chloroquine kaletra kaletra generique luvox dexamethasone cardura carsol cartia xt cartia casodex caverta ceclor cd ceclor ceftin cefurim celebrex celestoderm v celestone celexa cellcept cellidrine cephoral ceporex cerina cerzine cet eco cetallerg cetrine chibroxol chlorazin chlorochin chloromycetin cialis black cialis daily cialis oral jelly cialis professional cialis soft cialis strips cialis sublingual cialis super active cialis super force cialis cibacen ciloxan cimexillin cip eco
     
     

0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » TARİH / SİYASET / EKONOMİ » TÜRKİYE VE DÜNYADA SİYASET » SON HAÇLI SEFERİNİN ,,MÜSLÜMAN,, KLAVUZLARI

önceki konu   diğer konu
1 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
nursuz su an offline nursuz  
SON HAÇLI SEFERİNİN ,,MÜSLÜMAN,, KLAVUZLARI
227 Mesaj -
SON HAÇLI SEFERÝNÝN ,,MÜSLÜMAN,, KLAVUZLARI !



Biz Türkler, bugün adýna Türkiye dediðimiz topraklarý, On birinci yüzyýlda baþlayan savaþlarla Hýristiyan Rumlar ile onlara tabi olan Hýristiyan Ermeni ve Gürcülerden aldýk. Ancak, Hýristiyan dünyasý, bu topraklarýn Türk yurdu olduðu gerçeðini bir türlü kabullenmek istemedi, bunu içine sindiremedi. Bu sebeple ilki 1096 yýlýnda baþlayan ve yüzlerce yýl devam eden Haçlý seferleri düzenlediler. Nitekim Birinci Haçlý seferinin düzenleyicisi olan Papa 2. Urbain, 1095 yýlýnda bu amaçla geçtiði Fransa'da vermiþ olduðu vaazlarýndan birinde, Haçlý seferinin asýl amacýnýn Ön Asya'daki Türk ilerleyiþini durdurmak olduðunu açýklýyor ve þöyle diyordu:
" Galebe çal an küfür, Asya'nýn en zengin illerine karanlýklarýný bastýrmýþtýr. Antakya, Efes (Selçuk), Ýznik birer Müslüman kasabasý haline gelmiþtir. Barbar Türk sürüleri, sancaklarýný Çanakkale Boðazýnýn kýyýlarýna dikmiþlerdir. Oralardan, bütün Hýristiyan memleketlerini tehdit etmektedirler. Eðer muzafferane yürüyüþlerini bizzat Allah, kendi evlatlarýný silahlandýrarak karþýlayýp durdurtmazsa, bundan sonra hangi millet, hangi devlet durdurabilir?"agla1)
Hýristiyan Batýlýlar yüzlerce yýl süren Haçlý seferlerinin sonucunda umduklarýný elde edemediler; Türkleri bu topraklardan söküp atmayý baþaramadýlar. Fakat acaba bu düþüncelerini kafalarýndan söküp atabilmiþler miydi? Kuþkusuz ki hayýr! Hýristiyan Batýlýlar, daha önce Haçlý Seferleriyle deneyip de baþaramadýklarýný ama asla unutmayýp yalnýzca ertelediklerini, 19. Yüzyýlda adýna Þark Meselesi (Doðu Sorunu) dedikleri bir kavramla yeniden gündeme getirdiler. Þark Meselesinin esasýný, "hasta adam" diye nitelendirdikleri Türk-Osmanlý Devletinin yýkýlarak paylaþýlmasý düþüncesi oluþturmaktaydý. Osmanlý Devleti yýkýlýp yok edilince de, Türkler geldikleri yere yani Asya'nýn içlerine doðru sürüleceklerdi. Büyük Rus romancýsý Dostoyevski (1821-1881), Grajden dergisinde 1873-74 yýllarýnda yayýnladýðý "Bir Yazarýn Günlüðü" baþlýklý yazýlarýnda Rus yayýlmacýlýðýnýn kaynaðý olan Pan-Slavcý düþüncelerini ortaya koyarken, Doðu Sorunundan ne anladýðýný ve bunun Hýristiyanlýkla olan ilgisini de þu þekilde açýklýyordu:" Ýstanbul bizim olmalýdýr. Rusya Ýstanbul'u almalý ve Ýstanbul sonsuza dek Rus kalmalýdýr. Ýstanbul yalnýz Ruslarýn olmalýdýr. Çünkü Türk- Osmanlý Devletinin yok edilmesi sorunu olan "Doðu Sorunu", Ortodoks Hýristiyanlýðýn yazgýsý sorunudur."agla2)
1858'de yayýmlanan Les Reformes de L'empire Byzantin (Bizans Ýmparatorluðu Reformlarýgöz kırpma adlý kitabýn yazarý Pitzipios ise, Þark Meselesi için bir baþka çözüm yolu teklif ediyor ve kitabýnýn doðrudan Sultan ve Halife Abdülmecit'e seslenen bölümlerinde diyordu ki; “Osmanlý hanedanýný bekleyen tehlikelerden biri de, Osmanlý Devletinin Avrupa'daki topraklarýnda yaþayan ve sayýlarý Müslümanlardan dört kez daha fazla olan Hýristiyanlarýn baþkaldýrma olasýlýðýdýr... Eðer Abdülmecit Hýristiyanlýðý benimseyecek olursa, devletin birliði de saðlanmýþ olur. Genel yarar, Ýslamiyetin üstünlüðüne son verilmesini, ancak Abdülmecit ve hanedanýnýn egemenliðini sürdürmesini gerektirmektedir.” Pitzipios'a göre, Þark Meselesinin çözüme baðlanmasýnýn tek bir yolu vardýr, o da, yasalarý, yönetimi ve devlet baþkanlarýný Hýristiyanlaþtýrmaktýr. Bu çözüm eldeki tek olanaktýr. Eðer Abdülmecit hanedanýný kurtarmak istiyorsa, ister istemez, er geç, bu yolu seçmek zorunda kalacaktýr(3).
Pitzipios'un Sultan Abdülmecit için ileri sürdüðü bu öngörüsü o dönemde gerçekleþmedi. Ama þimdilerde yani devr-i Cumhuriyette saltanat süren asaletsiz hanedanlarýn, Avrupa Birliðine adaylýðýmýzýn bilmem kaçýncý ve de son kez ilanýyla birlikte, hanedanlarýnýn geleceðini saðlama baðlamak için aynen ve týpatýp Pitzipios'un önerdiði Hýristiyanlaþma yoluna girdiklerini söylemek fazla abartýlý olmasa gerektir. Bakýnýz Yalçýn Küçük, "Kayýplarýmýza Aðýtlar-1 Türkiyat" baþlýklý makalesinde neler yazýyor:
" ...Türk yönetenleri, en az dört yüzlük korumalarla, her Cuma, bir Cuma'ya seyirdiyorlardý; artýk namazlar deðil bunlarýn televizyonlarda gösterimi bir ayin oluyordu. Þimdi ayný yönetenler, Cuma ayinlerini unutuverdiler, þimdi "devlet erkaný" artýk kiliselerdedir, haberler okuyoruz ve izliyoruz, "falanca ilde, vali, fp baþkaný, anap baþkaný, chp baþkaný, savcý vesaire falan kilisede ayine katýldýlar" þimdi yeni moda budur. Artýk papaz ile imam birlikte ayin düzenliyoruz; devletin tepesi'nden söz budur ve ben neresi olduðunu bilmiyorum, noel kutlamalarý çýkarýyoruz, artýk "Abidin, sen köksüzlüðün resmini yapabilir misin" diyoruz. Camilerden kiliselere bu topyekün geçiþ nedir...
Hemen Tanzimat Fermanýný ve asýl Islahat fermanýný hatýrlamak durumundayýz. ..Mayýs 1999 tarihinde Ecevit'in Alman Þansölye Schroder'e yazdýðý mektubu, Alman Þansölye ve tüm düvel-i avrupa, daha sonraki tartýþma ve pürüzlerde sürekli bu mektuba dönüyorlardý, bir Islahat fermaný taahhüdü olarak algýlýyorduk... Tarih kitaplarý, 1856 Islahat Fermaný ve Paris Konvansiyonu'nu Türk Devleti'nin Avrupa topluluðuna kabulü olarak yazarlar; abartma olduðuna iþaret ediyoruz. Þimdi, 10 Aralýk 1999 Helsinki Deklarasyonu'na atýlan imzayý, bütün tarihlerden önce davranarak ben açýklýyorum, Türk Devleti'nin sonudur.
Islahat Fermaný'nýn en büyük marifetlerinden birisi, Osmanlý ikliminde, misyoner faaliyetlerini artýrmasýdýr; misyonerler pýtrak türü çoðaldýlar. Hedefleri, müslümanlardan çok ermeniler ve yahudilerdi, din deðiþtirme adý altýnda amerikanlaþtýrýyorlardý; Kýrým Savaþý günlerinin en becerikli misyoneri C. Hamlin'in, birden, Amerika'nýn belki de en etkili misyoner kuruluþu olan Robert College'in kurucusu olduðunu biliyoruz, þimdiki Boðaziçi Üniversitesidir, öyle kendini sürdürüyor. 10 Aralýk 1999 tarihli, Türk Devleti'ni sona erdirme deklarasyonunu kabul eden hükümetin baþbakaný Ecevit ile Dýþ Ýþleri Bakaný Cem'in Amerikan misyoner okulu Robert College'in mezunu olmalarý, belki de tarihin en acý ve bilimsel tokatýdýr. Suratýmýzda þaklamasý, acýmýz ve utancýmýzdýr.
Ne oldu, Elenlerin, Türk Kurtuluþ Savaþý ve Kýbrýs Çýkartmasý'nýn revanþýný aldýklarý söylenebilir..."agla4)

Peki Kurtuluþ Savaþýnýn Hýristiyan Batýlýlar için anlamý neydi? Onlar, tam da Sevres anlaþmasýyla, 19. Yüzyýldan devraldýklarý Doðu Sorununu emperyalist bir görüþle kendi lehlerine sona erdirdiklerini(5), sorunu kökünden çözdüklerini düþünürlerken, Ankara'daki milliyetçi ayaklanma Sevres'i yýrtýp atmýþ oluyordu. Hrýstiyan Batýlýlar ve onlarýn Yunan, Rum ve Ermeni müttefikleri, Türklüðün elde kalan bu son bir avuç ata yurdunu da paylaþmak üzere(6) iþgal ve istilaya kalkýþtýklarý topraklardan yani Anadolu'dan Türk süngüsüyle birer birer atýlmýþlardý; Tür k yurdu üzerindeki emellerini askeri yol ve yöntemlerle asla gerçekleþtiremeyeceklerini artýk anlamýþ olmalýydýlar. Kýbrýs Çýkartmasý ise, Attila Ýlhan'ýn deyimiyle, "Ýkinci Viyana Bozgunundan bu yana Türklerin Batýya karþý ilk huruç harekatýydý." Hýristiyan Batý bunu da asla hazmedememiþtir. Kýbrýs konusunda bütün Hýristiyan dünyasýnýn bir blok halinde, her platformda, her vesileyle ve her fýrsatta Türkiye'ye baský uygulamasýnýn nedeni budur. Kýbrýs'ta atacaðýmýz bir tek geri adým, onlar için zaferin bizim içinse çöküþün ve çözülüþün baþlangýcý olacaktý. 10 Aralýk deklarasyonuna atýlan imzanýn önemi iþte buradadýr.
Türkleri askeri yol ve yöntemler kullanarak dize getirmenin mümkün olmadýðýný kavrayan Hýristiyan Batý, bu kez kullandýðý yöntemleri ve silahlarý deðiþtirmiþtir. Yeni silahlarý ise baþta gümrük birliði tuzaðý ve Avrupa Birliði kandýrmacasý olmak üzere, çok taraflý ve ikili anlaþmalardýr. Savaþ deðil barýþ! En büyük silah þimdi budur ve dikkat ediniz aðzýnda barýþ, uzlaþma, hoþgörü laflarýný geveleyenlerin mutlaka ama mutlaka bir þekilde "haçý koynundan çýkmaktadýr." Evet. Son Haçlý Seferi'nin silahlarý "barýþ, hoþgörü ve diyalog"dur. Hele bu sonuncusu dinler arasýnda olursa...

Haçý Koynunda Saklý olanlar ve Son Haçlý Seferinin "Müslüman" Klavuzlarý

Milliyet gazetesinin 2-3 Mayýs 1971 tarihli sayýlarýnda Mete Akyol imzasýyla, dönemin Kontenjan Senatörü ve daha sonraki yýllarda Moon tarikatýnýn Türkiye Halifesi Kasým Gülek'le yapýlmýþ bir röportaj yayýnlanmýþtý. Bu röportajda Gülek, Papa II. Jan Paul ile iki kez Vatikan'da buluþtuðunu anlatýyordu. Haberde, bugün Vaþington ve Vatikan tarafýndan takdis edilmiþ nurculuðun elebaþýsý Fethullah Gülen'in öncülük ettiði "Dinler Arasý Diyalog"un temellerinin daha o zamandan atýldýðý görülüyordu.(7)
Kasým Gülek Ýnönü dönemi CHP'sinde çok uzun yýllar genel sekreterlik görevini yürütmüþ ve bakanlýk yapmýþ birisiydi. O röportajda kendisinin anlattýðýna göre, Roma'da bulunduðu sýrada Papa kendisini gö rüþmeye çaðýrýp Tarsus hakkýnda bilgi almýþ. Kasým Gülek de Tarsus'ta bir Saint Paul kuyusu, Saint-Paul kilisesi yýkýntýsý ve ayný adamýn oturduðu söylenen ev olduðunu bildirerek bunlar hakkýnda açýklamalar yapmýþ. Bu bilgiden çok sevinen Papa, Tarsus'u Hýristiyanlýðýn bir numaralý kutsal þehri ilan etmeye karar vermiþti.
Saint-Paul kuyusunun suyunu þiþelere doldurup Hýristiyanlara satacaðýndan ve döviz saðlayacaðýndan söz eden Kasým Gülek'in bu tuhaf davranýþlarýna þiddetle tepki gösteren Atsýz, bu konuyla ilgili olarak kaleme aldýðý, Ötüken dergisinin 1971 yýlý Mayýs sayýsýnda yer alan "Bu Yurdun Kutsal Yerleri" baþlýklý makalesinde þunlarý yazýyordu:
"Bu eðri düþünc eyle hareket olunduðu takdirde bütün Anadolu'yu, bütün Türkiye'yi Hýristiyanlýðýn kutsal topraðý haline getirmek mümkün olabilir. Zira biz bu topraklarý Hýristiyanlardan aldýk. Bizden önce yüzyýllarca Hýristiyanlýðýn yaþadýðý bu ülkenin her þehrinde onlara ait bir hatýra bulunabilir. Bu þehirlerin, daðlarýn, kayalarýn Türklere ve fethe ait hatýralarýný canlandýrmak dururken daha eski çaðýn yabancýlara ait hatýralarýný yaþatmaya çalýþmanýn manasý nedir? Yeniden bir Makamat-ý Mukaddese gailesi mi çýkarmak istiyoruz?
Döviz saðlamak arzu olunur bir þeydir ama bunun için Türkiye'yi Hýristiyanlýðýn kutsal þehirleri ve makamlarý manzumesi haline sokmaya gerek yoktur. Bu milli bir cinayet ve Anadolu'da Bizans'ý diriltmek isteyen Yunanlýlarýn eline koz vermek olur. Yalnýz döviz saðlamak gibi maddeci bir düþ ünceyle hareket ettikten sonra Ayasofya'yý kilise yapmak bize milyarlar, milletçe Hýristiyan olmak ise trilyonlar kazandýrýr."

Þimdi o tarihten bu yana gözlemlediðimiz bazý olay ve olgularý hatýrlamak ve bunlarýn üzerinde biraz durmak gerekiyor. Tunç Okan adlý bir yönetmenin çektiði "Otobüs" adlý film 1975 yýlýnda Avrupa'da ödül almýþtý. Bu filmde bir otobüsle kaçak olarak bir Avrupa ülkesine giden Türk iþçilerinin (köylülerinin) dramý iþleniyordu. Filmin en önemli yaný, Türk insanýný ilkel primatlar düzeyinde gösteriyor olmasýydý. (Bilgisiz, görgüsüz, cahil, kaba ve hatta düpedüz iðrençgöz kırpma. Bu tiplemeler, Hýristiyan Batýlýlarýn yüzyýllardýr görmek ve göstermek istedikleri Türk imajýnýn ta kendisiydiler! 1981 yýlýnda ise Mardin'in bir Süryani köyünde çekilen ve baþrolünü Türkan Þoray'ýn oynadýðý "Hazal" adlý film, Dünya Kiliseler Birliðinin ödülünü almýþtý. Onda da yine Türk insaný maðara devri artýðý, ilkel ve garip bir yaratýk biçiminde sunuluyordu. Týpký Otobüs filminde olduðu gibi.

12 Eylül'den sonra çekilen birçok filmde ise bazen gizli ve sinsi bazen de açýktan açýða Hýristiyanlýk propagandasý yapýlýyordu. Sözgelimi bunlardan basýnda çokça reklamý yapýlan birinde (Herþeye Raðmen adlý film), baþroldeki oyuncunun canlandýr dýðý karakter bir eski solcudur; hapisten yeni çýkmýþtýr. Hiçbir yerde iþ bulamamaktadýr, kimse ona yardým elini uzatmamaktadýr. Allah'tan Kilise vardýr! Sonunda bir Kilise ona kucak açmýþ, þoför olarak iþ vermiþtir. Mihrabý ve minberi yýkýlmýþ eski solcularýmýz sýðýnacaklarý bir melce bulmuþlardýr; artýk Kilisenin þefkatli eli onlarý himaye edecek, onlara kol kanat gerecektir. Bu film de Türkiye'de ödül almýþtý. Buna benzer birçok örnekler bulunabilir. Fakat þurasý bir gerçek ki, özellikle son yirmi yýldýr, "bir Türk yazarýnýn, bir Türk sanatçýsýnýn uluslararasý bir deðer olarak ünlenebilmesi için, önce Türklüðünden Müslümanlýðýndan soyunmasý, sonra Türklüðünden Müslümanlýðýndan utanmasý, en sonu da Türklüðe Müslümanlýða tükürmesi gerekmektedir. Türkler, uluslarýndan dinlerinden ýraklaþmadýkça, Uluslar arasý Türksevmez Kültür Kapýlarý'ndan geçemiyorlar"agla8)

Bir film de yabancýlardan. Bundan dokuz on yýl kadar önce sinemalarda oynadý. Yönetmeni bir Yahudi olan Steven Spielberg'ti. Ne olmuþ yani Yahudi ise demeyin. Bu, ünlü yönetmenin Ýndiana Jones serisinden bir filmiydi . Filmin bir bölümü Nazi Almanya'sýnda, diðer ve asýl önemli bölümü ise Hatay'da geçiyordu. Yýl 1939. Hatay'da sarýklý ve fesli insanlar vardýr ve tabii bu insanlar da yine "Otobüs" ve "Hazal"dakinden farksýzdýrlar. Söz gelimi tanka demir at, uçaða demir kuþ filan demektedirler. At ve deveden baþka bir þey görmemiþlerdir. Ýþte bu Hatay'da, güya Hýristiyanlarca kutsal bilinen bir maðaramsý manastýr benzeri bir yer varmýþ ve orada artýk ölümü, diri mi yoksa Hýri stiyan azizleri mi her kimler var ise onlar kahramanýmýz tarafýndan kurtarýlmayý beklemektelermiþ. Asýl mesleði kazýbilimcilik (arkeolog) olan filmin kamçýlý kahramaný, tabii yerli Müslüman klavuzlarýn yardýmý ve desteði sayesinde kendisini bekleyenlere ulaþmayý baþaracaktýr. Filmin baþýnda Nazi Almanyasý ile savaþan kahraman, burada da ilkel yerlilerle (tabii Türk ve Müslüman) savaþmaktadýr. Filmde verilen mesaj yahut benim anladýðým, Hatay'ýn hem Hýristiyanlar hem de Yahudiler için kutsal bir hedef olarak gösteriliyor olmasýydý. Madem ki burasý Hýristiyanlýk için kutsal sayýlan bir yerdi; öyleyse bu vahþi, barbar, ilkel Türk ve Müslümanlarýn elinden kurtarýlmalýydý. Filmdeki uyduruk masal bir yana ama, Hatay ilinin merkezi olan Antakya'nýn Hýristiyanlar bakýmýndan gerçekten de bir önemi ve anlamý bulunduðu kuþkusuzdur. Bunun konumuzu doðrudan ilgilendiren yönü Antakya' nýn Birinci Haçlý seferi sýrasýnda kahramanca bir Türk direniþine r aðmen Haçlýlarýn eline geçmiþ olmasýydý. Tabii bizim seyircileri ilgilendiren filmin olaðanüstü efektleriydi ve çýkýþta dikkat ettim hepsi pestil gibiydi veya bana öyle geldi. Galiba nasýl sinsice aþaðýlandýklarýnýn hiçbiri farkýnda deðildi.
Fakat iþte þimdi çok daha fazlasý, Atsýz'ýn otuz yýl önce bir tahmin olarak öngördükleri aynen çýkmýþ bulunuyor. Artýk, muhtemelen "Mukaddes Bakire Meryem" Hayfa-Kuþadasý arasýnda çalýþan feribotla yazlarý Efes'te tatile gelmiþ olduðundan olacak orada bir Meryem Anaevi, Antalya'nýn Kale ilçesine Danimarka havayollarýyla yaz tatilini geçirmeðe geldiðinden olacak orada bir Noel Baba makamý, Roma'da idam edilmiþ Saint-Paulus adýnda bir muhtedi Yahudi için Tarsus'ta bir Saint-Paul kuyusu, Kilisesi, Evi icad ettikleri yet medi. Yine resmi bir niteliði olan Türkiye Tanýtma Vakfý, Todor Jivkof'un Bulgaristan'da yapamadýðýný Türkiye'de yaptý ve Türkiye'den Türk adýný silip Türkiye'yi topyekün Hýristiyanlýðýn kutsal ülkesi ilan ediverdi. Nasýl mý? Bakýn nasýl:
"Türkiye Tanýtma Vakfý, toplam bütçesi 75 bin dolar (yaklaþýk 41 milyar lira) olan Türkiye'nin tanýtým projesini Ocak ayýnda baþlattý. Vatikan'ýn onayýný alan proje (almamasý ne mümkün), Hz. Ýsa'nýn 2000'inci doðum yýldönümü nedeniyle "turizm amaçlý" bir harita yayýmladý. "Kutsal Ülke 2000 (Holyland 2000) adlý Türkiye haritasýnda, Türkiye'nin adý yok! Haritada Ýncil'de geçen Türkiye'deki kutsal yerler yer alýyor. Turizm Bakanlýðý da Lionslarla birlikte hazýrladýðý benzer bir haritayý yayýnladý."agla9)
< FONT face="Times New Roman">Yayýnlamasaydý þaþardým. Ama bakýn biz yine ilerdeyiz; Yeni Hayat'ýn 1998 yýlý Haziran sayýsýnda yayýnladýðýmýz, "Ýnanç Turizmi mi Son Haçlý Seferi mi?" baþlýklý, Sevgi Erenerol imzalý bir yazýda bu olacaklar zaten öngörülmüþtü:
"Hz.Ýsa'nýn 2000. doðum yýldönümü kutlamalarý çerçevesinde hazýrlanan plan hiç te böyle iyi niyetler taþýmamaktadýr, özellikle de Türkiye açýsýndan. Bildiðiniz gibi Batý, Türk'lerin 1453'te Ýstanbul'u fethedip Bizans'ý ortadan kaldýrmasýný bugüne kadar hazmedememiþtir ve onlarý geldikleri bozkýrlara geri göndermek için fýrsat kollamaktadýrlar. Çünkü Ýstanbul ve Anadolu topraklarý Hýristiyanlar için kutsal topraklardýr . Ýstanbul Ayasofya nedeniyle "kutsal þehir" statüsündedir. Zaten 1919 yýlýnda baþta ABD olmak üzere Ýngiltere, Fransa ve Ýtalya tarafýndan Uluslararasý Devlet statüsüne getirilmek istenmiþ ve denetimi de Birleþmiþ Milletler diye bilinen o günkü Cemiyet-i Akvam'ýn gözetimine verilmesi düþünülmüþtür. Fakat kendi aralarýnda anlaþamadýklarý için bu planý hayata geçirememiþlerdir. Fakat bu emellerinden de halen vazgeçmiþ deðillerdir. Son zamanlarda Ýstanbul'a governör yönetimi, þehrin üç'e bölünmesi (Üsküdar yakasý, Sur içi, Trakya yakasýgöz kırpma Boðazlara özerklik gibi konularýn gündeme gelmesi ayný nedenledir. Ayrýca Anadolu'da 3000'e yakýn kilisenin bulunduðu söylenmektedir. Kilise dendi mi sadece kilise binasý söz konusu deðildir, bina ile birlikte etrafýndaki arazileri de içine alýr; yani Anadolu topraklarýnýn tamamý. Þimdi birileri çýkmýþ, bu insanlara davetiye çýkarýyor gelin diye! Evet biz burada yaþýyoruz ama buralarýn Hýrýstiyan topraklarý olduðunu kabul ediyoruz dercesine. Bu topraklar Türkler tarafýndan fethedilmiþtir, yani bedeli kanla canla ödenmiþtir. Kimse bu topraklarýn Türk'ten baþkasýna ait olduðunu iddia edemez."

Þu iþe bakýn ki, bu satýrlarý yazan bir Hýristiyan Türk'tür; hem de Baðýmsýz Türk Ortodoks Patrikhanesinin basýn sözcüsüdür; ama ne hazindir ki son Haçlý Seferine kýlavuzluk edenler "Müslüman"dýrlar!?! Ama asýl Türk olup olmadýklarý kuþkuludur ve bütün mesele de iþte buradadýr. Peki kimdir bu Müslümanlar, tahmin edebildiniz mi?
Aydýnlýk dergisinin 5 Mart 2000 tarihli sayýsýnda yer alan bir habere göre, son bir yýlda özellikle gençler arasýnda Hýristiyan olanlarýn sayýsý hýzla artmaktadýr. Hatta bunlar arasýnda Ýlahiyat Fakültesi öðrencileri dahi vardýr. Hýristiyan misyonerlerinin ve bu amaçla çalýþan kuruluþlar, gizli açýk kiliseler ile bunlarýn propagandalarýnda görülmemiþ derecede bir artýþ vardýr ve bu misyonerlik faaliyetleri hakkýnda hiçbir iþlem yapýlamamaktadýr. Hýristiyanlaþtýrma amacýna yönelik olarak açýk açýk faaliyette bulunan kiliselerden biri de Trabzon'daki San Maria Kilisesidir ve oradaki Papazýn çevresine, " önümüzdeki yirmi yýl içinde Avni Aker stadyumuna sýðmayacaðýz" dediði iddia edilmektedir. Peki, bu Kilise ne zaman ve kimin izniyle açýlmýþtýr dersiniz? 1994 yýlýnda Refah Partili Belediyenin izniyle açý lmýþtýr. Açýldýðýnda da cemaati yoktur. Kayseri'deki Gregoryen Ermeni Kilisesi de yine Refah Partili belediyeler döneminde restore edilerek açýlmýþtýr ve onun da ilk baþta cemaati yoktur.

Ýlk bakýþta RP'li Belediyelerin bu tutumu yadýrgatýcý gelebilir. Ama bu Parti ve yan örgütlerinin, bir zamanlar Ýslam dünyasýnýn hamiliðine soyunmuþ olan Almanya 'da palazlandýðýný ve en güçlü örgütlenmelerini bu ülkede gerçekleþtirdiklerini hatýrlarsanýz, herþeyin bir karþýlýðý olmasý gerektiði sonucuna kendiliðinden varabilirsiniz. Fakat dýþ etkenlerin rolü ne olursa olsun, Hýristiyanlaþtýrma çabalarýnýn son yýllarda bu derece pervasýzca sürdürülüyor olmasýnda, en baþta yine kendilerini "Müslüman" kimliðiyle tanýmlayanlarýn tutumu esas belirleyici olmuþtur. Sebebine gelince;
a) Dini siyasete, ticarete ve aklýnýza gelen her þeye alet eden din sömürgenleri, yýllarca uðraþa uðraþa, ham demokratlarýn da desteðiyle TCK'nun 163. Maddesini kaldýrmayý baþarmýþlardýr. Bu madde yürürlükten kalkýnca, Hýristiyan misyoner örgütleri meydaný büsbütün boþ bulmuþlar ve her tarafta cirit atmaya baþlamýþlardýr.
b) Din sömürgenleri, 28 Þubat kararlarýyla doruða çýkan, Türk Ordusu, Türk Devleti, Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk karþýtlýklarý ve düþmanlýklarý nedeniyle, bu deðerlere saldýrýyý temel strateji olarak benimsemiþ bulunan harici bedhahla r ile onlarýn uzantýsý olan diðer dahili bedhahlarla kol kola girmiþler, onlarla kenetlenmiþler, onlara eklemlenmiþlerdir. Bir zamanlar "Hýristiyan kulübüdür, girmeyiz de girmeyiz, istemezük" naralarý attýklarý, yeri göðü birbirine kattýklarý, hakkýnda yüz bin çeþit yergi kavramý oluþturduklarý AB'nin þimdilerde en hararetli yandaþlarý oluvermeleri ayný sebepten ötürüdür. AB ülkeleri zaten kendilerine dýþarýda yeterince kol kanat germekteydiler; ancak þimdi iþin þekli biraz daha deðiþmiþtir. Ýki sayý önceki yazýmýzda da söylediðimiz gibi, 10 Aralýk Helsinki Bildirisiyle Türkiye AB'ye deðil ama, AB Türkiye'ye girmiþtir; çok geçmeden her þeyimize karýþýr hale gelmiþtir. Bu durumdan rahatsýz olmayanlar, aksine "maðrur ve mesrur" olanlar, yalnýzca bölücülerle mürtecilerdir. Artýk Hýristiyan Batýlý hamilerinin çok daha "yakýn korumasý" altýndadýrlar. Misyonerlik faaliyetlerinin AB'den hýz aldýðý ise muhakkaktýr. AB kapýsýnda Hýristiyanlýk ka mpanyasý almýþ yürümüþtür. AB, Türkiye'yi kapýya baðlamýþtýr ve eþikten içeriye adým atmanýn þartý olarak da, anlaþýlan Pitzipiosun yüz elli yýl önceki ahlaksýz teklifini önümüze sürmekte, "iptida ihtida!" (ilkönce dönme-din deðiþtirme) diye tutturmaktadýr. Hýristiyan AB'yi hamileri olarak görmekten rahatsýzlýk duymayan bir takým "Müslümanlarýn", yine AB destekli Hýristiyan misyonerlik faaliyetlerine karþý durmalarýna eþyanýn tabiatý gereði imkan ve ihtimal yoktur. Peki ama, 28 Þubat kararlarýndan ötürü Türk Ordusunu bütün bir milleti Hýristiyanlaþtýrmak istemekle suçlandýrmaktan utanmayan, aklýný Türk Ordusuyla bozan Allah'ýn arslanlarý þimdi neredeler? Bugün Hýristiyanlaþmaya karþý durmak yani dolayýsýyla Ýslamý savunmak görevi,& nbsp; bu arslanlarýn Salman Rüþdi'yle eþdeðer gördükleri, "Allahsýz, ateist, dinsiz, zýndýk, kýzýl komünist" Aydýnlýkçýlara mý kalmalýydý? Ne hazin! Bundan utanacaklar mý? Hiç sanmýyorum.
c) "Barýþ, uzlaþma, hoþgörü" gibi maskelerin arkasýna saklanarak "dinler arasý diyalog" baþlatan Hýristiyan Batý Emperyalizminin, sömürüsünü hoþ göstermek ve devam ettirmekten baþka, bununla güttüðü ve bu sayede gerçekleþtirmeyi tasarladýðý gizli maksatlarýndan biri de, Ýslam dinine içerden nüfuz ederek, "içerden konuþarak" onun niteliðini deðiþtirmektir. Son zamanlarda basýnda ve televizyonlarda sýkça gündeme getirilen ve dindar kesimlerin þaþkýnlýk ve öfke ile izlediði Ýslam'da "yeni buluþlar, yeni keþifler, yeni icatlar, yeni bid'atler" ve bunlarla ilgili tartýþmalarýn nedeni budur. Uluslararasý Ýliþkile r kürsüsünde öðretim üyesi olan Yrd. Doç Dr. Emin Gürses, buna "Ýslam'ýn protestanlaþtýrýlmasý süreci" adýný vermektedir(10). ABD ve diðer bazý Batýlý ülkelerin, bu karanlýk emellerine ulaþmak için, yýllardýr doktora, master tezi adý altýnda Türkiye'deki üniversitelerden seçtikleri onlarca Ýlahiyatçýya yurt dýþýnda eðitim verdikleri bilinmektedir. Bütün bunlarýn sonucunda, bir zamanlar yabancý misyoner okullarýnýn gayesini belirtirken kullandýklarý deyimle, " Müslümanlara Müslümanlarýn Ýncil'i nakletmesini" saðlamýþ olacaklardýr(11). Ýþte böyle, siz papazlardan almazsanýz, onlar da bu kez ayný Müslüman mahallesinde sümüklü böcek (salyangoz) satan sümüklü hocalar üretirler ve türetirler.(*)
çgöz kırpma Bütün bu Hýristiyanlaþtýrma faaliyetlerine herkesten önce karþý durmasý ve tedbir almasý gereken Diyanet Ýþleri ne yapýyor diye soracaksýnýz. Ne yapacak o da modaya uyuyor; býrakýn tedbir almayý, bizzat bunlara alet oluyor. Mesela 27 Mayýs'ta, hem de Saint-Paul Kilisesi uydurmasýyla Papanýn Hýristiyanlýðýn kutsal beldesi ilan ettiði Tarsus'ta, "2000 Yýlý Ýnanç ve Hoþgörü Toplantýsý" adýyla bir toplantý düzenlemeye kalkýþýyor. Fakat davet ettikleri Kiliseler, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðýnýn bu davetine icabet etmiyorlar; iyi de ediyorlar. Bunun üzerine toplantý iptal edilmek zorunda kalýnýyor. Davet edilenlerin buna icabet etmeyiþlerinin nedeni de, biraz aþaðýda deðineceðimiz gibi, yine Mayýs ayý içerisinde benzer bir baþka toplantýnýn daha yapýlacak olmasýdýr. Bu toplantýnýn tertipçisi ise Fetullah Gülen'in onursal baþkaný olduðu bir vakýftýr. Davet edilip de buna icabet etmeyenler, böylelikle;1) Diyanet Ýþleri Baþkanlýðýný hiç kaale almadýklarýný, 2) Dinsel otorite ve karþýlarýnda muhatap olarak Diyanet Ýþleri Baþkanlýðýný deðil, o teþkilatta n müstafi, ilkokul mezunu bile olmayan bir seyyar vaizi ve onun örgütünü tanýdýklarýný anlatmýþ oluyorlar; tabii anlayana. Bilindiði üzere, iki yýl önce Papa da ayný þeyi yapmýþ; Diyanet Ýþleri Baþkanýmýzýn randevu taleplerine dahi karþýlýk vermezken, seyyar vaiz Fetullah'ý ala yü vala ile yüksek huzurlarýna(!) kabul buyurmuþlardý. Diyanet Ýþleri Baþkaný ve Baþkanlýðý, böylece adý geçen müstafi mensubu yüzünden ikinci kez hakarete uðramýþ oluyor. Peki ama, emekli bir seyyar vaize gösterilen bu teveccühün sebebi nedir? Bir kýsmýný aþaðýda izah edeceðiz; fakat þimdilik yalnýzca onun yukarýda belirtilen görüþme öncesi Papa'ya yazmýþ olduðu 9 þubat 1998 tarihli mektuptan bir alýntý vermekle yetinelim:

" Papa 6. Paul cenaplarý tarafýndan baþlatýlan ve devam etmekte olan Dinlerarasý Diyalog için Papalýk Konseyi (PCID) misyonunun bir parçasý olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk ediþini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir þekilde hatta biraz cüretle, bu pek kýymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazý yardýmlarýmýzý sunmak için geldik. .... amacýmýz bu üç dinin inananlarý arasýnda hoþgörü ve anlayýþ yoluyla bir kardeþlik tesis etmektir."

Þimdi bu sözler üzerinde - zaten gerek de yok ya- hiçbir yorumda bulunmadan, bu tür hoþgörü çýðýrtkanlarýna þunu sormak gerekiyor: Yukarýda ancak bir kýsmýný sýralayabildiðimiz Hýristiyanlaþtýrma faaliyetlerini, bu "dinlerarasý diyalog, hoþgörü ve anlayýþ"ýn neresine sýðdýrýyorsunuz? Hýristiyan misyonerliði yapan ve sayýsýz kitap, broþür, film vesaireyi parasýz daðýtan onlarca belki yüzlerce Hýristiyan kurum ve kuruluþundan o pek sevdiðiniz, muhterem Papa cenaplarýnýn haberi yok mu? Madem ki kendi dinleri dýþýndaki dinleri ve bu dinlerin mensuplarýný hoþgörü ve anlayýþla karþýlýyorlar; o halde, niçin bu insanlarýn dinlerini deðiþtirmek için onca para sarfýna ve zahmete(!) katlanýyorlar?

d) Hýristiyanlaþtýrma faaliyetlerinin bu derece pervasýzca yapýlýyor olmasýnýn ve adeta meþruiyet kazanmasýnýn temelinde de yine, "uzlaþma, diyalog, hoþgörü" gibi kavramlarý dillerinden düþürmeyen seyyar vaiz ve cemaatinin, bu suretle zemini yumuþatma çabalarýnýn büyük rolü olmuþtur ve olmaktadýr. Ýþte bazý Müslüman kýlavuzlarýn görevi budur; zemini ve ortamý yumuþatma. Bu iþ için de "yumuþak Ýslamcýlardan" daha elveriþli bir grup yoktur. Osmanlý tarihi ve Osmanlýcýlýk ideolojisi de yine ayný sebeplerle bu çevrenin sýk sýk baþvurduðu bir referans çerçevesini oluþturmaktadýr. Bunun için verilen en tipik örnek, Osmanlý'nýn Camiyi, Kiliseyi ve Havrayý bir arada, yan yana tutabildiðidir. Bu söylemlerle, bir yandan da jakoben diye suçladýklarý Türkiye Cumhuriyetini karalama ve mahkum etme amacý güdülüyor. Tabii bütün bu alýþtýrmalarýn hemen arkasýndan dinler arasý diya log ve üç dini birleþtirme projeleri gelecektir. Nitekim müstafi seyyar vaiz Fethullah Gülen'in fahri baþkaný olduðu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfýnýn, bu amaçla önümüzdeki Mayýs ayýnda Þanlý Urfa'da, "Diyalogda bir ümit sembolü: Hz. Ýbrahim" konulu bir sempozyum düzenleyeceði açýklanmýþ bulunuyor. Harran'a üç dinin ruhanilerini yetiþtirecek bir Üniversite kurulmasý projesinin de bunun arkasýndan tekrar gündeme geleceði muhakkaktýr. Fakat bu toplantýnýn Urfa'da yapýlacak olmasýnýn konumuzu doðrudan ilgilendiren bir yaný var ki, o da, Urfa'nýn Haçlý seferleri tarihinde çok özel bir yerinin bulunmasýdýr. 1096 yýlýnda baþlayan ilk Haçlý seferi sýrasýnda, Haçlýlar, -Antakya'yý saymazsak- Anadolu'nun baþka hiçbir yerinde tutunamamýþlardýr ama Urfa þehrini ele geçirmiþler(1098) ve burada Urfa Haçlý Kontluðunu kurmuþlardýr. Urfa þehrini Hýristiyanlarýn elinden Türk-Selçuklu Musul ve Halep Atabeki Ýmadüddin Zengi 1144 yýlýnda kurtarmýþtýr. Son Haçlý Seferinin ilk karargahýnýn da yine ayný yerde kurulacak olmasý acaba tesadüf mü? Hiç zannetmiyorum. Böyle bir toplantý için Urfa'dan daha uygun bir yer de herhalde düþünülemezdi. Eðer yer seçimini Vatikan yaptý ise diyecek söz yok; ama eðer Gazeteciler ve Yazarlar (asýl iþi þiþirme þöhretlere ödül pazarlar) Vakfý yaptý ise doðrusu bravo!

Kýlavuzluk diye iþte buna denir!


(*) Elimde "Yeni Bir 'Milenyum'un Eþiðinde" baþlýðýný taþýyan bir broþür var. Sizce bunu bir papaz mý yazmýþ olabilir, yoksa bir hocaefendi mi? Sizi bilmem ama, bu broþürü eðer bir Hýristiyan görmüþ olsaydý, yalnýzca baþlýðýna bakarak, böyle bir ad taþýyan bir broþürü, sözgelimi Rasputin adýnda bir papazýn yazmýþ olduðuna hükmederdi. Ama hayýr! Bu broþürü yazýp baþlýðýný da "Yeni Bir 'Milenyum'un Eþiðinde" diye koyan, tehlike anýnda hicret sünnettir" hadisine uyarak, gizlice Amerika'ya hicret edip bir yýldýr orada kaçak yaþayan müstafi seyyar vaiz Fethullah Gülen'in'in ta kendisidir. Kendi yazdýðý ve müritlerince basýlýp parasýz olarak daðýtýlan bu en son broþürüne "Yeni Bir 'Milenyum'un Eþiðinde" baþlýðýný koymuþ olmasý bazýlarýna ga rip gelebilirse de, kendisini iyi tanýyanlar için bunda þaþýlacak hiçbir yan yoktur. Bazýlarýna garip gelebilir dedik; çünkü "Milenyum" sözcüðü doðrudan. doðruya Hýristiyanlýkla ilgili ve Hýristiyanlýða ait bir kavramdýr. Bu kadarý, hicretteki Hocaefendi'nin Hicri takvimi býrakýp Miladi takvimi benimsemiþ olmasýnýn çok çok daha ötesindedir. Hýristiyan inanýþýna göre, Millenium, Ýncil'in 20. Babýnda zikrolunan, kýyametten önce barýþ ve selametin hüküm süreceði bin yýllýk devrenin adýdýr. Bunun gerçekleþeceðine inanan kimselere de Millenar adý verilmektedir. Hocaefendinin hikmet nurlarý saçtýðý risalesinin yani broþürünün konuya iliþkin yönü yalnýzca baþlýðýndan ibaret de deðil. Broþürde gelecek bin yýlla ilgili olarak hocaefendinin savurduðu hikmet ve kehanetlere ayrýlan bölümün ara baþlýðý,"Dünya Yeni Bir Bahara Gebe"dir ve içinde Hýristiyanlarýn "Kitab-ý Mukaddesine" göndermeler vardýr. Evet. O bir Millenar!... O bir... O bin bir...Yoksa siz onu þu bizim "Müslüman Mahallesinin" salyangoz satan þaþkýn bakkalý mý sanmýþtýnýz?!?!
Gönderen: 25.02.2006 - 20:23
Bu Mesaji Bildir   nursuz üyenin diger mesajlarini ara nursuz üyenin Profiline bak nursuz üyeye özel mesaj gönder nursuz üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1013 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
2243 üye ile 29.03.2024 - 11:40 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
Maksat kelam ol.. (54), betl_22 (37), erdogan955 (69), adaletli (55), erdoganisik (53), osman.d. (51), mehmetyz (44), yucelirfan (43), yazioba (53), °*°SiBeL°*° (32), haydem (45), ORGENERAL (43), yolcu_38 (44), karada&eth; (51), cumali ak (43), adnanmuzaffer (70), MEMOL&Yacute;2 (64), saara (31), plumbi (44), zeynebiye29 (43), mdemirbasci (50), muhammed_fatih (571), meslus (50), adnan65 (59), k&yacute;r&yacu.. (51), elisranur (40), ben_ölecem (44), asayan (49), yakamoz_38 (40)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.61663 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.