chloroquine kamagra ivermectin generique luvox dexamethasone luvox lyrica marvelon maxalt medrol active mefe basan mefenacide mefenamin meladinine mellaril mellerettes melleril mentax mestinon metaglip metfin metoject metrizol micardis hct micardis micardisplus microgynon micronase micronovum microzide minac 50 minipress minocin miranova mobic mobicox moduretic motilium motrin munobal myambutol myconormin myfortic mysoline naltrexin naprolag
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » Arama Sonuçları

4 Sonuç - Yeni Arama
Sayfa (1): (1)
Ekleyen Mesaj
Konu: Gördük ki
munib su an offline munib  
5 Mesaj
HAY ALLAH razı olsun çok güzel paylaşım olmuş.
Ekleme Tarihi: 21.09.2007 - 01:03
munib üyenin diğer mesajları munib`in Profili munib Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: ALLAH İNSANLARI NİÇİN YARATTI?
munib su an offline munib  
ALLAH İNSANLARI NİÇİN YARATTI?
5 Mesaj
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Ve Ben, insanları ve cinleri, Bana kul olsunlar diye yarattım.


“Biz insanları ve cinleri başka bir şey için değil bize kul olsunlar diye yarattık.”
Biz insanlar, Allah’a kul olalım diye yaratılmışız. Allah’a kul olmak! Allah’a kul olmak “mutluluk” demektir sevgili kardeşlerim. Bir insan Allah’a kul olmadıkça mutluluğu yaşayamaz. Allah’ın kulu olmak şerefine eremeyen insanların hepsi tagutun yani insan ve cin şeytanların kullarıdır. İnsan ve cin şeytanlara yani taguta kul olmaktan kurtulabilmek ancak Allah’a ulaşmayı dilemek suretiyle gerçekleşir. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


“Onlar ki (o sahâbe ki) şeytana kul olmaktan içtinab ettiler. İnsan ve cin şeytanlara (taguta) kul olmaktan kaçındılar, kendilerini kurtardılar. Çünkü Allah’a ulaşmayı dilediler. Allah’a ruhlarını mülâki kılmaya, ruhlarını Allah’a lika etmeye karar vererek bunu gerçekleştirdiler. Ruhlarını Allah’a ulaştırmayı dilediler. Onlara müjdeler vardır, kullarımı müjdele.”
Öyleyse Allah’a kul olmanın başlangıç noktası, Allah’a ulaşmayı dilemektir. İşte Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde bütün sahâbenin Allah’a kul olmayı diledikleri ve diledikleri için de şeytana kul olmaktan kesin olarak kurtuldukları açıklık kazanmaktadır. Allah kul olmak, Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimse için mümkün değildir.
Allah’a kul olmakla (abd), kulluk etmek (abid; ibadet eden) aynı anlama gelmiyor. Genel anlatım standartlarında eğer bir insan namaz kılıyorsa, oruç tutuyorsa, zekât veriyorsa, hacca gidiyorsa, kelime-i şahadet getiriyorsa, bu kişi Allah’a kulluk ediyordur. Yani buradaki kulluk müessesesi; ibadet ediyor, ibadetlerini yerine getiriyor anlamındadır.
İbadet kelimesi de abd kelimesi de abid kelimesi de hepsi aynı kökten gelir; ayn, be, dal. Abd, kul demektir. Aynı kökten gelen “abid” kelimesi ibadet eden demektir. İşte Türkçemizde Allah’a kulluk etmek olarak kazandırılan müessese, Allah’a ibadet etmektir. İslâm’ın 5 şartını kim yerine getiriyorsa o kişi abid olarak kabul edilirse de aslında Allah’ın ölçülerine göre kabul edilmez. O kişinin abid olmak için zikir de yapması lâzımdır. Abid denilen kişiler, sünnetleri bir kenara bıraktık ama farzları mutlaka yerine getirenlerdir. Farzların muhtevasına baktığımız zaman farzların arasında Allah’a ulaşmayı dilemek de zikir yapmak da artık ne yazık ki mevcut değildir.
Sevgili kardeşlerim, şeytan öyle bir tuzak örmüş ki; bu tuzaktan hiç kimsenin kurtulması mümkün değildir. Eğer Allahû Tealâ bize Kur’ân’ı öğretmeseydi ve hidayeti öğretmeseydi biz de herkes gibi Allah’a kul olmayacaktık. Sadece ibadet eden birisi olacaktık. Abd olmayacaktık, abid olacaktık. İşte insanlar bugün İslâm’ın 5 şartını yerine getiriyorlar ve de Allah’a bu suretle İslâm’ın 5 şartıyla ibadet ediyorlar. Bugünkü dîn anlayışı onları abid standartlarına sokuyor. Ama bize göre, bu eksik bir ibadet türüdür. Çünkü Allah’a ulaşmayı dilemeyi ve zikri ihtiva etmiyor ki ikisi de farzdır. Hele birincisi Allah’a ulaşmayı dilemek, kişiyi abid olmaktan çıkarıp abd olmak hüviyetine sokan bir şeydir. Hadi bunu devre dışı bırakalım ama zikir, abid olmanın temel faktörüdür; olmazsa olmaz şartıdır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.


“Habibim! Onlara (sahâbeye) sana vahyettiğimiz Kur’ân’ı oku ve anlat, açıkla, tilâvet et ve namaz kıl. Çünkü namaz münkerden ve fuhuştan men eder.”
Neden? Kişi namaz kıldığı sırada namazla meşguldür. Namazla meşgulse, o noktada hiç kimseye kötülük edemez. Ne münkeri hayatına karıştırır ne de fuhuşu. O sırada kişi namaz adı verilen bir ibadetle meşguldür. O ibadetle meşgul olduğu sürece, o kişi münkerle ve fuhuşla uğraşmak imkânının sahibi değildir. Öyleyse gerçekten namaz, namaz kılınan süre içersinde münkerden ve fuhuştan men eder. Ama âyet-i kerime şöyle bitiyor: “Ve le zikrullâhi ekber: Ama Allah’ı zikretmek en büyüktür.”
Allah’ı zikretmek en büyüktür. Bu âyet-i kerimede üç tane zikir geçmektedir:
Birincisi; Kur’ân-ı Kerim tilâveti. Kur’ân-ı Kerim tilâveti bir zikirdir, kıraati de bir zikirdir.
İkincisi; namaz kılmak. Namaz kılmak da bir zikirdir.
Üçüncüsü; Allah’ın adını “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah…” diye anmak; o da bir zikirdir.
İşte zikrullah, Allah’ın adını “Allah, Allah, Allah…” diye anarak Allah’ın adını (ismini) zikretmektir. İşte bu zikrullahtır. Üç şekilde gerçekleşir:

Ya kişi sesle zikreder; “Allah, Allah, Allah…” diye.
Ya da sessiz zikreder; gene dudaklarını kımıldatarak “Allah, Allah, Allah…” diye.
Bir üçüncüsü ise dilini de kımıldatmadan, ses de çıkarmadan kişinin “Allah” kelimesini kalbindeki ritme uygun olarak kalpten tekrar etmesidir. Dilini de kımıldatmayacak, ses de çıkarmayacak ama kalbinin her çift atışında “Allah” kelimesini “Allah, Allah, Allah…” diye dilini kımıldatmadan, kalbinden tekrar edecek.
İşte o bu tarzlı bir tekrar; onun adı zikrullahtır sevgili kardeşlerim. Üçü de zikrullahtır fakat bir insanı tasavvuf yolundaki ya da Kur’ân yolundaki nihai hedefe yani irşad makamının sahibi olmaya götüren, üçüncü tarz zikirdir; kalbî zikirdir. Zikrin kalp tarafından söylenmesidir, dil tarafından değil; kalbin zikir yapmasıdır. İşte sevgili kardeşlerim, hepiniz Allah içinsiniz, Allah için yaşıyorsunuz. Böyle bir statüde hepimiz için söz konusu olan şey, gerçekten Allah için olmaktır. Böyle bir husus içinse zikri kalbe indirmeniz temeldir.
Öyleyse Allah’a kul olmak, Allah’a ulaşmayı dilemeden hiç kimse için başlayamaz. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan, şeytanın kuludur; Allah’ın kulu değildir. İster insan şeytanlar olsun, ister cin şeytanlar olsun ama şeytanın kuludur. Oysaki Allahû Tealâ O’na kul olmamızı istiyor. İşte Allahû Tealâ’nın dizaynında bütün insanlar için söz konusu olan şey, Allah’ın ismini “Allah, Allah, Allah…” diye zikretmektir. Allah’a gerçek anlamda kul olabilmek ancak zikirle mümkündür.
Kulluğun başlangıç noktası, Allah’a ulaşmayı dilemenin noktasıdır. Bu, kulluğun başlangıcıdır. Bu başlangıcı aştıktan sonra ikinci kesime ulaşılır. Mürşide tâbiiyet, kul olmanın ikinci safhasıdır. Tâbiiyetle beraber vücudunuzdan ayrılan ruhunuzun Allah’a doğru seyr-i sülûk isimli bir yolculuk yapması söz konusudur. Neticede de Allah’a, Allah’ın Zat’ına ulaşması söz konusudur. Böyle bir noktada Allah’ın Zat’ına ulaştığı noktada, kişi 3. kulluğa ulaşır. Allah’a kul olmak! Söz konusu olan budur.
Öyleyse Allahû Tealâ’nın bizi neden yarattığının sırrı açıkça ortadadır. Allahû Tealâ ezelde hepimizi biraraya getiriyor. Nasıl? Allahû Tealâ Âdem (A.S)’ın sırtından onun çocuklarını (1200 yıllık hayatından ne kadar çocuğu olmuşsa hepsini), onların herbirinin sırtından kendi çocuklarını, onların herbirinin çocuklarını, o çocuklardan da onların vücuda getirdiği çocukları ortaya koyarak, ezelde daha onlar dünyaya gelmeden kim bilir kaç bin yıl önce, bütün Âdemoğullarını biraraya getiriyor ve diyor ki:

7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”


“e lestu birabbikum: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?
kâlû: Dediler ki;
belâ: Evet.”

Hepimiz oradaydık ve hepimiz Allahû Tealâ’ya “Evet.” dedik. Bunun hiç istisnası yok, ezeldeki elest bezminde herkes oradaydı ve Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sualine herkes cevap verdi. “Evet, Sen bizim Rabbimizsin.” Onun üzerine Allahû Tealâ buyurdu ki: “Ben sizin Rabbiniz olduğuma göre ey nefsler! Ben sizlerden yemin istiyorum, Bana teslim olacağınıza dair. Yani nefsinizdeki bütün afetleri yok edeceğinize dair, tasfiye olacağınıza dair. Ey fizik vücutlar! Sizlerden ahd istiyorum; Bana teslim olacağınıza, teslim olarak Benim kulum olacağınıza dair. Ey ruhlar! Sizlerden de misak istiyorum; Bana fizik vücudunuz hayattayken geri dönüp Benim Zat’ımda yok olmanız için, ifna olmanız için.”
İşte böyle bir dizaynla Allahû Tealâ bizim üç vücudumuza da sesleniyor ve diyor ki: “Sözlerimi işittiniz mi?” Hepimiz elest bezminde Allahû Tealâ’ya, “İşittik.” diyoruz. Allahû Tealâ da buyuruyor ki: “Öyleyse itaat edin.”

5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah’ın, sizin üzerinizdeki ni’metini ve “işittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misakinizi hatırlayın. Allah’a karşı takva sahibi olun. Çünkü; O, göğüslerde (sinelerde) olanı bilir.


Yani ruhlar, nefsler ve vechler Allah’a verdikleri yemin misak ve ahdi gerçekleştirmekle vazifeliler. Bu bapta onların üzerlerine aldıkları yemini gerçekleştirmeleri söz konusudur.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, böyle bir olayda Allahû Tealâ’nın iradesi de devreye giriyor ve bizim irademizden onun da Allahû Tealâ’ya teslim olması konusunda misak alıyor. Bu, Allah’ın ahdidir. İrademizin Allah’a teslimi, Allah’ın ahdidir. Bizim mutlaka gerçekleştirmemiz lâzımgelen bir husustur. Şimdi biz diyoruz ki: “Allahû Tealâ bizi Allah’a kul olalım diye yaratmış ve Allahû Tealâ bunu açıkça üzerimize farz kılmıştır.”
Yasin Suresinin 60 ve 61. âyetlerinde buyuruyor ki:

36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.

36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.


“Ey Âdemoğulları! Ben sizlerden ahd almadım mı? Şeytana kul olmayacaksınız diye. Çünkü şeytan size apaçık bir düşmandır. Ve Ben sizlerden Bana kul olacağınıza dair ahd almadım mı? Bu da Sıratı Mustakîm’dir. Sıratı Mustakîm üzerinde bulunmaktır.”
İşte Allahû Tealâ’nın bizi yaratmasının arkasında aslî faktör olarak bu emir vardır; Allah’a kul olma emri, şeytanın hegemonyasından kurtulmak, şeytanın hâkimiyetinden kurtulmak ve Allah’a kul olmak. Bu hedefe dayalı olarak yaratılmışız. Allahû Tealâ sadece bu hedefe yönelenleri sever ve Allah onların dostu olur ama bu hedefe yönelmeyenleri sevmez. Onlar, tagutun yani insan ve cin şeytanların kulu olurlar.
Fatiha Suresine baktığımız zaman Allah’ın bizi gerçekten kul olarak yaratmak istemesi çok açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Çünkü Fatiha Suresinde diyoruz ki (Fatiha Suresi bizim Allah’a müracaatımızdır, Allah’a yakarmamızdır.):

1/FÂTİHA-1: Bismillâhir rahmânir rahîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm.

1/FÂTİHA-2: El hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah’adir.

1/FÂTİHA-3: Er rahmânir rahîm(rahîmi).
Rahmân’dır, Rahîm’dir.


Rahmân esması herkes içindir. Rahîm esması ise sadece Allah’a ulaşmayı dileyenleri kapsar. Allahû Tealâ onun ötesine tesir sahası oluşturmamıştır.

1/FÂTİHA-4: Mâliki yevmid dîn(dîne).
Dîn gününün MALİK’idir.


Dîn günü, ruhun Allah’a ulaştığı gündür. Dünya hayatını yaşarken kim Allah’a ulaşmayı dilerse, ruhu o kişinin vücudundan ayrılır; seyr-i sülûk isimli bir yolculukla Allah’a ulaşır. Ulaştığı gün dîn günüdür. Ama aynı zamanda dîn gününü Allahû Tealâ kıyâmet günü için de kullanıyor. Aynı zamanda dîn gününü mürşide tâbî olduğumuz gün için de kullanıyor. Öyleyse Allahû Tealâ’nın kullandığı bu muhtevada kişinin dîn gününün sahibi olması, Allah’a kul olmasıyla paralel bir olgudur.
Yedi tane kulluk söz konusudur. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler, Allah’a kul olabilirler. Diğerleri olamazlar sevgili kardeşlerim. Öyleyse Allahû Tealâ’ya bundan sonra ne diyoruz?

1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah’ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.


“Yalnız Sana kul oluruz.”
Öyleyse bütün insanlar bir hedefe dayalı olarak yaratılmışlardır: Allah’a kul olmak. Bunun için yaratıldık; Allah kul olmak için. Ve Kur’ân-ı Kerim’de sadece Allah’a kul olmamız emredilmektedir. İşte onunla iftihar ederiz, onunla büyük mutluluk duyarız ki; biz Allah’ın kuluyuz. Hamd ederiz, şükrederiz ki Allahû Tealâ bizi yarattı ve kulluğuna kabul buyurdu. Biz Allah’ın kulu olduk. Öyleyse Allah’a kul olmanın muhtevasında Allah’ın bize sevgi duyması, bizim de Allah’a karşı sevgi duymamız söz konusudur. Bakara Suresinin 257. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.


Allahû Tealâ: “Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur.” diyor.
Âmenû olmak sadece Allah’a ulaşmayı dilersek gerçekleşen bir olgudur. Allah’a inanan bir insan Allah’a inanıyor diye Allah’ın kulu olamaz; o mü’mindir. Ama hak mü’min olmamıştır. Hak mü’minler, Allah’a ulaşmayı dileyen mü’minlerdir. Allah’a inananlardan Allah’a ulaşmayı dileyenler! İşte onlar hak mü’minlerdir. Cennete gidecek olan mü’minler hak mü’minlerdir. Allah’a inanmak, bir insanı cennete ulaştırmak için yeterli sebep değildir. Her ne kadar insanlar, “Kalbinde zerre kadar îmân olan mutlaka cennete girecektir.” diye bir sözün ardına düşmüşlerse de bu söz, Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından söylenmemiştir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîsinde diyor ki: “Benim hadîslerim gelecekte tartışılacaktır ama o tartışma sırasında Kur’ân’a bakın. Benim hiçbir hadîsim Kur’ân’a aykırı olamaz.” Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e baktığımız zaman O’nun oluşturduğu statü içerisinde ne görüyoruz sevgili kardeşlerim? Gördüğümüz şey açık ve kesin: Allah, Allah’a ulaşmayı dileyenleri seviyor. Dilemeyen insan Allah’ın sevgisine muhatap olamıyor, lâyık olamıyor.
Allah âmenû olanların dostudur. Onları zulmetten nura çıkarır. Çünkü âmenû olan kişi mutlaka 14. basamakta gören, işiten ve idrak eden bir kişi sıfatıyla mürşidine ulaşacaktır. Ve mürşidinin önünde tâbiiyeti gerçekleştirecektir. O zaman kalbin içine îmân yazılacaktır. Kişi îmânı artan bir mü’min olacaktır. Ama Allah’a ulaşmayı dilemeyen Allah’a inananlar, hak mü’minler değillerdir; mü’minlerdir. Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için sadece inancın sahipleridirler ve Allah’a kul olmayan bir insan Allah’ın cennetine giremez.
Allah’a ulaşmayı dilemeden hiç kimse Allah’a kul olamaz. Yaratılış sebebimiz Allah’a kul olmaktır.
İşte görüyoruz ki sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlerin vücuda getirdiği bir olay söz konusudur. Bu olay (Allah’a ulaşmayı dilemek), bütün insanlar için bir mutluluk kaynağıdır. Çünkü Allahû Tealâ böyle insanları seviyor, hak mü’minleri seviyor, Allah’a ulaşmayı dileyenleri seviyor. Âmenû olan mü’minleri seviyor ve bu kişi kısa bir süre sonra mürşidine ulaşacaktır, tâbîiyetini gerçekleştirecektir. Tâbiiyeti sırasında ruhu vücudundan ayrılacaktır, Allah’a doğru yola çıkacaktır. Neticede de Allah, o kişinin ruhunu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır.
İşte o kişinin ruhu Allah’a ulaştı, seyr-i sülûk tamamlandı. Bu kişi Allahû Tealâ tarafından 3. kat cennetin sahibi kılındı. Peki, bu hedefe ulaşma işlemini kim yaptı? Biz yapmadık. Allah yaptı sevgili kardeşlerim. Allah bütün insanlardan Allah’a ulaşmayı dileyenleri (sadece onları) Kendisine ulaştırır. Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri dalâlette bırakır. Ama dileyenleri mutlaka Kendisine ulaştırır. İşte dilemeyenler dalâlette olanlardır. Allah’ın kulu olmayanlar dalâlettedir. Rad Suresinin 27. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bunu söylüyor:

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”


“Allah dalâlette olanları bırakır yani onlarla ilgilenmez. Ama Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerden, dalâlette olanlardan her kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah, onları Kendisine ulaştırır.”
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’ın Kendisine ulaştırmak üzere seçtiği kullarından -ki insanların %90’dan fazlası seçilir- sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler onlar, Allah’ın bizi yaratma emrine itaat edenlerdir. Bu kişi mürşidine ulaşacaktır, tâbî olacaktır, ruhunu Allah’a ulaştıracaktır. O zaman Bakara Suresinin 257. âyet-i kerimesindeki zulmetten nura ulaşmak söz konusu olacaktır. O kişinin kalbi başlangıçta %100 afetlerden oluşuyordu. Nefsinin kalbi kapkaranlıktı. Afetler, karanlıklarla temsil olunurlar. Ama zulmet dediğimiz bu karanlıkların nefs tezkiyesi yoluyla ve tasfiyesi yoluyla önce yarıya indirilmesi, sonra tamamen yok edilmesi söz konusudur. İşte bu hedefe yönelik olarak Allahû Tealâ’nın indinde bir farklı dizayn oluşur.
Bu minval üzere hedefe yürüyoruz. Nefsimizin kalbi, ruhumuzu Allah’a ulaştırdığımız zaman %51 nura kavuşur. Daha sonra nurlar %80’i aşar ve fizik vücudumuzu Allah’a teslim ederiz. Daha sonra nefsimizi Allah’a teslim ederiz; aydınlık %100 olur. İşte Allahû Tealâ’nın zulmetten nura götürmesi budur. Ama âyet-i kerimenin devamına bakınca, buradaki nurlanma olayının sadece yarıya kadar (%51 nur birikimine kadar) olduğunu anlıyoruz.
“Allah âmenû olanların dostudur; onları zulmetten nura çıkarır.” Bu, 1. bölümü. Şimdi 2. bölüme geliyoruz: “O kâfirlere gelince onlar da tagutun dostlarıdır. Tagut, onları nurdan zulmete ulaştırır.”
Nasıl oluyormuş bu iş? Bir kişi ruhunu Allah’a ulaştırdıktan sonra zikirlerinde azalma başlarsa ve bu azalma devam ederse, nefsinin kalbindeki afetlerin yeniden nefsin kalbine yerleşmeye başlamasına sebep olur. Ve kişinin yarıya kadar aydınmış olan kalbi, yavaş yavaş tekrar karanlığa geri döner.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah ile olan ilişkilerinizde Allahû Tealâ’nın insanları zulmetten nura ulaştırması söz konusudur. Bu âyet-i kerimenin bütününü alırsak, yarıya kadar nura ulaştırması söz konusudur. Eğer kişi bu noktadan sonra Allah’a kul olmaktan çıkarsa, Allah yolundan saparsa, şeytan onu kandırabilirse o zaman bu kişinin kalbi %51 nurdan gene %0’a doğru geri döner. Geri dönüş devam ettiği sürece mutlaka kalbin içindeki nurlar sıfıra ulaşacaktır.
Öyleyse bir kişi ruhunu Allah’a ulaştırdıktan sonra zikirden vazgeçmemelidir. Bu istikamette o kişi için söz konusu olan şey, Allah’ın emrini gerçekleştirmektir. Görevini yapsaydı, bu kişinin nefsi önce tezkiye olacaktı, %51 nurla dolacaktı. Bu kişi yoluna devam ederse, zikrini bıraktığı yerden aşağı doğru düşmesine müsaade etmeksizin aynı seviyede tutabilmesi veya daha güzeli; yavaş yavaş zikrini arttırabilmesi söz konusuysa, o kişi hiçbir zaman düşmez. Ve ruhunu Allah’a teslim ettikten sonra bir gün fizik vücudunu da Allah’a teslim eder. Devam eder de zikrini artırırsa, daimî zikre ulaşırsa nefsini de Allah’a teslim eder.
Öyleyse Allah’ın bizi yaratmaktan muradı, ruhumuzu da nefsimizi de vechimizi de irademizi de Allah’a teslim etmemizdir. Ve Allahû Tealâ’nın bizi, “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle irşad makamına tayin etmesidir. İşte iradenin teslimi, bir insanın kulluğunun sonudur; en üst boyuttur. Herkes için ulaşılacak olan merhaleler burada tamamlanır. Ama bu herkesin ötesinde Allahû Tealâ’nın resûlleri vardır: Velî resûller, kavim resûlleri. Allahû Tealâ’nın resûlleri vardır; peygamber resûlleri. Onlar bu irade tesliminin de ötesindedirler. Bütün resûller doğmadan evvel seçilirler. Allahû Tealâ tarafından seçilirler ve bir gün bir olgunluk kademesinden hareketle, onlar sorumluluklarını mutlaka bilecek olurlar. Allahû Tealâ onları o sorumluluklarını içerisinde değerlendirir.
Görülüyor ki sevgili kardeşlerim, biz insanlar Allah’a kul olmak için yaratılmışız. Allahû Tealâ bizi Allah’a kul etmek için yaratmış.
Allahû Tealâ’nın hepinizi en yüksek seviyedeki Allah’ın kulları hüviyetine ulaştırması dualarımızla, dileklerimizle
Ekleme Tarihi: 20.09.2007 - 23:57
munib üyenin diğer mesajları munib`in Profili munib Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: Evliya Yok Mu....?
munib su an offline munib  
EVLİYALAR ALLAHÜ TAALADAN NAMAZLA SORULUR
5 Mesaj
GÜNÜMÜZDEDE EVLİYA VARDİYE DÜŞÜNÜYORUM

HÂCET NAMAZI:

Maddî ve mânevî bir ihtiyaca, dileğe kavuşmak niyeti ile iki ve en fazla on iki rekat olarak kılınan namaz.

Bir kimsenin Allahü teâlâdan veya benîâdemden (insanoğlundan) bir hâceti olursa, tertemiz bir abdest alsın. Sonra iki rekat hâcet namazı kılsın. Sonra Allahü teâlâya senâ (hamd)da bulunsun ve Peygambere salevât getirsin... (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)

Tecnîs ve diğer kitaplarda, hâcet namazının yatsıdan sonra dört rekat olarak kılınacağı ve bir hadîs-i şerîfe göre ilk rekatta; bir fâtiha, üç âyet-el-kürsî, kalan üç rekatin her birinde birer fâtiha, ihlâs ve muavvizeteyn okunacağı, bunlar yapılırsa, kılınan namaz Kadir gecesinde kılınmış gibi olacağı kaydedilmiştir. (İbn-i Âbidîn)

Bir baska kaynakta sunlar buyruluyor:

HÂCET NAMAZI

Herhangi bir ihtiyacı olan kişinin, bu ihtiyacının giderilmesini Allahtan dilemeden önce kıldığı namaz. Kurân, Sabırla ve namazla Allahtan yardım dileyin(el-Bakara, 2/45) buyurur. Müminler; yalnız Allaha kulluk etmek ve yalnız Ondan yardım dilemekle yükümlüdürler (el-Fâtiha, 1/4). Bu nedenle bir ihtiyaç içindeki insanın namaz ve dua ile Allaha yönelmesinden, Ondan yardım dilemesinden daha mâkul birşey olamaz. Hâcet namazı bu yöneliş ve dilemenin bir mukaddimesi niteliğindedir....



Hacet Namazı:
Dünyevî veya uhrevî bir isteği olan kimse abdest alır, yatsı namazından sonra iki veya dört rekat, başka bir görüşe göre on iki rekat namaz kılınır, sonra Allah Tealaya senada, Resulullah (s.a.s)a salatu selamda bulunur, bundan sonra hacet duasını okuyup, isteğinin gerçekleşmesini Allah Tealadan niyaz eder.
Merfû bir hadiste rivayet edildiğine göre, bu namazın birinci rekatında, bir kere Fatiha, üç kere Ayetel-kürsî okunur. Diğer üç rekatın her birinde Fatiha ile birer defa İhlas, Felak ve Nas sureleri okunur.
Tirmizînin Abdullah b. Ebî Evfa (r.ajdan naklettiğine göre, Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: Her kimin Allahtan bir dileği olursa yahut insanlardan her hangi birinden bir isteği bulunursa, önce abdest alsın ve iki rekat namaz kılsın. Sonra Allaha hamd ve senada bulunsun, Onun Resulü Muhammede salat ve selam getirsin. Bundan sonra şu duayı okusun:
Hacet duası:
La ilahe illallahü el-Halîm, el-Kerîm. Sübhanallahi Rabbil-arşilazîm. el-Hamdü lillahi Rabbilalemîn. Neselü-ke mücibati rahmetike ve azaime mağfiratike vel-ganîmete min külli birrin vesselametü min külli ismin. Lâ teda lî zenben illa gafertehu ve la hemmen illa ferahtehü ve la hacete hiye leke ridan illa kadayteha. Ya erhamer-rahımîn.
Anlamı: Halîm ve Kerîm olan Allahtan başka ilah yoktur. Yüce arşın Rabbi Allahı tesbih ederim. Hamd alemlerin Rabbi olan Allaha mahsustur. Allahım! rahmetini gerektiren şeyleri, kesin affını, her iyiliği elde etmeyi, her günahtan uzak olmayı senden dilerim. Affetmediğin hiç bir günah, feraha çıkarmadığın hiç bir tasa, senin rızana uygun olan hiç bir ihtiyacı da karşılamadan bırakma. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allahım!

Sonra Allahtan dünya ve ahiretle ilgili ne dilerse ister, çünkü şüphesiz (o dilek) takdir edilir.

(Tirmizî, Vitr, 175; İbn Mace, İkame, 189; et-Tergîb, l, 476).



Hacet namazinin kilinis sekli:

Hacet namazinin persembeyi cumaya baglayan gecelerde veya kandil gecelerinde kilinmasi asildir. Ama bütün gecelerde kilinabilir. Önce boy abdesti alinir. Sonra hacet namazina niyet edilir.

Namazda asagidaki âyetler okunur:

1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî

2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.

2. Rekâtin sonunda : Ettehiyyâtü + Allahümme salli + Allahümme bârik

3. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.

4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.

Namaz tamamlandiktan sonra Allahtan hacet neyse o istenir. Allahtan mürsid istemek için bu namaz kilindiysa mürsid istenir.

Bu namazdan sonra hiç konusmadan yatmak gerekir. Yatarken kibleyi saga alacak sekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kibleye çevrilerek yanüstü yatilir, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allahtan mürsid istenir. Eger kisinin haceti mürsid degil de baska bir hedefe ulasmaksa (zahirî veya batinî bir hedef olabilir) o hedefe ulasmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatildigi için sag kulak yastiga gelecektir. Bas biraz saga, sola oynatilarak kulakta kalbin atislarinin, basinç sebebiyle rahatça duyulacagi pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atisinda Allah, Allah diyerek kisi Allahi zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.

Eger ilk namazdan sonra yatildiginda birsey görülmez ise tekrar tekrar, her persembeyi cumaya baglayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kilinabilir.
Ekleme Tarihi: 19.09.2007 - 01:01
munib üyenin diğer mesajları munib`in Profili munib Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Konu: İhlâs, İslâmdan kopmuştur.
munib su an offline munib  
İhlâs, İslâmdan kopmuştur.
5 Mesaj
İhlâs, İslâm’dan kopmuştur. İhlâsı, “Hadi gelin sizinle ihlâsla Allahû Tealâ’ya dua edelim.” şeklinde bir hüviyete bağlamışlardır. Yani bir şey içten olursa, o ihlâslı oluyormuş; Kur’ân’daki ihlâs da o demekmiş.

Oysaki ihlâs, Kur’ân-ı Kerim’de İslâm’ın 7 safhasından altıncısının adıdır. “Muhlis olmak” ihlâs sahibi olmak demektir. Bütün sahâbe ihlâs sahibi olmuşlardı. Ama ihlâsın kalpten bir talebin vücut bulması ile tahakkuk edeceğini zannetmek, bir sahteliktir. Allah’ın âyetlerinden haberdar olmamanın en açık delilidir. Kur’ân’ın ruhunu bilmeyenler tarafından yazılmış olan 23 tane Kur’ân-ı Kerim mealinin, aslında Allah katında bir değeri yoktur. Onlar dînlerini bilmiyorlar. Onların arasında doğruya çok yakın şeyler yazanmış olanlar da, doğruları kabul edenler de var. Onları tenzih ederiz.

İhlâs, halis, muhlis ve muhlasîn kelimeleri aynı kökten gelir. İhlâs bir makamın adıdır:

1- Allah’a ulaşmayı dilemek, 1. safhayı

2- Mürşide ulaşıp tâbiiyet, 2. safhayı

3- Ruhu Allah’a ulaştırıp teslim etmek, 3. safhayı

4- Fizik vücudu Allah’a teslim etmek, 4. safhayı

5- Daimî zikre ulaşarak nefsi Allah’a teslim etmek, 5. safhayı

6- Muhlis olmak, 6. safhayı oluşturur.

Muhlis olmak, Kur’ân-ı Kerim’deki 28 basamaklık merdivende, 27. basamağı ifade eder. Nefsin kalbini halis kılmaktır. Bundan sonra geriye bir safha kalır.

7- Salâh makamı, 7. safhayı oluşturur. Salâh makamının 5. kademesinde kişi, iradesini de Allah’a teslim eder ve Allahû Tealâ tarafından “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesi ile irşad makamına tayin edilir.

Konumuz, Kur’ân’dan kopmuş olan kavramlardan birisi olan ihlâs. 28 basamağın neresine oturduğunu bir tarafa bırakın; bugünün dîn adamları 28 basamağın 28’inden de haberdar değiller.

Meselâ bir “takva” kavramı: Allah’a ulaşmayı dilediğiniz zaman 1. takvadasınız, 3. basamaktasınız. Ondan evvel takva sahibi olamazsınız. Mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemeniz lâzımdır. Bunların hiçbirinden haberdar olmayanlara biz dîn öğretmeye kalkıyoruz.

En çok acıdığımız, zamanımızın dîn adamlarıdır. Allah’ın dîninden habersiz olan bu zavallı insanlar, televizyonları parsellemişler, okulları parsellemişler ve insanlara, onları cehenneme götürecek olan bir dîn öğretisi ile dîn öğretiyorlar. Korkunç bir trajediyi yaşıyoruz. 70 milyon insan bu dîn adamlarının öğretisiyle cehenneme doğru gidiyor. Kişi;

3. basamakta, Allah’a ulaşmayı diler.

14. basamakta, mürşidine ulaşır, tâbî olur.

21. basamakta, ruhunu Allah’a ulaştırır.

22. basamakta, ruh Allah’a teslim olur.

25. basamakta, fizik vücut Allah’a teslim olur.

26. basamakta, nefs Allah’a teslim olur.

27. basamakta, kişi muhlis olur yani nefsinin kalbi halis olur. Şimdi kısaca bu basamaklara atıf yaparak, bir kişinin nasıl muhlis olduğunu beraberce görelim:

1. basamak: Kişi olayları yaşar, herkes olayları yaşar.

2. basamak: Olaylar karşısında tavır ortaya koymak söz konusudur.

Herkes senede en az iki defa musibetlerle imtihan olur ve tavrını ortaya koymak mecburiyetindedir. İstese de istemese de bir tavır sergileyecektir. Bu, kişinin kimliğini ortaya koyar. İşte bu noktada insanların %90’dan fazlası Allahû Tealâ tarafından seçilirler. Nereye seçilirler? Onlar Allah’a ulaşmayı engelleyenler değillerdir. Onlar seçilenlerdir. Allah’a ulaşmayı dilesinler diye Allahû Tealâ tarafından seçilirler. Ama %90’dan fazlası Allah’a ulaşmayı dilemezler. Onların arasından %10’dan daha az kişi, Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir.

3. basamak: Allah’a ulaşmayı dilemek.

4. basamak: Allah’a ulaşmayı dileyenler üzerinde Allah, Rahîm esmasıyla tecelli eder. Bu tecellinin neticesinde, Allahû Tealâ bu kişiye furkanlar verir. Enfal Suresinin 29. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ inananlara, yani hak mü’min olmayan inananlara (sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler hak mü’minlerdir.) diyor ki:



8/ENFAL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.



Takva sahibi olmak, Allah’a ulaşmayı dilemekle mümkündür. Allahû Tealâ “Allah’a ulaşmayı dileyin ve takva sahibi olun. Takva sahibi olun ki; Allah size furkanlar versin ve sizin günahlarınızı örtsün. Sonra da günahlarınızı mağfiret etsin, sevaba çevirsin.” diyor. Öyleyse insanlık bu âyette muhteşem bir müjde almış durumda. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onun mutlaka günahlarını örtecektir.

Kişi Allah’a ulaşmayı diliyor. Dilediği an, Allah işitiyor, biliyor ve görüyor. Derhal kişiye Rahîm esması ile tecelli ediyor. Bu tecelli kör, sağır ve dilsiz olan o kişi üzerinde öyle bir tesir icra ediyor ki; o kişi gören, işiten ve idrak eden birisi oluyor. Allahû Tealâ ne yapıyor?

1- Kişinin gözleri üzerindeki hicab-ı mestureyi (gizli perdeyi) alıyor.

2- Kişinin görme hassası olan basar hassasının üzerindeki gışavet adlı perdeyi alıyor.

3- Kişinin kulaklarındaki vakra adlı işitme engelini alıyor.

4- Kişinin işitme hassasının mührünü açıyor.

5- Kişinin kalbinin mührünü açıyor.

6- Kalpteki ekinnet adlı idraki önleyen müesseseyi alıyor.

7- Kalbe idraki sağlayan bir vasıta olan, Allahû Tealâ’nın ilâhi bir kompitürü olan ihbatı koyuyor.

7 tane faktör saydık. Bu 7 faktörün her birinde, Allahû Tealâ o kişinin günahlarının 1/7’si kadar bir dereceyi, kişinin amel defterinde sağ tarafa ilâve eder. Amel defterinin sağına yeşil rakamlarla yazılan o muhteşem ilâveye bakıyoruz. Allahû Tealâ’nın her bir muhtevası yani gözleri açması (2), kulakları açması (2), kalbi açması (3) yani Allahû Tealâ’nın verdiği o 7 tane ihsanların her biri, o kişinin günahlarının 1/7’isi kadar kişinin sevap hanesine sevap yazılmasına sebebiyet veriyor.

Günahlar ve sevaplar. Kaybedilen dereceler, nâkıs derecelerdir. Kazanılan dereceler, zait derecelerdir. Kişinin amel defterine kaybettiği derecat kadar derecat kaydediliyor. Ne oldu? Kişinin günahları örtüldü. Sevapları varolduğu için, o kişi günahları sevaplarından az olan birisi, ya da asıl ifadesiyle sevapları günahlarından fazla olan birisi oldu. Gideceği yer cennet oldu.

Peki, bu kişi ne yaptı? 3. basamakta, Allah’a ulaşmayı diledi. Ondan sonra 4. basamakta, Allahû Tealâ Râhim esması ile tecelli etti. 5, 6 ve 7. basamaklarda, kişinin görme, işitme ve idrak etme kesimleri halledildi.

8. basamakta, Allah kişinin kalbine ulaşır. Bu ulaşma için Allahû Tealâ, Tegabun Suresinin 11. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:



64/TEGABUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).

Allah’ın izni olmadan (kimseye) bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah’a âmenû olursa Allah, onun kalbine ulaşır (hidayet eder). Ve Allah, herşeyi bilendir.



9. basamakta, Allah o kişinin kalbini, kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir. Allahû Tealâ Kaf Suresinin 33. âyet-i kerimesinde diyor ki:



50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîb(munîbin).

Kim gaybte (görmeden) Rahmân’a huşû duyarsa, (onun kalbine ulaşan Allah, o kişinin kalbini Kendine çevirir, bu sebeple) O’na dönük bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelir.



Allahû Tealâ diyor ki: “Kurumuş topraklar yağmura nasıl hasretse, işte böyle bir huşûnun içinde olan insanların kalbini Allah Kendisine çevirir.”

10. basamakta, Allahû Tealâ o kişinin göğsünü yarıyor. Allah’ın nurları o kişinin kalbine ulaşabilsin diye göğsünden kalbine bir nur yolu açıyor:



6/EN'AM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).

Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.



Allahû Tealâ: “Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse, onun göğsünü yarar ve İslâm’a (ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim etmeye) açar.” diyor.

İslâm’a açmak, teslime açmaktır. İslâm kelimesi de teslim kelimesi de “silm” kökünden gelmektedir. İslâm dîni, Allah’a teslim olma dîni demektir. Başka bir dîn de hiç olmamıştır. Bütün dînler hep aynı dîndir. Tek bir dîn söz konusu olmuştur. İslâm da, o tek dînin bugünkü ifadesidir. Tek dîn! Hz. İbrâhîm’in hanif dîni.

Her şey en güzel standartlarda vücut buluyor. Bunları Allahû Tealâ dizayn ediyor. Herkes için bütün kapılar ardına kadar açık. İnsanlardan istediği tek bir şey var: Allah’a ulaşmayı dilemeleri. Eğer bu kişi gereğini yapacak olursa, Allahû Tealâ işte bu kişiyi bazı safhalardan geçirir ve onu mutlaka “muhlis” kılar.

Kişi zikir yaptığı zaman Allah o kişinin kalbine, rahmet ile fazl isimli iki tane nur gönderiyor. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur. Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlettedirler.

39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).

Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (rahmet-fazl ve rahmet-salâvât), Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sukûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.



Allahû Tealâ: “Göğsünü yardığımız ve göğsünden kalbine nur yolu açtığımız ve kalbine o yoldan nur gönderdiğimiz kişinin kalbiyle; kalbi kararmış ve sertleşmiş olan, kasiyet bağlamış olan kişinin kalbi aynı olur mu?” diyor. Bu nurlar, nefsimizin kalbine gelmeye başlar. Sadece rahmet nuru kalbe girebilir ve sadece %2 oranında kalpte birikebilir. Bu giriş Hadid Suresinin 16. âyetinde anlatılmıştır. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



57/HADİD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).

Âmenû olanların kalplerinde, Allah’ın zikri ile (ve bu zikirle) Hakk’tan inen şeyle (nurla) huşûya ulaşmak (huşû sahibi olmak) zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilen ve sonra aradan uzun zaman geçen kalpleri kasiyet bağlayan (kalpleri zikirsizlikten veya zikirden kararan ve sertleşen ve hastalanan) kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu fasıklardır.



Kişinin kalbinde huşû oluştuğu zaman o kişi hacet namazını kılıp, mürşidini soruyor ve Allah ona mürşidini gösteriyor. Allahû Tealâ, mürşidi Allah’tan sormaya “istiane istemek” diyor. Bakara Suresinin 45 ve 46. âyet-i kerimelerinde bu muhtevayı anlatmıştır. Allahû Tealâ diyor ki:



2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.



Bu noktada kişinin hacet namazıyla sorduğu kişi, mürşiddir. Sorar, Allah ona mürşidini gösterir ve o da gider mürşidine ulaşır. Ama kişinin, bu noktaya ulaşabilmesi için huşû sahibi olması lâzımdır. Bunun için de nefsinin kalbinde %2 nur birikiminin gerçekleşmiş olması gerekir. Sadece onlar mürşidlerini Allah’tan sorduklarında Allah’tan cevaplarını alabilirler. Diğerleri cevap alamazlar. Böylece bu kişi mürşidine ulaşır, tâbiiyetini gerçekleştirir.

Allahû Tealâ mürşidin farz olduğunu söylüyor:



5/MAİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki; siz felâha erersiniz.



Mürşid farzdır ve hacet namazı ile istenir. Bakara-45 ve 46’da Allahû Tealâ, mürşidin nasıl istendiğini açıklamaktadır. Mürşide ulaşıncaya kadar kişi, Allahû Tealâ’dan tam 12 tane ihsan almıştır. Mürşide ulaştıktan sonra, kişiye bu sefer de ni’metler yağmaya başlar:

1- Kişinin kalbinin içine “îmân” yazılır.

2- Devrin imamının ruhu başının üzerine gönderilir.



58/MUCADELE-22: Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).

Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah'a ulaşma gününe) îmân eden kavmi, Allah'a ve resûlüne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın. Velev ki; onlar, babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar. Orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdırlar. İşte onlar, Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki; Allah, taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.



3- Onların günahları sevaba çevrilir. Allahû Tealâ Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:



25/FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).

Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah, seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafûr’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).



Günahların sevaba çevrildiği bir noktadayız. Bu standartlar içinde olaya bakıyoruz. Herkes için aynı şeyler geçerlidir. Mürşide ulaşan kişinin mutlaka günahları sevaba çevrilir.

4- Kişi nefs tezkiyesine başlar.

O kişinin kalbi artık nefs tezkiyesi için müsait hale gelmiştir. Kişi “Allah, Allah, Allah…” diye tespihini çekerek Allah’ın ismini tekrar ederse; Allah’ın katından gelen rahmet ile fazl ve rahmet ile salâvât isimli nurlar, kişinin göğsüne gelir ve kişinin göğsünden kalbine ulaşır ve kalbinin içine girer. Rahmet de fazıl da salâvât da o kişinin kalbinin içine girer. Fakat kalpte kalıcı olanlar, başlangıçtaki sadece %2 rahmetin ötesinde artık sadece fazıllar olacaktır.

Nefsin kalbinde %2 rahmeti bir tarafa bırakalım, bundan sonra hep fazıllar gelecektir. O kişinin nefsinin kalbinde %7 fazıl biriktiği zaman, kişinin ruhu 1. gök katına ulaşır. O kişinin böylece Nefs-i Emmare’de olması söz konusudur. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



12/YUSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).

Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye edendir).



Allah’ın Râhim esması ile tecellisi bu noktada tahakkuk ediyor. Râhim esması ile tecelli, bu kişinin Allah’a ulaşmayı dilediği noktadır. Bu tecelli kişiyi ruhunu 1. gök katına ulaştırdığı yere kadar götürüyor. Burası Nefs-i Emmare’dir.

Sonra kişi zikrini arttırmaya devam ediyor. Artan zikirle beraber, nefsin kalbine giren nurlar da artıyor. Bir defa daha %7 nur birikimi gerçekleşiyor: Nefs-i Levvame. Kişi nefsini kınıyor. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



75/KIYAME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).

Ve hayır, o levvame (kınanan, suçlanan) nefse yemin ederim.



Burası 2. defa %7 fazl birikiminin olduğu noktadır ve ruh 2. gök katına yükselir.

3. defa %7 fazl birikimi: Nefs-i Mülhime. Kişi Allah’tan ilham almaya başlıyor. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.

Yemin ederim ki; o nefs, sevva edildi (7 kademede).

91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.

Ona (o nefse), (Allah'ın) takvası ve (şeytanın) füccuru ilham edilir.

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.

Andolsun ki; nefsini tezkiye eden, felâha erer (cennete girer).



“O nefse ve onu sevva edene (1. faktör).

O nefse Allah’ın takvası ve şeytanın fücuru ilham edilir (2. faktör).

Kim nefsini tezkiye ederse o felaha erer (3. faktör).”

Burada o kişinin durumu anlatılıyor. Kişi Allah’tan ilham almaya başlıyor ve ruhu 3. gök katına ulaşıyor.

Ruhun 4. gök katına ulaşması için, kişinin nefs kademelerinden Nefs-i Mutmainne kademesine ulaşması lâzımdır. 4. defa %7 fazl birikimi ile Nefs-i Mutmainne oluşur. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



13/RAD-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).

Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?



Kalplerin mutmain olabilmesi, tatmine, doyuma ulaşabilmesi, sadece bir tek anahtarı gerektirir; o anahtar zikirdir. Allah’a ulaşmayı dileyen birinin zikri derhal Allah’ın sünnetullahı tarafından duyulur. Sünnetullah, Allah’ın kâinattaki her zerreye hükümdar olan ilâhî kompitürüdür. Derhal oraya, Allah’ın rahmeti ile fazlını ve rahmeti ile sâlâvatını gönderir. Eğer o kişi Allah’a ulaşmayı dilemişse bu gerçekleşir. Dilememişse ne kadar zikrederse etsin, o kişinin göğsüne hiç bir zaman Allah’ın nuru ulaşmaz. Tabiatıyla kalbine de ulaşmaz. Öyleyse herşeyin bir anahtarı vardır.

Allah’a ulaşmanın anahtarı da, Allah’a ulaşmayı dilemektir. Şimdi konumuz olan ihlâsın anahtarı da, aynı anahtardır. Her şey oradan, Allah’a ulaşmayı dilemekten başlar. Allahû Tealâ böylesine güzel bir dizayn gerçekleştirmiştir. İnsanları bir hiç karşılığı, mutlaka Kendisine ulaştırıyor. Bir hiç karşılığı! Sadece bir dilek: Allah’a ulaşmayı dilemek. Kişi mürşide ulaşıp tâbî olduğu zaman, ruhu vücudundan ayrılır, Allah’a doğru yola çıkar.

Nefs tezkiyesinin 5. kademesi Nefs-i Radiye, 6. kademesi Nefs-i Mardiyye’dir. Nefs-i Radiye’de biz Allah’tan razı oluyoruz, ruhumuz 5. gök katına çıkıyor. Nefs-i Mardiyye’de Allah da bizden razı oluyor ve ruh 6. gök katına çıkıyor. Hem Mutmainne hem de Radiye ve Mardiyye kademeleri, Fecr Suresinin 27, 28, 29, 30. âyet-i kerimelerinde ifade buyurulmuştur. Allahû Tealâ diyor ki:



89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).

Ey mutmain olan nefs!

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).

Allah’tan razı ol ve Allah’ın rızasını kazan. (Ey ruh!) Allah’a (Rabbine) geri dönerek ulaş.

89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.

(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman), (Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.

89/FECR-30: Vedhulî cennetî.

Ve cennetime gir.



7. ve son kademe, tezkiye kademesidir, Nefs-i Tezkiye. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



35/FATIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).

Yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner ulaşır).



“Kim tezkiye olursa, bunu kendi nefsi için yapmıştır.”

Çünkü nefsi ezelde Allahû Tealâ’ya tezkiye olacağına dair söz vermiştir.

Allahû Tealâ. “Ve ruhu Allah’a döner: ilâllâhil masîr” diyor. Böylece ruh Allah’a döner, Allah’a ulaşır.

Kişinin ruhu Allah’a ulaşmıştır, 21. basamak.

Ruh Allah’ın Zat’ında yok olur, 22. basamak. Kur’ân-ı Kerim böyle olan insanlara “evvab” diyor. Allahû Tealâ ruhun Allah’ın Zat’ına ulaşmasıyla, Allah’ın o ruha “meab” olacağını ifade ediyor:



78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).

İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisini Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah'a ulaşan kişiye Allah), meab (sığınak, melce) olur.



Böylece ruh Allahû Tealâ’ya ulaştıktan sonra, Allah’ın Zat’ında yok oluyor. Burası Allah’ın Zat’ında ifna olmaktır. Fenâ makamını işaret eder.

Öyleyse, bu noktaya kadar geçen olaylara bakalım: Allah’a ulaşmayı dilemek; ürerimize farz mı? Farz!

Allahû Tealâ diyor ki:



30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

30/RUM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).

(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.



Allahû Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dile, Allah’a yönel.” diyor. Bu farzdır.

Peki, bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişler midir? Hepsi. Allahû Tealâ Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:



39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).

Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinab ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!



Taguta kul iken, Allah’a kul olmuşlar. Hepsi Allah’a ulaşmayı dilemişler.

Kişi 14. basamakta mürşidine ulaşır. Farz mı? Maide Suresi 35. âyet-i kerimesi gereğince farzdır:



5/MAİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki; siz felâha erersiniz.



Sahâbe mürşidlerine tâbî oldular mı? Kâinatın en büyük mürşidine, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî oldular. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihi), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).

Muhakkak ki onlar, sana biat ettikleri zaman Allah’a biat etmiş oldular. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardı. Kim (derecesini nâkısa) düşürürse, muhakkak ki o, nefsi sebebiyle (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için) derecesini nâkısa düşürmüştür. Kim de Allah’a olan ahdini yerine getirirse (ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim ederse), ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).



Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e bütün sahâbe tâbî olmuşlardır. Bütün sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar mı? Hepsi ulaştırmışlar. Allahû Tealâ, sahâbenin ruhlarını Allah’a ulaştırdıklarını Zumer Suresinin 18. âyet-i kerîmesinde kesinleştiriyor.



39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hed âhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).

Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).



Hidayet insan ruhunun Allah’a ulaşmasıdır.



2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yehûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba'te ehvâehum ba'dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olmaz.



inne hudâllâhi huvel hudâ: Muhakkak ki Allah’a ulaşmak, işte o hidayettir.

İnne: Muhakkak ki

Hudâllâhi: Allah’a ulaşmak

Huve: işte o

el hudâ: hidayettir.



Bütün sahâbe hidayete ermişlerdir. Ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar ve de Allah’a teslim etmişlerdir.

Ruhu Allah’a ulaştırmak farz mı? Farz. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Rabbinin (Allah’ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O’na (Allah’a) dön (ulaş, vasıl ol).



Allah’a ulaşmak üzerimize farz kılınmış ve gördük ki; bütün sahâbe Allah’a ulaşmışlardır. Bundan sonra sahâbe daha çok zikrediyor. Daha çok zikir, bir yerden sonra o kişiye bir taht ihsanını ifade ediyor.

Kişinin ruhunun Allah’a ulaşmasından sonra ruhun Allah’ın Zat’ında yok olması, Allah’ın ruha meab olması, o kişinin evvab olması gerçekleşir. Ruh Allah’ın Zat’ında yok olur. Bu, ruhun meaba ulaşması, meabda yok olmasıdır. Burası ruhun Allah’ta yok olduğu, ifnâ olduğu noktadır, fenâfillah makamıdır.

Fenâ: yok olmak, fâni olmak

fi: içinde,

Allah: Allah.

Fenâfillah: Allah’ın içinde yok olmak, fâni olmak. Burası 22. basamaktır.

Sonra o kişiye Allahû Tealâ bir taht verir. Kişinin nefsinin kalbindeki nurlar %51’den %61’e çıkmıştır. %61’e ulaşınca Allahû Tealâ o kişiye Allah’ın katında bir taht ihsan eder. Kişi böylece Allah’ın İndi’nde bâkî olur. O kişinin ruhu, o tahtın üzerinde, Allah’ın İndi’nde baki olur. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



6/EN'AM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.



Nefsin kalbindeki nurlar %71’e ulaştığı noktadaki makam, bekâ makamıdır. Allah’ın Zat’ında baki olma makamıdır. Herkes bu makamlara kolayca erişebilir.

Bundan sonra konunun zorluğu başlar. Bu makamdan daha yukarıya çıkabilmek için, kişinin mutlaka zahid olması gerekir.

Negatif züht, Kur’ân-ı Kerim’de Yusuf Suresinin 20. âyet-i kerîmesinde ifade ediliyor. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



12/YUSUF-20: Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdeh(ma’dûdetin), ve kânû fîhi minez zâhidîn(zâhidîne).

Ve onu (Yusuf’u), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Çünkü; ona karşı zahidlerden idiler.



Yusuf’a değer vermiyorlar. Bu negatif zühddür. Ama zahid, pozitif zühtün sahiplerine denir. Zahid demek, her gün 12 saatten daha fazla Allah’ı zikreden kişi demektir.

Kur’ân-ı Kerim’de 3 zikir de farz kılınmıştır. Ara sıra zikir farz mı? Farz. Allahû Tealâ zikri Muzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesinde farz kılmıştır:



73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Rabbinin (Allah’ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O’na (Allah’a) dön (ulaş, vasıl ol).



Allah’a ulaşana kadar geçen zikir, az zikirdir. Ara sıra yapılan zikirdir ve farzdır. Burada günün yarısından az zikir yapılır.

Peki, günün yarısından fazla, çok zikir farz mı? Evet, o da farz.

Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



33/AHZAB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).

Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.



Allahû Tealâ bu çok zikrin sahiplerinin âmenû olanlar olduğunu yani sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler olduğunu söylüyor. Allahû Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dileyenler, siz de artık Allah’ı çok zikirle zikretmek mecburiyetindesiniz.” diyor. Bu çok zikirle zikretmek, günün yarısından daha fazla zikretmektir.

Kim her gün Allah’ı günün yarısından daha fazla zikrederse, ancak o kişinin kalbindeki nurlar %71’i aşar. Kişinin zikrinin artışı ile paralel olarak, %81’e kadar kişi zühd makamında yürür.

Kişi daimî zikre ulaşmadan evvel, nefsinin kalbinde %81 nur birikimi gerçekleştiğinde bu kişinin fizik vücudu Allah’a teslim olur. Kişi fizik vücudunu Allah’a teslim ettiği noktada o kişinin nefsinin kalbinde %81 nur vardır. Geri kalan %19 karanlık olmasına rağmen, fizik vücut Allah’ın bütün emirlerini mutlak olarak yerine getirir.



Fizik vücudun Allah’a teslim edilmesi farz mı? Farz olduğu kesin. Allahû Tealâ Yasin Suresinin 60 ve 61. âyet-i kerimelerinde şöyle buyuruyor:



36/YASİN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).

Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki; o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.

36/YASİN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).

Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.



“Âdemoğulları” fizik vücutlarımızdır. Allahû Tealâ hepimizden bu konuda ahd almıştır.

Bütün sahâbe fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişlerdir. Allahû Tealâ’nın Kur’ân’daki işareti, Al-i İmran Suresinin 20. âyet-i kerimesinde şöyle ifade edilmektedir:



3/AL-İ İMRAN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).

Eğer seninle tartışmaya kalkarlarsa, o zaman de ki: “Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik.” O kitap verilenlere ve ÜMMÎ’lere de ki: “Siz de (fizik vücudunuzu Allah’a) teslim ettiniz mi?” Eğer teslim ettilerse o zaman (onlar) andolsun ki; hidayete ermişlerdir. Eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen (görev) ancak tebliğdir. Allah kullarını BASÎR’dir (görendir).



Sonra kişi daimî zikre ulaşır. Daimî zikre ulaşınca kişinin 4 tane temel özelliği vardır:

1- Kişi daimî zikre ulaşmıştır.

2- Daimî zikre ulaştığı için nefsinde hiç afet kalmamıştır.

3- Allahû Tealâ o kişinin kalp gözünü açar. Göstermek istediği her şeyi kalp gözleri ile gösterir.

4- Allahû Tealâ o kişinin kalp kulağını açar. Allah onunla konuştuğu zaman, kişi Allah’ın bütün söylediklerini işitir.

Bu 4 tane temel şart, o kişinin 3 tane vasıf şartı kazanmasına sebebiyet verir:

5- O kişi ehli tezekkür olur. Allah ile her zaman her konuyu konuşmak, tezekkür etmek imkânının sahibidir.

6- O kişi ehli hayır olur. Daimî zikirde olduğu için her an derecat kazanır. Her an hayır kazanır.

7- O kişi ehli hikmet olur. Allah’ın âyetlerine baktığı zaman, o âyetlerin hangi kademeye ait olduğunu bir bakışta görür. Aynı zamanda hâkim veya hakem olduğu zaman mutlaka adaletle hükmeder. Çünkü Allahû Tealâ’dan sorarak hüküm verir.

Allah ile olan ilişkilerinize dikkatle bakın. Bu makam ulûl'elbab makamıdır. Daimî zikirdir. Nefsin teslimini içerir. İşte ihlâs makamı bundan sonraki makamın adıdır.

Ulûl’elbab makamında bütün insanlara 7 kat yerler gösterilir. Yerlerin melekûtu 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7. kat cehennemlerdir. Aşağı doğru. -1, -2, -3 diye gider. Yer katlarının aşağısına doğru 7 kat cehennem bu makamda gösterilir. Ulûl’elbab makamının bir özelliği daha vardır. Ulûl’elbab makamındaki kişiye ana dergâh da gösterilir. Devrin imamının dergâhıdır. O dergâh, bizim dergâhımızdır.

Allahû Tealâ’nın bu devrede devrin imamlığına tayin ettiği kişi; o, biziz! Huzur namazının imamıyız. Allahû Tealâ’nın huzurunda namaz kıldıran bizim ruhumuzdur. Her gün bizden ayrılıp da ruhumuz bir yere gitmiş değildir. Zaten ruhumuz Allah’a ulaşmıştır. Ama Allahû Tealâ O’nun katında bir ruhumuzu orada, huzur namazının imamlığına vazifeli kılmıştır. Ruhumuz hep oradadır. Bir ruhumuz oradadır, İndi İlâhi’dedir, orada huzur namazını kıldırır. Bir başka ruhumuz ümmülkitabın altındadır. Boşlukta duran ümmülkitabın altındaki ruh, oradaki müderristir. O kürsünün başındaki kişi; o, biziz.

Bu ulûl'elbab makamının sonrası ihlâs makamıdır. İhlâs farz mıdır? Evet farzdır. Allahû Tealâ Beyyine Suresinin 5. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:



98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).

Onlar emrolunmadılar. Sadece hanifler olarak, Allah için dînde halis (nefslerini halis kılmış) kullar olmakla emrolundular. Ve namaz kılmakla ve zekât vermekle emrolundular. İşte kayyum olan dîn budur.





Ve mâ umirû illâ li ya’budullâhe: Onlar emrolunmadılar.

İllâ: Allah’a kul olmakla emrolundular.

Muhlisîne: muhlis kullar olmakla emrolundular.

lehud dîne: O’nun dîninde, Allah’ın dîni için halis kullar, nefslerinin kalbini halis kılmış, muhlis kullar olmakla emrolundular.

Hunefâe: hanifler olarak

İhlâs emrolunmuş, farz kılınmıştır. Peki bütün sahâbe muhlisler oldular mı? Hepsi oldular. Allahû Tealâ diyor ki:



2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â'mâlunâ ve lekum a'mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).

De ki: "Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, onun için ihlâs sahibi (MUHLİS) (kul)larız.



Muhlisler, öyle kişilerdir ki, Allahû Tealâ onlara 7 kat gökleri gösterir. Devrin imamının dergâhı zemin kattadır ve zaten daha evvel ulûl'elbab makamında görülür. Bu makamda:

1. gök katında açıkta yapılan bir secde gösterilir.

2. gök katında suvarılma havuzlarının bulunduğu kesim ile 7. kata kadar çıkabilenlerin bulunduğu 2. kesim gösterilir.

3. gök katında bir köşke benzeyen iki katlı dergâh.

4. gök katında Beyt-ül Makdes’in aslı,

5. gök katında Beyt-ül Haram’ın aslı gösterilir.

6. gök katında sıbgatullah olma mahalli gösterilir. Buz kalıbına benzeyen o nurdan çıkan ışıkların nasıl oradaki ruhların derilerini onun rengine boyadıkları ve derileri nasıl çatlattığı ve sadece çatlamayan bir kişinin oradan ayrılıp daha üst kata çıkabildiğinin görüntüsü gösterilir.

7. Bu noktadan sonra o kişiye Allahû Tealâ 7. katın sırlarını gösterecektir.

7. gök katının:

1. âlemi kader hücreleridir. Kader hücreleri altıgendir.

2. âlem ümmülkitabtır. Orada da devrin imamı görev yapar.

3. âlem Kudret Denizi’dir. İnsanların kudret denizine nasıl daldıkları gösterilir.

4. âlem Makam-ı Mahmud’dur. Orada da her gün devrin imamı görevlidir.

5. âlem Divan-ı Salihîn’dir. Divan-ı Salihîn’de olan olayları da Allahû Tealâ o kişiye gösterir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) kafilenin sağ kanadında yer alarak Divan-ı Salihîn’e ulaşıldığı andan itibaren, Divan-ı Salihîn’in başkanlığı devrin gavsında iken, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e geçer. Kafilenin tekrar geri döndüğü noktaya kadar, hep orada o gün Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bir ruhu Divan-ı Salihîn’e başkanlık eder.

6. âlem, zikir hücreleridir. Ruhlar zikir hücrelerine gelir. Orada her biri 2 metreden daha yüksek, küresel bir sistemin içine girip orada günlük zikirlerini yaparlar. Bunlar zikir hücreleridir. Muntazam sıralar halindedir. Ruhların her biri otururlar ve zikirlerini yaparlar. Zikrini tamamlayabilen bir kişi (her gün olmaz; belki birkaç günde, belki birkaç haftada bir, bir kişi) ancak zikir tamamlanması emrini aldığı zaman; o Sidretül Münteha’ya ulaşır.

7. âlem, Sidretül Münteha’dır. (İndi İlâhi’nin en yüksek noktasındaki o ağaç ) Oradan kişinin ruhu Allah’ın Zat’ına ulaşır.

İnsanlardan kim Sidretül Münteha’yı görmüşse, o zaman o kişi ihlâs makamını tamamlamıştır, salâh makamına geçer. Bunun işareti Tövbe-i Nasuh’a davet dilmektir. İhlâs makamının sonu, Tövbe-i Nasuh’tur. Salâh makamının başı gene Tövbe-i Nasuh’tur. Allahû Tealâ kişiye Nasuh Tövbesi ile tövbe ettirir. Allah’ın söyledikleri tekrar edilerek Nasuh Tövbesi tamamlanır.

Nasuh tamamlandıktan sonra, Allahû Tealâ o kişinin günahlarını örter. O kişiye salâh nuru verir. O kişinin günahlarını sevaba çevirir. Bu 4 kademe, salâh makamının ilk 4 kademesini oluşturur:

1- Tövbe-i Nasuh,

2- Günahların örtülmesi,

3- Salâh nurunun verilmesi,

4- Kişinin günahlarının sevaba çevrilmesi.

Günahların sevaba çevrilmesi olayından sonra, o kişinin iradesi de Allah’a teslim olmak üzere hazır hale gelmiştir. İrade Allah’a teslim olur. Kişi salâh makamının 5. kademesindeki son noktaya ulaşır.

İhlâs makamı bundan evvelki son makamdır. Tabiatıyla İslâm’dan kopan kavramlardan en önemlilerinden biridir. İnsanlar bu söylediğim şeylerden, uzaktan yakından haberdar değiller ve biz onlara dînlerini öğretmeye çalışıyoruz.

Bir gün kimliğimiz kesin şekilde insanlar tarafından anlaşılacak. O zaman bugünün dîn adamları omuzlarındaki ağır vebali idrak edecekler.
Ekleme Tarihi: 16.09.2007 - 03:34
munib üyenin diğer mesajları munib`in Profili munib Özel Mesaj Gönder Sayfanın başına dön
Sayfa (1): (1)
İmzalar göster - Konuları göster

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 533 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
Mecced (42), tilve (45), alsancak55 (54), kobra111 (49), ihlumut (39), salih1960 (64), morsel (35), zeynep17 (31), alperen_58 (58), mushab60 (50), MEDINENIN GÜLÜ (36), lazkopat_tr (37), ilhanebrar (50), turkthunder (46), selcukserdar (45), sedaseda (35), orhanaksoy (58), selimkum (40), ege-men (37), adigesav (58), osman__ulker (44), azize (38), muhittin19 (40), faruk1453 (40), BüCüR (37), mücahit444 (46), yilmaz keskin (53), daricali (39), ilkahmet (44), aktashakan (38), mücella (41), fatih avc&yacut.. (52), GurbetGülü (36), abdulbakiucar (40), MaRsS (39), metince (52), sercan_21998 (42)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.50358 saniyede açıldı