0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » K İ T A P / K Ü L T Ü R / S A N A T » KİTAP & DERGİ » KENDİ DİLİNDEN....... İFTİRALAR BİZİ KARALAMAYACAKTIR!!!!

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 40 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
KENDİ DİLİNDEN....... İFTİRALAR BİZİ KARALAMAYACAKTIR!!!!

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
İthaf: Cemaatsız İslami mücadele verilemez inancıyla, bereketli ömrünü Muhammedi Cemaat’ı oluşturma, oturtma ve geliştirmeye vakfeden, bununla da yetinmeyip Cemaat yapısının ve aziz İslam davasının korunması için kanını feda eden şehid Rehbere ithaf olunur.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:21
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
MUKADDİME




Alemlerin yegane yaratıcısı olan Allah’a hamd, önderimiz ve örneğimiz olan Hz. Muhammed’e (SAV), pak ehlibeytine, ashabına ve kıyamete kadar İslam’a tabi olup Tevhid mücadelesini yürütecek olan Müslümanlara salat ve selam olsun.


İslam’ın hayat sahnesinden dışlanıp inzivaya itildiği, küfrün zirveye ulaştığı, cehalet, şirk ve zulmün her yeri kapladığı, dünyanın her tarafında Müslümanların mazlum, korumasız, dağınık ve perişan bir şekilde saldırılara maruz kaldıkları, Emperyalilst sömürgeciler tarafından maddi varlıklarının talan edildiği, İslami inanç ve kültürlerinin yok edilmek istendiği bir çağda, Müslümanların yeniden uyanışını ve dirilişini sağlayarak İslami inkilab ve hareketler dönemini başlatan, bunları görmeyi ve bu zaman diliminde yaşamayı bize nasip eden Allah’a binlerce hamdolsun.


İ’lay-ı kelimetullah uğruna, İslamı yeryüzüne hakim kılma amacıyla mücadele sahnesine atılan, sadece Allahın rızasını kazanmayı gaye edinen, bu uzun süreli mücadelesi neticesinde binlerce mahkum, mahpus, muhacir, yetim, dul ve ma’lulu olan, İslami hedeflerine ulaşmak için verdiği mücadelede rehberi dahil yüzlerce şehid vererek Kürdistan’ın çorak topraklarını bu aziz şehidlerinin kanıyla sulayıp yeniden gülistana çeviren Hizbullahi Cemaatı ve bu cemaate mensubiyeti bize bahşeden Allah’a binlerce şükürler olsun. Küfrü, şirki ve delaleti değil, İslamı, Tevhidi ve hidayeti nasip eden, tağutlara kul ve asker olmayı değil, Allah’a kul ve asker olmayı bize bağışlayan Rabbimize ne kadar şükredersek azdır.


İçinde bulunduğu merhale ve sahip olduğu imkanlar açısından hazırlıklı olmadığı halde imha amaçlı saldırı ve dayatmalardan dolayı ağır bir çatışma süreci yaşayan, kimi İslam’a olan düşmanlığından, kimi içindeki kin ve nifaktan, kimi anlayışsızlığından, kimi bilgisizlik ve cehaletinden, aleyhine yürütülen çok yönlü düşmanlıklara ve acımasız saldırılara karşı değişik cephelerde savunma ve hayatta kalma mücadelesi vermek zorunda kalan, düşmanları tarafından aleyhine yalan ve iftiraya dayalı karalama kampanyaları yürütülen, dost ve Müslüman bildiği kişi ve grupların konuşunca ya hakkı söylemelerini veya susmalarını beklerken, maalesef hiçbir İslami ölçüye riayet etmeden, insafsız bir şekilde İslam düşmanlarının diliyle konuştuklarını görerek içi kan ağlayan, dost bildiği insanlar tarafından yalnız bırakılan veya dostça yaklaşanların ihanetine uğrayan, kendi diyarında muhacereti, mazlumiyeti ve yalnızlığı yaşamak zorunda bırakılan, bütün bu olup bitenleri sadece seyrederek öfkesini ve ahını içine gömen Hizbullahi Cemaat, bugüne kadar karşılaştığı sorunları ve çektiği bütün bu dert ve ızdırapları dile getirmedi ve kimseyle paylaşmadı. Bunları sadece Allah’a şikayet ederek, O’na tevekkül edip sabretti.


Bütün bu zahiri olumsuzlukların sebep olduğu mazlumiyet nedeniyle, insan olarak çektiğimiz sıkıntı ve ızdıraplara tahammülümüzün sınırlı olmasından kaynaklanan yakarış ve feryatlarımız olmuşsa da, durumumuzu en iyi bilen ve gören Allah’ın rahmetine ve şefkatine sığınarak, sadece O’nun rızasını gözeterek, O’nun dostluğu, gücü ve sağladığı imkanlar dışındaki bütün dostluk, güç ve imkanların geçici olduğunu bilerek, nasıl ki bugüne kadar yolumuza devam ettiysek, bundan sonra da O’ndan başka hiç kimseden yardım beklemeden, sadece O’na sığınarak ve O’ndan yardım dileyerek yolumuza devam edeceğiz. Kadir-i Mutlak olan Allah’ın bütün olumsuzlukları olumluya tebdil etme kudretine sahip olduğuna inanarak, hiçbir olumsuzluk ve engele takılmadan ve bahane etmeden, sadece İslami inancımızın bize yüklediği sorumluluklarımızın bilincinde olup, bu sorumlulukların gereğini yaparak, takva ve samimiyeti elden bırakmadan hareket edip sabit kadem olursak, Allah-u Teala hiçbir zaman bizi yardımından, rahmetinden ve lutfundan mahrum etmeyecektir.


Çeyrek asırdır mücadele sahnesinde olan, bu uzun süreli mücadelesi neticesinde ciddi bir teşkilat gücüne kavuşan ve önemli oranda halk desteğini kazanan, kendisine yapılan haksız saldırılardan ve imha amaçlı dayatmalardan dolayı varlığını koruyabilmek için yıllarca şiddetli bir savaş hali yaşayan ve yüzlerce şehid veren, TC’nin binlerce ağır operasyonuna maruz kalması sonucu çok sayıda elemanı yargısızca infaz edilen, binlerce insanı yakalanıp zindanlarda tutsak edilen, Rehberi şehit edilen ve arşivinin önemli bir kısmı ele geçen Cemaat, bütün bu belirgin özelliklerine ve yaşadığı önemli ve hayati olaylara rağmen, maalesef bugüne kadar doğru bir şekilde tanınmamıştır. Hakkında söylenenler ve yazılanlar gerçeği yansıtmaktan çok uzaktır. Çünkü, bugüne kadar Cemaat hakkında konuşan, TV programı düzenleyen, haber yapan, makale veya kitap yazan insanların çoğu TC’nin güvenlik ve istihbarat raporlarını esas almışlardır. TC’nin hazırladığı raporlar gerçeği yansıtmadığından, bu insanlar da TC’nin yaptığı ve içine düştüğü hataları tekrar ederek kendileri de aynı yanılgıya düşmüşlerdir. Ayrıca bu konuyu ele alan insanların çoğu ideolojik yapılarından dolayı Cemaate taraflı ve önyargılı yaklaşmış, bilinçli olarak düşmanca bir tutum içinde olmuşlardır. Bütün bunlardan dolayı, bugüne kadar Cemaat hakkında tarafsız, doğru, sağlıklı ve gerçeği yansıtan bir araştırma yapılmamış ve yayınlanmamıştır. Bugüne kadar yazılmış, söylenmiş ve kamuoyuna yansıtılmış bütün yanlışları tek tek ele alıp düzeltme, ayrı bir çalışmayı gerektirdiğinden bu kitabın konusu değildir. Ancak bu kitap, şimdiye kadar Cemaat hakkında yazılan ve söylenen gerçek dışı hususların tümüne cevap niteliğinde değilse bile, birçok hususu açıklayıcı ve aydınlatıcı bilgiler içermektedir.


Bugüne kadar meselenin esas sahibi olarak Cemaatın konuşması ve bilgilendirmeyi yapması gerekirken, Cemaat bunu yapmadı ve suskun kalmayı tercih etti. Bu durumun aksine, Cemaat hakkında bilgisi ve konuyla ilgisi olmayan herkes konuştu ve bilinçli bir dezenformasyon kampanyası yürütüldü. Cemaat, ilk dönemlerde bölge özelinde açıklama yapmaya ve bilgilendirmeye ihtiyaç duymuyordu. Çünkü Cemaatın, bölge halkı tarafından tanınmama veya mesajını halka ulaştıramama gibi bir sorunu yoktu. Cemaat, ihtiyaç duyduğu zaman kendi iletişim kanalları ve yöntemleriyle vermek istediği mesajı halka ulaştırma imkanına sahipti. PKK ve nifak grubu ile çatışma dönemi başlayıp bu mesele kamuoyuna taşındıktan sonra, Cemaat aleyhine yoğun bir propaganda kampanyası başladı. Bütün bu yalan, iftira, karalama ve haksız saldırılara rağmen Cemaat, bu suskunluğunu bozmadı. Bu durumun mağduriyetine sebep olduğunu bildiği halde, bu tutumunu 17 Ocak 2000 tarihine kadar bilinçli olarak devam ettirdi. Cemaat, PKK ve nifak grubuyla yaşadığı uzun ve meşakkatli silahlı çatışma sürecinin ardından kazandığı siyasi, teşkilati ve askeri başarılarına rağmen bu tutumunu sürdürdü. Belki de aşırı derecede mütevazi davranıp kendisini ilan etme ve açıklama yapmada acele etmedi. 17 Ocak operasyonundan sonra ise yoğun bir şekilde yürütülen psikolojik savaş kampanyaları neticesinde oluşturulan atmosfer ve meydana getirilen ortamda yapılacak bir açıklamanın fayda vermeyeceğine, bu ortamda akıldan ziyade hislerin hakim olduğuna inanarak, oluşturulan atmosferin değişmesini, ortamın sakinleşip arınmasını bekleyip bugüne kadar bir açıklama yapmadı.


Bu kitap, çeyrek asırlık Cemaat gerçeğini ve bu süre boyunca Kürdistan’da yaşanan ve bugüne kadar net bir şekilde ortaya konulmayan ve aydınlığa kavuşturulmayan önemli olaylara ışık tutacak ve açıklığa kavuşturacak somut bilgiler içermektedir. Bu çalışma, bir araştırma ve inceleme olmadığı gibi, yoruma da dayanmamaktadır. Tamamen Cemaatın mücadele tarihi boyunca bilfiil gördüğü, karşılaştığı ve yaşadığı önemli olayları dile getirmektedir. Aynı zamanda, son çeyrek asırlık süre içerisinde Kürdistan’da meydana gelen ve şu ana kadar kamuoyu nezdinde aydınlığa kavuşmayan birçok önemli olaya ışık tutmaktadır. Okuyan herkesin müşahede edebileceği gibi, Cemaatın zararına olabileceği endişesi taşımadan ve böyle bir telaşa kapılmadan, Cemaatın zararına dahi olsa olaylar gerçek yönleriyle, yorumsuz ve somut bir şekilde, çarpıtılmadan izah edilmiştir. Bundan dolayı bu kitaba Cemaatın propagandası gözüyle bakılmamalı ve peşin hükümle yaklaşılmamalıdır. Müslüman olarak özelliğimiz ve hareket olarak prensibimiz, konuşunca ya doğruyu ve hakkı söylemek veya susmaktır.


Rabbimizden dileğimiz hakikatin ortaya çıkması ve gerçeklerin anlaşılması için bu kitabı vesile kılmasıdır.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:21
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
ÜMMET GENELİNDE İSLAMI YENİDEN HAKİM KILMA ARAYIŞLARI




Tarihi süreç içinde İslami hakimiyetin ve Ümmetin vahdetinin sembolü olacak, bütün Müslümanları bağlayıcı ve kuşatıcı tek bir İslami siyasi otoritenin kalmaması sonucu, ümmet coğrafyasının bir çok yerinde, yeniden Müslümanların vahdetini tesis etme ve İslamı hayata hakim kılma arayışları başladı. Bu arayışlar neticesinde, ümmet coğrafyasının değişik parçaları üzerinde, eş zamanlı veya farklı zaman kesitlerinde, değişik isimlerle bir çok İslami cemaat, hareket ve oluşum ortaya çıktı. Aynı temel inanç ve düşünceleri paylaşan, ortak amaç ve hedeflere sahip olan bu hareketlerin benzerlikleri yanında, toplumsal, kültürel ve coğrafik özel şartlardan veya tabi oldukları mezhep ve İslami yorum farklılığından kaynaklanan görüş, anlayış, bakış, yöntem ve davet uslubü gibi bir çok hususta bazı ayrılık ve farklılıkları da olmuştur. Bu farklılıklar, günümüzde varolan ve etkin bir şekilde faaliyet yürüten İslami hareketler için de söz konusudur. Bu, İslam ümmetinin bir gerçeği olup, derinlemesine bir inceleme ve araştırma yapılmadan, sadece yüzeysel bir bakış dahi bu gerçeği gözler önüne sermektedir.


İslam tarihinin her döneminde, farklı mezhep, içtihat ve ekoller varolmuştur. Bu durum bugün de geçerli olup, geçmişte nasıl normal karşılanmışsa, bugün de normal karşılanmaktadır. Bu, İslam’ın her dönemde Müslümanların ihtiyaçlarına cevap olabilecek ve sorunlarına çözüm getirebilecek zenginlikte evrensel ve kamil bir din olduğunu göstermektedir. Çünkü, kıyamete kadar farklı coğrafyalarda yaşayan Müslümanlar, karşılaşacakları bütün sorunlarına İslam’ın temel ilkelerine bağlı kalarak İslam müçtehitlerinin yapacakları içtihatlar sayesinde çözüm bulabileceklerdir. İslam’ın bu özelliği ve Müslümanların tarihten devraldıkları bu miras nedeniyle, günümüzde de farklı coğrafyalarda yaşayan Müslümanlar arasında mezhep ve içtihat farklılıkları süregelmektedir. Bu durumla bağlantılı olarak, aynı inanç, düşünce ve hedef uğruna aynı coğrafyada veya farklı coğrafyalarda ortaya çıkan ve İslami mücadele veren birçok İslami hareketin varlığı ve bu hareketlerin farklı görüş, yorum, algılama, yöntem ve uygulamalara sahip olmaları da günümüz Müslümanlarının bir gerçeğidir.


Ancak, genelde Müslümanların ve özelde de İslami hareketlerin, kendi aralarında var olan mezhep farklılıklarını, fer’i ve içtihadi görüş ayrılıklarını, kültürel veya coğrafik farlılıklardan kaynaklanan farklı algılama, yaşama, uygulama ve cemaatleşme yöntemlerini ihtilafa, düşmanlığa ve çatışmaya dönüştürmeleri İslami değildir. Müslümanların güç ve enerjilerini birbirleriyle mücadele ederek tüketmeleri, kendi zararlarına, İslam düşmanlarının ise faydasınadır. Bu farklılık ve ayrılıkları İslam düşmanlarının istifade edeceği şekilde tırmandırıp düşmanlığa ve çatışmaya dönüştürmek, hiçbir şekilde hiçbir İslami nass ve yoruma uygun düşmemektedir. Maalesef, Müslümanlar için bir rahmet ve zenginlik olması gereken kendi aralarındaki bu farklılıklar, bugün Müslümanların vahdetine engel olan önemli bir soruna dönüşmüştür. Ortaya çıkan bu durumdan da en iyi şekilde İslam düşmanları istifade etmektedir.


Nasıl ki ümmet düzeyinde İslami vahdetin ve tek bir siyasi otoritenin olmaması sonucu Müslümanların içine düştüğü parçalanmışlık, dağılmışlık ve yaşadıkları içler acısı olumsuz durum Müslümanların istemediği ve arzulamadığı bir durum ise, günümüzde İslam ümmetinin bağımsızlığı ve vahdeti için mücadele vermek amacıyla varlık gösteren İslami cemaatlerin, hem ümmet bağlamında ve hem de yerel ve bölgesel bağlamda birlik olmayışları, çok başlı, dağınık, ihtilaflı ve sürtüşme içinde olmaları da aynı şekilde içler acısı olup, Müslümanların istemediği ve arzulamadığı bir durumdur. Bu, aynı zamanda İslam’ın vahdet anlayışına ve İslami yükümlülüklere uygun düşmeyen bir durumdur. Müslümanlar, bu kötü durumdan kurtulmak için içinde bulundukları bu olumsuz duruma yol açan etkenleri çok iyi teşhis ve tespit etmelidirler. Bu teşhis ve tespiti yapmadan ve içine düştükleri bu kötü duruma neden olan yanlışlıklarını terk etmeden, bugün yüz yüze bulundukları sorunlarını halledemez ve bu olumsuz durumdan kurtulamazlar.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:22
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
İSLAMİ HAREKETLERİN BİRBİRLERİNDEN ETKİLENMESİ




İslam, ilahi ve cihanşümul bir din olduğundan Müslümanlar, İslam tarihinin bütün dönemlerinde İslam’a hizmet amacıyla değişik coğrafyalarda ve toplumlarda, ortak özelliklere sahip veya benzerlik arz eden bir şekilde, aynı gaye, amaç ve hedefler doğrultusunda mücadele etmiş ve bu doğrultuda farklı isim, üslup ve yöntemlerle bir çok İslami hareket ortaya çıkmıştır. Bu hareketlerin bir kısmı kısa sürede mücadele sahnesinden çekilmiş, bir kısmı ise uzun süre varlığını devam ettirmiştir. Bunlardan bazıları ise aynı isimlerle veya farklı isimlerle günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Bu hareketlerin bir kısmı sadece içinden çıktıkları ülke veya toplumla sınırlı kalmış, bir kısmı ise içinden çıktıkları ülke ve toplumu aşarak, ümmet düzeyinde etkinlik gösterebilmiş ve faaliyetler yürütmüştür. Bunların tümü kendi şartları ve imkanları dahilinde İslami davaya önemli hizmetlerde bulunmuşlardır.


Aynı şekilde, son bir asırda dağınıklık ve parçalanmışlık içinde bulunan İslam coğrafyasının farklı parçalarında birçok İslami hareket, grup ve cemaat varlık göstermiştir. Bu İslami hareketlerin mücadelesi, ortaya çıktıkları toplum ve coğrafyalarla sınırlı kalmamış, aynı ortak sorunlara sahip olan, ancak başka coğrafyalarda yaşayan Müslümanları da etkilemiştir. Bu etkileşim çok yönlü olmuştur. Bazıları teorik açıdan İslami görüş, yorum ve düşünceleriyle, bazıları cemaatleşme yöntemleri ve davet metotlarıyla, bazıları da pratik uygulamalarıyla diğer coğrafyalarda yaşayan Müslümanları etkilemişlerdir. Bu hareketlerden bazıları ise sadece etkilemekle kalmamış, ümmet coğrafyası genelinde birçok ülkeyi kapsayan geniş bir alanda cemaatleşme ve İslami faaliyet yürütme imkanına kavuşmuştur.


Bölgesel, kültürel ve coğrafik farklılıklardan kaynaklanan özel durumlar ve buna bağlı farklı söylem ve uygulamaları bir kenara bırakırsak, İslam coğrafyasında ortaya çıkan bütün İslami hareketler, genel olarak ortak özelliklere sahiptir. Aynı gaye, hedef ve amaçlar doğrultusunda mücadele ettikleri ve aynı inancın gereği benzer bir İslami yaşam sergiledikleri gibi, temel konularda da aynı ortak görüşleri paylaşmaktadırlar. Bunun gibi, karşılaştıkları sorun ve problemler de benzerdir. Bütün bu benzerlik ve ortak noktalardan dolayı bir coğrafyada ortaya çıkan bir İslami hareketin; davet şekli, cemaatleşme metodu, yöntem ve taktikleri ve mücadele sürecindeki bütün olumlu veya olumsuz tecrübeleri, eş zamanlı olarak diğer parçalardaki İslami hareketler veya sonradan gelen İslami hareketler için ya örnek teşkil etmiş, ya tecrübe olmuş veya miras olarak kalmıştır. Bu anlamda İslam tarihi boyunca ümmet içinde ortaya çıkıp mücadele eden bütün İslami cemaat ve hareketler, dolaylı veya dolaysız olarak birbirlerinin uzantısı ve her biri bir öncekinin mücadeledeki varisi niteliğindedir diyebiliriz.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:22
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
İSLAMİ HAREKET VE ŞAHSİYETLERİ DEĞERLENDİRİRKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR




Gerek geçmişte yaşayıp günümüzde sadece eserleri ve kültürel mirasları kalan ve gerekse de günümüzde halen yaşayan ve mücadele sahnesinde olan İslami hareketleri, hareket önderlerini, ilim ve düşünce sahibi İslami şahsiyetleri değerlendirmeye tabi tutmak istediğimizde bunları, kendi dönemleri, tarihsel ve toplumsal şartları ve mücadele ortamları çerçevesinde ele alıp değerlendirmemiz gerekir. Eğer yaşadıkları zaman, mekan ve özel şartlarını göz önünde bulundurmadan ele alıp değerlendirirsek, bunları iyi tanıyamayacağımız gibi, haklarında doğru ve müspet bir sonuca da varamayız. Ayrıca, yapacağımız yanlış değerlendirme ve eleştirilerimizle bunlara haksızlık etmiş oluruz.


İslami hareketleri, kazandıkları başarılar, ulaştıkları hedefler veya toplumsal destek ve kemiyetlerine göre değerlendirmemek gerekir. Eğer bir İslami hareket hedeflerine ulaşamamış, siyasi anlamda bazı başarılar elde edememiş ve İslami hükümet kurma düzeyine gelememişse, bu durum onun yanlışlığını, haksızlığını, samimiyetsizliğini veya İslami ölçülere uygun hareket etmediğini göstermez. Böyle bir mantıkla yaklaşıp değerlendirmek ve hüküm vermek yanlış olur. Önemli olan, söz konusu hareketlerin İslami ölçüler açısından sağlıklı ve sıhhatli bir mücadele çizgisi üzerinde olmalarıdır. Eğer söz konusu hareketler her hususta İslami ölçüleri esas alıp, İslam’ın hayata hakim kılınması için mücadele etmişlerse, vardıkları sonuç ne olursa olsun, hak üzere olan İslami hareketlerdirler. Bu hareketlerin kısa ömürlü olmaları ve dar bir alanda mücadele etmeleri, hedeflerine ulaşamamaları, başarı kazanamamaları veya bazı hatalar yapmaları onların hayırla yad ve takdir edilmelerine engel değildir. Çünkü, zafer ve başarı Allah’tandır. Her Müslüman, kulluk bilinciyle hareket edip, İslami teklif ve sorumluluğunu yerine getirmekle yükümlüdür. Önemli olan bu sorumluluğun eda edilmesidir. Yoksa hak üzere olmanın ölçüsü, bu yolda başarılı olup zafer kazanma veya iktidara ulaşma değildir.


İslami hareketleri ve ümmete mal olmuş İslami şahsiyetleri ele alıp değerlendirmek isterken veya mücadelelerini ve düşüncelerini incelerken, tümden ret veya kabul şeklinde yaklaşmamak gerekir. Aynı şekilde bunları, kendi bakış açımız, duygularımız, ön yargılarımız, mezhep ve düşünce ekolümüz, teşkilati tercihlerimiz ve içinde yaşadığımız zaman ve toplumun kültürel değerleri çerçevesinde ele alıp değerlendirmekten kaçınmalıyız. Eğer bu şekilde hareket etmezsek, bunları doğru tanıyamayacağımız gibi, bunlara zulüm ve haksızlık da etmiş olabiliriz. Bize düşen; bunların mücadele tarihlerini, hayatlarını ve uygulamalarını İslami ölçüler ışığında ele alıp, her türlü tefrit ve ifrattan uzak bir şekilde, akıl, vicdan ve insaf ölçüleri çerçevesinde, kendi dönem ve şartları içerisinde değerlendirmektir. Bu inceleme ve değerlendirme neticesinde, bu hareket veya şahsiyetlerin iyi, güzel ve doğru yönlerini görüp tespit ederek istifade etmemiz gerekir. Bunların hayatlarını ve mücadelelerini birer tecrübe olarak kabul edip eğer varsa veya olmuşsa hatalarını görüp bunları tekrarlamamak için çaba göstermeliyiz.
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:22
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
CEMAATIN MÜCADELE SAHNESİNE ÇIKIŞI VE O DÖNEME KISA BİR BAKIŞ

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Cemaatın ortaya çıktığı 1980’lı yıllarda Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel durum, o dönemde yaşanılan ideolojik ve siyasi çatışmalar, var olan İslami grupların kendilerini ifade ve tanımlama şekli, İslami mücadele adına yürütülen faaliyetlerin ne derece İslami olduğu, niteliği ve niceliği, İslami kesimin yaşadığı düşünsel ve fikri sorunlar, teferruata ait fıkhi konularda yapılan kısır tartışmalar, teori ve pratik arasında yaşanan çelişkiler, cemaatleşme yöntemleri ve mücadele metodu üzerine yapılan tartışmalar ve bunların bir türlü pratize edilemeyişi, oluşturulan sun’i gündemler, heder edilen zaman ve insan kaynakları üzerine söylenecek çok şey vardır. Ancak, amacımız o dönemi başlı başına detaylıca ele alıp değerlendirmek ve tahlil etmek olmadığından, Cemaatın kuruluşunu ve mücadele sahnesine çıkışını ele alırken, o döneme de kısaca değineceğiz.


Cemaatin mücadele sahnesine çıktığı dönem ve o dönemde İslami kesimin yaşadığı sorunlarla ilgili kısaca şunu söyleyebiliriz; O dönemde İslami mücadele diye nitelendirilen faaliyetler içerisinde yer alan Müslümanlar, o güne kadar legal yollarla, rejimin kontrolünde ve rejimin tayin ettiği sınırlar içerisinde kalınarak verilen mücadele ile İslami hedeflere ulaşamayacaklarını, o zamana kadar mücadelede takip edilen yol ve yöntemlerin yanlış ve gayr-ı İslami olduğu sonucuna varmışlardı. İslami mücadelede takip edilecek yol ve yöntemlerin İslami olması gerektiğini, gayr-ı İslami yol ve yöntemlerle verilecek bir mücadelenin İslami mücadele olamayacağı gibi, bu yol ve yöntemlerle İslami hedeflere ulaşılamayacağına inanmışlardı. Bütün bu konular Asr-ı Saadet devri ve İslami nasslar esas alınarak yoğun bir şekilde tartışılıyor ve Müslümanların gündemini teşkil ediyordu. Bu teorik tartışma ve sorgulamalar, İslami kesimde düşünce ayrılıklarına ve pratikte ayrışmalara sebep oluyordu.


Cemaat rehberi ile Cemaatın kuruluş ve yapılanmasında öncülük eden ilk kadrolar başta olmak üzere, o zamanki İslami faaliyetler içerisinde faal olarak bulunan şuurlu, sorumluluk sahibi ve samimi birçok Müslüman, genel olarak İslami kesimin o dönemde içinde bulunduğu kötü gidişatı ve yaşadığı sorunları görüyor, İslami davanın zararına olan bu kötü duruma bir çözümün bulunması gerektiğine inanıyorlardı. Ciddi olarak rahatsızlık veren bu sorunlara çözüm bulmak ve bu bunalımlı dönemi aşmak için hem düşünsel ve hem de pratik alanda yoğun çaba harcıyorlardı. Neticede bu Müslümanlar, yaşanan bu sorunların o güne kadar mücadelede takip edilen gayr-ı İslami metod ve yöntemlerden kaynaklandığını, mücadelede ve cemaatleşmede Peygamberimizin takip edip pratize ettiği Nebevi metoda ve İslami ölçülere uygun hareket edilmesi gerektiği hususunda ortak bir fikir ve kanaatte birleşiyorlardı.


O dönemin yoğun teorik tartışmaları içerisinde Müslümanların bu ciddi sorunu ya ihmal ediliyor veya bazı kesimler tarafından gayri ciddi, geçici ve basit yaklaşımlarla ele alınıyordu. Nitekim, daha önce farklı yerlerde, bazı fert veya gruplar tarafından cemaatleşme girişimleri yapılmış ve bunların çoğu başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Başarısızlıkla neticelenen bu cemaatleşme girişimleri ve denemeleri sonucu acı olaylar yaşanmış, düşmanlığa varacak şekilde ayrılık ve ihtilaflar meydane gelmiş ve bu kötü tecrübeler samimi birçok Müslüman üzerinde olumsuz etki yapmıştı. Bu durum, sorunun daha da ağırlaşmasına ve çözümsüz kalmasına sebep olmuştu. Cemaatın kurucu kadrosu Müslümanlar, bütün bu olumsuzlukları ve yaşanan kötü tecrübeleri görüp yaşamakla beraber, samimi Müslümanların bir cemaat arayışı ve beklentisi içinde olduklarını da biliyorlardı. Hepsinden önemlisi, cemaatsız İslami mücadelenin verilemeyeceğine inandıkları için, varolan bütün olumsuzluklara rağmen, Müslümanların o dönemde yaşadıkları sorunlara çözüm olabilecek, İslami faaliyetlerin heba olmasını önleyecek, mevcut başıboşluk ve kargaşa ortamı nedeniyle birçok samimi insanın dökülüp davadan uzaklaşmasının önüne geçebilecek, Müslümanları bu bunalım ve kargaşa ortamından kurtarıp sağlıklı ve sıhhatli İslami bir mücadele zeminine kavuşturabilecek yeni bir cemaatleşme sürecinin başlatılmasına inanıyor ve bu doğrultudaki çabalarını sürdürüyorlardı.


Bu amaçla, Cemaatleşme süreci başlatılmadan önce, İslam dünyasında tarihi süreç içerisinde ortaya çıkan, varlığını sürdüren veya sürdüremeyen İslami hareketler ile günümüzde mücadele sahnesine çıkan İslami hareket ve gruplar hakkında araştırma ve incelemeler yapılıyordu. Aynı şekilde, yerel düzeyde varolan İslami grup ve cemaatlerin, yapısal ve düşünsel durumları, davet ve mücadele yöntemleri, o güne kadar ortaya koydukları pratik uygulamalarındaki başarı ve zaafları araştırılıyordu. Bütün bu araştırma, inceleme ve gözlem neticesinde, yerel düzeyde Müslümanların ihtiyaçlarına cevap verebilecek kamil anlamda kapsamlı ve kuşatıcı bir hareketin olmadığı kanaatına varıldığından, böylesine ağır, hassas ve önemli bir işe teşebbüs edildi. Müslümanların yaşadıkları ve karşılaştıkları sorunlar, mevcut imkanlar ve olumsuzluklar, zaman, mekan, toplumsal dinamikler ve insan unsuru iyice teşhis ve tespit edilmeden ve göz önünde bulundurulmadan, bilgisizce ve körü körüne böyle bir cemaatleşme girişiminde bulunulmadı. Hepsinden önemlisi cemaatleşme işi, yerine getirilmesi gereken İslami bir farize olduğundan, İslami sorumluluk gereği, inanç, güven, kararlılık ve ubudiyet bilinciyle bu işe teşebbüs edildi.


Bu inanç ve düşünce temelinde, Cemaatın öncüleri 1979 yılında, o zamana kadar süregelen tartışmalardan, yanlış ve yetersiz çalışmalardan, içinde bulunulan kısır döngüden sıyrılarak, Müslümanların özlem ve beklentilerini karşılayacak, tamamen yeni, özgün ve bağımsız, her konuda İslami ölçüleri ve Asr-ı Saadet dönemini esas alan, sadece takva, fedakarlık, ihlas ve İslam kardeşliği temelinde bir araya gelen Müslümanların gönüllü birlikteliğinden oluşan Hizbullahi Cemaatı kurdular. Çekirdek kadrolardan ve az sayıda ders halkalarından oluşan faaliyetleriyle işe başlayan bu Müslümanlar, süreç içerisinde, sabırlı, ihlaslı, kararlı bir seyir ve direniş çizgisi takip ederek, iç içe geçmiş halkalar gibi birbirine kenetlenerek, yılmadan, yorulmadan, aşk ve heyecanla faaliyetlerini geliştirerek bugünlere kadar geldiler. Hizbullahi Cemaat, mensupları yeryüzünde yaşadıkça, İslami hedeflerine ulaşmak ve Allah’ın rızasını kazanmak gayesiyle, Allah’a kulluk ve ibadet bilinciyle mücadelesini sürdürmeye devam edecektir.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:23
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
CEMAAT HİÇBİR HAREKETİN DEVAMI VE UZANTISI DEĞİLDİR

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Cemaat olarak, genel anlamda kendimizi bizden önce yaşayan ve İslamı yeryüzüne hakim kılma mücadelesi veren bütün İslami hareketlerin kendilerinden sonra bıraktıkları zengin ve bereketli mirasın varisi olarak görüyoruz. Cemaatsel faaliyetlerimizin hem öncesi ve hem de sonrasında, yani mücadelenin her aşamasında bizden önce ortaya çıkan veya çağdaş olup halen mücadele sahasında bulunan bütün İslami hareketlerin hem teorik ve hem de pratik uygulama ve tecrübelerinden sürekli istifade etmişiz ve halen de ediyoruz. Bu anlamda Cemaat, diğer İslami hareketlerden hem etkilenmiş ve hem de faydalanmıştır.


Ancak özel anlamda Cemaat, ne yerel ve ne de ümmet düzeyinde kendisinden önce mücadele veren veya şu anda mücadele sahnesinde olan hiç bir hareketin aynısı, uzantısı ve devamı değildir. Ne ülke içinde ve ne de ülke dışında hiç bir hareketin uzantısı olmadığı gibi, mirasına da konmamıştır. Bunu, sadece bu gerçeği ifade etmek için söylüyoruz. Yoksa övünmek veya böyle olmasını istediğimiz için söylemiyoruz. Çünkü, bu durumun övünülecek veya arzu edilecek bir tarafı yoktur. Aksine böyle bir avantaja sahip olmamak sadece Cemaat için değil, bu durumda olan bütün Müslümanlar ve İslami hareketler için önemli bir eksiklik ve aynı zamanda büyük bir şansızlıktır.


Gönül isterdi ki, günümüzde Müslümanların yaşadığı bütün coğrafyalarda İslamı hayata hakim kılma amacıyla mücadele sahnesine çıkmış bütün cemaat ve hareketler, kendilerinden önce ortaya çıkmış ve tarihi süreç içerisinde kesintiye uğramadan süregelen bir mücadele ve cemaatleşme geleneğinin devamı veya varisi hareketler olsaydılar. Hiç şüphesiz çağımızda ortaya çıkan ve bugün halen mücadele eden İslami cemaat ve hareketler, eğer tarihten gelen kesintisiz bir mücadele geleneğinin devamı veya uzantısı yapılar şeklinde kendilerinden önceki mücadeleyi devralıp bugünlere gelselerdi, bu hareketlerin günümüze kadar ki başarı ve kazanımları, güç ve konumları çok daha iyi bir düzeyde olacağı gibi, genel olarak İslam ümmeti de bugün içinde bulunduğu bu kötü durumda olmayacak, bu acıları yaşamayacak ve çok daha iyi bir konumda olacaktı. Nitekim az sayıda da olsa bu şansa sahip olan hareketlerin daha farklı ve iyi bir durumda olduğunu müşahede etmekteyiz.


Cemaat olarak biz de, kendi coğrafyamızda tarihi kökleri, mücadele geleneği, tecrübe ve birikimleri olan bir hareketin uzantısı veya devamı olmak isterdik. Böyle bir hareketin tarihi süreç içerisindeki mücadelesiyle, günümüze kadar getirdiği bütün imkan, tecrübe ve mücadele geleneğini devralıp zengin birikimlerinin varisi bir hareket olmayı da çok arzulardık. Eğer böyle bir mirası devralmış, bu avantaj ve imkanlara sahip olmuş bir hareket olarak bu mücadeleyi sürdürmüş olsaydık, hiç şüphesiz bugün içinde bulunacağımız merhale, ulaşacağımız hedefler, İslami davamızın kazanımları ve genel olarak durumumuz her açıdan çok daha ileri düzeyde olacaktı. Fakat maalesef ümmet coğrafyasının birçok alanında olduğu gibi, bizim coğrafyamızda da Müslümanların böyle bir şansı olmamıştır. Özellikle Kürdistan’da, tarihi süreç içerisinde meydana gelen acı olaylar ve Müslümanlara karşı işlenen vahşice zulümler sonucu bu mücadele geleneği sürdürülememiş ve kesintiye uğramıştır.


Cemaat, kendisine kadar ulaşan bir mücadele geleneğini devralmadığından, mücadele sahnesine çıkınca sıfırdan başlamak zorunda kaldı. Dolayısıyla, Cemaatleşme sürecini başlatınca, bu iş için ihtiyaç duyulan ve gerekli olan bütün altyapıyı ve imkanları kendisi oluşturdu. Bu nedenle her merhalenin gereği ve ihtiyacı olan yeteri düzeyde maddi imkan, yetişmiş insan gücü, teşkilati tecrübe ve birikime sahip olmadığından, bu uzun ve meşakkatli yapılanma ve mücadele sürecinde birçok zorluk, sıkıntı ve olumsuzluklar yaşadı. Aynı zamanda imha amaçlı saldırılar dahil birçok komplo ve düşmanlıkla karşılaştı. Ancak bütün bu zorluk ve olumsuzluklara rağmen, Allah’ın lütfü ve yardımı ile Cemaat, kısa sürede birçok merhaleyi başarıyla atlattı. Yaşadığı bu zorlu ve meşakkatli merhaleleri aşarak yoluna devam ederken, birçok tecrübeler de elde etti. Bu uzun soluklu ve meşakkatli mücadele ortamında, yaşayarak ortaya koyduğu başarılı pratik uygulamalarıyla ulaştığı imkan, birikim ve tecrübeler ışığında yoluna devam edecektir.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:24
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
İSLAMİ CEMAATLER VE GRUPLAR ARASI VAHDETE BAKIŞIMIZ

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Kuran’ı Kerim ve onu tebliğ eden, açıklayan, uygulayarak pratize eden Peygamberin sünnetini her işte ölçü ve kaynak olarak kabul eden Müslümanlar, bireysel ve toplumsal hayatlarını Kur’an ve sünnete göre tanzim etmekle yükümlüdürler. Bu görev cemaatsiz yerine getirilemeyeceğinden, Müslümanların cemaatleşerek organizeli bir güç şeklinde faaliyet yürütmeleri ve mücadele etmeleri gerektiği de Kuran ve sünnetin kendilerine yüklediği bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu yerine getirmek gayesiyle, hem yerel düzeyde ve hem de ümmet düzeyinde çok sayıda İslami grup ve cemaat mücadele sahasına çıkmıştır. Bu cemaatlerin istenilen anlamda görev ve sorumluluklarını yerine getirebilmeleri, hedeflerine ulaşabilmeleri ve etkin bir mücadele yürütebilmeleri için, işbirliği ve vahdet içinde olmaları zorunludur. Bu, İslami bir vecibe olduğu gibi, aklın ve mücadele mantığının da gereğidir. Ancak maalesef Müslümanlar, bu önemli işi ihmal ettiğinden veya gerçekleştiremediğinden, dünyanın her tarafında birçok ağır sorunla karşı karşıya kalmış, sorunlarına çözüm bulmada ve hedeflerine ulaşmada başarı gösterememişlerdir.


Cemaat olarak ilk günden beri, aynı amaç, gaye ve hedefler doğrultusunda mücadele eden, temel konularda ayrılık içinde olmayan İslami grup ve cemaatlerin, İslami kardeşlik hukuku çerçevesinde bir araya gelip, bir çatı altında yapısal bir birliktelik oluşturmaları, güç ve kuvvetlerini birleştirmeleri gerektiğini düşünüyor ve bunu İslami bir zorunluluk olarak görüyoruz. Ancak böyle bir vahdetin gerçekleşebilmesi, bunun sağlıklı ve kalıcı olabilmesi için, ilkeli, bilinçli ve gönüllü birlikteliğe dayanması gerekir. Bu, tamamen içiçe geçmiş, aynı yapı içerisinde erimiş, hiçbir ayrılık düşüncesinin ve hesabının olmadığı bir birliktelik olmalıdır. Böyle önemli bir iş için bir araya gelip bu birlikteliği oluşturacak fert veya grupların, birlikte faaliyet yürütecekleri ortak cemaatleşme ve mücadele yöntemleri üzerinde anlaşarak, bir yapının temel taşları ve bir bedenin azaları gibi birbirine kenetlenerek bir bütünlük oluşturmaları gerektiğine inanıyoruz.


Bireysel ve grupsal çıkarlar gözetilerek, samimiyetten uzak bir şekilde, koalisyon türü ittifaklar veya ticari ortaklıklar benzeri birliktelikler oluşturup buna vahdet demek gerçekçi olmadığı gibi İslami de değildir. Bu şekilde gerçekleştirilen bir birlikteliğin hiç bir zaman kalıcı ve müspet sonuç vermeyeceğini ve Müslümanların faydasına olmayacağını, aksine İslam adına yapılan böylesi İslami dayanaklardan yoksun, gerçeklerden uzak, ilkesiz girişimlerin davaya zarar vereceğini düşünüyoruz. Daha önce bu şekilde İslami vahdet adına yapılan ve İslami bir temele dayanmadığı için hüsranla neticelenen bazı deneme ve girişimleri görmüştük. Bu yanlış girişim ve denemeler bir çok Müslüman’ın davadan soğumasına ve bir çoğunun da bozulup verimsizleşmesine sebep olmuştu. Bunun için, hiç kimsenin menfi sonuçları bütün Müslümanları etkileyecek böylesi girişimlerde bulunup Müslümanların vahdeti gibi ciddi işleri basitleştirmeye ve İslami davaya zarar vermeye hakkının olmadığına inanıyoruz.


Bu inancımız gereği Cemaat olarak faaliyetlere başladığımız ilk günden bugüne kadar hiçbir zaman ilkesiz, şuursuz, bilinçsiz, sun’i, mevsimlik, zorlama, gösterişe veya maddi çıkarlara dayalı birlikteliklere tevessül etmedik. Bu doğrultudaki yaklaşım ve girişimleri ciddiye almadık ve ehemmiyet vermedik. Böyle bir teklifle gelen veya böyle bir yaklaşım içinde olan hiçbir kişi veya gruba prim vermedik. Böyle oluşumların içinde yer almadığımız gibi, destek de vermedik. Değişik münasebetlerle Cemaatle irtibatı olan ve değişik düzeylerde Cemaatle görüşüp fikir alış verişinde bulunan bir çok İslami grup ve şahsiyet, Cemaatın tavrının bu olduğunu ve bu tavrında çok ciddi ve tavizsiz olduğunu çok net bir şekilde müşahede etmişlerdir.


Bugüne kadar bu doğrultuda Cemaate, paralel çalışma, dirsek teması, program birliği, ortak şura, eylem birliği vb. koalisyon türü sınırlı ve şartlı birliktelik teklifleriyle gelen Müslümanlara; “Müslümanların gönüllü birlikteliğini sağlamaktan uzak, yapay ve samimiyetten uzak bu tekliflerin hiç birisine gerek olmadığı gibi, bizim böyle işlere harcayacak fazla zamanız da yoktur. Hiçbir yere bağlı olmadığınızı, bağımsız İslami bir hareket olduğunuzun güvencesini bize verin, başka bir şey istemiyoruz. Grup taassubu ve liderlik sevdasında olmadığımızı size göstermek için, her şeyimizle size bağlanacağız ve siz bizi idare edin. Eğer bu ağır sorunlarımıza çözüm bulabilirseniz size minnettar da kalacağız” demişizdir. Menzil grubuyla yaşadığımız bütünleşmede de aynı samimi tavrımızı ortaya koymuştuk. Bu birliktelik sürecini başlatırken tamamen bu samimi anlayış ve İslami endişelerle hareket etmiştik. Ancak maalesef bu samimi tavrımızı istismar edip birçok acı olayın yaşanmasına sebep oldular.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:24
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
CEMAAT VE GRUPLARA YAKLAŞIMIMIZDA VE İLİŞKİLERİMİZDE ÖNCELİKLERİMİZ

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Cemaat olarak biz, gerek ümmet düzeyinde ve gerekse de yerel düzeyde olsun, faaliyete başladığı günden itibaren net bir şekilde İslamiliğini orataya koyan ve kendisini bu şekilde deklare eden, samimi bir şekilde İslam’a hizmet eden ve İslam’ın hakimiyetini amaç edinen, İslami nasslara dayanan temel itikadi, ibadi ve ahlaki prensiplerle tersleşmeyen, gayr-ı İslami yerel veya uluslararası güçlerin kendi amaç ve hedefleri doğrultusunda oluşturduğu bir hareket olmayıp her yönüyle bağımsız olan, zulüm rejimlerine düşmanlığını açıkça ifade eden, İslami mücadeleyi sekteye uğratmak ve engellemek için İslam düşmanlarının elinde bir araç durumuna düşmeyen, her grup, cemaat veya hareketi kardeş bilir, bu cemaat ve hareketlerle, İslam’ın öngördüğü kardeşlik hukuku çerçevesinde samimi ilişki içinde olmayı ve İslam’a hizmet yolunda iyilik ve takva üzerinde yardımlaşmayı İslami bir sorumluluk ve şer’i bir görev olarak kabul ederiz.


İslami inancımız ve bu inancımızın mücadeleye yansıması olan cemaatsel ilkelerimiz gereği, faaliyetlere başladığımız ilk günden şimdiye kadar her zaman kendimize düşman olarak tağuti zulüm rejimlerini görmüşüzdür. Varlık sebebimiz, gayr-ı İslami Laik Kemalist zulüm rejimine karşı mücadeledir. Bütün İslami grup ve cemaatlerin kendi aralarında her türlü ihtilaf ve çatışmalardan uzak durmaları gerektiği, aksi taktirde aralarında meydana gelecek herhangi bir çatışma veya düşmanlığın zulüm rejiminin faydasına olacağına inanmışızdır. İslami inanç ve cemaatsel ilkelerimiz gereği, sürekli olarak İslami grup ve cemaatler arası dostluk ve kardeşliğe büyük önem vermişizdir. Rejimin İslami gruplar arasındaki fikir, düşünce ve bakış farklılıklarını derinleştirerek, bu farklılıkları çatışma ve düşmanlığa dönüştürmek için sürekli çaba sarf ettiği ve fırsat kolladığı gerçeğini göz önünde bulundurarak, böyle bir durumun yaşanmaması için sorumluluk duygusuyla hareket etmiş ve sürekli çaba sarf etmişizdir.


Sadece İslami gruplarla değil, rejime karşı mücadele eden diğer gruplarla da çatışmanın rejimin faydasına, çatışan grupların zararına olacağını düşünüyoruz. İsmi, ideolojisi ve siyasi eğilimi ne olursa olsun, aynı coğrafyada mücadele eden, ortak sorunlarla boğuşan ve ortak düşmanla yüz yüze bulunan bütün grup, cemaat ve hareketlerin, gerekirse düşünsel ayrılıklarını ve ihtilaflarını bir kenara bırakıp asgari müştereklerde anlaşarak, birbirleri ile çatışmadan uzak, ortak düşmanları olan zulüm rejimine karşı mücadele etmeyi kendilerine prensip edinmeleri
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:25
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
İSLAMİ CEMAAT VE GRUPLARLA İLİŞKİLERE VERDİĞİMİZ ÖNEM

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Hem Kürdistan’da ve hem de Türkiye genelinde, mücadele sürecinin her döneminde İslami grup ve cemaatlerin birçoğuyla dostluk ve kardeşlik ilişkilerimiz var olmuştur. Hiçbir zaman bilerek ve isteyerek ilişkileri zedeleyecek ve koparacak bir tutum ve davranış içerisinde olmadık. Özellikle 79-91 yılları arasını kapsayan dönem böylesi ilişki ve irtibatlar için müsait bir ortam olduğundan, bu süreç boyunca, Türkiye genelinde bir çok grup, cemaat ve İslami şahsiyetle değişik münasebetlerle her düzeyde ilişkilerimiz, görüşmelerimiz, sohbetlerimiz ve karşılıklı ziyaretleşmelerimiz oldu. İslami kardeşlik hukuku çerçevesinde bu ilişkiler samimi ve dostane bir şekilde devam etti.


1991 yılından sonra Cemaat olarak yeni bir mücadele süreci içine girdik. Eski döneme nazaran mücadele şartlarının ağırlaştığı ve rahat hareket edemediğimiz yeni bir dönem başladı. Bu yeni dönemde birçok ciddi sorun ve zorlukla karşılaştık. Bütün bu zorluk ve olumsuzluklara, yaşadığımız hassas savaş ortamının ağır şartlarına rağmen Türkiye genelinde bir çok İslami şahsiyet, grup ve cemaatle ilişkilerimizi sürdürmek için azami gayret gösterdik. Kendi alanlarında bir çok Müslüman’ı temsil ettiğini düşündüğümüz İslami grupların temsilcileriyle imkanlarımız el verdiği ölçüde görüşmelerimiz uzun süre devam etti. Cemaat olarak çok zor bir dönem olan ağır çatışma ortamında dahi, Müslümanlar arası kardeşlik ve dayanışmaya verdiğimiz ehemmiyet nedeniyle bu ilişkilerimizi ve görüşmelerimizi kesmedik. İrtibatın kopmaması ve dostluk bağlarının zedelenmemesi için sürekli gayret gösterdik.


Cemaat ile beraber olmayan kişi ve grupları düşman görme, tekfir etme, itham etme veya dışlama gibi yanlış bir tutum içinde olmadık. Aksine böylesi yanlış tutum, tavır ve davranışları İslami bilmediğimiz için eleştirdik ve mahkum ettik. Türkiye’nin değişik bölgelerinde faaliyet gösteren bazı grup ve cemaatlerle en üst düzeyde sürdürdüğümüz ilişki ve görüşmelerimiz bu tavrımızın en bariz örneğidir. Mücadele ortamı açısından en zor şartlarda olmamıza rağmen, imkanlarımızı zorlayarak ve güvenlik açısından birçok tehlikeyi göze alarak, bu grup ve cemaatlerin temsilcileriyle görüşmelerimizi sürdürmeye ve ilişkileri koparmamaya özen gösterdik. Cemaat açısından şartların ve imkanların bu ilişkiyi sürdürmeye müsait olmadığı ve irtibatın zorunlu olarak kesildiği dönem ve sonrasında da hiçbir zaman bu kopukluk ve irtibatsızlığı ihtilaf ve ayrılığa dönüştürmedik. İslami uhuvvet ve dostluğu zedeleyici hiçbir söz, tavır veya davranış içinde olmadık. Ancak bu grupların bazıları Cemaate karşı aynı olumlu tavrı sergilemediler. Aksine söz, tavır ve davranışlarıyla Cemaate karşı düşmanca bir tutum içine girdiler. Bütün bu olumsuz tavırlarına rağmen, kendilerine bir şey söylemediğimiz gibi, aynı müspet tavır ve tutumumuzu sürdürdük.


Hiçbir zaman “Cemaatimiz haktır, dışımızdaki bütün grup ve cemaatlar ise batıldır” şeklinde yanlış ve bağnaz bir anlayış içinde olmadık. Böyle dar ve bağnaz bir görüş ve anlayış içinde olanlara karşı çıktık ve sert tepki gösterdik. Üstat Bediüzzaman’ın deyişiyle; “Herkes benim meşrebim, mesleğim ve mektebim haktır diyebilir. Ancak, hak yalnızca benim meşrebim, mesleğim veya mektebimdir demeye hakkı yoktur” şeklindeki veciz beyanını kendimize prensip olarak kabul ettik. Mücadele hayatımızın her döneminde sürekli bu prensibe bağlı kaldık. İslam dairesi içindeki bütün Müslüman grup ve cemaatlere bu anlayışla yaklaşım gösterip, ilişkilerimizi buna göre düzenledik.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:25
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
CEMAATIN MÜCADELE TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Cemaatin faaliyetlere başlamasının üzerinden henüz iki yıl geçmemişti ki, 12 Eylül askeri darbesi gerçekleşti. Askeri *****a, Türkiye’deki legal ve illegal bütün siyasi hareketlere ve örgütlere ağır darbeler vurdu. Aldıkları darbeler neticesinde birçok hareket dağılma sürecine girdi. Özellikle İslami kesim, illegal düzeyde örgütlü ve güçlü bir harekete sahip olmadığından, İslami faaliyetleri devam ettirmede ciddi sorunlar yaşadı. Cemaat, faaliyetlerini tamamen gizli yürüttüğünden ve bu iki yıllık mücadele süresi boyunca faaliyetleri deşifre olmadığından, bu dönemi en az zararla atlattı. Ayrıca darbe sonrasının zorlu döneminde de süregelen gizli cemaatleşmesi sayesinde faaliyetlerini sürdürebildi. *****a rejiminin baskı ve zulümleri sonucu özellikle İslami kesimin içine düştüğü dağınıklık, pasiflik ve faaliyetsizlik durumu, süregelen örgütlü bir mücadele geleneğinin olmayışından kaynaklanıyordu. Müslümanların hareket düzeyinde yaşadıkları bu sorunlar ve karşılaştıkları olumsuzluklar, Cemaatın uygun zamanda ve yerinde bir çıkış yaptığını, hareket noktasının, cemaatleşme ve mücadele yöntemlerinin doğruluğunu ve haklılığını ortaya koyuyordu.


1979 yılında başlayıp günümüze kadar devam eden İslami mücadelemizin ve cemaatsel faaliyetlerimizin geçirdiği değişik dönem ve merhaleler vardır. Mücadele süreci boyunca her dönem ve merhalede karşılaşılan sorunları ve yaşanan olayları, her merhale ve dönemde uygulanan ve takip edilen strateji ve programları, pratikte karşılaşılan ve yaşanan zorlukları, değişik dönemlerde ve değişik kesimler tarafından Cemaate karşı geliştirilen komplo ve düşmanlıkları, imha amaçlı dayatmaları ve Cemaat içinde oluşturulmak istenen fitneleri buruda tek tek ele alıp bunlar hakkında detaylıca açıklama yapma bu çalışmanın konusu değildir. Çünkü bu, bir kitaba sığmayacak kadar geniş kapsamlı bir çalışmayı gerektirir. Biz burada sadece Cemaatın mücadele tarihine kısaca bir göz atıp bu tarihi süreç içinde farklı dönem ve merhalelerde yaşanan ve karşılaşılan önemli olaylara kısaca değineceğiz. Ayrıca, önemine binaen bu olayların bazılarını bu kitapta müstakil başlıklar altında ele alıp, konuyla ilgili yeterince açıklamalarda bulunacağız.


Cemaatın mücadele tarihini iki temel dönem teşkil etmektedir. Birincisi kuruluş tarihi olan 1979 yılından 1991 yılına kadar olan dönem, ikincisi ise 1991 yılından 2000 yılına kadar olan dönemdir. Aslında bu iki temel dönemin her biri kendi içinde farklı dönem ve merhalelere sahiptir. Ancak belirgin, hayati ve önemli olayların yaşandığı tümden farklı özelliklere sahip iki ayrı dönem söz konusu olduğundan, Cemaatın mücadele seyrinin iyi anlaşılması için iki temel döneme ayırıp bu şekilde ele almayı uygun gördük. Birinci dönem, tamamen cemaatleşme, tebliğ, davet ve eğitim ağırlıklı olup silahlı mücadele ve çatışmanın olmadığı dönemdir. İkinci dönem ise, birinci dönemdeki faaliyetlere ilaveten, PKK, Nifak grubu ve TC’nin derin devletine bağlı istihbarat örgütleri, ajan ve çetelerle yoğun bir mücadele ve çatışmanın yaşandığı dönemdir.


Birinci dönem olan 1979-91 yılları arasını kapsayan süreç içinde Cemaat, Kürdistan ağırlıklı Türkiye genelinde toplumun her kesimini kapsayan çok geniş bir alanda faaliyet sürdürdü. Bu süreç boyunca, bölgenin tümünü harmanlayarak Kürdistan’ın bütün il, ilçe, köy ve hatta mezralarına kadar İslami davet ve tebliği götürerek yoğun bir cemaatleşme çalışması ve faaliyet yürüttü. Cami-medrese-okul ağırlıklı olan bu çalışması, bölgenin bütün faki okutan medrese, üniversite, lise, ortaokul, işçi, esnaf, memur ve köylü olmak üzere, halkın bütün kesimlerini içine alan geniş kapsamlı bir çalışmaydı. Bu faaliyetleriyle, toplumun bütün kesimlerine daveti ulaştırmayı amaçlıyordu. Özellikle okumuş, dindar, İslam’a temayülü olan insanlara ulaşmaya çalışarak, bunları İslami mücadele ve Cemaat çalışmalarına kazandırmayı hedefliyordu. Her dönem ve merhalenin yapısına uygun, yerine göre gizli cemaatleşme-gizli davet, yerine göre gizli cemaatleşme-açık daveti esas alarak, bölgede çok yoğun bir kültürel, siyasi, itikadi, teşkilati, ahlaki eğitim, bilinçlendirme ve cemaatleşme faaliyeti yürüttü. Böylece, bu faaliyetleriyle 1991 yılına kadarki süreç içerisinde bölge genelinde yoğun bir kültürel aktivitenin yaşanmasını sağladı. Cemaat, bölge genelindeki bu etkin kültürel faaliyetleriyle bölgeyi adeta bir kültür panayırına çevirdi.


Cemaatın bu etkin ve geniş kapsamlı eğitim faaliyetleri, bölgede büyük bir kültürel değişim ve dönüşüme yol açtı. Bölge sathında yürütülen bu kültürel faaliyetlerle, İslami eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları yapıldığı gibi, o güne kadar TC’nin okuma yazma öğretmekten aciz kaldığı çok sayıda insan yapılan bu çalışmalar neticesinde okuma-yazma öğrenip itikadi, ahlaki, siyasi, toplumsal ve kültürel konularda kitap okuyacak düzeye geldi. Cemaatın o dönemdeki eğitim, davet ve tebliğ içerikli kültürel faaliyetlerine başta Kürdistan halkı olmak üzere, İslami fert ve gruplar ile kitap basım ve dağıtım işleriyle uğraşan yayıncı ve dağıtımcılar yakından tanıktırlar. Özellikle İstanbul’daki kitap dağıtım ve pazarlama şirketleri, eğer muhasebe kayıtlarına baksalar ve Cemaatle bağlantılı kitapevlerine sattıkları kitapların listelerini çıkarıp yayınlasalar, Cemaatın o dönemde bölgede nasıl bir kültürel aktiviteye öncülük ettiği açıkça görülecektir.


Kürdistan’da geleneksel İslami ilim merkezleri durumunda olan ve tarihi süreç içinde birçok İslam alimi yetiştiren medreseler günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Toplumun tamamen gönüllü katkıları ve maddi yardımlarıyla yaşatılan bu medreselerden bugüne kadar molla denilen binlerce İslam alimi ve bilgini yetişmiştir. Günümüzde dahi bu medreselerde çok sayıda faki ders okumaya devam etmektedir. Kürdistan tarihinde, siyasi, ilmi ve toplumsal bir çok alanda etkin rol almış, bir çok İslam alimi bu medreselerden çıkmıştır. Kemalist rejimin kurulması ve harf devrimiyle beraber faaliyetleri yasaklanan bu medreselere karşı sistematik bir zulüm, baskı ve sindirme politikası yürütülmüştür. Rejimin şiddetli maddi baskılarına ilaveten, bu medreselerde eğitim dilinin Arapça ve Kürtçe olması nedeniyle, bunlara karşı ırkçı, ayırımcı ve düşmanca bir tutum sergilenmiş, karalama ve küçük düşürme gibi propaganda kampanyalarıyla toplumsal destekten yoksun bırakılmaya ve faaliyetleri engellenmeye çalışılmıştır.


Rejimin kesintisiz zulüm politikaları sonucu, tarihi süreç içinde bu camia, kültürel, düşünsel, siyasi ve ekonomik bir çok sorunla yüz yüze kalmış, karşılaştığı bu sorun ve olumsuzluklar neticesinde zayıf duruma düşürülmüş, böylece kendisini yenileyememiş ve asli fonksiyonlarını icra edemez bir hale gelmiştir. Ancak bu camia, Kemalist rejimin dayatma, baskı, engelleme, sindirme, etkisizleştirme ve dışlama politikalarına rağmen günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir. İçinde bulundukları ağır hayat şartlarına, kısıtlı imkanlara, baskı ve engellemelere rağmen, sadece İslamı öğrenmek ve bu geleneği devam ettirmek amacıyla, bütün bu zorluklara tahammül ederek, sınırlı da olsa günümüze kadar faaliyetlerini devam ettirmiştir.


Cemaat, bu kesim üzerinde faaliyetlerini yoğunlaştırarak ve onlara daveti götürerek yakın ilişki içine girdi. Bu kurumların tekrar asli fonksiyonlarını icra etmeleri, yeniden bir canlanış ve silkiniş içine girmeleri, genel İslami uyanışa paralel olarak çağdaş İslami akım ve düşüncelerle tanışmaları, yeniden bir düşünsel ve kültürel diriliş yaşamaları ve tekrar cazip hale gelebilmeleri için bunlara yönelik programlı ve planlı bir çalışma yürüttü. Bunların eğitim müfredatlarının gözden geçirilip yenilenmesi, klasik ders kitaplarına ilaveten bir çok çağdaş İslam aliminin kitaplarının ders olarak okutulması sağlandı. Cemaatleşme, davet, tebliğ, çağdaş akım ve ideolojiler gibi bir çok konudaki kültürel ihtiyaçlarını karşılayacak kitapları basarak veya temin ederek, bu konulardaki eksikliği gidermeye ve bu kurumlarda bir yenilik ve değişimi vücuda getirmeye çalıştı. Bu şekilde bu kesimin, Cemaat tabanını oluşturan ve günümüz eğitim kurumlarında okumuş insanlarla kültürel kaynaşmalarının sağlanması için çalışıldı.


Cemaat, takip ettiği program gereği bu kesim üzerinde bir dönem etkin ve yoğun bir çalışma yürüttü. Bu kurumlara yönelik uygulamaya koyduğu ve takip ettiği genel programa ilaveten, özel olarak da bu kesim üzerinde yoğun bir eğitim ve bilinçlendirme çalışması yaptı. Bu çalışma neticesinde bu kesimde ciddi anlamda bir değişim ve uyanış yaşandı. Azımsanmayacak derecede önemli bir kısmı davet ve cemaatleşme teklifini kabul edip Cemaat çalışmasına katıldı. Bunlardan bir kısmı bir süre çalışmalar içinde kaldıktan sonra cemaatsel gelişmelere ve çalışma temposuna ayak uyduramayarak, çalışmalardan ayrılıp kenara çekildi. Bir kısmı ise, Cemaatle birlikteliklerini sürdürüp aktif olarak Cemaat içerisinde her düzeyde faaliyet yürütmeye devam etti. Bir kısmı da sadece sempatizan olarak kaldı. Cemaatle organik bağları olmayanlar dahi, Cemaatın bu kurumlara yönelik yürüttüğü genel çalışmanın tesirinde kalarak, kendi medreselerindeki ders programlarında yenileme ve düzenlemeler yapıp, kültürel ve ilmi faaliyetlerini daha etkin ve verimli bir hale getirdiler. Daha önce Cemaatle beraber olup sonradan bazı ihtilaflar nedeniyle veya Cemaat faaliyetlerine ayak uyduramadıkları için ayrılanların bir kısmı, kendi başlarına bazı girişim ve yapılanmalar içine girdiler. Bu yeni faaliyet ve girişimlerini, Cemaatle beraber oldukları süre içerisinde öğrendikleri, gördükleri ve edindikleri bilgi ve tecrübelerden yararlanarak yaptılar. Neticesi ne olursa olsun, bu alanda ve bu kesim üzerinde böyle bir çalışmanın yapılmasına ihtiyaç vardı. Cemaat İslami sorumluluğunun gereğini yaparak bu ihtiyaca cevap verdi. Yani Cemaatın bu kesim üzerinde bir dönem yoğun olarak yürüttüğü faaliyetleriyle, her açıdan iyi ve faydalı bir çalışma yapıldı ve verimli bir süreç yaşandı.


Cemaat, o dönemde bütün bu genel ve geniş kapsamlı çalışmalarının yanında, özel olarak da, kendi fertlerinin yetiştirilmesi ve geliştirilmesine yönelik özel eğitim programları uyguluyordu. Cemaat mensuplarına ait özel mekanlarda veya bu işe uygun muhtelif yerlerde; itikadi, siyasi, sosyal, kültürel, teşkilati, ahlaki, ibadi vb. bir çok konuda bilinçlendirme ve eğitim çalışmaları yapıyordu. Bununla beraber, Cemaatın genel davet ve tebliğ çalışmaları esnasında, toplumun değişik kesimlerinden Müslüman fertlerle kurulan birebir ilişki sonucu, davaya ilgi duyan ve Cemaat faaliyetlerine katılmaya müsait hale gelen fertler, Cemaatın eğitim programlarına alınıyor, değişik konularda eğitilip bilinçlendirildikten sonra, aktif olarak Cemaat faaliyetlerine katılmaları sağlanıyordu. Bütün bu takip edilen programlar ve yürütülen etkin çalışmalarla Cemaat faaliyetlerinin oturması hedefleniyordu. Bu şekilde, cemaatleşme sürecinin tamamlanması için planlı, programlı, kararlı, temkinli ve aşamalı bir süreç takip ediliyordu.


Cemaat, bu minval üzere Kürdistan ağırlıklı, Türkiye genelinde gizli cemaatleşme açık davet esasına göre çok yoğun bir İslami faaliyet yürütüyorken, PKK tarafından kendisine dayatılan, kaçınılmaz ve zorunlu bir savaşın içine itildi. PKK, Kürdistan’da kendisi dışında hiç kimsenin örgütlü çalışma yapmasına ve varlık göstermesine tahammül etmiyordu. Bu anlayış ve tutumunun sonucu olarak, Cemaate imha amaçlı bir savaş dayattı. Cemaat, ya o güne kadar büyük emek vererek elde ettiği bütün başarı ve kazanımlarını, ulaştığı teşkilati güç ve potansiyeli ile tüm İslami faaliyetlerini terk edip yok olmasına göz yumacaktı veya bunları korumak için savunma savaşına girecekti. İslami sorumluluğunun gereğini yerine getirip teslimiyeti kabul etmeyerek, varlığını, onurunu ve davasını korumak için meşru savunma hakkını kullandı ve direnmeyi tercih etti.


İkinci dönem olan 1991-2000 yılları arası dönemi kapsayan süreç böylece başlamış oldu. Bu imha amaçlı dayatılan savaş nedeniyle Cemaat, yoğun ve uzun bir çatışma dönemi yaşadı. Bu yoğun ve ağır çatışma ortamında dahi Cemaat, hiçbir zaman cami-okul ağırlıklı tebliğ, davet ve eğitim çalışmalarını tatil etmediği gibi, tam aksine bunları daha da geliştirerek devam ettirdi. Ancak silahlı çatışmaların yoğunluk kazandığı bu yeni dönemde, eski faaliyetlere ilaveten dönemin özelliğinden kaynaklanan geniş bir askeri faaliyet alanı gelişti. Bu askeri faaliyet ve eylemlilik sonucu Cemaat, bu yeni merhalede 1991 öncesine nazaran gelişkin, güçlü, etkin ve dinamik bir askeri kanada sahip oldu. Cemaat genelinde ise, eskiye nazaran bütün işlerde daha fazla gizliliği esas alan, disiplinli bir faaliyet ve mücadele dönemine girilmiş oldu.


1993-94 yıllarına gelindiğinde Cemaat, PKK ile devam eden çatışmaya ek olarak Menzil grubuyla zorunlu bir çatışma sürecine girdi. PKK ile çatışma döneminde TC’nin Cemaat hakkındaki bilgisi çok azdı ve bu bilgiler tehlike arz etmiyordu. Çünkü, TC’nin Cemaatı tanıması ve darbe vurması için istifade edebileceği nitelikte bilgiler değildi. Ancak Münafıkların gerek TC’ye direkt olarak ve gerekse de basın organları ve propaganda yoluyla verdikleri bilgiler neticesinde TC, Cemaat hakkında daha çok bilgi elde etme imkanı buldu. Bu bilgiler sayesinde Cemaate yönelik yoğun ve etkin operasyonlar gerçekleştirdi. TC’nin Cemaate yönelişi ve yoğun operasyonlar gerçekleştirmesi sonucu çok sayıda Cemaat mensubu yakalandı. Ayrıca, bir çok kişi deşifre olup polis tarafından aranır duruma düştü.


1991-1995 yılları arasında PKK ve nifak grubuyla yaşanan yoğun ve şiddetli çatışma dönemini Cemaat, Allah’ın yardımı ve şehitlerin kanının bereketiyle başarıyla atlattı. Bu çatışmalar, her iki kesimin de Cemaat karşısında gerilemesi ve yenilgiye uğraması ile neticelendi. Cemaatin, PKK ve Münafıklarla yaşadığı çatışmalarda üstünlük sağlaması, çok yönlü başarılı bir performans sergilemesi, istikrarlı ve gittikçe büyüyüp gelişen bir seyir takip etmesi neticesinde, Kürdistan’da halk arasında gözle görülür ciddi bir etkinliği oluştu. Her geçen gün halkın Cemaate güven ve itimadı artmaktaydı. Bu itimat ve güven, halkın her konuda Cemaatın hakemliğine başvurmasında kendini gösteriyordu. Öyle ki, toplumun yıllardır halledilemeyen ve TC’nin mahkemeleri tarafından o güne kadar çözüme kavuşturulamayan arazi ve kan davaları gibi ailevi veya toplumsal birçok hukuki anlaşmazlık Cemaate getiriliyordu. Yapılan müracaatlar neticesinde, konu Cemaatın ilgili birimlerince ele alınıp, İslami ölçüler dahilinde adil bir şekilde çözüme kavuşturuluyordu. Hatta diyebiliriz ki, o dönemde Cemaate yapılan müracaat ve şikayetler sonucu getirilen hukuki davaların sayısı, TC’nin mahkemelerine yapılan müracaatlardan çok daha fazla idi.


Gerek PKK ve gerekse de münafıklarla yaşanan çatışma döneminde TC, bu çatışmalardan azami derecede istifade etmek için değişik yollara başvurdu. Çatışmaların tırmanması ve yoğunluk kazanması için provokasyon dahil her yola başvurarak bir yandan olayları kendi lehine kullanmaya çalışıyor, diğer yandan da Cemaatın etkinliğini kırmaya çalışıyordu. Buna rağmen Cemaatın gücünü kırma ve önünü almada ciddi bir başarı elde edemiyordu. TC, Cemaatin bu gelişen gücünü ve etkinliğini gördükçe, işin ciddiyetini ve boyutunu kavrıyor ve bunun kendisi için ne kadar tehlikeli olduğunu anlıyordu. Bundan dolayı, bu gücü imha edip etkisizleştirmek için elindeki bütün imkanları kullanarak, Cemaate karşı çok yönlü bir mücadeleye girişti.


Özellikle 1995-96 yıllarından itibaren TC, PKK ve münafıklarla yaşanan çatışma sürecinin kendisine sağladığı avantajlar sayesinde eskiye nazaran Cemaatı daha iyi tanımış ve hakkında daha fazla istihbarat sahibi olmuştu. Elindeki bu bilgilerden istifade ederek Cemaate yönelik kapsamlı operasyonlar başlattı. Böylece, camilere baskın, köylere baskın, Cemaatten bildikleri veya zan ettikleri kişileri takibe alma, gece ev baskınlarıyla gözaltına alma veya kaçırma, yakalayarak yoğun işkencelere tabi tutma, yargısız infaz etme, uzun süre mahkemelere çıkarmadan gözaltında tutma, sorgularda insanın söylemekten haya ettiği insanlık dışı yöntemlerle bilgi almaya çalışma, utanç verici tuzak ve şantajlarla ajanlaştırma çabaları gibi, birçok çirkin yöntem ve taktikle Cemaate darbe vurma ve yok etmeye yönelik geniş kapsamlı bir mücadele içerisine girerek yoğun operasyonlar gerçekleştirdi.


Cemaat, PKK ve Münafıklarla çatışma döneminin başlamasıyla TC’nin bu ortamdan her yönüyle azami derecede istifade etmeye çalışacağını biliyordu. Bunun için, TC’nin provokasyon ve kontra faaliyetlerini teşhis ve tespit edip ortaya çıkarma ve planlarını bozma doğrultusunda yoğun bir hassasiyet gösterip çaba harcıyordu. Cemaat, kendi istihbarat kanalları vasıtasıyla TC’nin bu tahripkar çalışmaları hakkında değişik yollardan detaylı bilgiler toplayarak, elde ettiği bu sıhhatli bilgiler ışığında o güne kadar karanlıkta kalan bir çok noktayı aydınlığa kavuşturdu. Böylece Cemaat, TC’ye bağlı istihbarat ve kontra örgütlerine karşı kapsamlı bir mücadele içine girdi. Ulaştığı yeni bilgiler sayesinde geniş çaplı karşı eylemler gerçekleştirdi. Bu faaliyetleri ve etkin eylemleri sonucu o güne kadar Kürdistan genelinde derin devlete bağlı olarak çalışan bir çok ajan ve çete yakalanarak sorgulandı. Bu ajan ve çetelerin bir kısmı Cemaate yönelik çalışıyor, bir kısmı da, diğer rejim muhaliflerine karşı TC’nin yürüttüğü gizli ve çirkin faaliyetlerin içinde yer alıyordu. Bunların verdiği bilgiler sayesinde TC’nin Kürdistan’da yürüttüğü kirli savaşın içyüzüne dair önemli bilgi ve belgelere ulaşıldı. Cemaatın bu etkin eylemleri rejimi çılgına çeviriyor, Cemaate yönelik daha da vahşice saldırılar gerçekleştirmesine sebep oluyordu. Bu şekilde 17 ocak 2000 Beykoz operasyonuna kadar TC ile derinden, sessiz ve şiddetli bir çatışma süreci yaşandı.


Yukarıda kısaca Cemaatın mücadele seyri içinde yaşadığı iki belirgin dönem ve bu iki dönem boyunca yürüttüğü faaliyetler ile karşılaştığı önemli sorunlara işaret ettik. Özellikle ikinci dönem diye nitelendirdiğimiz süreç içerisinde gelişen ve üzerinde çokça konuşulan, aynı zamanda bilinçli bir şekilde yalan ve yanlış bilgilerle Cemaatı yıpratma malzemesi olarak kullanılan Cemaatın PKK, nifak grupçuğu ve TC’ye bağlı kontra örgütleri ve çetelerle mücadelesi ve bu dönemde meydana gelen olaylar, ileriki sayfalarda ayrı başlıklar olarak ele alınacak ve detaylı bir şekilde izah edilecektir.
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:26
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
TC’NİN MÜSLÜMAN HALKA, ÖZELLİKLE DE KÜRDİSTANLI MÜSLÜMANLARA ZULMÜ VE İSLAM’A DÜŞMANLIĞI

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Laik Kemalist rejim, kuruluşundan günümüze kadar, İslamı toplumsal alan dışına itmek ve etkisizleştirmek amacıyla İslam’a ve Müslümanlara karşı genel bir sindirme politikası izlemiştir. Kemalist rejim, kendisine düşman ve tehlike olarak gördüğü İslamı sadece yönetimden uzaklaştırmakla kalmamış, İslam’ın kültürel varlığına ve toplumda bireysel olarak yaşanmasına dahi tahammül etmemiştir. İslam ve Müslümanlara karşı olan kin ve nefretinden dolayı, İslam’ın fert ve toplum hayatından uzaklaştırılması doğrultusunda sürekli ve aralıksız bir mücadele yürütmüştür. Bu tutum ve uygulamalarından dolayı tarihi süreç içerisinde Müslüman halk, büyük acılar çekmiş ve mağdur edilmiştir.


TC, kuruluşunun ilk dönemlerinde İslam’a karşı sergilediği katı tutumuna ve Müslümanlara karşı uyguladığı baskı ve zulüm politikalarına ilaveten, gelecekte İslam’ın yeniden toplumsal hayatta etkinlik kazanmasının önüne geçmek, halkın İslami uyanışına ve bilinçlenmesine engel olabilmek için dini hizmetleri kurumlaştırarak kendi kontrolüne alıp organize etmiş ve bu doğrultuda uzun vadeli plan ve programlar uygulamaya koymuştur. Bu hedeflerine ulaşmak için bütün güç ve imkanlarını kullanmıştır. Bütün bu çabalarıyla, kamusal alan dışına itilmiş, kendisi için tehlike olmaktan çıkmış ve zararsız hale getirilmiş, ehlileştirilmiş ve özünden uzaklaştırılmış bir İslami anlayış ve bu anlayışın şekillendirdiği pasif, uyuşuk, tepkisiz, toplumsal ve siyasi meselelere ilgisiz, rejimin uygulamalarının doğruluğunu ve İslamiliğini sorgulamadan boyun eğen ve itaat eden bir insan tipi ve böyle insanlardan oluşan bir toplum oluşturmayı amaçlamıştır.


TC, tarihi süreç içerisinde, toplumda yerleştirmek istediği din anlayışına aykırı olan, siyasi amaç ve hedeflerine uygun düşmeyen İslami düşünce sahibi fert ve hareketlere karşı çok sert davranmış, acımasızca üzerlerine gidip imhaya çalışmıştır. Kemalist Rejimin oluşturduğu zulüm ortamının zor şartlarında, bütün olumsuzluk, yokluk ve imkansızlıklara rağmen sadece İslam’a hizmeti amaçlayan ve rejime zarar verebilecek örgütlü siyasi faaliyetleri olmayan fert ve gruplara karşı da aynı tutum içinde olmuştur. Kendisi için tehlike olarak gördüğü İslami hareketlerin güç ve kuvvet kazanmalarına fırsat vermeden, yoğun baskılarla etkisizleştirmeye ve sindirmeye çalışmıştır. Aynı zamanda, bu İslami hareketleri asli mecralarından uzaklaştırmak ve dejenere etmek için her türlü fitne, hile ve oyuna başvurmuştur. Müslüman halkın özlem ve arzularını dile getiren İslam alimlerini, İslami şahsiyetleri ve hareket önderlerini sürekli karalamış, halkın gözünden düşürmeye çalışmıştır.


Özellikle Kürdistan ve Müslüman Kürt halkı söz konusu olunca, faşist, ırkçı, inkarcı ve asimilasyoncu karakterinden dolayı Kemalist rejimin zulmü daha da katmerleşmiştir. TC, Kürdistan’da genel olarak bütün halka karşı sistemli zulüm politikaları yürütmekle beraber, özel olarak da baş gösteren İslami kıyam ve halk hareketlerine karşı imha amaçlı saldırı ve operasyonlar gerçekleştirmiştir. Hatta rejime karşı örgütlü bir faaliyet yürütmedikleri ve fiili bir kıyam teşebbüsü içinde olmadıkları halde, sadece İslamı tebliğ ve toplumu irşat amaçlı bireysel faaliyet yürüten bir çok İslam alimi ve önemli şahsiyet, acımasız bir şekilde baskı ve işkencelere tabi tutulmuştur. Bunların çoğu zindanlara atılmış, bir kısmı şehid edilmiş ve çok sayıda insan da sürgüne gönderilmiştir. Ancak, son bir asırdır Kürtlere karşı aralıksız bir şekilde sürdürülen baskı ve sindirmelere, zulümlere ve kültürel dejenerasyonu amaçlayan asimilasyoncu politikalara rağmen, Müslüman Kürt halkı rejime entegre edilememiş, İslami inanç, kültür, yaşam ve değerlerini muhafaza etmiştir.


Kürdistan’da doğup büyüyen her insan, ya direkt olarak kendisi bu zulümleri yaşamış, ya bu zulümlere tanıklık etmiş veya büyüklerinden yaşadıkları ve tanık oldukları zulüm uygulamalarıyla ilgili binlerce olay duymuştur. Özellikle TC’nin kuruluşunun ilk dönemlerinde, Kürdistan’da gerçekleştirilen zulümlerin canlı tanığı olan insanların bir kısmı halen hayattadır. Eğer gerçek anlamda tarafsız bir şekilde, bilimsel, tarihi ve arkeolojik bir araştırma ve çalışma yapılır, geçmişte yaşanmış olaylar ve işlenmiş zulümlerin mağdurları ve tanıkları dinlenirse, o karanlık dönemde yapılan zulümler bütün çıplaklığıyla gün yüzüne çıkacaktır. Böylece, TC’nin zulüm tarihi net bir şekilde gözler önüne serilecek, herkesi şaşırtacak derecede gerçekler aydınlığa kavuşacaktır.


TC, sürekli olarak Müslüman Kürtlere hem İslami ve hem de Kürt kimliklerinden dolayı zulmetmiştir. Aynı şekilde, diğer rejim muhalifi Kürtler de hem ideolojik kimliklerinden ve hem de Kürt kimliklerinden dolayı zulüm görmüşlerdir. Ancak Müslüman Türkler ile diğer rejim karşıtı Türkler ise, ya sadece İslami kimliklerinden veya sahip oldukları ideolojik düşüncelerinden dolayı haksızlık ve zulme uğramışlardır. Böylece, bu ırkçı ve ayırımcı tutum nedeniyle rejim muhalifi Kürtler, laik şovenist Kemalist rejim tarafından sürekli olarak her iki kimliklerinden dolayı iki yönden zulme uğramış ve mağdur edilmişlerdir.


TC, kuruluşundan günümüze kadar özellikle Kürdistan’da baş gösteren İslami ve insani hak taleplerine karşı silah kullanarak çok şiddetli tepki göstermiştir. Halkın, İslami ve insani taleplerini ortaya koymaması ve suskun kalması için sürekli olarak baskı ve sindirme politikası uygulamıştır. Silah zoruyla bastırma ve imha amaçlı uygulamaları en belirgin politikası olmuştur. Bu anlamda TC’nin tarihi, tam anlamıyla karanlık bir zulüm tarihidir. Bugüne kadar zulmün her çeşidinin yapıldığı bu karanlık döneme ilişkin dar kapsamlı bazı çalışma ve araştırmalar yapılmıştır. Bu dar kapsamlı araştırma ve çalışmalar her ne kadar tarihi gerçekleri tümüyle ortaya koymuyorsa da, TC’nin değişik dönemlerde yaptığı zulüm ve baskı uygulamalarına ışık tutacak nitelikte olup yeterince bilgi vermektedir. TC’nin genelde bütün Türkiyeli Müslümanlara, özellikle de Kürdistan Müslüman halkına karşı zalimce uygulamaları hakkında söylenecek çok şey vardır. Ancak bu konu, başlı başına ele alınması gereken geniş bir konu olduğundan, burada bu tarihi olayların detaylarına girmiyor, sadece değinip geçiyoruz.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:27
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
TC, HER DÖNEMDE KÜRDİSTANLI MUHALİFLERİNİ VE ÖZELLİKLE DE İSLAMİ HAREKETLERİ YANLIŞ TANITMIŞTIR




TC, kuruluşundan günümüze kadar her dönemde kendisine karşı çıkan bütün İslami hareketleri, hareket önderlerini ve İslami şahsiyetleri çirkince karalayarak yanlış bir şekilde tanıtmıştır. Özellikle Kürdistan’da, Kemalist rejimin insanlık dışı zulüm politikalarına karşı çıkıp kıyam eden ve sadece insani ve İslami haklarını talep eden hareketleri, sürekli olarak “Kökü dışarıda, yabancı destekli, ayrılıkçı, gerici” gibi ithamlarla karalayarak yanlış bir şekilde tanıtmak için yoğun çaba harcamıştır. Bu hareketleri, iç kamuoyuna; vatan haini, bölücü, ayrılıkçı ve terörist olarak tanıtırken, dış kamuoyuna, özellikle Batı dünyasına; gerici, yobaz, çağ dışı, laiklik ve demokrasi düşmanı şeklinde tanıtmaya özen göstermiştir. Böylece, amacına ulaşmak için, çıkarlarına uygun düşen her yola başvurmuş ve her vasıtayı kullanmıştır. Baş gösteren bu hareketlerin iç ve dış kamuoyu tarafından doğru tanınmamaları, gerçeklerin saklı kalması ve olayların bütün yönleriyle anlaşılmaması için bütün psikolojik savaş unsurlarını kullanarak yoğun bir propaganda kampanyası yürütmüştür.


TC, Kemalist rejime karşı olan hareketleri yanlış tanıtıp etkisiz hale getirmek için geçmişte kullandığı taktik ve yöntemleri bugün de aynı şekilde kullanmaktadır. Özellikle, Müslümanların haklı taleplerini dile getiren İslami Cemaat, grup ve hareketleri olduğundan farklı tanıtmak için yoğun bir çaba göstermektedir. Bu, onun belirgin ve karakteristik bir özelliğidir. Bu hususta sadece Hizbullahi Cemaat aleyhinde yaptığı yalan ve iftiraya dayalı propagandalarından binlerce örnek verebiliriz. TC’nin psikolojik savaş unsurları olan ve rejimin resmi görüşleri doğrultusunda yazan kiralık kalemler, Cemaatin ortaya çıkışı, tarihçesi, mücadelesi, amaç ve hedefleri hakkında gerçekle ilgisi olmayan çok yalan ve yanlış bilgilerle Cemaati olduğundan farklı göstermeye ve Müslüman halkı yanıltmaya çalışmaktadırlar. Bunların bu şekilde davranmaları gayet normaldir. Çünkü, bu belam sınıfının ve kiralık kalemlerin varlık sebebi, efendilerinin çıkarları doğrultusunda hakkı ve gerçeği olduğundan farklı göstererek tahrif etmektir. TC’den ve onun güdümündeki kiralık kalemlerden bundan farklı bir şey de beklenemez.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:27
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
CEMAATSEL KİMLİĞİMİZ İLE İLGİLİ BAZI AÇIKLAMALAR

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Cemaat, bugüne kadar her konuda suskun kalmayı tercih ettiğinden, kimliği, amaçları ve hedefleri hakkında da görüş beyan etmemiş ve resmi bir açıklama yapmamıştır. Bu durumu fırsat bilen düşmanları, kimliği, hedef ve amaçları hususunda gerçekle ilgisi olmayan yalan ve yanlış birçok şey söylemişlerdir. Böylece, Cemaatı gerçek dışı birçok şeyle itham ederek karalamış ve olduğundan farklı bir şekilde kamuoyuna göstermeye çalışmışlardır. Ancak, İslam düşmanlarının bütün bu karalama ve tahrif çabalarına rağmen Müslüman halkımız, Cemaatın İslami kimliği hakkında hiçbir tereddüde düşmemiştir. Çünkü Müslüman halkımız, Cemaatin bütün faaliyetleri hakkında detaylı bilgiye sahip değilse bile, İslam’ın hakim olacağı bir toplumsal yapı oluşturma amacıyla çeyrek asırdır İslami bir mücadele yürüttüğüne yakından tanıklık etmiştir. Başta Kürdistan halkı olmak üzere Türkiye’deki bütün İslami çevreler, Cemaatın bu mücadelesini çok iyi bilmekte ve tanımaktadırlar. Cemaat, kurulduğu günden bugüne kadar Allah’ın rızasını kazanmak gayesi ve ubudiyet bilinciyle, Müslüman halkının içinde ve ondan aldığı destekle mücadelesini sürdürmüştür. Bu uzun süreli mücadele pratiği Cemaatın kimliğini ortaya koymakla beraber, hem şimdiye kadarki düşmanca yaklaşımlara, tek yanlı ve yanlış bilgilendirmelere cevap olması ve hem de Cemaatın daha iyi tanınması için bu konuyu somut ve özlü bir şekilde izah etmekte fayda vardır.


Hizbullahi Cemaat, Kürdistan çıkışlı, Kürdistan merkezli ve mensuplarının büyük çoğunluğunu Kürtlerin teşkil ettiği İslami bir harekettir. Ancak bu, Cemaatın sadece Kürt insanlarından oluşan bir hareket olduğu anlamında değildir. Hem Kürdistan’da ve hem de Türkiye genelinde yaşayan değişik kavimlerden Müslümanları içinde barındırmaktadır. Aynı zamanda, İslamiliğinden dolayı isteyen her Müslüman’ın içinde yer alıp mücadele verebileceği bir harekettir. Çünkü İslami bir hareket, İslam’ın evrensel ilke ve ideallerine uygun bir dünya görüşüne sahip olmak ve her hususta İslami ölçülere uygun hareket etmek mecburiyetindedir. İslam’ın ilahi mesajı evrensel olup muhatabı bütün insanlar olduğundan, İslami hareket de aynı şekilde her kavimden insanı muhatap alarak İslam’ın ilahi mesajına uygun hareket etmekle yükümlüdür. İslami bir hareket, İslam’ın evrenselliğine aykırı olan ve İslami naslarla çelişen hiçbir hedef ve amaç peşinde olamaz. Nihai hedefi ve tek amacı sadece bir sınıfın, bir bölgenin veya bir ırkın kurtuluşu olamayacağı gibi, kendisini İslami olmayan isim ve sıfatlarla da vasıflandıramaz ve tanıtamaz.


İslami hareketin evrensel olması, bölgeci veya ulusçu olmaması, onun mücadele verdiği coğrafyada bulunan insanların ve özellikle içinde doğup, büyüyüp geliştiği toplumun ve mensubu bulunduğu ulusun sorunlarına duyarsız kalması anlamında değildir. Tam tersine İslam, her Müslüman ferdin veya İslami hareketin içinde doğup büyüdüğü, mücadelesini içinde yürüttüğü toplumun ve halkın dertleriyle ilgilenmeye ve sorunlarını çözüme kavuşturmaya öncelik vermektedir. Bunun için, hedefi zulmü, adaletsizliği, ayrımcılığı ve sömürüyü yok etmek olan İslam dinini yeryüzüne hakim kılmak için mücadele eden ve bu mücadelesinde bu dinin temel ilkelerini esas alan İslami bir Cemaatın, kendi halkının ve içinde yaşadığı toplumun sorunlarına duyarsız kalması düşünülemez. Hizbullahi cemaat olarak sahip olduğumuz bu inanç ve düşüncemiz gereği, Allah’ın doğuştan her insana yaratılışıyla beraber verdiği haklardan halkımızın her ferdinin en iyi şekilde, hiçbir sınırlama olmadan özgürce yararlanabileceği toplumsal bir düzenin oluşması için çalışmak, halkımızın uzun süredir yaşadığı sorun ve problemleri çözüme kavuşturmak, çektiği eziyet ve sıkıntıları sonra erdirmek, İslam’ın hayat bahşeden adaletinin gölgesinde, özgür, onurlu ve mutlu bir yaşama ulaşması için mücadele etmek Müslüman olarak görevimiz olduğu gibi, İslami bir hareket olarak da varlık sebebimizdir.
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:28
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
KÜRTLERİN VE KÜRDİSTAN’IN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ




Kürt ulusu, tarihi kaynaklara göre en az 3500 yıldır kesintisiz bir şekilde bugünkü yaşadığı topraklar üzerinde yerleşik bir hayat sürdürmektedir. Türk devlet şovenizmi bir asırdır bu gerçeğin aksini iddia etmiş, asılsız ve boş iddiasını ispat etme gayreti içinde olmuştur. TC, bu nafile çabaları doğrultusunda her ne kadar Kürt halkının kökleri, tarihi ve diline dair çeşitli safsata tezler ileri sürmüşse de, bunlara kendisi dahil kimseyi inandıramamıştır. Bir asra yakındır sürdürülen bu ırkçı çabalar bilimsel ve tarihi gerçekleri değiştirememiştir. Müslüman Türk kardeşlerimiz şu gerçeği bilmelidirler ki, kendileri henüz yerleşik hayata geçmeden ve bu topraklara gelmeden çok önceleri Kürtler, bugün yaşadıkları bu topraklar üzerinde yerleşik bir hayat sürdürmekteydiler. Bu, inkar edilemez tarihi bir gerçektir. Kürtlerin kökleri, tarihleri ve dilleri hususunda çağımızda yapılan bilimsel araştırmaların dışında, Osmanlı, İran, Arap ve Avrupa arşivlerinde bu konuyla ilgili yeterli derecede bilimsel veriler ve tarihi belgeler mevcuttur. Bu konuları merak eden ve bu hususta araştırma yapmak isteyen herkes bu kaynaklara müracaat edebilir. Amacımız Kürtlerin soy, dil, tarih ve kültürleri ile ilgili konuları irdelemek olmadığından, burada bu konuların detayına girmiyoruz.


Kürt halkı İslamla müşerref olduktan sonra, İslam’ın ilahi mesajının insanlığa ulaştırılması ve İslam adaletinin yeryüzünde yayılması amacıyla, cihad dahil yürütülen bütün hizmetlerin içinde yer almıştır. İ’lay-ı kelimetullah için hiçbir fedakarlıktan geri kalmamış, İslam’ın hakimiyeti uğruna sadıkane bir şekilde bütün imkanlarını seferber etmiştir. İslam tarihinin her döneminde, İslam ümmetinin vahdet ve bütünlüğünün korunması için her türlü özveride bulunmuştur. Kürtler, İslam tarihi boyunca İslami hakimiyet ve İlahi adaleti esas alan ve bu doğrultuda hizmet eden bütün yönetimlerle yardımlaşma ve işbirliği çerçevesinde samimi ve dostane ilişkiler içerisinde olmuş ve bu yönetimlerle beraber hareket etmişlerdir. Aynı topraklarda beraber yaşadıkları veya komşu oldukları Müslüman kavimlerle İslami kardeşlik ve iyi komşuluk ilişkileri içerisinde dostça yaşamışlardır. Tarihi süreç içerisinde Allah'ın kendilerine verdiği bazı fırsatları kendi ulusal çıkarları doğrultusunda kullanmamış, tam aksine herkese örnek teşkil edebilecek bir uygulamayla ve üstün bir ahlaki meziyetle bu fırsatları, İslam dininin yükselişi ve İslam ümmetinin çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Selahattin-i Eyyubi bu örneklerden sadece bir tanesidir.


Kürtler, tarihin bazı dönemlerinde bağlı bulundukları yönetimlerin hakim idarecileri tarafından ihanete uğradıkları, arkadan hançerlendikleri, İslami kardeşlik ve dostlukla bağdaşmayan gayr-ı insani uygulamalara tabi tutuldukları halde, hiçbir zaman o zalim yöneticilerin mensubu oldukları Müslüman kavimlerle bir düşmanlık veya kavim çatışması yaşamamışlardır. Bugüne kadar yaşanan savaş ve çatışmalar içiçe beraber yaşadıkları Müslüman kavimlerle değil, zalim idareci ve yönetimlerle olmuştur. İslam birliğinin dağılma sürecine girdiği ve ümmet topraklarının Emperyalist güçlerin saldırısına uğradığı ve işgal edildiği dönemlerde Kürtler, Emperyalist işgalci güçlere karşı sürekli beraber yaşadıkları diğer kavimlerle omuz omuza İslam topraklarının savunulması ve bağımsızlığı, Müslüman halkların kurtuluşu ve özgürlüğü uğruna savaşmışlardır. Bu savaşlarda çok sayıda şehid vermiş, büyük oranda can ve mal kaybına uğramışlardır. Kürtlerin bu tutumu; Türkiye, İran, Irak ve Suriye olmak üzere, yaşadıkları bütün ülke ve toprak parçalarında aynı şekilde olmuştur.


Kemalist zulüm rejiminin iddialarının aksine Müslüman Kürt halkı, kendi ulusal çıkarları için Emperyalist işgalcilerle işbirliğine yanaşmamış ve beraber yaşadıkları diğer Müslüman kavimlere hiçbir zaman ihanet etmemiştir. Özellikle, TC’nin sürekli olarak dış destekli olmakla itham ettiği, yalan ve iftiralarla karaladığı Kuzey Kürdistan’da Şeyh Said ile Güney Kürdistan’da Şeyh Mahmut Berzenci’nin İslam-i ve insani hak taleplerine dayalı kıyamları, Emperyalist güçler tarafından hiçbir şekilde desteklenmemiştir. Bu kıyam önderleri, maddi ve siyasi çıkarlarını değil, İslami inanç ve düşüncelerini esas aldıklarından Emperyalistlerle işbirliğine girmemişlerdir. Eğer bunlar Emperyalistlerle işbirliği içine girselerdi, bu kıyamların siyasi sonuçlarının çok daha farklı olacağı bilinen bir gerçektir. Birinci dünya savaşı sonrasında dünyanın ve özellikle Ümmet coğrafyasının yeniden şekillendiği, Emperyalist işgalciler tarafından masa başında haritaların çizildiği ve paylaşımın yapıldığı o dönemde, Emperyalistlerle işbirliği sonucu bir ulusun içinden bir çok devlet meydana getirilirken veya toplam nüfusları birkaç yüzbini veya bir milyonu geçmeyen bir çok devletçik oluşturulurken, çok açıktır ki eğer Müslüman Kürt halkı işgalci Emperyalistlerle işbirliğine girseydi, bu büyük nüfusu ve stratejik ehemmiyeti olan coğrafyasıyla devletsiz kalmayacak, bugünkü dağınıklık ve parçalanmışlık içinde olmayacaktı. Bu bir hakikat olup hiç kimse tarafından inkar edilemeyecek kadar açık ve ortadır.


Emperyalist devletler, Osmanlılar zamanında kısmen varolan İslam birliğinin bozulması için uzun süre çaba sarf ettiler. Osmanlı devletinin yıkılması ve Ümmet içerisinde ulus devletlerin meydana getirilmesiyle hedeflerine ulaşan Emperyalist güçler, fiili işgale son verip İslam coğrafyasını terk ederken, geriye bazı sorunlu bölgeler ve çözüme kavuşturulmayan ihtilaflı konular bıraktılar. Aynı şeyi dünyanın başka alanlarında da yaptılar. Gelecekte bu ihtilafları kendi siyasi ve ekonomik çıkarları doğrultusunda kullanmak ve buraları kendilerine bağlı tutup, bu alanlardaki etkinliklerini sürdürebilmek için, bilinçli olarak böyle sorunlu bölgeler ve noktalar meydana getirdiler. Kürdistan’ın parçalanmışlığı ve Kürt sorunu, Emperyalist işgalcilerin geride bıraktıkları bu sorunlu bölgelerden ve ihtilaflı konulardan bir tanesidir. Çıkarlarına uygun düştüğü için Kürdistan’ı birkaç parçaya bölen Emperyalist devletler, sanki ortaya çıkan bu haksız durumun sorumluları kendileri değilmiş gibi, sonraki dönemlerde de sürekli olarak kendi siyasi amaçları ve çıkarları doğrultusunda Kürt sorunuyla yakından ilgilenmiş, sözde sorunun çözümü doğrultusunda bazı yaklaşımlar içinde olmuş ve bu konuyu kendi politik çıkarlarına alet etmeye devam etmişlerdir.


Nispeten var olan İslam birliğinin dağılma sürecine girdiği ve Ümmet içerisinde ulus devletlerin ortaya çıktığı yirminci asrın başlarında Kürdistan dört önemli parçaya bölünerek farklı ülkelerin egemenliğine bırakıldı. Kürtleri kontrollerinde bulunduran ve Kürdistan’a egemen olan bölge ülkeleri, sürekli olarak zulüm ve baskı politikalarıyla Kürtlerin haklı taleplerine karşı çıkmış, bu hakları inkar edip görmezlikten gelmişlerdir. Bu ülkeler, insani ve İslami olan haklarını isteme doğrultusunda Kürt halkı içinden çıkmış hareketlere sert bir şekilde müdahale etmiş, bu hareketleri çoğu zaman acımasız bir şekilde kanla bastırmışlardır. Sözde Kürt sorununa ilgi gösteren ve Kürtleri destekliyormuş gibi görünen Emperyalist Batılı devletler de, bu ülkelerdeki siyasi ve ekonomik çıkarlarını gözeterek, Kürtlere yapılan bu zulümlere ya seyirci kalmış veya bu ülkelere askeri, siyasi ve ekonomik destek sunarak bu zulümlerine ortak olmuşlardır.


Kürtleri egemenliklerinde bulunduran bölge ülkeleri, süregelen baskı ve zulüm politikalarının yanında, zaman zaman bu soruna el atıp sahiplenmiş, açık veya gizli bir şekilde bu sorunu birbirlerine karşı koz olarak kullanmış, böylece sürekli olarak siyasi emelleri ve ekonomik çıkarları doğrultusunda istifade etmeye çalışmışlardır. Bu samimiyetten uzak, art niyetli, çıkarcı yaklaşımlar, Kürt sorununun çözümsüz kalmasına ve daha da ağırlaşmasına sebep olmuştur. Ayrıca bu ülkeler, ilişki kurdukları ve sözde destekledikleri Kürt hareketlerinin yozlaşmalarına, hedef ve amaçlarından sapmalarına ve neticede başarısızlığa uğramalarına da bir noktaya kadar neden olmuşlardır. Hem Kürtleri egemenliklerinde bulunduran bölge ülkelerinin ve hem de bölge dışındaki güçlerin bu çıkarcı, fırsatçı ve sömürücü politik müdahaleleri sonucu Kürt sorunu çözümsüz kalmaya devam ettiği gibi, Kürt toplumunun bünyesinde telafisi ve tedavisi kısa sürede mümkün olmayan; toplumsal, kültürel, inançsal, ekonomik ve siyasi birçok sorun ortaya çıkmıştır. Bu çok yönlü müdahaleler neticesinde Kürt halkına inanılmaz acılar çektirilmiş, Kürt halkı rahat yüzü görmemiş ve Kürdistan hiçbir zaman sükunete kavuşmamıştır.


Yirmi birinci asrın başında bulunduğumuz bugünlerde dahi Kürt sorunu halen çözüme kavuşturulmamış ve aynı şekilde önemli bir sorun olarak canlılığını ve tazeliğini korumaya devam etmektedir. İlgili bölge ülkelerinin sorunun çözümü hususunda bir irade ortaya koyamamaları, kendi başlarına soruna çözüm bulmaktan uzak oluşları ve çözümsüzlükte direnmeleri, bölge dışındaki Emperyalist güçlere daha fazla müdahale imkanı ve gerekçesi sunmaktadır. Günümüzde Emperyalist güçlerin Kürt sorununa ilgi ve alakaları daha da artmış, geçmişe nazaran daha açık bir şekilde müdahale ettikleri görülmektedir. Kürt sorununun çözümsüz kalması ve bu şekilde varlığını devam ettirmesi, bölgesel ve uluslararası güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda soruna el atmalarına ve bu sorunu kullanmalarına zemin oluşturmaktadır. Bu çok yönlü müdahaleler sonucu, günümüzde Kürdistan’daki siyasi ve toplumsal istikrarsızlık ve huzursuzluk belirgin bir şekilde müşahede edilmektedir. Bu sorundan kaynaklanan çatışma, sürtüşme, ihtilaf, gerginlik ve huzursuzlukların, gelecekte daha da yoğunluk kazanarak devam edeceği, hem ilgili bölge ülkelerinin ve hem de uluslararası büyük güçlerin gündemlerini uzun süre işgal edeceği kesindir.


Kürdistan merkezli bütün örgütlerin, özellikle de Kürdistan’ın Müslüman halkının inancının ve kültürünün temsilcisi, toplumsal, siyasi ve insani haklarının gerçek savunucusu olan Hizbullahi hareketin ve bütün Kürt halkının, tarihten gelen bu önemli soruna; hissiyattan uzak, sorumlu, akıllı, bilinçli ve ciddi bir şekilde yaklaşmaları gerekir. Soruna ilgi duyan, samimi ve dürüstçe yaklaşım sergileyen herkesin, uzak ve yakın tarihte bu sorun etrafında gelişen ve yaşanan olayları, sorunun günümüzde ulaştığı boyutu ve gelecekte yaşanması muhtemel gelişmeleri çok iyi bilip görmesi ve buna göre hareket etmesi lazımdır. Aynı şekilde, geçmişte ve günümüzde bölgesel ve bölge dışı güçlerin Kürdistan’da oynadıkları oyunlar, takip ettikleri ve uyguladıkları strateji ve politikalar, soruna yaklaşım tarzları, niyet, hedef ve amaçları çok iyi anlaşılmalı ve kavranmalıdır. Bu şekilde bütün yönleriyle bu sorunu ve bu sorunla bağlantılı gelişmeleri anlamadan, görmeden, kavramadan, iyi tahlil ve teşhis etmeden, zamanında ve yerinde doğru bir tutum ve tavır ortaya konulamayacağı gibi, hedefe ulaştırıcı doğru bir mücadele tarzı da geliştirilemez. Dolayısıyla, bütün bunlar bilinmeden ve yapılmadan, sağlıklı çözüm yolları da bulunamaz.


Kürdistan toprağı İslam toprağıdır ve buranın gerçek sahibi Müslüman Kürt halkıdır. Bu halkın bütün sorunlarının çözümü ancak İslamla mümkündür. Müslüman Kürt halkının İslami inancına aykırı ve iradesi dışında dayatılacak çözümler geçerli ve kalıcı olmayacaktır. Bu gerçek göz önünde bulundurulmadan, çözüm adı altında yapılacak her düzenleme veya dayatma beraberinde başka sorunlar ile zulüm ve haksızlıklar getirecektir. Böyle bir durum ise sorunu daha da ağırlaştırıp çözümsüzlük içerisine itecektir. Kürdistan merkezli İslami bir hareket olarak, Müslüman halkımızın İslami ve insani haklarını savunmak, tarihten gelen siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel sorunlarına İslam adaleti çerçevesinde çözümler bulmak, yüz yüze bulunduğu adaletsizlik, baskı ve zulmü sona erdirip özgürlüğüne kavuşması için mücadele etmek bizim İslami görevimizdir.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:28
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
KÜRT SORUNUNA BAKIŞIMIZ

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Emperyalist sömürgecilerin, kültür emperyalizmi yoluyla uzun süre devam eden çalışmaları ve çabaları sonucu İslam Ümmetinin içine yerleştirdikleri kavmiyetçilik fitnesi neticesinde, nispeten var olan Müslümanların siyasi birliği bozuldu. Bu birliğin bozuluşu ve dağılışı sonrasında Ümmet coğrafyasında ulus devletler dönemi başladı. Kürdistan’ın parçalanmışlığı ve Kürt sorununun bugünkü şekliyle boy göstermesi, ortaya çıkan bu yeni durumla önemli derecede bağlantılıdır. Her ne kadar ulus devletler döneminden önce Kürdistan coğrafyası tek parçalı değildiyse de, günümüzdeki gibi çok parçalı da değildi. Aynı zamanda, ırkçılık ve ayrımcılık ulus devletler dönemindeki düzeyde olmadığından, Kürtler bugünkü boyutta sorunlar da yaşamıyordu. Kürtlerin bugün yaşadığı ağır ve acı sorunlar, büyük oranda, ulus devletler döneminin başlamasıyla beraber Kürtlere yönelik uygulamaya konulan ayrımcı ve asimilasyoncu politikaların sonucudur.


Cemaat olarak Kürt ve Kürdistan sorununu, bugüne kadar İslam ümmetinin içinde bulunduğu parçalanmışlık ve yaşadığı ciddi problemlerden kaynaklanan olumsuzluklarla bağlantılı bir sorun olarak gördük. Kürtlere yönelik varolan zulüm, adaletsizlik, ayrımcılık, inkar, asimile ve sömürünün, yaşadıkları coğrafyalarda İslami hükümlerin ve ilahi adaletin hakim olmayışından, buralarda hakim olan gayr-ı İslami rejimlerin yapısından kaynaklanan bir durum olduğuna inandık. Aynı şekilde, bu sorunun çözümünü de ümmetin sorunlarının çözümü içinde gördük ve bu şekilde yaklaşımda bulunduk. Yani, eğer İslam coğrafyasına İslami adalet hakim olursa ve gayr-i İslami Tağuti rejimler ortadan kalkarsa, Kürtlere yapılan haksızlık ve zulümlerin de son bulacağına inandık. Bu inanç, düşünce, tavır, tutum ve yaklaşımlarımız İslami ölçülere dayanmakta olup, İslami ve tevhidi dünya görüşümüzün bize kazandırdığı değerler ve bakış açısı gereği böyle inanıyoruz.


Müslümanların ümmet ve imamet şuuruyla birbiriyle kenetlendiği, zulüm ve ayrımcılığın olmadığı, herkesin yaratılış itibariyle eşit sayıldığı, üstünlüğün sadece takvada olduğu, kimsenin kimseye üstünlük sağlayamayacağı, kimsenin dilinden, renginden, isminden, yaşadığı coğrafya veya mensubu olduğu sınıf, kavim veya aileden dolayı ayrıcalığa sahip olamayacağı veya aksine bu özelliklerinden ve sıfatlarından dolayı hiç kimsenin haksızlığa uğrayıp aşağılanamayacağı, ilahi adaletin ve hududullahın hakim olduğu birleşik bir İslam ümmeti oluşturmayı arzulayarak, bu inanç ve hedefe ulaşmak amacıyla mücadele etmeyi İslami akidemiz ve Nebevi İslam’ın gereği olarak gördük. Böyle kutsal bir hedef uğruna mücadele etmeyi, çile çekmeyi, işkence görmeyi ve hatta şehid olmayı iftihar olarak bildik. Bundan sonra da bu kutsal dava ve değerlere bağlı kalarak, bunların uğruna mücadele etmeyi onur ve iftihar olarak bileceğiz. Bu bizim İslami anlayışımız, şer’i görev ve sorumluluğumuzdur.


İslam’ın hakikatını anlamış Müslümanlar, hiçbir zaman dünyanın hiçbir yerinde zulme rıza göstermez ve mazlumlara sırt çeviremezler. Çünkü mazlumun dinine, diline, rengine ve soyuna bakmaksızın, sadece mazlum olduğu için desteklenmesi gerektiğini İslam kendilerine emretmektedir. Zira zalim kim olursa olsun kimliğine bakmaksızın zalime ve zulme karşı mücadele etmeyi, mazlum kim olursa olsun kimliğine bakmaksızın yardımına koşmayı emreden çok sayıda ayet olduğu gibi, örnek ve önder olan Peygamberimizin hayatında da bu konuda bize öğretici ve yol gösterici birçok örnek ve uygulama vardır. Dolayısıyla, mazlum Kürt halkının sorununu sadece Müslüman Kürtlerin sorunu olarak değil, hangi kavimden olursa olsun bütün Müslümanların ve İslam Ümmetinin sorunu olarak görüyoruz. Bu sorunun, adil bir şekilde ve İslam’a uygun olarak çözüme kavuşturulması için bütün Müslümanların soruna el atmaları ve sahiplenmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Nasıl ki, İslam Ümmetinin diğer parçalarında veya dünyanın herhangi bir yerinde haksızlığa uğrayan Müslümanların veya mazlum insanların sorunlarıyla ilgilenmek ve maruz kaldıkları baskı ve zulmün son bulması için çabalamak İslami sorumluluk gereği bütün Müslümanların görevi ise, aynı şekilde, Müslüman Kürt halkına uygulanan baskı ve zulme karşı çıkmak ve bunun son bulması için mücadele etmek de, her kavimden Müslümanların İslami görevi ve şer’i sorumluluğu olduğuna inanıyoruz.


Bugüne kadar Kürt ve Kürdistan sorununu özele indirgemeyip, öncelikli bir konu olarak öne çıkarmayışımız ve genel Ümmet sorunu içerisinde görüp bu şekilde ele almamız sorunu görmezlikten geldiğimiz, inkar ettiğimiz veya ehemmiyet vermediğimiz anlamında değildir. Tam aksine, bu konuda bizim de Cemaat olarak İslam’ın dünya görüşü çerçevesinde bir bakış açımız, sorunun çözüme kavuşturulması doğrultusunda İslami bir çözüm şeklimiz vardır. Çünkü, bir hayat nizamı olan İslam, en büyük sorundan en küçük soruna kadar insanların bütün sorunlarına çözüm getirdiği gibi, bu sorunu da çözmeye muktedirdir ve bununla ilgili çözümü vardır. Bu sorunu İslami dünya görüşümüz çerçevesinde ele alıp, değerlendirip, tahlil ve teşhis edip İslam’ın ölçüleri dahilinde çözüme kavuşturmak için mücadele etmek İslami sorumluluğumuz olduğu gibi Cemaati görevlerimizdendir. Bizim istediğimiz çözüm, Müslüman halkımızın inancına ve kültürüne uygun düşen ve isteği olan İslam’a uygun çözümdür. Bununla beraber, Müslüman halkımızın çıkarına uygun düşen ve İslam’a aykırı olmayan her türlü çözümü desteklemek de İslami ve insani görevimizdir.


Kürdistan coğrafyasının dört bir yanında çeyrek asırdır cemaatleşerek İslami faaliyet yürüten, bu faaliyetleri ve mücadelesi neticesinde halkın büyük bir kesiminin destek ve sempatisini kazanarak geniş bir kitleyi temsil gücüne kavuşan Hizbullahi Cemaat, Kürdistan merkezli ve mensuplarının çoğunu Müslüman Kürtlerin oluşturduğu İslami bir hareket olarak Kürdistan ve Kürtlerle ilgili her türlü sorun ve gelişmeyle direkt ilgilidir. Bu coğrafyada mücadele eden bir İslami cemaat olarak Kürt ve Kürdistan sorunuyla ilgili gelişmelere, sorunun çözümü doğrultusundaki yaklaşımlara ve bu çerçevede yapılan tartışmalara ilgisiz kalması düşünülemez. Bu konuyla ilgili olumlu olumsuz bütün gelişmeler bölge insanları olarak bizi de etkileyeceğinden Hizbullahi Cemaat, Kürt sorunu ve Kürdistan davası ile ilgili bütün tarafların meseleye yaklaşım tarzını, maksat ve hedeflerini, tutum ve uygulamalarını, takip ettikleri politika ve önerdikleri çözüm yollarını yakından takip etmektedir.


Herkes şunu çok iyi bilmelidir ki; bugüne kadar Kürdistan davasını ve Kürt sorununu kendi siyasi ikballeri için malzeme olarak kullananlar, Kürtlerin haklı istek ve taleplerini bireysel veya örgütsel çıkarları için pazarlık konusu yapanlar, bugüne kadar Kürt halkını ve davasını kendi tekelinde görüp, Kürt halkının tek temsilcisi olduklarını iddia edenlerin hepsi bu davanın peşini bıraksalar veya zaman zaman yaptıkları gibi, Kürt halkına ihanet edip teslimiyet içine girseler dahi, biz Hizbullahi Cemaat olarak ve Kuran’ın hayat bahşeden mesajına inanan Kürdistanlı Müslümanlar olarak, ilahi sorumluluğumuz gereği hiçbir zaman Allah’ın doğuştan her insana bahşettiği ve İslam’ın her kişi ve kavme tanıdığı haklar kapsamında olan Müslüman Kürt halkının temel İslami ve insani haklarını savunmaktan vazgeçmeyeceğiz. Bu haklı istek ve taleplerin peşini bırakmayacağız ve bu hakların elde edilmesi için mücadelemize devam edeceğiz.
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:29
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
GAYR-I İSLAMİ İLHADİ İDEOLOJİLERİN KÜRT SORUNUNU İSTİSMARI

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Özellikle son elli yılda Kürtlerin haklarını savunmak iddiasıyla Kürt sorunu bağlamında ortaya çıkan örgüt ve partilerin çoğu Marksist-Leninist çizgide olup, Kürt sorununu gayr-ı İslami ilhadi ideolojileri çerçevesinde ele almışlardır. Bunların bu ideolojik yaklaşımları, büyük ekseriyeti Müslüman olan ve İslam’a bağlılıkta hassasiyet gösteren Kürt halkının çıkarına olmamıştır. Bu örgüt ve partiler, Kürt halkının mazlumiyetini ve ezilmişliğini kendi ideolojilerine malzeme yapmış ve ideolojik çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Bu örgüt ve partilerin çoğu, ideolojileri gereği teoride enternasyonalist bir dünya görüşünü savunurken, pratikte ise kendi ideolojileriyle çelişen bir şekilde ulusalcı ve milliyetçi bir politika izlemişlerdir. Bu çelişkili tutumları, bilinçli olarak Kürt sorununu kendi ilhadi ideolojileri için kullanmak istemelerinden kaynaklanmıştır. Bu şekilde, halkın temiz ve saf duygularını sömürmek için gerçek niyetlerini gizlemiş, özgürlük, bağımsızlık, adalet, eşitlik vb. güzel ve cazip kavramları kullanarak, Müslüman Kürt halkının inanç, kültür ve yaşamına aykırı ve yabancı olan ilhadi ideolojilerini halka benimsetmeye çalışmışlardır.


Bu örgüt ve partiler, bu ideolojik yaklaşımlarıyla Kürt halkının sorunlarına çözüm olmaktan ziyade, sorun ve sıkıntılarının daha da artmasına sebep olmuşlardır. Kürt halkının çektiği acı ve mazlumiyet yetmiyormuş gibi, bu örgütlerin ilhadi Materyalist ideolojilerini halka dayatmalarıyla halkın inanç ve kültürüne büyük darbeler vurulmuştur. Emperyalist sömürgeci güçler ve onların Kürdistan’daki piyonları, kültür Emperyalizmi yoluyla bu ilhadi ideolojileri Müslüman Kürt halkına dayatarak, halkı benliğinden, İslami inanç, kültür ve değerlerinden uzaklaştırmayı, bu değerlerin yerine kendi beşeri ve ilhadi ideolojik değerlerini yerleştirmeyi amaçlamışlardır. Bu ideolojilerin mensupları, İslam’ı, Kürt halkının özgürlük ve bağımsızlığının önünde bir engel ve her açıdan geri kalmasının sebebi olarak görmüşlerdir. İslam’ın, Kürt halkının kurtuluşuna öncülük edemeyeceğini, sorunlarına çözüm getiremeyeceğini, Kürt halkının, özgürlüğe ve bağımsızlığa kavuşabilmesi için İslami inanç ve kültürünü terk edip, gayr-ı İslami olan Komünist, Sosyalist vb. ilhadi düşünceleri benimsemesi gerektiğini ısrarla savunmuşlardır. Emperyalist güçler, yürüttükleri propaganda kampanyalarıyla bu ilhadi ideolojileri ilerici, modern ve çağdaş akımlar şeklinde tanıtıp, adeta moda akımlar gibi cazip hale getirerek Kürt toplumuna yerleştirmek ve Kürt insanına benimsetmek için misyonerler gibi yoğun bir çalışma yürütmüşlerdir. Kemalist rejimin bir asırdır Müslüman halkın inanç ve kültüründe yapmak istediği ancak başaramadığı tahribatı bu mülhid örgütler, halkın özgürlüğü ve bağımsızlığı için mücadele adı altında daha kısa süre içerisinde yapabilmişlerdir. Her ne kadar tümden bu işte başarılı olamamışlarsa da, bugün kendi halkına, halkının İslami inanç ve değerlerine yabancılaşmış ve düşman hale gelmiş, Batılı düşüncelere meftun, garbzede bir kesimin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:29
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
PKK VE KÜRT SORUNU

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
PKK, Kürt sorunu eksenli, Marksist-Leninist ideolojik temelli olarak Kuzey Kürdistan’da ortaya çıkan Kürt örgütlerinin en belirgin olanıdır. Kürtleri temsil hakkını ve Kürt sorununu kendi inhisarında gören, günümüze kadar bu sorunun sırtından varlığını sürdüren ve bu doğrultuda siyaset yapan PKK’nin, ortaya çıktığı günden şimdiye kadar ki mücadele pratiğine bakılacak olursa, Kürt halkını temsil etmekten, haklarını savunmaktan ve sorunlarına çözüm bulmaktan çok uzak olduğu görülecektir. Bu parti, gayr-ı İslami ideolojisi bir yana, uzun süreli mücadelesinde takip ettiği yanlış politika ve stratejiler ile uyguladığı gayr-ı insani taktikler neticesinde, Müslüman Kürt halkının özgürlüğü ve kurtuluşu doğrultusunda bir başarı gösteremediği gibi, halkın toplumsal yapısına, değerlerine, inanç ve kültürüne de büyük darbeler vurmuştur. Kürt halkının haklı talepleri hususunda samimiyetsiz, kaypak ve ilkesiz bir seyir çizgisi izlediği, Kürt halkının özgürlüğü ve bağımsızlığı gibi bir endişesinin olmadığı bugün geldiği noktada daha net bir şekilde ortaya çıkmıştır.


Derinlemesine bir inceleme ve araştırmaya gerek duymadan, sadece PKK’nin mücadele seyrinde bugün ulaştığı son nokta olan Kemalist çizgideki duruşunu, TC’nin hizmetine girmek ve ğulamlık payesini elde etmek için can atışını ve bu doğrultudaki yoğun çabaları göz önünde bulundurulursa, bugüne kadar kendi inhisarında gördüğü ve sözde mücadelesini verdiği Kürt halkının davası hususunda ne kadar samimiyetsiz olduğu ve şimdiye kadar Kürt sorununu kendi ilhadi ideolojisine ve örgütsel çıkarlarına nasıl malzeme yaptığı açıkça görülecektir. PKK’nin enternasyonalizm, komünizm ve sosyalizmden ulusalcılık ve milliyetçiliğe, oradan liberalizm ve laikliğe, oradan demokratik *****huriyete ve Kemalizm’e, oradan da Amerika ve İsrail muhipliğine baş döndürücü bir hızla geçiş ve atlayışı, ortama ve şartlara göre renkten renge bürünmesi, gömlek değiştirir gibi isim ve program değişikliği yapması, günübirlik oportünist bir politika izlemesi, çizgisiz, kaypak ve ilkesiz bir parti olduğunu açıkça göstermektedir.


PKK’nin içine girdiği bu durumun ve geldiği noktanın bizce pek şaşılacak bir yanı yoktur. Eğer sorun sadece PKK’yi bağlayan ve ilgilendiren bir sorun olsaydı, fazla önemsemez ve üzerinde durmaya değer bir sorun olarak görmezdik. Ancak, meseleyi önemli kılan PKK’nin bütün bu ihanetine, teslimiyetçi ve işbirlikçi tutumuna rağmen, bazı güç odaklarının Kürt sorununu PKK’ye endekslemeye çalışmalarıdır. Bu güç odakları ısrarla PKK’yi Kürt halkının tek temsilcisi ve Kürt sorununu da PKK’nin tekelinde göstermek için özel çaba harcamaktadırlar. Kürt halkının büyük çoğunluğu tarafından sevilmeyen ve kabul görmeyen PKK’nin, bu şekilde bilinçli olarak Kürt sorunuyla eşanlamlı anılması ve gündemde tutulması, Kürt halkına yapılan büyük bir haksızlık olduğu gibi, Kürt davasına da ihanettir. Bununla, Kürt halkının haklı talep ve isteklerinin içi boşaltılarak, meşru mücadelesi asli mecrasından uzaklaştırılmak istenmektedir. Bu doğrultuda sahnelenen senaryolar, Kürt halkının ne kadar vahim ve ciddi bir durumla yüz yüze olduğunu göstermektedir.


PKK, çeyrek asırdır sözde Kürdistan’ın bağımsızlığı, Kürt halkının özgürlüğü ve kurtuluşu uğruna; Emperyalizme, sömürgeciliğe, zulüm ve adaletsizliğe karşı mücadele adı altında on binlerce Kürt insanını peşinden koşturup dağlarda savaştırdı. Aralarında binlerce masum ve günahsızın da bulunduğu binlerce insanın ölümüne sebep olan ve bölgeyi kan gölüne dönüştüren PKK’nin bu savaşının, Kürtlerin kurtuluşu ve Kürdistan’ın bağımsızlığıyla bir ilgisinin olmadığı Apo’nun yakalanmasıyla daha net bir şekilde ortaya çıktı. Apo, işbirlikçi ve teslimiyetçi tavrını şahsıyla sınırlandırmayıp, PKK’yi de peşinden sürükleyerek, Kemalist rejimin milis gücü haline dönüştürme sürecini başlattı. Böylece, Kürt sorununu bugüne kadar kendi ilhadi ideolojilerine malzeme yapanlar, şimdi de şahsi çıkarları ve siyasi ikballeri için bir araç ve pazarlık unsuru olarak kullanmak istemektedirler. Müslüman Kürt halkının gözü önünde gerçekleşmekte olan bu ihanet, zillet ve onursuzluk durumu, Apo ve partisinin gerçek mahiyetini ve içyüzünü net bir şekilde ortaya koyduğu gibi, halkın PKK gerçeğini tüm çıplaklığıyla görüp tanımasını da sağlamaktadır.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:30
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
PKK’NİN SAHNEYE ÇIKTIĞI YILLARA KISA BİR BAKIŞ

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
PKK, Marksist-Leninist ideoloji temelli, silahlı propagandayı esas alan bir örgüt olarak mücadele sahnesine çıktı. Silahlı propaganda ilkesi gereği eylemler gerçekleştirerek varlığını ilan etti. Ortaya çıktığı 1980 öncesi dönemde kendisine engel olarak gördüğü veya kendisiyle işbirliğine yanaşmayan bazı aşiret ağalarını düşman hedef olarak belirleyip, feodalizmle savaş adı altında birkaç alanda bunlarla silahlı çatışmaya girdi. Ayrıca, bölgede bazı aşiret ve aileler arasında eskiden beri süregelen düşmanlık ve kan davalarını çok çirkin bir şekilde kullanıp, toplumda varolan bu ilkel ve cahili düşmanlıklarda aynen gerici feodaller gibi taraf oldu. Bazı aileler ve aşiretlerle işbirliği yapıp bunların muhalifi diğer aile ve aşiretlere savaş açtı. PKK, hiçbir ahlaki ilke ve kural tanımadan, amaçlarına ulaşmak için her yolu mubah gören bir anlayışla, toplumsal çelişkileri ve ihtilafları örgütsel çıkarları için kullanarak, muhaliflerini bertaraf etmeye ve bu şekilde bölgede hakimiyet kurmaya çalıştı.


Bu mücadele tarzı ve taktiklerle bölgede varlık gösterip kısmi bir etkinlik sağladıktan sonra, bu sefer kendisi ile aynı ideolojiyi paylaşan ancak farklı örgütlenmeler içinde olan diğer Kürt sol gruplara baskı uygulayarak aralarında var olan ayrılıkları çatışmaya dönüştürdü. Özellikle 12 Eylül askeri *****ası öncesinde bölgede, diğer sol gruplarla çok yoğun bir çatışma süreci yaşadı. Bu çatışmalar sonucunda taraflardan çok sayıda insan öldürüldü. Hiçbir tarafla ilgisi olmayan, sadece çatışmaların sürdüğü alanlarda yaşayan sade vatandaş ve köylülerden de bir çok insan bu çatışmalarda hayatını kaybetti. PKK, bu çatışmalar neticesinde Marksist Kürt gruplarından bazılarını o dönemde etkisiz hale getirmeyi başardı. Aynı şekilde o dönemde, İslamcı gençlik olarak bilinen kesimle özellikle Batman’da aylarca süren silahlı bir çatışma dönemi yaşadı. Ancak birçok sol grupla ittifak oluşturduğu ve eylem birliği yaptığı halde, bu çatışmalarda İslami kesime karşı bir üstünlük veya başarı elde edemedi. Böylece, ortaya çıktığı ilk günden günümüze kadar Kürdistan’da çok sayıda insanın ölümüyle sonuçlanan ve çok kanın akmasına sebep olan birçok çatışmaya öncülük etti. Kendisi dışında kimseyi kabul etmeme ve tahammülsüzlük, ortaya çıktığı günden beri PKK’nin en belirgin yapısal özelliğidir.


12 Eylül askeri *****asının Türkiye genelinde olduğu gibi Kürdistan’da da tüm halka, özellikle de ideolojik hareketlere uyguladığı yoğun baskı, işkence, imha ve sindirme politikası sonucu bütün örgüt, parti ve siyasi kadrolar önemli ölçüde etkisiz hale getirildi. Sadece örgüt kadroları değil, ideolojik ve siyasi düşünce sahibi insanların çoğu yakalandı. Yakalanamayanlar ya yurt dışına kaçtı veya uzun süre gizlenmek zorunda kaldılar. PKK’nin bazı kadroları, 12 Eylül öncesi veya sonrasında yurtdışına kaçma fırsatı buldular. Bu şekilde PKK, yurtdışında yeniden örgütlenme ve toparlanma şansını yakaladı. (Yurtdışına çıkma şekilleri ve bu fırsatı nasıl elde ettikleri, yurtdışında kaldıkları süreç boyunca gördükleri destek ve yardım ayrı bir konu olup, burada bunlara girmiyoruz). Yurtdışında yeniden örgütlenip toparlanan PKK, 1984 yılında ülkeye dönen küçük bir militan grubunun yaptığı bazı eylemlerle yeniden mücadele sahnesine çıkma fırsatını buldu. Bu eylemlerle birlikte yeniden içine girdiği silahlı mücadele süreci, diğer Kürt örgüt ve partilerine nazaran PKK’ye büyük bir avantaj sağladı. Bölgenin tek silahlı ve savaşan örgütü olması nedeniyle Kürdistan’daki diğer gruplardan daha etkin bir konuma ulaştı.


Yeniden mücadele sahnesine çıkıp silahlı eylemler başlatmanın kendisine sağladığı avantajı ve elde ettiği başarıyı fırsat bilen PKK, bu güçlü konumunu diğer gruplara karşı çok kötü bir şekilde kullandı. Aynen 12 Eylül öncesi dönemde olduğu gibi, kendisine boyun eğmeyen grup, aşiret, aile ve şahısların tümüne savaş açtı ve acımasızca saldırdı. Muhalif düşünce sahiplerinin yapılanmasına ve varlık göstermesine müsamaha göstermedi. Sadece ideolojik muhaliflerine değil, 12 Eylül öncesinde olduğu gibi bu dönemde de, kendisi gibi Marksist olan Kürt gruplarına da baskı uygulayarak, bunların varlık göstermelerine tahammül etmedi. Bu grupların çoğu PKK’nin silahlı mücadeledeki yanlış strateji ve taktiklerini onaylamadıkları ve PKK ile aralarında derin görüş ayrılıkları olduğu halde, ya güçsüzlüklerinden veya PKK ile TC arasındaki çatışmalarda taraf olmak istemediklerinden dolayı PKK ile çatışmaya girmekten kaçındılar. Bu Kürt gruplarının bazıları da ideolojik ve siyasi olarak meseleye yaklaşıp, PKK’nin kendileri için bir şans olduğunu düşünerek, aralarındaki örgütsel ve düşünsel ayrılıklara rağmen PKK’ye destek verdiler. Ancak buna rağmen PKK, kendisi dışında Kürdistan’da hiçbir Kürt sol grubunun varlık göstermesine izin vermedi ve yaşama hakkı tanımadı. Bu grupların birçoğuna baskı uygulayıp maddi güç kullanarak, ya imha edip dağıttı, ya bölgeden kaçmalarını sağladı, ya da teslim alıp kendisine katarak etkisiz hale getirdi.


PKK, bu acımasız ve vahşi tutumunu sadece muhalifleriyle sınırlı tutmadı. Kendi içinde yaşadığı örgütsel ihtilaf ve ayrılıkları da her zaman şiddet kullanarak bastırma yoluna gitti. PKK içinde bugüne kadar çok sayıda örgüt içi infaz olayı yaşanmıştır. Ancak bu infazların çok cüzi bir kısmı kamuoyuna yansımıştır. Özellikle Apo’nun yakalanmasından sonra TC’ye karşı sergilediği teslimiyetçi tavrıyla beraber PKK’nin içine sürüklendiği yeni süreç ve benimsediği politikalara karşı çıkan ve örgütün bu tavrını kabul etmeyen dağ kadrolarından çok sayıda elaman PKK tarafından değişik taktiklerle öldürülmüştür. Bu infaz olayları PKK mücadelesinin her döneminde olmuş ve bugüne kadar süregelmiştir. Hiç şüphesiz PKK’nin Kürt örgütleriyle yaşadığı çatışmalarda öldürdüğü veya ölümüne sebep olduğu insanlar ile örgüt içi ihtilaflar ve ayrılıklar nedeniyle öldürdüğü insanların toplam sayısı, TC ile uzun süre yaşadığı silahlı çatışmalarda verdiği kayıpların çok daha üzerindedir.
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:30
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
TC-PKK ÇATIŞMA ORTAMINDA İKİ ATEŞ ARASINDA KALAN BÖLGE HALKININ ÇEKTİĞİ SIKINTILAR

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
1984 yılından itibaren PKK’nin TC’ye karşı başlattığı ve geliştirerek devam ettirdiği silahlı mücadele dönemiyle beraber bölge halkı, iki ateşin ortasında sıkışmış bir vaziyette kaldı. Müslüman Kürt halkının büyük çoğunluğu gayr-ı İslami ideolojik yapılarından dolayı hem TC’yi ve hem de PKK’yi sevmiyordu. Çatışmalardan uzak duran, çatışan taraflara mesafeli yaklaşan ve destek vermeyen bölge halkının bu tavrı, büyük acı çekmesine ve zorluklar yaşamasına neden oldu. Hem TC ve hem de PKK, halkı kendi yanlarına çekmek için baskı politikası uyguluyorlardı. Her ikisini de gönülden sevmeyen ve desteklemeyen bölge halkı, bu tavrının bedelini çok ağır bir şekilde ödedi. Bölge halkını korku ve baskıyla sindirip yanına çekmeyi amaçlayan TC ve PKK’nin saldırıları sonucu bölgede; çocuk, kadın, yaşlı, genç günahsız çok sayıda insan feci bir şekilde öldürüldü. PKK, TC’nin zorla koruculaştırdığı köylere veya düşman hedef olarak belirlediği yerlere baskınlar düzenleyerek, toplu öldürmeler dahil birçok insanı acımasız bir şekilde katletti. Aynı şekilde, TC tarafından birçok insan PKK’ye yardım veya yataklık iddiasıyla gözaltına alınarak, işkencelere tabi tutulup zindanlara atıldı. Bölge halkının bir kısmı bu ağır hayat şartlarına ve baskılara dayanamayıp asırlardır yaşadıkları topraklarını, köylerini ve evlerini içleri yanarak terk etmek ve Batı bölgelerine göç etmek zorunda kaldı. Sadece TC’nin değil, PKK’nin baskıları nedeniyle de çok sayıda köy boşaltıldı ve çok sayıda insan göçe zorlandı.


PKK ile hiçbir ilişkisi olmayan bir çok insan, istemediği ve karşı olduğu halde silah zoru ve ölüm korkusuyla PKK’ye yardım etmek zorunda kalıyordu. PKK tarafından bir çok ailenin erkek ve kız çocukları zorla evlerinden alınarak dağa çıkarılıyordu. Halkın büyük çoğunluğu vermek istemediği halde, cezalandırma veya vergilendirme adı altında büyük paralar ödemek zorunda bırakılıyordu. Buna karşı çıkan, para vermek istemeyen veya isteksiz davrananlar çok sert ve acımasız bir şekilde cezalandırılıyordu. Birçok insan hem PKK’yi sevmediğinden ve hem de TC’nin zulmünden korktuğu için PKK’nin evlerine veya köylerine uğramasını istemiyordu. Ancak PKK’liler, bilinçli olarak bu tip insanların köylerine veya evlerine gidiyordu. Özellikle TC, bu insanların, köylerine ve evlerine gelen PKK’lileri engelleyecek ve karşı çıkacak güçlerinin olmadığını çok iyi bildiği halde, PKK’liler evlerine veya köylerine gelmiş, buralardan ihtiyaçlarını temin etmiş suçlamasıyla çok sayıda insanı gözaltına alıp uzun süre gözaltında tutup işkence ediyor veya zindanlara atıyordu.


TC’nin silahlı kontra güçleri bazen PKK’liler gibi giyinip köylere gidiyor, kendilerini PKK’li olarak tanıtıp, bir müddet misafir kaldıktan sonra köyü terk ediyorlardı. Daha sonra, PKK’liler kılığında gittikleri bu köylere bu sefer jandarma veya özel tim olarak gidip köylülere “Aldığımız istihbarata göre buraya PKK’liler gelmiş ve siz de onları barındırmış ve yardım etmişsiniz” diyerek bu insanları gözaltına alıyorlardı. Bu şekilde, çok çirkin ve gayr-ı insani bazı taktiklerle kendilerince halkın samimiyetini ölçmeye çalışıyorlardı. Oysa ki bunlar, Kürt halkının, örf, gelenek ve kültürü gereği evine düşmanı dahi giderse onu kovmadığını, evine alıp ikramda bulunduğunu biliyorlardı. Aynı şekilde bu insanların, sevmedikleri ve istemedikleri halde köylerine giden TC’nin silahlı güçlerine de ikramda bulunduğuna kendileri defalarca şahit olmuşlardı. Ayrıca TC güçleri, çok iyi biliyorlardı ki bu insanların silahlı ve örgütlü böyle bir güce karşı koyup, onları köylerine veya evlerine almama gibi bir imkanları da yoktu. Oysa ki PKK ile ilişkileri olmuş, köylerine veya evlerine PKK’liler gelmiş diye TC güçlerinin bu şekilde hışmına ve zulmüne maruz kalan bölge halkı, bazı alanlarda TC’nin silahlı güçleriyle PKK’lilerin anlaşmalı bir şekilde yan yana yaşadıklarını çok iyi biliyordu. Çünkü bir dönem bölgenin bazı yerlerinde bazı karakollar veya askeri birlikler, kendi sorumluluk alanlarında eylem yapmamaları için PKK’nin o alandaki birimleriyle ilişki kurup anlaşıyorlardı. Bu ilişki ve karşılıklı anlaşma gereği birçok karakol ve askeri birliğin bulunduğu köylere, askerlerin gözleri önünde PKK’lilerin giriş çıkış yaptığına ve barındığına bölge halkı tanıklık etmişti.


TC, bölge halkına olan yabancılığından, halkı tanımadığından ve güvenmediğinden dolayı, bölge insanlarının hepsini suçlu ve düşman gören bir tutum içine giriyor ve bu doğrultuda halka acımasızca baskı ve dayatmalarda bulunuyordu. Bu şekilde TC, bilerek veya bilmeyerek bu zulüm ve baskı politikalarıyla, PKK’nin taktik ve stratejilerini daha kolay ve hızlı bir şekilde hayata geçirmesine yardımcı oluyordu. TC’nin bu yanlış uygulamalarını bilen ve bunlardan istifade etmeyi amaçlayan PKK, tarafsızlığıyla bilinen veya kendisini desteklemeyen birçok köy ve aileye taktik icabı açıktan giderek, TC’nin bu insanlara baskı yapmasının ortamını bilinçlice hazırlıyordu. Bu taktik uygulamalarıyla binlerce insanın TC tarafından yakalanıp baskı ve işkence görmesini sağlıyor, böylece Kürdistan’da TC ile halk arasındaki çelişkiyi ve düşmanlığı derinleştirmeyi amaçlıyor ve bunda başarılı da oluyordu.


Şu bir gerçektir ki, PKK’yi bugünlere getiren, böylesine hızlı ve kısa bir süre içinde gelişip, büyüyüp, güçlenmesini sağlayan PKK’nin kendi marifeti, başarısı, doğru ideolojisi, stratejisi, taktik ve politikaları veya hareket tarzı değildir. Tam aksine TC’nin bölge halkı nezdindeki gayr-ı meşruluğu ve zulme dayalı yanlış politikaları, PKK’nin bu şekilde güçlenmesini ve gelişmesini sağladı. PKK’nin o dönemde bölgede alternatifinin olmaması, halkın başka bir tercih ve seçeneğinin bulunmaması, TC’nin yanlış uygulamaları ve baskılarıyla birleşince, bütün bu yanlış strateji ve taktiklerine rağmen PKK’nin layık olmadığı ve hak etmediği bir şekilde büyüyüp gelişmesi için uygun ortam ve şartlar sağlanmış oldu.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:31
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
PKK’NİN HİZBULLAHİ MÜSLÜMANLARA YOĞUN BASKISI VE ÇATIŞMA ÖNCESİ GELİŞMELER

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
1991 yılına gelindiğinde Cemaatin faaliyetleri, Kürdistan’ın birçok il, ilçe ve köylerini kapsayacak şekilde geniş bir alana yayılmıştı. Bu faaliyetler işçi, esnaf, memur ve toplumun her kesimini kapsayacak şekilde geniş bir yelpazede yürütülüyordu. Şehir merkezlerinde, üniversitelerde, orta dereceli okullarda ve camilerde yürütülen bu yoğun faaliyetler çok belirgin bir şekilde kendisini hissettiriyordu. Çünkü, sürdürülen bu İslami faaliyetlerin gizli olmayan davet ve tebliğ kısmı herkesin göreceği veya hissedeceği kadar açıktı. O dönemde Kürdistan’da örgütlü ve etkin bir güç düzeyine ulaşan ve yıllardır silahlı mücadele veren PKK’nin, Cemaatin bu faaliyetlerinden haberdar olmaması düşünülemezdi. Nitekim Cemaatin değişik alanlardaki bu faaliyetleri ve çalışmaları PKK’nin de dikkatini çekiyor ve rahatsız ediyordu. Bölgenin değişik yerlerinde, özellikle kırsal alanda PKK’liler barınma, propaganda, yiyecek ve yardım toplama gibi değişik amaçlarla gittikleri yerleşim alanlarında Cemaat mensuplarıyla karşılaşıyorlardı. Bu karşılaşmalarda, Cemaat mensuplarıyla PKK’liler arasında ideolojik ve siyasi sohbet veya tartışmalar yaşanıyordu. PKK, bu gerçeği görünce bir yandan Cemaatın varlığına inanmak ve kabullenmek istemiyor, diğer yandan da bu durumu hazmedemiyordu.


PKK, o güne kadar Kürdistan’da kendisi dışında örgütlü bir gücün varlık göstermesine ve gelişmesine izin vermemişti. Sadece ayrı örgütlenmelere değil, bireysel olarak dahi kendisiyle görüş ayrılığı içerisinde olan, kendisine bağlanmayan veya kontrolüne girmeyen hiç kimsenin varlık göstermesine tahammül etmiyordu. Kendisine karşı çıkan ve boyun eğmeyen herkesi; işbirlikçi, ajan, hain vb. yalan, iftira ve ithamlarla karalıyordu. Böylece ileride bu insanlara karşı yapacağı eylemlere gerekçe ve zemin hazırlıyordu. Bu taktik ve politik yöntemlerle teşhir ettiği insanlara sonradan darbe vurup etkisiz hale getiriyordu. Aynı taktiği Cemaate karşı da uygulamak istiyordu. Bu amacına ve taktik hedeflerine ulaşmak için Cemaate karşı yoğun bir karalama kampanyası yürütüyordu. Cemaatın İslami faaliyetlerini çok çirkin bir şekilde, yalan ve iftiraya dayalı propaganda ve psikolojik savaş kampanyalarıyla engellemeye çalışıyordu.


Marksist ilhadi ideolojisi gereği İslam’ın tevhid inancını ve onun değerler sistemini kabul etmeyen, hiçbir İslami ilke ve kurala saygı göstermeyen, İslam dinini Kürt halkının geri kalmışlığının ve köleliğinin sebebi olarak gören ve sürekli İslam’a düşmanlık yapan PKK, hayatlarında bir sefer dahi olsun cami yüzü görmeyen ve camiye uğramayan kendisine bağlı ayak takımı, cahil bazı erkek ve kadınları organize edip kışkırtarak camilere gönderiyordu. Cami kapılarında toplanan, bazen cami içine gelişigüzel ayakkabılarıyla saygısızca giren bu zavallı insanlar, cami içinde kargaşa çıkararak Cemaat mensuplarının çocuklara Kuran dersi vermesine engel oluyorlardı. Bu insanlar, utanmadan terbiyesiz bir şekilde camideki Müslüman gençlere ve Cemaat mensuplarına; “Camiler halkın malıdır. Sizin burada Kuran dersi vermenize ve İslami faaliyet yürütmenize müsaade etmeyeceğiz” diyecek kadar küstahlaşıyorlardı. Bu gözü dönmüş yaratıklar, cami içinde namaz kılan ve Kuran okuyan Müslüman genç ve çocuklara saldırıp dövüyor ve olay çıkarıyorlardı.


Cemaatın gerek şehirlerde ve gerekse de köylerde; okul, cami ve diğer bütün alanlarda gelişip büyüyerek devam eden İslami faaliyetleri PKK’yi çok rahatsız ediyordu. PKK bu faaliyetleri engellemeye çalıştığı için, Cemaatle arasında Kürdistan genelinde bir sürtüşme yaşanıyordu. Yoğun bir şekilde yaşanan bu gerginlik ve sürtüşmeler bazen iki kesim arasında kavgayla neticelenen olaylara da sebep oluyordu. Tüm bunlara rağmen Cemaatın İslami faaliyetlerinde ısrarla diretmesi PKK’yi çılgına çeviriyordu. O güne kadar kendisine muhalif veya alternatif olabilir diye, kendisiyle aynı ideolojiyi paylaşan ve aynı hedefler için mücadele eden hiçbir Kürt sol örgütün bağımsız bir şekilde varlık göstermesine müsaade etmeyen PKK’nin, kendisine tamamen zıt ve muhalif bir ideoloji ve dünya görüşüne sahip, bağımsız bir yapı olan Hizbullahi hareketin varlık göstermesine müsamaha etmesi veya böyle bir hareketin gözleri önünde gelişmesine seyirci kalması düşünülemezdi. Nitekim PKK, o güne kadar uyguladığı ve olumlu sonuç elde ettiği, kendisi dışında kimsenin varlık göstermesine müsamaha etmeme tavrının ve mantığının gereği olan dayatma politikasını Cemaate karşı da uygulamaya başladı.


Halkı korku ve baskıyla sindirerek, halkın İslami inanç ve değerlerini yok edip, kültür ve inancına yabancı gayr-ı İslami ideolojik değerleri toplumda yerleştirmeye çalışması, PKK’nin hedefi ve varlık sebebiydi. Aynı şekilde çıkarına uygun düştüğü için bu derece bencil ve despot davranarak kendisi dışında kimseye hayat hakkı tanımaması ve varlık göstermesine tahammül etmemesi de bilinçli bir politikasıydı. Çünkü PKK, bölgede bir başka gücün etkin bir şekilde varlık göstermesinin kendisinin büyük oranda güç kaybetmesine ve o güne kadar gizlediği gerçek yüzünün ortaya çıkmasına sebep olacağını çok iyi biliyordu. Bundan dolayı, Kürdistan’da kendisine alternatif bir hareketin ortaya çıkmaması için her yol ve taktiğe başvuruyordu. Ancak bu tavrıyla PKK, içinde doğup büyüdüğü ve kurtuluşu uğruna mücadele verdiğini iddia ettiği Kürdistan’ı ve Müslüman Kürt halkının gerçeklerini bilmeyecek, tanımayacak, bölgede olup bitenleri anlamayacak ve doğru tahlil edemeyecek kadar bilgisiz ve cahil olduğunu ortaya koyuyordu.


Cehalet, idraksizlik, kavrayışsızlık, bağnazlık, siyasi ferasetsizlik, dar görüşlülük ve bunların neticesi olan tahammülsüzlük ve saldırganlık sadece bir eksiklik değil, bir hareketin yıkımına sebep olabilecek önemli özelliklerdir. PKK bu özelliklerinden dolayı olayları doğru teşhis edip, doğru okuyup akıl ve mantığa uygun değerlendiremediğinden geleceği göremedi. Bu basiretsizliğinin sonucu olarak yıllarca süren ve büyük can ve mal kaybına yol açan bir çatışmanın fitilini ateşledi. Bu yanlış tutum, tavır, taktik ve stratejilerinden kaynaklanan bu çatışmanın bedelini çok acı bir şekilde ödedi. Ancak bu ateş sadece kendisini yakmadı ve bu çatışmanın zararı sadece kendisiyle sınırlı kalmadı. Aynı şekilde Cemaate ve bölge halkının tümüne zarar veren, pahalıya mal olan ve uzun süre devam eden büyük bir çatışmanın başlatıcısı oldu.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:32
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
PKK İLE ÇATIŞMASININ ÖNLENMESİ İÇİN CEMAATIN YAPTIĞI GİRİŞİMLER

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
PKK, ileriyi görmeden ve geleceği düşünmeden, eylemlerinin sonucunun nereye varacağını ve zararının ne olacağını hesaplamadan, Cemaate yönelik baskı ve saldırılarını arttırarak devam ettirdi. Bu saldırılar neticesinde bazı Cemaat mensupları şehit edildi ve bazıları da yaralandı. Buna rağmen Cemaat, bölge genelinde PKK ile süregelen gerginlik ve sürtüşmenin geniş kapsamlı silahlı bir çatışmaya dönüşmemesi için çabalarını sürdürüyordu. Olası bir çatışmanın önünün alınması amacıyla Cemaat değişik girişimlerde bulundu. Bu girişimlerinden müspet bir netice almak ve böyle bir çatışmanın önüne geçmek için dört-beş aydan fazla bir süre PKK’nin saldırılarına cevap vermeden bekledi. Ancak bu süre içerisinde bütün bu girişimlerinden müspet bir netice alamadı. PKK ise, bu süre zarfında hiçbir endişe taşımadan ve adeta Cemaatı tahrik edercesine yoğun saldırılarını sürdürüyordu.


Cemaat, çatışmalar öncesi dönemi kapsayan bu dört beş aylık süre içerisinde hem ülke içinde ve hem de ülke dışında imkanları dahilinde bildiği sağlam irtibat yollarını ve kanalları kullanarak PKK ile irtibata geçti. Özellikle yerel düzeyde çok iyi tanıdığı ve güvendiği şahıslar vasıtasıyla, bu sürtüşmenin genel bir çatışmaya dönüşmemesi için PKK’ye mesaj gönderdi. Cemaat, bir elçisi vasıtasıyla PKK’nin bölgedeki sorumlularına gönderdiği mesajda; “Bağımsız İslami bir hareket olarak bölgede sürdürdüğümüz İslami mücadelemizin esas hedefinin zulüm rejimi olduğunu, PKK’ye yönelik özel bir düşmanlık ve faaliyetimizin olmadığını, bölge genelinde varolan sürtüşme ve gerginliklerin PKK’nin baskı ve saldırılarından kaynaklandığını, Cemaatın PKK ile çatışmak istemediğini, patlak verecek bir çatışmanın lokal olmaktan çıkıp bütün bölgeyi kapsayan bir savaşa dönüşeceğini, böyle bir çatışmanın uzun süre devam edeceğini ve maliyetinin ağır olacağını, bunun her iki tarafın da zararına olacağını, özellikle şu anda fiili bir çatışma ortamı içinde olan PKK’nin kendisine yeni bir cephe açmakla daha fazla zarar eden taraf olacağını, iki taraftan ziyade bu savaştan TC’nin kazançlı çıkacağını, Cemaate yönelik saldırılarını durdurmalarını, aksi takdirde bizim de kendimizi savunmak zorunda kalacağımızı, bu mesajımızı iyi değerlendirmelerini, böyle bir çatışma başlarsa bunun sorumlusunun kendileri olacağını’’ açık bir şekilde PKK tarafına iletti.


PKK, o dönemin zafer sarhoşluğu içinde mesajımıza kulak asmadı ve bu fırsatı iyi değerlendirmedi. Cemaatın mesajına müspet cevap vermeyen PKK, hiç bir insani ve ahlaki kurala riayet etmeden ve hiç bir parti veya teşkilatta örneği görülmeyecek bir kabalık ve terbiyesizlik örneği sergiledi. Mesajı alan PKK sorumluları, weké hové seré çiya bu mesajı götüren Cemaat mensubuna keleş dipçiğiyle vurup, başından yaralayarak kanlar içinde bıraktılar. Cemaatin mesajına da şu cevabı verdiler; “Biz, neyin çıkarımıza ve neyin zararımıza olduğunu sizden daha iyi biliyoruz. Bunları siz bize öğretemezsiniz. Sizin nasihatlarınıza ihtiyacımız yoktur. Eğer gerçekten devlete muhalifseniz gelin PKK’ye katılın ve PKK’nin önderliğinde bu mücadeleyi sürdürün. Eğer bunu yapmıyorsanız bu işi bırakın ve bölgeyi terk edin. Eğer bunu da yapmıyorsanız, size yönelir ve sizi imha ederiz. Buna göre hangisini istiyorsanız kendinize tercih edin” diyerek, bizi üç seçenekten birini tercihle başbaşa bıraktılar.
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:32
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
DİRENMEKTEN BAŞKA SEÇENEĞİMİZ YOKTU

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Cemaatın mesajına PKK’nin verdiği cevap ve sunduğu seçeneklere bakılacak olursa, bu her üç seçeneğin de aynı anlama geldiği ve sonuçlarının aynı noktaya vardığı görülecektir. Aklı başında her insan bilir ki, bu üç seçeneğin hangisi kabul edilirse, sonuç itibariyle bir hareket için ölüm ve yokluktan başka bir netice vermez. Bu üç seçeneği tek tek ele alıp, bunları niçin kabul etmediğimizi ve kabul etme durumunda sonuçlarının ne olacağına kısaca bakalım.


Birinci seçenek olan Cemaatın PKK’ye katılıp önderliği altında mücadele etmeyi kabul etmesi, uzun yıllara dayanan mücadelesini terk edip kendisini fesh etmesi demektir. Cemaat, PKK’den farklı bir inanç, dünya görüşü ve düşünce yapısına sahip olduğu, PKK’nin inanç, ideoloji ve mücadele yöntemini kabul etmediği ve gayr-ı İslami olarak gördüğü için ayrı bir mücadele ve örgütlenme içine girmişti. Eğer yılların birikimi ve emeği olan bu çalışmasından vazgeçip PKK’ye katılacaksa, bu kadar uzun bir süre zahmetler çekip zorlu bir mücadele ve örgütlenme faaliyeti yürütmesine ne gerek vardı? İlk günden bunu kabul eder, bütün bu zahmetleri çekmez ve bu sıkıntıları yaşamazdı. Ayrıca, rejime muhalif olmanın şartı PKK’ye katılmak ve onun önderliği altında mücadele etmektir şeklindeki akıl ve mantık dışı saçma bir kuralı kim koymuş? Hangi onurlu insan veya hareket bu saçmalığı kabul edebilir? Bu seçeneği kabul etmek bir hareket için kendisini feshetme, teslimiyet ve yok olma olduğundan, Cemaatın böyle bir zilleti kabul etmesi mümkün değildi. Bundan dolayı böyle bir teklifi kabul etmedi.


İkinci seçenek olan bölgeyi terk etme de aynı zamanda bir başka şekilde yokluk ve ölümdü. Cemaat; beş fert, on fert, yüz fertten oluşan küçük bir grup, bir kaç aile veya bir kabile değildi ki bölgeyi terk etmesiyle iş bitsin. Ayrıca bütün bu insanların bölgeyi terk etmesini teklif etmek, gerçekleşmeyecek akıl ve mantık dışı bir teklifti. Uzun bir mücadele geçmişi olan, çile, emek, kan ve gözyaşıyla yoğrularak bugünlere kadar gelen, on binlerce elemanı, yüz binlerce sempatizanı, büyük bir potansiyeli ve halk tabanı olan bir hareket olarak Cemaat, bütün bu değerleri ve kazanımlarını PKK gibi mulhid bir parti ve ideoloji için terk edemez ve bir kenara bırakamazdı. Böyle bir teslimiyet veya tavizkar tutum, bütün bu insanlara ihanet olup, hepsini ölüme terk etmekten başka bir anlam ifade etmezdi. Dolayısıyla bu şartı kabul veya böyle bir eğilim sergilemek cemaatsel faaliyetlere son vermek, mücadele sahnesinden kaçmak ve yok olup gitmekti. Böyle bir şartı kabul etmek, ne İslami sorumluluk ve ne de mücadele onuru ile bağdaşmayan bir tutum olup bağışlanmayacak bir suçtu.


Üçüncü seçenek ise direkt olarak maddi güç ve imhayla karşı karşıya kalmaktı. Yani ilk iki seçenek, Cemaatı silahsız ve savaşsız bir şekilde teslim almayı, sindirmeyi, eritmeyi, hareket olarak yok edip mücadele sahnesinden bertaraf etmeyi hedeflerken, üçüncü seçenek doğrudan savaşı ve imhayı dayatarak yok etmeyi amaçlıyordu. Eğer dikkat edilirse her üç seçeneğin netice itibarıyla ulaştığı nokta, Cemaat olarak yok olma, mücadele sahnesinden silinme ve ölümdür. Yani açıkça ve net bir şekilde PKK, kendi aklınca Cemaat için sadece tasfiyeyi, imhayı ve yok olmayı öngörmüştü.


Görüldüğü gibi bu seçeneklerin hiçbirisi onurlu ve bağımsız bir hareketin kabul edebileceği türden değildi. Müslüman, muttaki, gayretli, onurlu, sabırlı, çilekeş ve mustaz’af insanların yıllarca emek vererek, alınteri ve gözyaşı dökerek, kanlarıyla yoğurup, bir usta hassasiyetiyle örerek bina edip bu günlere kadar getirdikleri Hizbullahi hareketin, bu aşağılık baskılara boyun eğip böyle bir zilleti kabul etmesi elbette düşünülemezdi. Cemaat, yılların birikimi olan İslami mücadelesini, Marksist, Leninist ideolojinin Kürdistan’daki taşeronu, İslam düşmanlarının Kürdistan’daki piyonu mülhid ve zalim PKK’nin keyfi arzuları için terk edemezdi. Bir kanser tümürü gibi daha fazla büyüyüp gelişsin, Müslüman Kürt toplumunu içeriden kemirip ifsada sürüklesin ve şimdiye kadar yaptığı gibi zulümlerine yenilerini eklesin diye cemaatsel İslami çalışmalarından vazgeçemez ve tatil edemezdi. Nitekim böyle bir onursuzluğu kabul etmeyip Allah’a tevekkül ederek, şereflice direnmeyi seçti.
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:33
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
HİZBULLAH-PKK ÇATIŞMASININ BAŞLAMASI

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Bugüne kadar Hizbullah-PKK çatışmasının başlangıç noktası olarak, PKK’nin İdil’de Karaaslan ailesinin evine yaptığı silahlı baskın gösterilmektedir. TC’nin resmi raporlarına bu şekilde girdiğinden ve bu konuda kitap yazan veya görüş beyan edenlerin çoğu da bu raporları esas aldığından, aynı yanlışlığı tekrar ederek çatışmaların başlangıç noktasını ve tarihini PKK’nin İdil baskını olarak vermişlerdir. Oysa ki bu, doğru bir tespit değildir. Çünkü, bu olaydan çok önce PKK bölge genelinde Cemaat mensuplarına yönelik çok sayıda silahlı eylem yapmıştı. Bu silahlı saldırılar sonucu yaralanan ve şehid düşen Cemaat mensupları olmuştu. Ancak İdil olayı, o güne kadar sessizce süren Hizbullah-PKK sürtüşme ve gerginliğinin su yüzüne çıkıp alenileşmesi ve kamuoyuna yansımasına neden oldu. Ayrıca Cemaat, PKK’nin İdil eylemine kadar PKK’ye karşı saldırıya geçmeyip, genel bir çatışmanın önünü alabilmek ümidiyle çabalarını ve girişimlerini sürdürüyordu. PKK’nin İdil saldırısı bardağı taşıran son damla oldu. Cemaat, PKK’nin İdil eyleminden sonra saldırılara cevap vermeye başladı ve böylece bölge genelini kapsayan çatışma süreci başlamış oldu.


Cemaat, o dönemde süreç olarak içinde bulunduğu cemaatleşme şekli ve yapısı, takip ettiği program ve stratejisi, ulaştığı merhale, sahip olduğu maddi imkanlar, bu iş için gerekli olan eğitimli insan gücü ve askeri teçhizat açısından böyle bir silahlı çatışmaya hazırlıklı değildi. Ancak, varlığını korumak amacıyla direnmekten başka seçeneği de yoktu. PKK’nin dayatması sonucu, varlığını korumak ve kendisini savunmak amacıyla istemediği ve karşı olduğu bu savaşın içine kaçınılmaz bir şekilde girmek zorunda kaldı. Cemaat, bütün bu olumsuzluklara ve imkansızlıklara rağmen Allah’a tevekkül edip direnmeye karar verdi. Bu direnme kararıyla beraber, 1991 yılının sonlarına doğru bölge genelinde PKK-Hizbullah çatışması başladı. Böylece, yoğunlaşıp gelişerek uzun süre devam eden ve Kürdistan’la sınırlı kalmayıp yer yer Türkiye’nin başka bölgelerine de sıçrayan şiddetli çatışma sürecine girilmiş oldu.


PKK, o dönem itibarıyla içinde bulunduğu merhale, örgütlenme şekli, ulaştığı askeri ve siyasi güç, elde ettiği başarılar, silahlı mücadelede kazandığı tecrübeler, sahip olduğu maddi imkanlar ve kontrolünde bulundurduğu iletişim ve propaganda araçları açısından her yönüyle Cemaatten çok ileri düzeydeydi. Bütün bu güç, avantaj ve imkanlarını, çok acımazsız bir şekilde Cemaate karşı harekete geçirdi. Elindeki bütün iletişim ve propaganda araçlarını kullanarak, yoğun bir yalan, iftira, itham ve karalama kampanyası başlattı. Hiçbir ahlaki kural tanımadan, gerçekleri çarpıtarak Cemaatı çok yanlış bir şekilde tanıtıyordu. Cemaatı; devlet destekli, kontra örgütü, Hizbikontra gibi çirkin bir şekilde kötü isim ve sıfatlarla vasıflandırıyordu. Cemaate böyle isim ve sıfatlar takarak karalamakla, kendisince Cemaatın imhası için gerekçe hazırlıyordu. Bunlar halk düşmanı ve kötü insanlar oldukları için bunları vuruyoruz, diyerek propaganda yapıyor, böylece kısa süre içerisinde Cemaatı imha edip tasfiye edeceğini düşünüyordu.


Cemaate yönelik bu saldırılarını sözde ve propaganda düzeyinde bırakmayıp bütün askeri güç ve imkanlarını da Cemaate karşı harekete geçirdi. Cemaatı yıldırmak, güç kazanmadan sindirip etkisiz hale getirmek ve darbe vurup yok etmek için her türlü eylem, komplo ve tuzağa başvuruyor, bütün yol ve taktikleri kullanıyordu. Kısa süre içerisinde Cemaatı etkisiz hale getirip imha etme hedefine ulaşmak için bölge genelinde Cemaat mensuplarına karşı yoğun saldırılar gerçekleştiriyordu. Cemaat mensuplarının işyerlerine ve evlerine saldırıyor, evlerini bombalıyor, yollarını kesip ya kurşuna diziyor veya kaçırıyor, köylerine baskınlar düzenliyor, köy yollarına mayın döşüyor, köylerde camileri basıp cami içerisinde topluca katliamlar yapıyordu.


Çatışmaların başlangıcında Cemaatın güç ve imkanları, PKK’nin güç ve imkanlarıyla kıyaslanmayacak kadar azdı. Ayrıca Cemaat o güne kadar böyle bir çatışma yaşamadığı için silahlı eylem tecrübesine de sahip değildi. Cemaat, takip ettiği strateji ve içinde bulunduğu merhale gereği bu büyüklükte bir silahlı çatışma için gerekli hazırlığı yapmadığı gibi, bu çapta bir saldırıya cevap verebilecek etkin bir askeri kanat da oluşturmamıştı. Aynı zamanda, böyle bir çatışmanın ihtiyaç duyduğu silah ve diğer araç-gereçlerden de yoksundu. Bu hazırlıksızlık, imkansızlık ve tecrübesizlik, Cemaatın bir çok zorluk yaşamasına, ağır sorunlarla karşılaşmasına, kayıplar vermesine ve önemli oranda zarara uğramasına sebep oldu. Cemaat, çatışmaların başlamasıyla, bu çatışmayı sürdürebilmek ve başarı elde etmek için birçok alanda sıfırdan işe başlamak zorunda kaldı. Özellikle, bu yeni mücadele döneminin gereklerinden olan askeri ve istihbarat alanında yoğun ve ciddi bir örgütlenme içine girdi. Bir yandan bu örgütlenmesini gerçekleştirirken, diğer yandan silahlı mücadele için zorunlu olarak ihtiyaç duyduğu levazım, araç-gereç ve diğer imkanların tümünü çatışma sürecinin başlamasıyla tedrici olarak elde etmeye ve oluşturmaya çalıştı.


Cemaat, uzun süreli ve örgütlü mücadelesi nedeniyle, PKK’nin teşkilat yapısı, faaliyetleri ve elemanları hakkında önceden bazı bilgilere sahipti. Zira o döneme kadar PKK, Kürdistan’da kendisine muhalif veya alternatif böyle bir yapıyla karşı karşıya gelmediğinden, böyle bir çatışma yaşamadığından ve böyle bir gücün varolabileceğini hesaba katmadığından çok rahat davranıyordu. Elde ettiği başarılar ve bölgede sağladığı etkinlik sayesinde, PKK’nin bazı sorumluları ve önemli bazı elemanları kendilerini gizlemeye ihtiyaç duymayacak kadar açık hareket ediyorlardı. Bu tutumlarından dolayı sadece Cemaat tarafından değil, sade halktan birçok insan tarafından dahi tanınıyorlardı. Ancak Cemaat, elindeki bu kısıtlı ve yüzeysel bilgilerle yetinmedi. Çatışmaların başlamasıyla beraber, bölge genelinde PKK hakkında çok detaylı bir araştırma ve bilgi toplama çalışması başlattı. Cemaatın Kürdistan genelini kapsayan teşkilati faaliyetleri ve var olan kadroları sayesinde, PKK’yi tanıma ve hakkında yeterli derecede sağlıklı bilgi toplamada zorluk çekmedi. Başlatılan bu çalışma neticesinde Cemaat, kısa süre içerisinde PKK hakkında çok önemli bilgiler elde etti.


Cemaatin bu istihbari çalışması ve araştırmasıyla elde edilen bu bilgiler, daha önce Cemaatte var olan bilgilerle birleştirilince, PKK hakkında çok detaylı bir bilgi birikimine ulaşıldı. Yerleşim alanlarında faaliyet yürütüp TC’nin ve halkın bilmediği, ancak Cemaatın tespit ettiği çok sayıda PKK’nin önemli adamı hakkında bilgi toplandı. Bunlar, dağdaki kadrolarla ve PKK’nin dışarıdaki merkezleriyle irtibatlı ve olayları bilfiil yönlendiren önemli kişilerdi. Böylece Cemaat, içine girdiği bu çatışma sürecinde ihtiyaç duyacağı ve istifade edeceği oranda bilgi toplayarak, bu bilgileri değerlendirip test ederek gerekli hazırlığı yaptıktan sonra eylemlere başladı. Bütün bunlardan sonra bölge genelini kapsayan yoğun ve etkin bir eylemlilik süreci başlamış oldu. Cemaat, kendine has mücadele tarzı ve taktiklerle direniş gösteriyordu. Cemaatın geliştirdiği bu taktikler ve mücadele tarzı, PKK’nin anlamadığı, bilmediği ve o güne kadar karşılaşmadığı türden olduğundan PKK’yi sarsıyor ve şaşkına çeviriyordu. Cemaatın bu şekilde bütün bölgeyi kapsayan direnişi, isabetli ve doğru hedefler seçerek gerçekleştirdiği eylemleri karşısında PKK ciddi bir varlık gösteremiyordu.


PKK, o dönemde önemli bir milis gücü ve cephe örgütlenmesine sahipti. Bunlar, PKK’nin merkezi ve dağ kadrolarıyla irtibatlı önemli faaliyetler yürütüyorlardı. Çatışma sürecinin başlamasıyla bu alanda faaliyet yürüten önemli birçok adamı bertaraf edildi. Bu şekilde PKK’nin temel faaliyetlerinin ana unsuru durumundaki milis ve cephe örgütlenmesi ve bunların idarecilerinin darbe yeyip etkisiz hale getirilmesiyle, PKK önemli oranda gücünü yitirdi. Eskisi gibi bölge genelinde aktif ve etkin faaliyet yürütemez hale geldi. Aynı şekilde kırsal alanda Cemaat mensuplarıyla girdikleri çatışmalar sonucunda PKK’nin dağ kadrosundan birçok militan öldürüldüğü gibi, bunlardan bir kısmı Cemaate sığındı ve bir kısmı da yakalandı. Yakalanan veya Cemaate sığınan bu şahıslar, PKK’nin faaliyetleriyle ilgili Cemaate önemli bilgiler verdiler. Bu bilgiler neticesinde PKK’nin bazı alanlardaki arşivi ve silah depoları Cemaatın eline geçti. Bu şekilde bölge genelinde PKK, kısa sürede önemli darbeler yiyip, çok sayıda önemli elemanını kaybederek, etkinliğini yitirdi ve rahat hareket edemez duruma geldi.


Gelişerek ve yoğunlaşarak devam eden bu çatışmalarda PKK, Cemaatı tanımadığından ve hakkında yeterli derecede bilgi sahibi olmadığından, Cemaate karşı etkili bir savaş yürütemiyordu. Bu bilgisizlik ve istihbarat eksikliğinden dolayı doğru hedefler seçemiyor ve isabetli eylemler gerçekleştiremiyordu. Eylemlerinde gelişigüzel ve yanlış hedefler seçiyordu. Bu şekilde Cemaatle ilgisi olmayan birçok insanı katletti. Daha çok vahşet, panik ve korku ortamı yaratmak amacıyla eylem yapıyordu. Böylece bu eylemleriyle Cemaat mensuplarını yıldırmayı ve halkı Cemaatten uzaklaştırmayı hedefliyordu. Bu şiddet politikası ve sansasyonel eylemlerle Cemaatın mücadele sahnesinden çekileceğini ve direnmekten vazgeçeceğini düşünüyordu. Çünkü bu yöntem ve taktikleriyle o güne kadar birçok fert ve grubu ya korkutarak teslim almış veya mücadele sahnesinden çekilmelerini sağlamıştı.


TC’nin Kürdistan’daki görevlilerinin, bölgede gelişen olaylarla ilgili verdikleri yalan ve yanlış bilgilere dayalı raporlarla Ankara’daki üst makamları yanıltıp yönlendirdikleri, TC’nin de bu raporlara dayanarak yanlış politikalar oluşturması ve birçok hatayı ısrarla savunmak zorunda kalması gibi, aynı şekilde PKK’nin yerel kadro ve yöneticileri de bölgedeki olaylar ve özellikle Cemaatle yaşadıkları çatışmalar, karşılaştıkları sorunlar, Cemaatın bölgedeki gücü ve etkinliği hakkında PKK merkezini yalan ve yanlış bilgilere dayalı raporlarla çok kötü bir şekilde yanıltıyorlardı. PKK merkezinin bu şekilde yanlış bilgilendirilmesine ve yönlendirilmesine defalarca şahit olduk. Hem Cemaatle ilgili ve hem de bölgede gelişen diğer bazı olaylar, tamamen gerçeğe aykırı bir şekilde PKK merkezi tarafından kamuoyuna açıklanıyordu. Bunu bilerek veya bilmeyerek, bir taktik icabı veya ihanet gereği, her ne amaçla yaptılarsa bu durum PKK’nin faydasına değildi. Özellikle Cemaatle ilgili bu şekilde yanlış bilgilendirilmenin faturası PKK’ye çok ağır ve pahalıya mal oldu.


Yoğun bir şekilde devam eden dört-beş yıllık çatışmalar neticesinde 400’e yakın Müslüman şehid oldu. Birçok Cemaat mensubu TC tarafından yakalandı veya deşifre olup firari durumuna düştü. Binlerce Cemaat mensubunun düzenli yaşantıları ve ticari hayatları bozuldu. Bir çok Cemaat mensubu, can güvenliği veya başlayan yeni dönemin yaşam ve mücadele şartlarının gereği olarak işyerini kapatmak, evini değiştirmek ve normal hayatını terk etmek zorunda kaldı. Sadece Cemaat mensupları değil, bölge genelinde yaşanan çatışma ortamından dolayı halkın ekonomik ve ticari hayatı önemli oranda etkilendi ve zarara uğradı. Bölge üzerinde hesapları olan ve o güne kadar Cemaatın gücünü bilmeyen, hesaba katmayan veya bu şekilde tasavvur edemeyen güç odaklarının hesapları bozuldu. Aynı zamanda bölgeyle ilgili yapılan siyasi ve toplumsal değerlendirmelerin ve ileri sürülen varsayımların çoğunun yanlışlığı ortaya çıktı. Bölgede var olan ve değişmezmiş gibi görünen siyasi ve toplumsal dengeler sarsıntı geçirip değişime uğradı.


1994-95 yıllarına kadar yoğun bir şekilde süren bu çatışma neticesinde, Allah’ın yardımı, şehitlerin kanının bereketi, Cemaat mensuplarının samimiyet, fedakarlık, cesaret, sabır ve direnişleri sayesinde PKK, Cemaat karşısında büyük oranda etkisiz hale getirildi. Bu savaş, PKK’nin Kürdistan’ın bütün yerleşim alanlarında gücünün kırılması ve kan kaybetmesine sebep oldu. PKK’nin Cemaat karşısında içine düştüğü zayıflık ve kötü durum bölge halkının tümü tarafından yakından müşahede edildi. Bütün gözlemcilerin, araştırmacıların ve TC’nin de itiraf ettiği gibi, Kürdistan’ın birçok yerleşim alanında üstünlük Hizbullah’a geçti. Öyle ki, PKK’nin Cemaate karşı eylem yapacak gücü kalmayınca olaylar kendiliğinden yavaşlayıp durma noktasına geldi. Cemaatin sonsuza dek PKK ile çatışmak gibi bir hedefi ve niyeti olmadığından, PKK’nin gücü kırılınca Cemaat de eylemlerinin dozunu düşürdü. Böylece lokal ve sınırlı çatışmalar dışında, PKK ile yaşanan geniş kapsamlı yoğun çatışma dönemi sona erdi.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:33
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
PKK’NİN İÇİNE DÜŞTÜĞÜ ZAAF VE ATEŞKES ÇAĞRILARI

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
PKK, kısa süre içinde Cemaatı imha edeceğini düşünerek bu çatışmayı başlattı. Bu amacına ulaşmak için elindeki bütün imkanları kullanarak Cemaate karşı yoğun ve süratli bir şekilde saldırıya geçip eylemler düzenliyordu. Ancak, bütün bu çabalarına rağmen olaylar PKK’nin istediği ve öngördüğü şekilde gelişmiyordu. Çatışmalar gelişerek yayıldıkça ve çatışma süreci uzadıkça PKK, ne kadar dirençli bir hareketle karşı karşıya olduğunu görüyordu. Artık kendisi de bu çatışmayı başlatmakla yanıldığını ve bu savaşı kazanamayacağını anlamıştı. İmha ve tasfiye etme bir yana, Cemaate karşı ciddi hiçbir başarı dahi gösteremiyordu. Çatışmalardan aldığı önemli askeri darbelerin dışında, bu çatışmanın siyasi, teşkilati ve psikolojik olarak kendisine verdiği zararların geniş boyutunu görmeye ve idrak etmeye başladı.


PKK, o güne kadar Kürdistan’da muhaliflerine karşı başarılı bir şekilde uyguladığı politika ve taktiklerinin Hizbullah için geçerli olmadığını çok acı bir şekilde yaşayarak anladı. İçine düştüğü bu kötü durumdan kurtulmak ve daha fazla zarar etmemek için bu çatışmayı sona erdirme arayışlarına girdi. PKK, o derece kötü ve aciz bir duruma düşmüştü ki, bir çıkış kapısı ve çözüm yolu bulmak amacıyla her kapıyı çalıyordu. Bu çatışmanın son bulması için ateşkes taleplerini ve muhatap arayışlarını en üst düzeyde dile getiriyordu. Nitekim Abdullah Öcalan, bu konuyla ilgili değişik zamanlarda yaptığı konuşmalarda ve basına yaptığı açıklamalarda bu çatışmanın bitmesi ve bir ateşkesin yapılması için defalarca çağrıda bulundu. Hatta bir seferinde sinirli bir şekilde; “Bu kadar bağırıp çağırmamıza rağmen, bir ses, bir cevap bile veren yok” diyerek, içine düştükleri kötü durum ve acziyeti ifade ediyordu. Bu kadar ısrarlı ve istekli bir şekilde çağrı yaptıkları halde muhatap bulamama ve muhatap alınmama karşısındaki tepki, öfke ve kızgınlığını dışa vuruyordu.


PKK, içine düştüğü bu çıkmazdan kurtulmak için değişik birimleri vasıtasıyla genel bir arayış içine girmişti. PKK’nin yayın organlarında bu çatışmanın son bulması ve bir ateşkesin yapılması doğrultusunda yazı ve röportajlar yayınlanıyordu. Bunlara ilaveten, bölgedeki yerel PKK sorumluları ve PKK’ye bağlı değişik legal ve illegal kuruluşlarda faaliyet yürüten birçok kişi, bu çatışmanın son bulması ve bir ateşkesin yapılması amacıyla muhatap bulmak için çabalarını sürdürüyordu. Bu doğrultuda, Cemaatten bildikleri veya Cemaat nezdinde girişimde bulunabileceğini tahmin ettikleri kişilere başvuruyor ve bu işin son bulması doğrultusundaki istek ve arzularını bildiriyorlardı. PKK, yüz yüze bulunduğu ve ciddi olarak etkilendiği bu önemli sorunu aşmak, içine düştüğü kötü durumdan kurtulmak ve bu çatışmadan daha fazla güç ve prestij kaybetmemek için çok yönlü girişimler başlatmıştı.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:34
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
FARKLI KESİMLERİN ATEŞKES BEKLENTİSİ VE PKK’NİN YAYDIĞI UYDURMA ATEŞKES HABERLERİ

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Hizbullah-PKK çatışmasının devam ettiği dönemlerde bölgenin değişik yerlerinde birkaç kez Hizbullah ile PKK’nin ateşkes yaptığı haberleri yayıldı. Bu haberlerin yayılması üzerine halk cadde ve sokaklara dökülüp, davul zurna çalarak sevinç gösterilerinde bulundu ve bu durumu şenliklerle kutladı. Belirli aralıklarla, farklı alanlarda benzer şekilde yayılan bu ateşkes yaygarasının perde arkasında PKK vardı. Cemaat bunu PKK’nin yaptığını net bir şekilde bildiği gibi, PKK de bu işteki rolünü gizlemiyor ve inkar etmiyordu. Yayılan ateşkes haberleri ve yapılan şenlikler, PKK’nin ateşkes için girişimlerini sürdürdüğü, muhatap arayışı içinde olduğu ve bu doğrultuda çağrılar yaptığı döneme denk geliyordu. PKK, böyle haberleri yayarak, bu tür sevgi gösterileri ve şenlikleri organize ederek, halkın isteğinin de bir ateşkesin yapılması doğrultusunda olduğunu göstermeye çalışıyordu. Bu taktik uygulamalarıyla kamuoyu baskısı oluşturup, ateşkes için Cemaatı ikna ederek veya kabule zorlayarak resmi bir ateşkesi hayata geçirmek istiyordu.


Sadece PKK değil, bölge halkı ve diğer bazı Kürt siyasi çevreleri de böyle bir ateşkes özlemi çekiyorlardı. Bütün bu kesimlerin ateşkes istemelerinin farklı nedenleri ve kendilerince haklı gerekçeleri vardı. PKK ve tabanı, içine düştükleri çıkmazdan kurtulmak ve daha fazla zarar etmemek için böyle bir ateşkesi istiyorlardı. Diğer Kürt örgütleri, Kürt siyasi çevreleri ve Kürt milliyetçilerinin bir kısmı, Kürdistan’da Kürt halkı ve örgütleri arasında böyle bir çatışmanın yaşanmasından rahatsızlık duydukları için, bir kısmı ise süren çatışmalardan kendileri de direkt veya dolaylı bir şekilde zarar gördükleri için çatışmaların son bulmasını ve ateşkesin yapılmasını arzuluyordu. Bölge halkı da, bölge insanları arasında böyle bir çatışmanın yaşanmasından samimi olarak rahatsızlık duyduğu gibi, bu çatışmanın kendisine dolaylı veya dolaysız verdiği zararlar nedeniyle bu çatışmanın bitmesini istiyordu.


Kürdistan’da rejimin zulüm politikalarından kaynaklanan ve geçmişten süregelen halkın kronikleşmiş temel sorunlarına ilaveten, bölgede uzun zamandır devam eden PKK-TC çatışmasının beraberinde getirdiği sorunlar, halkın yükünü ciddi bir şekilde ve yeterince ağırlaştırmıştı. Bütün bunlara Hizbullah-PKK çatışmasının beraberinde getirdiği yeni sorunlar ve zorluklar da eklenince, halkın bu ortamdan olumsuz olarak etkilenmemesi mümkün değildi. Bölge halkı, genel olarak bu çatışma ortamının beraberinde getirdiği siyasi, sosyal ve ekonomik bir çok sorun ve sıkıntıdan dolayı çatışma ortamından zarar görüyordu. Ancak halk, bu çatışmalardan kaynaklanan mağduriyetiyle beraber, daha çok bölgede süren çatışma ve gerginlik ortamının son bulması için böyle bir ateşkesin olmasını arzuluyordu.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:34
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
PKK’NİN ATEŞKES ÇAĞRILARINDAKİ SAMİMİYETSİZLİĞİ

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
PKK’nin, geldiği nokta ve elde ettiği başarılardan dolayı içine düştüğü zafer sarhoşluğuyla gerçeği göremeyip Hizbullah’a savaş açmakla yanılgısını anladığını bir anlık kabul edelim. Ancak, çatışmalar başlayıp gerçeği acı bir şekilde görüp yaşadıktan sonra da Cemaate karşı tutum ve uygulamalarında bir değişiklik görünmüyordu. Sürekli ateşkes çağrıları yaptığı, bu çatışmanın durdurulması için muhatap arayışında olduğu, arabuluculuk yapacak birilerini bulmak için her kapıya başvurduğu dönemde dahi, Cemaate yönelik çok yönlü saldırılarını sürdürüyordu. Fiili saldırılarıyla beraber iftira ve yalana dayalı propagandalarla Cemaatı çirkin bir şekilde karalamaya devam ediyordu. Pratikte iyi niyetini ve samimiyetini gösterecek hiçbir uygulaması görünmüyordu. O zamana kadar her konuda samimi ve dürüst davranmadığı gibi, yaptığı ateşkes çağrılarında ve bu doğrultudaki girişimlerinde de samimi görünmüyor ve güven vermiyordu. O güne kadarki samimiyetsiz tavırları ve yanlış politikalarından dolayı başına gelenlerden tecrübe ve ders alıp dürüst davranacağına, bunun tam aksine sürekli yaptığı yanlışlıkları tekrar etmeye devam ediyordu. Bu da onun bu işte samimi olmadığını, art niyetli hareket ettiğini ve bazı oyunlar peşinde olduğunu açıkça gösteriyordu.


Hizbullah-PKK çatışması sürüyorken, bu döneme denk gelen Hizbullah-nifak grubu çatışması başladı. PKK, bu çatışmaları ve Cemaatle nifak grubu arasındaki ihtilaf ve çelişkileri fırsat bilip, ele geçirdiği bu kozu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak için harekete geçti. PKK, kendi yayın organlarında bu grupla görüştüklerini, bu grubun gerçek Hizbullah olduğunu ve bu grupla bir sorunlarının olmadığını, kendileriyle çatışan grubun TC’nin kontrolündeki Hizbullah olduğunu söyleyerek, Cemaate karşı nifak grubunu destekliyordu. Cemaatı karalayan, nifak grubunu ise öven değişik haber ve görüşler PKK’nin basın yayın organlarında da yayınlanıyordu. Münafıklar da PKK ile görüşüp anlaştıklarını ve ilişki içerisinde olduklarını söylüyor ve gizlemeye ihtiyaç duymuyorlardı. Apo “Bu çocuklarla ara sıra görüşüyoruz” diyerek hem bu grupla ilişkilerini doğruluyor ve hem de bunları Cemaate karşı nasıl kullandıklarını alaycı ve aşağılayıcı bir üslupla ifade ediyordu. PKK’nin Cemaate yönelik yürüttüğü bu düşmanca faaliyetlerinin hepsi ateşkes çağrılarını yaptığı dönemde gerçekleşiyordu. Bir taraftan Cemaate karşı böyle komplolar içerisindeyken, diğer taraftan ateşkes çağrısı yapması bu işte samimi olmadığını ortaya koyuyordu.


PKK’nin o güne kadar Cemaate karşı başvurduğu ve faydalı bir netice alamadığı komplo ve taktikleri gibi nifak grubunu Cemaate karşı kullanma taktiği de tutmadı. Yıpratma amacıyla yürüttüğü yalan propagandalarına kendi tabanı dahil halktan hiç kimseyi inandıramadı. Cemaate karşı yürüttüğü çok yönlü mücadelesinden bir netice alamayınca, bu sefer politika değiştirerek yeni taktiklere başvurdu. Bir taktik gereği Cemaatle ilişki kurmaya çalışarak, siyasi ve politik oyunlarla hedefine ulaşmayı denedi. Ancak, Cemaatle ateşkes yapmak için muhatap arayışları içerisinde olduğu dönemde dahi kendi tabanına karşı yalancı bir duruma ve çelişkiye düşmemek için, bir yandan Cemaate yönelik süregelen karalama ve düşmanlığına devam ediyor, diğer yandan da canla başla ateşkes için Cemaatle görüşmenin yollarını arıyordu. Eğer gerçekten PKK, Cemaatın TC’ye bağlı veya TC’nin desteğiyle ortaya çıkan bir kontra örgütü olduğuna inanıyorduysa, o zaman niçin ısrarla böyle bir kontra hareketi ile masaya oturmaya ve ateşkes yapmaya can atıyordu? PKK, kamuoyu nezdinde bu çelişkili durumunun ve ikiyüzlülüğünün ortaya çıkmaması için özel çaba harcıyor ve değişik oyunlara başvuruyordu. Bu da PKK’nin art niyetini ortaya koyan bir başka samimiyetsizlik göstergesiydi.


Uzun süreden beri devam eden bu çatışmanın tarafları belliydi. Böylesine önemli bir sorunun çözüme kavuşması ve bu savaşın bitmesi için direkt çatışan iki taraf olan Hizbullah ve PKK’nin yetkilileri arasında bu ateşkes görüşmesinin yapılması gerekirdi. Ancak PKK, bu işi direkt kendisi yapacağına, bir oyun icabı kendisine bağlı İHD, HEP ve DEP gibi legal kuruluşları veya cephe faaliyetleri içinde olan insanlarını bu işte kullanıyordu. Bunların çoğunun belirleyicilik ve bağlayıcılık vasfı olmadığı gibi, bu işte Cemaatın muhatapları da olamazlardı. Ayrıca, bunlarla yapılacak herhangi bir görüşme veya anlaşmayı PKK, inkar edebilir, sahiplenmeyebilir veya istediği zaman kendisini bağlamadığını söyleyebilirdi. Kendisi direkt taraf olmadığından hiçbir sorumluluk duymadan ve yükümlülük altına girmeden isteğine uygun hareket edebilirdi. Bu şekilde davranarak Cemaatı, şeytani bir şekilde politik oyunlarına alet etmek istiyordu. Bu da PKK’nin bir diğer samimiyetsizlik örneğiydi.


Bir diğer husus ise PKK’nin, kiminle çatıştığını ve kiminle karşı karşıya olduğunu çok iyi bilmesine rağmen, çatışmaların son bulması ve ateşkesin sağlanması için bilerek yanlış adreslere başvurmasıydı. Muhatap bulmakta zorluk çektiğini bir dereceye kadar kabul edebiliriz. Ancak PKK’nin, bu iş için müracaat ettiği, muhatap aldığı ve kendileriyle görüşme yaptığı insanların Cemaatle ilişkilerinin olmadığını, Cemaatı temsil etmediklerini, böyle bir görüşme yapmak için Cemaatın onayı ve iznini almadıklarını bildiği halde, bu insanlarla görüşmesi ve bu yollara tevessül etmesi iyi niyetli olmadığını göstermekteydi. Bu oyunlara başvurarak bir netice alamayacağını herkesten daha fazla kendisinin bilmesi gerekirdi. Nitekim dürüstlükle bağdaşmayan bu tutum ve davranışları birçok fırsatı kaçırmasına sebep oldu. Bu ahlak dışı oyun ve komplolar, PKK’ye ve bu işe teşebbüs eden insanlara pahalıya mal oldu. Başvurduğu bu yollardan hiçbir fayda elde etmediği gibi, işi daha da çözümsüzlüğe iterek Cemaatın güven ve itimadını tamamen sarstı.


PKK, hiçbir ahlaki kurala riayet etmeyen, güvenirliği olmayan, kaypak, fırsatçı ve sözüne sadık kalmayan, her zaman ihanet eden, şantaj ve komplolara başvuran, iftira ve yalan ile karalamayı ahlak edinen, günü kurtarma peşinde koşan ve istikrarlı bir çizgisi olmayan tutarsız bir harekettir. Bunları aleyhinde propaganda yapmak ve karalamak amacıyla söylemiyoruz. Bu söylediklerimiz, hem Kürdistan insanları olarak, hem çeyrek asırlık mücadele ömrü olan bir hareket olarak ve hem de PKK ile uzun süre çatışan bir cemaat olarak, gözlemlerimizle, yaşadıklarımızla ve tecrübelerimizle tanıklık ettiğimiz PKK’nin en belirgin özellikleridir. Bütün bu belirgin özellikleri ve geçmişteki kötü pratiğine ilaveten, ateşkes çağrıları yapması ve bu doğrultudaki girişimleri hususunda da söylem ve pratiği birbiriyle çelişir durumdaydı. Cemaat, bütün bu durumları bilerek ve görerek PKK’nin ateşkes çağrılarında samimi olmadığına ve dürüst davranmadığına inanarak bu oyunlara gelmedi

(devam edecek)
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:35
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
CEMAATIN ATEŞKESE BAKIŞI

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Cemaat, çatışmalar başlamadan önce PKK’yi uyarmış, bu çatışmanın taraflara bir faydasının olmayacağını, bu çatışmadan en fazla TC’nin istifade edeceğini, özellikle PKK’nin kendisine ikinci bir cephe açmakla Cemaatten daha fazla zarar eden taraf olacağını söylemişti. PKK’nin başka bir alternatif bırakmaması sonucu Cemaatın zorunlu olarak içine girdiği bu savaş, dayatma ve imhaya karşı savunma savaşıydı. Cemaat, başka hiçbir seçeneği ve alternatifi olmadığından, varlığını koruyabilmek için uzun süre devam eden bu ağır savaşa katlanmak zorunda kaldı. Nitekim, bu çatışmanın sonuçları hakkında Cemaatın çatışma öncesi değerlendirmesi ve öngörüsü doğru çıktı. Bu çatışmanın kazanan tarafı TC oldu. PKK ise, bu savaşı dayatmakla hedefine ulaşamadığı gibi, aldığı darbeler nedeniyle büyük oranda güç kaybetti. Birkaç yıl şiddetli bir şekilde devam eden bu çatışmalar neticesinde PKK, Cemaate karşı eylem yapamayacak kadar zayıf düştü ve yerleşim alanlarının çoğunda üstünlük Cemaate geçti.


Cemaatın sonsuza dek PKK ile savaşıp, bütün güç ve enerjisini bu çatışmada tüketme gibi bir niyeti ve amacı yoktu. PKK’nin etkinliğinin kırılması ve eylemsizlik sürecine girmesiyle Cemaat de, yoğun eylemliliğe son verdi. Böylece çatışmalar önemli oranda azalıp kesilme noktasına geldi. PKK, içine düştüğü kötü durum ve sıkışmışlık nedeniyle yapılacak bir ateşkes görüşmesinde Cemaatın bütün şartlarını kabul edebilecek bir görünüm sergiliyordu. Çünkü, böyle bir ateşkese çok ihtiyacı vardı. Ayrıca bu doğrultuda yoğun bir istek ve çaba içerisinde olduğunu da gösteriyordu. TC ise, bu çatışmaların devam etmesi için provokasyonlar dahil olmak üzere her yola başvuruyordu. Cemaat, TC’nin daha fazla bu çatışma ortamından istifade etmesini önlemek, provokasyonlarını boşa çıkarmak ve oynanan oyunları bozmak için ateşkese olumlu bakıyor ve gerekliliğine inanıyordu. Bütün bu nedenlerden dolayı Cemaat, uygun bir zamanda ve ortamda istek ve şartlarının kabul edileceği bir ateşkes görüşmesinin yapılması taraftarıydı. Bu çatışmanın hem kendi çıkarlarına ve hem de Müslüman halkının çıkarlarına olacak şekilde resmi bir ateşkesle son bulmasını arzuluyordu.


Cemaat, yapılacak bir görüşmenin ve sağlanacak bir ateşkes anlaşmasının verimli, kalıcı, kapsamlı ve temelli olması için iki taraf arasında en üst düzeyde yapılmasını istiyordu. Ancak, içinde bulunduğu mücadele ortamının ağır ve olumsuz şartlarından dolayı bunu gerçekleştirmede zorlanıyordu. PKK ile üst düzeyde irtibat kurma, görüşme için uygun yer ve zaman tayini gibi sorunlar bu işi engelleyen önemli etkenlerdi. Çünkü, PKK ile arasında geçmişe dayalı bir irtibat ve ilişki olmadığından Cemaat, PKK’nin üst düzey yetkilileri ve yurtdışındaki merkeziyle sağlıklı bir irtibat kurmada zorluk çekiyordu. Ülke içindeki PKK sorumlularıyla görüşmek ve haberleşmekten de bilerek kaçınıyordu. Zira PKK’ye yönelik TC’nin sızması ve kontrolü çok ileri düzeydeydi. Cemaat, TC’nin PKK üzerindeki bu kontrolünü, kendisine sığınan veya yakalayıp sorguladığı PKK’lilerin itiraflarından ve eline geçen PKK’nin bazı bölge arşivlerinden çok iyi ve detaylı bir şekilde biliyordu. Ülke içinde böyle bir görüşmeye teşebbüs edilirse, TC’nin bunu haber alıp provoka edebileceği gibi, bu kanaldan darbe yiyeceği endişesini de taşıyordu. Böyle bir olumsuzluk, beraberinde bir çok yeni sorun getirecek ve tehlikeli sonuçlar doğuracaktı. Cemaat, böyle bir girişimin beraberinde getireceği zarar ve tehlikeleri göz önünde bulundurarak, özellikle yurt içinde PKK ile ilişki kurma ve görüşmeyi sakıncalı buluyor ve bu hususta çok ihtiyatlı ve çekingen davranıyordu. Ancak, bu işin sağlıklı, güvenilir ve emin bir şekilde gerçekleşmesi için de uygun yolları araştırmaya devam ediyordu.


Cemaatın, bu işte acele etmeyip ihtiyatlı davranmasının en önemli sebeplerinden biri de, PKK’ye olan güvensizliğiydi. Çünkü Cemaat, PKK’yi çok iyi tanıyordu. O güne kadar sadakat ve dürüstlük adına hiçbir şeyine tanık olmamıştı. PKK’nin içine düştüğü çıkmazdan kurtulmak için taktik icabı böyle bir yaklaşım sergilediği, bu işi suiistimal edip kötü bir şekilde istifade edeceği, bu işte samimi olmadığı ve böyle bir antlaşmaya bağlı kalmayacağı şeklinde şüphe ve tereddütleri vardı. Gündeminde böyle bir ateşkes konusu olmasına rağmen, bütün bu endişelerinden dolayı acele etmeyip ihtiyatlı hareket ediyordu. Daha sonraki gelişmeler ve yaşanan olaylar, Cemaatın PKK’yi yanlış tanımadığını, bu endişe ve şüphelerinde haklı olduğunu ortaya koydu.
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:36
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
PKK’NİN KAMUOYUNA İLAN ETTİĞİ HİZBULLAH-PKK ATEŞKES YALANI

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Cemaat, belirttiğimiz ve vurguladığımız haklı bir çok nedenden dolayı PKK’nin ateşkes çağrılarını ve bu doğrultudaki girişimlerini samimi, dürüst ve gerçekçi bulmuyordu. Nitekim daha sonraki gelişmeler Cemaatın, PKK hakkındaki düşünce ve değerlendirmelerinin doğru olduğunu, şüphe, endişe ve tereddütlerinde haklı olduğunu ortaya koydu. Böylece, PKK hakkındaki bilgi ve tecrübelerinin kendisini yanıltmadığı bir kez daha doğrulanmış oldu. Çünkü, ateşkes girişimleri doğrultusunda yaşanan bütün bu gelişmelerden kısa bir süre sonra PKK, Hizbullah ile ateşkes kararı aldığı şeklindeki yalan haberi kamuoyuna ilan etti. Cemaatın isminin kullanıldığı, ancak Cemaatın içinde olmadığı ve haberdar edilmediği bu ateşkes haberi tamamen asılsız olup, PKK’nin bir senaryosu ve tezgahladığı politik bir oyundan ibaretti.


PKK tarafından bölgede dağıtılan ve PKK merkez komitesi imzası taşıyan bildiride, Hizbullah ile PKK’nin ateşkes kararı aldıkları haberi kamuoyuna duyuruluyordu. Söz konusu bildiride, Hizbullah ile PKK’nin görüşüp konuştukları ve ateşkes kararı aldıkları ifade ediliyordu. Ancak, bildirinin içeriği sadece bu yalan haberden ibaret değildi. Bu bildiri, Cemaati töhmet altında bırakıcı ve suçlayıcı çirkin bir üslupla kaleme alınmıştı. Sanki Cemaat, o güne kadar TC tarafından oyuna getirilerek PKK ile çatışmaya sürüklendiğini ve kullanıldığını kabul etmiş, PKK’nin o güne kadar söylediği her şey doğruymuş, Cemaat da yanlışlığını anlayıp içine düştüğü bu durumdan kurtulmak için PKK’den yardım istemiş, PKK de Cemaatın bu durumdan kurtulması için yardımcı olmayı kabul etmiş şeklinde, haince ve düşmanca bir üslupla yazılmış, baştan sona kadar kurgu ve hayal ürünü bir bildiriydi. Yani bu bildirinin tek amacı, o güne kadar PKK’nin Cemaat hakkında söylediği bütün yalan ve iftiraları bu taktikle ve böyle bir senaryoyla sözde Cemaatın dilinden doğrulatmaya çalışmaktı.


Oysa ki, böyle bir görüşme ve ateşkes anlaşması olmamıştı. Bu, PKK’nin Cemaate karşı süregelen düşmanlık, iftira ve komplolarının yeni bir türüydü. PKK, hazırladığı bu tuzağa kendisi düşmüş ve suçüstü yakalanmıştı. Bu suçu ve ihaneti inkar edilemeyecek ve üstü örtülemeyecek kadar açıktı. Eğer PKK, bu yapılanların kendisinin hayali bir senaryosu olmadığını ve Cemaat adına birileriyle böyle bir işi yaptığını iddia ederse, çok kötü bir şekilde oyuna geldiğini ve aldatıldığını kabul etmiş olacak ki bu da bağışlanmayacak büyük bir suç ve teşkilati basitliktir. Usulen ve ahlaken Cemaat adına, Cemaatın izni ve bilgisi dışında yapılacak bir görüşmeyi PKK’nin kabul etmemesi ve böyle bir görüşmeye taraf olmaması gerekirdi. Çünkü, Cemaatın dışında böyle bir görüşme ve ateşkes anlaşmasını kiminle yaparsa yapsın, bunun Cemaatı bağlamayacağını ve bir geçerliliğinin olmayacağını en iyi bilmesi gereken PKK’dir. Eğer bunu bilinçli yapmışsa -ki öyledir- PKK’nin böyle basit komplo, senorya ve aşağılık yöntemlerle amacına ulaşacağını düşünmesi, saflıktan ve zavallılıktan başka bir şey değildir. Çünkü, uzun süredir devam eden ve PKK’ye çok pahalıya mal olan bu savaş, PKK’nin bu şekildeki iftira, yalan, karalama, komplo ve ithamlarla Cemaate saldırmasından kaynaklanmıştı. O güne kadar hiç fayda görmediği bu yol ve yöntemleri tekrar denemesi ve bu gayr-ı ahlaki tutumunu sürdürmesi hiçbir şekilde onun faydasına değildi. Eğer gerçekten PKK, görüşme ve ateşkes çağrılarında samimi olsaydı, sorunu daha da çözümsüzlüğe iten böyle bir komplonun içinde olmaması ve bu yanlışı yapmaması gerekirdi.


Cemaat, kendisinden habersiz, kendi adına perde arkasında bazı oyunların oynanabileceğini veya oynandığını düşünerek, o güne kadar PKK ile görüşme veya ateşkes konusunda kendi inisiyatifi dışında sürdürülen çabaların ve yapılan girişimlerin hiç birini ne desteklemiş ve ne de kabul etmişti. Hatta bu doğrultuda kendisinden habersiz yapılan girişimleri düşmanlık olarak değerlendiriyordu. Cemaatın böyle bir şeyi kabul etmeyeceğini, bu oyuna gelmeyeceğini ve buna şiddetli tepki göstereceğini PKK’nin hesaplaması gerekirdi. Böyle bir görüşmeyi PKK kiminle yapmışsa ve böyle bir kararı kiminle almışsa alsın, bu tamamen Cemaate darbe vurmak için düşmanca tertiplenmiş bir komplo ve tuzaktı. Aslı olmayan böyle bir haberin yayınlanması Cemaatın kazanımlarını bertaraf etmeyi amaçlıyordu. Cemaatın bunu düşmanlık ve komplo olarak kabul etmekten başka bir seçeneği yoktu. Nitekim bu ihanet ve komplo girişimine Cemaat, bölge genelinde PKK’ye yönelik yoğun eylemler gerçekleştirerek çok sert bir şekilde tepki gösterdi. PKK, o güne kadar olduğu gibi, yaptığı bu çirkin işin cevabını ve karşılığını da eylemlerle aldı.


Cemaatın bu sert tepkisi üzerine PKK, ikinci bir bildiri dağıtmak zorunda kaldı. Bu ikinci bildiride adeta tükürüğünü yalarcasına önceki açıklamalarını tekzip ediyordu. Ayrıca hatasını düzeltmeye yönelik yumuşak ve özür dileyici bir üslup kullanmıştı. Ancak bir bildiriyle bütün bu yapılan yanlışlıkların üstünü örtmek ve sebep olduğu tahribatı düzeltmek o kadar kolay değildi. Zira böyle önemli bir konuda Cemaat adı kullanılarak kamuoyuna gerçek dışı bir açıklama yapılmıştı. Cemaatın bu komplodan gördüğü ve göreceği büyük zararları PKK’nin tekzibi ve özrü telafi etmiyor ve menfi tesirlerini ortadan kaldıramıyordu.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:36
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
HİZBULLAH-PKK ÇATIŞMASI ÖNCESİ DÖNEMDE PKK’NİN İYİ DURUMU VE KAZANIMLARI

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Hizbullah ile çatışma öncesi dönem, her açıdan PKK’nin istediği yönde olayların geliştiği bir dönemdi. PKK, belirlediği strateji ve politikaları doğrultusunda istediği ve öngördüğü şekilde hızlı bir gelişme içinde olup hedeflerine doğru adım adım ilerliyordu. TC ile çatışma süreci ve olaylar, PKK’nin de öngörmediği ve tahmin etmediği bir şekilde kendi lehine gelişiyordu. Ulaşılmasını istediği ve arzuladığı bir merhaleye ulaşmış, bu hızlı ilerleyişi karşısında TC aciz ve etkisiz kalmıştı. *****huriyet tarihinde hiçbir silahlı Kürt hareketine kısmet olmayan ve hiçbir Kürt hareketinin yakalayamadığı ve ulaşamadığı bir merhaleye ulaşmış ve dönemsel bir başarı kazanmıştı. Bu açıdan, 1991-1992 yılları PKK için altın yıllar ve geldiği nokta zirve olarak isimlendirilebilir.
1992 öncesi ve sonrası veya Hizbullah-PKK çatışması öncesi ve sonrası TC ve PKK’nin Kürdistan’daki durumlarını iki ayrı dönem şeklinde ele alarak karşılaştırırsak, tarafların durumlarını daha net bir şekilde görme ve bölge gerçeklerini anlama imkanımız olacaktır. Bu durumun daha iyi anlaşılması ve açıklığa kavuşması için, o tarihlere geri dönüp bakarak ve o dönemde yaşanan olayları hatırlayıp tek tek ele alarak tarafların içinde bulundukları gerçek vaziyetlerini, başarı veya başarısızlıklarını net bir şekilde göz önüne sermemiz gerekir. İlk önce Hizbullah-PKK çatışması öncesi dönemde PKK’nin içinde bulunduğu duruma bakıp o dönemde geldiği nokta, elde ettiği önemli kazanım, başarı ve avantajlarını ele alacağız. Bu kazanım ve başarıları maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:
-PKK, parti, gerilla ve cephe örgütlenmesini tamamlamış, planladığı ve öngördüğü şekilde stratejik hedeflerine ulaşma doğrultusunda hızlı bir ilerleyiş içindeydi.
-PKK, ihtiyaç duyduğu ve olmasını istediği legal ve illegal birçok yan kuruluşunu örgütlemiş, bunları değişik isimlerle aktif olarak faaliyete geçirmişti. Özellikle legal düzeyde çok sayıda yan kuruluşa sahip olmuştu.
-PKK, silahlı mücadelede kazandığı başarılar neticesinde Kürdistan’ın bazı noktalarında alan hakimiyeti kurmuş, kurtarılmış bölge diyebileceğimiz bu alanlarda uzun süreli ve yerleşik bir şekilde çok yönlü faaliyet yürütüyordu.
-PKK, Kürdistan’ın bir çok noktasında silahlı eğitim kampları kurmuş ve buralarda kalabalık gerilla birlikleri bulundurmaktaydı. TC güçleri, bu yerleri bildikleri halde üzerlerine gidemiyor veya bu alanlarda etkin operasyon düzenleyemiyordu.
-PKK militanları, özellikle kırsal alanda çok rahat bir şekilde hareket ediyor, hiçbir zorlukla karşılaşmadan, korkusuzca istedikleri köylere girip çıkıyorlardı. Bu köylerde uzun süre barınabiliyor, siyasi ve ideolojik faaliyet yürütebiliyor ve birçok ihtiyaçlarını temin edebiliyorlardı.
-PKK, hem şehirlerde ve hem de kırsal alanda düzenli ve aktif bir milis gücü örgütlemişti. Hemen hemen her mahalle, köy ve mezrada varolan bu milisler, PKK’nin her yerde gözü, kulağı, kılavuzu, istihbarat kaynağı ve mesajlarını halka ulaştırma unsurlarıydı. Bu milisler, PKK için dağdaki gerilladan daha etkin ve önemli görevler yürütüyorlardı. Çünkü, bunlar olmadan dağdaki gerilla yerleşim alanlarına yönelik hiçbir faaliyet icra edemezdi.
-PKK, halk anlaşmazlıklarına müdahale ediyor, bu anlaşmazlıkları çözmek için halk mahkemeleri kuruyor, istediği kişiyi bu mahkemelere çağırıp yargılıyor, verdiği çözüm ve aldığı kararları uyguluyor, buna karşı çıkan veya itaat etmeyenlere maddi müeyyideler uygulayarak cezalandırıyordu.
-TC, gösterdiği bütün çabalara, yaptığı bütün baskılara ve maddi tekliflere rağmen koruculuk sistemini oturtamıyordu. Halkın isteksizliği yanında PKK’nin etkinliği koruculaştırmayı önlemede önemli bir engeldi. Bazı alanlarda ise PKK taktik icabı bilinçli olarak kendisi koruculuğa izin veriyor ve bu işi organize ediyordu. Böylece, koruculuğu kabul eden bu insanlardan örgütsel çıkarları doğrultusunda istifade ediyordu.
-PKK, teşhis, tecrit ve imha politikasını başarılı ve yoğun bir şekilde uyguluyordu. Bu politika gereği kendisine karşı çıkan veya çıkarlarına engel gördüğü birçok kişiyi ilk önce kötülüyor, aleyhinde propaganda yapıp karalıyor ve topluma suçlu olarak tanıtıp ilan ediyordu. Daha sonra, bu insanları boykot ederek toplumdan tecrit ediyor, halkla ilişkilerini ve hatta aile ve akrabalarıyla ilişkilerini yasaklıyordu. Tecrit ettiği bu insanların bazılarına para cezası uyguluyor, bazılarını sürgüne gönderiyor, bazılarını da öldürüyordu.
-Legal parti örgütlenmesiyle siyasi faaliyetlerini kitleselleştirme başarısını gösteren PKK, seçimlere giriyor ve bu yolla meclise milletvekili gönderiyordu. Bu şekilde legal politik faaliyetlerini meclise kadar taşıyarak, iç ve dış kamuoyunda uzun süre devam eden siyasi çalkantılara sebep oluyordu. Böylece, TC’yi hem ülke içinde ve hem de uluslararası düzeyde zora sokuyor ve prestijinin sarsılmasına sebep oluyordu.
-PKK, ülke dışında ve özellikle Avrupa’da legal düzeyde geniş bir alanda faaliyet yürütüyordu. O dönemde kendisi dışında etkin bir hareket görünmediğinden, kendisini Kürdistan’da alternatifi olmayan bir güç olarak gösteriyordu. Böylece hem yurtdışındaki Kürtler üzerinde etkinlik kurabiliyor ve hem de uluslararası ilişkilerinde kendisini muhataplarına rahatça kabullendirebiliyordu.
-PKK, Kürdistan’ın birçok yerleşim alanında kendisine bağlı olmayan diğer legal partilerin mahalli teşkilatlarına sızarak, baskı yapıp yıldırarak veya kendisinden izin almaya mecbur bırakarak faaliyetlerini önemli oranda engelliyordu.
-Sadece kendi yan kuruluşu olan legal partide değil, diğer partilerden de kendisine bağlı veya kendisiyle anlaşmaya varan bazı kişileri aday gösterip milletvekili veya belediye başkanı olarak seçtirebiliyordu. Böylece bu partilerden de politik çıkarları doğrultusunda istifade ediyordu.
-Hangi partiden olursa olsun seçilen milletvekili veya belediye başkanlarının kendi güdümünde hareket etmeleri için baskı uyguluyor, politik hedefleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışıyor ve onlardan maddi ve siyasi rant elde ediyordu.
-Basın ve medya alanında, kendisine bağlı veya güdümünde yayın yapan bir dizi gazete, dergi, radyo, televizyon ve yayınevine sahipti. Bu legal veya illegal yayınların Kürdistan’ın her tarafına ulaşmasını sağlıyordu. Bunların vasıtasıyla örgütlü bir propaganda çalışması yapıyor ve mesajını halka ulaştırabiliyordu.
-Kürdistan’daki iş adamlarından, ihalelerden ve Türkiye’nin batı bölgelerinde yaşayan Kürt iş adamlarından istediği oranda vergilendirme adı altında haraç veya gönüllü bağış alabiliyordu. Bunun dışında, vergilendirme veya partiye yardım adı altında kendisinin tayin ettiği miktarda parayı, istediği her şahıs veya aileden alabiliyordu.
- Askere alma adı altında hem ülke içinden ve hem de yurtdışından, gerek baskı yoluyla ve gerekse de gönüllü olarak istediği oranda kadın ve erkeği toplayıp dağa çıkarıyordu.
-Kürdistan’ın bir çok yerleşim alanında, değişik münasebetlerle, istediği zaman birçok insanı sokağa döküp, Serhildan dedikleri gösteri ve yürüyüşler yapabiliyordu. Bu gösterilerde olaylar çıkararak bilinçli bir şekilde polis ve jandarmayla çatışma ortamı oluşturuyordu.
-Çatışmalarda ölen gerillalar için gösterişli cenaze merasimleri düzenliyordu. PKK’nin cephe faaliyetleri içerisinde olan birçok insan, ölen gerillalarla birinci derecede akrabalık bağları olmadığı halde, ölenlerin yakınıymış gibi kendisini tanıtıp cenazeleri alıyor, bazı cenaze sahiplerinin muhalefetine rağmen cenaze merasimlerini siyasi gösteriye dönüştürüyordu.
-Bölge genelinde bütün yerleşim alanlarında cephe faaliyetlerini yoğun bir şekilde yürütüyordu. Bu cephe faaliyetleri ve milis gücü ile dağ kadroları arasındaki koordine ve irtibat sayesinde yerleşim alanlarında; boykot, yürüyüş, cenaze törenleri ve benzeri faaliyetleri organize ediyordu. Bu etkinlikler için bir yerleşim alanından başka bir yerleşim alanına kısa süre içinde çok sayıda insanı intikal ettirebiliyor veya toplayabiliyordu.
-PKK, yayınladığı bir bildiri veya kendisine bağlı birkaç kişinin sözlü olarak yaydığı bir haberle, istediği şehirde birçok iş kolunda grev ve boykot yaptırabiliyordu. Kepenk kapatma ve kontak kapatma gibi eylemleri sık sık gerçekleştiriyordu.
-Bölgenin üniversitelerinde ve birçok şehrindeki orta dereceli okullarda öğrenci faaliyetlerini örgütleyip yönlendiriyor, istediği zaman buralarda olay çıkarıyor, öğrenci boykotları ve gösteriler düzenliyor veya bu öğrencilerin diğer alanlarda yapılan gösteri ve etkinliklere katılmalarını sağlıyordu.
-Kürdistan’daki milliyetçi, sol, sosyalist Kürt örgütlerinin bir çoğunu silah zoruyla veya elde ettiği güç ve konumun kendisine sağladığı imkan ve avantajlar sayesinde değişik taktikler uygulayarak ya etkisiz hale getirmiş, ya bertaraf etmiş, ya bölgeyi terk etmeye zorlamış veya kendi bünyesine katmıştı.
-Bölge insanının tarihten gelen devleti sevmeme, uzak durma, rejime entegre olamama, rejime yabancılaşma gibi genel bir özelliği vardı. PKK, zahiren rejim muhalifi ve fiili olarak savaşan tek güç olarak Kürdistan halkının bütün bu özelliklerinden faydalandı ve bu avantajı kullanma şansını elde etti. PKK’nin alternatifi olabilecek başka bir hareketin pratikte varlık gösterememesi sonucu halk, PKK’yi sevmediği ve onaylamadığı halde, ya destek vermek zorunda kalıyor veya kendisine engel olmuyordu.
-PKK’den farklı düşünen, ayrı örgütlenme içinde olan, farklı siyaset ve stratejiler takip eden birçok örgüt ve grup, PKK’yi onaylamadıkları ve onunla derin görüş ayrılığı içinde oldukları halde, bir çok olumsuzluğunu, hata ve yanlışını sineye çekiyor ve bu olumsuz duruma seyirci kalıyorlardı. Çünkü, PKK ile var olan ihtilaflarının çatışmaya dönüşmesi durumunda TC’nin dolaylı veya dolaysız bir şekilde bu durumdan istifade edeceğini bilerek, böyle hareket edip suskun kalmak zorunda kalıyorlardı.
-Cemaat, PKK ile var olan derin ideolojik, itikadi ve siyasi görüş ayrılığına rağmen, çatışmalar öncesi dönemde PKK’nin bölge genelindeki kepenk kapatma, kontak kapatma, yürüyüş yapma, öğrenci boykotları gerçekleştirme, köylerde propaganda ve maddi destek amaçlı toplantılar düzenleme gibi bütün eylem ve faaliyetleri karşısında sürekli nötr, müdahale etmeyen, gerginliğe ve çatışmaya sebep olacak tavır ve davranışlardan kaçınan bir siyaset izliyordu. TC’nin dolaylı veya dolaysız istifade edebileceği bir ortamın meydana gelmemesi için böyle bir tutum sergiliyordu. Eğer bu gerçekler görülseydi, kıymeti bilinip iyi değerlendirilebilseydi, bu durum PKK’ye büyük bir avantaj ve faaliyetlerinde büyük bir kolaylık sağlıyordu. Ancak PKK, bu ortamın ve bütün bu avantajların kıymetini bilmedi. Yanlış politikaları ve despotça uygulamalarıyla bütün bu imkan ve fırsatların elinden kaçmasına sebep oldu.
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:37
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
HİZBULLAH-PKK ÇATIŞMASI SONRASINDA PKK’NİN İÇİNE DÜŞTÜĞÜ KÖTÜ DURUM VE KAYIPLARI

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
PKK, 1992’lere kadar elde ettiği başarı ve kazanımlarını akıllıca koruma ve devam ettirme becerisini gösteremedi. Uyguladığı yanlış strateji, taktik ve siyasetlerle bu kazanımlarını heba etti. Kazandığı mevzilerini kaybedip gerilemesine sebep olacak tarihi hatalar yaptı. Bu hataların en önemlisi Cemaate zalimce bir imha savaşı dayatmasıydı. Cemaatle çatışma öncesinde PKK’yı uyarmış ve başlayacak bir çatışmanın her iki tarafın zararına, TC’nin faydasına olacağını söylemiştik. Olaylar, düşündüğümüz ve öngördüğümüz şekilde gelişti. PKK, Hizbullah ile çatışmaya girdikten sonra TC, rahat bir nefes alarak, ortaya çıkan bu yeni durum ve şartlardan yeterince istifade etti.


Eğer 1992 öncesi, yani Hizbullah-PKK çatışması öncesi dönemde PKK’nin durumunu, 1992 sonrası yani Hizbullah ile çatışma sürecine girdikten sonraki durumuyla karşılaştıracak olursak, PKK’nin stratejik ve taktik hatası sonucu Hizbullah’a dayattığı savaş neticesinde, 1992 yılından sonra nasıl kötü bir duruma düştüğünü ve kan kaybına uğradığını, nasıl tarihi bir fırsatı elinden kaçırdığını ve lehine işleyen süreci aleyhine çevirdiğini net bir şekilde görebileceğiz.


Hizbullah-PKK çatışmasıyla PKK amaçladığı hedeflerine ulaşamadığı gibi, olaylar arzulamadığı, öngörmediği ve beklemediği şekilde aleyhine gelişmeye başladı. Bu anlamda 1992 yılına kadar PKK açısından zirveye tırmanma dönemi olarak adlandırılabilirken, 1992 sonrası dönem zirveden baş aşağı düşüş ve gerileme dönemi olarak adlandırılabilir. PKK’nin 1992 sonrası dönemde içine düştüğü kötü durumunu ve kayıplarını maddeler halinde kısaca şöyle sıralayabiliriz:


-PKK, Cemaatle çatışmaya girdikten sonraki süreçte öngördüğü ve düşündüğü gibi Cemaatı imha edemediği gibi, başarı sayılabilecek hiçbir kazanım da elde edemedi. Aksine Cemaatle savaşında hiç ummadığı şekilde ağır darbeler yedi. Cemaatın başarılı direnişi ve eylemleri karşısında etkinliği kırıldı ve gerileme sürecine girdi. Bunun sonucunda, o güne kadar bölge halkı üzerinde baskı ve silah zoruyla kurduğu otorite sarsıldı. Çatışmalar uzadıkça kayıpları daha da arttı ve hızlı bir şekilde güç kaybetmeye başladı.


-Parti, gerilla ve cephe örgütlenmesini tamamlamış, bu örgütlenmesi sayesinde bölge genelinde etkin ve yoğun bir faaliyet yürüten PKK, Hizbullah ile çatışma sürecinin başlamasından sonra bütün bu yoğun ve etkin faaliyetlerini yürütemez hale geldi. Bazı alanlardaki faaliyetleri ya tamamen son buldu ya da zayıf ve etkisiz bir seviyeye geriledi.


-1992 öncesinde Kürdistan genelinde bir çok alanda rahat ve korkusuzca hareket edebilen, yerleşim alanlarına istediği zaman girip çıkan gerilla güçleri, Hizbullah ile çatışmaların başlamasıyla eskisi gibi rahat hareket edemez hale geldiler. Hizbullah ile çatışma yaşadıkları alanlara ya giremiyor veya bu alanlardaki etkinliklerini kaybederek alanı terketmek zorunda kalıyorlardı.


-PKK, içine düştüğü kötü durum neticesinde 1992 öncesinde olduğu gibi kırsal alanda rahat hareket edemiyor ve köylere korkusuzca girip çıkamıyordu. Dolayısıyla bu alanlarda eskisi gibi etkin örgütsel faaliyetler yürütemiyor ve birçok ihtiyacını karşılayamıyordu. Hizbullah ile ilişkileri olmadığı halde, PKK’nin Hizbullah karşısında içine düştüğü zafiyeti görüp bundan cesaret alan birçok köy halkı, PKK’lilerin köylerine girişlerine engel oluyordu.


-PKK’nin bütün yerleşim alanlarındaki faaliyetlerinin önemli ayağını teşkil eden, parti ile halk arasındaki iletişimde köprü görevi gören milis gücü, fonksiyonunu yitirip, eskisi gibi etkin faaliyet yürütemez duruma geldi. Bunların önemli bir kısmı Hizbullah ile çatışma sürecinin başlamasıyla etkisiz hale getirildi. Geriye kalan çok az sayıda bir kesim ise, kendi canını kurtarmak için ya dağa veya batı illerine kaçmak zorunda kaldı. Bunun sonucu olarak PKK’nin, dağdaki militanlarıyla yerleşim alanlarındaki birimleri arasında önemli ölçüde irtibat kopukluğu ve iletişim zorluğu yaşanıyordu. Bu durumun sonucu olarak PKK, yerleşim alanlarında eskisi gibi etkin faaliyet yürütemez ve eylem yapamaz duruma geldi.


-Çatışmalar öncesinde bölge genelinde yoğun bir şekilde faaliyet yürüten PKK’nin legal ve illegal düzeydeki çeşitli yan kuruluşları, Hizbullah ile çatışmalar sonrasında eskisi gibi aktif bir şekilde faaliyet yürütemiyordu. Birçok alandaki faaliyetleri önemli derecede aksadı ve gerilemeye başladı.


-PKK, Hizbullah ile çatışma öncesi dönemde çok etkin ve yoğun bir şekilde bölge genelinde gerçekleştirdiği ve serhıldan diye isimlendirdiği gösteri veya etkinlikleri eskisi gibi yapamıyor veya bu etkinliklere eskisi gibi halkın katılımını sağlayamıyordu.


-Hizbullah ile çatışma öncesi dönemde dağda ölen gerillaların cenaze törenleri için bölgenin değişik şehirlerinden ve köylerden insanları toplayıp büyük yürüyüş ve törenler yapabiliyorken, Hizbullah ile çatışma sürecinin başlamasıyla bunları yapamaz bir hale geldi. Hatta bazı alanlarda, Cemaatle çatışmalarda ölen adamları için değil cenaze törenleri, cenazelerini kaldırmada zorluk çekiyordu.


-1992 öncesinde bölge genelinde ciddi bir sorunla karşılaşmadan bir bildiriyle, çok kolay bir şekilde ve istediği zaman gerçekleştirebildiği kepenk kapatma, kontak kapatma, yürüyüş, grev ve boykot yapma, cenaze töreni düzenleme gibi eylemlerini Hizbullah ile çatışma sonrası dönemde yapamaz duruma geldi. Artık bu husustaki çağrılarına kimse kulak vermiyor ve bu tür eylemlerine katılım olmuyordu


-PKK, Hizbullah ile çatışmaya başladıktan sonra bölgenin üniversite ve orta dereceli okullarında eskisi gibi etkin faaliyet yürütemez hale geldi. Etkinliğinin kırılmasıyla bu okullardaki faaliyet ve eylemleri büyük oranda azaldı.


-1992 öncesi gibi seçimlere müdahale edemiyor, resmi partilerin bölgedeki teşkilatlarına söz geçiremiyor, istediği partiden istediği kişiyi aday gösteremiyor ve seçtiremiyordu. Daha önce korkudan PKK’den siyasi faaliyetleri için izin alma ihtiyacı duyan veya onunla anlaşmalı hareket etmek zorunda olan insanlar, artık böyle bir korku taşımıyor ve PKK’nin iznini alma ihtiyacı duymuyorlardı.


-PKK, 1992 öncesinde olduğu gibi halk anlaşmazlıklarına istediği gibi rahat bir şekilde müdahale edemiyor, halka söz geçiremiyor, halk mahkemeleri kuramıyor ve gittikçe halk üzerindeki etkinliğini kaybediyordu. İçine düştüğü bu kötü durumu gören bölge halkı da eskisi gibi sorun ve şikayetlerini PKK’ye götürmüyordu.


-PKK’nin bölge halkına karşı süregelen baskı ve zulüm politikaları halkı sindirmiş ve bezdirmişti. PKK’nin alternatifi olmadığından halk, korku ve çaresizlikten tepkisini ortaya koyamıyordu. Cemaatle çatışma sürecinin başlaması ve PKK’nin Cemaat karşısında bir etkinlik gösterememesi halkı cesaretlendirdi. Halk üzerindeki PKK korkusunun kalkmasıyla değişik kesimler, eskisi gibi PKK’nin isteklerine boyun eğmiyor, korkusuzca tepki gösterebiliyor ve eleştirebiliyordu.


-1992 öncesi dönemde PKK’ye karşı ciddi operasyonlar gerçekleştiremeyen TC, PKK’nin Hizbullah karşısında içine düştüğü zayıf durumu ve gerileme sürecini fırsat bilip etkin ve yoğun operasyonlar yapmaya başladı.


-PKK, Hizbullah ile çatışmalar öncesinde Kürdistan’ın bazı noktalarında sağladığı alan hakimiyeti veya başka bir tabirle kurtarılmış bölgeleri yavaş yavaş kaybetmeye, gerilemeye ve bazı alanlardaki hakimiyetini tümden yitirmeye başladı.


-PKK, artık eskisi gibi koruculuğa engel olamıyor, korucuları kontrol edemiyor ve söz geçiremiyordu. Bölgedeki bu yeni durumu kendi lehine kullanan ve iyi değerlendiren TC, koruculuk sistemini oturtmaya ve geliştirmeye hız verdi. Böylece bölgenin genelinde korculuk sistemini oturtarak büyük bir korucu ordusu oluşturmayı başardı.


-PKK, 1992 öncesi dönemde olduğu gibi muhaliflerine karşı teşhis, tecrit ve imha politikasını rahat bir şekilde yürütemiyordu. Cemaatle çatışmada etkinliğinin kırılmasıyla artık eskisi gibi bu cezalandırmaları yapamıyordu.


-Hizbullah-PKK çatışması sonrası dönemde PKK, daha önce olduğu gibi mahalli idareciler, etkin aileler ve aşiret reisleri üzerinde etkinlik kuramıyor, bunlara söz geçiremiyor ve bunlardan maddi kazanç sağlayamıyordu.


-Hizbullah-PKK çatışmasının başlamasıyla o döneme kadar çok rahat bir şekilde Kürdistan’da dağıtımı yapılan PKK’nin legal ve illegal yayınları artık rahat bir şekilde dağıtılamıyor, bunların dağıtımında ciddi sorunlarla karşılaşılıyordu.


-PKK, Hizbullah ile çatışma öncesinde Kürdistan’daki ihalelerden ve işadamlarından aldığı büyük orandaki paraları artık eskisi gibi rahat alamıyor, bu insanlara eskisi gibi söz geçiremiyor ve bu işleri kontrol edemiyordu.


-Hizbullah-PKK çatışması öncesinde çok rahat bir şekilde dağa göndermek için insan topluyor ve bunları düğüne gönderir gibi dağa gönderiyordu. Ancak çatışmalarda Cemaate karşı bir etkinlik gösterememesi sonucu halkın üzerindeki etkinliğinin kırılması ve korkusunun kalkmasıyla artık bunu rahat yapamıyordu. Bundan dolayı PKK’ye katılımlar yok denecek kadar azaldı.


-Hizbullah ile çatışma döneminde gerileme sürecine giren PKK, eskisi gibi bölge halkından vergilendirme veya cezalandırma adı altında büyük oranda para toplayamaz hale geldi. Halk bu isteğini yerine getirmiyor ve eskisi gibi para vermiyordu.


-Hizbullah ile çatışma öncesinde PKK’nin sürgün adı altında bölgeden kovduğu veya baskılara dayanamayıp kendileri bölgeden kaçan bir çok kişi, grup ve aile, Hizbullah-PKK çatışması sonrasında bölgede PKK’nin etkinliğinin kırılmasıyla tekrar bölgeye geri dönmeye başladılar. Meydana gelen ortamdan cesaret alan bu insanlar eskisi gibi korkudan sükut etmiyor, PKK’ye tepki gösteriyor ve açıktan tavır alabiliyorlardı.


-Hizbullah-PKK çatışması öncesinde bölge genelinde PKK’nin her hususta etkinliği ve hakimiyeti hissediliyordu. Ancak, Cemaat ile çatışma neticesinde büyük oranda güç ve etkinliği kırılınca, bölge genelindeki hakimiyeti de sarsılmaya başladı. Birçok yerleşim alanında üstünlük Hizbullah’a geçti. Artık halk Hizbullah’ın sözünü dinliyor, karşılaştığı bir çok sorun ve anlaşmazlığı çözmek için Hizbullah’a başvuruyordu.


-PKK ile inanç ve düşünce ayrılığı içinde olan birçok insan, daha önce tavır ve eylemlerinden devlet istifade etmesin diye PKK’nin birçok zulüm ve yanlış uygulamasını sineye çekip suskun kalıyordu. Bu insanlar, PKK’nin Hizbullah’a açtığı haksız savaş sürecinin başlaması ve PKK’nin bir başarı elde edememesi neticesinde oluşan ortamdan cesaret alarak, o güne kadar devam eden bu sükut ve tepkisizliğin yanlış ve gereksiz olduğunu düşünerek, PKK’ye karşı daha belirgin bir şekilde tavır takındılar. Bunlardan bir kısmı mütedeyyin insanlar oldukları için İslami inanç ve düşüncelerinden dolayı Cemaatten yana tavır takındılar. Diğer bir kısmı ise, PKK ile var olan ideolojik ihtilafları veya bireysel sorunlarından dolayı PKK’ye muhalefet edip, tavır ve tepkilerini açıkça ortaya koymaya başladılar
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:37
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
HİZBULLAH-PKK ÇATIŞMASI ÖNCESİ DÖNEMDE BÖLGEDE TC’NİN İÇİNDE BULUNDUĞU KÖTÜ DURUM

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
1992 öncesi dönemde TC, Kürdistan’da tam anlamıyla bir çıkmaza girmişti. Bölge halkı başta olmak üzere, o dönemde bölgede görev yapan devlet memurları, iş adamları, basın mensupları ve olayları takip edip gözleyen herkes, TC’nin yaşadığı zaafiyete ve içine girdiği krize tanıklık etmiştir. PKK’nin planlı ve programlı bir şekilde strateji ve politikalarını hayata geçirmesi ve hızlı ilerleyişi karşısında TC’nin gerilediği, bölgede etkinliğini kaybettiği ve olayları kontrol edemediği herkesin bildiği ve kabul ettiği bir gerçektir. TC, Kürdistan’a yönelik uygulamaya koyduğu hiçbir siyasi, askeri, iktisadi, kültürel plan ve programını hayata geçiremiyor ve amaçladığı hedeflerine ulaşamıyordu. Bölgede durumu kendi lehine çevirmek için yaptığı her atak ve girişim başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Bölgeye yönelik hayata geçirmek istediği plan ve projelerini büyük propaganda kampanyalarıyla desteklediği halde uygulamada başarılı olamıyordu. Aynı şekilde, TC’nin psikolojik savaş ve propaganda merkezleri bütün çabalarına rağmen yürüttükleri dezenformasyon faaliyetlerinden bir netice elde edemiyorlardı. TC, bu savaşta o denli yorgun düşmüş ve bataklığa saplanmıştı ki, en üst düzey yetkililerin ağzından “Verelim kurtulalım” tarzında sesler yükselmeye başlamıştı. TC, bu savaşı kazanmaktan ümidini kesmiş, en az zararla nasıl bu işten kurtulacağının arayışı içine girmişti.


Kürdistan’da PKK’nin iyi durumuna karşılık TC’nin içinde bulunduğu kötü durum, acizlik ve çıkmazı görmek için o tarihlere geri dönüp, o dönemde yaşanan olaylara bakmakta ve hatırlamakta fayda vardır. TC’nin o dönemdeki durumunu maddeler halinde kısaca şöyle sıralayabiliriz:


-1992 öncesi dönemde TC ile PKK arasında yaşanan çatışmalarda PKK’nin eylem üstünlüğü vardı. TC’nin silahlı güçleri etkili ve başarılı operasyonlar yapamıyordu. Çıkan çatışmalarda TC askeri açıdan büyük zayiatlar veriyordu.


-TC’nin silahlı güçleri bölgede rahat hareket edemiyordu. Hareket ve manevra kabiliyetleri çok zayıflamıştı. PKK’nin saldırılarından dolayı bir noktadan bir başka noktaya askeri birliklerin intikalinde zorluk çekiliyordu.


-TC’nin Kürdistan’da görev yapan askeri ve sivil güçleri psikolojik çöküntü ve moral bozukluğu içindeydiler. Kimse bölgeye görevli olarak gitmek istemiyordu. Kürdistan’a göreve gidenler cepheye veya savaş bölgesine gider gibi korku ve stres hali yaşıyorlardı. Hiç kimse çocuklarının Kürdistan’da askerlik yapmasını istemiyordu. Çocukları bölgeye giden aileler, her an ölüm haberleri gelecek diye korku ve endişe içinde yaşıyorlardı.


-TC’nin Kürdistan’daki kurum, kuruluş ve müesseseleri bölgede fonksiyonlarını icra edemiyorlardı. Bu kurumların çalışanları, araç, gereç ve tesisleri saldırıya uğruyor ve tahrip ediliyordu. TC, bunların güvenliğini sağlamakta aciz kalıyordu.


-Özel sektörde iş yapan veya devlet ihalelerini alan müteahhit firmalar rahat ve korkusuzca iş yapamıyorlardı. Devlet bunların iş ve can güvenliğini sağlayamadığından, bunlar bölgede iş yapmak ve can güvenliklerini garantiye almak için PKK’ye haraç verip anlaşma yoluna gidiyor, bunu yapmayan birçok kişi veya firma ise işi yarıda bırakıp kaçmak zorunda kalıyordu.


-TC, güvenlik nedeniyle askeri harcamalara öncelik verdiğinden, bütçesinin büyük çoğunluğunu Kürdistan’daki savaşa ve askeri harcamalara ayırıyordu. Bundan dolayı sadece Kürdistan’da değil, Türkiye’nin diğer bölgelerinde de yatırım yapamıyordu. Bu savaş yüzünden Türkiye sürekli ekonomik krizler yaşıyordu. Resmi ağızlardan verilen rakamlara göre bu savaşta TC’nin zararları veya harcamaları 100-150 milyar dolar ve gayri resmi rakamlara göre ise 400-500 milyar dolar olarak ifade ediliyordu.


-TC, Kürdistan’ın bazı yerlerinde alan hakimiyetini kaybetmişti. PKK’nin etkin olduğu veya alan hakimiyeti kurduğu bazı yerlere giremiyor ve operasyon düzenleyemiyordu.


-TC, bölgenin büyük çoğunluğunda özellikle kırsal alanda asayişi sağlamakta aciz kalıyordu. Hatta bir çok yerde kendi birliklerinin güvenliğini sağlamakta, karakol ve üslerini korumakta ciddi olarak zorlanıyordu. Bundan dolayı bazı yerlerdeki karakol ve askeri tesislerini boşaltmak zorunda kalmıştı.


-TC’nin silahlı güçleri geceleri hareket etme kabiliyetini yitirmişti. Askeri birlik ve karakollar kendi sorumluluk alanlarında gece meydana gelen birçok olaya müdahale edemiyorlardı. Bu karakol ve birliklerin en yakınlarında dahi bir olay meydana gelse müdahale edemiyor ve sabah olmayıncaya kadar olay yerine gidemiyorlardı.


-Bölgenin birçok karayolunda, özellikle ikindi saatlerinden itibaren PKK tarafından yollar kesiliyor, kestikleri yolların kontrolünü saatlerce elinde tutuyor, durdurulan araçlardan indirilen insanlara propaganda yapıyor, haraç alıyor, bunlardan istediğini öldürüyor veya istediğini yanına alıp götürüyordu. TC, bu yolların güvenliğini sağlayamıyor, bütün bu olaylara engel olamıyor ve seyirci kalıyordu.


-TC, bütün çabalarına, cazip maddi vaatlerine, tehdit, baskı ve şantajlarına rağmen koruculuk sistemini oturtamıyordu. Bölge halkı koruculuğu kabule yanaşmıyordu. TC’nin zorla silah verdiği ve koruculaştırdığı bazı insanlar fırsat bulunca silahları geri veriyor veya bu işten kurtulmak için bölgeden kaçıyorlardı.


-TC, bölge halkı tarafından sevilmediğinden halktan yardım görmüyordu. Bundan dolayı bütün baskı, zorlama ve cazip vaatlerine rağmen muhbir ve ajan bulmada zorluk çekiyordu.


-TC, ajanlaştırma ve muhbirleştirmede başarısız kaldığından, bölgeden yeteri derecede bilgi toplayamıyor ve istihbarat sıkıntısı çekiyordu. Bunun sonucu olarak bölgedeki birçok uygulamasında başarısız kalıyordu. İstihbarat eksikliğinden dolayı önünü göremiyor, rahat hareket edemiyor, isabetli kararlar alamıyor ve etkin operasyonlar düzenleyemiyordu.


-Ajanlaştırılan veya korucu olan insanların büyük bir kısmı bu işi zorla kabul ettiklerinden dolayı istekli ve gönülden TC için çalışmıyorlardı. Hatta bir çoğu PKK ile anlaşmalı bu işleri kabul ediyordu. Bunlar TC’den ziyade PKK’ye hizmet ediyorlardı.


-TC, PKK’nin boykot, gösteri, kepenk kapatma vb. bir çok kitlesel eylemini önleyemiyordu. Bu eylemleri önleme, kontrol etme veya etkisiz hale getirmek için yaptığı müdahalelerde başarısız kalıyordu.


-TC, bütün propagandalarına, tehdit, şantaj ve baskılarına rağmen PKK’ye katılımlara engel olamıyordu. TC’nin yanlış politikaları ve bölge insanına karşı baskıcı tutumu, PKK’ye katılımları adeta teşvik ediyordu.


-Kürdistan halkının büyük bir kesimi tarihi süreç içinde bir şekilde TC’nin zulmüne maruz kaldığı için TC’yi sevmiyor ve güven duymuyordu. Böylece TC ile halk arasında büyük bir kopukluk yaşanıyordu. Halk TC’ye destek vermiyor, hatta yanındaymış gibi bir görüntü vermekten dahi sakınıyordu. PKK’yi sevmeyen ve düşman olan siyasi grup, fert ve aileler dahi böyle davranıyorlardı. Bu durumun tek nedeninin PKK’nin korkusu olduğunu söylemek büyük bir yanılgı olup, bölge insanının sosyolojik ve tarihi gerçeklerini bilmemektir. Bölge halkının büyük çoğunluğu PKK’yi sevmediği ve desteklemediği gibi, TC’yi de sevmiyor ve desteklemiyordu.
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:38
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
HİZBULLAH-PKK ÇATIŞMASI SONRASINDA BÖLGEDE DURUMUN TC’NİN LEHİNE DEĞİŞMESİ

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
PKK, siyasi ferasetsizlik ve muhalif hareketlere tahammülsüzlüğü sonucu Hizbullah’a dayattığı savaşla mücadele tarihinin en büyük stratejik ve taktik hatasını yaptı. Hizbullah ile çatışmalarda güç ve etkinliği kırılan PKK, giderek zayıflayıp gerilemeye başladı. TC, 1992 sonrasında bölgede PKK aleyhine oluşan yeni ortamdan en iyi şekilde istifade etti. Hizbullah-PKK çatışması öncesinde TC açısından görünen bütün olumsuzluklar ve dezavantajlar, bu çatışma sayesinde ortaya çıkan yeni durumla kazanım ve avantaja dönüştü. Böylece TC, ele geçirdiği bu fırsatları değerlendirerek aşamalı bir şekilde bölgedeki durumunu güçlendirmeye başladı. Cemaatın önceden PKK’yi uyardığı gibi, bu çatışmadan en iyi istifade eden ve gelişmeleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanan TC oldu.


Bundan önce TC’nin, Hizbullah-PKK çatışması öncesi içinde bulunduğu durumu maddeler halinde belirtmiştik. Şimdi de çatışmalar sonrası durumuna bakacağız. Böylece TC’nin çatışmalar neticesindeki kazanımlarını daha net bir şekilde görme imkanımız olacaktır. Aynı zamanda PKK’nin ne derece kan kaybettiğini ve neleri elden verdiğini de görmüş olacağız. 1992 sonrası dönemde TC açısından kazanım ve avantaj olan gelişmeleri kısaca maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz;


-Hizbullah-PKK çatışması neticesinde PKK’nin yediği darbeler sonucu zayıflayıp güç ve etkinliğini kaybetmesiyle bölgede güç dengeleri sarsıldı ve yeni bir durum meydana geldi. Bu durumdan TC en iyi şekilde istifade ederek rahat bir nefes alıp Kürdistan’da yeniden toparlanma imkanına kavuştu. TC, bu yeni dönemin kendisine sağladığı imkan ve avantajları kullanarak, daha önce yaşadığı kriz ve bunalım durumundan kurtulma şansını elde etti.


-1992 öncesi dönemde kendi üslerini ve karakollarını korumaktan aciz duruma düşmüş, manevra kabiliyetini yitirmiş olan TC’nin silahlı güçleri, bu yeni dönemin sağladığı imkanlar sayesinde bölgenin birçok yerinde yoğun ve hızlı bir şekilde başarılı operasyonlar gerçekleştirme fırsatı yakalayarak, daha önce bazı noktalarda kaybetmiş olduğu alan hakimiyetini yavaş yavaş elde etmeye başladı.


-1992 öncesi dönemde gece hareket etme kabiliyetini yitiren ve araziye çıkamayan TC’nin silahlı güçleri, artık geceleri araziye çıkabiliyor, pusu kurabiliyor, köylerde ve kırsal alanda gece operasyonları düzenleyebiliyordu.


-1992 sonrası dönemde PKK’nin aktif eylemliliğinin yerini TC’nin yoğun operasyonları aldı. Daha önce PKK’nin yol kesme eylemlerine engel olamayan TC, artık yolların güvenliği için geceleyin bile askeri devriyeler çıkarıyor ve kontrol noktaları kurabiliyordu.


-1992 öncesi dönemde TC, bütün çabalarına, tehdit ve baskılarına rağmen koruculuk sistemini oturtamıyorken, bölgede gittikçe PKK’nin zayıfladığını ve eylem gücünün azaldığını gören köylüler, TC’nin baskılarına daha fazla direnemiyor, silah alıp koruculuğu kabul etmek zorunda kalıyorlardı.


-1992 öncesinde bütün cazip maddi vaatlere ve uygulanan baskılara rağmen, ajan ve muhbir bulmakta zorlanan ve bu nedenle istihbarat sıkıntısı çeken TC, 1992 sonrası dönemde meydana gelen ortamdan istifade ederek bu eksiğini giderme ve konumunu güçlendirme imkanına ulaştı. Bu amaçla TC, bölgede muhbirleştirme ve ajanlaştırma faaliyetlerine hız verdi. Artık bu iş için eleman bulmada eskisi gibi zorlanmıyordu.


-TC, 1992 sonrası dönemde yoğun olarak yürüttüğü koruculaştırma, ajanlaştırma ve muhbirleştirme sonucu bölgede daha rahat istihbarat toplama imkanına kavuştu. Bu ajan ve muhbirlerin verdiği istihbarat sayesinde bölgeyi ve bölge insanını daha fazla tanıyabilme, önünü görebilme ve bunun neticesinde bölge genelinde etkin ve başarılı operasyonlar yapabilme şansını elde etti.


-TC, 1992 öncesi dönemde bütün çabalarına rağmen birçok plan ve projesini hayata geçiremiyordu. Ancak, 1992 sonrası dönemde Hizbullah-PKK çatışmasının kendisine sağladığı imkan ve fırsatlar sayesinde ciddi bir engelle karşılaşmadan, birçok plan ve projesini uygulamaya koyma imkanına kavuştu.


-TC, 1992 öncesi dönemde içinde bulunduğu durgun ve atıl durumdan kurtularak, siyasi, askeri, ekonomik, kültürel ve psikolojik birçok alanda atağa geçti. Hizbullah-PKK çatışma ortamının kendisine sağladığı imkanları çok iyi kullanarak, 1992 öncesi döneme nazaran bölge genelinde durumunda gözle görülür derecede değişiklikler meydana geldi. Bu dönemden sonra elde ettiği kazanımlarını ve olumlu durumunu her açıdan güçlendirerek devam ettirdi.


-1992 öncesi dönemde TC’nin Kürdistan’da görev yapan askeri ve sivil güçleri psikolojik çöküntü ve moral bozukluğu içindeyken, 1992 sonrası dönemde TC’nin konumunun güçlenmesiyle içinde bulundukları kötü durumdan kurtulup psikolojik ve moral üstünlük elde ettiler


-TC, 1992 sonrası dönemde Kürdistan’da atağa geçerek o güne kadar atıl durumda olan bütün kurum, kuruluş ve müesseselerini faal bir şekilde fonksiyonlarını icra eder duruma getirdi. Aynı şekilde, iş ve can güvenlikleri olmadığı için bölgede çalışamayan özel sektör, daha rahat ve korkusuzca iş yapabilme imkanına kavuştu.


-TC, 1992 öncesi dönemde birçok yerde kendi birliklerini, karakol ve üstlerini korumaktan acizken ve şehirlerde asayişi sağlayamıyorken, Hizbullah-PKK çatışması sonrasında meydana gelen ortam sayesinde kırsal alanda gerçekleştirdiği başarılı operasyonların yanında, şehir merkezlerinde de kontrolü sağlama ve etkin operasyonlar gerçekleştirme imkanını elde etti.


-TC, 1992 öncesi dönemde PKK’nin boykot, gösteri, kepenk kapatma vb. birçok kitlesel siyasi faaliyet ve eylemini önleyemiyorken, 1992 sonrası dönemde bu etkinliklere engel olabiliyor veya müdahale edip kontrol altına alabiliyordu.


-TC, 1992 sonrası dönemde oluşan ortamın kendisine sağladığı bütün imkan ve fırsatları kullanarak bölge genelinde yaygın ve yoğun bir siyasi, askeri, kültürel ve psikolojik propaganda hamlesi başlattı. 1992 öncesi dönemde yaptığı hataları tekrar etmemeye ve her yolu kullanarak halkın desteğini kazanmaya çalışıyordu. Ancak bütün çabalarına rağmen halkın desteğini kazanamıyordu. Bu gerçeği gören TC, Hizbullah ve PKK’nin halk desteğini kesmek veya en azından halkı bunlardan soğutup uzak durmasını sağlamak için yoğun çaba harcıyordu. Kısaca TC, bu dönemde ele geçirdiği fırsat ve imkanları çok iyi bir şekilde kullanarak her açıdan bölgede konumunu güçlendirmeye çalışıyordu. Böylece o güne kadar yüzlerce milyar dolar harcayarak elde edemediği başarıyı, PKK’nin hamakat sonucu Hizbullah’a dayattığı savaş sayesinde elde etme şansına kavuştu.
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:39
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
HİZBULLAH-PKK ÇATIŞMASI ÖNCESİNDE PKK’NİN İSLAMİ KESİM ÜZERİNDEKİ BASKILARI

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Hizbullah-PKK çatışmasının henüz başlamadığı ve Cemaatın bölgede etkin bir şekilde varlığını ortaya koymadığı 1991 öncesi dönemde, bölge halkı üzerinde var olan PKK’nin genel baskısına ilaveten, birçok İslami grup ve şahsiyet, İslami inanç ve düşüncelerinden dolayı özellikle PKK’nin şiddetli baskılarına maruz kalıyordu. Hiçbir cemaatsel faaliyetleri olmayan ve hiçbir gruba bağlı bulunmayan birçok Müslüman, sadece İslami kimlik, inanç, düşünce ve yaşamlarından dolayı PKK’nin boy hedefi oluyordu. O dönemde bu özelliklerinden dolayı birçok İslami şahsiyet, bölgenin muhtelif yerlerinde PKK’nin saldırısına uğrayıp hayatını kaybetti. Aynı şekilde, PKK’nin baskı ve dayatmalarına tahammül edemeyen bir çok Müslüman, içleri kan ağlayarak aileleriyle beraber bölgeyi terk edip Batı illerine göç etmek zorunda kaldı. O dönemde bölgede bulunan ve bu duruma tanık olan veya yaşayan bütün Müslüman fert ve gruplar, o günlerin zorluklarını, İslami kimliklerinden dolayı maruz kaldıkları hakaret, baskı ve zulmü çok iyi bilir ve hatırlarlar.


Bütün zorluk ve sıkıntılara sabredip bölgeyi terk etmeyen Müslümanlar ise, PKK’nin bitmek bilmeyen dayatmaları ve ağır baskıları altında yaşamak zorundaydılar. Her an PKK’nin saldırısına uğrama ve öldürülme korkusuyla adeta esir hayatı yaşıyorlardı. Bu Müslümanların çoğu fert olduklarından ve kendilerine sahip çıkıp korumaya alacak organize bir cemaat gücüne sahip olmadıklarından, korumasız ve çaresiz bir şekilde PKK’nin bütün istek ve baskılarına boyun eğmek zorunda kalıyorlardı. PKK, istediği zaman vergilendirme veya cezalandırma adı altında bunlardan yüklü miktarda para istiyor, istediği zaman evlerine veya köylerine gidip onlardan istifade ediyordu. Ayrıca askere alma adı altında erkek veya kız çocuklarının PKK’ye katılması için baskılar yapıyor, bazen de zorla alıp dağa çıkarıyordu. PKK’nin bütün isteklerine boyun eğmelerine, bütün bu baskı ve zulme katlanmalarına rağmen PKK, bunları düşman olarak görmeye devam ediyor ve üzerlerindeki baskısını hiçbir zaman azaltmıyordu.


Bu Müslüman fert ve gruplar, İslami düşünceleri gereği Kemalist rejimi sevmeyen ve rejime karşı olan insanlardı. Rejimle hiçbir düşünsel veya organik ilişkileri olmayan bu insanlar, değişik dönemlerde İslami düşüncelerinden dolayı rejimin baskılarına maruz kalmış ve mağdur edilmişlerdi. Buna rağmen, sürekli olarak PKK tarafından gerici, işbirlikçi, ajan, hain veya devlet taraftarı olmakla itham edilerek suçlanıyorlardı. PKK, bunlardan hiçbir maddi zarar görmediği gibi, PKK’nin faaliyetlerini engelleyebilecek bir durumda da değillerdi. Bu insanlar, sadece İslami inanç, düşünce ve yaşantılarından dolayı PKK’nin hedefi oluyorlardı. PKK, Materyalist ilhadi ideolojisi gereği bu Müslümanların varlığına tahammül edemiyor ve her fırsatta bunlara karşı tavır ve uygulamalarıyla değişik şekillerde kin ve nefretini ortaya koyuyordu.


Bölgede bulunan bütün İslami gruplar; Nurcular, tarikatçılar, İslami vakıf, dernek ve partiler, PKK’nin baskılarına maruz kalıyorlardı. Bölgede meydana gelen kaos ve korku ortamında etkisiz hale getirilmiş, pasifleştirilmiş ve sindirilmiş bir şekilde silik bir hayat yaşıyorlardı. PKK’nin tehdit, şantaj, itham ve her türlü fiili baskı ve dayatmalarıyla faaliyetleri engelleniyordu. TC ve PKK çatışmasının meydana getirdiği zulüm, baskı ve gerginlik ortamında etkisizleştirilmiş ve hiçbir ciddi faaliyet yürütemez hale gelmişlerdi. Bölgenin değişik yerlerinde Müslüman şahsiyetlere yönelik silahlı eylemler yapılıyor, bazıları gündüz sokak ortasında öldürülüyordu. Öldürülen bu mazlum insanlara PKK’nin korkusundan akrabaları ve yakın arkadaşları dahil hiç kimse sahip çıkamıyor veya taziyelerine gitmeye cesaret edemiyordu.


Sadece Kürdistan’da değil, Kürtlerin yoğun olarak göç edip yaşadıkları İstanbul, İzmir ve Akdeniz gibi yerleşim alanlarında yaşayan Müslüman Kürtler de aynı şekilde PKK’nin baskılarına, tehditlerine ve saldırılarına maruz kalıyorlardı. Buralarda da İslami inanç, düşünce ve faaliyetlerinden dolayı bir çok Müslüman PKK’nin silahlı saldırıları sonucu hayatını kaybetti. Adana gibi metropol bir şehirde PKK’nin saldırısı sonucu vurulan bazı RP mensubu Kürdistanlı Müslümanlar hastaneye kaldırılamadıkları için kan kaybından hayatlarını kaybettiler. Bu mazlum Müslümanlara, bağlı bulundukları RP dahil korkudan kimse sahip çıkamıyor ve cenazelerini kaldıramıyordu. İslami inanç, düşünce ve kimliklerinden dolayı PKK’ye boyun eğmeyip mazlum bir şekilde vurulan bu Müslümanlara Cemaat, İslami sorumluluğu gereği sahip çıkıp cenazelerini kaldırıyor ve onlar için cenaze merasimi düzenleyerek şer’i görevini yerine getiriyordu.
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:39
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
HİZBULLAH-PKK ÇATIŞMASI SONRASINDA İSLAMİ KESİMİN BÜYÜK ORANDA BASKILARDAN KURTULMASI

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Hizbullah-PKK çatışmasının başlamasından sonra Allah’ın yardımıyla süreç Cemaatin lehine gelişmeye başladı. Korkusuzca ölüme giden şehidlerin kanının bereketiyle, 1992 yılından sonra bölgede PKK’nin sihirli büyüsü bozuldu. PKK’nin bölgede etkinliğinin kırılması ve gerileme sürecine girmesiyle halka yönelik baskıları da azalmaya başladı. PKK’nin Cemaate karşı eylem yapamayacak kadar zayıf duruma düşmesi ve Cemaatin bölgede etkinlik kurmaya başlamasıyla sadece İslami kesim değil, bütün Müslüman halk rahat bir nefes aldı. Artık bu Müslümanlar kendilerini sahipsiz ve korumasız görmedikleri gibi, PKK’de eskisi gibi bunlara baskı yapmaya cesaret edemiyordu. Bu dönemden sonra bütün İslami kesimler, İslami inanç ve düşünceleri doğrultusunda korkusuzca kendilerini ifade etme imkanına kavuştular. Karşılaştıkları bireysel, ailevi ve toplumsal birçok sorunlarını, istek ve şikayetlerini Cemaate bildiriyor ve bunların çözümü için yardım istiyorlardı. Cemaat imkanları dahilinde bunların tümüne yardımcı olmaya çalışıyor ve sorunlarının çözümü için çaba gösteriyordu. Cemaatın elde ettiği başarı ve etkinlik neticesinde oluşan ortam Müslüman halka öyle bir güven duygusu vermişti ki, o dönemde PKK’lilerin yoğun olarak bulundukları bazı alanlarda, sade halktan bir çok insan, Cemaatle ilişkileri olmadığı halde, evlerine veya köylerine uğrayan PKK’lilere kendilerini Cemaatten gösteriyor, böylece kendilerini PKK’nin şerrinden koruyor ve can güvenliklerini garantiye alıyordu.

1992 sonrası dönemde Cemaatin bölgede etkinlik sağlamasıyla PKK, eskisi gibi İslami kesime ve İslami şahsiyetlere baskı yapamaz bir duruma geldi. Böylece bölgede yaşayan bütün İslami fert ve gruplar, PKK’nin baskı ve korkusunun kırılmasıyla İslami inanç ve düşünceleri doğrultusunda daha rahat bir şekilde faaliyetlerini yürütme fırsatı elde ettiler. Bu Müslüman fert ve grupların çoğu, Hizbullah-PKK çatışmasının ilk başladığı dönemde PKK’nin baskısından ve korkusundan dolayı Cemaate hiçbir yardımda bulunma cesareti gösteremedikleri halde Cemaat etkinlik sağlayınca, grup farkı gözetmeksizin onlara sahip çıkmaya ve imkanları dahilinde yardımcı olmaya çalıştı. Bu Müslümanlara karşı dolaylı veya dolaysız yaptığı yardımlardan dolayı minnet etmedi ve herhangi bir karşılık da beklemedi. Aynı şekilde, elde ettiği bu güç ve konumunu bu insanlara karşı baskı unsuru olarak kullanma gibi bir basitlik içine de girmedi.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:40
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
HİZBULLAH-PKK ÇATIŞMASI ÖNCESİ VE SONRASI BÖLGEDE SİYASİ PARTİLERİN DURUMU VE CEMAATIN BUNLARA KARŞI TUTUMU

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Hizbullah-PKK çatışması öncesi dönemde, PKK ile ilişkili ve anlaşmalı olmayan siyasi partiler bölgede hiçbir etkin faaliyet yürütemiyordu. PKK’nin baskı ve dayatmaları sonucu bu partilerin çoğu etkisiz birer tabela partisi haline gelmişti. PKK ile işbirliği yapmadan veya onayını almadan siyasi partilerin faaliyet yürütmeleri çok zor veya imkansızdı. PKK, kendi paralelinde siyaset yapan parti ve şahısların lehine olacak şekilde bölgedeki legal siyasi faaliyetleri maniple edip yönlendiriyordu. Bu durumdan PKK ile düşünsel yakınlığı bulunmayan veya anlaşma yoluna gitmeyen bütün partiler olumsuz yönde etkileniyordu. Özellikle RP gibi tabanını dindar insanların oluşturduğu partiler bu durumdan daha fazla etkileniyor, faaliyetleri engelleniyor ve PKK’nin hedefi oluyorlardı.


Ancak Hizbullah-PKK çatışması başlayıp Cemaat bölgede etkin bir güç haline gelince durum değişti. PKK ile ideolojik ve siyasi bağları bulunmayan, işbirliği yapmak istemeyen ve o güne kadar değişik baskılar sonucu PKK’nin birçok isteğini kabul etmek zorunda kalan bütün siyasi parti ve şahsiyetler, dolaylı veya dolaysız bir şekilde Cemaatın meydana getirdiği bu yeni ortamdan istifade ettiler. Cemaatin etkin olduğu bu yeni dönemde toplumun bütün kesimlerinden; farklı siyasi partilerden, değişik sosyal gruplardan insanlar, karşılaştıkları sorunlardan dolayı Cemaate müracaat ediyor, istek, sorun ve şikayetleriyle Cemaatın ilgilenmesini ve çözüm getirmesini istiyorlardı. Bunların içerisinde farklı siyasi görüşlerden insanlar, parti adayları, il ve ilçe yöneticileri ile toplumda tanınmış aileler ve belirgin şahsiyetler dahil her kesimden insanlar bulunmaktaydı. Burada bunların isimlerini ve ilişkilerinin detayını zikretmiyoruz. Ancak şunu diyebiliriz ki, bu insanların değişik münasebetlerle getirdikleri istek ve sorunlarını Cemaat ele alıp değerlendiriyor, kendi mücadele anlayışı, ilkeleri ve programları doğrultusunda çözüme kavuşturmaya ve yardımcı olmaya çalışıyordu.


PKK’nin etkin olduğu dönemde RP, diğer partilere nazaran var olan İslami görünümü, tabanının İslami hassasiyetlere sahip olması, tabanından birçok insanın Cemaate sempatiyle bakması ve çocuklarının Cemaat çalışmaları içinde bulunması gibi nedenlerle, diğer partilere nazaran daha fazla o ortamdan olumsuz yönde etkileniyordu. Cemaatın bölgede etkinlik kazanmasıyla beraber RP, oluşan yeni ortamdan siyasi yönden en fazla istifade eden parti oldu. PKK’nin etkin olduğu ve bölgedeki siyasi faaliyetleri yönlendirdiği dönem olan 1992 öncesinde RP’nin girdiği seçimlerde aldığı oy oranıyla, Hizbullah-PKK çatışmasının başladığı ve Hizbullah’ın bölgede etkinlik kazandığı 1992 sonrası dönemde RP’nin girdiği seçimlerde aldığı oy oranı karşılaştırılırsa, bu iki dönem arasındaki belirgin oy farkı görülecektir. Bu basit karşılaştırma RP’nin aldığı yüksek orandaki oyları ortaya koymakta ve RP’nin bu yeni ortamdan ne derece politik olarak istifade edip çıkar sağladığını göstermektedir. Ayrıca, Cemaatın İslami faaliyetleriyle bölge genelinde oluşan İslami uyanış ve bilinçlenme neticesinde, daha önceki dönemlerde RP’nin oy alamadığı bazı alanlarda yüksek oranda oy aldığı da bir gerçektir. Hizbullah-PKK çatışma sürecinin başlaması ve Cemaatın bölgede üstünlük sağlaması neticesinde, o güne kadar varolan baskı ve korku ortamının son bulması, Cemaatın seçimleri boykot etmemesi veya belirli bir tercih doğrultusunda tavır koymaması nedeniyle sadece RP değil, o güne kadar PKK’nin paralelinde siyaset yapmayan ve bundan dolayı faaliyetleri engellenen bütün siyasi çevreler de aynı şekilde Cemaatın sağladığı bu yeni ortamdan çok yönlü olarak yararlandılar. RP bunun en bariz örneği olduğu için özellikle belirttik.


Cemaat, bölgede varolan mevcut legal siyasi partilerin hiç biriyle özel bir ilişki içinde olmadı. Hepsine mesafeli yaklaştı. Hiçbir şahıs veya parti lehine tercihte bulunmadığı gibi, özel olarak da kimseyi desteklemedi. Ancak bölgedeki toplumsal ve politik yapıyı göz önünde bulundurarak, toplumdaki politik çekişmelerde taraf olmamak, yanlış anlama ve sürtüşmelere sebebiyet vermemek, Cemaatın etkin olduğu alanları deşifre etmemek, rejimin dikkatini Cemaatin üzerine çekmemek vb. sebeplerden dolayı bilinçli olarak seçimleri de boykot etmedi. Oysa ki, eğer Cemaat isteseydi 1993-1994 yıllarından sonra yapılan yerel ve genel seçimlerin hepsinde aday gösterebilir ve istediği adayları seçtirebilirdi. Ayrıca bu dönemde legal alanda bazı siyasi faaliyetleri de organize edip yönlendirebilirdi. Ancak Cemaat, takip ettiği stratejisi gereği ve başka nedenlerden dolayı o dönemde legal alanda siyasi faaliyetlere girişmedi.
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:40
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
HİZBULLAH-PKK ÇATIŞMASININ NETİCESİ

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Bu çatışma, Cemaatın önceden zararları ve sonuçları hakkında öngörüde bulunduğu ve PKK’yi de uyardığı şekilde neticelendi. Yani bu çatışmadan hem PKK ve hem de Hizbullah zarar gördü. Ancak PKK, cepheyi genişleterek iki cephede birden çatışmak zorunda kaldığı için daha fazla zarar eden taraf oldu. Özellikle çatışma öncesi döneme nazaran PKK çok şey kaybetti ve geriledi. Çatışmalar süreci boyunca ortaya çıkan fırsatlardan en iyi faydalanan ve bunları kazanıma dönüştüren TC oldu. TC’ye bu başarıyı sunan, bu çatışmanın başlatıcısı ve sorumlusu olan PKK’dır. PKK, bu şekilde mücadele tarihi boyunca uygulamalarıyla sürekli olarak TC’ye yaptığı hizmetlerine bir yenisini daha ekledi. Bu onun ne ilk ve ne de son hizmetidir. TC’ye daha önemli ve geniş kapsamlı hizmetler sunmaya bugün de devam etmektedir.


Hizbullah karşısında zayıf duruma düşen PKK’nin sadece ülke içinde değil, uluslararası düzeyde de konumu zedelendi. Bu çatışmadan en iyi şekilde istifade eden TC ise, ülke içerisinde konumunu güçlendirmekle yetinmeyerek, uluslararası düzeyde de elini güçlendirecek ve etkin faaliyet yürütebilecek bir konuma ulaştı. Bu güçlü konumunu kullanan TC, Suriye’ye baskı uygulayarak Apo’nun Suriye’den çıkarılmasını sağladı. Bundan sonra yaşanan olaylar ve Apo’nun yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesiyle gelişen süreç, hiç şüphesiz PKK’nin Cemaatle yaşadığı çatışma neticesinde uğradığı prestij kaybı ve içine düştüğü kötü durumdan bağımsız düşünülemez.


Netice itibariyle çatışmalardan yorgun düşen ve önemli oranda güç kaybeden PKK, Apo’nun yakalanması ile telafisi zor bir darbe yedi ve kötü bir sürece girdi. Hizbullah da 17 Ocak 2000 tarihinde, rehberinin şehadeti, binlerce elemanının yakalanması ve önemli oranda arşiv, silah ve mal varlığının ele geçmesiyle ağır bir darbe aldı. Kürdistan’da yıllarca devam eden savaş nedeniyle askeri, ekonomik, siyasi ve toplumsal büyük bir bunalım ve kriz içerisinde çırpınan TC ise, resmi rakamlarla 150-200 milyar dolar, gayri resmi rakamlarla 400-500 milyar dolar para harcayarak kazanamadığı ve kazanmaktan umudunu kestiği, en üst düzey yetkililerinin ağzından “Verelim, kurtulalım” seslerinin yükseldiği zayıf, aciz ve mağlup bir durumdayken, PKK’nin ahmakça Hizbullah’a dayattığı savaşın kendisine sağladığı avantajlar sayesinde bu kötü durumdan kurtulup bugünkü başarılı konuma ulaşma şansını elde etti.

PKK’nin ileriyi göremeyen, akıl ve idrak yoksunu, basireti körelmiş, bilinçsiz veya bilinçli politikaları, tavır, tutum ve davranışları sayesinde böyle bir felaket yaşandı. Böylece, tarih tekerrür edip Kürdistan’da, bugüne kadar Müslüman Kürt halkına karşı yapılan ihanetlere PKK tarafından bir yenisi eklenerek, Kürtlerin “Kurmé daré go ne jı darébe zewala daré tuneye” atasözü bir defa daha doğrulanmış oldu.
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:41
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
TC VE PKK TARAFINDAN BİLİNÇLİ OLARAK SAKLANAN BİR GERÇEK

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
1992 yılından sonra, yani Hizbullah-PKK çatışma sürecinin başlamasıyla gelişen olaylar neticesinde, bölgede güç dengeleri sarsıldı ve yeni bir durum ortaya çıktı. Bugüne kadar hem TC ve hem de PKK, bu yeni durum ve gelişmelerden ne şekilde, müspet veya menfi yönden etkilendikleri hususunda bilerek suskun kalıyorlar. Bu çatışmalardan ve çatışmalar sonrası oluşan ortamdan kimin nasıl ve ne derece zarar veya fayda gördüğünü itiraf etmeyip gerçekleri saklıyorlar. TC, 1992 sonrası dönemde kazandığı ve elde ettiği başarılarının, Hizbullah-PKK çatışma sürecinin başlaması neticesinde bölgede oluşan yeni ortam ve şartlardan kaynaklandığı gerçeğini açıklamıyor ve bilinmesini istemiyor. Aynı şekilde, PKK’de içine düştüğü kötü durumun nedeninin Hizbullah ile yaşadığı çatışmadan kaynaklandığı gerçeğini açıklamıyor ve bilinmesini istemiyor. Çünkü her ikisi de bu gerçeğin açıklanması durumunda bugüne kadar halka ve mensuplarına söyledikleri yalanlarının ortaya çıkacağından ve gerçeğin anlaşılacağından korkuyorlar.


TC, bu savaşı kaybetmek üzereyken PKK’nin beyinsizliği sonucu Hizbullah’a dayattığı savaşın kendisine sağladığı avantajlar ve imkanlar sayesinde böyle bir başarıyı elde etti. Ancak TC, Hizbullah-PKK çatışması sırtından kazandığı bu başarıyı, bugüne kadar sürekli kendisinin özgücüyle kazanılmış bir zafermiş gibi kamuoyuna ilan etti. Sanki daha önce aynı bölgede kötü durumda olan ve hiçbir başarı gösteremeyen kendi silahlı güçleri değilmiş gibi, bu gelişmeyi kendi silahlı güçlerinin başarısı olarak sahiplendi. TC’nin siyasi ve askeri yetkilileri ve polis müdürleri konuyla ilgili her ağızlarını açtıklarında, 1992 sonrasında silahlı güçlerinin nasıl zafer kazandıklarını, nasıl tekrar bölgede hakimiyet sağladıklarını, terörün kökünü nasıl kurutup zararsız ve marjinal hale getirdiklerini ballandırarak anlatmayı sürdürmektedirler. Aklı başında bir insan çıkıp; nasıl oldu da “Verelim kurtulalım” dediğiniz, hiçbir etkinlik gösteremediğiniz, zayıf ve başarısız durumdan bugünkü başarılı duruma geldiniz? diye sormamaktadır.


Aynı şekilde PKK’de, 1992 sonrasında Hizbullah ile girdiği çatışma neticesinde bu kötü duruma düştüğünü itiraf etmek istemiyor. Çünkü, bugüne kadar halka ve tabanına, TC’den ve ona bağlı kontra ve çetelerden aldığı darbeler neticesinde bu kötü duruma düştüğü şeklindeki yalanının ortaya çıkmasından korkuyor. Bu yalanlarının ortaya çıkmaması için bu durumu bilerek gizliyor. Bu gerçeği herkesten çok daha iyi bilen PKK, yaşanan olayları ve bu olaylardan dolayı başına gelenleri doğru tahlil edip değerlendirmeye tabi tuttuktan sonra, kamuoyunun karşısına çıkıp mertçe ve onurluca; bu başarının TC’ye ait olmadığını, kendi taktik ve stratejik hataları sonucu Hizbullah ile girdiği çatışmada başarı gösteremediğinden zayıf duruma düştüğünü, bu çatışma neticesinde bölgede etkinliğinin kırıldığını, yeni ortam ve şartların oluştuğunu, TC’nin bu durumu fırsat bilip kendi lehine kullandığını, TC’nin kendi başarısı olarak gösterdiği bu durumun gerçek anlamda TC’nin başarısı olmadığını itiraf edip bu gerçekleri açıklaması gerekirken, hesabına gelmediği için bilerek bunları gizlemeye devam ediyor. Halen deve kuşu misali başını kuma sokarak gerçekleri görmek veya duymak istemiyor. Bu iki yüzlü ve basit tutumuyla, kendisi dışında Kürdistan’da bir başka gücün olmadığı şeklindeki yalanlarına tabanını inandırmaya çalışıyor.


Bugüne kadar bu konuda sözde gözlemci, uzman, tahlilci, yazar ve yorumcu sıfatıyla yazı yazan, konuşan ve TV programları yapan insanların bir kısmı, TC veya PKK’ye bağlı kişiler olduklarından ve bunların yalan bilgi ve haberleriyle beslendiklerinden, bazıları korktuklarından ve bazıları da bu konuda yeterince bilgi sahibi olmadıklarından dolayı bu gerçeği gündeme getirmemiş ve ele almamışlardır. Böylece bugüne kadar kimse bu konuyu tartışmamış, irdelememiş, üzerinde durmamış ve dolayısıyla bu gerçeğin anlaşılması ve açığa çıkması bu şekilde engellenmiştir.
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:42
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
KÜRT HALK ÖNDERİ(!) GEÇİNEN ŞAHSIN İÇİNE DÜŞTÜĞÜ TRAJEDİ-KOMİK DURUM

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Korku ve tehlikeden uzak rahat ortamlarda tavizsiz bir devrimci portresi çizen, bütün Kürt örgütlerini ve liderlerini gerici, feodal, işbirlikçi ve uzlaşmacılıkla suçlayan, kendisi ve hareketi dışında hiç kimsenin varlığına tahammül etmeyen, kendisini bütün Kürt halkının önderi olarak gören, her şeyi en iyi kendisinin bildiğini sanıp her konuda ahkam kesen, kendisini peygamberler, tarihi büyük şahsiyetler ve filozoflarla mukayese edip onların yaptıklarından daha önemli işler yaptığını sanıp, “Benden önce Kürt ulusu yoktu. Kürt ulusunu ben yarattım” diyecek kadar sapkınlık içine düşüp kendisini ilahlaştıran, adeta kendisine tapan ve tapılmasını isteyen, kimsenin kendisini anlayamadığını, idrak edemediğini ve kavrayamadığını söyleyerek kendisini eşsiz, ulaşılamayacak olağanüstü bir varlık konumunda gören, kendisine sıfat ve isim seçmede bir türlü karar veremeyen, sadece yüz yüze görüşmelerde değil, telefonla katıldığı TV programlarında dahi kimseyi konuşturmayan veya korku ve heyecandan kimsenin karşısında konuşmaya cesaret edemediği o ceberut serok, ulu önder ve büyük başkan tebdili mekan edip mevzi değiştirince, Samiri’nin altın buzağısı gibi büyüsü bozulup kuru bir puttan ibaret olduğu ortaya çıktı. Firavunun sihirbazları misali bu büyüye yakalanan belamları ve avenesi de karşılaştıkları bu durum karşısında dillerini yutmuşçasına korku, panik ve şaşkınlık içerisinde kaldılar.


Apo, dayılarının yanına ulaşır ulaşmaz, dili çözülmeye başlayınca; “Benim annem de Türk’tür. Devlete hizmet etmeye hazırım. Bizim bugüne kadar yaptıklarımız yanlıştı. Bağımsızlık şöyle dursun, özerklik ve federasyon düşüncesinin bile çok yanlış olduğunu, uğruna mücadele verdiğimiz şeylerin çoğunu bugün devletin kendisinin gerçekleştirdiğini, her şeyin devletin eliyle basit bir şekilde halledilebileceğini, bazı yasakların kaldırılması ve bir kısım kültürel hakların tanınmasıyla sorunun çözüleceğini, kendisine imkan ve fırsat tanınırsa PKK’yi rejim partisi, gerillayı da koruculaştırıp TC’nin hizmetine sokacağını ve böylece devleti bu beladan kurtaracağını, demokratik *****huriyet projesi (nasıl sihirli bir çözümse) çerçevesinde beraber kardeşçe yaşayabileceklerini, eğer bunlar yapılmaz ve kendisine bu imkan verilmezse Hizbullah’ın Kürdistan’da tehlikeli bir şekilde gelişip hakim güç olacağını, dış güçlerin Kürt sorununu kendi kontrollerine alıp, Güneyde bir Kürt devleti kuracaklarını, aynı şeyi Kuzeyde de yapıp TC’yi parçalayacaklarını, Güneydeki Kürtlerin değil ayrı devlet ve bağımsızlık, federasyon düşüncesinden bile vazgeçip kendisinin son versiyonu olan demokratik *****huriyet projesini esas alan bir çözüm arayışı içinde olmaları gerektiğini, eğer kendisine fırsat tanınır ve görev verilirse, Güney Kürdistan’da da TC’ye sadık bir ğulam olarak hizmete hazır olduğunu” söyleyerek, sözde devrimci bir gerilla liderinin yüz seksen derecelik bir dönüşle nasıl bir cahş olarak halkının karşısına geçtiğini gördük. Bu duruma hiç de şaşırmadık. Sadece, her şeyin aslına rücu ettiği prensibinin bir daha doğrulandığına tanıklık ettik.


Kendisini temsil hakkını böyle bir lidere ve partiye veren insanların nasıl bir zillet durumu yaşadıklarını, nasıl bir musibete düçar olduklarını ve nasıl bir kötü sona doğru sürüklendiklerini böylece ibretle izledik. Böyle bir lider ve böyle bir liderin hayatını kurtarmaya endekslenmiş bir parti, nasıl olur da Kürt halkının temsilcisi ve haklarının savunucusu olabilir? Nasıl olur da bütün bu olup bitenlere rağmen halen bazı insanlar böyle bir lider ve partiye güven duyabiliyor, gelecekleriyle ilgili umut bağlayabiliyor ve Kürt sorununa çözüm getirebileceği beklentisi içerisinde olabiliyorlar? Anlaşılan, bu yirmibeş yıllık trajedi-komik serüveni bundan sonra da izlemeye devam edeceğiz. “Lideri karga olanın gagası ....... çıkmaz” sözü tam da bu duruma uygun düşmektedir.


Teslimiyet ve ihanet içine düşen böyle bir lideri kurtarmak için partilerini, mensuplarını, mücadele tarihlerini, bütün emek ve kazanımlarını feda eden bu insanların duçar oldukları bu musibeti ve içine düştükleri kötü durum, zillet ve onursuzluğu gördükçe, kahramanca direnerek şereflice şehit olmayı teslimiyete tercih eden, zilleti kabul etmeyip ser verip sır vermeyen bir rehbere ve onun varisi bir cemaate tabi olmayı bize nasip ettiği için Rabbimize ne kadar şükretsek yine de azdır.
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:42
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Cihan-63 su an offline Cihan-63  
PKK’YE BİRKAÇ SÖZ VE UYARI

582 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.03.2007
En Son On: 13.01.2011 - 15:59
Cinsiyeti: Erkek 
Hizbullah, hiç bir yerli ve yabancı güce bağlı olmayan bağımsız İslami bir harekettir. Mücadeleye başladığı ilk günden şimdiye kadar İslamiliğinden ve bağımsızlığından ödün vermeden yoluna devam edegelmiştir. Çıkış yeri ve mücadele alanı ağırlıklı olarak Kürdistan olup, bu topraklarda çeyrek asırlık bir mücadele tarihine sahiptir. Bağrından çıktığı, içinde cemaatleşip, büyüyüp İslami faaliyet yürüttüğü, maddi ve manevi desteğini gördüğü Müslüman Kürdistan halkı bu mücadele tarihinin canlı şahididir. Bugüne kadar halkı etkilemek, kendisini halka tanıtmak ve kabul ettirmek için alışılagelmiş propaganda araçlarını kullanmadan ve bu araçlara ihtiyaç duymadan, kendisinden emin bir şekilde bir mücadele sürdürmesinin tek nedeni, hem keyfiyet ve hem de kemiyet açısından ulaştığı Cemaat gücü ve bu mücadelesinde büyük oranda desteğini aldığı halkı ile arasında var olan ileri düzeydeki tanışmışlık, itimat, güven ve bağlılık duygusudur.


Başta Kürdistan halkı olmak üzere bütün Türkiyeli İslami gruplar ile Cemaatı tanıyan dost ve düşman herkesin çok iyi bildiği ve şahit olduğu, yakalanan ve sorgulanan Cemaat mensuplarının polisteki sorgu tutanakları ile mahkeme dosyalarının belgelediği, TC’nin eline geçen Cemaat arşivinin açıkça gösterdiği ve ortaya koyduğu gibi Hizbullahi Cemaat, İslami dava anlayışının gereği olarak bugüne kadar hiçbir zaman ve hiçbir ortamda TC ile işbirliğine girmemiştir. Zorunlu olarak PKK ve nifak grubuyla girdiği çatışmalardan TC’nin dolaylı olarak dahi istifade etmemesi için imkanları dahilinde yoğun çaba sarf etmiştir. PKK’nin yaptığı haksızlık, zulüm, karalama, itham, iftira ve kısacası bütün düşmanlıklarına rağmen Cemaat, TC’nin PKK’ye yönelik tutum ve uygulamalarına hiçbir zaman ve hiçbir şekilde destek vermemiştir. Bunlar açık gerçekler olup, bunun aksini hiç kimse iddia edemez ve ispatlayamaz. Ancak siz, ilk günden şimdiye kadar, sürekli olarak ısrarla Hizbullah hakkında yaptığınız bütün iftira ve karalamalarınızın asılsız ve yalan olduğunu çok iyi bildiğiniz halde bu tutumunuzu sürdürüyor, çıkarınıza uygun düşmediği için gerçekleri kabul etmek istemiyorsunuz.


Yakalanan Cemaat mensupları sorguda size yönelik bilgi vermeleri doğrultusunda çok ağır işkence ve baskılara maruz kaldıkları halde, bunu kabul etmiyor ve bilgi vermiyorlardı. Bu tutum, TC’nin işkencecilerini çılgına çeviriyor ve arkadaşlarımıza vahşice işkence yapmalarına sebep oluyordu. Cemaat mensuplarının bu tavırları bazen hayatlarına mal oluyor, bazen de uzun süreli zindan hayatına mahkum edilmeleriyle sonuçlanıyordu. Arkadaşlarımızla aynı yerde ve aynı zamanda gözaltında bulunan çok sayıda arkadaşınız bu duruma tanıklık etmiştir. İnandığımız ve uğruna mücadele verdiğimiz İslami akidemiz ve cemaatsel ilkelerimiz gayr-ı İslami zulüm rejimleriyle işbirliğine müsaade etmediği için Cemaat mensupları, ağır işkencelere ve baskılara direnerek böyle bir tutum sergiliyorlardı. Bu gerçekleri, PKK’yi hoşnut etmek, ikna etmek veya propaganda olsun diye söylemiyoruz. Sadece bu gerçeklerin herkes tarafından bilinmesini istediğimiz için söylüyoruz.


Aynı bölgenin insanları ve aynı alanda mücadele eden bir hareket olarak hareketinizi ve mücadelenizi ilk günden beri iyi takip etmiş, gözlemlemiş ve tanımışızdır. Sizinle yaşadığımız uzun süreli çatışma dönemi boyunca her türlü zulüm, ihanet, baskı ve insanlık dışı saldırılarınıza maruz kaldık. Bu sayede partinizi ve liderinizi yaşadığımız tecrübelerle iyi bir şekilde tanıma imkanımız oldu. Liderinizin başına gelenlerden dolayı üzülmeye değmeyecek kadar değersiz bir insan olduğunu çok iyi biliyoruz. Buna rağmen, yakalanması esnasında Türk şovenistlerinin ağızlarından salyalar akıtarak, yamyamlar gibi tempo tutup sevinçten dans etmeleri karşısında, kendisi için olmazsa dahi bir hareket olarak başınıza gelenlere üzüldük. Nitekim, yakalandıktan sonra içine girdiği uzlaşmacı tavrı ve TC ile geliştirdiği işbirliği, kendisi için üzülmeye değmeyecek kadar değersiz biri olduğunu ortaya koydu. Ancak yine de kendisi için değil, onun şahsına veya partinize umut bağlamış, birçok şeyini bu yolda feda etmiş zavallı Kürt insanları için üzüldük.


Cemaate yönelik haksız yere açtığınız savaş ve vahşice saldırılarınıza, sürekli yaptığınız yalan propaganda, iftira ve karalamalarınıza ilaveten, Cemaate karşı TC ile pratikte çok açık bir şekilde işbirliği içine girdiniz. Çatışma süreci boyunca hem yayın organlarınızda ve hem de elemanlarınız vasıtasıyla resmen Cemaat mensuplarını ve faaliyetlerini TC’ye ihbar edip ispiyonculuk yaptınız. Yıllardır yaptığınız bu düşmanlık, yalan ve iftiraya dayalı karalama kampanyanız ve ispiyonculuğunuz yetmiyormuş gibi, TC ile, gizlemeye ihtiyaç duymayacak bir şekilde açıkça ittifak kurup ortak hareket ettiniz. Yıllarca Kürdistan insanına kan kusturan polis şefleri ve çetelerin cenazelerine sahip çıkarak ve bölgenin diğer yerleşim alanlarından insanları toplayıp cenaze törenlerine katılarak gerçek yüzünüzü ortaya koydunuz. TC’ye yaranmak ve sofrasından bir kemik kapmak umuduyla, TC’nin yeni milis gücü olarak polis, Mit, tim ve çetelerle beraber aynı safta yürüdünüz. TC’nin bölge halkı tarafından sahiplenildiğini ve sevildiğini ortaya koymak, TC’ye bağlılığınızı ve sadakatinizi göstermek için kraldan daha fazla kralcı kesilip gönüllü uşaklık yaptınız. Bu tutumunuzla, rejimin işbirlikçisi bir kontra hareketi olduğunuzu açıkça gösterdiniz.


Ulu başkanınız(!), hiç şüphesiz eğer hedeflerine ulaşmayı başarıp iktidara gelseydi, Kürtlerin Atatürk’ü olacak ve Kemalist rejimin bir asra yakındır yaptığı zulümlerden ve çektirdiği acılardan daha fazlasını Müslüman Kürt halkına çektirecekti. Bu hedeflerine ulaşmasına gerek kalmadan, çeyrek asırlık mücadele süreci boyunca Müslüman Kürt halkının kanını oluk oluk akıtarak, uygulamalarıyla nasıl eli kanlı bir diktatör olduğunu göstermiştir. Ancak, hem kendisinin yaptığı zulümleri ve hem de yeni keşfettiği ve seksen yıllık Kemalistlerden daha ileri derecede bir heyecan ve aşkla sımsıkı sarıldığı yeni rehberi Atatürk’ün ve Kemalist rejimin bugüne kadar Müslüman Kürt halkına yaptıklarını az görmüş olmalı ki, dayılarına misafir bulunduğu İmralı’da, Laik Kemalist diktatörlere Müslüman Kürt halkının yeniden imhası doğrultusunda yol gösterip akıl vermekte ve danışmanlık hizmeti sunmaktadır.


Yıllardır yaptığınız çok çirkin hizbi kontra yakıştırması, yalan ve iftiraya dayalı ucuz karalama ve ithamlarınıza karşı Cemaat, bugüne kadar sizinle ağız dalaşına girmeye ve açıklama yapmaya tenezzül etmedi. Çünkü sizin mantığınızın “Yalan ve iftira at, tutmazsa izi kalır” mantığı olduğunu bildiğinden, sözlü açıklamalar ve yazılı cevaplarla ikna olacağınıza inanmıyordu. Bundan dolayı, yaptığınız bütün düşmanlıklara, sadece anladığınız tek dil olan eylem diliyle cevap vererek çok sert bir şekilde tepki gösterdi. Yanılmıyorsak Cemaatın bu mesajını da çok iyi aldınız ve anladınız. Ancak, öyle anlaşılıyor ki, geçmişte yaşanan olaylardan ders almaya ve kendinizi düzeltmeye niyetiniz yoktur. Bugüne kadar ki yanlış politikalarınızın çok sayıda insanınızın hayatına ve Kürt halkına pahalıya mal olduğunu görüp bildiğiniz halde halen akıllanmamış görünüyorsunuz.


Meydanın size kaldığı vehmine kapılıp elinizdeki medya ve iletişim vasıtalarını kullanarak, Cemaat aleyhine yalan ve iftiraya dayalı karalamalarınıza devam ediyorsunuz. Bu ahlak ve alışkanlıklarınızı terk etmeyip bu çirkin tutumunuzu sürdürmeye niyetiniz varsa, -ki öyle görünüyor- geriye dönüp 1991 sonrası Cemaatle yaşadığınız çatışma dönemine bakıp, içine düştüğünüz kötü durumu hatırlamanızda fayda vardır. Eğer bu düşmanca tutum ve yanlış politikayı sürdürmede ısrar ederseniz, uşaklığını yapmak ve gönüllü bir cahş ordusu olarak hizmetine girmek için can attığınız TC’nin de bu sefer sizi kurtaramayacağını çok iyi bilmenizi isteriz.
__________________
Ekleme Tarihi: 16.12.2007 - 11:43
Bu mesajı bildir   Cihan-63 üyenin diğer mesajları Cihan-63`in Profili Cihan-63 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1607 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
husameddin (47), halk yolcusu (37), Habibetti21 (37), aysani (50), kardelen__571 (35), hasan_el_benna (42), aslanþamil (44), caylak ali osma.. (51), vural (50), mero (), ByNet (54), enginbey (49), veleye5 (28), yazitura (45), betulonur (41), NiSA (47), aliavlamaz (37), adler42 (46), 0730sahin (43), ercan58 (41)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 2.34403 saniyede açıldı