0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » DİĞER DİNİ KONULAR » vahdetı vucud kufru ?

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 11 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
buharii su an offline buharii  
vahdetı vucud kufru ?

47 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.06.2006
En Son On: 24.08.2007 - 22:38
Cinsiyeti: ----- 
vahdetı vucud kufru

Anlamı ve mahiyeti ile ilgili tartışmaların hiç kesilmediği bir konu olan Vahdet-i Vücûd, harici tesirlerin etkin olduğu bir inançtır.

Müslümanların savaşlar veya ticarî ilişkiler sonucunda özellikle Hint'le irtibat kurmaları, Hint din ve felsefelerinin müslümanlar arasında tanınmasına imkân sağlar.

Bu irtibat süresince Veda inancı bazı sûfîlerce düşünce ve inançlarını izahta yardımcı unsur olarak benimsenir. Veda inancına göre, tabiat diye başlı başına bir mevcûd yoktur. Varolan sadece yaratıcı kudrettir. Tabiat ise onun bir görüntüsüdür.-Aynen dalga ve köpüğün, denizin bir görüntüsü olması gibi. Deniz kayboldumu dalgada köpükte kalmaz. Deniz dalga ve köpükten ibaret değildir ancak onlarsız da kendisini gösteremez.

Fena inancının doğru biçiminden, bozulmuş, çarpıtılmış biçimine geçişte Allah'ın varlığının karşısında ayrı bir "Ben"in olamayacağı inancının oluşması, Vahdet-i Vücûd inancının doğuşunda önemli bir safhayı teşkil eder.

Eğer "Ben" yoksa, o zaman diğer şeylerin de olmaması gerektiği kanaati oluşur. Diğer şeyleri, Allah'a rağmen var kabul etmek Yunus Emre'nin önceki sayfada geçen mısrasında olduğu gibi, şirk olarak nitelenir.

Ancak bu inancın baştaki dağınıklıktan ve yorum farklılıklarından kurtarılıp, sistemli şekilde ifade edilmesi hemen gerçekleşmemiştir. Bunun için İbn Arabi'yi (638/1240) beklemek gerekmiştir. Veda inancı ve diğer toplumların felsefî birikimleri son safhada sahip olunan söz konusu inancı izahta önemli kolaylıklar sağlar ve böylelikle felsefî bir sistem doğar; bu Vahdet-i Vücûd inancıdır, İbn Arabi'de ontolojik ve metafizik anlamda başlıbaşına bir inanç sistemi haline gelen Vahdet-i Vücûd inancı, bazı sufilerin elastikiyetli ifadeleri içerisinde tasavvufun bünyesinde yerini alır. Elâstiki ifadelerle anlatılan ve bu nedenle istenilen anlama çekilebilen bu inanç, böylelikle müslüman halkın kabulünü elde etme imkânı kazanır.

Söz konusu inancın anlamını araştıracak olursak; Vahdet-i Vücûd inancı "Vücud'"un tek olduğu ve bunun da Vücud-u Mutlak olan Vücud-u İlâhi'den ibaret olduğu anlamına gelir.(59) Buna göre âlem (kâinat) Allah'ın (Vucud-u İlâhî'nin) dış görünüşünden ibarettir. Allah ise âlemin iç görünüşüdür, ikisi arasında cevher, araz farklılığı varsa da bu görünüşten ibaret olup, gerçekte her ikisinin de sıfatlarında fark mevcut değildir.

Başta İbn Arabî olmak üzere en açık biçimiyle Sadreddin Konevî (673/1274) Celâleddin Rumî (672/1273), Abdulkadîr el-lci (756/1355), İbn Seb'în (669/1270), lbnu'l Farız (632/1235), Tîlimsanî ( ) gibi ünlü sufîlerin söz ve yazılarında kolaylıkla bulunabilecek Vahdet-i Vücûd inancı, günümüz araştırıcılarının çoğunun zihnin de Batı kökenli Panteizm kavramını çağrıştırır bir şekilde yer etmiştir. Çünkü Panteizm'e göre de "Allah'ın âlemden ayrı ve müstakil bir şahsiyeti yoktur."60

Elbetteki yanlışlığın coğrafyası ve zamanı olmaz. Yanlış, her yerde ve zamanda yanlıştır. Üstelik yanlışlar arasındaki farklılıklar (zıtlıklar) birine oranla diğerini doğru kılmaz. Yani basit bir örnekle; 2 kere 2'nin değişik kişiler tarafından 5 veya 7 olarak kabul edilmesi durumunda, 5 sonucunu yanlış kabul eden birisinin 5 ile 7 sonuçları birbirinden farklı olması nedeniyle, 7 'yi 5'e kıyaslayarak " 2 kere 2 nin 5 ettiği görüşü yanlıştır, 7'de 5'ten farklıdır o halde 2 kere 2, 7 dir" yargısında bulunamaz ve böyle bir yargı doğru kabul edilemez. Çünkü 2 kere 2'nin 5 ettiği düşüncesi nasıl yanlışsa 7 ettiği düşüncesi de aynı şekilde yanlıştır. Zira bir yanlışın durumu diğer bir yanlışa göre değil, doğruya göre bir anlam ifade eder.

Birşey, doğru olandan farklı ise yanlışlık değerini kazanır. Doğruyla aynı ise doğruluk değerini kazanır. Bunları belirtmemizin nedeni; Vahdet-i Vücûd inancını ısrarla Batı'nın panteizminden farklı olduğunu vurgulayarak doğru (hakikat) kılma gayretlerinin hiç eksik olmamasıdır.61

Bu durumda olanlar Fena ve Hulûl’la ilgili inançlara sahip olup, bunu tereddütsüz bir şekilde ifade eden kişilere rağmen, "Onlar bununla hululü kasdetmiyorlar(dı)" diyerek konuyu zoraki olumlu mecralara çekmeye çalışan kişilerle benzer tavır içerisindedirler.

Kraldan çok kralcı kesilme eğilimi taşıyan bu şahsiyetlerinden birisi de çağdaş araştırıcılardan Seyyid Hüseyin Nasr'dır ve konumuzun anlaşılması için onu bir örnek olarak alabiliriz.

O, kitaplarında ısrarlı bir şekilde Vahdet-i Vücûd'un Panteizm olmadığını açıklar. Ona göre, bu ikisi arasında hiç bir benzerlik yoktur. Şu açıklaması ise bu ilgisizliği(I) göstermeye yöneliktir; "aglaÖncelikle) Panteizm felsefi bir sistem(dir)...ikinci olarak, panteizm Allah'la kâinat arasında tözsel bir devamlılık öngörür...(Vahdet-i Vücûd inancına gelince) şudur bu doktrinin esasları, Allah kâinat karşısında mutlak aşkın (müteal) olmakla birlikte, kâinat O'ndan bütünüyle ayrı değildir. Yani kâinat esrarlı biçimde Allah'a katılmış durumdadır."62

Görüldüğü gibi Panteizm ile Vahdet-i Vücûd arasındaki çok ince anlam farklılıkları dikkate alınarak, Vahdet-i Vücûd'un: Pateizm olmadığı ve Panteizm yanlış olduğuna göre, Vahdet-i Vucûd'un doğru/hakikat olduğu gibi bir saçmalığa düşülmektedir.

Halbuki la ilahe illâllah'ta simgeleşen Tevhid hakikati çerçevesinde düşünüldüğünde dikkate alınması gereken husus, Vahdet-i Vücûd'un Tevhid'in gereği mi yoksa onun çarpıtılmış biçiminin ulaştığı bir inanç mı olduğu konusudur.

Vahdet-i Vücûd inancını, karşıtları bir yana, bizzat taraftarlarının ifadelerinden hareketle anlamaya çalışacak olursak, ilk sıralarda karşımıza çıkan şahıs Hallac-ı Mansur (309/921) olur. Onun daha çok hulul inancını çağrıştırır ifade ve fikirleri önceki sayfalarda da geçtiği gibi bir çok taraftar bulur. O'nun çok sayıdaki taraftarlarlarından bir örnek olarak yakın dönem sufilerinde Nazmi Efendi'yi(1113/1701) anabiliriz.

O, Vahdet-i Vücûd inancı gereği, hulul inancına karşı çıkar. Hulul olabilmesi için iki ayrı varlığın bulunması gerektiğini ifade eder ve O'na göre iki ayrı varlık yoktur. Bu nedenle hulul inancı yanlıştır, hakikate muhaliftir. Çünkü bir tek varlık vardır. O da "Vücûd-u Mutlak" olan Allah'tır.

Nazmî Efendi'ye göre, "Allah bütün âlemi, kâinatı kaplamış" demek de büyük yanlıştır, Allah'tan ayrı bir âlemin olduğu söz konusu edilmektedir. Halbuki âlem, eşya diye birşey yoktur. Varolan sadece Allah'tır. Ancak bunu ise cahiller değil sadece "ev ednâ" makamına erişenler anlayabilirler."

Ünlü sûfı-şair Camî'de (898/1492) mensubu olduğu ve savunduğu Vahdet-i Vücûd inancını bir çok şiirinde tekrar tekrar açıklar. Şu şiiri bunlardan sadece birisidir;

Arkadaş,dost, yoldaş,
Hepsi O,
Dilencinin yırtık-sökük elbisesindeki de
Krallara lâyık sırmalı kaftanlardaki de,
Hep O;
Çeşitliliğin sergilenişinde veya birliğin gizliliğinde
Vallahi hep O!
Tallahi hep O! 64

Ibn Arabi'nin (638/1240) Vahdet-i Vücûd inancının sistemleştiricisi olduğunu belirtmiştim. O, seleflerinden aldığı bu inancı sistemli, başlıbaşına bir inanç sistemi haline getirdikten sonra haleflerine devreder. Bu itibarla konunun İbn Arabî merkezli incelenmesinde yarar vardır.

İbn Arabi'nin Vahdet-i Vücûd inancının doğru biçimde anlaşılabilmesi için Nazmi Efendi örneğinde olduğu gibi, hulul inancının dayanak alınması gerekmektedir. Şöyleki, O, hulul inancının saçma olduğunu ifade eder. Çünkü hulul olması için, iki ayrı varlığın (hulul eden ve kendisine hulul olunan - Allah/kâinat) bulunması gerektiğini söyler.

Halbuki ona göre mevcud (varolanlar) Bir'dir. "Hakikat budur ki, Halik, Mahlûktur ve yine hakikat budur ki, Mahlûk, Hâlık'tır. Bunların hepsi bir tek varlıktandır. Hayır belki O tek varlıktır. Ve yine O, çokluk halinde olan varlıktır."65

Ona göre âlem ile Allah arasında bir ayrıma gidilmesi zorunlu görülecek olursa, bu ancak zihinsel olarak yapılabilir. Yani böylesi bir ayrım şeklîdir, gerçeği yoktur. Çünkü "varlıkta ancak bir vardır. Suyun rengi kabının rengidir,"66

O'nun Vahdet-i Vücûd inancının dayanağı olarak ünlü eseri Fûsus el-Hikem dikkate alındığında, söz konusu inancını ifade eden bazı söz ve açıklamaları şunlardır;

"Bu kitap, nefis ârzularının münezzeh ve içine fesad karışmamış olan en küdsî makamdan indirilmiştir.. .ben ancak bana ilham olunan şeyi söyledim. (s:5)

Tanrı, mahlûkuna insan ile nazar kıldı ve onlara rahmet eyledi. Şu halde O ezelî olan insan, şekliyle hadîs, zuhur ve neş'eti bakımından ebedî ve daimdir. (s: 10)

Bineanaleyh biz O'nu gördüğümüz vakit kendi nefislerimizi görürüz ve O bizi gördüğü vakit kendi nefsini görür. (s: 19)

O (yani Adem) hem Hak, hem de Halk'tır (s:25)

Hakk'ı tenzih eden kimse ya câhildir, ya edebî noksan kimsedir...Çünkü Hak olan Mahlûk'ların hepsinde zuhur yani belirme vardır. Şu halde bütün mefhumlarda beliren O'dur. (s: 51,52)

Sen Hakk'ın sureti ve Hakk da senin ruhun olduğu olduğu cihetle sen Hakk için cismanî bir suret gibisin. O da senin cesedinin suretini sevk ve idare eden bir ruh gibidir (s:54).

Alemin suretinden Hakk'ın ayrılması asla mümkün değildir (s: 55).

Böyle olunca her bir Mâbud'da Allah'tan başkasına ibadet olunmadı (s: 62)

Sen yere gömüldüğün vakit O'nun içindesin, O senin zarfındır (s: 66)

Vücûd âleminde ancak O vardır (s: 74).

Varlıkta O'nu gören, O'dan başkası değildir (s:75).

İnsan ve eşya isimleriyle anılan hep O'dur (s:76).

Demek oluyor ki, tabiat âlemi bir aynada beliren suretlerdir. Hayır! belki de çeşitli aynalarda görülen tek bir surettir (s:81).

Allah beni öğer, ben de O'nu. O bana kulluk eder, ben de O'na (s:94)

Hakk'ın belirmesi benim vücûdumdadır. Bunun için biz Hakk'a göre kap gibiyiz (s:95).

Ey nefsinde varlıkları yaratan! Sen halk ettiğin şeylerin hepsisin (s:105).

Bir vakit olur ki, Kul şüphesiz Rabb olur. Başka bir vakitte de iftirasız kulluk derecesine iner (s:109).

Herhangi bir mahlûkta Allah'tan şu eser vardır ve diğer mahlûkta bu şey vardır denilemez. Çünkü O ezelî varlık parçalanmayı kabul etmez (s: 111).

Sen Kul'sun ve Tanrı'sın; kulluğun kimin kulu olduğunu bildiğin içindir (s:116).

O herşeyi kaplamıştır (s: 118 ).

Zaten yolda muhakkak olarak yürüyen Hakk'tır. Bilinen de ancak O'dur. (s: 156).

Şu halde sen bir yönden düşünürsen benim sığınmam O'ndan O'nadır(s:164).

Göz O'ndan başkasına bakmaz (s:167)...

Hakikat ancak bizim bahsettiğimizdir. Buna inan ve bu meselede hâl ile bizim gibi ol (s:307)...

Bu bölüme İmam Ebû Hanife'den (150/767) bir alıntıyla başlamış ve insanların aynı kavramla farklı şeyler ifade edebileceklerini, bu nedenle kavramların bizzat kendilerinin değil, ifade ettikleri anlamın önemli olduğunu açıklamıştık.

Tevhid hakikatinin "Tevhid", "İslâm" isimleri altında bozulup değiştirilmesine ilişkin çok sayıda örneklerden de anlaşılmış olmalıdır ki, bazı insanlar söz ve yazılarında her ne kadar Allah, İslâm, Peygamber, Kur'an vs. gibi isimleri kullanırlarsa da, onların bahsettikleri bu isimlerin Resûlüllah (sav)'in bildirdiği dinin temelini oluşturan benzer isimlerle bir ilişkisi olmamıştır.

Kısacası çoğu zaman bu şahıslar, Kur'an ve Sünnet'te bildirilen aşkın (Muteal), yaratıklarının herşeyini hükmü altında bulunduran, herşeyi kontrolü, gücü, ilmi altında tutan, sürekli yoktan yaratan, kendisiyle hiç bir yaratığın bir (aynı) olmadığı ve olamayacağı Allah inancının dışında bir Allah'a inanmışlar, o kendi hayallerinin ürünü olan hayali varlıktan, Allah olarak bahsetmişlerdir.

Onların inandığı o Allah ise (haşa) yoktan yaratamayan, yaratıklarıyla ilgilenmeyen ve hatta yaratıklarıyla bir (aynı) olan hayallerinin ürünü bir varlıktır. Bu durumun kısa ve çok güzel bir değerlendirmesi olarak yine İmam Ebû Hanife'nin (150/767) bir tesbitini dikkate almak konunun anlaşılır olması açısından yararlı olacaktır;

"Bir yahudiye kime ibadet ettiğini sorarsanız, "Allah'a ibadet ediyorum" der. Allah'ı sorduğun zaman, onu beşer şeklinde yaratılmış olan oğlu Üzeyr olduğunu söyler. Bu durumda olan kimse Allah'a iman etmiş olmaz. Eğer bir Hristiyana, kime ibadet ettiğini sorarsanız "Allah'a ibadet ediyorum" der. Allah'ı sorduğunda, onun İsa'nın cesedinde ve Meryem'in karnında gizlenen, bir yere sığan ve giren varlık olduğunu söyler. Bu durumda bulunan kimse ise Allah'a iman etmiş olmaz. Mecusi'ye de kime ibadet etitiğini sorarsan, o da "Allah'a ibadet ediyorum" diye cevap verir. Fakat Allah'ı sorduğun zaman, onun ortağı, eşi ve çocuğu bulunan bir varlık olduğunu söyler. Bu durumda olan bir kimse de, Allah'a iman etmiş olmaz. Bütün bu kimselerin Allah'ı bilmemeleri ve inkârları birdir. Vasıfları, sıfat ve ibadetleri ise çok ve değişiktir... işte böylece sen onların tavsif ve ibadet ettiklerine, ibadet etmediğini bilirsin. Çünkü onlar üç yahut iki ilâh tavsif ediyorlar. Tavsif ettiklerine de ibadet ediyorlar. Oysaki sen, bir olan Allah'ı tavsif ediyorsun. O halde senin ibadet ettiğin mabudun onların ibadet ettiklerinden başkadır. Onların mabudu da senin ibadet ettiğinden başkadır. Bunun için Kur'an'da ; "De ki, ey kâfirler.ben sizin taptıklarınıza tapmam, siz de benim taptığıma tapmazsınız" buyurulmuştur."67
Ekleme Tarihi: 23.12.2006 - 20:30
Bu mesajı bildir   buharii üyenin diğer mesajları buharii`in Profili buharii Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
buharii su an offline buharii  

47 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.06.2006
En Son On: 24.08.2007 - 22:38
Cinsiyeti: ----- 
Başta İbn Arabî olmak üzere en açık biçimiyle Sadreddin Konevî (673/1274) Celâleddin Rumî (672/1273), Abdulkadîr el-lci (756/1355), İbn Seb'în (669/1270), lbnu'l Farız (632/1235), Tîlimsanî ( ) gibi ünlü sufîlerin söz ve yazılarında kolaylıkla bulunabilecek Vahdet-i Vücûd inancı, günümüz araştırıcılarının çoğunun zihnin de Batı kökenli Panteizm kavramını çağrıştırır bir şekilde yer etmiştir. Çünkü Panteizm'e göre de "Allah'ın âlemden ayrı ve müstakil bir şahsiyeti yoktur
Ekleme Tarihi: 25.12.2006 - 21:16
Bu mesajı bildir   buharii üyenin diğer mesajları buharii`in Profili buharii Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
kolcu66 su an offline kolcu66  

100 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.06.2006
En Son On: 19.03.2007 - 19:05
Cinsiyeti: ----- 
2. bin yılın en büyük alimlerinden İmam-ı Rabbani, Müceddi-i Elf-i Sani(ikinci bin yılın müceddidi) Ahmed Faruki hazretleri, Mektubat kitabının 1. Cilt 266. Mektubunda buyuruyor ki;

Büyüklerimizin beğendiği, büyük bildiği Muhyiddîn-i Arabînin birçok sözlerinin, Ehl-i sünnetin doğru sözlerine uymaması, yanlış olması ne kadar şaşılacak şeydir. H

atâları, keşfinde, kalbe doğan bilgilerde olduğu için, belki kabahat sayılmaz. İctihâddaki hatâlar gibi birşey söylenemez.

Onun büyük olduğunu ve hatâlarının kusur sayılamıyacağını, yalnız bu fakir söyliyorum. Onu büyük bilir ve severim. Ehl-i sünnet âlimlerinin sözlerine uymıyan yazılarını yanlış ve zararlı bilirim.

Sôfiyyûndan bir kısmı, onu beğenmiyor ve çirkin şeyler söylüyor. Bütün ilimlerini yanlış ve bozuk biliyorlar. Bir kısmı da ona uyarak, bütün ilimlerini, yazılarını olduğu gibi alıyor. Hepsini doğru biliyor ve doğruluklarını isbât etmeğe kalkışıyor. Bu iki kısm da yanılıyor, adaletten ayrılıyor. Bir kısmı haddi aşıyor. Birisi de, büsbütün mahrum kalıyor.

Evliyânın büyüklerinden olan Muhyiddîn-i Arabî keşflerindeki hatâsından dolayı, büsbütün red olunabilir mi? Fakat, Ehl-i sünnetin doğru sözlerine uymıyan, hatâlı bilgilerine uyulur mu ve herşeyi de kabûl olunur mu? Burada doğru yol, cenâb-ı Hakkın bize ihsân ettiği, iki tarafa sapmıyan orta yoldur.

Vahdet-i vücûd bilgisinde, sôfiyyenin çoğunun, Muhyiddîn-i Arabî ile berâber olduğu meydandadır. Kendisi burada da, husûsî bir yol tutmuş ise de, sözün esasında ortaktırlar. Bu bilgileri de görünüşte, Ehl-i sünnet îtikatına uymuyor ise de, uydurulması kolaydır ve ikisini birleştirmek mümkindir. Bu fakir, cenâb-ı Hakkın yardımı ile, üstâdımın (Rübâiyyât)ını açıklarken, bu bilgileri, Ehl-i sünnetin îtikadı ile birleştirdim. Aradaki farkın, yalnız sözde ve kelimelerde olduğunu göstererek, her iki tarafın şübhe ettikleri yerleri öyle bir aydınlattım ki, okuyanların hiç şübhesi kalmaz. Görünce anlaşılır.

------

İmâm-ı Süyûtî(Celaleddin Abdurrahman bin Muhammed, şafii âlimlerinin büyüklerindendir. Hadis imamı, müctehid idi. 500 den fazla kitap yazmıştır) hazretleri (Tenbîh-ul-gabî) kitabında Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin büyüklüğünü vesikalarla isbât etmektedir.

Osmanlı İmparatorluğunun en büyük şeyhülislamlarından Ebüssü'ûd efendi, fetvâlarında da ona dil uzatılamıyacağı yazılıdır.

---------
Cihân arslanları, bu zincire bağlıdır,
Kurnaz tilki, bu zinciri nasıl koparır?


Bu mesaj 1 kez ve en son kolcu66 tarafından 26.12.2006 - 01:25 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 26.12.2006 - 01:22
Bu mesajı bildir   kolcu66 üyenin diğer mesajları kolcu66`in Profili kolcu66 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Hak-dilaram su an offline Hak-dilaram  

143 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 24.12.2006
En Son On: 25.10.2007 - 15:15
Cinsiyeti: Erkek 
okuyunca kafanizda bir msele kalmayacaktir umuduyla...

Gullât-ı Şiiyye ve tasavvuf iddiasında bulunan birçoklarının, hulul ve ittihada inanıp, Vahdet-ul-Vücud'a, kulun Allah'la birleşmesi olarak inanmaları sapkınlıktır. Onların ibarelerini görenler, sofilerin hepsinin o itikadda olduğunu zannederler. Gerçek öyle değildir.

İslama mal edilmiş Gullat-ı şiiyye ve bazı şeriat düşmanları; tasavvuf ilmini işrakiyye mezhebine dayandırarak, neticede, tasavvufu sadece fikirden veyahud hissiyat-ı felsefiyeden yahud mücerred akılcılık veyahud istidracdan ibaret bilmişlerdir.
Şeyh Muhyiddin Arabi, Mevlana Cami ve benzerlerinin meşrebleri, kitablarına nazaran haşa batıl gibi görünür, lakin hak ve gerçektir. Aslında onlara, birçok iftira da yapılmıştır. Bunlarda hulul-ittihad meseleleri asla yoktur. İfadede ibare bulamamışlar.

Ne fayda ki şaşı kimseler onların kitablarını okuyunca, Hıristiyanların İşrakiyye mezhebinden alınma zannederler. Şaşkınlık okuyucunun zihnindedir. Fakat idrakte değiller. Hulul ve ittihad onlarda yoktur.

Burada hak iki meşreb vardır. Şöyle ki:
Birinci meşreb: Muhakkak saliklerin sulukü (yolu) biterken, Tevhid ve irfan denizinde ve ilminde istiğrak bulurlar, muzmahil olurlar. Şöyle ki zatları O'nun zatında ve sıfatları O'nun Sıfatında yok olur. Kendileriyle birlikte bütün masivayı kaybederler. O zaman "La mevcud" makamında masivayı görmezler. Buna fena fitTevhid (Fenafillah) diye isim verirler.

Zatları O'nun zatında ve sıfatları O'nun Sıfatında yok olur demeleri hulul ve ittihad ifadesi değildir. Âlî bir mesele, âdi bir misalle anlatılmak istenilirse, şöyle denilir:

Bir genç oğlan, bir kızı sever ve ondan uzaklaşırsa; haliyle aşk ve sevgisinden tahammülsüz dereceye gelir; arar, arar... Ansızın tenha bir yerde korku ve utanç olmaksızın karşı karşıya gelir. Acaba o anda kızın istek ve arzuları, bedeni ve güzelliğinden başka bir şey aklında kalır mı?.. Elbette kalmaz.. Kalmayınca, titrer mi?.. Titrer.. Birleştik der mi?.. Der.. Yahud düşüp bayılır mı?.. Bayılır.. İşte bunu gören: "Şu genç, bu kıza meftûn olmuş." der. Ayılınca, gençten sorsan: Nedir bu senin halin?. "Canım onun canı için feda olmuş; istek ve buyruklarına hazırım. Onun isteği, benim isteğimdir; ben yoğum o var.." demez mi?.. der.. Bundan daha âlî ünsiyet makamı... Bu "O benim içime.. Ben de onun içine girdim." demek değildir.

Adamın belinde bir silah var. Cebinde kaçak bir eşya var. Ansızın polisler etrafını sarar.. O anda, polislerin korkusundan titrer mi? Titrer.. Şok geçirir mi?.. Geçirir.. Polisin zatından ve silahından , bir de merhametinden başka, hiçbir şey aklına gelir mi?.. Gelmez.. Korkusu ümidine galebe çalar mı?.. Çalar.. İşte bu adam, polisten meftun oldu mu?.. Oldu.. Hele hele, kendisini takatsiz ve mukavemet edemeyecek derecede görürse.. Ve bundan âlî, mahcubiyet makamı...
İşte kızı sevdiğimiz kadar Allah Teâlâ'yı seversek; arzusu için arzumuzu terk edersek; yahud polisten korktuğumuz kadar Allah'tan korkarsak, yasaları için yasaklardan kaçınırsak, fânî olmuş oluruz.

Bu fenâyı bulanlardan kimisi soğukkanlı olur: "Emrinde yok oldum" der. "Aşkında yok oldum" der. "Sanatına hayran oldum" der. Kimisi de heyecanlanır: Zâtım O'nun Zât'ında ve sıfatım O'nun Sıfatında yok oldu der. Soğukkanlı, ehli temkin.. bu ise ehli sekirdir..

Teftezânî , Şerh-ul Mekâsıd'da bu meşrebi kabul edip der ki: Biz bu fenanın kenarında itikad ederiz ki bu fenanın yolu ayan ve beyan."
İbnu Kesîr'in naklettiği Ebî Seleme ve Ebî Hureyre'den gelen sahih bir rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sözün en doğrusu, şair Lebîd'in söylemiş olduğu: 'Dikkat, Allah'tan başka her şey zeval halinde, helaktedir.' sözüdür."

İbnu Kesir diyor ki: Bunun muktezası şudur:

Gerçekte Allah Teâlâdan başka her şey, bütünüyle fanidir, zevaldedir. Bârî Teâlâ'nın Zât'ı, her şeyden önce ilk.. ve her şeyden sonra sondur.
Kâdı Beydâvi El-Kasas sûresinin son ayetinin tefsirinde: "Gerçekte Allah Teâlâ'nın Zât'ından başka her şey mümkündür; haddi zatında zevalde ve ma'dumdur." Er-Rahman sûresinin; "Yeryüzünde her şey fânîdir. İkram ve Celal sahibi Rabb'inin Zât'ı bâkî kalacaktır." meâlindeki 26-27'nci ayetinin tefsirinde de "Eğer sen mevcudatın cihetlerini araştırsan ve zatlarını teftiş etsen, Allah Teâlâ'nın Zat'ından başkasının, haddi zatında zevalde olduğunu görürsün; Rabb'inin rızasının ciheti müstesna" demektedir.

Mercânî bunu naklettikten sonra diyor ki: Ariflerin ittifakıyla, mümkinatın hepsi; helak, zeval ve fenâ halindedir. Hakiki Vücudları yoktur. Ancak hakiki mevcud, doğrusu vücud, Allah Teâlâ'dır. Bir şahs-ı vâhid, muhtelif bir çok aynalarda zuhur ettiği gibi, Allah Teâlâ'da mümkünlerde tecelli eder. Bu tecelli ve zuhurdan başka, mümkünlerin hiçbir vücudu yoktur.
Tarif edilen istiğrakı, ruhen, kalben ve aklen müşahede etmek; bu müşahede esnasında sarhoşluktan dolayı varlığını unutmak, Fenâ.. Kendi varlığını idrak etmek, Bekâ... İki varlık arasında fark etmek ve mümkinata da bir nev'î vücud payını vermeye hükmetmek, Vahdet-i şuhud ve Bekâ... İşte İmam Rabbânî Mektubat'ında bu makamı tercih ederek, Vahdet-ul-Vücud'u inkâr etmektedir. Onun inkârı, Vahdet-ul-Vucud meselesinin yokluğu veya geçersizliği için değildir. Daha mükemmel makâmâtı idrak etmek içindir.

Hâlık'a inanıp, O'nun emriyle nefsî arzularını yok eden yok mu, işte o kimse, O'nda yok olur. Kısa tabirle, nehiyleri terk etmek ve emrleri yapmak.. Yani O'nun için her yasakları terk eden, O'nun için alçak nefsi öldüren ve muhalefet eden sâlik yükselir; doğrusu başkalaşır.

Rûhen de bütün emrleri yerine getirerek Kur'an'ın ahlakıyla baş başa kalırsa, Bekabillah olur. Doğrusu iki insan olur.

Hakikatte Vahdet-ul-Vücud'a kail olanlar, Arif-i Billah ve hakiki Müslümanlardır. Mişkat-ul Envar kitabının tabiriyle "Ehli Vahdet-ul-Vücud"; Üstad Hazretlerinin tabiriyle "Ehli Vahdet-uş-Şuhud"; mecazın en derin çukurundan çıkıp, hakikatin zirvesine... İmam Şa'ranî'nin tabiriyle; ayn-ul-yakîn mertebesindeki hakikatlere varmışlardır.
Hakikatte onlarca, tek bir varlık vardır. O da Allah.. Lâ mevcûde filhakîkati İllallah demişlerdir. Kainat hayalidir; veyahud ayna gibidir. Var görülür, hakikatte yoktur. Bu meşreb, Vacib-ul-Vücud'un Zat'ını değil, masivayı yok bilirler; "masiva yokluğa mahkumdur" demezler. Kâdı Beydâvî, Er-Rahman sûresinin 27 ve 287inci ayetlerinin tefsirinde bu meşrebi muteber görmüştür.

Bu tarifler İslamın bizzat özünden halelenip çıkmış nadide, özlü, iştiyak ile sırlarına erişilmek istenen ve bizzat takva ile yaşamadan da ancak firak getiren mefhumlardır.
Dolayısıyla tasavvuf Hıristiyanlıktan İslama geçmemiştir. Bizzat İslamda özünü ve manasını bulmuş Asr-ı Saadet devrinden beri de sürekli yaşanılan, halleri ile zühdleri ile İslamlıkları tevatür derecesine ulaşmış nice evliyanın yol olarak tutmuş oldukları geniş bir hazinedir.
Hal böyle iken nice Gazâlî, İmam Rabbânî ve bu zatların ardınca giden, milyarlarca körü körüne değil aklî ve naklî delillerle giden bunca din alimini tekfir etmek, onları onlara yakışmayan ithamlarla anmak, Ümmetin en büyüklerini tekfir etmek demektir. Halbuki İslamiyet’i sahih olan Müslümanlara kâfir demek, onları kâfir görmek küfrün ta kendisidir.

Vahhabiler, ecdadları Hariciler gibi, halen salihlerin türbelerine, mürşid ve ehli Beyte ve dört mezhebin tabilerine, tarikatlarına kin bağlarlar. Her birisi de ictihad davası peşindedir. Görüşüm diye sapık fikirlerini koskocaman müctehidlerin fikirlerine mukayese ederler...

Özellikle şu üzerinde yaşadığımız topraklarda gençlerimizin beyinlerini yıkamak için gayret gösteren Vahabi, Şii ve reformcuların fikirlerine kapılmamak için öncelikle Tashih-i itikad şarttır. Tashih-i itikad her şeyden önce farz olduğu için, Ehli Sünnet velCemaatin fikirlerini ölçü alan eserleri okumak lazımdır...

Kişi bilmediği noktanın düşmanıdır.
Ekleme Tarihi: 26.12.2006 - 09:11
Bu mesajı bildir   Hak-dilaram üyenin diğer mesajları Hak-dilaram`in Profili zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  
Buhari Kardeşe

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Vahdetül Vücud


"Bir aynayı güneşe karşı tuttuğunuzda güneş o aynada görünür. Onun nuruyla ayna da aydınlanır. O da ışık saçmaya başlar. Bu ayna şuurlu olsa, güneşin nurunu kalbinde taşır, ona iman eder ve kendisindeki bütün renklerin, ışığın, hararetin hep ondan geldiğini bilir, ona minnettar olur. Bu şuurlu aynanın güneşe doğru yaklaştığını farz edelim. Yaklaştıkça güneşten daha fazla ışık alacak, daha çok parlayacak, diğer yandan, daha fazla ısınacak, yanacaktır. Ayna güneşe yaklaştıkça onda, güneşin görüntüsü dışında kalan saha gittikçe azalır. Ve sonunda aynanın tamamı güneşin nuruyla dolar. Artık onun kalbinde başkasına yer yoktur. Yaklaşma devam ettikçe, ışığın şiddetinden ayna kendini göremez olur. Şiddetli hararet ve nur ile kendinden geçer, istiğrak hâline girer. Artık ne kendisi kalmıştır ortada, ne de ışığı. İşte o ayna bu halde iken, "Güneşten başka bir şey yoktur." derse, bu onun mânevî sarhoşluğunun ifadesidir."

Üstad Bediüzzaman Said Nursi (r.a.) Mesnevi Nuriye de Vahdetü'l vücut için Mesnevî
"Tevhidde istiğraktır ve nazara sığmayan bir tevhid-i zevkîdir."



Diyor Buhari kardeş ne diyorsun yoksa Üstad damı Ehl-i Sünnet değil. Evet yada Hayır diye cevap ver.

Hiç makamda olmadığın ve olmadığımız konuları taşıyorsun başkalarının cahilane yorumlarını alıp buraya taşıyorsun. Bırak bu mevzuyu o makama ulaşmış kişiler varsa onlar tartışsın. Sen şu ahir zamanda İmanını kurtarmaya bak. Gıybet ve İFtiraları bırakalım İnşALLAH-U TEALA. Peygamber Efendimiz (s.a.v) "Vefat edenlerin arkasından hayırla konuşun diyor."

Sen ne yapıyorsun konulara mesajlar yazıp üste taşıyorsun böyle hiç makamında olmadığımız konuları alıntılar yapıp ekliyorsun genç kardeşlerimizin kafasını karıştırıyorsun. Söylermisin çoğu kardeşimiz Vahdetül Vücud ne diye sorsan kaçı cevap vericek. Biz Tefekkür yanımızı geliştirememişken sen tutup Tefekkürün de üsütünde olan bir konuyu buraya yazıyorsun. Birde küfür diyorsun ne biliyorsun tattın mı bu duyguyu yoksa o makamamı çıktın.

Yazık ya ki ne yazık. İnanın hizmet etme şevkimize zehirli oklar atıyorsunuz. Bu tür konulara cevaplar veriyoruz aklen dahi cevaplar verdik hemde kendi sözlerimizle değil bizzat İslam Ahalisinini kabulettiği Alimlerin görüşleri İmam Rabbani r.a. Bediüzzaman Said Nursi r.a. gibi. Sonra gene aynı konular bu sefer diyoruz ki eksiklik bizde sanırım. Neyse başka konular ekleyecektik lakin sonraya bırakıcaz sanırım...
Ekleme Tarihi: 26.12.2006 - 18:42
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
ibn_teymiyye su an offline ibn_teymiyye  

21 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 25.12.2006
En Son On: 27.02.2007 - 21:30
Cinsiyeti: Erkek 
ısaallah bu konuyu genıs olarak arastırırsın kardesım...bu sozun kendı kufurdur her ne kadar sızler kabullenmesenızde....
Ekleme Tarihi: 28.12.2006 - 00:31
Bu mesajı bildir   ibn_teymiyye üyenin diğer mesajları ibn_teymiyye`in Profili zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Bu sözün kendi küfürdür diyorsunuz ama ben size Üstad'ın bir sözünü aktarıyorum. Üstad demekki bir küfrümü savunmuş oluyor güzel kardeşim. Yoksa O mertebeleri görüp görüğüne binaen mi bu sözü söylüyor. Biz diyoruz ki bir mevzuyu eleştirmemiz için yada Dine uygun olup olmadığını anlamamız için o mevzuya hakim olmak ve o mevzuyu en ince detaylarına kadar anlamamız gerekiyor. Ben şimdi günümüze bakıyorum önce nefsime söylüyorum biz daha İmanımızı kurtarma derdine düşmüşken bu tür konuları konuşuyoruz savunuyoruz ve cahilce eleştiriyoruz. Size 2 tane kişi söylüyorum. Biri İmam-ı Rabbani (r.a.) diğeride Bediüzzaman Said Nursi (r.a.). Tasavvuf Ehl-inden kinseyi söylemedim dikkat ederseniz. Bu kişiler eleştirmiyorlar sözleri ortadadır. Küfür hele kesinlikle zikretmiyorlar. Sadece zor bir yol ve yüksek mertebeler gerektiren bir hal diyorlar.


Gelelim bize biz bu zayıf imanımızla hangi konuları konuşuyor ve eleştiriyoruz hatta küfür ithamıyla damga vuruyoruz. Estağfirullah...Anlaşılan o ki İmam-ı Rabbani ve Üstad Bediüzzaman Said Nursi (r.a.) küfrü savunuyor öyle mi kardeşim?

Estağfirullah Estağfirullah Estağfirullah...
Ekleme Tarihi: 28.12.2006 - 18:30
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
ibn_teymiyye su an offline ibn_teymiyye  

21 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 25.12.2006
En Son On: 27.02.2007 - 21:30
Cinsiyeti: Erkek 
guzel kardesım benım ıslamda olçu kısıler degıldır kuran ve sunnettır....benım anlamadıgım sen o yazılan yazıdan dolayı sunu rahatlıkla soyleyebılırmısınkı saıd nursı evet ger cektende vahdetul vucud fıkrını felsefesını savundu dıye bunu kesınlıkle soyleyebılırmısın......
Ekleme Tarihi: 28.12.2006 - 22:57
Bu mesajı bildir   ibn_teymiyye üyenin diğer mesajları ibn_teymiyye`in Profili zum Anfang der Seite
buharii su an offline buharii  

47 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.06.2006
En Son On: 24.08.2007 - 22:38
Cinsiyeti: ----- 
bence soyleyemez...düsün
Ekleme Tarihi: 06.01.2007 - 20:57
Bu mesajı bildir   buharii üyenin diğer mesajları buharii`in Profili buharii Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  
Yeter artık Amacınız nedir?

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Konu bu kadar niçin dallanıp budaklandı söylemedim zira konu tekrar gündeme gelsin istemedim.


Üstad "Tevhidde istiğraktır ve nazara sığmayan bir tevhid-i zevkîdir." diyor.

Küfür olan bir mevzuu veyahut bir yol için bu lafı söylermi. Savundu demiyorum ama küfürde dememiştir. Üstad bu zamanın hastalığı İman zayıflığıdır demiştir. vahdet-ul vücud yolu zor ve meşekatli ve değim yerinde ise çelik gibi bir iman gerektiriyor. Zira bu yolda şeytanın vesveseleri çoktur makam gerektirir hal gerektirir. Bu zaman ise İmanı kurtarma devridir demiştir. Bu mevzuu bu kadardır. Deseniz ki bu zamanda bu yoldan gidilmez hak vericem ama küfürdür diyorsunuz.

Kendinizi hangi makama koydunuz ki insanların imanlarını oyuncak yapmışsınız küfür yada imanlı ayrımını ALLAH c.c.ın yerine siz yapar olmuşsunuz. Yeter artık ya burası çocuk parkımı ki çocukca cevaplar veriliyor söyler söylemez diye.

Amacınız ne ise bu yolu zorlaştırmayın açıkça yazın bizde ona göre cevap verelim. Yok eğer derseniz ki bizim varlığımızdan rahatsız oluyor iseniz gideriz güzel kardeşim hakkınızı helal ediniz....


Ekleme Tarihi: 07.01.2007 - 16:36
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
.:Yakup023:. su an offline .:Yakup023:.  

555 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 25.08.2006
En Son On: 27.01.2007 - 21:44
Cinsiyeti: Erkek 

Amacınız ne ise bu yolu zorlaştırmayın açıkça yazın bizde ona göre cevap verelim. Yok eğer derseniz ki bizim varlığımızdan rahatsız oluyor iseniz gideriz güzel kardeşim hakkınızı helal ediniz....



can abim sen neden kendini yorarsın sitede güvenlik yoksa bunlara göz yumuluyorsa sende siteye yazı yazma artık

artık insanı bıkkınlıga getiriyolar abi gayemiz ne ugraşımız ne oldu

yazık ki neleri tartışma haline dönüştürüyoruz
Ekleme Tarihi: 07.01.2007 - 17:08
Bu mesajı bildir   .:Yakup023:. üyenin diğer mesajları .:Yakup023:.`in Profili .:Yakup023:. Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1858 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
burcunur (42), jihad soldat (43), alpakman (34), kerbela_34 (41), SpedeR (47), eminilhan (47), Glkc (36), mujdatciftci (35), aklima gelmedi (34), meraladem (39), heval yunus (34), muhammet ali (38), sosyolog983 (41), agus (44), müslüman cocuk (37), nakirev (42), enime (42), furkan_^^ (49), guller (44), sahdamar (41), metin uzun (42), abdulsamet (55), negative (39), homurhomur (51), snibsirm (44), husamaygor (37), estor (63), caykarali61 (43), aLi_osman (36), Avci_55 (37)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.80617 saniyede açıldı