chloroquine kaletra ivermectine ivermektine stromectol cordarone coreg coridil corpamil corprilin corpriretic corticotherapique cosaar plus cotrim coumadin cozaar crestor crixivan cyclogyl cycrin cyklokapron cymbalta cytotec cytoxan dalacin c dalacin t dalacin v danatrol danocrine daonil deflamat deltasone demadex demolaxin dentomycine depakine chrono depakine depakote depo provera dermestril dermovate deroxat desogen desoren desyrel detrol la
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » DİĞER DİNİ KONULAR » Dinler arası haksız rekabet

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Ramazanoglu su an offline Ramazanoglu  
Dinler arası haksız rekabet

61 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 12.11.2006
En Son On: 13.04.2009 - 05:16
Cinsiyeti: Erkek 
Rabbimize ne kadar şükretsek azdır ki, bizi bir Ramazan ayına daha kavuşturdu. Yoğun bir şekilde arınmamız, temizlenmemiz ve gidişatımızı gözden geçirmemiz için bir fırsat daha verdi. Bu vesileyle müslüman kardeşlerin Ramazan ayını kutlar, hakkıyla değerlendirmelerini dilerim.

Dün ilk teravihimizi kıldık. Namazdan önce, imam efendinin vaazından nasihat aldık. İmam efendi çok önceden başından geçmiş bir olayı anlattı:

Ramazan ayında oruçlu oldukları birgün mola yaparlarken, hocanın hiçbirşey yeyip içmemesi iş arkadaşlarından birinin dikkatini çekmiş ve sebebini sormuş. Hoca, oruçlu olduğunu söyleyince arkadaşı, bunun ne demek olduğunu ve ne kadar süreyle yeyip içmeyeceğini sormuş. İş arkadaşı duydukları karşısında daha da şaşırmış ve ''böyle bir zorunluluğu kim koyuyor'' diye tekrar sormuş. Hoca ''Allah'' deyince itirazı basmış, ''yok olamaz, Tanrı böyle birşey emretmiş olamaz.''

Hoca bu hatırasını ''iman olmazsa bu tür ibadetlerin mahiyeti ve zorunluluğu anlaşılamaz'' sadedinde anlatmıştı. İçimden ayağa kalkıp, ''hocam, biraz tevrat ve incil okusaydınız bizdeki orucun benzerinin, iş arkadaşınızın ait olduğu kültürde de olduğunu bilir ve onun bilgisizliğini yüzüne vurabilirdiniz'' demek geçti ama cemaat bu tür müdahalelere pek alışık olmadığından vazgeçtim.

Öyle değil mi ama? Bizim dışımızdakiler tarafından yadırgandığımız her dini görevimizi, ''evet, bu sadece bizde var, bizim Tanrımız böyle uçuk şeyler emreder biz de aynen uygularız'' edasıyla savunmaya geçiyoruz. Halbuki, kitabımız Kur'an'ın kendinden önceki kitabın onaylayıcısı ve devamı olduğunu, peygamberimiz hz. Muhammed(S)'in de kendinden önceki peygamberlerin devamı olduğunu bilsek, bu devamlılığın getirdiği ortak noktaları görsek, açıklamalarımız ve savunmalarımız daha tutarlı olmaz mı?

''De ki; ey kendilerine kitap verilenler! Yalnızca Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilene inandığımız için mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Oysa çoğunuz yoldan çıkmış kimselersiniz.'' (Maide 59)

Yani bu ne demek?

Peygamberimiz ve onun ağzından müslümanlar diyor ki; ''biz, bizim kitabımızın ve sizin kitabınızın gereklerini yapıyoruz. İkisini gönderen Allah'a inanıp O'nun emirlerine teslim oluyoruz. Sizse ayrım yapıyor, bizim yaptığımız ibadetler sanki sizde yokmuş gibi davranıyorsunuz. İbadetlerin içini boşaltıyor, kavramlara farklı anlamlar yüklüyorsunuz. Sadece kendi kitabınızda bulduklarınızı uygulayacağınızı söylüyor, vahyin devamlılığına set çekiyorsunuz. Biz sizin yaptıklarınızı yapmayınca da bizi sevmiyorsunuz.''


Ne yazık ki, günümüz müslümanları da vahiylerin arasını ayırmakla kitap ehliyle aynı yolu takip ediyor. Öyle olunca, kur'an sadece müslümanların, tevrat yahudilerin, incil de hristiyanların malı olup çıkıyor. Herbirinin ayrı inanç sistemi, herbirinin farklı ibadet şekilleri varmış gibi kabul ediliyor. Bunda şikayet edilecek ne var diyebilirsiniz. ''Herkes dilediğini seçip onu uygular ve doğru yolda olduğunu düşünerek mutlu bir hayat sürebilir.''


Durum o kadar basit değil maalesef. Olmadığı halde varmış gibi gösterilen çelişkiler, olmadığı halde sağlanmaya çalışılan üstünlükler, bir hiç uğruna çıkartılan çekişmeler, birçoklarının kafasını karıştırıyor. Kutsal kitapları anlamada ve yorumlamada yapılan tahrifler sonucu insanların araştırmaya girmesi ve gerçek dine yönelmesi elbette sevindirici bir durumdur. Ama kafa karışıklıkları dinin ana kaynaklarında görülen çelişkilerden dolayı olmasından daha çok, uygulamadaki tutarsızlıklar ve dini anlayıştaki aşırılıklar nedeniyle oluşuyor.

Bu söylediklerime iki örnek verirsem ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Aktüel bir ibadet olan orucu ele alalım. Hristiyan websitelerine bakıp oruç hakkında bilgi almak isterseniz, kısa bir girişten sonra, orucun yemek içmekten vazgeçmek olmadığından, asıl orucun ruhsal gelişimi sağlamaya yönelikduygusal ve düşünsel kötü düşüncelerden uzak durmak olduğundan bahsedildiğini görürsünüz. Bunu okuyan okuyucu, hristiyanlıkta, islamda olduğu gibi gece yarısı başlayıp gün batımı biten, yeme-içme ve cinsel ilişkiden uzak durma ile belirlenmiş bir oruç şeklinin olmadığı izlenimine kapılır. Ama yazının devamı okunduğunda, hristiyanlıktaki orucun hiç te islamdaki oruçtan pek farklı olmadığını hayretle görülmüş olur. Aynı şekilde islamdaki orucun asıl amacını okuyan bir hristiyan, amacın sadece kuru bir açlık ve susuzlukla sınırlı kalmadığını, neticede en kabul gören orucun, oruçluyken, Allah'tan başka herşeyi zihinden silmek demek olduğunu görür ve kendi anlayışındaki ile farklılık göstermediğini anlar.

Diğer bir örnek, cihad konusu. İslam karşıtı çevrelerin sık sık dillerine doladığı ve ısrarla ''savaş'' manasında kullandıkları cihad aslında, Allah yolunda mal ve canla sarfedilen her türlü gayretin adıdır. Bu tarife göre Allah yolunda savaş ta cihadın bir dalı olmuş olur ama cihad demek sadece kutsal savaş demek değildir. Cihadın bu geniş anlamıyla bile diğer iki dinde de aynen var olduğu görülür. Tevratı okuduğumuzda en şiddetli savaş sahnelerine ve Allah'ın, ortak koşanları israiloğullarının nasıl cezalandırmaları gerektiğine dair verdiği direktifleri ayrıntılı biçimde görebiliriz. İncili okuduğumuzda da cihadın savaş boyutu çok fazla göze batmasa da hz. İsa'nın ''barış değil kılç getirdim'', ''kardeşle kardeşin arasını ayırmaya geldim'' dediğini görebiliriz. Yuhanna'nın Vahy kitabında ise adına Armagedon da denilen kıyamet savaşlarını ayrıntılı biçimde okuyabiliriz. Ki bu savaşların başkumandanı İnsanoğlu İsa'dır. Ayrıca bir hristiyan arkadaşın tespitiyle dediği gibi, hristiyanlıkta Tanrı=İsa ise, tevrtattaki savaş ayetlerinin sahibi de yine İsa olmuş olur. Bütün bu gerçeklere rağmen, savaş konusu açıldığında hristiyan arkadaşların çoğunluğunun konunun ortasından başladığını görürüz. Yani, Tanrı sevgidir, savaş yasaktır gibi...

Buna benzer tavırlar elbette müslümanlar için de geçerlidir. Konu oruçsa, ''hristiyanlık ve yahudilikte bizdekinin aynı oruç farz olduğu halde, onlar kitaplarını değiştirdikleri için orucun da içi boşaltılmış, kafalarına göre kolay oruçlar icad etmişlerdir'' şeklinde desteksiz iddialar ortaya atılır. Açıp kutsal kitabı okusa, oruçla ilgili onlarca ayetin hala yer aldığını görecektir. Savaş konusunda ise farklı bir değerlendirme sözkonusudur bizim cenahta. Tevrattaki şiddet içerikli ayetlerden dolayı yahudilik tam bir soykırım ve kan emici dinidir. Hristiyanlık ise her ne kadar yüzyıllarca süren haçlı savaşlarının müsebbibi ise de incil ayetleri, düşmana bile karşılık vermemeyi tavsiye ettiğinden iyice aslından uzaklaştırılmıştır... gibi düşünceler hakimdir.

Örnekleri çoğaltıp hangi konuya baksak, ya özde ya da içerikte aynı olduklarını görürüz. Ama maksat tartışmak ve karalamak olunca benzerliklerin çelişkilere dönüştüğünü görüyoruz.. Dinler arası bu haksız rekabet ortamı ne yazıkki insanların aslında bütün dinlere olan güvenini sarsıyor. İçinde bir yaratıcı inancı kök salmış insanlar bu sarsılmayı başka dinlere yönelerek aşmaya çalışıyorlar. İnancı yüzeysel olanlar ise savrulup gidiyor, inançsızlığın kucağına düşüyor. Bu tehlikeyi görüp horoz dövüştürür gibi dinleri dövüştürenlere engel olmak adına gayret edecek sağduyulu dindarlara ihtiyacımız var diye düşünüyorum.

Bence her din içinde aşırıya kaçan düşünceler ve gereksiz üstünlük taslamalar ya kutsal kitapları hiç okumamaktan ya da birbirlerinden bağimsız olarak okumaktan kaynaklanıyor. Netice de, birbirine zıt inanç ve amel şekilleri ve farklı tanrıları(!) olan üç tane apayrı din karşımıza çıkıyor. Bu anlayış hakim olunca da, birinde aradığını bulamayan, diğerinde bulacağını sanıp din değiştiriyor veya çareyi üzerinde bulunduğu dini terketmekte buluyor.

Bundan 15-20 yıl önceye kadar iletişim ağı bu kadar gelişmiş olmadığı için lehte veya aleyhte olabilecek bilgilere bu kadar kolay ulaşılamıyordu. Çağımız bilgi ve internet çağı olarak, her türlü bilgiyi bir tıklamayla gözünüz önüne getiriyor. Bunun faydaları bir yana, zararları da yok değil. Her türlü, fısk, küfür, isyan kokan düşünceler, kafaları karıştıran sorular, yaldızlı sözlerle gerçek gibi gösterilen yalanlar... Hepsi önünüzde. İnancınızdan duyduğunuz ufak bir şüphe karşısında, sizin bu şüphenize şüphe katacak, ve siz bu şüphelerle boğuşurken size yardımcı(!) olacak çok arkadaş bulursunuz. Bulduğunuz bu arkadaş çevresine göre siz de akıntıya kapılıp beraber yolalmaya başlarsınız.

Peki, bu manzara kendiliğinden mi oluşmuştur? En son ve en mükemmel dine sahip olduğunu iddia edip te bunu pratikte ispat edemeyen bizler suçlu değil miyiz? Batı ülkelerinde, araştırmaya bağlı olarak bilinçli bir islamlaşma varken, ve bu durum batı ülkelerini panikatak sendromuna sokup islamlaşmayı önlemek için çareler ararken, doğu ülkelerindeki bu kopmanın sebebi ya da sebepleri nedir? Hiç üzerinde düşündük mü? Yoksa ''bizim dinimiz bir tanedir, terkeden ya akılsızdır ya ahmaktır, giden gitsin, kalan sağlar bize yeter'' mi diyoruz?

Şunu tekrar belirtelim ki; yeryüzünde halife kılınan bir insanın ateist ve dinsiz olmasındansa hristiyan ve yahudi olmasını hatta belki, budist ve hindu olmasını tercih ederiz. Ve bu insanlar, bu dinlere tanrı tanımazlıktan ve dinsizlikten gelmişlerse takdir ederiz. Ama fıtratın diğer ve aslında ilahi dinlerin tek adı olan islamdan diğerlerine geçiş yapıyorsa burda bir gariplik sözkonusudur. Bu garipliğin sorumluluğu birazcık ta bize aittir demektir.

Bir benzetme yapacak olursak, dünya bir okul, insanlık ta bir öğrenci. Yahudilik, bu öğrencilerin bitirdiği ilköğretim bölümü, hristiyanlık orta öğretim ve islam, yüksek öğrenim kurumlarıdır. Ortaöğrenimden ilköğretime dönmek veya düşmek nasıl yadırganırsa, yükseköğrenimden ortaöğrenime dönmek veya düşmek te o derece yadırganır. Yukarda sorduğumuz soruyu bu benzetmeye bağlı olarak tekrar soralım:

Batıda insanlar bu ilerlemeyi doğru bir şekilde başarırken, bizde, neden tersine dönmeler görülmektedir?

Hemen teravih öncesi tanıştığım Cengiz kardeş (isim değiştirilmiştir), yüreği yanık bir şekilde soruyordu: ''Yıllardır kandırıldık mı, yaş 32, ömrümü boşa geçirmişim, gidişim nereye, doğru hangisi?...''

Kendisine uzanacak bir dost eli, içinde kopan fırtınalardan tutup kurtaracak bir cankurtaran yeleği arayışı içinde birkaç siteye üye olmuş. Birisi de bizim site. Üye olduğum hristiyan siteden hemen bir özel mesaj atıp yardım istemiş. Hemen irtibata geçtik, konuştuk, dertleştik. Yıllardır yanlış bir yolda yürüdüğü izlenimine kapılmış. Şimdiya kadar kendini ait gördüğü müslümanlığın kendine birşey kazandırmadığını düşünüyor ve öbür dünyada kendisinin neyi beklediğinden emin değil. Müslüman olanların kurtulacağına dair kesin görüş onu tatmin etmiyor ve arayış içine giriyor. Hristiyanlık hakkında bilgilenmek istiyormuş... Konuşmamızın bel kemiğini, yukardan beri anlatmaya çalıştığım konu oluşturdu. ''Birşeylerin eksik olduğunu sandığımız hususlar aslında kendi dinimizde vardır da biz görememişizdir.. Onun için acele karar vermeden önce ait olduğu dinin iyice bir tetkik edilmesi şarttır.''

Cengiz kardeşle yaptığımız sohbetin etkisinden teravih boyunca kurtulamadım. Davudi sesli imamımızın okuduğu ayetlerin de etkisiyle ağlamaklı oldum. O ve onun gibi nice kardeşimizin yeni arayışlara girmesinin sorumluluğunu kendimizde buldum. Ve dünyaya verdiğimiz önem kadar dinimize önem vermediğimiz için BİZİ suçladım.

Namazda olmama rağmen onu ve Sibel kardeşi (isim değiştirilmiştir) düşündüm. Sibel kardeşle de, aynı hristiyan sitesinde tanıştık. O da namazlı niyazlı bir geçmişin ardından hristiyanlığa merak salmış. Sebebi ise, yaptığı ibadetlerden haz almamak ve hristiyanları sevecen bulmak...

Yaptığımız ibadetlerden haz almamak hepimizin ortak sorunu olsa gerektir. Zira anlamadan okuduğumuz ayetler ve yaptığımız dualar zamanla rutin hale geliyor ve ilk alına tat alınmaz oluyor. Bu da özellikle namazın ruhunu yakalaymamaktan kaynaklanıyor sanırım. Zira namazın mirac olması gerekiyor. Namazda dünyadan uzaklaşıp içimize bir yolculuk gerçekleştirmek, dolayısıyla Rabbimize ulaşmak gerekiyor. Her namazımızda olmasa bile namazlarımız bu şuurla kılınması gerekiyor. Ama kılamıyoruz. Bundan dinimiz mi sorumlu? Dinin kaynağı Kur'an, namaz nasıl kılınırsa mirac olurmuş hepsini açıklamış. Namazı bir beden eğitimi gibi ve aceleyle kılmamızı istemiyor hiçbir zaman. Kur'anı dura dura ve anlayarak okumamız belirtiliyor. Bunların hiçbirini yapmıyor ve şikayet ediyorsak birde başka arayışlara giriyorsak pireye kızıp yorganı yakıyoruz demektir.

Tabi Sibel kardeşin sorunu tamamen farklıydı. Okuduğunu anlayamamaktan kaynaklanmıyor. Namaz esnasında aykırı vesveselerin beyne hücum etmesi dolayısıyla namaza adapte olamamak diyebiliriz onun sorununa. Bunun çaresi de yine Kur'an okumak olacaktır. Ama Kur'an'ın sadece kendine iman edenler için bir şifa kaynağı olmasından dolayı, kafasındaki şüphelerden arınıp okuması gerekiyor. Bu anlamda biraz giriftlik var durumunda. Ama gerek Ramazanın bereketi ve gerekse Rabbimize açtığımız eller ve gönüller hürmetine zoru başaracağından eminim.

Böylesi durumlarda Allahu Teala'nın Adl ismi gönüllerimize su serpiyor. Zira biliyoruz ki O, kullarına zulmetmez. Cezalandırması misliyle, ödüllendirmesi katlarıyladır. İsteyene istediğini vermekte veya hakedene hakettiğini vermekte kulunun kalbine bakar. İbrahim(S) selim bir kalple gelmişti ve onu hakettiğinin fazlasıyla ödüllendirdi, bütün inananlara önder yaptı. Biz de kalbimizi barış ve esenliğe açık tutar, selametimiz için çalışırsak, arada bir tökezlememiz hatta düşmemiz, bizi yolumuzdan döndüremeyecek, ödülümüzü hakkettiğimizden fazlasıyla alabileceğiz Allah'ın izniyle.


Abdulkadir Ramazanoğlu
Ekleme Tarihi: 06.09.2008 - 00:10
Bu mesajı bildir   Ramazanoglu üyenin diğer mesajları Ramazanoglu`in Profili Ramazanoglu Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 591 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
***Murat*** (48), behlul (50), hatice57 (44), GaZZe (60), erveysel (61), Abdulkadir22 (31), samyeli13 (47), candeniz (24), balacan (54), abdulkadir (31), babam veben (55), askbumu (43), sahra_yagmur (37), halit42 (39), Babacan52 (56), gurbetcigenc (33), Fikret1972 (52), NuR_EFSAN (39), jopp777 (47), pempe1987 (37), Nur baçesi (28), seyhzadem (36), Mustafa Alptug (41), gunes_akca (35), KanKaZ (36), hsusal (72), olimp_ (45), ufkumuzvar (42), gakkosfatih (42), HIKKI (51), Selale1 (49), Yasin Tural (36), nebitdag (45)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.53302 saniyede açıldı