnasında İbrahim İpek efendiyi çok sayar, onun önüne geçmez müşkül meselelerde kendisine danışarak hareket edermiş. - Hilafeti aldıktan sonra ise sık sık “ O kadar alim fazıl insan dururken Cenabı Hak bu aciz günahkarı bu işe layık gördü” deyip ağlar göz yaşı dökermiş ve bu göreve ve hizmete layık olmaya çalışırmış. - İlk hanımı vefat ettikten sonra aldığı bir emirle şahlı köyünden Ankara’ya gelmiş burada bir ihvanın annesi ile nikahlanıp irşat çalışmalarına Ankara ‘da devam etmiştir. - İbrahim İpek efendiye olan bağlılığından bir ihvanın kızını gelin çıkarmak için Şahlı köyünden gece tesbihte çıkıp Çorum ‘a İbrahim İpek efendiyi ziyarete gelip desturunu aldıktan sonra geri dönüp düğünü öyle başlatmıştır. - Fettah esmasına kadar getirdiği helleceli Ethem dervişi bilahare bizim üstadımız var deyip İpek efendiye teslim etmiştir ve o dervişi cem esmasına İbrahim İpek efendi bırakmıştır. - Diğer halifelere halvet oldukta onlara nasihat eder “İbrahim İpek efendi bizim üstadımızdır. Hilafet işine karışmayın o hayatta olduğu sürece hiç birimiz onun önüne geçemeyiz” dermiş. - Hüsnü Gülzari ve Fehmi efendiye karşıda muhabbeti çok ziyade imiş bir keresinde genç rahvan atıyla efendiyi ziyarete gitmiş. Fehmi dede onunla köylere irşada çıkmayı teklif edince şart olarak ” Efendim senin at zayıf, yaşlı ve halsiz eğer bu atla senin atı değiştirmeye razı olursan kabul ederim” dediğinde Fehmi dede, “ama üste verecek param yok ki” dedikte “efendim ne parası ben böylece hediye ediyorum, birkaç köy fazla dolaşır bana dua edersin ödeşmiş oluruz“ demiş. Bu olay Fehmi dedenin çok hoşuna gitmiş ve Hüseyin efendiye çok hayır dua etmiş. “Baba himmet, oğul teslimiyet”, “Baba himmet, oğul hizmet” - Hüseyin Murat efendinin Hüseyin isminde bir oğlu var. İbrahim İpek efendi gençliğinde biraz haşari olan oğlunu gördüğünde latifeyle “ben senin böyle olduğunu bileydim, babana icazet yazmazdım” der gülermiş. Şimdi bu kardeşimiz efendinin misafirlerine en güzel hizmeti vermektedir. Allah razı olsun. - Bir keresinde irşat için gittiği köye namaz için camiye gitmiş. Dönüşte köyün gençleri acaba bu şeyh mi değil mi denemek için oturacağı yerin altına mushaf koymuşlar . Camideyken murakabada oturacağı yerde altında yılan olduğu gösterilen. Hüseyin Murat efendi odaya gelince oturacağı yastığı kaldırdığında Mushaf olduğunu görmüş öpüp başına koyup ağlamaya başlamış. “Oğul eğer bize bildilmese idi de bilahare üzerine otursaydık sizin haliniz ne olurdu, yavrum bir daha kimseye böyle şeyler yapmayın “ deyip ikaz etmiş. - Bir keresinde Anadoluya yolculuk yaparken Bolu Hayrettin Tokadi dergahında biraz istirahat için uzanmıştım. Dergahın içinde bir meclis kuruldu ortada yeşil sarığı ile Hüseyin Murat efendi yanında ihvandan Abis çavuş var Hüseyin efendi Abis çavuşa “yakında trafik kazasından gideceksin, hazırlığını yap” dedi. Bende ona bak efendi levhi mahfuza bakıp ordan konuşuyor dedim. Hakikaten bir ay sonra çok sevdiğimiz kardeşimiz Hakka yürüdü Allah taksiratını affetsin amin. - Şu anda kabrinin bulunduğu şahlı köyünde sağ iken pek kendini sevmeyenler şimdi kabrinde ki toprakları alıp tarlalarına serperlermiş. Mahsule dadanan fare ve zararlı mahluklar def olurmuş ! Keşke hayatta kıymetini bilselerdi de ürünleri kurtulduğu gibi ahiret hayatları da kurtulsaydı. - Yazmış olduğu divanlar için İbrahim İpek efendi bu divanların sadece biriyle 2-3 saat bir alim sohbet eder çok manalı deyip övermiş.

kaynak:http://www.gulzarii.com
Ekleme Tarihi: 23.02.2007 - 19:34
ipekyolu_19 üyenin diğer mesajları ipekyolu_19`in Profili ipekyolu_19 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: HAYRULLAH EFENDİ (K.S.A.)
ipekyolu_19 su an offline ipekyolu_19  
HAYRULLAH EFENDİ (K.S.A.)
12 Mesaj -
Tariki Uşşaki meşayihinden Hüsnü Gülzarinin 3 ‘ncü halifesi Hacı Hayrullah Ümmi-Han 1916 senesinde Çorum ili Bayat ilçesi Çayköy’de bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babasının ismi Hüseyin, anne adı ise Nazik hanımdır. Hizmet gayret ve samimiyetle irşat olduğu bildirilmektedir. 1945-50 senelerinde Hüsnü Gülzari hazretlerine intisap etmiş 1956 senesinde İbrahim İpek efendiden 7 ay önce Mehmedi Fehmi efendiden, İdris efendiden sonra 3 ‘ncü halife olarak icazet almıştır.

Ümmi olması ve yanındaki ihvanın bile kendisinin maneviyatını iyi anlayamaması irşat noktasında birçok sıkıntılara maruz kalmasına yol açmış ve çok eleştirilere uğramış. Bu hale gösterdiği sabır ve metanet onun kemalinin artmasına ve münkirlerin ise ondan yeterince istifade edememesine yol açmıştır.

Hüsnü Gülzari ve Mehmedi Fehmi ‘nin vefatından sonra tariki Uşşaki binasının iki kamil nöbetçisi ve hizmetçisi olarak İbrahim İpek efendi ile birlikte yola ve erkana hizmet etmiş bilahare 1421 hicri, 2001 yılının 11. ayının 14 ‘de hakkın vasi rahmetine kavuşmuştur.

50-55 seneleri arasında 5-6 sene Mehmedi Fehmi efendinin nezaretinde dergaha hizmet etmiş seyri sülukunu çıkarmak hakka vuslat etmek için çok azim, riyazet mücahede ve imtihanlara tabi tutulmuştur.

Kendisi bir meşayihin yanında dervişlerin ölü mesabesinde olması gerektiğini bildirir. Meşayih yanında irade beyanının edebe aykırı olduğunu söylerdi. Kendisinin Hüsnü Gülzari ve Mehmedi Fehmi efendinin meclislerinde otururken orada yok misali sohbetlerini dinler feyiz ve bereketlerinden azami istifade yollarını arardık ve emirlerini harfiyen yerine getirmeye azmederdik derdi. Allah C.C. şefaatlerine nail eylesin. Amin.

Tasavvufi görüş olarak gece ibadetine çok önem verir dervişin 4 rekat tarikat namazı kılmasının asıl olduğunu beyan eder. İhvanına kendisinin tariki Uşşakideki en öndeki sorumlu olduğunu diğer halifelerin dualadığı dervişleri kendisine teslim ettiklerini beyan ederdi.

Divanlarından da anlaşılacağı üzere halifenin fazla olmasından şikayetlenmiş ve bir tarikatta bir tek şeyh olması gerektiğini mevcut halifelerin ise kendisine gelip tastik almasını beklemiş ne yazık ki bu tastik ve tasvibi alamamıştır.

Divanlarında kendisine hakikatta Ümmi-Han mahlasının verildiğini hakikatta rastladığı maneviyatlarda kendisinin ihvana üstat olarak tayin edildiğini bildirmektedir.

Fakir İbrahim İpek efendi tarafından 2000 senesinde vazifelendirilince vazife icabı dervişleri dolaşmaya başladım bir keresinde ihvandan birisi Hayrullah efendinin bizi merak ettiği ve görmek istediğini bildirdi. Bizde Hüsnü Gülzarinin gülü İbrahim İpek efendinin tarik kardeşi olması hasebiyle dergahına ziyarete gittik elini öptük bir keresinde de Ankara’da ki oğlunun evinde hasta olduğu için iki seferde Ankara Numune hastanesinde görüştük. Elini öpüp duasını almaya çalıştık. Bilahare umrede iken vefat haberi geldi, döndükten sonra kabrini müteaddit defalar ziyaret ettim ve inşallah ömrüm oldukçada ziyaret edeceğim.

Kendisini ilk ziyaret ettiğim sene berat gecesinde Çorum’da idik o geceyi ihya ettikte gündüzünde birazcık uzandım baktım Hayrullah efendinin hakikat dergahındayım. İçeride birkaç dervişi var kendisi rahatsız ayaklarından şekva ediyordu. Bu hali görünce ihvana ziyaret etmemiz gerektiğini söyledim. Dergahına gittiğimizde Bayatta ayağı ağrıdığı için hastaneye yattığını söylediler.

Bir keresinde maneviyatta bir sedirde kendisiyle birlikte oturuyoruz. Kendisinin hilafet yazdığı söylenen Kapaklı İsmail ve diğer dervişler yerde oturuyor kapı ağzındaki İsmail derviş “bende halifeyim” diye böbürlenmekte bunun üzerine “ben gel seni bir dinleyim” diyorum, o da “burada olmaz herkes duyar” diyor. Bende “gel kulağıma söyle” diyorum. O ise gelip bana nefs-i emareyi anlatıyor. Ordan geçmiş fakat nefs-i levvamede kalmış oradan ileriyi anlatamıyor. Bunu üzerine tariki uşşakide icazet yazma yetkisi fakirde olduğu için ben Hayrullah efendiye dönüp “efendi sen nasıl buna icazet yazdın” diye söyleniyorum. “Bak daha levvameyi geçememiş” diyorum. O da hiçbir şey demeyip boynunu eğip susuyor.

Umrede iken birde baktım Alemi menamda Hz. Pir ‘e bir cenaze getiriyorlar. Fakat cemaat lakayt ve gevşek ben gelen iyi bir zata benziyor ama bu cemaat niye böyle lakayt ve gevşek diye taacup ediyorum. Bilahare kardeşler telefon ettiler ve Hayrullah efendinin vefat haberini bildirdiler. Allah c.c. rahmet eylesin. Amin.

Tabiki bu insanları ve yaptıkları hizmetleri değerlendirirken 1940-50 ‘li senelerin zor günlerini irdelemek ve o dönemlerde can siperane ve her türlü imkansızlıklara rağmen yapılan bu hizmetleri taktir etmek gerekir.

Doğal olarak bu insanların yetişmesinde Hüsnü Gülzari hazretleri gibi bir zatın bu insanlara olan himmet ve teveccühünü de göz ardı etmemek lazım. Gülzarinin Gülleri ‘nin kemali ve güzellikleri elbette bahçe sahibinin güzelliklerindendir.

Yukarıda Mehmedi Fehmi efendinin dergahında geçirmiş olduğu beş altı senelik bir hizmetten bahsetmiştik. Bu süre içinde kendi ifadesiyle Mehmedi Fehmi Efendi kendisine “git çocuklarını ziyaret et” demediği müddetçe yanından ayrılmazmış. Bu süre onun hayatında unutulmaz anlar yaşadığı bir dönemmiş.

- Bir keresinde celali olan Mehmedi Fehmi efendiyi kızdırmış. Efendide onu azarlayıp huzurundan ve dergahından kovmuş. O da köyün yakınında bir kaya dibine gidip sabaha kadar ağlamış. Nedamet etmiş sabah namazına yakın efendinin avlusuna gelmiş. Fehmi efendi “oğul geldin mi” diye seslenince “buyur efendi buradayım” deyip boyun kesmiş.

- Kendisi nakleder ki bir hasat zamanında da efendinin hizmetindeyken efendi bana celallenip harman yerine niye sap getirmediğimi sordu. Bende o gece efendi gücenmesin diye sabaha kadar öküz arabasıyla sapları harmana çektim. Sabahleyin gelip efendi tekrar bana kızdı ve “Kim sana sapları buraya çek” dedi bende “efendim siz emir buyurdunuz bende o emri yerine getirdim” dedim. İki gün sonra sapı dağıttı, düvenle sürdük birden yağmur çiselemeye başladı. “Hayrullah sen ne duruyorsun bunları toparla” dedi. Toparladım, geri gelip “Sana bunları kim topla dedi” geri dağıttım sonunda şöyle dedi “Hayrullah oğlum Allah muradını versin işini gücünü rast getirsin, ben bunları seni imtihan ve sadakatini denemek için yapıyordum” deyip gönlümü aldı.

- Hasat zamanı hizmetindeyken Mehmedi Fehmi efendi irşada çıktı bende bazı sebeplerden kendimi işe ve tesbihe verdim. Gece tesbih çekerken karşıma yaşlı ihtiyar birisi geldi ve “Oğul sen bu kapıyı boşuna bekliyorsun sana bu kapıdan hayır olmaz üç gündür açsın halini soran yok bak” dedi. O anda yavaşça gözümü açtım ki gözü kör kamburlu mülevves bir ihtiyar şeytan olduğunu anladım ve ona sen kim oluyorsun ki bana bu kapıdan fayda olmayacağını söylüyorsun deyip kovdum, taşladım defoldu gitti. Kısa bir süre sonra Mehmedi Fehmi efendi atıyla birlikte geldi. Atından inmeden “Hayrullah oğul sana hayırlı olsun şeytanın mekrine aldanmadın. İmtihanı kazandın” buyurup başımı okşadı.

Hizmetinde bulunduğum sıralarda Fehmi efendi çağırdı “Hayrullah oğul buraya gel” diye seslendi. “Buyur efendim” dedim cüzdanını çıkardı içinde çokça para vardı. İçinden 50 lira çıkardı ve bana verdi Çayköyünden Hacı Abdullah ‘tan bana 100 lira al efendi istiyor de dedi.

Vardım ailemin ihtiyaçlarını gördüm. Hacı Abdullah ‘a vardım, kendiside hilafet bekleyen Cem dervişlerindendi ve efendinin selamı var senden 100 lira istiyor dedim. Hacı Abdullah parayı veremeyeceğini söyledi. Eve geldim düşünürken hanımım ne düşünüyorsun dedi. Ben hanıma durumu izah edince hanımım biriktirdiği 80 lirayı benim elime tutuşturdu. Ama yeterli değildi ben yola koyuldum yerli köye geldiğimde İbrahim İpek efendi “Hayrullah, efendinin sana 50 lira verip 100 lira istemesinde bir mana var” deyip imamlıktan almış olduğu ücretini saymadan bana verdi bütün parayı bende Fehmi efendiye götürdüm. O da “Abdullah veremedi değil mi” dedi. Bende sukut ettim. “Oğul biz onu imtihan için ondan para istedik yoksa Elhamdülillah ihtiyacımız yok” deyip 3 kere “cüdadır cüdadır cüdadır o” dedi üzüldü ve bizim paralarımızı iade ederek bana ve İbrahim İpek efendiye hayır dua buyurdu.

İcazet alacağı vakit Hüsnü Gülzariyi ziyarete gitmiş ve O’da onun icazetini yazıp teslim etmiş. Fakat o sungurludan tirkeşe senelerdir hizmet ettiği Fehmi dedeye çekindiği için uğramadan doğru Çayköy ‘e varmış. Bunu duyan Fehmi dede Hayrullah efendiye gücenmiş ve “bana uğrasaydı ne olurdu. Ben onun hilafetini mi yırtacaktım. Ben onun olgunlaşması için nice zaman Allah’a boyun kestim onun için ağladım” demiş. Bilahare birkaç ay sonra yolun ileri gelen dervişleri şefaatçi olmuşlar ve Hayrullah efendi gelip Dede ‘nin elini öpmüş ve barışmışlar.

Hayrullah efendi icazeti İbrahim İpek efendiden 7 ay önce almış irşada erken başlamış. Bilahare İbrahim İpek efendinin icazetini Hüsnü Gülzari yazmış dönüşte Fehmi efendiye uğrayan İbrahim İpek efendi O’nun elini öpmüş onun da imzasını ve duasını alıp irşada başlamış. Bilahare uğradığı köylerde Hayrullah efendinin dualadığı dervişler Hayrullah efendiye İbrahim İpek efendinin de köyleri dolaştığını ne yapmaları gerektiğini söyleyince O’da köye sokmayın demiş.

Bunu üzerine bazı nahoş halleri olmuş. İbrahim İpek efendide Fehmi dedeye gelip durumu arz etmiş. “Efendim siz bana icazeti bana zarar gelsin diye mi yazdınız” diye sitem edince. Dede “Oğul merak etme ben ikinizi yanıma alıp köy köy dolaşırım bu meseleler hallolur” demiş ve dediği gibi olmuş. Bundan sonra iki kardeş halife birbirleriyle uyumlu bir hizmet dönemi geçirmişler."

kaynak:http://www.gulzarii.com
Ekleme Tarihi: 23.02.2007 - 19:32
ipekyolu_19 üyenin diğer mesajları ipekyolu_19`in Profili ipekyolu_19 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: MEHMET ALİ FEHMİ HAZRETLERİ
ipekyolu_19 su an offline ipekyolu_19  
MEHMET ALİ FEHMİ HAZRETLERİ
12 Mesaj -
"Hüsnü Gülzari hazretlerine ilk halifesi olarak vazife yapmış, Hüsnü Gülzari hazretlerinin manevi yüklerini paylaşmış ve onun himmet ve teveccühüne ulaşmış. Kamil bir mana eridir. Sungurlu’nun Tirkeş köyünde 1891 yılında doğmuştur. Çiftçi ailesinin çocuğudur, haneleri o dönemde meşayihin uğrak yeriymiş. Çekirge şeyhi ve dervişleri odalarına uğrar zikir yaparlarmış ve gittiklerinde küçük Fehmi onları taklit eder büyükler de onu taltif edermiş.

Askerliğini Çanakkale’de yapmış ve birinci dünya savaşı çıkınca orada topçu çavuşu olarak vazife almış. Bulunduğu mevziye düşen bir şarapnel parçası ile iki arkadaşı şehit olmuş. Kendisinin de kafasında küçük bir yumurta girecek kadar bir yarık oluşmuş ve şehadet parmağı yarı yerden kopmuş. Dokuz sene askerliği nihayetinde otuz yaşında memlekete dönmüş. O arada savaş kızışmış. İmam olduğundan askere alınmayan kardeşi de Yemen cephesine sürülmüş ve orada şehit olmuş. Evde abisinin ailesi, üç kızı, bir oğlu, bir de yaşlı anneleri üzerine yük olarak binmiş. 1922 senesinde otuz iki yaşında evlenmiş ve meşakkati daha da ziyadeleşmiş. Zor bir dönem içine girmiştir.

Dervişliğe geçişi büyük kızılköyündeki arkadaşlarının Hüsnü Gülzari hazretlerine intisabından sonra kendisini yalnız bırakmaları, avam iken yapmış oldukları bazı nakıs işleri terk etmeleri sayesinde onun da kafasına soru işaretleri düşmüş. Bilahare arkadaşları ile yapmış olduğu istişare ve nihayetinde maneviyatta almış olduğu manevi emir ve ikazlarla Hüsnü Gülzari hazretlerine 1932 senesinde intisap etmiş. Hüsnü Gülzari hazretleri Tirkeş yakınlarından geçerken, burada koçluk bir kuzu var, ama daha kendinden haberi yok dermiş. Hüsnü Gülzari’ye biat ettikten sonra gözyaşının hiç kurumadığı ağlayarak irşat olduğu anlatılır.Hüsnü Gülzari hazretleri dualadığı dervişi Mehmedi Fehmi’ye teslim eder. Dervişleri Fehmi efendi yetiştirirdi. O dönemde şunun bunun dervişi diye bir şey yoktu herkes birbirini sever ve sayardı. Başlangıçta gevşek tuttuğu dervişlik mesleğini Hüsnü Gülzari hazretlerinin teveccühleri, irşat ve ikazları ile ilerletmiş ve nihayetinde hilafete hak kazanmıştır.

Hüsnü Gülzari hazretleri “oğul biz seni gözlüyoruz ama sen gaflettesin hala” diyerek teşvik etmiş. “Efendim ben de sizin gibi olabilirmiyim” sorusuna olumlu cevap aldığında. “Elbette oğul biz boşa konuşurmuyuz” cevabını alınca. Artık hummalı bir gayretin içine girmiş ve nihayetinde maksat ve muradına ermiştir.

Mehmedi Fehmi efendi idraklerin ötesinde ziyade hizmette bulunmuş Hüsnü Gülzari’nin yükünü hafifletmiş, Sungurlu, Çorum ve Çankırı köylerine tarikatın yayılmasında büyük hizmetleri geçmiştir. Hüsnü Gülzari Musa A.S. ise Fehmi efendi onun kardeşi Harun A.S. gibiydi desek yerinde bir tesbit yapmış oluruz.

Mehmedi Fehmi orta boylu, hafif esmere yakın buğday benizli bir zattı. Ceket ve şalvar tipinde pantolon giyer, beline kuşak bağlardı. Başına külah şeklinde başlık, takke giyer yolda böyle dolaşırdı. Baston kullanırdı. 1948 senesinde deniz yolculuğu ile hac yapmıştır.21 Haziran 1967 senesinde Allah’ın vasi rahmetine kavuşmuştur.

İbrahim İpek efendi cem esmalarına kadar hilafetli kamil halife Mehmedi Fehmi efendi rehberliğinde yürümüş bilahare icazeti Hüsnü Gülzari hazretlerinden alıp Fehmi efendiye de imzalatarak meşihet postuna oturmuştur. Mehmedi Fehmi efendi celalli tarikatın usul ve füruundan taviz vermez bir mizaca sahip zat imiş.Meclisinde malayani konuşmaz ve konuşturmaz. Yanlış işleri anında ikaz edip düzeltir. Serkeşliğe ve gevşekliğe tahammül göstermezmiş.

Bir keresinde Hüsnü Gülzari hazretlerinin meclisinde iken fuzuli hareket yapan ihvanlara kızarak, efendim bunlara hep sen yüz veriyorsun. Bana bırak bak bunları nasıl hemen yola sokuyorum diye sitem etmiştir.

- Hüsnü Gülzari’nin kabrine ihvanla ziyaret eden İbrahim İpek efendi Tirkeş köyüne geldiğinde yorgun ve rahatsız olduğundan, ihvana siz ziyaret edin ben arabanın içinde okuyayım diye müsaade etmiş. İhvan tepeye çıkarken o murakabede ihlas ve fatiha okumuş. O arada hakikatte kendisine iki reşat altını arz etmişler. Birinde Hüsnü Gülzari’nin resmi diğerinde de Mehmedi Fehmi efendinin resmi varmış. Yani birini diğerinden ayırma, git onu da başında ziyaret et demişler. İbrahim İpek efendi bunun üzerine gidip kabrin başında ziyareti tamamlamış.

İbrahim İpek efendi 15 yaşında dualanmak isterken Fehmi Dededen değilde Hüsnü Gülzariden el tutmak istemiş. Bir gün maneviyatında bir köyde mahkeme kurulmuş. Hakim sen niye ikisini ayırıyorsun. Şeyhleri tasdik etmiyorsun dedikte İpek efendinin kalbine *****huriyet hakimleri sakalsız olur ama bu sakallı kim ola diye sormuş. Caferi Sadık demişler. Bunun üzerine İbrahim İpek efendi hangisi gelirse dualanmaya karar vermiş ve Hüsnü Gülzari ‘ye dualanmış.

Bu maneviyatlardaki hakikat üzerine bir ara kitabın ismini Reşadeyn (iki Reşat altını) koymayı düşündüm. Bilahare ipek yolu kitabını okuyan bazı ihvanların sitemleri doğrultusunda, bu kitaplarda Hasan efendi anılmamış, Hüseyin efendi anılmamış, Hayrullah efendi anılmamış gibi laflardan dolayı. Kitabın ismini Gülzari Hüsniya (Hüsnü Gülzari’nin Gül Bahçesi) koyup bahçe sahibine ve yetiştirdikleri kamilleri kısa hal tercümeleri, kemalat, keramet ve seçilmiş divanları ile yad etmeye karar verdik.

- Fakirin Mehmedi Fehmi efendi ile ilk irtibatı, hilafetten önce dervişliğimde oldu. Kendisine manada yirmi dört saat hizmet ettim. Hizmet esnasında celalli olduğunu duyduğum bu zatın mülayemet göstermesi halim selim bir mizaç sergilemesi beni şaşırtmıştı.

İbrahim İpek efendime bu maneviyatı arz ettiğimde “evladım, onun celali edebsize idi, edepli adama niye celal etsin” diye buyurdu.

- Hilafet aldıktan sonra da bir keresinde maneviyatımda Mehmedi Fehmi efendi yanında bir arkadaşı ile beraber Tirkeş Köyünün üst yanında kabrinin bulunduğu tepenin yamacına yol kenarında bir kuyu kazıyor. Kovayı kuyunun içine sallandırıp su çıkarıyor ve suyu bize tatmamız için uzatıyor. Başlangıçta bulanık olan su bilahare durulup güzel tatlı bir hal alıyor. Ve Mehmedi Fehmi efendi yanındaki zat ile birlikte ayrılıp gidiyorlar.

- Mehmedi Fehmi efendi oğlu Hüsnü hafıza gençken yaptığı bazı nahoş olaylardan dolayı kızar, yaptığı işlerden rahatsız olur bu rahatsızlığını Hüsnü Gülzari hazretlerine iletirmiş. Hüsnü hafız bir keresinde Hüsnü Gülzari’yi son deminde hasta iken ziyaret etmiş, Hüsnü Gülzari “Hafız oğul yanıma gel” deyip elini elinin içine almış ve “sen babana bakma, kendisi gençken her haltı karıştırmış, şimdi kemali bulunca eskiyi unutmuş. Seninde kendi gibi olmanı istiyor. Her şeyin bir vakti var. O da olur inşallah değilmi oğul” deyip onun gönlünü almış. Ve bu hareketi ile Hüsnü hafızı yola kazandırmış.

- İbrahim İpek efendi şimdiki yattığı tepeye gömülmeyi arzu eden Mehmedi Fehmi efendiye sebebini sormuş. O’da “oğul Cebrail Aleyhisselam bir kuş şeklinde gelip kanadının ucu ile oraya defnedilmemi işaret etti” buyurmuş. “Hem bir sebebi de orada yatarken şeyhim Hüsnü Gülzari’nin Müdü’deki yattığı yeri seyredeyim, güzümü ondan ayırmayayım” demiş.

Bu ifade ile Fehmi dede şeyh ve halife ilişkisinin nasıl olması gerektiğini kamillerin vefatından sonra bile onlara olan sevgi ve muhabbetin ne kadar elzem olduğunu bizlere bir ders olarak göstermiş oluyor. Bu duygulardan cenabı hak bize ve ihvanlarımıza da nasip eylesin amin.

- Hüsnü Gülzari vefat ettikten sonra, Fehmi efendi Karaçaylı kamil dervişlerin olduğu bir mecliste onlara biat tazelemek ve dualamayı teklif etmiş. Onlar da bizim biatımız biattır. Biz seni rabıta ederiz. Kifayet eder demişler. O da doğru söylediniz, ben sizi denemek için bu teklifi yaptım demiştir.

İbrahim İpek efendi de gerek Uşşaki tarikatı olsun, gerek sair tarikatlardan olsun kendisine biat etmek isteyenleri dualamaz biz eski dervişe rabıta veriyoruz, yoksa dervişi yeniden derviş yapmıyoruz derdi.

- Hüsnü Gülzari’nin vefatından sonra Mehmedi Fehmi efendi hacca giden Hüseyin Murat Efendiye hilafetini verememiş, hilafeti hak ettiğini vasiyet etmiş ve İbrahim İpek efendi vasiyeti yerine getirmiştir. Büyük kızıl köyündeki cem dervişi Arif efendiye hilafet teklif ettiğinde o kabul etmemiş. Zorlandığında ise “efendi basiretini de veriyorsan alayım. Ben dergaha gelenlerin hallerini az çok basiretle ayırt edemezsem ben bu yükün altına giremem” demiş ve imtina etmiş. Bilahare Ayvatlı Yusuf Efendiyi imtihan etmiş, biraz kısmık olan Yusuf Efendi’yi Mehmedi Fehmi Efendi hazretleri değişik zamanlarda kendisinden imtihan için istediği şeyleri vermede gönülsüz olduğunu görünce “Bu ne öter, ne de yumurtlar, bundan şeyh ne olmaz” deyip vazgeçmiş. Bilahare Paşa Polatlı Osman Bahri efendiye icazet yazıp görevlendirmiş. Kısa hal tercümesine kitapta yer vereceğimiz Osman Bahri efendi de yine Hüsnü Gülzari hazretlerinin dervişi olan Yozgatlı Ahmet Efendiye icazet yazmış ve kolun ve hizmetin devamını sağlamıştır.

- İbrahim İpek efendinin gençliğinde ziyaretine gittiği Mehmedi Fehmi efendi, hizmetinde bulunan damadı Osman Efendiye “Osman bak her tarafı kar bürüdü, güneş batmak üzere, bizi ziyaret gelen bir genç yolu şaşırdı, yanlış gidiyor, koş köpeklere yem olmadan al da buraya getir” buyurmuş.

Bunun üzerine dışarı çıkan Osman efendi bakmış İbrahim İpek Efendi aşağı Beşpınar istikametine dereye doğru yanlış tarafa gidiyor. Osman efendi kim olduğunu bilmediği o gence doğru “deli deli herif buraya doğru gel” diye bağırmış. Bilahare onu odaya kadar getirmiş. Çoluk çocuk İbrahim İpek efendi ile deli deli diye alay ediyorlarmış. Fehmi dede dışarı çıkıp “siz alay edin bakalım. O yakında sizin şeyhiniz olsun da görün” demiş.

Bu olayı nakleden İbrahim İpek efendi “şeyh dediğin böyle basiretli olacak, elbette böyle basiretli adama dervişlik yapılır” derdi.

Kalleş bahçesinde gonca gül olmaz,
Arif ile yola çıkan yorulmaz
İki kişi gördüm hakka kul olmaz
Biri mağrur biri kibir olmalı değil

- Fehmi dede hilafetten sonra bir dönem sigara içmeye devam etmiş. Bu arada Sungurlu’nun Çavuşçu köyündeki Nakşi meşayihi Mehmet efendi ile karşılaşmış. O zat Fehmi dedeye “sigara içmek mekruhtur. İrşat ile uğraşanlar örnek olmalılar. Bunu içme” dedik de kendisi “cenabı hak bana her şeyi bildiriyor. Arşı, kürsü gösteriyor. Eğer bu zararlı olsaydı bana bildirirdi” demiş. Bunun üzerine o zat “sen hiç bunun zararlı olup olmadığını danıştın mı?” dedikde istihare yapmış, maneviyatında cennette olduğunu ve efendimiz SAV ziyarete gittiğini görüyor, fakat önünde bir duman göreceklerini perdeli görmekte “bu duman da ne”, diye sorduğunda “işte bu sigaranın dumanı ve zararı” demişler. Bunun üzerine sigarayı bırakmış ve o zat ile bir daha görüştüklerinde sarılmışlar. “Mübarek Allah razı olsun işte bak mis gibi kokmaktasın” deyip muhabbetleşmişler.

- Mehmedi Fehmi efendi icazeti aldıktan sonra şeyhi ile irtibatı kesmemiş onun bulunduğu meclislerde onun dervişi gibi hareket eder hizmeti bizzat kendisi yapar imiş. İrşat esnasında karşılaştığı köylerde elini öper. Hüsnü Gülzari’den destur alır. Onu ihvanının rabıtasını bozmamak için tek bırakırmış. Hüsnü Gülzari hazretleri de halifesi Mehmedi Fehmi’ye çok düşkünmüş. Kendisini ziyaret eden ihvana dededen destur almadan memlekete dönmemelerini onun hayır dualarını almalarını öğütler hatırını sayarmış.

Nispeten zengin olan Hüsnü Gülzari hazretleri öküzün eşinin öldüğünü duyduk da Pazardan bir öküz alıp halifesi Mehmedi Fehmi efendiye teslim edilmesini istemiş. Onun maddi manevi bütün umuruna yardımcı olmuştur.

Çay köyde Hayrullah efendiden önce hilafet alacağı düşünülen Abdullah isminde çok kamil bir derviş varmış. Hayrullah efendi dervişken bir sıkıntıya düçar olmuş, borç aldığı kişi kendisini sıkıştırıyormuş. Bu halde Fehmi dedeyi ziyarete gitmiş. Geri döneceğinde Fehmi dede borç miktarı olan elli lirayı kendisinden talep edilmeden Hayrullah efendiye vermiş. Öbür dervişi işaretle “söyle Abdullah ‘a bana yüz lira göndersin” demiş. Geri dönen Hayrullah efendi o cem dervişine durumu arzetmiş. O da “ben yüz kaymayı şimdi nereden bulayım” deyip surat asıp mühlet istemiş. Bir iki hafta sonra dedenin ziyaretine gidecek olan Hayrullah efendi tekrar o dervişi ziyaret edip olumsuz cevap alınca yola revan olmuş. Yolda İbrahim İpek efendi ile karşılaşmış. İbrahim İpek efendi, Hayrullah efendi ile sarılmışlar. Efendi cebinden o zaman çok kıymetli olan imam maşından biriktirdiği parayı bunda bir iş var deyip Hayrullah efendiye verip, efendinin kendisi için elini öpmesini ve parayı teslim etmesini istemiş. Hayrullah Efendi ziyaret esnasında olanları anlattığında Fehmi dede İbrahim İpek efendinin yaptığı harekete çok sevinmiş. Ve ona dua etmiş. Çayköye dönüp o dervişi kasıtla elini çevirmeyle, bağını bostanını dağıttı, artık ondan bir iş çıkmaz demiş. Hakikaten hilafet alamadan bir müddet sonra o derviş vefat etmiş.

Bir gün Mehmedi Fehmi arkadaşları ile beraber Hüsnü Gülzari’yi ziyarete giderler. Dergah’ta Ali onbaşı diye şakacı bir derviş vardır. Ve eline bıçakları alır efendinin karşısında birbirine sürtüp bileylemeye başlar. Hüsnü Gülzari Ali onbaşıya ne yaptığını sorar oda halifelerin kesmesi gereken tosunu kast ederek “kurban kesmek için hazırlanıyorum” der. O da “sen kurban kesmeğe hazırlanıyorsun ama adam sabaha kadar uyuyor” der. Bunun üzerine Mehmedi Fehmi ağlamaya başlar ve destur alıp Tirkeş’e geldikten sonra halvete çekilir. Bir hafta hiç yatmaz huzurda ağlayarak oturur. Huzurda fazla oturduğundan dizlerinin üzerine dikilemez. Evdekiler felç oldu sanırlar. Halini arz için ev halkı Hüsnü Gülzari’ye gelirler. Hüsnü Gülzari Fehmi efendinin hanımına “kızım korkma iyileşir. Sen eve dön gülleyelim çöreği, pişir biz geldiğimizde ikram et” der. Ev de bir bayram havası oluşur. Sene 1942 Hüsnü Gülzari Mehmedi Fehmi’nin icazetini yazar. Bilahare kendisi ile halvet olup, bundan sonraki hizmetleri ile ilgili talimatları verir ve Fehmi efendi köyüne döner ve irşada başlar.

- Fehmi efendi huzurunda olan bir ihvana hangi dersi okuduğunu sorar, o da söyleyince “senin orda hakkın yok bir esma aşağıya in” der. Bilahare o derviş yanındakilere “efendi doğru söyledi, ben bu esmanın icrasını hanımımdan öğrenip rehbere söylemiştim. O da bana ders geçirmişti” buyurup, hem utanmış hem de efendiye hakkını teslim etmiş.

- Tirkeş’den Karaçay’a çıkarken Çenlemez tepesinden doğru biri önüne doğru yürür ve köyüne dönüp istirahat etmesini sağlık verir. “Artık ihtiyarladın, köyüne dön ve otur her yer zikir halakası oldu, her yerde zikir yapılıyor” diye konuşur. Celalli dede eline aldığı bastonunu o kişinin kafasına vurur, vurduğu şey parlar, kaybolur bilahare önüne çıkanın şeytan aleyhilane olduğunu dervişlere bildirir.

- Dedeyi ziyarete gelenler “dede bize orada sıcak yağlı çörek yanında pekmez çıkarırsa derviş oluruz” derler. Efendi gelen yeni dervişlerle tanıştıktan sonra sofrayı serdirtip ve konuşup arzu ettikleri şeyleri eksiksiz koydurtur. Dervişler hem utanır, efendi bilahare o dervişleri dualar.

Necip Hoca gittiği Yorgalı köyündeki cahil gençler kaynar su ile Fehmi Dedeyi denemek için abdest aldırırlar, efendi aldıktan sonra da Necip hoca da almak ister. Ve “yandım” deyip elini çeker ve hane sahibi utanmıştır. Gençler de kaçınca Mehmedi Fehmi “üzülmeyin onlar cahil hiç öyle olmasalar böyle şeyler yaparlar mı kusurlarına bakılmaz” deyip işi örter.

- Mehmedi Fehmi efendinin Hüsnü Gülzari’nin yetiştirdiği bütün halifelerde emeği vardır. İbrahim İpek efendi ve Hayrullah efendinin ve bilahare İbrahim İpek efendinin icazet yazdığı Hüseyin Murat efendinin Hasan Mansur efendinin rehberliğini yapmış yetişmelerinde büyük rol oynamıştır. İcazetini yazdığı Osman Bahri efendi ve onun icazet verdiği Yozgatlı Ahmet efendi kendisinden istifade etmişlerdir. Hayrullah efendiye icazet yazan Hüsnü Gülzari dönüşte Fehmi efendiye uğramasını istemiş. Fakat o çekinip Sungurlu’ya oradan da Çayköy’e geçmiş bu olaya dede çok üzülmüş ve “yazık etti kendisine basireti açılmaz” demiş bilahare eski dervişler araya girip üç ay sonra Hayrullah efendiyi dedenin yanına getirip aracı olmuşlar ve sonunda dedeyle aralarını bulmuşlar. Dede “oğul bana uğrasaydın ben icazetini mi yırtacaktım. Hem ben senin olgunlaşman için Cenabı hakka az mı boyun büktümdü” diyerek sitem etmiş.

- Bir keresinde Hüsnü Gülzari Müdüye ziyaretine gelen Fehmi efendiye daha dervişken “oğul Necati dedemiz köyde bir oda dam yaptı fakat üstünün kerestesi yok noksan ne yapsak acaba” dedikte. Hemen eve dönen Fehmi efendi kendi odasının çatı kerestesini söküp hiç düşünmeden öküz arabasına yükleyip o günün zor şartlarında hüseyinbey obasına götürmüş. Necati dedenin çok duasını ve himmetini almıştır.

- İbrahim İpek efendi Hüsnü Gülzari ’ye icazeti imzalattıktan sonra Fehmi Dede’nin elini öpmüş ve onun imzasını ve duasını da alıp meşihat postuna oturmuş. Bu esnada Fehmi Dede “senin şeyhin kim “diye sorduk da “sissiniz efendim” deyip dedenin gönlünü almayı bilmiş. Hüsnü Gülzari ile ayırt etmediğini göstermiş.

- Hüsnü Gülzari ve Mehmedi Fehmi civardaki yapılan Güreşleri seyretmeye giderler. Onları tanıyan pehlivanlar ellerini öpüp dua isterlerdi. Dua alanlara ve haksızlık yapılanlara himmet ederler ve onları yendirirlermiş.

- 1945 ve 1950’li yıllar çok zor dönemler idi. Maneviyatta aldıkları emirlerle ihvana Ya Dafi Ya Muin esmasını talim ederlerdi. “Kahhar esması okuyalım, düşmanlarımız kahrı perişan olsun” diyenlere “oğul biz bu yola cinayet işlemek için mi girdik, bizim işimiz duadır” dermiş. Bir takım azgın kişiler için “Biz görmeyeceğiz ama onların pisliği kimseye bulaşmayacak iyi olacaklar” dermiş. Onlardan biri olan sağlık memuru bilahare İbrahim İpek efendiye dualanmış ve yaptıklarına pişman olmuştur.

- Efendi yolda araba beklediğinde canı sıkıldığında bastonuyla yerdeki küçük taşlara vurur “benim şansım hep böyle oluyor” der. Bu ara yanındakiler o dönemde çok az olan bir bineğin geldiğin anlarlar. Bilahare o araç gözükür ve binerlermiş. Bu hal hep tecrübe edilmiş.

Vefatına yakın devamlı muayene olduğu doktoru kendisiyle çok ilgilenmiyor. Baş ağrısının nedeninin yaşlılık ve yorgunluk olduğunu dinlenmesinin gerektiğini söylüyor. Fakat maneviyatta aldığı işaretler doğrultusunda ihvanla vedalaşmak üzere Çankırı’ya İskilip’e ve oğlunun asker olduğu Ankara’ya gidiyor. Ankara dönüşü on beş gün sonra rahatsızlanıyor, köyünden jeep ile Sungurlu’ya götürülüyor. Fakat şehre girişte durumu daha da ağırlaşıp 21 Haziran 1967 senesinde hakkın vasi rahmetine kavuşuyor. Allah C.C. bizleri onların şefaat, himmet ve bereketlerine nail eylesin. Amin."

kaynak:http://www.gulzarii.com
Ekleme Tarihi: 23.02.2007 - 19:26
ipekyolu_19 üyenin diğer mesajları ipekyolu_19`in Profili ipekyolu_19 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: İBRAHİM RÜŞTÜ İPEK EFENDİNİN HAYATI
ipekyolu_19 su an offline ipekyolu_19  
İBRAHİM RÜŞTÜ İPEK EFENDİNİN HAYATI
12 Mesaj -
"20 Eylül 1934 yerli köyde doğdu babasının ismi Mehmet efendi olup, annesi Fatma hanımdır. Anne tarafından seyittirler. Çocukluğunu doğduğu yer olan yerli köyde geçirmiş, 14 yaşında Hüsnü Gülzari hazretlerine intisap etmiş 17 yaşında evlenmiş, İskilipli alimlerden Mekkeli Ömer hoca efendiden Arapça, tefsir ve fıkıh dersleri almış ve bu arada hıfzını tamamlamıştır ve Hüsnü Gülzari hazretlerinden hilafet aldıktan sonra vefatına kadar irşad vazifesini ifa etmiştir.



İbrahim İpek efendi uzun boylu iri yapılı ve heybetli idi. Yolda yürürken herkesten yüksek görünür, parmağına yüzük takar, temizliğine çok dikkat ederdi. Geniş pantalon gömlek ve üzerine yelek giyerdi. Camiye ve sohbete giderken pardüsü giyinirdi. Sohbetlerde ve evinde genelde sarık sarınır ihvana bu şekilde görünürdü. Dişlerini fırçalar ve misvak kullanırdı. Sakallarını sabunla yıkar, mis kokular sürünürdü. Kendisi dünya ve Ahiret dengesini kurmuş nadir zatlardandı. Ahlakı peygamberi ile muttasıf bu asırda peygamberin kamil halifesi varisi olan örnek bir insandı. Meclisine hakim kalpten geçenlere vakıf ihvanına hadim bir zat idi. Münkirlere ve müfsitlere celal ile gösterdiği kerametler dillerin bağlanması ilimlerinin ketmolunması gibi şeyler kerameti adiyeden sayılmakta idi. Ziyarete gelenlerin önceden bilinmesi yemek aş hazırlıklarının evvelden yaptırılması ve müşküllerinin halledilmesi bu cümleden sayılır.

Çocuk yaşta hıfz ettiği Kur’an-ı kerim ve onun manasına aşinalığı Kur’an ahlakı ve Ahlakı nebeviye ile tahalluku, bütün bu keramet ve kemalatta hal ve tavır ve durumunda yokluğa düşmesi varlıktan sıyrılması her hal ve tavrı ile Rab (c.c.) izhar etmeyi onun zikredilmesini sağlayan hadimi rabbil alemin olması yakınlarınca bilinen hakikatlerindendir. Allah (c.c.) ya gidecek yolda taliplerin yolunu açması, görünen rüyaların önceden bilinmesi sülukun inceliklerine vukufiyeti değişik meşreplerin seyri sülukuna aşinalığı onun kemalinin görünen cüzi parçalarındandı.

Ailesine ve yakın çevresine olan müşfikliği ihvanına ve tariki hakka olan hizmetleri ahde vefası kayda değer özelliklerindendir. Erkek evladının sonradan doğması ve ihvanının maddi fakir olması ailesini maişet geçim dertleri meşakkati dünya irşat hizmetlerinin kısmi aksamasına yol açsa da bütün bu olumsuz durum ve şartlarda bu hizmeti can siperane götürmesi onun ayrı bir kemal yönüdür. Bütün bu telaşede kırk küsür hac ve umre yapmaya fırsat bulması onun ne kadar gayretli meczup ve mergup bir zat olduğunun işaretlerinden olsa gerektir.

Hayatını müstakilen konu aldığımız ve divanlarınında bulunduğu İpek Yolu adlı eseri okuduğunuzda Şemsi Tuba Tabani Veli İbrahim Rüştü İpek efendiyi daha iyi tanımanız mümkün olabilecektir. Biz burada muhtasar kısa bilgiler ve seçme divanlara yer vermekle yetineceğiz.

Bir hoca efendiyi dualatmak isteyen arkadaşı tariki Uşşakinin diğer meşayihlarini ona kabul ettirememiş. En son olarak İbrahim İpek efendiyi görmeye karar kılmışlar. O alim ise benim 10 adet sorum var, o soruları cevaplarsa ben ikna olurum demiş. İkna olsa da tarikata girmeyi düşünmüyormuş. Çorumdan iskilibe gelen dervişler dergaha götürmek üzere çay şeker ekmek almışlar Hoca efendi “Ne o efendiye rüşvet mi götürüyorsunuz” diye takılmış Onlarda biz senden bir şey istemiyoruz sen karışma deyip Yerliköye gelmişler. Efendinin bulunduğu mecliste 30-40 kişi kadar olmuşlar Efendi o alimin arkadaşlarına bile söylemediği soruları sırayla cevaplamış her cevabın sonunda “öyle değimli hoca efendi” deyip onunda tastikini alıyormuş. Bilahare rüşvet nedir diye sormuş “Rüşvet bir kişinin hakkı olmayan bir şeyi üçüncü bir şahıstan başkalarının hakkını gasp ederek menfaat karşılığı almaya çalışmasıdır. Hoca efendi bak bunlar getirdi siz yiyorsunuz sizin getirdiklerinizi başkaları yiyecek burası dergahtır. Bunun adı da hediyedir. Peygamberimiz hediyeyi kabul etmiş rüşveti yasaklamıştır” demiş. Bu olayın üzerine o hoca efendi dualanmış derviş olmuştur.

- İhvandan birisi ( Hacı Müdürün Amcası) İbrahim İpek efendinin halifesi Hüseyin efendinin yanına gelmiş bir maneviyat anlatmak istediğini bildirmiş. İzin aldıktan sonra “Efendim kızıl ırmaktaki evimizde gündüz sedirde otururken gönlüm geçmiş. Yakaza halindeyken bir dervişin bizim nahiyeye geldiğini ve alacaklısı olan kişinin kapısını çaldığını kapı açılmadığı için geri döndüğünü gördüm. Dönüşte cadde üzerine Azrail a.s. önüne çıktı elindeki aletle o dervişe vurdu derviş yere yıkıldı. Karşısına şeytan aleyhilane geçti. Elindeki cam kavanozdaki suyu kendisine teklif edip imanını ondan istedi aralarında çekişme başladı. Derviş sağa dönüyor o sağına sola dönüyor soluna geçip aynı talepte bulunuyordu. Bu arada beyaz bir bulut peydah oldu ve içinden İbrahim İpek efendi çıktı ve Azrail a.s.’a “niçin acele ediyorsun bunun bizim dervişimiz olduğunu bilmiyor musun ?” diye sordu. O da “Bilmez olurmuyum onun için son darbeyi vurmadım sizin gelmenizi bekledim” buyurdu. İbrahim İpek efendi geldi, şeytan aleyhilaneye bir tepik vurdu. Elindeki cam kavanoz parçalandı. Kızılırmağa doğru döküldü ve şeytan aleyhilane kaçıp kayboldu. İbrahim İpek efendi dervişin başına geldi hangi esmayı çektiğini sordu. O da hu esması dedi. İbrahim İpek efendi de “hu de bakayım” dedi. Derviş hu demeye başladı hu hu hu derken bütün cihan onunla hu demeye başladı ve derviş bu şekilde ruh teslim etti. İbrahim İpek efendi de geldiği gibi buluta binip kayboldu. Kendime geldiğimde yakaza olduğunu anladım ve çok etkilendiğimden yerimden kalkamadım. Biraz sonra kapı açıldı ve yeğenim içeri girdi. Heyecanla, amca köye bir derviş gelmiş. Alacaklısının kapısını çalmış, evde bulamayınca cadde üzerinde vefat etmiş deyince. Az önce teferruatlı gösterilen olayı anlattığını anladım. Hemen taze bir abdest alarak caddeye indim. Herkes az evvel ölen dervişin başında toplanmıştı. Bende az evvel gördüğün olayı teyit için kırılan cam parçalarını aramaktaydım diye olayı nakletmiştir.

- Şeyhliğin kendisine yeni verildiği dönemde, kendisine münkir bir köylü “Ben senin şeyh olduğunu düvenin üzerine ayağını bas, eğer traktör seni yerinden oynatmazsa o zaman anlarım” demiş. Böyle bir iddia üzerine İbrahim İpek efendi ayağını düvenin demirine basmış, traktörün tekerlekleri döndüğü halde düveni bir milim oynatamayan o kişi acizlenip efendiyi tasdik zorunda kalmış.

İbrahim İpek efendi bu olayı naklettikten sonra “bu hal acemi şeyhliğimizde oldu. Şimdi olsaydı güler geçerdim” derdi.

Hüsnü Gülzari hazretleri bir gün İbrahim İpek efendiye “oğul maneviyatımda bir keresinde hakikat pazarına uğradım. Şu keramet şu baha, bu keramet şu baha diye satıyorlar. Baktım hepsinin ilerisinde ve yükseğinde Allah C.C.’nun baha yetmez rızası var. Sen rızaya talip ol emi” diye irşat ve ikaz etmiş. Bu irşat ve ikaz tüm ihvana ve bize ebedi bir vaizdir. Gaye keşif keramet ve basiret değil Allah C.C.’nun rızasıdır. Mevlam kavuştursun. Amin.

Kendisini sizlere tanıtmaya arzu etmiş olduğumuz İbrahim İpek efendi nefsini bilmiş rabbine yakınlık kespetmiş. Allah C.C.’nun ve onun Habibi tarafından insanların Allahu Tealaya marifet kespetmesi için vazifelendirilmiş şahsiyetlerden biridir.

İbrahim İpek efendi de bir ömür boyu nefis ile cihat yapmış nefsinin heva arzu ve isteklerine gem vurmuş. Böylece cenabı hakka marifet kespetmiş bu nedenle Allah Resulü SAV. tarafından mana aleminde kendisine Mücahit mahlası verilmiş bir Allah dostudur. Allah C.C. kainatı Habibi edibine duyduğu sevgi ve muhabbet ile yaratmış her zaman diliminde bir kişiyi habibiyet mertebesine çıkararak ve o zata duymuş olduğu muhabbete intizamı alemin devamını sağlamıştır.

İnsanı kamil olarak vasf edeceğimiz bu insanları bütün insanlığa ve kainata bu manada faideli olduğu muhakkaktır. Allah C.C. “ben yeryüzü halkına gadap etmek isterim. Lakin o an onların içindeki dostlarım hatırıma gelir. Celalim cemale dönüşür de, onlara rahmet ederim” buyurmuştur.

İşte şahsiyetini tanıtmak istediğimiz bu zat şemsi tüba tabani veli İbrahim Rüştü İpek el Mücahit Çorumi efendi yaşadığı dönemde bulunduğu makam itibari ile böyle bir zat idi. Allah C.C. şefaatlerine nail eylesin.

İbrahim İPEK efendi Hüsnü Gülzari hazretlerinden icazeti aldıktan sonra Fehmi efendinin ‘de kısa zaman sonra vefat etmesiyle Uşşaki tarikatına üstat olmuş, ser halife olarak hizmetine devam etmiştir. Kendisi Hüseyin Murat efendiye, Hasan Mansur efendiye, Esat Celali efendiye ve Fatih Nurullah efendiye icazet yazmıştır. Bir keresinde bize “12 tarikatın adamı hakikatta gözümün önünden geçmezse derviş olmaz demiştir. Böylece hem Uşşaki tarikinin hem de umum tariklerin reisi olduğunu bizlere beyan etmiştir. Bir keresinde gördüğü bir maneviyatta Allah Resulü S.A.V. ‘in kendisini Ridasının üstüne oturttuğunu 12 tarikatın dervişinin kendisine rabıta edebileceğini ve bu olayla bütün şeyhlerin kendisine muhtaç olduğunu beyanla kemalini bizlere bildirmiştir.

kaynak:http://www.gulzarii.com
Ekleme Tarihi: 23.02.2007 - 19:25
ipekyolu_19 üyenin diğer mesajları ipekyolu_19`in Profili ipekyolu_19 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: Hüsnü Gülzari'nin Hayatı ve Manevi Silsilesi
ipekyolu_19 su an offline ipekyolu_19  
Hüsnü Gülzari'nin Hayatı ve Manevi Silsilesi
12 Mesaj -
Malum olduğu üzere Allah c.c.‘hun evliya ve enbiyasına tahsis etmiş olduğu feyz ve bereket, vefatlarından sonrada sürmekte, onların ruhaniyetinden istifade etmek isteyen kişiler oldukça bu zatların tasarrufları devam etmektedir. Fehmiyi buldular kırklar yediler Erkan öğret diye hizmet verdiler Haşredek bu çarkı döndür dediler Sormadımki buna kul dayanırmı

Hasseten evliyaullah hazretleri mematında (vefatından sonra), kınından çıkmış kılıç mesabesindedir ve ruhaniyette daha mutasarrıf olacağı ve bu eseri okuyan ve ruhaniyetinden istifade etmek isteyen ihvanına ve siz okurlarımıza himmeti aliyelerinin ulaşacağı muhakkaktır. Yunus öldü diye sela verirler Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez Kaldı ki Gavs-ı Geylani, Ahmederrufai, Hüsamettin Uşşaki gibi tarikat pirlerinin ve kümmeliyn (büyük) evliyaullahın ruhaniyette mutasarrıf olduğu bilinen bir vakıadır. Mücahid nefsini pak eyle, Hem kendini hak eyle Ne öyledir ne böyle, Kabirimde hay benim buyuran İbrahim İPEK Efendi,bir sohbetinde tevazuen “Bizim gibi hayattaki nakıs 10 şeyhi ziyaret etmektense Hüsnü Gülzari ‘nin kabrini ziyaret etmek yeğdir” buyurmuştur. İbrahim İPEK efendi bir seferinde, İstanbul‘da Hasan Hüsameddin Uşşaki hazretlerini ziyaret esnasında “Bu zatları kabirlerinde ziyaret etmek hayatta ziyaret etmek gibidir” buyurdu ve “Ziyarete gelmeden önce, yolculuk esnasında veya ziyaretten sonra, ziyaret edenler bazı yüksek maneviyatlar görürler bu gördükleri kendi halleri değil de ziyaret ettikleri kişinin himmetidir” buyurmuştu. br> Ve ibadetle açılmayan gönül gözünün, ziyaretle açılacağını bizlere bildirmiştir. Kaldı ki bir zatın yazdığı eserleri okumak, onların yazdığı divanları meşk etmek, o esnada o zatların ruhaniyetlerinin teşrifine ve okuyanların bu ruhaniyetten istifadesine vesile olur. Her nerede anılsa ismi şerifi, Hemen orda hazırdır Bu gün bu meclise, Ruhu Muhammed Mustafa geldi. Tasavvuf silsilesindeki zincirin halakası olan bu zatların tanıtılması, önceki zincir halkalarınında tanıtılmasını gerektirmektedir. Bir talibin intisap ettiği meşayihten, o silsileden ve ruhaniyetten azami istifade edebilmesi için manevi mürebbisi olan mürşidini ve onu yetiştiren kişileride iyi tanıması, sorulduğunda karşı tarafı bilgilendirecek durumda olması, yola ve meşrebe hizmet bakımından elzemdir. Zaten bu eserlerin kaleme alınmasının en önemli sebeplerinden biride budur. Bizde Hüsnü Gülzari ve hocalarının hal tercümelerine kısaca deyinilmesinde fayda mülahaza etmekteyiz.Ayrıca anlatılacak kemalat ve kerametlerin yetersiz kalacağı, ihvanıyla arasında otuziki senelik irşat hizmeti esnasında sır kalan, sayısız hal ve esrarın olacağı muhakkaktır. Bunların tamamına ulaşıp sizlere aktarsak bile, okurlarımız tarafından abartılma duygusunun oluşmasından çekinerek ve bu zatların kerametleriyle yad edilmesinin bir nakısa olarak algılanacağı sebebi ile tariki hakka hizmetleri, bu uğurda yaptığı fedakarlıklar, ilmi kemalatı ve tasavvufi görüşleri, ehli sünnet itikatına olan bağlılığı, vatanına milletine olan sevgi ve saygı bağlarını ön plana çıkararak ağırlıklı bu konular üzerine durmayı uygun gördük. Hüsnü Gülzari hazretlerini de manevi nesep ve nispetleriyle tanıtmaya başlamak istiyoruz. Malum olduğu üzere tariki uşşakiyi Anadoluya Seyit Hasan Necati Efendi getirmiştir. Kendisi askerliğini Osmanlı zamanında seyit olduğu için asker derviş olarak Talibi İrşadi hazretlerinin kamil halifesi Kanber efendinin Edirne ‘deki dergahında yapmış ve sülükunu orada tamamlamıştır. Babasının ismi İlyas Efendi’dir. Ala rivayet Hasan Necati Dede askerliğinin hitamı yaklaştığında, Kanber efendiyi bir telaşe almış, hilafet vermek istediği, evladı Resul Hasan Necati Dedeyi erbaine sokmuş, birinci erbainle maksat hasıl olmamış, ikinci erbainin ortasında Mustafa Kanber efendi celallenmiş ve Seyit Necati dedeye bir tokat aşk etmiş, bu tokatla birlikte basireti açılınca hem sevinmiş hem de tedirgin olarak, evladım bu işin tokatla olacağını bilseydim seni bu kadar bekletmezdim diye latifeyle gönlünü almış. Rabbimize şükürler olsun ki İpek Yolu adlı kitabı yazdıktan sonra Edirne ‘ye yaptığımız bir ziyarette Cenab-ı Hak c.c. bize Kanber Efendinin kabri şerifini buldurttu ve ziyaret nasip oldu. Metruk bir evin arka bahçesinde gizlenmiş bir kabir olarak Rabbim günümüze kadar bu velinin makamını muhafaza etmiş. İnşallah bu ev ve kabrin muhafazasını ve hazretin hizmetini Cenabı hak biz evlatlarına nasip eder. Bu zata hizmetimizi rızasını kazanmamıza af ve mağfiret olunmamıza vesile kılar.Amin Ya Erhamerrahimin. Bu arada Mustafa Kanber efendinin hakkında bize ulaşan bir iki bilgiyi siz saygı değer okurlarımıza iletmek istiyoruz. Genelde Uşşaki meşreb zatlar, saçlarını usturayla kestikleri ve kısa tuttukları halde Talibi İrşadi hazretleri ve Mustafa Kanber efendinin saçlarının uzun olduğunu, üstadımız İbrahim İPEK efendi beyan buyurmuş ilaveten Mustafa Kanber efendinin yüzüne Seyit Ahmet Bedevi hazretleri gibi peçe takarak dolaştığı rivayet edilmiştir. Ala rivayet Bir keresinde saçlarını arkadan öne doğru yüzü kapanacak şekilde, peçesini çıkararak taradıktan sonra geriye attığı anda peçesini örtmeden yüzüne bakmaya çalışan hanımının gözleri lemean eden nurlardan kamaşmış ve uzun bir süre rahatsızlanmış, Mustafa Kanber efendi “ Gadası çıkasıca ben sana bu işi karıştırma zarar görürsün dememişmiydim” diyerek onu ikaz etmiş Talibi İrşadi hazretlerinin halifesi Mustafa Kanber Efendi ile ilgili elimizdeki en mufassal bilgi Hüseyin Hüsnü Aziz efendinin divanında bildirdiği bilgiler olsa gerektir. Aşağıda yer alan bu divanda Talibi İrşadi hazretlerinin diğer bir halifesi olan Hüseyin Hüsnü Aziz efendi kendisini ziyadesiyle övmekte ve ona aşık olduğunu beyanla ser halifenin Kanber efendi olduğunu bildirmiş olmaktadır. KANBERİ Hazreti İrşadi ‘nin sadık kuludur Kanberi Erbain Leyle-i aşık kuludur Kanberi Nice demler hizmetinde müstakim kıldı anı Ateşi aşk ile hem yanık kuludur Kanberi Ta ezelden pir-i aşka sıdk ile bel bağlayıp “Mest-i la ya’kıl” olan vamık kuludur Kanberi On yedi yaşında düştü Zat-ı Hakk’ın bendine Hikmetin tahsil iden natık kuludur Kanberi Şimdi elan dergah-ı valasının çalakıdır Ol sebepten Hüsnüya aşık kuludur Kanberi Bu beyitlerde M. Kanber efendinin Talibi İrşadi hazretlerine 17 yaşında intisap ettiği ve kendisinin sır katibi olduğu ve hizmetinde müstakim olduğu beyan olunmaktadır.Hüseyin Hüsnü Aziz efendi hayattayken Talibi İrşadi Hz. lerinden sonra Kanber Aziz efendiyi Şeyhi mesabesinde gördüğünü anlamaktayız. ÇANAKKALE KİLİTBAHİR’DE BEYTULLAH ODUR Kıl nazar vechi cenanın dilde beytullah odur Günde yüzbin it tavaf sen sırr-ı haccullah odur Enbiyalar varisin buldunsa maksudun ara Bunda maksut zatını gör “küntü kenzullah” odur Çar-anasır ümmehatın nuh felek atan senin İr buremzi “sûre-i ihlâsda” sırrullah odur Zâhida gel bî-vafâ dünyayı mahbûb itme çün Dilde mahbûb ism-i “yâsin” “semme vechullah” odur Hakk’a İrşadi (Talibi İrşadi) özün tam eyledinse gam yeme Al teselli “men aref” den ilm-i ilmullah odur İRŞADİ YETİŞ Kıblegah-ı aşıkansın şeyhim İrşadi yetiş Pişva-yı arifansın şeyhim İrşadi yetiş “Muktebes min nuriküm” ey Şeyh-i Ekber ali-şan Dest-gir-i dervişansın şeyhim İrşadi yetiş Zat-i pakindir muhrik-i mürşid-i Hakka’l-yakin Ey veli sahib-zamansın şeyhim İrşadi yetiş Derd-nak, sine çak, aşık-ı suzaneni Selsebil-i aştansın şeyhim İrşadi yetiş El-meded şah-ı cihanım el-meded Hüsni (Hüseyin Hüsnü Aziz) kulun El-meded biçare-kansın şeyhim İrşadi yetiş Talibi İrşadi, Balıkesir nahiyesinde otururken Hüseyin Hakkı Kasabavi Hz.’den aldığı icazetle irşat postuna oturmuş, bilahare Kilitbahir denilen mevkiye gelip ordaki Uşşaki dergahında irşada başlamış, kendisiyle Balıkesirden hicret ettiğini sandığımız Mustafa Kanber efendi, Talibi İrşadi hazretleri tarafından Edirne ‘deki Uşşaki dergahına halife olarak tayin edilmiş burada irşada devam edip bilahare Edirne ‘de vefat etmiştir. Edirne‘de Kanber efendiden nispeti alan Seyit Necati Dede, Kırıkkale‘de memleketi olan Hüseyin Bey obasında Osmanlının son dönemlerinde dergahını açıp, 1925 ‘li yıllara kadar irşada devam etmiş. Bilahare tekke ve zaviyeler kapandıktan sonra bu hizmeti köy odalarında devam ettirmiş, nesep ve nispeti kesmemiş, Allah c.c. ondan ve pirandan razı olsun. Hilafet aldığı tarihten anladığımıza göre (1930) Hüsnü Gülzari, Osmanlı döneminde Hasan Necati dedeye intisap etmiş. Altmışlı yaşlara kadar Hasan Necati dedeye dervişliği devam etmiş bilahare hilafet aldıktan sonra da bir müddet şeyhiyle beraber irşada devam ederek şeyhi vefat edince postnişin olup tek başına irşada başlamıştır. Hasan Necati dede, Hüseyin Bey obasında ki ilk defnedildiği yerden su basması ve toprak kayması nedeniyle 2 sene sonra şimdiki yerine nakli kubur olmuş. Kabir açıldığında terrü taze kefeni ve mübarek cesedi şimdiki bulunduğu yere defnedilmiştir. Bunu gören kardeşleri ve yakınları kendisinden istifade edemedikleri ve hakikati anlayamadıkları için dövünüp pişman olmuşlar. Hakkın emriylede geçtim sıratı Erenler elinden içtim abu hayatı Mürşidi kamilim Hasan Necati Cenneti alada yerini gördüm Evamiri Hakka razı olsana Bu sefil Hüsnüden öğüt alsana Necati Sultana teslim olsana Böyle bir sultana varsana gönül Diyerek değişik divanlarda üstadını meth eden Hüsnü Gülzari hazretleri derviş olarak ve halife olarak irşad hizmetlerini bir müddet birlikte yürüttüğü Hasan Necati dedenin vefatından sonra 32 sene (teva*****en İbrahim İPEK efendi kadar) devam etmiş talibleri nuru ziyasıyla aydınlatmıştır. Hüsnü Gülzari zengin bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak 1872 senesinde dünyaya gelmiştir. Anne tarafı aslen Irak’tan, Kerkük’ten geldikleri sâdâttan oldukları, alim olan büyük dedeleri Kadir efendi tarafından nakledilmiştir. Önceleri Yozgatın Çiçekdağına yerleşmişler, bilahere Sungurlunun Müdü köyünde iskan olmuşlardır. Pederi muhteremi dini eğitimini alması için o dönemde medreseye göndermiş ufak boylu olması ve küçük yaşına rağmen hocalarının ve arkadaşarının taltifine mazhar olmuştur. Kısa zamanda zahir ilimlere vakıf Arabi ve Kur’an ilimlerine aşina bir hale gelmiş, bu bilgisini bilahare irşad ekseninde kullanmış son dönemlerine kadar camilerde *****a hatibi olarak insanlara vaazı nasihatta bulunmuştur. Osmanlının son dönemlerinde imamlar askerlik vazifesini bulunduğu beldede vazife yaparak tamamladığı için (kendiside icazetli alim olduğundan) askerliğini bu şekilde tamamlamış, insanların din ve dinayetinin kuvvetlenmesi için çaba göstermiştir. Medresede okuduğu yıllarda boyu diğer akranlarından ufak olduğu için küçük molla diye takılan arkadaşlarına ondaki faziletleri gören hocası “Siz ona takılın bakalım belkide hepinizden faziletli bir insan olur“ diye ondan yana tavır kormuş. Medrese eğitiminden sonra yukarıda bahsettiğimiz gibi, camilerde hatip olarak irşad ekseninde yer almış, bu hizmetlere devam ederken maneviyatta aldığı bir emir üzerine Seyit Necati dedeye intisap etmiş, bilahare güzel ahlakı seciyesi ve ilmiyesi ile bu zata halef olmuş ve zamanın kamilleri arasına girmiştir. - Alâ Rivayet alim ve fazıl bir zat olan, medrese eğitimini tamamlamış olan H.Gülzarı, Kırıkkale’nin bir köyünde Seyit Necati dedenin meclisinde iken ezan okunmuş herkes camiye gitmiş. Kendisi gitmeyip Necati Dededen keramet beklemiş. Namazdan sonra Necati dede “oğul bak keramet göreceğim diye namazdan cemaatten kaldın. Çalışta kerametin kendinden olsun” demiş. Bunun üzerine utanan Hüsnü Gülzari Hz.’leri, efendiye biat edip dualanmış. Malum olduğu üzere Hasan Necati dede, büyük yağlı köyünden alim ve fazıl Zühtü dedeye ve Hüsnü Gülzari ‘ye icazet yazmış fakat Zühtü efendi daha Hasan Necati efendi vefat etmeden hakkın vasi rahmetine kavuşmuş, irşad postuna Hüsnü Gülzari hazretleri tek başına oturmuş irşada devam etmiştir. Zühtü dedenin çok alim ve fazıl bir zat olduğu ve Kur’anı Kerim herhangi bir vesileyle ortadan kalksa ibare ve manalarıyla onu ihya edecek ilmi ve hıfzı olduğu bildirilmiştir. Erken yaşta vefatı içinde İbrahim İPEK efendi şöyle bahsetmiştir; Zühtü efendi “Biz dervişi Hu esmasında irşad ederiz 12 esmayı beklemesine gerek yok” dermiş. Onun bu sözü piranı incitmiş ve gadra uğramış, erken vefat etmiş. Kendisi Kenan Hasanı yetiştirmiş, fakat kol Hüsnü Gülzari ve hulefasından devam etmiştir. İbrahim İpek efendi Kenan Hasana yetişmiş onun hali ve divanlarını gördükten sonra, “Ben bu dedeyi bu kadar inletmez icazetini yazardım” buyurmuştur. Bir keresinde İbrahim İpek Efendi çok tesbih çekmekden ve zikri kesirden mestan olan Kenan Hasan efendinin elinden tesbihini almış ve mutedil olmasını istemiş o ise “Efendi ağzımı ve dilimide almadın ya” deyip zikri müdama erdiğini ve zikirden kesilmeyeceğini arz etmiş. Zühtü dede iri yarı heybetli esmer bir zatmış. Hüsnü Gülzariyi ziyarete geldiğinde Hüsnü Gülzari’nin oğlu Kadir efendinin gönlü, iri yarı heybetli olan Zühtü efendiye muhabbetle meyletmiş, Zühtü efendi Kadir efendiye “Oğlum Kadir Allah’ın aşkı kimini şişirir, kimini pişirir. Beni şişirdi babanı da pişirdi” buyurmuştur. “Sen yönünü babana dön, benim birkaç dervişim var onuda babana teslim etmeye geldim benim vaktim yakın ben gidiciyim” demiş. - Zühtü Dedeyi Kızıl köyünden dervişler ilk defa ziyarete gelmiş. O da onları odaya buyur edip, Kızıl toprağın kara dervişleri hoş geldiniz deyip karşılamış. Dervişler ona dert yanmaya başlamışlar “Efendim alimler bizim zikrimize münkir, arkamızdan önümüzden laf ediyorlar. Bizim ne yapmamız lazım” demişler. O arada Zühtü dedenin önünde büyük büyük paket taşlarının postun etrafında sıralı olduğunu görürler. O da “Oğul siz daha ufacık fiske taşına tahammül edemiyorsunuz bana atılan taşlara baksanıza siz onlara kulak asmayın Allah her anda, her daim, her şekilde zikredilir” buyurmuş. - Dervişi Kenan Hasan çalışmaya gurbete gidince uzun süre gelememiş , yakınları öldü diye ümit kesmişler O‘da “Durun acele etmeyin bir bakayım” deyip yüksek bir tepeye çıkmış, bir müddet sonra “İyi hasta olmuş ama ilçenin payton arabası ile Kırıkkaleden geliyor” deyip kerameten halini haber vermiş. - Büyük Yağlılılar kendisine biat için keramet istemişler. O da köyün meydanına atını çağırmış. Atına ‘Koş’ deyince koşuyor, ‘Dur’ deyince duruyor, ‘Yat’ deyince yatıyormuş. Bunu gören Büyük Yağlılılar, “Bu da bir şey mi? Sirklerde de böyle yapıyorlar” dediklerinde: “Ben sözümü mahlukata geçirdim ama size geçiremedim” demiş. Yine Hüsnü Gülzari ‘nin oğlu Kadir efendiden mervidirki - Hüsnü Gülzari odada otururken oğlu Kadir efendiye “oğlum kahveyi ocağa, küllüğe koy Zühtü efendi geliyor” dermiş. Kadir efendide dışarı yola bakar “Baba sende nerden çıkardın bunu, daha giden gelen yok “ der içeri girermiş, birde baksın ki Zühtü efendi atıyla odanın önünde belirmiş, Hüsnü Gülzari oğlum “Ben sana demedim mi kahveyi ocağa koy diye” der gülermiş. - Zühtü dede ölüm hastalığına yakalandığında Hüsnü Gülzari hazretleri, Zühtü dedenin “Hüsnü gel canıma yetiş” diye hakikatte seslendiğini duymuş ve yetişmiş. Zühdü dede yanındakilere “Hüsnüye bakın iş önlüğü ilemi geldi. Eğer öyle geldiyse gitme vaktimiz geldi” demiş. Bakmışlar ki Hüsnü Gülzari hazretleri önlüklü bir şekilde gelmiş. Bunun üzerine Zühtü Dede ve yanındakiler ağlamış. Zühtü Dede, Hüsnü Gülzariden destur alıp zikir açmasını rica etmiş ve Hak esmasına gelindiğinde ruhunu Hakka teslim etmiş. Hasan Necati dedeyle birlikte Hüsnü Gülzari kendisini yıkayıp defnetmişler. Allah c.c. şefaatlerine nail eylesin amin Ya Erhamerrahimin. Zühtü dedenin divanlarından bazılarını ‘da Gülzari ‘nin gül bahçesinden kokular alarak sunmayı arz ettik istifade etmeyi rabbim sizlere ve bizlere nasip eylesin. Malum olduğu üzere 1940-45 li seneler sosyal yaşam, din ve diyanet açısından oldukça sancılı dönemlerdir. O dönem idarecilerinin toplumdan uzak kalmaları “insanların fıtri ihtiyacı olan din ve diyanete karşı menfi tutumları” baskıcı ve istibdat dönemlerinin oluşmasını sağlamış, birkaç ajan provakatörün yaptığı münferit olaylar (Menemen olayları gibi) baz alınarak büyük milletin dini ve fıtri duyguları baskı altına alınmak istenmiş ve vatandaş ile devlet arasına bilerek veya bilmeyerek nifak tohumları ekilmek istenmiştir. İşte bu baskıcı ve istibdat dönemlerinde, Allah demenin yasaklandığı, Kur’an tedrisatının engellendiği günlerde bu insanlar her türlü tehlikeyi ve tehditi göz ardı etmişler. İnsanların baskı altına alınmak istenen bu duygularını taltif ederek, din ve diyanete hizmet ile bir boşluğu doldurmuşlar, bu gün bile takdire şayan güzel bir cemaatin o günden temelini atmışlardır. Hüsnü Gülzari hazretlerinin hayatının en renkli dönemleri belkide şeyhi Seyit Necati dedeyle ve diğer ihvanlarla birlikte yattıkları Yozgat hapishanesinde geçmiş, medreseyi yusufiyede üç aylık bir talim dönemi geçirmiş bu üç ayın nihayetinde hapishanedeki mahkumları, gardiyanları, savcı ve hanımını gösterdiği keramet ve hüsnü hallerle dualamış. Bilahare idamla yargılandığı halde zikir halakasında yakalandığına şahit olan müştekilerin teşhisteki tereddütlerinden ve Allah c.c.’hun yardım ve nusretiyle tahliye olmuşlar ve irşad hizmetlerine devam etmişlerdir. Ön sorgulamada kendisine işkenceye varan tavırlar sergilenmiş hatta bir yetkili sakalını tutup yolmuş bu yolmanın etkisiyle bilahare o bölgeden sakal seyrek çıkar olmuş ve izi kalmış. Bu eziyet esnasında tebessüm ettiğini gören o eziyeti yapan kişi niçin güldüğünü sorunca “evladım bana ismini zikrettirdi ikram olarak buraya soktu”,“seni yelledi sakalımı yoldurdu, beni yelledi güldürdü” deyince fail yaptığı hatayı anlayıp geri dursa da bu kişinin sonunun çok kötü noktalandığı bildirilmiştir. - Hasan Necati dedeye hapishanede iken bu işin akibeti sorulmuş o da ben kel Hüseyin (Hüsnü Gülzari) ‘den bir ay önce çıkar ona mendil sallarım diye latifeyle cevap vermiş. Hapisten çıkınca Hüsnü Gülzari ve diğerlerine latifeli bir şekilde mendil sallayıp çıkmış. - Ala rivayet; Seyit Necati dede ve Hüsnü Gülzari hapisteyken mahkumların hal ve gidişlerinin düzelmesi, hapishanenin ibadetli ve taatli hale gelmesi dikkatleri çekmiş, hastalanan savcının hanımının hastalığının iyileşmesi için Hüsnü Gülzari ye okutulması savcıya iletildiğinde çaresiz savcı hanımını Hüsnü Gülzari ‘ye okutmuş iyileşince Hüsnü Gülzari’ye hanımı ve kendisi dualanmış, bilahare tahliyesine yardımcı olmuştur. - Hüsnü Gülzari hapisten çıktıktan sonra irşad hizmetlerinde hız kesmemiş ve aynı azim ve gayretle vazifesine devam etmiştir. Sungurluya uğradığı bir dönemde kendisini önceden sorguya çeken hakim “Dede yine rahat durmuyormuşsun köylerden şikayet geliyor.” dediğinde “ Evladım ne yapayım huylu huyundan vazgeçmez” demiş. - Malum olduğu üzere Uşşaki tariki iç anadoluda yaygın ve bilinen bir meşreb olmadığı için tereddütle karşılanmış ve insanların bu tereddütlerini gidermek başlangıçta çok zor olmuştur. Bir keresinde Hüsnü Gülzari ‘nin önünü kesen ve Tariki Uşşaki de neymiş bunu nerden çıkardınız, böylede yol mu olur! gibi taziyeli sorulara muhatap olan Hüsnü Gülzari atından inmiş ve celalli bir şekilde Sungurluya doğru dönüp bastonuyla bir yay çizmiş “Sen ne diyorsun şu gördüğün yerde 80 tane yetişmiş evliyam var” diyerek tepkisini dile getirmiştir. Bir taraftan baskı sıkıştırmalar diğer taraftan imkansızlıklar, zamanın yokluk ve darlık zamanı olması bu hizmetlerin ne kadar zor ve meşakkatli ve takdire şayan olduğunu bize göstermektedir. - Bir keresinde İbrahim İpek efendi “Hüsnü Gülzari ‘nin at sırtında yaptığı hizmeti biz araba ile yapamıyoruz” demiştir. Fakirde gezip dolaştığımız yerlerde (haritasının ne kadar geniş olduğunu bildiğim için söylüyorum) at sırtında Sungurlu Müdü ‘den Çankırı ve dağ köylerini aşmak, o beldelere at sırtında bu hizmeti götürmek, idraklerin fevkinde zor bir iş olsa gerektir, bu ise ancak Allah’ın lütuf ve inayeti, evliyanın metaneti ve azmi ile başarılabilir diye düşünmekteyim. - Bir keresinde Mustafa Kanber efendi Edirne’den Ankara ’ya uzun meşakkatli bir yolculuk yapar. Bunu haber alan seyit Necati dede, halifesi Hüsnü Gülzari ‘ye haber salar işi gücü bırakan Hüsnü Gülzari, Hasan Necati dedeyle o günün şartlarında zorlu bir yolculuk yaparak Ankara’ya ulaşır. Hüsnü Gülzari, Mustafa Kanber efendiye ulaşmak onu görme şerefine erebilmek arzusuyla yanmaktadır. Bu mecliste Kanber dede hazirun ihvana esmalarını sorar. Bilahare Talibi İrşadi Hazretleri ‘nin Tariki Uşşakiye miyar ve mikyas olacak şu nutkunu irat eder. “Biz Tariki Uşşakinin usul ve esmasını Dimetokanın papazlarına talim etsek, onlarda esmanın müsemmasını icra edebilirler. Ben dervişten hal isterim hal” demiş. - Hüsnü Gülzari Hazretleri İrşad için bir grup ihvanla at sırtında giderken, ihvanın birisinin gönlüne acaba bir kişi hangi esmaya gelirse onun geri dönüşünden korkulmaz demiş. Kısa bir süre sonra önde giden Hüsnü Gülzari hazretleri kafayı çevirip “Kahhar demeli evlat Kahhar demeli” diye cevaplamış. - İbrahim İpek efendi dervişliğinde Hüsnü Gülzari ile bir evde misafir olmuş. Tesbihat ve sabah namazlarından sonra yemek saatinde ortaya çorba gelmiş. İbrahim İpek efendi murakabeye daldığında yemeğin üzerine yukarıdan pislik döküldüğünü müşahade etmiş fakat edeben şeyhinin huzurunda bir şey söylememiş. Bilahare Hüsnü Gülzari Hazretleri besmele çekilip pislik dökülen yerleri işaretlemiş gibi kaşığın tersiyle itip “Hafız oğul aç kalacak değiliz ya! ye, helali bize haramı onlara” demiş. Bilahare ev sahibi yemekten sonra “Efendim o nizalı olan meranın yerini mahkemede biz kazandık” dedik de “anlaşıldı anlaşıldı” deyip ordan yanındakilerle ayrılmış. - Müdü köyünde Hüsnü Gülzari ‘ye münkir olan muhtar, Hüsnü Gülzari ‘nin yeni yaptırdığı camiyi, hizmetlerini, insanların kendisine olan hürmetini çekemeyip bir komplo kurmak için caminin halılarını çaldırtmış. Köyde çok nahoş bir hava esiyormuş. Köy halkı efendinin bulunduğu yerlerde olayı tartışıp onun bilgisine başvurmak istiyormuş. Fitne olur diye efendi duymazcalıktan geliyormuş. Sonunda kendisine gelinip direkt soruldukta “Muhtarı sıkıştırın” deyip lafı kesmiş. Bu haber muhtara ulaştığında, muhtar celalli bir şekilde gelip “Sen ne demek istiyorsun” diye diklendiğinde efendi o güne kadar görülmemiş bir celadetle “Bugün ikindiden sonra caminin camlarını açık tutacağım, inşallah halıları orada görmem” demiş. Ve dediği gibi korkan, çekinen muhtar halıları camdan içeri camiye bıraktırmış ve mesele kapanmış. - Malum muhtar caminin yapımı esnasında efendiyi şikayet edip savcının huzuruna çıkarmış. Herkesten yardım topluyor, milletin verdiği kuzuyu , davarı kesip kendi yiyor. Zimmetine para geçiriyor diye suç duyurusunda bulunmuş. Savcı Hüsnü Gülzari Hz.’ni çağırmış sorgulamada Hüsnü Gülzari hazretleri savcıya hesabı verirken, caminin 4/3’lük kısmını bizatihi kendi malından verdiğini diğerlerini de yardımlarla yapıldığını bildirmiş. Savcı bu harcadığı parayı nereden bulduğunu sorduğunda, “efendim araştırın ben ehli servetim dedelerimizden kalma bağ bahçe, mal ve mülklerim var. Bunları bozarak bu hayrı yaptım deyince, Savcı muhtara çabuk huzurumdan çık. Utanmıyormusun böyle bir insana dil uzatmaya yoksa seni içeri attırırım deyip, tedip etmiş. Bilahare bu muhtar girdiği olaylarda birkaç kişinin katili olur ve kötü bir şekilde ölüp gider. - Oğlu Kadir efendiden Mervidir ki, Hüsnü Gülzari hazretleri bir gün misafirleri ile meyve bahçesine girmiş. Bakmışkı tırtıllar kaysı ağaçlarını sarmış. Onlardan birisini kendisine muhatap alarak yeter artık misafirlerim geldi. Sizler çekilin de biraz da biz yiyelim demiş ve asasıyla ağaca bir iki defa celalle vurmuş ve ağaca arkasını dönmüş. Bilahare tırtıllar kafile halinde ağacı terk edip bahçeden peş peşe sürü halinde çıkıp gitmişler. - Kızdan torunu bu olaya tırtıllardan birinin “Ya mübarek bize niye kızıyorsun biz Rabbimizin emriyle buraya gelmiştik” dediğini aralarında böyle bir konuşma geçtiğini bildirmiştir. - Bir keresinde Hüsnü Gülzari’yi rabıta yapan İbrahim İpek efendi baktım ki parmaklarımdan doğru her yerim Hüsnü Gülzari oldu ve o anda hali de bana verildi. Anlımdan perdem açıldı istediğim yeri bana arzetmeye başladılar demişti. Yine Hüsnü Gülzari için, İpek Efendi “Ben şeyhime 15 sene dervişlik yaptım ağzından işittiğim 60 cümleyi geçmez. Kendisi huzur şeyhiydi” buyurdu. Fakir ise Hüsnü Gülzari’nin susarak yaptığını biz konuşarak yapamıyoruz diye sohbetlerde beyan etmekteyiz. - Danacılı köyünde Afife anaya ve İpek Efendim Hüsnü Gülzari’nin bir kerametini görüp görmediğini sormuş. O da evde misafirken saat ikide uyarılmasını arzu etmiş. Gece ikide odaya girince Hüsnü Gülzari’yi odada bulamamışlar. Evin diğer odalarına, tuvalete bakmışlar, bilahere yatağın içini yorganı gözleri az gören İsmail efendi el yordamıyla eşiştirirken birden yatağın içinde tecelli etmiş. Afife ana ve beyi korkmuşlar. Hüsnü Gülzari Hz.’leri, “Korkmayın, korkmayın Erenlerin gezi saatiydi. Biraz dolaşıp geldim” buyurmuşlar. - Çorum pembe ocaklı köyünden Kadir isimli derviş annesinin şeyhi Hüsnü Gülzariyi, 4 yaşında iken ziyarete gitmiş. Zikir esnasında ortada iken Hüsnü Gülzari hazretlerinin un öğüten bir değirmen haline geldiğini, dönerek un öğütmeye başladığını küçük bir arkadaşı ile görmüş. Değirmenin unlarını avuçlarına alıp birbirlerinin üzerine serpmişler. Bilahare hal geçtikten sonra halakanın ortasında öğütülmüş un olduğu görülmüş. İhvanlar teberrüken bereket olsun diye bu undan alıp evlerine götürüp unluklarına katmışlar. Çocukların ellerindeki unu 20-25 kişi yalamış, teberrüken yutmuşlar. Bu olayı birinci ağızdan olayı yaşayan Kadir dervişten duyan İbrahim İpek efendi bize sohbette nakletmişti. - Dervişinin birisi köyde aşık olduğu bir kızı köyün tenha bir yerinde sıkıştırmış. Halvet hali başlayacakken birde baksın ki Hüsnü Gülzari hazretleri tecelli etmiş. Ve su başında abdest alır halde iken ihvanına, “Oğul bizim ihvanımıza böyle şeyler yakışmaz. Yola leke gelir. Allahın emriyle nikahla olsun” deyip nasihat ettikten sonra oradan ayrıldığını yine İbrahim İpek efendi köy ve şahıs ismi vererek nakletmişti. - Belkavak köyünden dervişler Hüsnü Gülzari’yi ziyarete gitmişler. Gece bir yerde konaklamak icab etmiş. Fakat her yer tarla olduğu için eşekleri bağlayacak bir ağaç veya taş bulunamamış. Bunun üzerine Şekerin Mehmet denilen mukallit derviş: “Ben şeyh ziyaretine gidiyorum, eşeğime de mukayyet olsun” demiş ve yatmış. Ertesi gün Hüsnü Gülzari’nin odasında şeyh efendinin murakabeda uyukladığı görülmüş. Arada bir kendine geliyormuş. Bunun üzerine Şekerin Mehmet: “Efendi biz sana geldik ki sohbetinden istifade edelim ama sen uyukluyorsun” demiş. Hüsnü Gülzari ise “Oğul, ben yaşlı adamım. Sabaha kadar sizin eşeklere mukayyet oldum ve uykusuz kaldım, kusura bakma” demiş. - Hüsnü Gülzari’ye hizmet eden iki genç (biri ravi Necip hoca) kalabalık ihvanla odada otururken, çaylar adet üzere efendinin önüne gelmiş ve şekerleri cebinden çıkararak 20 küsür bardağa servis yaptırmış. Bu iki genç bardak eksik olduğu için hem de hizmet ettikleri için suküt etmişler. Çaylar içilirken misafirlerden birisi “Ne o gençler dedenin çayı şekeri biter diye mi içmiyorsunuz” demiş. O arada murakabede olan Hüsnü Gülzari hazretleri başını kaldırmış, bakmış ki iki genç çay içmiyor. Ve onlara sormuş “Siz niye içmiyorsunuz.” Onlarda “önemli değil efendim biz hizmet ediyoruz, içmezsek de olur” demişler. Bunun üzerine iki çayın gelmesini isteyen Hüsnü Gülzari cebinden çıkardığı şekerleri bu iki bardağa koymuş. “İçin oğul için dedeniz ölene kadar ne çayı biter ne de şekeri” demiş. Lakin olayı nakleden Necip hoca, “Efendinin cebine bakıyorum o cepten 40 – 50 adet şekerin çıkması mümkün değil. Hatta en son bize şeker çıkarırken hususi eğilip cebine baktım. Hiç bir şey gözükmüyordu” buyurmuştu. -Yine Necip hoca talebeliğinde Hüsnü Gülzari hazretlerine ziyaret gitmiş. O zamana kadar Hüsnü Gülzari hazretleri ilmi derecesi nedir acaba bizim okuduğumuz konulara vakıf mı gibi kafasında bazı sorular varmış. Bunun üzerine Hüsnü Gülzari hocanın o günlerde öğrendiği konuyu arapça ibaresiyle baştan aşağı ezbere okumuş. “Oğlum nasıl unutmamışım değil mi” diye kendisine teyit ettirmiş. - Hüsnü Gülzari hz.’lerinin oğullarından Mehmet adında ki oğlu ibadetine gevşek ve düzensiz bir hayat sürermiş. Oğlu bir kaza geçirip vefat etmiş. Hüsnü Gülzari’nin ağladığını gören yakınları, ihvanları ve aile dostları Hüsnü Gülzari ‘yi teskin etmek için “Efendi hiç ağlamak size yakışıyor mu ağlamayın” diye telkin ettiklerinde “Oğul ölmeyi bilemedi hiç ölmeyi bilmiş olsaydı ağlarmıydım” buyurmuş. - Birgün Çankırı’nın dağ köylerinde irşad için gezmekte olan Hüsnü Gülzari hazretleri aynı niyetle dolaşan İskilipli kadiri şeyhi Ethem efendiyle karşılaşmış ve ikiside birbirine doğru yaklaşmış; ihvanlar acaba hangisi daha kemalli kim kimin eline varacak derken Hüsnü Gülzari şeyh Ethem efendinin eline varmış ve şeyh Ethem ‘de onu alnından öpmüş. Ayrıldıklarında meyus olan ihvana Hüsnü Gülzari “Oğul biz onun yaşına sinnine hürmeten elinden öptük o da bizim alnımızdan öptü hem yiğit alnından öpülür” deyip konuyu kapatmış. - Bir keresinde Hüsnü Gülzari hazretleri Fehmi dedenin icazet yazdığı Osman Bahri efendiyi Fettah dervişi iken evine ziyarete gitmiş. O arada tarla işleri ziyade imiş. Osman efendi evde yokken odasında asılı tesbihi eline alıp keşfen çekilmediğini anlayıp elinde evirip çevirmeye başlamış. Osman efendi geldiğinde oğul ben tozunu aldım sende artık gerekeni yap deyip iade etmiş. Osman Bahri Efendi utanarak başını öne eğip peki efendim demiş. - Sarıkaya köyünden eski dervişlerimizden Zemzem bacı çocukken Hüsnü Gülzari ’nin odasının yanında evin ocağında yemek yapan hanımını izliyormuş. Onu çok küçük bir tasta çorba ile yine küçük bir kapta yarım kilo gelmeyecek bir fasulyeyi kavurur görmüş, sonra odadan içeri girmiş, uzaktan yakından gelen hanım ihvanla oda doluymuş. Hüsnü Gülzari Zemzem hanıma sormuş, “Zemzem kızım yemek ne halde Nenen ne yapıyor” deyince “aman efendim burada otuz kırk kişi var azıcık çorba ile birazcık fasulye kime yeter” diye şikayet edince, Hüsnü Gülzari hazretleride mutfağa girip çorbayı ve kavrulan fasulyeyi kendi elleri ile karıştırıp “Kız gadası kalkasıca burada bir orduya yetecek yemek var” demiş. Bilahare servis yapılmış ravi hayattaki Zemzem bacı, “efendim herkes yedi içti yine çorba ve fasulye yeminle tencerelerde aynen duruyordu” demiştir. - Hüsnü Gülzari hazretlerinin oğlu Kadir efendi için hilafet vermesi talep edildiğinde oğlu alim olduğu halde, “Oğul Erenlere arz ettik nasibi yok dediler. Zorlamayın beni” diye karşılık vermiş. Bir keresinde ihvanın biri “Efendim Gavs-ı Geylani benim dosyamı imzaladı. Size teslim etti. Siz benim icazetimi vermiyorsunuz” dedikte Hüsnü Gülzari “Oğul dosyayı sende okumadın mı? dosyana meczup yazıp öyle bana teslim etti. Millet akıllının peşine gitmiyor, delinin peşine nasıl gitsin” demiş. - Hüsnü Gülzari hazretleri Seyit Necati dedeye birlikte dervişlik yaptığı cem dervişi Yunus efendi namlı arkadaşı için “Yunusunda icazet için bir tokatlık işi kaldı ama “ah ! “ demiş. Bilahare ah demesinden ömrünün az olduğu Yunus efendi vefat edince anlaşılmış. - Hüsnü Gülzari hazretlerinin ilk dualadığı Karaçaylı Selim derviş ve arkadaşı hoca efendi Hüsnü Gülzari hazretlerini ziyarete gittiğinde. “Efendim rüyamda Karaçay köyünün üstünden doğru turnalar Yerliköye uçmakta gördüm” dediğinde “Oğul duymadın mı Hafıza icazet yazdık” demiş. Bilahare vefatına yakın bu dervişleri yanına alıp Yerliköye gitmek istediğini bildirmiş ve gitmiş. Hayrullah efendi ve diğer ihvan önde, İbrahim İpek efendi ile Hüsnü Gülzari hazretleri geride kalmış. “Evlat sana her yere gitmek serbest. Ama şu dağ köylerini Hayrullah’a bırak. Gençsin kadınların içinde fazla oturma, hilafet işine senden başka kimse karışmasın. Sen de bu işte hissi davranma malum hali yakalarsa kim olursa olsun icazetini yaz” demiş. Ve tarikattaki icazet yazma, dergah açma-kapma, halife tayin etme vs. vazifelerini İbrahim İpek efendiye teslim etmiş. - Hüsnü Gülzari hazretleri İbrahim İpek efendiye icazet yazdığında “o genç ona nasıl icazet yazılır? ” dendiğinde, “Evladım o sevmiş göstermiş cemalini ben nasıl yazmayayım icazetini” buyurmuş. - Halife İdris efendinin oğlu bir kış günü Hüsnü Gülzari ’yi zorla bir davete götürmeye azmetmiş. Fakat Hüsnü Gülzari şartların zorluğuna binaen güç bela bu talebi geçiştirmiş. Davet eden kişi gittikten sonra “Oğul az çok basireti var bir şeylerde bekliyor ama bu tip adamlara yanılıp hilafet versem gece uyur gördükleri ihvanın boğazına basar öldürürler maazallah” buyurmuş. - Hüsnü Gülzari hazretleri düğün alayının önünden geçerken, davulcu kendisinden para istemiş o da vermiş. İhvanın evine oturdukta, kalbi bozulan ihvanlara mahsuben efendi “Evladım ben şükür için sadaka niyetine o parayı verdim. Beni onun gibi, onu da benim gibi yapmaya rabbimin gücü yeterdi. Ama bana ikram etmiş de bu halde bulundurmuş” demiş. - Hacı Latif Efendiden mervidirki; Hüsnü Gülzari hazretleri icazeti alıp, irşada başladıktan sonra Çankırı ‘da Nakşi meşayihinden Hilmi efendinin dergahına gelen kişiler Latif efendininde bulunduğu mecliste heyecanlı bir şekilde “Efendi siz durun bakalım Müdü ’den bir şeyh çıkmış önüne kattığını dualıyor. Yakında köylerde dualayacak adam bulamayacaksınız” dedikte “Oğul, siz ne diyorsunuz. O zat cihanın kutbu oldu. Dört senedir hepimiz ondan feyizleniyoruz. Biz onun atının önüne at mı sürebiliriz o dilediğini yapar” demiş. - İbrahim İpek efendi İstanbul’a gelmeden bir gün önce, rüyamda büyük bir uçak görmekteyim. Tarif edilemeyecek büyüklükte bulutlara sığmıyor. Efendi dergaha geldi, sedire oturdu. Biz bu maneviyatı arz etmeden. “Fatih efendi biz de bir uçak görmüştük. Kanadının biri Bediüzzaman Saidi Nursi hazretleri oluyor, bir diğeri Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri oluyor. Şeyhim Hüsnü Gülzari hazretleri kutup motor oluyor uçağı o itiyor” diyerek hem rüyayı tabir etti, hem de Hüsnü Gülzari hazretlerinin ve kendisinin kutbiyetini izhar etti. - İbrahim İpek Efendi Hüsnü Gülzariden el tuttuğu günün öncesi semadan direklenen nurdan bir boru içinden süt akıyor, şeklinde görmüş. Bunun arşı aladan gelen Hüsnü Gülzari‘nin feyz çeşmesi olduğu söylemiş. Bilahare bu maneviyat üzerine dualanmış. El tuttuğunun 2. ayında köyün imamı İsmail efendiyi rüyada gören İbrahim İpek efendi, hocayı İskilipte bir caminin kürsüsünde vaaz verirken “Hüsnü Gülzari Kutbul Arifindir inanmayan kafirdir” dediğini ve bilahare burgu gibi semaya çekilip kaybolduğunu görmüş. Ertesi gün Hüsnü Gülzari hazretleri geldiğinde “Efendim Kutbul Arifin ne demektir” diye sormuş. O ‘da “Paşaların paşasıdır. Erenlerin başıdır” demiş. İbrahim İpek efendi, “Hakikatte ne zaman güneşin Belkavak köyünden doğru Yerliköye geldiğini görsem, Hüsnü Gülzari bizim köye gelirdi” derdi. Güruhu Naciye gelip geçiyor Nura gark olmuş ceyiş gidiyor Cihanın kutbu cevlan ediyor Şeyhim Hüsnü kutbu cihan değil mi? - Yine Hüsnü Gülzari kerameten İbrahim İpek cihanın kutbu olur, fakat biz göremeyiz buyurmuş. - Bir keresinde rüyada piran ile beraber Hüsnü Gülzari hazretleri, İpek efendi daha hayattayken İstanbul’daki dergaha geldi. Teftiş etti. Evladım dünya işin fazla ama seni posta oturtmamız lazım dedi. Bende nasıl isterseniz, emriniz olur efendim deyip boyun kestim. - Bir keresinde rüyada bir camide namaz kılıyorum. Sağ tarafımda ufak boylu sarıklı kısa sakallı bir zat namaz kılıyordu. Namazlar bittikten sonra o zat yanıma geldi ve ağzının balını ağzıma verdi. Ben kendisinin hangi tarikten olduğunu sorduğumda, “Ruhzari” dedi. Ben o zatın Hüsnü Gülzari olduğunu fehm edip elini öptüm uyandım. - Bir maneviyatımda Hüsnü Gülzari ile bir odada oturuyorum. Elinde tarihi işlemeli bir silah var, silahı fakire teslim etti bende silahı aldım ve nereye atayım diye düşünürken önüme bir put çıktı ve silahı ona doğrultup sıktım bilahare Hüsnü Gülzari tebessüm edip gülmeye başladı. - Dağ Helleceli Ethem efendi İbrahim İpek Efendi’ye ziyarete gittiğinde “Ethem Efendi sende hilafetle ilgili bir maneviyat var mı? ” diye sormuş. O da “efendim rüyamda bütün ehlullah, beytullah’ın arzında toplanmış Beytullah’a doğru bakarken, semadan irşat irşat diye ses işitilmeye başlandı. Ben acaba bu ses rahmani mi, yoksa şeytani mi diye merak ederken birden Hüsnü Gülzari hazretleri semadan indi. Babüsselam kapısı önünde durdu. Kapı açıldı önünde Fatih efendi duruyordu. Hüsnü Gülzari ona hilafet tacı giydirdi ve irşada vazifelendirdi” deyince. İbrahim İpek efendi “git bu maneviyatı Esat ağama da anlat” dedi. Ben gittim anlattım. Boynu döşüne düştü. Ses çıkartmadı. Sonra da ayrıldım buyurdu.

kaynak:http://www.gulzarii.com
Ekleme Tarihi: 23.02.2007 - 19:23
ipekyolu_19 üyenin diğer mesajları ipekyolu_19`in Profili ipekyolu_19 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: HÜSNÜ GÜLZARİNİN TASAVVUFİ GÖRÜŞLERİ
ipekyolu_19 su an offline ipekyolu_19  
HÜSNÜ GÜLZARİNİN TASAVVUFİ GÖRÜŞLERİ
12 Mesaj -
Hüsnü Gülzari ‘nin gül bahçesi ve onun yetiştirdiği gülleri tanıtırken hem onun tariki, meşrebi ve yola kattığı güzellikleri bir nebze anlatmadan geçemedik, hem de ihvanın elinde muhtasar bir bilgi kaynak bulunur ve istifade eder ümidiyle bu işe giriştik.

Yukarıda bahis olduğu üzere fakir Hüsnü Gülzari ‘yi zahirde hiç görmediğim halde dervişken alemi menamda bir camide buluşup birlikte namaz kıldık. Namazdan sonra beyaz sarıklı ufak boylu ve tenine dolgun bir zat yanıma geldi ve ağzının balını eliyle ağzıma doldurdu ve tarif edilemeyecek bir hal yaşadım ve bilahare fakire himmet eden bu zatın hangi tarikten olduğunu sormak aklıma geldi “Efendim siz hangi tariktensiniz” diye sordum O ‘da “Ruhzari tarikindenim” dedi. Hüsnü Gülzari ‘de yanıma geldi Ağzının balını ağzıma verdi Seni üstat yaptık ihvana dedi Fehmi efendimdi yanımda duran Uyandıktan sonra kendisinin Hüsnü Gülzari hazretleri olduğu ve tarikininde Halvetiyül Uşşakiye, meşreben Ruhzari (Ruhu Zarda) olduğu ayan oldu işte bir nebze bu Ruhzari -Gülzari- meşrebinden bahisle aslında tariki uşşakinin seyri sülukuna değinmek istiyorum. Ruhum bülbül olmuş hakka zar eder Mücahide tutunmuş hep firar eder Pirim Hüsamettin ile kar eder Muhammed ‘e giden kervan geldi mi? Dost eline gidenler nerdeler hani - Hüsnü Gülzari ‘nin daha önce dualamış olduğu bir derviş ibadetine gevşek olarak hasta yatağında efendiyi ziyarete gelmiş olayın şahidi olan ihvan, Hüsnü Gülzari ‘nin o dervişin elini elinin içine alıp dikkatlice bakıp “ Oğul bizim yaktığımız kına çıkmazdı ama seninki iyi tutmamış galiba” dediğini nakletti utanan derviş “ Yok yok tuttu efendim içimdeki sızı ve nedamet gitmiyor söz dersimi yapacağım” diyerek efendinin gönlünü almış. Yine Hüsnü Gülzari başka bir mecliste “Oğul bu hasta halimizle bugünde 15 kişiyi dualadık bunların yaptığı işten, yaptığı dersten Cenab-ı Hak bizide nasiptar ederse buda bize yeter” dermiş. Evet Hüsnü Gülzari yaktığı kına tutan nefesi gönülleri, kalpleri dirilten telkini zikir ve muhabbet mayesi ile insanları hakka yönelten bir zat idi. Malum olduğu üzere nefesi şeyh, kibriti ahmer gibidir. Yedi esma kalpte devama ererse ahlakı zemimeye fena verir ve cümle hastalıklara deva olur. Bu yedi esma ancak kimyayı nefesi şeyhin, taliplere muhabbetle telkini ile devama erer. Nefesi şeyh ise Cebnab-ı Hakkın Cibrili Emin ile medinede Habibinin kalbine ilka ettiği telkin mayesinin, peygamberimiz tarafından İmam Ali (k.v.) ‘ye ve eshabına muhabbetle telkini silsilesiyle Eminden, emine kendisine ulaşmış nefestirki, onun kalbi bu iksirle dolmuştur. Kimyayı nefesi şeyh odur. İşte Hüsnü Gülzari hazretleri de kendisine bu tarikle gelen telkini zikir mayesini, muhabbetle Seyit Necati dededen almış, nefesi ile İç Anadolu’yu zahirde diriltmiş, kalpleri ihya etmiş, batında da Kutbul Aktab olarak, insanı kamil olarak alemleri ihya etmiştir. Malum olduğu üzere bütün tarikler birdir hepsi yedi esma üzere bina olunmuş bilahare kişilerin içtihatlarına göre zaman içinde bazı farklılıklar görülmüştür. Bu meseleyi Ahmet Şemseddin Yiğitbaşı Risaleyi Tevhidinde şöyle beyan eder. “Allah teala gizli bir hazineyken kendisinin bilinmesini arzu etti ve muhabbetle evvela Ruhu Muhammedi ‘yi halk eyledi ve mürit menzilinde tutup nurdan bir kandilde halvet ettirdi. Kendisini şeyh menzilinde tutup kelime-i tevhidi telkin eyledi. Bin yıl Ruhu Muhammedi kelime-i tevhid ile meşgul oldu. Sonra bu muhabbetle ikinci esmayı lafzatullahı telkin etti bin yılda ikinci isimle meşgul oldu. Ondan sonra bu muhabbetle üçüncü isim olan Hu esmasını bin yıl, dördüncü isim olan Hak esmasını bin yıl, beşinci isim olan Hay esmasını bin yıl, altıncı isim olan Kayyum esmasını bin yıl ve yedinci isim olan Kahhar esmasını muhabbetle telkin etti. Hakkın bu isimleri Ruhu Muhammedi ‘ye de devamlı kendini zikreder hale geldi. Bu yedi isme meşayihin usulü esma demesinin hikmeti budur. Bu usulü esmanın nurları vücud menzilesinde olup, muhabbetullah ruh menzilesinde oldu. Aşkı hakiki denen işte bu muhabbettir. Zira muhabbet ile bağlanan (telkin edilen) zikir dinmez, zikir ile bağlanan muhabbet zail olmaz. Hak teala Cebrail (as) aracılığıyla bütün enbiyanın kalbine telkini mayesini, zikri ilka eyledi. Aşkı hakiki denen bu mayeyi, telkini zikri (kalbine ilka olunan şeyi) Resulullah (sav) Medine-i Münevvere ’de ashaba telkin eyledi. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve İmam Ali (kv) Resulullahtan sonra bu maye ile irşat ettiler meşayihin yoluda bu usul üzeredir. Böylece tarika girip seyri süluk çıkarmak hem farz hem sünnet oldu. Resulullah (sav) ‘in mübarek vücudunun Halk ile münasebeti var idi. Mübarek vücudu ile halka telkini maye edip, irşad edip Hak ile münasebet kurmalarını sağladı. Vefatından sonra Resul (as) bu usulü bozmadı. Yani benim mübarek ravzam ile münasebet kurun telkin alın demedi yerine halife diledi. Artık mezardan telkin olmaz neuzu billah bu mayeden muhabbetten mahrum olunur. Bu takdirce batın için sahih irşad tariki budur ki Kutbul Aktab-ı hakikilik Resulullah (sav) ‘in ola. İmam Ali (kv) ‘den mücaz kişiler yani kalbi bu maye ile baliğ olmuş kişiler ehli irşad oldular ve dualadıkları kişiler Kutbu Manevi oldular. Yine Ahmet Şemseddin Yiğitbaşi Silsile-i Ehli Tarik adlı eserinde asrı saadette şu olayı delil göstermekte . Resulullah (sav) zamanında ashabı suffa denen erler üçyüz altmış kimse var idi. İttifak, Hz. Ali (kv) birgün namaz kılmak niyetiyle mescidi Kübaya gidince gördüki bir bölük Müslümanlar Hakkın ibadeti ile meşgul olmuşlar. Asla gelenden ve gidenden haberleri yok. Hz. Ali (kv) bu melaletle Resulullah (sav) ‘in yanına geldi. Hz. Resulullah dedi ki “ Ya Ali! Niye melül oldun?” Hz. Ali (kv) cevap verdi “Ya Resulullah mescidi kubaya vardım. Gördümkü Suffe-i Safa tevhide meşgul olup ibadet nuruna müstağrak olmuşlar. Asla gözlerine bir nesne görünmez deyince Hz. Resul (as.) buyurdu ki, “Ya Ali sen dahi tevhide meşgul olup Bari teala onlara ibadet nurunu nasip ettiği gibi, senin gönlüne de tevhid nuru nasip ola” dedi. Hz. Ali (kv) tevhide meşgul oldu, gelip Hz. Resul (as) ‘a dedi ki “Ya Resulullah! Asla bana bir nesne ayan olmadı” deyince, Hz. Resul (as) “Ya Ali! Iğmız aynek”, “ Ey Ali! Gözünü yum” deyip Hz. Ali (kv) ‘nin kulağına telkini tevhid eyledi ve Hz. Ali (kv) varıp tevhide meşgul oldu ve bilahare gelip. “Ya Resulullah! Bana şunun gibi acayip ve garayip haller vaki oldu deyince Hz. Resul Cibril ‘i eminin kendi kalbine ilka ettiği ezelde Cenab-ı Hakkın hakikatı Muhammediye ‘ye talim etmiş olduğu esmaları sırayla telkin edince yedinci esmaya geldiğinde dağlar ve taşlar Hz. Ali (kv) ‘ye Bi İznillahi teala hal diliyle kelimat eyleyip secde ettiler. Hz.Ali (kv) dahi Hasan Basri ‘ye ondan Habibi Acemi – Davudi Tai – Marufi Kerhi – Seriyi Sakati – Cüneydi Bağdadi – Seyit Yahya Şirvani – Aleaddin Uşşaki – A.Ş. Yiğitbaşi ondan günümüze kadar geldi. Yine Yiğitbaşı hazretleri bu olayı naklettikten sonra Hz. Resul (as) ‘ın bu telkini bu şekliyle sadece İmam Ali (kv) yaptığı diğer eshabla biat vaki olması nedeniyle tarik silsilelerinin eshab arasındaki fazilet tartışmalarına girmeden ve Musa (as) ‘ın Hızır (as) ‘a biatını örnek göstererek İmam Ali (kv) ‘de sonlanması gereğine dikkat çekmiş. “Ben ilmin şehriyim Ali onun kapısıdır” buyurduğu sebeple Allah (cc) ‘a vuslat etmek isteyenlerin İmam Ali (kv) kapısından ve ondan mücaz meşayihin açtığı kapıdan içeri girmeleri gerektiğini beyan etmiştir. Fakirin kanaatide aynıdır. Yalnız şuna dikkat etmeli ki insanları idlal edecek halsiz şeyhlerden uzak durula. Böyle kişilere derviş olmaktansa ehli sünnet yolunda ebrar tarikiyle geçinmek evladır. Halsiz şeyhe intisabın sonu dervişin ilhadı veya hakiki meşayihi inkardır. Malum olduğu üzere meşayih 4 alemden bahsetmiş 1- Alemi Lahut, 2- Alemi Ceberut, 3- Alemi Melekut, 4- Alemi Şuhud. Alemi Lahut Cenab-ı Hakkın kendi zatıyla bulunduğu yaradılışın başlangıcından beri değişmeyen mahlukatın ilmi ezeliyle vatanı aslisi olan bir alemdir. Cenab-ı Hak (cc) bir kenz, bir hazine iken Alemi Lahut ‘ta bilinmeyi murat etti ve hakikatı Muhammediye ‘yi kendi nurundan halk etti ve ondan Alemi Ceberrutu, Melekutu ve Şuhudu dünya hayatını halk etti. Alemi Lahut zatı itlakiyetin bulunduğu alem, Alemi Ceberut Arş ve Kürsinin bulunduğu alem, Alemi Melekut 7 kat sema ve içindekiler, Alemi Şuhud dünya göğü ve hayatı olmak üzere tasnif edildi. Meşayih bizim idrakimize bunu böyle sundu. Başladı vücutta gizli bir yanış Zuhur etmez mi dost ile barış Hakikat alemini sor karış karış Makamı Mahmud ‘a giderim Allah Cenab-ı Hak Alemi Lahuttaki kendi ruhundan ademe, ademin sülbünden Havva ‘nın ve kızlarının rahmine üfledi.Halkiyetle bu üreme devam etmektedir. (Nefahtü fihi min ruhi) (Legad halaknal insane fi ahseni takviym- sümme redednahu esfele safilin) Ademi ve havayı en güzel bir şekilde kudretiyle halk eden ve alemi melekutta cennete iskan ettiren Hak c.c. malum olayda şeytan a.l. ‘nin ceddimizi kandırması ile esfele safilin olan dünya hayatına indirdi. Bu indirme belki de bir vechiyle onun bulunduğu makamdan daha ilerilere çıkabilmesi, çıkma istidadının kullanılabilmesi içindi. Cennette iskan olunan cesed ve ruhi adem bilahare sülbünden gelecek olan habibi Ekrem- resulü muhterem Muhammet Mustafa SAV sülbü madere düşmesi, zamanı gelince yapacağı miracla ruh meal cesed sidre-i müntehaya, oradanda kab-ı kavseyn ev ednaya kadar çıkması için aşağıların aşağısı olan dünya hayatına gönderildi. Efendimiz SAV. Alemi lahutta nuru tevhidin vechinden nikabı açmasıyla bi kamu keyf Rabbi c.c. ile görüşmüş ve onunla mukabele etmiş ve lahut nuruyla halk olduğu asli vatanına kavuşmuş ve yaradılış gayesinin esası olan marifetullaha kemaliyle ermiştir. İşte Allah Resulü sav ‘in açtığı bu mirac yolundan nev’i beşerin en faziletlilerinden olan Muhammet ümmeti ruhi miraclarını gerçekleştirerek Allah cc ‘ya marifet kesbetmek ve ona doğru ruhen mirac yapmaktadır. Alemi lahuttan indirilen bu ruh arşı ala nuruna mübeddel oldu, ordan kürsü nuruna mübeddel oldu, ordan yedi kat semanın nurlarına ayrı ayrı mübeddel olarak Şuhut alemine inip ana rahmine üflendi. Sıfatı tisa denilen bu 9 göğün nuruna mübeddel olan alemi şuhuda indirilen ruh vatanı aslisinden uzak ve bu 9 nura mübeddel bir şekilde aşağıların aşağısı olan dünya hayatına indirildi. Yaradılış gayesinin aslı bu tenezzül esnasında 9 göğün nuruna ve sıfatına bürünerek alemi şuhutta anasırı Erbaa kaydına girip hayvani sıfatlarla muttasıf olan ruhun ahlaki zemimesinden kurtularak atvari (7) seba denilen bu yedi tavırdan Cenab-ı hakkın habibine ezelde telkin etmiş olduğu ve bilahare yine Cenab-ı hakkın cibrili emin vasıtasıyla kalbi ve cesedi pakı muhammediye dünya hayatında ilka ettiği usulü esma ve muhabbet mayesiyle zikri müdama (devamlı zikirle) ererek bu tavırlardan arındığı gibi ve eshabınada arıttığı gibi onun kamil varisinden muhabbet tarikiyle alınan zikir telkini mayesiyle ahlakı zemimeye fena vermek hayvani sıfatlardan arınıp insan olmak kamil olmak gerekmektedir. İmtihanın aslı ve yaradılış gayesi budur. Atvarı seba denilen bu yedi tavırda son üç göğün mübeddilatı bir sayılıp bilahare 1.Nefsi Emmare, 2. Nefsi Levvame, 3.Nefsi Mülhime, 4.Nefsi Mutmaine, 5.Nefsi Radiyye, 6.Nefsi Merdiye ve 7.Nefsi Safiye olarak belirlenmiş ve her bir tavrın karşılığı olan sıfatını ve mübeddilat nurunu ifna ettirecek sıfatı tisaya yok edecek terakkiyi sağlıyacak esmaların muhabbet mayesiyle telkini asrı saadetten günümüze kadar kamil be kamil gelmiş ve muhabbet mayesiyle kamillerin lisanından yapılan kelime-i Tevhid telkini nefsi Emmare sıfatını ifna etmiş, lafzatullah sıfatı levvameye ifna vermiş, Hu esması sıfatı mülhimeye ifna vermiş, hak esması mutmainneden terakki sağlamış, Hay esması radiyeden terakki sağlamış, Kayyum esması merdiyeden terakki sağlamış, Kahhar esması safiyeden terakki sağlamış ve sıfatı tisanın ifnası 7 tavrın sülukunun aşılması ve seyri suluk, tarik yolu denilen bu yoldan geçen kişinin indirildiği alemlerden geri yükselerek geldiği alemi lahuta çıkması ve lahut aleminin nurunun tecelli etmesi basiretle cemalullahı görebilmesi vatanı asliye kavuşması söz konusu olmuştur. İşte Ruhzari meşrebi de diyebileceğimiz halvetiyenin Uşşaki tarikinde seyri sulukun bu temel esmalarına rağbet edilmiş 7 esmadan sonra (etvarı seba) 5 esması (hazretül hams) bulunan tariki Uşşaki esmalarını bu meşrepte ya Fettah esmasına kadar diğer Uşşaki meşreblerinde olduğu gibi tek tek talim edilmiş. Ya Fettah esmasından sonrada Vahid,Ahed,Samed, Allah esmalarını dörtlü esma olarak ve makamı cem esmaları olarak talim etmiş ve bu şekilde taliplerini Hakka vuslat ettirmiştir. Ayrıca kuvvetli bir zakir (idareci) ve rehber (ihvana yol gösteren, rüyalarını dinleyip esma değiştiren) kadrosu oluşturarak hizmetin devamını sağlamıştır. 1925 yılında çıkan tekke ve zaviyelerin kapanması ile ilgili kanun ve menemen olaylarından sonra tarik silsile ve meşrebleri Türkiyenin her yerinde inkıtaya uğramış o günün zor şartlarında Hüsnü Gülzari ve Hulefası cansiperane hizmetin devamını sağlamıştır. Hasan Necati dedenin dergahı kapandıktan sonra kendisi ve Hüsnü Gülzari hazretleri bu hizmeti köy oadalarında ve ihvan evlerinde devam ettirmiş. Tariki Uşşakinin usul ve erkanını bozmadan devamını sağlamıştır. Uşşakinin asıl halakayı zikrullah usulünü korumuş özelliklerini usül ve furuu aynen devam ettirmiştir. Fakirde bu yola girdikten sonra bu güzelliklerin devamına titizlik göstermekteyim. Her ne kadar zikir tempomuz cezbeli ise de başlangıçta usulün korunması bilahare cezbeli zikre geçilmesi ve diğer tarik meşreblerce tevhidin sağlanması gerektiği kanatindeyim. Bu arada son dönem Uşşaki meşrebleri bilemediğim nedenlerle Hasan Hüsamettin Uşşaki hazretleri ve Halvetiyenin usulünü değiştirdikleri esmaların aslına sadık kalarak bir takım değişiklikler yaptıkları gözlenmektedir. Bu husus sonradan gelenlerinde bu açılan kapıdan girerek başka başka ilaveler yapmaları ve yolun aslını tahrif etmesi ihtimalini doğurmaktadır. Fakir bizzat uşşaki meşrebiyiz diyen fakat şeriat kaydından kendini azade hisseden ve bizim 48 adet esma ile seyri sülukumuz çıkar diyenlere rastlamışız. Son dönem uşşaki meşayihinden olan Mezarcı Mehmet efendinin ağzından bizzat şöyle işitmiştim. Şeyhi kendine icazet yazdıkta, şöyle vasiyet etmiş “Bizden aldığın usulü ayniyle devam ettir. Kendinden yola ve erkana hiçbir şey katma”. Bu manada Hüsnü Gülzarinin tarik kardeşi Hasan Necati dedenin icazet yazdığı çok alim fazıl bir zat olan Zühtü Dede “ Biz dervişi Hu esmasında irşad ederiz 12 esmayı bekletmeyiz” demesi ile pirlerin gadrine uğradığı ve erken vefat ettiği İbrahim İpek efendi tarafından beyan edilmişti. Talibi irşadi hazretlerinin icazetli talebelerinden olan Hüseyin Hüsnü Aziz. Sücaaddin Baba ve Kanber efendi yukarıda bahsettiğimiz usule riayet etmişler, tekke ve zaviyelerin kapanmasıyla intikaya uğrayan zor günler yaşayan usullerini kaybeden Uşşaki tarik meşrebleri bilahare bazı değişikliklerle karşı karşıya kalmışlar. Allaha hamd ve şükürler olsun ki Seyit Necati Dedenin Anadoluya taşıdığı ve Hüsnü Gülzariye teslim ettiği yolda özünü aslını bozmadan devam etmiş zikir ve esma usulleri değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Rivayet olunur ki Hüseyin Hüsnü Aziz efendiye kadar Uşşaki zikirlerinde dervişleri feyizlendirmek ve ritim için tef-bendir gibi alet kullanılırmış. Bir gün Hüseyin Hüsnü Aziz efendi bir zikrullah meclisinden sonra evin sahibi kadı efendinin kızına zikiri beğenip beğenmediğini sormuş O ‘da “zikri bilmem ama tefin sesi kulağıma çok hoş geldi, çok hoşuma gitti” demiş bunu üzerine celallenen Hüsnüya dede tefi parçalatmış ve bir daha da meydan zikirlerinde çaldırmamış. Halveti Uşşaki tariki ve Ruhzari meşrebi şeriatın zahirine bağlı tarikatın usul ve füruna uygun hareket eden efendimiz SAV ‘in (Hayrul umurihi evsatuha) işlerinizin hayırlısı ortasıdır dediği bir orta yol olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün Uşşaki meşrebinin idarecileri hadimleri bu hizmeti ön plana çıkararak hizmete devam etmeleri temennimizdir. Bu arada Sücaaddin Babanın halifelerinden Sami Niyazi hazretlerinin tertip etmiş olduğunu zannettiğimiz usulü esmada Allah, Allah,Ya Allah - Hu,Hu Ya Hu - Hak Hak, Ya Hak – Hay,Hay,Ya Hay – Kayyum, Kayyum, Ya Kayyum – Kahhar, Kahhar, Ya Kahhar ilel ahir. Bu tertip devam ettirmekte alim ve fazıl olan Hüsnü Gülzari hazretlerinin bu tertibi eleştirdiğini İbrahim İpek Efendi bize bildirmişti. Eleştiri konusu yukarıda bahsettiğimiz gibi pirin usulünü bozmamaktaki hassasiyet, bir diğeri ise dervişlerin usulü esmayı başında Ya (ey) nidası olmadan anması edebe aykırıdır görüşüdür. Bilahare Seyit Kazım efendi diğer tariklerden aldığı icazet nedeniyle olsa gerek ders tariflerinin başına 111 besmeleyi şerif ekleterek tevbe istiğfarla başlayan Hazreti Pirin usulüne ilave yapmıştır! Fakire el an hallerini dinlediğim bazı ihvanlarda İbrahim İpek Efendinin talim ettiği Ya Allah, Ya Nur - Ya Hayyu, Ya Kayyum, Ya Zelcelali vel İkram - gibi ikili ve dörtlü esmaları duymaktayım. Zakirlerden yeni dervişlere bu esmaları isteyenlere “Bu İbrahim İpek Efendinin içtihadı nefsi talimidir. Bu esmaları siz veremezsiniz” deyip. Asıl usulü esmaya ağırlık vermeyi uygun görmekteyim. Böylece Pirin tertibini bozmadan elimizde kalan bu öz Uşşaki Meşrebi halakayı zikrullah usulleri olsun ve diğer tertibi esmaları olsun aslına uygun korunmasından yanayım. Böylece Halvetinin Uşşaki kolunun Ruhzari meşrebinin en iyi bir şekilde icra edileceği kanaatindeyim. Allahu alem bisevab. Şimdi meşayih, tertip ettiği bu yedi tavır hakkında muhtasar bilgiler vererek bu konuyu bu kitabın içinde sınırlı tutarak bitirmek istiyorum. Malum olduğu üzere tariki uşşakinin 12 adet usulü esması vardır. Bu esmaların halveti silsilesinde geriye doğru incelediğimizde Seyit Yahya Şirvani, Dede Ömer Ruşeni, Ahmet Şemsettin Yiğitbaşi hazretleri usulündede 12 esmayı görmekteyiz. Tertibi biraz farklı olsada Bu esmalar; 1.Kelime-i Tevhid, 2. Ya Allah, 3. Ya Hu, 4. Ya Hak, 5. Ya Hay 6. Ya Kayyum, 7. Ya Kahhar, 8. Ya Vehhab, 9. Ya Fettah, 10. Ya Vahid, 11. Ya Ahed, 12. Ya Samet olarak sıralanmıştır. Ahmet Şemsettin Yiğitbaşiyle gelen kolun İzzettin Karamani, Ümmi Sinan ve Hüsamettin Uşşaki hazretlerinin usulü esmasında bu esmaların varlığı fakirin kanaatidir. Hazreti Pir Hasan Hüsamettin Uşşaki ‘den sonra silsilede olan bazı inkitalar Piri Sani Cemaleddin Uşşakiye kolun belirsizlikle gelmesine yol açmış bilahare Cemalettin Uşşaki doğruluğunu ispatlayamadığımız bir nakilde kendisine ceddi İmam Ali (kv)’nin maneviyatta 12 esmayı 1. Kelime-i Tevhid, 2.Ya Allah, 3.Ya hu, 4.Ya Hak, 5.Ya Hay, 6.Ya Kayyum, 7.Ya Kahhar, 8.Ya Fettah, 9. Ya Vahid, 10. Ya Ahed, 11.Ya Samed, 12. Ya Allah olarak talim ettiğini beyan etmiştir. Bundan anlaşıldığı üzere 2. esma olan Ya Allah ile 12. esma olan nidasız Allah mükerrer olarak yer almaktadır. Yine bu usül Hazreti Pirden geldiyse Hazreti Pir Hasan Hüsamettin Uşşaki hazrteleri Pir olarak böyle bir içtihat ederek kendi usulünü kurmuş olur. Böyle değilse Nakşi dersinide talim eden fakirin kanaati, Piri Salis Selahaddin Uşşakinin ve beklide silsilede olan ondan önceki meşayihlerin bazılarının Nakşi tariklerinden de mücaz olmaları, nakşi tarikinin yegane esması olan lafzatullah ile 12 esmanın nihayetinin bitirilmesi gibi bir içtihad, doğurduğu düşüncesini uyandırmaktadır. Bir başka akla gelen şey ise, Lafzatullahın diğer esmaya muzaf olması esmaların tek tek veya dörtlü şekilde okunurken sonunda bulunması esmanın icrasını çıkarmayı kolaylaştıracağından örneğin Ruhzari meşrebinde Hay esması kıyamda Hay, Hay, Hayy Allah diye okunduğundan ve Vahid, Ahed, Samed Allah diye cem esmaları darb olunduğundan alt sıralamada Ya Vehhab ismi şerifinin unutulduğu, veya tertipten bu vechile çıkartıldığı kanaatindeyim. Bu halin aslın ne olduğu kaynak ile elimizde belgelenemediği için Pirin ruhaniyetinden bir uyarı, Rabbimden bir beyan söz konusu olursa ve elimizde Hazreti Pirin usulü esması ile ilgili bir kaynak eser (kendi zamanında ve yakın hulefasından) ortaya çıkarsa bu konunun netleşeceği inancındayım. Bu etvari seba denilen 7 tavır ve kişinin enfüs alemindeki seyri, Hazreti hamse denilen 5 esmanın tavrı tevhid mertebelerinde alemlerin seyri olarak 12 esmanın seyri slüluku tamamlanmaktafdır. Tariki Uşşaki ‘nin seyrini, kendi nefsini tanıyabilmesi için yapacağı seyri iki kısımda ele alınır ki birinci kısım seyri enfusi ve devri ademdir ki; Bunlar 1. Nefsi Emare, 2. Nefsi Levvame, 3.Nefsi Mülhime, 4.Nefsi Mutmaine, 5. Nefsi Nefsi Radiye, 6.Nefsi Merdiye, 7.Nefsi Safiye olarak adlandırılırlar. Bu seyri tamamlayıp, bu sıfatlardan terakki etmek için kişide azim, say ve gayret ve Cenab-ı Hakkın yapmış olduğu iyi hal ve tavırlar karşısında o kişiye ikram ve ihsan etmesi ezelde de nasiplendirmesi gerekmektedir. Cenab-ı Hak bize ve ümmeti Muhammede bu yolu açıp seyri sulukumuzu zamanı ve hakkı ile tekamül ettirmeyi nasip eylesin Amin Ya Erhamerrahimin. İkinci kısma ise (Hazreti Hamse) beş hazret mertebesi denmektedir. Tevhid mertebelerini ifade eder bunlar 1.Efal Alemi, 2.Esma Alemi, 3.Sıfat Alemi, 4.Zat Alemi, 5.İnsanı Kamil diye adlandırmış. Bu mertebelere çalışarak, yaşanarak ve hakkın lütfu ile aşılarak, gün mürşitlerin himmetleri ile kemale erilir. Allah c.c. kendisine çekmeyi murad ettiği kulları bu yoldan geçirerek kendisine ulaştırır. Abdulkadir Geylani hz.leri Men Aref dersi okumayanın yani bu seyri gerçekleştirmeyenin zahirde ilim sahibi de olsa cahil sayılacağını beyan etmiştir. Efendimiz (SAV) “Men Arefe Nefsehu Fegad Arfe Rabbehu” buyurmuş ve büyüklerimizde nefsin cihad ile, mücadele ile temizlenip tezkiye edilebileceğini bizlere bildirmiştir. Bu manada İpek Efendi, Lazımdır dervişe say ile gayret Yetişmek istersen kervana dedi diyerek, bir başka divanında, Say ve gayret ile çıktık bu kaşa Bu hali görenlerin hep aklı şaşa Layıkmıydım mevlam bende bu işe Rüşdüyü ummana daldırdın Allah diyerek seyri süluk yolunda lütfu ilahinin yanında say ve gayretli olmaya kesbe dikkatleri çekmiş. Tasavvuf büyükleri bizlere nefsin aslında bir olduğu ve sıfatlarının yedi olduğunu bildirmekteler. Nefs-i Emmare bütün gücüyle kötülüğü emreder istediğini yaptıran nefis anlamındadır. Nefs-i Emare sıfatından kurtulabilmek için evvela onu iyi tanımalı ve her vechi ile tarif etmek gereklidir. Hak yolu taliplerinin bidayette en zor, en güç geçen makam burasıdır. Sıfatı tisayı tarif ederken ruh nefs-i emmarenin kaydında iken 3 göğün nuruna mübeddel olduğunu ve anasırı Erbaa ile mecz olduğunu bildirmiştik. Bu makamda ruh, ten kafesine sıkışmış ve ruhu hayvan denilen gardiyanın tasallutundaki bir esir mesabesindedir. Ruhun bu esaretten kurtulması ve ten kafesini yarıp mübeddel olduğu bu üç göğün nurundan arınması bidayette zor bir iştir. Malum olsun ki bir çocuk anne sütüne alışıkken mamaya geçmesi çok zordur. Mamadan yemek yemeye alışmasıda çok zordur. Nefsin bulunmuş olduğu tavır ve mertebelerden sıyrılması o derecede zor ve metanetli bir iştir. Bu nefis mertebesinde kişi eğer daha şeriat kapısından içeri girmemiş ve mükellefiyeti kabul etmemişse daha vahim bir durum arzeder. Mürşidin dizine oturan ve muhabbetle mayeyi zikiri (zikir telkinini) alan mürid şeriatın rükun ve kurallarına uyacağına dair mürşidi şahit tutarak söz vermiş olur. Böylece nefsi daha önceki adetlerinden kesilir. Bebeğin sütten kesilmesi gibi, kişi onu mamaya (ibadet ve taate) alıştırmaya gayret eder. Şeriatın rükünlerine uyarak almış olduğu zikir telkinine devam eder. Nefs-i Emmare sıfatına fena vermeye, ahlakı zemimesini ifna etmeye ve ruhunun mübeddel olduğu sema nurlarından sıyrılıp asli vatanına doğru yönlenmeye başlar. Yavaş yavaş Nefs-i Emarenin kötü sıfatları izale olmaya başlar. Tasavvuf büyükleri Nefs-i emareyi yedi başlı ejderhaya benzetmişlerdir. 1. Kibir- Ucub-Enaniyet, 2.Hırs, Tamah-Buhul 3.Şehvet-Hubbu Dünya, 4.Gadap-Kin, 5.Şirk-Küfür-Fısk, 6.Cehalet-Gaflet-Günah kebair, 7.Darb-Zulüm. Bu yedi sıfattan ikisi asıldır. Bu ikisi fena bulursa diğerleri çabucak ortadan kalkar ki bunlardan biri hubbü dünya (dünya sevgisi), ikincisi benlik ve enaniyettir. Peygamber (SAV) “Hubbü dünya resi külli hatietün” diyerek mezmum (yerilmiş) olan dünya sevgisinin kötülüğünü işaret etmiş. “Vücudun, enaniyetin öyle bir günahtır ki, günah olarak sana yetişir.” diyerekte benlik ve enaniyetin ne kadar kötü bir sıfat olduğuna işaret etmiştir. Kişi mürşidinin dizine oturupta mayeli zikir telkinini aldıkta benlik ve enaniyetinden varlık kaydından kurtulmuş olur. Alim ise alimliğinden, zengin ise malının kaydından, makam sahibi ise o makamın kendine verdiği varlıktan sıyrılmış olur, zikre müdavemetle kişinin kalbindeki gayri sevgileri de izale olur ve böylece Allah’ın sevgisi o kalbe yerleşir. İbrahim İpek efendi “kişinin dili neyi zikrederse, gözü onu görmeyi arz eder, gönlüde ona meyleder” buyurmuştur. Böylece Kelime-i Tevhide cehri ve hafi müdavemetle kişi Emmare sıfatlarına ifna verir ve yedi başlı ejderha suretindeki yukarıda saydığımız birbirine girift olan ruhu hayvanın kötü sıfatlarına fena verir ve vücut ülkesinde ruhu hayvan ruhu insanla imtizac eder onun hali ile hallenmeye başlar vahşi hayvan sıfatından kurtulup insan olmak kamil olmak yolunda terakkiyat sağlar. Bu işin yolu başlangıçta 1.Mürşide biat, 2.Telkini zikre müdavemet, 3.Şeriatın had ve hududuna riayet, 4.Tarikatın usul ve füruuda istikamet, 5.Nefse muhalefet, tahliyeyi kalp, tezkiyeyi nefistir. Üçüncü şık olan tarikatın usül ve füruuna müdavemet en önemli noktalardan biridir ki, Cemaatleşmek, haftada bir de olsa halakayı zikre devam etmek, cehri ve hafi olarak kelime-i tevhidi çokça zikretmek gerekmektedir. İbrahim İpek Efendi “şeriatın ilanı Ezan-ı Muhammedi, tarikatın ilanı halakayı zikrullahtır. Dervişler haftada bir halakayı zikrullaha girmezler ise tesbihte çekseler zaman içinde tarikattan düşerler” buyurmuştur. Haftalık cemaat zikrini yapan kişi günlük evradını 24 saatte bir kez şu tertip üzere yapar. (Efdal olan vakit, seher vaktidir.) 1. 4 rekat tarikat namazı (Seyr-i süluk yol namazı) kılınır. Huzurda diz üstü oturur şekilde; 2. 1 Fatiha-ı Şerif 3. 3 Ayet-el Kürsü 4. 11 İhlas-ı Şerif 5. Felak Suresi 6. Nas Suresi 7. Fatiha Suresi 8. Bakara Suresinin başı okunur Hasıl olan sevabı Peygamber (SAV) Efendimizin ruhuna Al ve Eshabına, Pir Hüsamettin Uşşaki, Hüsnü Gülzarinin, İbrahim İpek Efendinin ve cümle geçmiş üstadların ruhuna ve kendi mürşidimizin ruhu makamına hediye eyledik vasıl eyle yarabbi deyip, kendini dünya ve masivadan uzak tutmaya çalışarak rabıtaya yönelir. 1 tesbih tevbe istiğfar 1 tesbih Selevatı Şerife çekildikten sonra, Destur ver Ya Hu, Destur ver Ya Hazreti Pir, Destur ver Ya Ricali Gayb “Neveytülillah Euzu Billahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim efdali zikrullah fağlemenne Hu La ilahe illallah deyip 700 adet “Kelime-i Tevhid” çekilir. Ders bittikten sonra aynı minval üzere sevabı bağışlanır. Halkayı zikrullah ise haftada bir veya iki kez toplanmak üzere yapılır. İdareci destur aldıktan sonra silsile okunur. Tevbe istiğfar ve salavatı şerife toplu halde cehren okunur. Bilahare kelimeyi tevhid ve lafzayı celal oturarak cehren zikredilir. Hu esmasında kıyam edilir. Hak esması okunduktan sonra, Hay esmasında “Hay, Hay, Hayyyy Allah” diyerek en son Hay esması uzatılıp lafzatullah’a darb edilir. hay, Kayyum, Kahhar, Fettah esmalarının yüzbaşıları okunur. Kayyum, Kahhar ve Fettah esmaları Ya Kayyum, Ya Kahhar, Ya Fettah diye “Ya” nidası ile okunur. Son olarak yüzbaşısı okunduktan sonra Vahid, Ahed, Samed, Allah esmaları toplu olarak cem esmaları olarak okunur ve tekbir ve salatu selamdan sonra oturulup duaya geçilir.

kaynak:http://www.gulzarii.com
Ekleme Tarihi: 23.02.2007 - 19:21
ipekyolu_19 üyenin diğer mesajları ipekyolu_19`in Profili ipekyolu_19 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Konu: Themenicon YEP YENİ BİR DİNİ RADYO
ipekyolu_19 su an offline ipekyolu_19  
Themenicon    YEP YENİ BİR DİNİ RADYO
12 Mesaj -
Değişik ilahileri ve sohbetleri dinlemek isteyen kardeşlerimizi bekliyoruz.

RADYO HASRET

Radyo ve Sohbet için

http://www.blogcu.com/ferishtach

Sadece radyo dinlemek için ise

http://216.32.77.138:3052/listen.pls

şimdiden ilgi ve alakanız için teşekkürler.
Ekleme Tarihi: 19.11.2006 - 17:36
ipekyolu_19 üyenin diğer mesajları ipekyolu_19`in Profili ipekyolu_19 Özel Mesaj Kapalı Sayfanın başına dön
Sayfa (1): (1)
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 981 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
nailgencer (44), Orchidee (37), onersinanc (67), sivas58 (59), selale 1 (48), kir cicegi (33), Türkiz (54), murad safak (48), hanik (56), musti58 (52), hvv23 (41), meryema (44), YUSSF (51), erdal.sahin (45), kadir_eyup (44), ufux (49), sankay (49), Ebu Muhammed (49), UmutK (47), yasmin79 (45), Turkiyeli 66 Ac.. (35), sayyad82 (42), Cerez (56), serapbuyukcivel.. (56), Mustafa. (53), crixso (47), fatihbeyza (51), aydinfuat1991 (34), bekar ögretmen (45), leventay24 (60), selyum (45), fatihmeskul (47), altug utku (46), emrebey (51)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.64041 saniyede açıldı