stromectol kaletra budesonide fluvoxamine generique luvox luvox lyrica marvelon maxalt medrol active mefe basan mefenacide mefenamin meladinine mellaril mellerettes melleril mentax mestinon metaglip metfin metoject metrizol micardis hct micardis micardisplus microgynon micronase micronovum microzide minac 50 minipress minocin miranova mobic mobicox moduretic motilium motrin munobal myambutol myconormin myfortic mysoline naltrexin naprolag
     
     

0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » BÜYÜK ŞAHSİYETLER » Iskilipli Atif efendi

önceki konu   diğer konu
3 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Iskilipli Atif efendi
Moderator


4254 Mesaj -
Ýskilipli Atýf Efendi


YETÝÞTÝÐÝ ÇEVRE
Atýf efendi Akkoyonlu aþiretinden ve Ýmamoðullarý denilen aileden Mehmed Ali aðanýn oðlu olup, 1292 hicri senesinde Çorum’un Ýskilip kazasýnýn Tophane köyünde dünyaya gelmiþtir.Annesi Mekke-i Mükerremeden göç etmiþ Ben-i Hattap aþiretinden, Arap dedenin torunlarýndan Nazlý hanýmdýr. Altý aylýkken öksüz kalan Mehmed Atýf, dedesi Hasan Kethüda efendinin himayesinde yetiþmiþtir.

TAHSÝL HAYATI
Büyük babasý Hasan Kethüda efendinin himmetiyle evvela köy hocasýndan baþladýðý tahsiline 1891 yýlýndan itibaren iki sene Ýskilip’te, müderris Hoca Abdullah efendi nezaretinde devam etmiþtir. 1893 Nisanýnda ailesinin karþý çýkmasýna raðmen Ýstanbul’a geldi ve medrese tahsiline burada devam etti. Meþhur Çarþambalý hocanýn rahle-i tedrisine (Bir âlimden alýnan ders) oturdu. Medresede daha çok “Ýskilipli Mehmed” olarak anýlýrdý.1902’de medrese eðitimini iyi derece ile bitti ve ayný yýl açýlan Ruus imtihanýna(bir nevi mesleki kariyer sýnavýgöz kırpma girerek Ýstanbul müderrisliðini (Profesör) kazandý, ertesi sene Fatih Camiinde ders vermeye baþladý. Bu arada Ýstanbul Dar-ül Fünunu ( Üniversite) Ýlahiyat Fakültesine girdi ve 1905’te buradan mezun olarak Kabataþ Lisesi Arapça muallimliðine (öðretmenliðine) atandý.

MEYVELÝ AÐAÇ
Mehmed Atýf Efendi Cumhuriyet döneminde olduðu gibi, Meþrutiyet ( Bir hükümdarýn baþkanlýðý altýnda millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi) öncesi ve sonrasýnda da çeþitli garazkarlarýn (Hased ve düþmanlýk) yanlýþ tevil (yorum) ve nazarlarý (bakýþ açýlarýgöz kırpma yüzünden taþlanýp durdu. Ama o bunlara tevekkülle sabretti, fazilet yemiþleri vermeyi sürdürdü. Meþihat –ý Ýslamiye dairesinde ( Ýslâmî iþlerin ilmî mes’eleleri ile uðraþan devlet dairesi) bulunan dersiamlarýn (Asistan) maðduriyetini giderme konusunda yaptýðý çalýþmalar üzerine devrin ÞeyhülÝslam’ý tarafýndan Bodrum’a sürüldü. Üzerinde yoðunlaþan baskýlar yüzünden Kýrým’lý Ýbrahim Tali efendinin pasaportu ile gizlice Kýrým’a geçti. Kýrým’dan Varþova’ya kadar gitti.. Meþrutiyet’in ilanýndan bir hafta evvel Ýstanbul’a geri döndü. 1910’da medreselerin genel müfettiþliðine getirildi. Bu sýralar Sebilürreþad, Beyan-ül Hak, Mahfel gibi dergilerde yazýlarý yayýnlandý. Fazileti ve ilmi Ýstanbul’un her tarafýna yayýldý, hatta yurtdýþýna kadar taþtý. Kosova, Plevne, Üsküp gibi yerlerden heyetlerin memleketlerinde yerleþmesi için yaptýklarý ricalarý, Kýrým evkaf nazýrlýðý (vakýflar bakanlýðýgöz kırpma tekliflerini nazikçe geri çevirdi. Rivayete göre Japon büyükelçisi Baron Uþida kendisini ziyaret ettiðinde Atýf Hocaya þöyle söylemiþ: “Sizin gibi birkaç hoca daha olsaydý, Ýslamiyet bütün Doðuyu, bu arada Japonya’yý da fethederdi.” Bilahare Çorum’dan mebus (milletvekili) adayý oldu. 31 Mart olayýnda bir hafta tutuklu kaldý. Suçsuz olduðu tebeyyün edince (ortaya çýkýnca) serbest býrakýldý. Ýttihatçýlarýn entrikalarý ile, Mahmud Þevket paþanýn öldürülmesi olayýnda dahli (katkýsýgöz kırpma olduðu gerekçesi ile Sinop’a sürüldü. Çorum, Boðazlýyan ve Sungurlu’da yaklaþýk 1,5 yýl sürgün hayatý yaþadý.
Sinop sürgününün canlý þahitlerinden emekli imam Cevdet Soydanses bey, Atýf hocayý þöyle anlatmakta: “Atýf hocayý ilk defa Sinop’ta gördüm. Küçük bir çocuktum henüz. Ýttihatçýlar 600 kadar kiþiyi Sinop’a sürmüþtü. Aralarýnda babamla Atýf Hocanýn da bulunduðu bu sürgünlerin mühim kýsmý hoca idi, din adamýydý. Atýf Hoca çok efendi bir insandý. Sessiz, sedasýz, aðzý çok iyi laf yapar, eli kalem tutardý. Bu sürgünden sonra Ýstanbul’a dönmüþtü.”
Bahsi geçen iki hadisede de resmi makamlar, bir yanlýþlýða kurban gittiðini, suçlu olmadýðýnýn anlaþýldýðýný ifade etmiþlerdir.1919 yýlýnda Dar-ül Hilafet-i âliye (Yüce Hilafet merkezi) medresesi Ýbtida-i Dahil umum müdürlüðü ve Medreset-ül Kudat’ta (Hakimler okulu) Hikmet-i Teþriiyye (kanun yapma hikmetleri) dersi müderrisliðine getirildi. Bu yýllardan itibaren Atýf Hocanýn þöhreti iyice arttý. 21 Ocak 1926 tarihli Ankara Ýstiklal mahkemesi zabýtlarýnda Reis Kel Ali bu durumu þöyle ifade etmekte ve idam konusunda bize bir ipucu vermektedir: “Fatihin en tanýnmýþ bir hocasýdýr.”

CEMÝYET HÝZMETLERÝNDE
Atýf efendi içine kapalý, toplumdan uzak, kitaplarý arasýnda ördüðü kozasýnda yaþayan bir insan deðildi. Eserlerine baktýðýmýzda da her birinin bir toplumsal yarayý tedaviye, bir hayýr hizmetine matuf (yönelik) hazýrlandýðýný görürüz. Mesela, geliri donanma cemiyetine baðýþlanmak üzere kaleme aldýðý “Nazar-ý Þeriatta Kuvve-i Berriye ve Bahriyenin Ehemmiyeti Ve Vücubu - Þeriata göre Deniz ve Kara kuvvetlerinin önemi ve gerekliliði” adlý eser o sýralar çok takdir toplamýþtý.19 Ocak 1919’da Mustafa Sabri, Bediüzzaman Molla Said efendi, Ermenekli Saffet efendi gibi arkadaþlarý ile beraber Müderrisler cemiyetini (profesörler derneði) kurdu ve ikinci baþkanlýðýna getirildi. Bu cemiyet müderrislerin haklarýný korumak ve aralarýnda dayanýþmayý saðlamak üzere kurulmuþtu. Daha sonra cemiyet aldýðý bir karar gereði ismini Teali-i Ýslam’a (Ýslamý yüceltme) çevirdi ve halka açýldý. Mustafa Sabri beyin ÞeyhülÝslam olmasý üzerine cemiyetin baþkanlýðýna getirildi. Tahir-ül Mevlevi bey Atýf Hocayla ilk tanýþmasýný þöyle anlatýyor:“Fatih dersiamlarýndan Ýskilip’li Mehmed Atýf efendi 1336(1920) tarihlerinde Ýbtida-i Dahil medresesi umum müdürlüðüne getirilmiþti ki, ben de orada müderris bulunuyordum. Ýttihat hükümeti tarafýndan nefy (sürgün) edilmiþ ve birkaç sene sürgünde kalmýþ olan Atýf Efendiyi o vakte gelinceye kadar tanýmýyordum. Kendisi ile vazife sebebiyle görüþtüðümde “Cemiyet-i Müderrisin” adý ile teþkil eylemiþ (kurmuþgöz kırpma olduðu cemiyete benim de dahil olmamý (katýlmamýgöz kırpma teklif etti.”

ÝÞGAL GÜNLERÝ
Memleketin kara günleriydi…Payitahta (baþkente) düþman çizmesi girmiþ, vatan topraklarý yüzyýllar sonra yeni bir haçlý iþgaline maruz kalmýþtý. Þairin dediði gibi “felek bi rahm (acýmasýz) , devran bir sükun. Dert çok, derman yok, düþman kavi (kuvvetli) , talih zebundu (acizdi) ” Ýzmir’in iþgali üzerine Teali-i Ýslam cemiyeti bir protesto beyannamesi neþretti.
1922 yýlý Ramazan ayýnda Saray’daki Huzur derslerine muhatap olarak katýldý. Huzur dersleri Ramazan aylarýnda, Saray’da padiþah huzurunda yapýlan ve seçkin bazý alimlerle saray erkanýnýn katýldýðý ilmi sohbetlerdi. Huzurda doðrudan ders veren alimlere “mukarrrer” ders veren hocalara soru tevcih eden (yönelten) , ve kendisine soru sorulursa cevap veren hoca efendilere ise “muhatap” denirdi. Bu gelenek 1922 yýlýnda son bulmuþtu. Bu sýralar Atýf hocanýn Alemdar ve Mahfil’de yazýlarý yayýnlandý. Bu arada þunu da belirtelim; Alemdar Gazetesinde 11 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paþa hakkýndaki idam kararý yayýnlanmýþtý. Atýf Hocanýn idamýnda burada yazý yazmasýnýn etkisi var mýdýr, bilemiyoruz. Fakat tam bu sýralar cereyan eden bir baþka hadise hocanýn idam edilmesinde mühim bir amil (sebep) olmuþtur. Ýstanbul hükümeti Anadolu’daki Kuvva-i Milliye (milli kuvvetler) hareketine karþý halkýn teveccühünü (yöneliþini) kýrmak için bir fetva yayýnlamýþ, ama Anadolu ulemasýnýn (alimlerinin) karþý fetvasý bunu boþa çýkarmýþtý. Bunun üzerine Þeyhülislam Mustafa Sabri efendinin marifetiyle Teali-i Ýslam cemiyeti namýna yazýlmýþ ve bastýrýlmýþ bir beyanname zorla Teali-i Ýslam cemiyeti idare heyetine imzalatýlmaya çalýþýlmýþtý. Ama Atýf Hoca ve Tahir-ül Mevlevi’nin þiddetle karþý koymalarý üzerine de mühürsüz olarak Yunan uçaklarýnca Anadolu’ya atýldý. Buna karþýn, o zamanýn Vakit gazetesinde Atýf Hoca tekzibname (yalanlama) yayýnladýysa da, Ankara Ýstiklal mahkemesi zabýtlarýnda okuduðumuza göre, bu beyanname Hocaefendi’ye karþý güdülen kinin mühim bir amili (sebebi) olarak zihinlerde kaldý. (Geniþ bilgi için Tahir-ül Mevlevi’nin hatýralarýnýn 73 ila 81. sayfalarýna bakýlabilir.)

CUMHURÝYET DÖNEMÝ YAZILARI
Atýf Efendi, Cumhuriyetin ilk yýllarýndaki yazýlarýnda, Frenkleþme (batýlýlaþma) illetine (hastalýðýna) tutulmuþ Cenab Þahabeddin, Ömer Rýza Doðrul, Süleyman Nazif gibi zatlarla çeþitli mevzularda kalem münakaþalarýna giriþti. Yazýlarýný ve eserlerini incelediðimizde onun Þark (doðu) ve Garb’da (batýda) yazýlan eserlere vukufu (haberdar) rahatlýkla anlaþýlmaktadýr. Yalnýz þunu da hatýrlatalým ki, merhum hocamýz bazen muhataplarýna çok sert bir üslup kullanmýþtýr. Mesela meþhur Ýslam seyyahý ve alimi Abdürreþit Ýbrahim hakkýndaki “Bir Müçtehid Taslaðýnýn Dalalet Ve Ýdlali (sapkýnlýðý ve azgýnlýðýgöz kırpma” adlý yazýsýnda olduðu gibi…
O, Ehl-i sünnet vel cemaat düþüncesinin yýlmaz bir müdafaacýsý ve kalesi idi. Tabii bu özelliði, onun Ýbn-i Teymiyye’den alýntýlar yapmasýna engel teþkil etmiyordu. Ona göre güzel bir fikir kimden gelirse gelsin alýnýr ve sahip çýkýlýrdý. Özelikle modernist düþüncelerin Osmanlý ülkesinin saçaklarýný sardýðý bir zamanda engin bilgisiyle bunlara karþý dimdik durdu. Þimdilerde memlekette cirit atan bir grup modernist, oryantalist (doðu bilimci) mütercimi, ilmilik yaparak meþhur olmak isteyen zavallýlar o zaman da vardý. Ama karþýlarýnda Atýf Hoca ve emsali çetin ceviz ulemayý bulmuþlardý. Beyan-ül Hak dergisinde bir yazýsýnda Atýf Hoca bunlar hakkýnda þunlarý yazýyordu: “Vakýa þimdiye kadar Ýslam dini aleyhinde hasýmlar (düþmanlar) tarafýndan hücumlar olmuþ ve bu konuda pek çok küfür ve hezeyanlar neþredilmiþ ise de, ulema-i kiram hazeratý (saygýn alimler) ilmi satvetleri (ezici ilmi güçleri) ile hepsini red ve iptal etmiþlerdir. Son zamanda ise bir taraftan maddeciler, tabiatçýlar, farmasonlar gibi Ýslam dininin en þiddetli düþmanlarý tarafýndan ilahi nurun mahvýna çalýþýlýyor. Diðer taraftan Ýslamiyet kisvesi altýnda türlü türlü küfür, hezeyan ve fesatlýklarla Ýslam dininin yýkýlmasýna çalýþýlýyor. Zamanýmýzdan ikinci zümreden olmak üzere bir takým müçtehid, istinbat (Bir mes’eleyi derin tetkik neticesinde kaynaklarýndan güçlükle anlamak.) melekesine malik imiþler gibi içtihada yeltenmek ve hatta bütün Ehl-i sünnetçe Allah katýnda umum (bütün) Ümmet-i Muhammed’den efdaliyetleri (daha faziletli olmalarýgöz kırpma müsellem (herkesçe kabul edilmiþgöz kırpma olan þeyhayn hazeratýna(Hz. Ebubekir ve Ömer) dil uzatmak, dört imam gibi müçtehidin-i kiram (þerefli) ve fukaha-i izamý (Büyük hukuk alimleri) hatalý bulmak ve tahkir etmek (aþaðýlamak) , esasý bütün müçtehidlerce kabul olunan dini meseleleri inkar etmek cüretinde bulunan dalalet ve idlal erbabýnýn Müslümanlarý zehirlemekte olduðu maalesef görülmektedir. Nitekim bunlardan evvel birisinin de hakkýnda nass varit olan (hakkýnda ayet ve hadis ile hüküm verilmiþgöz kırpma kurban meselesinde içtihad hülyasýnda bulunduðu malumdur.”(Not: Hatýrlanacaðý gibi günümüz Türkiye’sinde de sözüm ona bir profesör böyle bir iddiayý önümüze sunmuþtu; Tavuktan kurban olabilir diye…)
1923 yýlýnda yayýnladýðý “Tesettür-ü Þer’i” (dini örtünme) ve 1924’de neþrettiði “Din-i Ýslam’da Men-i Müskirat” (islamda içki yasaðýgöz kırpma adlý eserleri ile “Atýf Efendi Kütüphanesi Neþriyatýndan” adýyla yeni bir serinin telifine baþladý. Bu seriyi 10 sene içerisinde 50 kitaba ulaþtýrma azmindeydi. Üçüncü eser “Frenk Mukallitliði -batý taklitçiliði- ve Þapka”dýr. Dikkat edilirse, üç eser de devrin idaresini rahatsýz edecek cinstendir ve devam etmesine meydan verilmemiþtir.

ESERLERÝNDEN SEÇMELER
*** “Ehl-i Sünnet vel cemaat mezhebi haktýr. Bundan baþka mezhepler hep batýldýr. Doðru deðildir. Ehl-i Sünnet vel cemaat itikadý, Cenab-ý Hakkýn Kur’an-ý Kerim ve Peygamberin(sav) hadis-i þerifleriyle beyan buyurduklarý müstakim, doðru yol olup bu itikatta olanlarýn itikatlarýnda bozukluk yoktur.”
*** Osmanlý devletinin kuruluþ sýralarýnda fevkalade durumlarda sancak beyleri ve Ocak aðalarý gibi milletin ileri gelenlerin görüþleri sorulur ve ona göre hareket olunurdu. Sonralarý, meþveret adý ile, meclislerde iþlerin müzakeresi yapýlmaya baþlandý. Fakat çoðunlukla hükümetin satvetine maðlup olup, þeriatýn tarifi þekliyle söz hürriyeti ve azarlayanýn azarlamasýndan sakýnmamak esaslarýna dayanmadýðýndan, hakkýyla fayda saðlanamadýðý gibi, sultanlarýn istibdatlarýný ve onlarýn keyfi muamelelerini de kaldýramamýþtýr.”
*** “Zulüm üç kýsýmdýr:
1-Allah Tealaya karþý icra olunur: Küfür(Ýnkar), Þirk, Nifak, Ýsyan gibi…
2-Halka karþý icra edilir: Halkýn canlarýna, ýrzlarýna, mallarýna ve sair haklarýna tecavüz gibi…
3-Kendi þahsýna karþý yapýlýr: “bir þahsýn, nefsi arzularýna kapýlarak dünya ve ahirette nefsi için zararlý hal ve hareketlerde bulunmasý gibi…
*** Tesettür-ü Þer’i gibi dini hükümler, esasen süfli medeniyeti ve terakkiyat-ý sefihaneyi yýkmak ve men etmek üzere vaz olunduðundan onunla içtimaý gayr-i kabil ise de, medeniyet-i fazýla ve hakiki terakkilere hiçbir suretle mani teþkil etmez. Çünkü medeniyet-i fazýla ulum, maarif, sanayi, ticaret ile hasýl olmuþ olur. Halbuki tesettür-ü þer’i buna mani deðildir.”
***Atýf efendi Osmanlý medreselerinin gerileme sebeblerini bir yazýsýnda þöyle sýralýyor:
1- Osmanlýlar zamanýnda, ilim tahsili hususunda Seyyid(Cürcani) ve Sadeddin(Taftezani) mesleði, yani allamelik davasýnda bulunmak için her ilmi, her fenni öðrenmek ve bilmek usulü takip olunup, daha faydalý, daha semereli olan mütekaddimin ve eslaf mesleði yani ilmi þubelerinde birinde ihtisas kesbetmek usulünün terk olunmasý…
2- Ýlmin kaynaklarý mesabesinde bulunan eslafýn eserlerini terk ve ihmal ederek müteahhirin ulemanýn kýsa ve muðlak kitaplarýnýn medreseler programýnda kabulü ile maksatlarýný anlamak için þer, haþiye, haþiyet’ül haþiye tedrisd olunarak talim ve terbiyede suubet(güçlük) gösterilmesi
3-Ulum-u aliye(alet ilimleri denilen dilbilgisi dersleri) ve ibarelerin lafýzlarýnýn tahlilleri ile lüzumundan fazla vakit harcanýp, dini ilimler ve faydalý hakikatlere pek az iþtigal olunmasý ve ilimlerin göðüslerde deðil, satýrlarda muhafazasýna çalýþýlmasý
4-Ýlmiye mensuplarý maiþetçe darlýða düçar olup, ilmi þerefleri ile gayr-i mütenasip ve mezelleti mucip bir çeþit maiþete sevk olunmalarý ve bu vesile ile de talebelerin zekilerinin memuriyet ve makam arkasýndan koþarak ilmi araþtýrmalarla meþgul olmaktan mahrum olmalarý
5- Ýbn-i Kemal, Ebu Suud merhumlar ile bazý emsallerinden sonra riyaset ve idare-i ilmiyeyi ihraz ile ilmiyenin mukaderratýný tedvir edenlerin ehliyetsiz ve ilmiye mesleðine ruh verecek kabiliyetten mahrum olmalarýdýr.”
***Ashab-ý Kiram hazretleri de rýzkýný talep konusunda son derece gayret gösterip de kendi el emeklerini yemeye ehemmiyet verirlerdi. Bu cümleden olarak Aþere-i Mübeþþereden Zübeyir bin Avvam hazretleri vefatýnda bin at, bin cariye geriye býrakmakla beraber, terk ettiði mallarýn kýymeti büyük bir yekun teþkil etmekteydi. Hz. Talha’nýn Irak’ta mevcut olan emlak akarýndan beher gün bin altýn, baþka yerdeki mülklerden de pek çok irat hasýl olmaktaydý. Abdurrahman bin Afv hazretleri de bin at, bin deve, on bin koyuna sahip olduðu halde vefatlarýnda terekesinin dörtte biri 84.000 altýna ulaþmýþtý. Hz. Osman da servet sahibi idi. Hatta vefatlarýnda bir milyon dirhem ve bir milyonu mütecaviz dinar terk ettiði rivayet edilmektedir. Artýk bu kadar izahtan anlaþýlýyor ki, zahid asla malý olmayan kimse deðil, belki bütün dünya malý kendisinin olsa bile, mal ile kalbi meþgul olmayan kimsedir. Ýþte bunun için Ýmam-ý Ali(kv) hazretleri buyurmuþlardýr ki; “Bir kimse yeryüzünde bulunan bütün þeyleri alýp onlarla Allah’ýn rýzasýný murad ederse, Cenab-ý Haktan yüz çevirmiþ sayýlmaz.”
FRENK MUKALLÝDLÝÐÝ VE ÞAPKA
Atýf hoca 1924 yýlýnda Frenk mukallitliði ve Þapka kitabýný neþretti. Yani Þapkaya dair kanunun kabulünden bir buçuk sene evvel. Tabii, diðer kitaplarý gibi neþretmeden önce onu da Maarif vekaletine (milli eðitim teþkilatýgöz kırpma gönderdi, izin hatta takdir aldý.
Bu risale körü körüne Avrupa taklitçiliðini eleþtiren bir eserdi. Atýf efendi 32 sayfalýk bu eserinde; Avrupa’nýn ilim ve fennini almanýn caiz, hatta lüzumlu bulunup, ama bizde yapýlanýn ise daha çok þuursuz bir batý taklitçiliði olduðunu, kýlýk kýyafette onlara benzemenin aslýnda ruhtaki bir bozuluþa alamet veya onun bedene aksetmesine sebebiyet vereceðini, bunun ise müstakil (baðýmsýz) bir þahsiyet inþa eden Ýslam düþüncesine zýt düþtüðünü, Resul-i Ekrem’in Ebu Davud gibi sünen kitaplarýnda geçen “Bir kavme benzemeye çalýþan onlardandýr.” hadis-i nebevisi ýþýðýnda izah etmeye çalýþýyor ve þu hükmü veriyordu:

“Bir Müslüman þiar (simge) ve alamet-i küfür addolunan (sayýlan) bir þeyi zaruretsiz giymek ve takýnmak suretiyle gayr-i Müslimleri (müslüman olmayanlarýgöz kırpma taklit etmesi ve kendini onlara benzetmesi þer’an (dinen) memnûdur (yasaktýr.)” Hoca bu görüþünde yalnýz da deðildi. Ýþte Bediüzzaman’dan bir misal: “Sonra o zâlim, dünyaca büyük makamlarda bulunan bedbahtlar dediler: “Sen, yirmi senedir bir tek defa takkemizi(þapka) baþýna koymadýn. Eski ve yeni mahkemelerin huzurunda baþýný açmadýn, eski kýyafetinle bulundun. Halbuki on yedi milyon bu kýyafete girdi.” Ben de dedim: “On yedi milyon deðil, belki yedi milyon da deðil, belki rýzasýyla ve kalben kabulüyle ancak yedi bin Avrupa-perest (avrupa hayranýgöz kırpma sarhoþlarýn kýyafetlerine ruhsat-ý þer’iye (dini izin) ve cebr-i kanunî (kanun baskýsýyla) cihetiyle girmektense, azîmet-i þer’iye ve takvâ (dine sýký baðlanma ve duruþgöz kırpma cihetiyle, (yönüyle) yedi milyar zatlarýn kýyafetlerine girmeyi tercih ederim.” Atýf efendi kitabýný neþrettikten sonra bu eser hakkýnda bir tenkit (eleþtiri) kaleme alan Süleyman Nazif’e verdiði cevapta þöyle diyordu: “Risalede þapkaya dair olan bahisleri Fetava-i Hindiyye, Kadýhan, Bezzaziye, Muhit-i Burhani gibi muteber fýkýh (hukuk) kitaplarýndan ahz ile (almakla) tercüme ettim. Meselenin ruhuna kendiliðinden bir þey ilave etmedim.” Bu arada þunu da belirtelim ki, Atýf efendi meselesinde iki jurnalciden (ispiyoncu) bahsetmek doðru olacaktýr;
1-Zeynelabidin; Ýsmi ile müsemma olmayan bu þahýs, medrese öðrencisiyken Atýf efendiye haksýz yere kin baðlamýþ bir ruh hastasýdýr. Þapka inkýlabý (devrimi) olunca çeþitli yerlere “filan þapka aleyhtarýdýr” diye ihbarlarda bulunan bu zavallý, Atýf efendinin asýlmasýnda ve onca mazlumun zindanlarda sürünmesinde baþlýca amillerden birisidir. Mesela, iðrenç bir hareketinden dolayý kendisini pataklayan ve medreseden kovan Nuruosmaniye camii imamý Hafýz Osman efendi için; “Frenk Mukallitliði ve Þapka eserini Atýf efendi ile birlikte kaleme aldý” gibi iftiralarda bulunmuþtur.
2-Süleyman Nazif: Bu edibimiz (edebiyatçýgöz kırpma de daha önce oruç ile alakalý bir meselede kaleminin Atýf efendi karþýsýnda susmasý üzerine intikam için fýrsat kollamýþ, Þapka risalesi yazýlýnca “Bir Hocaefendiye cevap” adýyla vukufsuzca (meseleye hakim olmadan) bir yazý yazmýþtý. Atýf efendi’nin mukabil (karþýgöz kırpma yazýsý ve cevabý üzerine daha sert karþýlýk vermiþ ama bunu hocanýn eli kolu baðlanýp, hapse gönderildiði sýrada yayýnlamýþtýr. Daha sonra da kendi iki makalesini maalesef-Atýf Hocanýn verdiði cevabý araya koymadan- “Ýmana Tasallut” adýyla neþretmiþtir.
Süleyman Nazif adý geçen yazýsýnda tehevvürle ( Korkusuzlukla düþünmeden hareket etmek) ve hakaretvari davranmýþ ve selef ulemasýna(islamýn ilk dönem alimleri) aðýr ithamlarda bulunmuþtu. Ýþte bazý misaller: “Fetva kitaplarý Ýslam’a ayak baðý olacak satýrlarla dopdoludur.” “Ben bile bugün usulden hüküm çýkarmaya ilmim yeterli olsa bin iki yüz senelik mezhebimin imamý olan Ebu Hanife’yi aradan hürmetle çýkartarak Peygamberim ve Allahýmla yalnýz kalacaðým.” “Hicretin bin senesinden beri fýkýh ve fukaha (hukuk alimleri) bizde cehaleti çoðaltýp, istismar eden zararlý bir kuruluþ ve bir sürü zararlý þahýslardýr.”
Nazif bu yazýsýnda Atýf efendi için de “dar düþünceli, cahil, Allah’ýn haram etme yetkisini gasp eden” gibi seviyesiz ithamlarda bulunmuþtu.
Atýf efendi bu hücuma mükemmel bir cevap verdi. Ýþte bir paragrafý:“Fýkýh ilminde ihtisas sahiplerinden bulunan ve sözleri her vech (yönügöz kırpma ile itimada þayan olan (güvenilen) muhterem zatlarýn sözlerine mi Müslümanlarýn itimad ve iman etmesi vacip olur, yoksa kendi itiraf ettiði vech ile, 20’den 45 yaþýna kadar 25 sene þüphe vadisinde dolaþýp ve diðer bir makalesinde itiraf ettiði üzere bu esnada bir çok kimseleri dalalete sürüklemiþ (sapýklýða yöneltmiþgöz kırpma olan, on bir senelik bir Müslüman olduðu halde, benim bildiðim bir sene içinde iki defa, dini zaruretlere taarruz eden, (biri orucun mükellefiyetinin vücubunu inkar, diðeri Hz. Ýsa’yýaglaas) tahkir ve tezyif etmiþ olmasýgöz kırpma artýk 25 sene dinsizlik, dalal ve idlal vadisinde yaþayan, on bir senelik Ýslamiyet zamanýnda da dini zaruretlere saldýrmaktan geri durmayan Süleyman Nazif beyin Þapka hakkýnda vermiþ olduðu hükümlere, fetvalarý mý itimat etmeleri lazým geleceðine dair verilecek hükmü yine efkar-ý ammeye havale ederim.” Bu konuda da sözü Tahir-ül Mevlevi’ye býrakalým: “Bir adam; dine, imana, peygambere hatta Allah’a karþý dil uzatabilir. Bu, onun vicdanýna ait bir þeydir. Fakat dindar görünmemek þartýyla. Hem dindar, hem dine tecavüzkar görünmek ya daimi nifaktýr (iki yüzlülük) , yahut gizlenemez bir deliliktir. Bana karþý Mevlana’yý takdis ettiðini söyleyen bir adamýn, asrýn en beliði gazel söyleyeni Muhyiddin Raif bey muvacehesinde (huzurunda) onun, (haþa) Hüsameddin ismindeki oðlana abayý yakmýþ bir kallaþ olduðunu aðýza almasý, zekasýnýn taþkýn ve derece-i lüzumu pek aþkýn bulunduðuna delalet eder. Bu gibilere acýnýr ve Allah þifa versin denilir. Lakin bir adamýn en tehlikeli anýnda, sýrf ilmi bir mübahesedeki (tartýþmadaki) maðlubiyetin hýncýný çýkarmak için onun aleyhinde ve müdafaa edemeyeceði bir surette jurnal vermeye (þikayete) kalkýþmak ne dinde hoþ görülür ne dinsizlikte.” Süleyman Nazif, Ýskilipli Mehmed Atýf hocanýn þehadetinden tam bir yýl sonra 4 Þubat 1927’de zatürreeden öldü…
ÞAPKA ÝNKÝLAPI VE TEPKÝLER
1 Kasým 1925’te kabul edilen Þapka kanunu Anadolu’da yer yer protestolara sebeb olunca, hükümet demir yumruðunu kullanmaya karar verdi. Konya, Maraþ, Giresun, Rize, Erzurum, Kayseri gibi þehirlerde halkýn þapkaya direnmesi buralarda gezici Ýstiklal mahkemelerinin dolaþmasýna sebep oldu. Bu mahkemeler sadece Erzurum’da 30 kadar idam hükmü verdi.
Bu arada Þapka olaylarýnda etkili olduðu gerekçesi ile Frenk Mukallitliði ve Þapka kitabý toplatýldý ve müellifi (yazarýgöz kırpma hakkýnda inceleme baþlatýldý. Halbuki, müellif bu eseri Þapka kanunundan evvel neþretmiþti (yayýnlamýþtýgöz kırpma. Kanunlarýn ise geçmiþe yönelik iþlememesi bütün hukuk sistemlerinde en temel bir esastý ve bu bir güzel çiðnenecekti Atýf Hocanýn mazlumiyet, maðduriyet, mahkumiyet dakikalarý artýk gün sayýyordu…
TEVKÝFÝ
Ve nihayet beklenen oldu. 7 Aralýk 1925’te tutuklandý. Ankara Ýstiklal mahkemesi tarafýndan Giresun’a gönderildi. Buradaki mahkemede suçsuz olduðu anlaþýlýp beraatine karar verilmesine raðmen, Ýstanbul’a getirildiðinde salýnmadý. Çünkü asýl mesele Atýf hocanýn suçlu olup olmamasý meselesi deðildi. Suç olmasa bile icad edilecekti. Hani kurdun kuzuya “Suyu bulandýrýyorsun” demesi hikayesi vardýr ya… Necip Fazýl’ýn da dediði gibi artýk onu mahkum edebilmek için “Halis dindar olmak kabahati yüzünden asýlacaksýn” demekten baþka çare yoktu. Ýstanbul’a getirildiði zaman bitkin ve zayýflamýþ bir haldeydi. Tahir-ül Mevlevi anlatýyor: “Akþama doðru Atýf ve Nuruosmaniye imamý Hafýz Osman efendilerin getirildiklerini ve müdüriyet dairesine götürüldüklerini yine pencereden gördük. Her ikisinde de yol hali olmak üzere yorgunluk ve zayýflýk vardý.” Maznunlar (sanýklar) tekrar yargýlanmak üzere trenle Ankara’ya götürüldüler. Ankara’da hapishaneye sevk edilirken yanýnda bulunan Tahir-ül Mevlevi ile aralarýnda þöyle bir konuþma geçmiþ: “Atýf efendi ile ayný otomobile tesadüf etmiþtik. “Geçmiþ olsun” dedim. “Evet, kefeni yýrttýk. Bereket versin ki, Muharrem(Giresun’da Þapka olaylarýnýn elebaþý olduðu iddiasý ile asýlan þahýs) ile tanýþmýyordum” cevabýný verdi.
ÝSTÝKLAL MAHKEMELERÝ
Ýstiklal mahkemeleri yargýlamalarý bana Karakuþi mahkeme fýkrasýný hatýrlatýr: “Bir hýrsýz Kadý Karakuþ’a gelir ve hýrsýzlýk için girdiði evin sahibini þikâyet eder: “Kadý Efendi, evin penceresi çürükmüþ; kaçarken düþtüm ve kolum kýrýldý” der. Ev sahibi, “pencereyi ben yapmadým, marangoz yaptý” diyerek, iþin içinden sýyrýlýr. Marangoz, “pencereyi takarken, gözüme falanca kadýnýn elbisesi iliþmiþti” der. Kadýn, elbiseyi boyayaný suçlar. Boyacý herhangi bir mazeret bulamayýnca, Karakuþ boyacýnýn idamýna karar verir. Ne var ki, boyacýnýn boyu idam sehpasýndan uzun olduðu için yerine daha kýsa boylu bir boyacý bulunur ve hüküm infaz edilir.” Sadece þu husus bile Ýstiklal mahkemelerinin yargýlamasýnýn ne kadar gülünç olduðuna yeter; Ankara Ýstiklal mahkemesi azalarýndan sadece Rize mebusu Ali bey ile, savcý Necip Ali bey hukuk öðrenimi görmüþtü. Reis Kel Ali(Çetinkaya) ve diðer azalar Kýlýç Ali ile Reþid Galip beyler asker kökenli idiler. Zaten bunun çok da önemi yoktu. Hýfzý Veldet Velidedeoðlu’nun “Milli Mücadele Anýlarý” adlý eserindeki Ýstiklal mahkemeleri hakkýndaki þu ifadesi çok þeyi açýklýyor: “Mübalaðasýz denilebilir ki, bunlardan her biri kendi baþýna bir Büyük Millet Meclisi, kendi baþýna birer diktatördü.” Uður Mumcu bu durumu sanki meþru gösterme gayreti içindedir: “Devrim bir þiddet olayýdýr! Devrim, þiddet ile gelir…her devrim idam sehpalarýyla, giyotinlerle ile baþlar; sonra evrim sürecine dönüþüp barýþçý yöntemlerle geliþir. Hangi devrim kansýz yapýlmýþtýr? Hangi devrim toplumsal gerilimler yaþatmamýþtýr? Ve hangi devrim Cavit beyin haksýz yere asýlmasý gibi adaletsizliklere ve haksýzlýklara yol açmamýþtýr?” Ýstiklal mahkemeleri zabýtlarýný incelediðimizde mahkemelerin hiç de Prof. Ergün Aybars’ýn Ýstiklal Mahkemeleri adlý kitabýnda anlattýðý gibi pembe bir çizgide olmadýðý görünecektir. Misal olarak, mahkeme heyetinin maznunlara hitap tarzýna birkaç numune verelim:
“…Ýnkar filan edeyim deme! Temyizsiz (Yargýtaysýz) , istinafsýz (üst mahkemesiz) bir mahkeme karþýsýnda bulunuyorsun. Ufak bir yalan söylersen okkanýn altýna gidersin.”
“Hocam ruhun karanlýk.”
“Anlaþýlýyor ki, Ýstiklal mahkemesi kanunlarýna biraz daha þiddet lazým. Senin gibi muzýr (zararlýgöz kırpma adamlara bir iki sual sorduktan sonra hemen hükmü vermeli.”
Mehmed Akif’in damadý aslen Mýsýr’lý Ömer Rýza Doðrul’a: “Ne olursan ol! Türk vatanýnda, Türk vatandaþlarý arasýnda yaþamaya hakkýn yok. Sana daha açýk söyleyeyim mi? Kendimizden baþkasýnýn bu toprakta oturmasýný istemiyoruz.”
“Bu Gürcülüðü, Araplýðý, Çerkezliði ruhunuzdan ne vakit çýkaracaksýnýz bilmiyorum ki? Türkiye’de doðar, Türkiye’de büyür, burada yer, içersiniz. Niye yok Gürcüyüm, Çerkezim bilmem neyim dersiniz?” Ýþte mahkemeyi yürüten heyetin fikir seviyesi… Bize þairin dediði gibi þöyle dua etmekten baþka bir þey kalmýyor: “Kalmasýn Allahým dünyada bir hakikat nihan (gizli - sýr).”
MAHKEME SAFAHATI (safhalarýgöz kırpma
Atýf efendi mahkemenin beraat vereceðinden ümitlidir. Zira bir suç bulunamamaktadýr. Mahkemeye getirildikleri bir gün kendisiyle görüþebilen dostu Tahir ül Mevlevi bu durumu þöyle anlatmaktadýr. “Burada Atýf efendi ile bir parça konuþabildim. Teali-i Ýslam Cemiyetinin Anadolu’ya hiçbir beyanname göndermemiþ olduðuna dair Vakit gazete ile yapýlan ilanýn para kesesinde gizlediði maktuasýný (makbuzunu) mahkemeye gösterdiðini, beyanname cürmünden (suçundan) cemiyetin beri (uzak) olduðuna dair olduðuna dair heyete kanaat geldiðini, þapka risalesini kanunun neþrinden bir buçuk sene evvel tab’ettirmiþ (yayýnlattýrmýþ9 olduðunu, ikinci defa basýlmak þöyle dursun, ilk tabýnýn tamamýyla satýlmadýðýný ispat eylediðini haber verdi.
-Sonunu nasýl görüyorsun? diye sordum.
-“Cürüm bulunmadý ki ceza verilsin. Tabii beraat umuyorum” dedi. Birkaç gün münferit (hücre) koðuþuna konulmuþken oradan çýkarýlýp 8. koðuþa getirilmiþ olmasýný da beraatine delil saydýðýný söyledi.
-Benim için ne düþünüyorsun? dedim.
-Ben Þapka risalesini yazmýþken beraat ümidini beslersem, sen onu hakk-ý sarihin (kurtarýcýgöz kırpma bilmelisin” cevabýný verdi.
-Ýnþallah öyle olur mukabelesinde bulundum.
Hoca hakikaten kurtulacaðýmýza ümid veriyor, bizim mahkemeye veriliþimizin vehimden ileri geldiðine, biraz da o vehmi Ýstanbul polis idaresinin körüklediðine kani bulunuyordu.”
Hocaefendi’nin bu ümidi maalesef doðru deðildi. Mahkeme bir suç bulabilmek için adeta yýrtýnýyordu. Ýþte mahkemeden bir sahne:
Atýf Hoca: “Belgeyi arz ediyorum.Vakit gazetesinin 1034. nüshasýnda tekzibnamem (tekzip - yalanlama) duruyor. Þimdi bu durup dururken, bendenize vesika (evrak) sormak bilmem nasýl olur?
-Sen bu tekzipnameyi (ancak bir gizli maksat için yaparsýn.
-Ne maksadý beyefendi?
Çünkü gördünüz ki, bunlar Yunan tayyareleriyle (uçak) atýldý ve aksi tesir yaptý. Anadolu halký Milli mücadeleye daha fazla destek vermiþtir. Siz de bu kötü durumdan kurtulmak için bunu yaptýnýz.
-Eðer öyle olsa idi, onlarla beraber olurdum, cemiyete devam ederdim. Halbuki devam etmedim. Bu da bir delildir. Eðer bu düþünceniz akla gelebilirdi.

-Sus! Bizi çileden çýkarma! Hürriyet ve Ýtilaftan ve Mustafa Sabri’den destek alarak bu cemiyeti kurduðun buradan belli oluyor. Sen hala onlardan ayrýyým diyorsun. Biz budala olmalýyýz ki, bu sözlere inanalým. Bol bol atýyorsun. Çýkarýn.”
Mahkeme Hocaefendi karþýsýnda aciz kalmýþ bu da onlarý iyice asabileþtirmiþtir. Ýþte bir baþka numune:
Atýf Hoca: Beyefendi bendeniz zat-ý âlinize (size) resmi belge sundum ve Ferid Paþa hükümetini karþý kalemimle mücadele ettiðimi açýkça ispat ettim.
-Ne ile ispat ettin? Sýkýlmýyor musun, bunu nasýl söylüyorsun? Biz senin söylediðin sözlere inandýk mý? Ýnanmak mecburiyetinde miyiz?
Atýf Hoca: -Vakit gazetesinin 1134. nüshasýnda ki tekzibi kim yazdý?
-Ben de sana cevap verdim, bunu din perdesi altýnda kötülüklerinize daha fazla devam etmek için yaptýnýz.
-Beyefendi ben deli olmalýyým ki, kendi yaptýðým iþleri kendim yalanlayayým.
-Cemiyet namýna rol yapýyorsunuz. Sana sorarým. Tüzüðünüzde vatan müdafaasýna, mücadeleye dair ufak bir madde, bir fýkra göster.
-Beyefendi bu bir hayýr cemiyetidir.
-Sus, sus bir parça utan. Saçýn, sakalýn aðarmýþ utanmak nedir zerre kadar bilmiyorsun”
Mahkemeye dair bazý hatýralar da þöyle; O sýralar adi bir suçtan Ankara Ýstiklal mahkemesine verilen bir zat bir mahkeme arasýnda þahit olduðu manzarayý þöyle anlatýyor: “Atýf hocayý getirdiler. Kýlýç Ali, Kel Ali ve Necip Ali ayaða kalktýlar. Ellerinde þapkalarý da var. Atýf Hocaya: “Hocam, bunu giymekte bir beis yoktur deyiver” dediler. Fakat Atýf hoca: “Hayýr” dedi.
Bolu’lu Nizamettin Saraç bey anlatýyor: “Zannedersem 1926 veya 27 seneleriydi. O sýralarda vazifem icabý Ankara’da bulunuyordum. Genç olmama raðmen Ýstiklal mahkemelerini takip için verilen vesikalardan birini elde etmiþtim. ununla imkan buldukça celseleri (duruþmalarýgöz kırpma takip ediyordum. Bir tesadüf eseri olarak Atýf Hocanýn muhakemesinde de bulundum. Muhakemeyi reis sýfatýyla Kel Ali adýyla maruf Ali Çetinkaya yürütüyordu. Büyük bir hýþýmla hocaya dönerek: “Sen þapka aleyhinde bulunmuþsun!” dedi.
Hoca sakin ve vakur (aðýrbaþlýgöz kırpma bir tavýrla: “Evet efendim. Þapka kanunu çýkmadan iki sene önce, þapkanýn bir Müslüman kisvesi (giysisi) olmadýðýna dair bir risale yazmýþtým.”dedi. Kel Ali: “Þimdi ne yapýyorsun?” diye sordu. Hoca: “Kanunlara itaat ediyorum” cevabýný verdi. Bunun üzerine Kel Ali hiddetle baðýrarak: “Sen bilmiyor musun ki þapka da bezdir, fes de bezdir” deyince hoca sükunetle: “Evet biliyorum, ancak hey’et-i hakimin (hakim heyetinin) arkasýndaki bayrak da bezdir, lütfen o bezi kaldýrýnýz da yerine bir Ýngiliz bayraðý asýnýz.” karþýlýðýný verdi. Kel Ali hiddetlenmiþti. “Ne diyorsun ?”diye baðýrdý. Hoca:“Þapka bir alamettir, adet ile alamet arasýndaki farký düþünerek o risaleyi yazmýþtým.” dedi. Bunun üzerine celse tatil olundu ve savunmasýný yapmak için mahkeme bir gün sonrasýna ertelendi.”
Ve nihayet 2 Þubat 1926 günü, mahkemede müdde-i umumi (savcýgöz kırpma Necip Ali bey iddianamesini ve ceza taleplerini okudu. Tek idam isteði Babaeski müftüsü Ali Rýza efendi hakkýndaydý. Atýf efendi 10 senelik sürgün(kürek) cezasý istenen mazlumlar arasýndaydý. Normalde mahkemelerdeki bir anane olarak, hakimler savcýnýn isteðinden fazla ceza vermezler, ya aynýný yada daha azýný verirlerdi. Burada da durum öyle olacaðýný gösteriyordu. Ama bu hüküm ertesi gün ne hikmetse, Atýf efendi hakkýnda deðiþtirilecekti.
Mahkeme son müdafaalarý dinlemek ve hükmünü vermek üzere ertesi güne tehir olundu (ertelendi) .
ATIF HOCA’NIN RÜYASI
Bu meseleyi yazmak bana en zor gelen kýsmý oldu bu çalýþmanýn. Zira, senelerdir insanlarýn kabul ettikleri bir meselenin aksini savunmak kolay bir þey deðil…Ýnsanlar ve özelde bizim halkýmýz sevdikleri kimseleri olduklarý gibi sevemiyorlar nedense. Hele o zat bir kanaat önderi, bir irþad eri, bir yol göstericiyse…Hayali bir takým makamlar, usturevi hadiseler, rüyalar ile o þahsý sevmek daha cazip geliyor bize… Türkiye’de bir çok konuda olduðu gibi, Ýskilipli Atýf hocayý da ilk defa maþeri vicdanda (kamuoyu) seslendiren o enfes üslubuyla merhum Necip Fazýl oldu. Çoðumuz Atýf hocayý onun “Son Devrin Din Mazlumlarý” adlý eserinden tanýdý. Kendisine bir kere daha Rahmet diliyoruz. Tabii, Üstad zaman ve þartlar gereði bir çok mesele de olduðu gibi bu konuda da derin araþtýrma imkanýný bulamadý. Daha çok kulaktan duyduklarý ile yetindi. Bu kitabýný eleþtirel bir gözle takip edenler bana hak vereceklerdir. Bir küçük misal vermek gerekirse; Din Mazlumlarýnda, Atýf Hocanýn 1926 yýlýnýn bir sonbaharýnda evinden alýndýðý yazýlýdýr. Halbuki Atýf efendinin idamý zaten 4 Þubat 1926’dýr. Necip Fazýl’ýn naklettiði bir hadise de, Atýf efendi’nin mahkemeden bir gün evvel müdafaasýný yazarken, birden dalýp rüyasýnda Resulullah’ýaglaSAV) görmesi, Kainatýn Fahrinin(ASM)(Alemin övüncügöz kırpma : “Yanýma gelmek dururken ne diye müdafaa karalamakla meþgul oluyorsun?” buyurmasý üzerine, yazdýðý müdafaasýný yýrtmasý hadisesidir. Necip Fazýl bunu parlak ifadelerle kitabýnda anlatmýþ, çoðumuzda bunu gözyaþlarý içersinde okumuþuzdur. Elbette böyle bir rüyayý Atýf Hocanýn görmüþ olmasý çok güzeldir. Ama görmemiþ olsa da bir þey fark etmez. Biz, onun, aðuþunu (kucaðýnýgöz kırpma açýp kendisini bekleyen Peygamberimize kavuþtuðuna, mazlumen þehid olduðuna yürekten inanýyoruz. Ama tarihi gerçekler böyle bir rüya hadisesinin olmadýðýna bizi itiyor gibi. Þimdi delillerimizi sýralayalým;
1-Bu hadisede Atýf efendinin yanýnda olduðu iddia edilen Tahir-ül Mevlevi Ankara’da hiçbir zaman Atýf hoca ile ayný koðuþu paylaþmadý.
2-Atýf efendinin böyle bir rüya gördüðüne dair Tahir-ül Mevlevi’nin hatýratýnda hiçbir þey yok.
3-Tahir-ül Mevlevi’nin de belirttiði gibi, Atýf efendi uzunca bir müdafaa yazmýþ ve bu, mahkemede okunmuþtur. Aþaðýdaki kýsýmda bunu görebileceksiniz. Aslýnda son gün müdafaa yapmayan müftü Ali Rýza efendidir. (ayrýca bak: Ankara Ýstiklal mahkemesi Zabýtlarý-s: 280-281)
Tabii bir çok kaynakta bu rüya meselesinin anlatýlmasý, hatta filimde yer almasý da çok bir þey ifade etmiyor. Zira hepsinin kaynaðý Necip Fazýl’ýn ayný eseridir.
MAHKEMENÝN SON GÜNÜ
Tahir-ül Mevlevi Atýf Hocanýn mahkemede son gününü þöyle anlatýyordu: “Atýf efendi metin görünüyordu. Suud beyin söylediðine göre gece sabaha kadar oturmuþ, 8-10 tane eser-i cedid ( Eskiden imâl edilen kâðýt cinslerinden birinin adýgöz kırpma kaðýdýný doldurmak suretiyle bir müdafaanâme (savunma) yazmýþtý. Yazýlmýþýný görmediðim ve mealini (anlamýnýgöz kırpma öðrenemediðim o müdafaanâmenin kýraati (okunmasýgöz kırpma epeyce uzun sürmüþtü ki, o mahkemede okunurken biz merdiven altýnda bekliyor, mahpesimizin (hapsedilen yer) kapýsý kapalý olduðu için de okunan þeyi iþitemiyorduk. Ali Rýza efendi müdafaanâme yazmamýþ, verilecek hükme razý olduðunu söylemiþ. Atýf efendi müdafaanâmesini bizzat okumuþ ve hitamýnda (bitiþinde) Reis beye tevdi etmiþ (vermiþti) .”
Muhakemeyi takip eden yazar Þevket Süreyya Aydemir mahkeme zulmüne olan tanýklýðýný þöyle anlatýyor: “Hükümlüler arasýnda sarýklý bir müderris göze çarpýyordu. Müderrisin Baþýnda fes ve sarýk vardý. Cübbesi ve kýyafeti temizdi. Suçu, o sýralar yayýnlanan þapka kanununa muhalefet etmekti. Fakat bu suç, bir takým ithamlarla da karýþýnca mahkemeden en aðýr hükmü yemiþti. Artýk son saatlerini yaþýyordu. Hocanýn yüzü sakindi. Metanetini muhafaza ediyordu. Yalnýz dudaklarý kýmýldýyor ve galiba bir dua okuyordu. Fakat eskiden kalpaklý ve þimdi hasýr þapkalý zat, bu hükümle de kanmamýþ gibiydi. Baðýrýyor, çaðýrýyordu. Acaba Hoca’yý bir tekmeyle merdivenlerden aþaðýya yuvarlayacak mý diye bekledim. Fakat olmadý. Müderris, bu sözler üzerine kendisine deðilmiþ gibi bekledi. Sonra saðanak geçince yürüdü. Muhafýzlarýn arasýnda merdivenlerden indi. Önümüzden geçerken gene dudaklarý kýmýldýyordu.”
ÞEHADETÝ
4 Þubat 1926 Perþembe … Sabahýn ilk saatleri… Eski meclis binasý yakýnlarýndaki Karaoðlan çarþýsý…Metin bir þekilde, dilinde dualarla idam sehpasýna gelen Atýf efendi kelime-i þehadetle bu dünya defterinin kapýsýný kapýyor ve “yevme tüble’s serair”( bütün sýrlarýn açýða çýkacaðý gün) olarak Kur’an’da bildirilen dar-ý ahiretin özel bir bekleme salonu olan þehadet kapýsýný çalýyordu. Allah Rahmet eylesin. (Amin) ..
Ali Tahmilci bey, Hocaefendi ile ayný cezaevinde yatan amcasý Hasan Tahmilci beyin anlattýklarýný þöyle naklediyor:
“Mahkemeler bitmiþ, kararlar verilmiþ, her þey belli olmuþtur. Hücrelerine çekilen hükümlüler, infaz anýný bekliyorlar. Sýrasý gelenlerin kimisi kapýyý þaþýrýr, bacaklarý titrer, yürümekte güçlük çekermiþ. Derken, sýra merhuma gelmiþ. “Ýskilipli Mehmed Atýf” diye baðýrmýþ bir görevli. Hoca metin ve mütevekkil… Aðýr adýmlarla, vakar içinde, dualar mýrýldanarak yürümüþ sehpaya.” O gece hanýmýnýn gördüðü rüya þöyledir: “Bahçemizde kýzý ile birlikte dikmiþ olduðu çam aðacýnýn dibinde hoca abdest almakla meþguldü. Kýzý Melahat ona su döküyordu. Abdestini aldýktan sonra doðrulan hoca bize; “Ben artýk gidiyorum. Sakýn aðlamayýn. Yalnýz bana yedi Yasin okuyun” diyordu… Nuri Saraç bey Atýf efendinin mübarek nâþýný idamýnýn ertesi günü görenlerden: “Garip bir tesadüf ki, Hocanýn muhakemesinin bittiði günün ertesi günü onu asýlmýþ vaziyette eski Meclis’in avlusunda, iri yarý gövdeleriyle ve normal ebattan daha uzun bir daraðacýnda sallandýðýna þahit oldum. Tesadüfen oradan geçiyordum. Hoca pýrýl pýrýl parlayan sakallý ve nurani yüzüyle, sanki hiçbir þey yokmuþ gibi sallanýyordu.” Onu Ýdam sehpasýnda görenlerden biri de, yakýn arkadaþý Tahir ül Mevlevi’dir. Mahkemeden beraat alan Tahir bey o gün Ankara’da kaldýðý otelde geceyi üzüntü ile geçirir ve sabah namazý sonrasý dýþarý çýktýðýnda eski Meclis binasýnýn önüne gelince ciðer parçalayan manzaraya o da þahit olur. Gerisini kendi kaleminden takip edelim:
“Birdenbire gözüme iliþen bir manzara, beni olduðum yere mýhladý. Evet, eski Meclis önündeki meydanýn ortasýna iki tane sehpa dikilmiþ, onlarýn arasýna da beyazlar giydirilmiþ iki vücut çekilmiþti. Yüzleri diðer tarafa müteveccih olan (yönelmiþgöz kırpma bu cesetlerden birinin Atýf efendi olduðu, boyunun uzunluðundan ve hala görünen metin vaziyetinden anlaþýlýyor, o refi (yüksek) vaziyetiyle merhum hayatýndaki halinden yüksek görünüyordu. Bilâ ihtiyar (elinde olmadan) gözlerimden yaþlar akarken dudaklarýmdan da meþhur bir mersiyenin matlaý (taziye konulu kaside beyti) olan: “Uluvvün fi’l hayati ve fi’l memat Le-hakkun ente ikdü’l mucizat”
(Sen hayatta da, ölümünde de yücesin. Gerçekten sen mucizelerden birisin) beyti döküldü.”
Cevdet Soydanses bey de þunlarý ifade etmekte; “Atýf hocaya Ýttihatçýlar da düþmandý. Sanýrým idamýnda Ýttihatçýlarýn bu eski kininin rolü de olmuþtur. Ýdam edileceði sýrada baþýnda sarýðý varmýþ. Kýlýç Ali de orada…Kýlýç Ali aðýr bir söz sarf etmiþ ve “Alýn þu herifin baþýndan sarýðý” demiþ. “Son sözün ne?” diye sorduklarýnda, sadece “kelime-i þehadet” getirmiþ… Atýf hocayý astýklarýnda kimsenin sesi çýkmadý. Diyanet iþlerinde çok yakýn arkadaþlarý vardý. Onlar da sustu. Kimse konuþamadý.” Nasýl konuþacaklardý ki?…Bu ölümü göze alabilmek demekti. Ama o günden beri müminlerin vicdanýnda bir sýzý olarak kaldý Atýf efendi. Onu her anýþýmýzda içimiz burkuldu, gözlerimiz doldu…Ona bu muameleyi reva görenleri Rabbimize havale ettik… A.Hamdi Ertekin bey anlatýyor: “Ömer Yüce’nin merhum babasý, Atýf hocanýn yanýnda okumuþtu. Bir gün Ömer efendiye babasýnýn Atýf hocanýn idamýyla ilgili kendisine anlattýðý bir þeylerin olup olmadýðýný sorduðumda þu cevabý vermiþti: “O konu açýldýðý zaman babamý bir aðlama tutar ve konuþamazdý.” Bediüzzaman hazretlerinin talebelerinden Mustafa Sungur da 1.06.2003’te kendisini ziyaretimizde þu hatýrayý anlatmýþtý: “Büyük Doðu’ da neþredilen, Ýskilipli Atýf hoca’ nýn baþýna gelenleri anlatan yazýyý Üstad’a okuyordum. Bir ara baktým, Üstad gözlerini siliyordu.” Son olarak Atýf efendinin ders arkadaþý Þeyh Ali Haydar efendinin bir sözünü nakledelim. Emin Saraç Hoca þöyle diyor: “Ali Haydar efendi Atýf efendi ile birlikte 6 ay Ankara’da hapiste kalmýþ. Ne sýkýntýlar çekildiðini anlatýr, bir taraftan da elini dizine vurarak; “Atýf efendi kardeþimiz kazandý” derdi.
Bu arada bir þeyi de hatýrlatalým; Mahkeme zabýtlarýný okuduðumuzda, bazý kimselerin, Atýf hocadan beri olduklarýný, tasvip etmediklerini “Bu adam bütün tarikatlara karþýdýr, ben ise Halidi tarikatýndaným” demeleri gibi ifadelerini okuyup, o zatlar hakkýnda suizanna düþmeyelim… O þartlarý göz önüne getirelim… Hocaefendinin en yakýn arkadaþlarýndan Tahir-ül Mevlevi bile, beraatý sonrasý Kýlýç Ali beyle görüþtüðünde, Ali beyin;
-Tahir Bey! Atýf Hocanýn idamý hakkýnda ne dersin? demesi üzerine
-Ne diyeyim efendim. Cürmü varmýþ ki, cezasýný gördü” deme zorunda kalmýþtýr.
ÝDAM SONRASI AÝLESÝ
Acaba Hocaefendinin þehadetinden sonra ailesi ne oldu? Atýf Efendinin yeðenlerinden Bahaddin Ýmal bey bu konuda þunlarý anlatýyor: “Tarihini pek hatýrlamýyorum. Hatýrýmda kaldýðý kadarýyla, Zahide hanýmla,(eþi) Melahat hala(kýzýgöz kırpma dayýmýn idamýndan sonra Ýstanbul’dan buraya(Ýskilip) geldiler. Köyde az bir müddet kaldýlar. Burada kaldýklarý müddet zarfýnda Zahide haným köydeki hanýmlara Kur’an okuttu. Yanlarýnda Zahide hanýmýn kýz kardeþinin oðlu da vardý, Semih adýnda. Köydeki þartlara intibak edemediklerinden tekrar Ýstanbul’a döndüler. Ýstanbul’da ne kadar kaldýklarýný tam bilemiyorum. Fakat 1960’lara doðru tekrar köye döndüler. Zahide haným bu geliþlerinde “Kýzým, ben bir daha Ýstanbul’a dönemeyeceðim. Kendin için ise kararýný kendin ver” demiþ. “Kelebekler Sonsuza Uçar” adlý filmde de gördüðümüz gibi, Melahat haným da Ýskilip’te kalmýþ. 1989-90’larda 75-80 yaþlarýnda olan Melahat haným, babasýnýn bir gece karanlýk ruhlu adamlar tarafýndan evinden götürülmesi ile akli dengesinde hep gelgitler yaþamýþ. “Bu halim doðuþtan deðil. Polislerin babamý gözlerimin önünde evden alýp götürmeleri bende büyük bir korku meydana getirdi. Onu bir daha hiç görememem ise, beni yalnýzlýða mahkum etti. Bu hal yaþadýklarýmýn eseri” demiþ Bahaddin Ýmal beye… Araþtýrmacý-yazar Hüseyin Yýlmaz bey bütün ýsrarlarýna raðmen görüþememiþ bu dertli hanýmla. “Babam ölmedi, yaþýyor, gidin kendisi ile görüþün” diyormuþ Melahat haným…Ýnþallah þimdi, dünyada tadamadýklarý rahatý yaþýyorlardýr Atýf hoca ve ailesi… Atýf hocaya uygulanan zulüm akrabalarýna da teþmil edilmiþtir (yaygýnlaþtýrýlmýþgöz kırpma . Eskiþehir’de Üstad Bediüzzaman hazretlerini evinde misafir eden ve el’an (þimdi) hayatta olan bir zat, bir sohbetimizde 1950’li yýllarda Eskiþehir’de Ýskilipli Atýf efendinin bir yakýný ile tanýþtýðýný anlatmýþtý. Abdülmecit efendi isimli bu zatýn týrnaklarýnýn hiçbiri yokmuþ. Sebebi mi?… Atýf Hoca hakkýndaki soruþturma sýrasýnda kaybetmiþ hepsini…

MEZARI NEREDE?
Bu meselede maalesef dramýn bir baþka parçasý…Eskiden beri Atýf hocanýn mezarý nerededir diye düþünürdüm. Meðer belli deðilmiþ… Emekli astsubay Hasan Sureykan þunlarý söylüyor bu konuda: “Merhumun mezarýný araþtýracak oldum. Fakat bulmak ne mümkün? Dikimevinden Mamak’a giderken yaklaþýk bir kilometre ilerde, sað tarafta askeri bir mezarlýk var. Bu mezarlýðýn karþýsýnda þimdi bir park var, bir zamanlar mezarlýktý. Merhum Atýf Hocanýn mezarý da bu mezarlýkta idi. Buradaki kabirler 1954 senesinde yakýnlarý tarafýndan Gülveren’de yapýlan Asri mezarlýða nakledilmiþler. Atýf hocanýn yakýnlarý sahip çýkmamýþlar. Bu durumda mezarýn bu parkta kaldýðýný ve park çalýþmalarýyla ortadan kalktýðýný sanýyorum.” Tesellimiz Hz. Mevlana’nýn þu sözlerindedir:
“Biz öldükten sonra kabrimizi arama. Bizim mezarýmýz Ariflerin gönüllerindedir.”
ESERLERÝ
1-Mirat-ül Ýslam 2-Ýslam Yolu 3-Ýslam Çýðýr 4-Din-i Ýslam’da Men-i Müskirat 5- Nazar-ý Þeriatta Kuvve-i Berriye ve Bahriyye 6-Tesettür-ü Þer’i 7-Muayenet üt Talebe 8- Medeniyyet-i Þeriyye 9- Frenk Mukallitliði ve Þapka

Gönderen: 05.07.2007 - 00:34
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
şuheda su an offline şuheda  
101 Mesaj -
Böylesi güzel bir paylaþým için tekkürler, Allah razý olsun.
Ýskilipli Atýf Hoca islama kendini adamýþ ve büyük hizmetlerde bulunmuþ, þehadetiyle hafýzalarýmýzdan silinmeyen, mümtaz bir þahsiyettir. O dönemde islam dünyasý bir çok ender þahsiyetlerini yitirmiþtir "bir hiç uðruna".Rabbimizin sonsuz Rahmet ve Maðfireti onlarýn ve onlarýn yolunda ilerleyerek þehadete ermiþlerin üzerine olsun...
amin...


Mesaj 1 kez düzenlendi. En son şuheda tarafından, 24.08.2007 - 21:31 tarihinde.
Gönderen: 24.08.2007 - 21:29
Bu Mesaji Bildir   şuheda üyenin diger mesajlarini ara şuheda üyenin Profiline bak şuheda üyeye özel mesaj gönder şuheda üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Moderator


4254 Mesaj -
Amin
ALLAH Sizlerdende razi olsun
Selam ve dualarimla
Gönderen: 25.11.2007 - 22:31
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 779 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
2243 üye ile 29.03.2024 - 11:40 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
osman12 (77), vahvah71 (53), ssercan (50), sabr_yolcusu (56), Yorumsuz_91 (33), Asya6666 (62), angel (42), cankalemdar (39), meltem6666 (59), MeCaL (56), emiremre (44), ozdalomer (53), ayþeayd&#2.. (40), talha_34 (47), mhammettelo (43), leto18 (59), sinepuryan (42), Yalnizlik (39), BATAKLIK60 (55), kamil33 (54), hmfatih (62), Soldat34 (54), MrVoLKaN (37), yusuf kuyu (44), Yusuf_Adiyaman (53), farfarlone (41), Osman_20 (39), yunusemre_56 (58), eminecanersoy (46), eren.06 (60), tugba1986 (38), tanerok (41), MAHMUT2005 (48), musbaba18 (41), Bahar38 (40), ehhan ünlü (37), ard75 (68), ofliayhan61 (54), osman42 (45), enver66 (40), ayten66 (36), adem2007 (57), uludag64 (60), kadir ibraimi (35), Hace Türkistan (52), tufan03 (48), hasimpakirbaba (48), kuscu (60), ONUR45 (41), Allah_Asigi (41), _Hilal_ (40), aydin_yilmaz (42), cemil_keskin (64), cesurkagan (37)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.59108 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.