generique colchicine lopinavir ritonavir chloroquine ivermectine budesonide fludapamide fludex forzest fosamax frumil fulcin furacin furadantin furo basan furodrix gabantine gastroprazol geodon glaupax gli basan glibenese glibenorme glimerax glimeryle glucobay gluconormine glucophage xr glucophage glucotrol xl glucotrol glucovance gracial grifulvin gris peg grisol grisovin gyne lotrimin hard on oral jelly hard on helvecin helvevir hypnorex hytrin bph hytrin hyzaar ilosone
     
     

0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » BÜYÜK ŞAHSİYETLER » İmam-ı Âzam

önceki konu   diğer konu
1 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
tugrahan su an offline tugrahan  
İmam-ı Âzam
32 Mesaj -
yeterin artýk fazla ileri gidiyorsunuz ilk önçe bu zad ýn ismini anarken aptest alýn önce

bismillahirrahmanirrahim..
HANEFi MEZHEBi


Ýmam-ý Âzam lâkabýyla þöhret bulan Ebû Hanîfe'ye izâfe edilen fýkýh ekolünün adý. Ebû Hanife'nin asýl adý Numân, babasýnýn adý Sâbit, dedesinin adý ise Zûta'dýr. Zûta, Irak ve Ýran'ýn müslümanlarýn eline geçmesinden sonra müslüman olmuþ ve Kûfe'ye yerleþmiþtir. O ve oðlu Sâbit Kûfe'de Hz. Ali ile görüþmüþtür
Ebû Hanîfe H. 80 yýlýnda Kûfe'de doðdu, varlýklý bir ailenin çocuðu olarak orada yetiþti. Irak ve Hicaz Ebû Hanife'nin yetiþtiði dönemde önemli iki ilim merkezi hâlindeydi. Çünkü Hz. Ömer (ö.23/643) devrinde Fustat (eski Mýsýr), Kûfe ve Basra gibi büyük Ýslâm þehirleri kurulmuþ ve bu merkezlere aralarýnda birçok sahâbenin de bulunduðu binlerce müslüman yerleþmiþti. Hz. Ömer Kûfe'ye fasih Arapça konuþan kabîleleri yerleþtirmiþ ve Abdullah b. Mes'ûd (ö. 32/652)'a onlara ilim öðretmesi için göndermiþ, "kendisine ihtiyacým olduðu halde Abdullah'ý size göndermeyi tercih ettim" demiþtir (Ýbnü'l-Kayyim, Ý'lâmü'l-Muvakkin, I, 16, 17, 20).
Ýbn Mes'ûd, Kûfe'nin kuruluþundan Hz. Osman'ýn halifeliðinin sonlarýna kadar Kûfelilere Kur'ân ve fýkýh öðretmiþtir. Bu sayede orasý, pekçok kurrâ, fýkýh ve hadis bilginiyle dolmuþtur. Onun talebelerinin dört bin dolaylarýnda olduðu söylenir. Ayrýca Kûfe'de Sa'd b. Ebî Vakkas (ö. 55/675), Huzeyfe Ýbnü'l-Yemân (ö. 36/656), Selmân-ý Fârisî (ö. 36/656), Ammâr b. Yâsir (ö.34/657), Muðîre b. Þu'be (ö. 50/670), Ebû Mûsa-Eþ'ar, (ö. 44/664) gibi. seçkin sahâbiler de bulunuyordu (en-Neysâbûrî, Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs, nþr. es-Seyyid Muazzam, Kahire 1937, s. 191, 192). Bunlar Ýbn Mes'ûd'a yardýmcý oluyorlardý. Hz. Ali Kûfe'ye geldiðinde buradaki fakihlerin çokluðuna sevinmiþ,
"Allah, Ýbn Mes'ûd'a rahmet etsin, bu þehri ilimle doldurmuþ; Ýbn Mes'ûd'un öðrencileri bu þehrin kandilleridir" demiþtir (el-Kevserî, Fýkhu Ehli'l-Irak ve Hadisühum, Nasbü'r-Râye mukaddimesi, I, 29, 30).
Mýsýr'a yerleþen sahâbilerin üç yüz dolaylarýnda olmasýna karþýlýk el-Ýclî, yalnýz Kûfe'ye yerleþen sahâbilerin bin beþ yüz dolaylarýnda olduðunu, bunlardan yetmiþ kadarýnýn Bedir savaþýna katýldýklarýný söyler.
Kûfe'de bu alim sahâbelerden feyiz ve ilim alarak ictihad yapabilecek dereceye ulaþan tâbiîlerden bazýlarý da þunlardýr: Alkame b Kays (ö. 62/681), el-Esved b. Yezîd (ö. 75/694), Þurayh b. e1-Hâris (ö. 78/697), Mesrûk b. el-Ecda' (ö. 63/683), Abdurrahmân b. Ebî Leylâ (ö. 148/765), Ýbrahim en-Nehâî (ö. 96/714), Âmiru'þ-Þa'bi (ö. 103/721), Said b. Cübeyr (ö. 95/714), Hammâd b. Ebî Süleyman (ö. 120/738).
Ýþte Hanefi mezhebînin kurucusu Ebû Hanîfe (ö.150/767) böyle bir ilim ortamýnda yetiþti. Ebû Hanife'nin fýkhý, kendisinden on sekiz yýl ders aldýðý Hammad b. Ebî Süleyman vâsýtasýyla, Ýbrahim en-Nehâî, Alkame ve Esved yoluyla, Abdullah b. Mes'ûd, Hz. Ali ve Hz. Ömer gibi sahâbe bilginlerine dayanýr. Hz. Ömer'in Irak ekolüne etkisi tbn Mes'ûd vasýtasýyla olmuþtur. Hz. Ali ise kazâ ve fetvâlarýyla Iraklýlara önderlik yapmýþtýr.
Kûfe ayný dönemlerde hadîs malzemesi bakýmýndan da zengindi. Müctehidlerin kullandýðý ibâdet, muâmelât ve ukûbâtla ilgili hüküm hadislerinin sayýsý sýnýrlý olduðu için, bu konularda Hicaz'ýn hadis malzemesi bütün þehirlerin bilginlerince biliniyordu. Çünkü onlar hacc dolayýsýyla sýk sýk Mekke ve Medîne'yi ziyaret ediyorlardý. Aralarýnda kýrktan fazla hacc ve umre yapan vardý. Sadece Ebû Hanife elli beþ kere haccetmiþti. Ýmam Buhârî'nin (ö. 256/869) hocalarýnda Affân b. Müslim el-Ensârî el-Basrî'nin (ö. 220/835) þu sözü Irak yöresinin hadîs bakýmýnda ne kadar zengin olduðunu göstermeye yeterlidir: "Kûfe'ye gelip dört ay oturduk. Ýsteseydik yüz bin hadis yazardýk; ancak elli bin hadis yazdýk. Biz yalnýz herkesin kabul ettiði hadisleri aldýk. Çok hadis yazmamýza Þerîk b. Abdillâh (ö. 177/793) engel oldu. Kûfe'de Arapça'sý bozuk ve hadis rivâyetinde gevþeklik gösteren kimseye rastlamadýk" (el-Kevserî, a.g.e.,I, 35, 36).
Affân hakkýnda, Ýbnü'l Medinî;
"Hadisteki bir harfte þüphesi olsa o hadisi almazdý"; Ebû Hatîm ise; "imamdýr, sikâdýr." demiþtir. Böyle titiz bir hadisçi kûfe yöresinde dört ayda Ahmed b. Hanbel'in (ö. 241/855) Müsned'indekinden daha çok hadis toplayabilmiþtir.
Ebû Hanife Kûfe'de önce Kur'ân-ý hýfzetti. Sarf, nahiv, þür ve edebiyat öðrendi. Kûfe, Basra ve bütün Irak'ýn en önde gelen üstadlarýndan hadis dinledi ve fýkýh meselelerini öðrendi. Doðuþtan mantýk, zekâ, hâfýza gücü ve çalýþkanlýðý ile ilim sahipleri arasýnda temayüz etti. Onun ilme yönelmesinde Âmiru'þ-Þa'bî'nin etkisi olmuþtur. Numân, hacc seyahati sýrasýnda, bizzat sahâbelerden hadis dinlemiþ olan Atâ b. Ebî Rabah (ö. 115/733) ve Ýbn Ömer'in mevlâsý Nâfi' (ö. 117/735) gibi tâbiîlerden bazýlarý ile temas etmiþ ve onlardan da hadis dinlemiþtir.
Hocasý Hammâd'ýn vefâtýnda Ebû Hanîfe kýrk yaþlarýnda idi. Onun vefâtýyla boþalan kürsüsünde ders vermeye baþladý. Ebû Hanife'nin ders ve fetvâ vermedeki usûlü, rivâyet ve anânecilerin sema' (dinleme) usûlünden farklýdýr. Onun ders halkasýnda iki türlü müzâkerenin oluþtuðu anlaþýlýyor a) Talebeleri için verdiði düzenli fýkýh dersleri. b) Dýþarýdan ve halk tarafýndan cevabý istenilen sorular (istiftâgöz kırpma. Hanefi mezhebi istiþâre esasýna dayandýrýlmýþtýr. Ebû Hanife meseleleri tek tek ortaya atar, öðrencilerini dinler, kendi görüþünü söyler ve onlarla konuyu bir ay hattâ daha fazla süreyle münâkaþa ederdi. Meselenin incelenmesinde hazýrlýðý olan ve ictihad derecesinde bulunanlar da düþünce ve ictihadlarýný söyledikten sonra, bu mesele hakkýnda müzâkere bitmiþ sayýlýr ve sýra Ebû Hanife'ye gelirdi. O, meseleyi yeniden izah ve tasvir ettikten, kendi delillerini ve ictihadýný ortaya koyduktan, gerekli düzeltmeler yapýlýp cevaplar verildikten sonra, alýnan karar çoðu defa delillerden tecrit edilerek son derece veciz cümlelerle, bizat kendisi tarafýndan imlâ ettirildi. Bu imlâ vecizeleri daha sonra fýkýh kaideleri hâline gelmiþtir (Hatîb, Tarihu Baðdâd XI, 307 vd.; el-Kevserî a.g.e., I, 36 vd.). Ebû Hanife'nin bu ilim halkalarýnda Ýslâm'ýn bütün hükümleri yani ibâdât, muâmelât ve ukubâta âit emir ve yasaklarýný yeni baþtan gözden geçirilerek incelenmiþtir. Konularýna göre tasnîf edilip tedvîn edilen bu hüküm ve meseleleri Zâhiru'r-Rivâye adýyla kaleme alan Muhammed b. Hasen eþ-Þeybânî'dir. (ö.189/805). eþ-Þeybânî daha küçük yaþta iken Ebû Hanîfe'nin ilim meclislerinde hazýr bulunmaya baþlamýþ; eðitimini daha sonra Ebû Yusuf'un yanýnda tamamlamýþtýr. Ebû Hanife, öðrencileri için þöyle demiþtir: "Ýçlerinizde otuz altý tane yetiþkin olaný var, onlardan yirmisekizi kadýlýk, altýsý müftîlik, ikisi de hem baþkadýlýk ve hem de fetvâ makamýna lâyýktýrlar (el-Bezzâzî, Menâkýb, II, 125). Bunlar da Ebû Yûsuf ve Züfer'dir"
Zâhiru'r-Rivâye kitaplarý altý tane olup, daha sonraki bilginlere tevâtür yoluyla nakledilmiþtir. Bunlar; " el-Asl (veya el-Mebsût)", "el-Câmiu's-Saðîr", " el-Câmiu'l-Kebîr" " es-Siyeru's-Saðîr", "es-siyeru'l-Kebîr" ve "ez-Ziyâdât" adlarýný alýrlar. Hanefi mezhebinin temellerini oluþturduðu için bunlara "Mesâil-i usûl"de denilmiþtir. Zâhiru'r-Rivaye'de Ebû Hanife, Ebû Yûsuf ve Ýmam Muhammed'in görüþleri toplanýr. Devrin özelliði olarak Ebû Hanife fýkýh meselelerini talebelerine imlâ ettirmiþ olmalýdýr. Bu altý kitap metinlerinde kendisine isnad edelin meselelerin ona âit olduðunda þüphe yoktur. Hattâ meselelerin ifadesinde vecîz metinlere bile Ebû Hanife'nin sözü ve uslûbu olarak bakýlabilir.
Zâhiru'r-Rivâye kitaplarý Hâkim eþ-Þehîd Ebû Fazl Muhammed el-Mervezî (ö. 334/945) tarafýndan kýsaltýlarak bir araya getirilmiþ ve eser el-Kâfr adýný almýþtýr. Kendi devrinde bu eser Hanefi mezhebinin görüþlerini, meselelerini öðrenmek isteyene yeterli görülmüþtür. el-Kâfý, bir buçuk asýr kadar sonra Þemsü'l-Eimme es-Serahsî (ö. 490/1097) tarafýndan þerhedilmiþ ve el-Mebsût isimli bu eser otuz cilt hâlinde basýlmýþtýr.
Ebû Hanife'nin kendisine isnad olunan ve günümüze ulaþan kitaplarý dah çok akaid ve kelâm konularýna âittir. el-Fýkhu'l-Ekber, Kitâbü'l-Âlim ve'l-Müteallim, Kitâbü'r-Risâle, beþ tane el-Haþiyye kitabý, el-Kasidetü'n-Nu'mâniyye, Ma'rifetü'l-Mezâhib, Müsnedü'l-Ýmam Ebî Hanife (Bunlarýn rivâyet, nüsha ve þerhleri için bk., Brockelmann, Galþ Fuad Sezgin, Gas; Halim Sâbit Þibay, " Ebû Hanife ", ÝA, IV, 26, 27).
Ebû Yûsuf ve Ýmam Muhammed, mezhebin teþekkülünde etkili olmuþ büyük Hanefi müctehidleridir. Ebû Yûsuf, mal, vergi ve devlet hukukuna dair Kitabü'l-Harâc adlý eserini yazmýþ, hanefî meýhebinin devlet ricâli ve kitleler arasýnda yayýlmasýna katkýda bulunmuþtur. Abbâsî halifesi Hârun er-Reþîd zamanýnda "kâdýu'l-kudât (baþ kadýgöz kırpma" olmuþ, böylece mezhebin icrâ ve kazâda uygulanmasý yolunu açmýþtýr.
es-Serahsî'nin, el-Mebsût'undan sonra Hanefi fýkhýný açýklayan ve geliþtiren te'lifler devam etmiþtir. el-Kâsânî'nin (ö. 587/1191) Bedâyiu's-Sanayi' fi Tertîbi'þ-Þerâyî' adlý eseri son derece sistemli ve deðerli bir eserdir. Daha sonraki önemli te'lîf ve þerhlerden bazýlarý da þunlardý. el-Merginânî'nin (ö. 593/1197) el-Hidvye adlý eseri. Bunun baþlýca þehrleri Ýbnü'l-Hümâm'ýn (ö. 861/1457) Fethu'l-Kadîr, es Siðnaký'nin (te'lif: 700/1300) en-Nihâye, el-Bâbertî'nin (ö. 786/1384) el-Ýnâye ve el-Kurlânî'nin (ö. VIII/XIV. asýr) el-Kifâye adlý eserleridir. en-Nesefi'nin (ö. 710/1310) Kenzü'd-Dekâik'i sonraki önemli te'liflerden olup, yine ayný müelif tarafýndan, el-Nâfý adýyla þerhedilmiþtir. Diðer önemli þerhleri; ez-Zeylaî'nin (ö. 743/1342) Tebyînü'l-Hakâik'i ile Ýbn Nüceym el-Mýsrî'nin (ö. 970/1562) el-Bahru'r-Râik adlý eserlerdir. Osmanlýlar döneminde yazýlan en önemli eserler þunlardýr: Molla Hürsev'in (ö. 885/1480) ed-Dürer'i ve buna Vankulî (ö. 1000/1591) ile baþkalarý tarafýndan yazýlan þerhler, el-Halebî'nin (ö. 956/1549) el-Mülteka'l-Ebhur'u ile bunun Þeyhzâde (ö.1078/1667) tarafýndan te'lif edilen Mecmau'l-Enhur adlý þerhi. Timurtâþî'nin (ö.1004/1595) Tenvîru'l-Ebsâr'ý ile el-Haskefî'nin (ö. 1088/1677) ed-Dürrü'l-Muhtâr'ýna yazýlan þerh ve Ýbn Âbidîn (ö. 1252/ 1836) tarafýndan yazýlan Reddü'l-Muhtâr ale'd-Dürri'l-Muhtâr adlý büyük þerh de önemli eserlerdendir. Yine Tanzimat devrinde Ahmed Cevdet Paþa baþkanlýðýndaki bir komisyon tarafýndan 1869-1876 yýllarý arasýnda hazýrlanan 1851 maddelik Mecelle medenî hukuk alanýnda meydana getirilmiþ önemli bir çalýþmadýr. Mecelle, þahýs, aile ve miras münâsebetlerine ve aynî haklara âit birçok önemli konularý fýkýh ve fetvâ kitaplarýna býrakmýþtýr. Mecelle'nin þerhleri arasýnda; Ali Haydar Efendi'nin (ö.1355/1936) Düraru'l-Hukkâm adlý Türkçe þerhi ile Mes'ud Efendi'nin (ö. 1310/1893) Arapça Mir'ât-ý Mecelle'si zikredilebilir. 1875 M. tarihinde Mýsýr adliye nâzýn Muhammed Kadri paþa tarafýndan tedvîn edilen el-Ahkâmü'þ-Þer'iyye ile 1917 tarihli Osmanlý Hukuk Âile Kararnâmesi diðer kanun mecelleleridir.
Hanefi mezhebinin özelliklerine gelince bizzak Ebû Hanife ictihad ederken takip ettiði usûlü þu þekilde açýklamýþtýr: "Allah'ýn kitabýndakini alýr kabul ederim. Onda bulamazsam Rasûlullah'ýn mûtemed alimlerce mâlûm, meþhur sünnetiyle amel ederim. Onda da bulamazsam ashâb-ý kiramdah dilediðim kimsenin re'yini alýrým. Fakat iþ, Ýbrahim en-Nehaî, eþ-Þa'bî, el-Hasenü'l-Basrî ve Atâ'ya gelince, ben de onlar gibi ictihad ederim" (el-Mekkî, Menâkýb, I, 74-78; ez-Zehebî, Menâkýb, s. 20-21). Ebû Hanife fýkhý; "kiþinin leh ve aleyhte olaný, yani iyi ve kötüyü tanýmak" diye tanýmlar ve meselelerin hükümlerini kitap, sünnet, icmâ ve kýyas delillerinden birisine baðlar. Herhangi fýkhî bir mesele önce Kur'ân âyetleri ile karþýlaþtýrýlýr. Âyetin Ýbâre, iþâre, iktizâ veya delâletinde bir þey varsa ona baðlý olarak çözülürdü. Kur'ân'da bir çözüm bulunmazsa, sünnete baþvurulur. Ancak Hanefilerin sünnetin Hz. Peygamber'e dayanmasýný tâyin hususunda özel metotlarý vardýr. Bu usûle göre, her an'ane bir sünnet olmayabilir. Mütevâtir ve meþhur hadisler dýþýnda kalan haber-i vâhid ve mürsel hadisler özel incelemeye tâbi tutulur.
Ebû Hanife haber-i vâhidi (tek râvînin rivâyet ettiði hadis), râvînin güvenilir (sika), fakih ve adâletli olmasý; rivâyet ettiði þeye aykýrý bir amelde bulunmamasý þartýyla kabul eder. Meselâ Ebû Hüreyre'nin (ö. 58/677) rivâyet ettiði; "Birinizin kabýna köpek batarsa, birisi temiz toprakla olmak üzere, onu yedi defa yýkasýn" (Buhârî, Vüdû', 33; Müslim, Tahâret, 89, 91, 92, 93) hadîsini Ebû Hanife kabul etmez. Çünkü Ebû Hüreyre bu hadisle amel etmez ve böyle bir kabý üç kere yýkamakla yetinirdi. Bu durum hadîsi rivâyet bakýmýndan zayýflatmakta, hattâ, Ebû Hüreyre'ye isnadýný bile þüpheli bir duruma sokmaktadýr. Ebû Hanife'nin âhâd haberleri kabulde esas aldýðý prensipleri þöylece özetlemek mümkündür:
a) Ahâd haber, Ýslâm hukukunun kaynaklarý tek tek incelendikten sonra elde edilecek ortak esaslara göre deðerlendirilir. Eðer âhâd haber bu esaslarla çatýþýrsa, iki delilden daha kuvvetli olaný alýnýr; çatýþan tek râvili haber terkedilerek sözkonusu esasa dayanýlýr ve böyle bir haber "þâz" sayýlýr.
b) Âhâd haber Kur'ân'ýn genel ifadesine (âmm'e) veya Kur'ân'da bulunan bir lâfza (zâhir anlama) aykýrý düþerse, haber terkedilerek Kitap'la amel edilir. Burada da iki delilden daha kuvvetli olaný tercih vardýr. Çünkü Kur'ân'ýn sübûtu kat'îdir. Ebû Hanîfe'ye göre, delâlet bakýmýndan Kur'ân'ýn zâhirleri ve genel ifadeleri kesindir. Haber, Kur'ân'ýn âmm ve zâhirine aykýrý olmaksýzýn, onun mücmel'ini beyan ederse, bu haber kabul edilir. Bu, âhâd haberler Kur'ân'da olmayan bir hükmü ona ilâve anlâmýna gelmez.
c) Âhâd haberin meþhur sünnetle çatýþmasý hâlinde, kuvvetli olan meþhur sünnet esas alýnýr.
d) Âhâd haber, kendisi gibi tek râvili bir haberle çeliþirse, râvisi daha bilgili ve fakîh olan tercih edilir.
d) Ýki haberden birisinde, senet veya metin bakýmýndan fazlalýk varsa, ihtiyat yönü düþünülerek býi fazlalýk kabul edilmez.
e) Âhâd haberle, kaçýnýlmasý imkansýz olan "umumî belvâ", yaný sýk sýk vukû bulduðu için herkesin yapmak zorunda kaldýðý hususlarda amel edilmez. Bu gibi durumlarda haberin mütevâtir veya meþhûr olmasý gerekir.
f) Yine Ebû Hanife âhâd haberlerin, seleften hiç kimse tarafýndan tenkid ve ta'n'a uðramamasý; râvînin onu iþittiði andan rivâyet ettiði ana kadar ezberinde tutmasý, haberi kimden aldýðýný hatýrlamamasý halinde, yazýsýna güvenmemesi; þüpheli hallerde uygulanmayan had cezalarýnda deðiþik rivâyetler bulunursa, ihtiyat yönünün tercih edilmesi; baþka haberlerle desteklenene âhâd haberlerin alýnmasý gibi prensipler geliþtirmiþtir (M. Zahid el-Kevserî, a.g.e., I, 27, 28) Ayný Müellif; Te'nîbü'l-Hatîb,1361 Kahire, s. 152-154).
Mürsel hadisler için de bazý þartlar öngörülmüþtür. Senedi Hz. Peygamber'e ulaþmayan ve senedinde kopukluk bulunan hadîse mürsel veya munkatý' hadis denir. Þâfiîler mürsel için birtakým kabul þartlarý öne sürerken; Ebû Hanîfe ve Ýmam Mâlik mürsel hadisi kayýtsýz-þartsýz kabul eder. Yalnýz hadîsi rivâyet eden râvinin sika olmasýný yeterli görürler. Diðer yandan mürsel hadis, kendisinden daha kuvvetli olan bir delille çatýþmamalýdýr. Ýslâm'ýn ilk devirlerinde mürsel hadislerle amel edilmiþtir. Hattâ Ýbn Cerîr et-Taberî (ö. 310/922), "mürsel haberi mutlak olarak reddetmek hicrî ikinci yüzyýlýn baþýnda ortaya çýkan bir bid'attýr" demiþtir. Buhârî ve Müslim gibi mûteber hadisçiler eserlerinde mürsel hadislere yer vermiþler, bunlarý delil olarak zikretmiþlerdir (Buharî, Ezân, 95; Ebû Zehra, Usûlü'l-Fýkh, s. 111).
Ebû Hanife'nýn az hadis bildiðini, hadise gereken önemi vermediðini veya hadislere muhâlefet ettiðini, ya da zayýf hadisleri aldýðýný öne sürenler, mezhep imamlarýnýn hadisleri kabul için ileri sürdükleri þartlarý tetkik etmeyen kimselerdir. Fitne ve yalanýn yaygýn olduðu bir devirde, Hz. Peygamber þöyle buyurdu, diyerek hadis nakleden herkesin rivâyet ettiði hadîsi kabul edenler, Hanefîlerin hadislere muhâlefet ettiðini sanýrlar. Halbuki onlar, kitap, sünnet ve sahâbilerin hükümleri gibi nass'larýn kaynaklarýný araþtýrmada son derece titizlik göstermiþler; nass'a dayanan ve kabule lâyýk görülen, birbirine benzer meseleleri çýkardýklarý temel prensibe dayandýrarak bir kaide altýnda toplamýþlardýr. Tarafsýz âlimlerin incelemesini göre, Ebû Hanife'nin ictihad þûrâsýnda kendisine yardýmcý olan hadis hâfýzlarýnýn bulunduðu ve ictihadlarýnda bizzat üstadlarýndan öðrendiði dört bin kadar hadis kullandýðý açýða çýkmýþtýr. Onun bazý hadisleri reddetmesi, hadisin sýhhati için ileri sürdüðü þartlara bu hadislerin uymamasý yüzündendir. Ebû Hanife sahih hadîsi reddetmek bir yana, mürsel ve zayýf hadisleri bile kýyasa tercih etmiþtir (Ýbn Hazm, el-Ýhkâm fi Usüli'l-Ahkâm, Nþr. A.M. Þakir Mýsýr (t.y.), s. 929; el-Kevserî, Te'nîb, s. 152; Mekkî, Menâkýb, II, 96).
Ebû Hanife ictihadlarýnda kýyas ve istihsana çok yer vermiþtir. Kýyas; hakkýnda Kur'ân ve sünnette hüküm bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarýndaki ortak illet dolayýsýyla, hakkýnda nass bulunan meselenin hükmüne baðlamak demektir. Aslýnda daha önce sahâbe devrinden müctehid imamlar devrine kadar kýyasa baþvurulmuþtu. Ebû Hanife'nin yaptýðý, kýyasý kaideleþtirmek, çok kullanmak ve henüz meydana gelmemiþ hâdiselere de uygulamaktan ibarettir (Ýbnü'l-Kayyim, Ý'lâmü'l-Muvakkýîn, l, 77, 227).
Kýyas uygun düþmeyen yerde Ebû Hanife istihsan yapardý. Ebû'l-Hasen el-Kerhî (ö. 340/951) Ýstihsâný þöyle tarif eder: "Müctehidin daha kuvvetli gördüðü bir husustan dolayý, bir meselede benzerlerin hükmünden baþka bir hükme baþvurmasýdýr" (Ebû Zehra, a.g.e., s. 262). Ýmam Mâlik; "Ýstihsan ilmin onda dokuzudur" derken; Ýmam Þafiî, istihsaný þer'i bir delil saymamý ve onu " Bir kimsenin keyfine göre bir þeyi beðenmesi, hoþ ve güzel bulmasýdýr"sözleriyle reddetmiþtir. Hattâ o, el-Ümm adlý eserinde, "Kitâbü Ýbtâli'l-Ýstihsân" baþlýklý bir bölüm ayýrarak, istihsâna hücum etmiþtir (bk. el-Ümm, VII,267-277). Ýbn Hazm'a göre istihsan; "Nefsin arzuladýðý ve beðendiði þekilde hükmetmektir" (Ýbn Hazm el-Ýhkâm, s. 22; Ýbn Hazm Ýbtâlü'l-Kýyâs, s. 5-6)
Ancak hiçbir Ýslâm hukukçusu, bu arada Hanefiler istihsâný bu þekilde anlamamýþlardýr. Aksi görüþte olanlar yanlýþ anladýklarý için tenkitte bulunmuþlardýr. Kýyasý kabul edenler arasýnda Hanefilerin kastettiði anlamda istihsan yapmayan yoktur. Þafiilerin istihsânýn aleyhinde öne sürdükleri deliller, doðru bulunursa, bu onlarýn benimsediði kýyasý da geçersiz kýlar (M. Ebû Zehra, Usûlü'l-Fýkh, s. 270 vd.)
el-Kevserî'nin, Ebû Bekir er-Râzi'den (ö. 370/980) nakline göre, istihsan iki alanda cereyan eder. a) Ýctihad ve re'yimize býrakýlmýþ miktarlarýn miktar ve tespitinde re'yimizi kullanmak. Mehir, nafaka, tazminat bedeli, yasak ava karþýlýk kesilecek hayvanýn takdirlerinde olduðu gibi. b) Daha kuvvetli bir delilden dolayý kýyasý terketmek. es-Serahsî (ö. 490/ 1097) bunu þöyle açýklar: "Gerçekte istihsan iki kýyastan ibaret olup, birisi açýk (celîgöz kırpma ve etkisi zayýftýr. Buna "kýyas" adý verilir. Ötekisi kapalý (hafîgöz kırpma ve etkisi kuvvetlidir. Buna da "Ýstihsân" adý verilir, yani "kýyas-ý müstahsen" denilir. Bunlarda tercih, tesire göre olup, açýklýk ve kapalýlýk sebebiyle deðildir" (es-Serahsî, el-Mebsût, X, 145; el-Kevserî a.g.e., I, 24-27).
Yukarýdaki kýyasa þu örneði verebiliriz: Kurt vb. yýrtýcý hayvanlarýn etleri haram olduðu gibi, içtikleri suyun artýðý da haramdýr. Ayný þekilde yýrtýcý kuþlarýn da hem etleri, hem de artýklarý haramdýr. Bu zâhir (açýk) kýyasýn bir sonucudur. Ýstihsana göre ise, hafi (gizli) kýyas yoluna gidilerek, baþka bir sonuca ulaþýlýr. Þöyle ki; yýrtýcý hayvanlarýn artýklarý salyalarý karýþtýðý için pistir, çünkü salyalarý onlarýn pis olan etlerinden meydana gelmektedir. Yýrtýcý kuþlar ise, suyu gagalarýyla içtikleri için artýklarý salyalarýyla temas etmez. Gagalarý de kemik olduðu için artýkta herhangi bir eser býrakmaz. Buna göre, istihsânen yýrtýcý kuþlarýn artýðý olan su pislenmez, ancak ihtiyat bakýmýndan böyle bir suya mekruh denilir.
Bazan þer'i bir delille çatýþan kýyas terkedilerek istihsan yoluna gidilir. Kýyasa göre, unutarak yiyip içen kimsenin orucu bozulur, fakat bu kimsenin orucunu bozulmayacaðýna dair Hz. Peygamber'den rivâyet edilen bir hadis (Buharî, Savm, 26; Müslim, Sýyam,171) sebebiyle kýyas terkedilmiþtir. Yine namazda kahkaha ile gülenin, kýyasa göre yalnýz namazýnýn bozulmasý gerekirken, hadisle abdestinin de bozulacaðý bildirilmiþtir. (Zeylaî, Nasbu'r-Raye, I, 47). Ýstisnâ' (sanatkâra bir iþ ýsmarlama) akdinde, akde konu olan þey, akid sýrasýnda mevcut olmadýðý için kýyasa göre akdin bâtýl olmasý gerekirken, her devirde bu türlü akitle muâmele yapýlageldiðinden, onun sýhhati üzerinde icmâ' veya örf teþekkül etmiþ ve bu yüzden kýyas terkedilmiþtir. Bazan zarûret yüzünden kýyas terkedilerek istihsan yapýlýr. Meselâ; kadýnýn bütün vücudu mahremdir. Fakat, hastalýk hâlinde doktorun onun bazý uzuvlarýna bakmasý câiz olur. Burada, "zarûretler haram olan þeyleri mübah kýlar" kaidesi uygulanýr. Yukarýdaki örneklerden de anlaþýlacaðý gibi, Hanefilerin uyguladýðý istihsan ya nass'a, ya kýyasa, ya icmâ'a yahut da zarûrete dayanmaktadýr. Bu temele dayanan istihsâný, baþka kavramlar altýnda da olsa Þâfiîlerin de kabul etmesi gerekir. Þâfiî'nin itirazlarý belki, sadece örf sebebiyle istihsan çeþidini içine alabilir. Çünkü örfün hüküm istinbâtý için bir temel teþkil edip etmemesi bu iki mezhep arasýnda ihtilâflýdýr (bk. eþ-Þâfiî, el-Ümm, VII, 267 vd.; el-Kevserî, a.g.e., I, 23-27; es-Serahsî, el-Mebsût, X, 145; es-Serahsî, el-Usûl, II, 201; Ebû Zehra, Usûlü'l-Fýkh, s. 263-273).
Hanefî mezhebi Irak'ta doðmuþ ve Abbâsîler devrinde ülkenin baþlýca fýkýh mezhebi olmuþtur. Mezhep özellikle doðuya doðru yayýlarak Horasan ve Mâverâunnehir'de en büyük geliþmesini göstermiþtir. Birçok ünlü Hanefî hukukçu bu ülkelere mensuptur. Maðrib'te Hanefîler V. yüzyýla kadar Mâlikîlerle beraber bulunuyorlardý. Sicilya'da ise hâkim durumda idiler. Abbasîlerden sonra Hanefi mezhebinde bir gerileme görülmüþse de, Osmanlý devletinin kurulmasýyla yeniden geliþme olmuþ; Osmanlý sýnýrlarý içinde, halký baþka bir mezhebe baðlý olan yerlere bile, Ýstanbul'dan Hanefi mezhebine sâlik hâkimlerin gönderilmesi, mezhebe buralarda resmîlik kazandýrmýþtýr (Mýsýr ve Tunus'ta olduðu gibi). Günümüzde Afganistan, Pakistan, Türkistan, Buhara, Semerkand gibi Orta Asya ülkelerinde hanefîlik hakimdir. Bugün Türkiye ve Balkan Türkleri", Arnavutluk, Bosna-Hersek, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya müslümanlarý genel olarak Halefîdirler. Hicaz, Suriye Yemen'in, Aden bölgesindeki müslümanlarýn bir kýsmý da Hanefidir (Ebû Zehra, Ebû Hanife, terc. O, Keskioðlu, Ýst. 1966, s. 473 vd.).

selametle
Gönderen: 07.06.2006 - 20:34
Bu Mesaji Bildir   tugrahan üyenin diger mesajlarini ara tugrahan üyenin Profiline bak tugrahan üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 395 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
2243 üye ile 29.03.2024 - 11:40 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
Uzgunum (41), mustafamen1 (55), Ensar66 (46), ssade (51), teyo (36), xpmemoli35 (55), m.kezman9 (30), gulce (40), Yaðlar (58), dikenligul (37), posoflu genc (44), ingiradalgit (42), bulenight (41), ilanic (57), missturkey (35), sevdaam2000 (), kimbilirki (45), YUCE (48), sevket1970 (52), jorgen (55), ahmet afsin05 (43), zeynep_h (43), Hakan81 (43), RABIA.G _66 (39), mehmet ma&thorn.. (44), recep pinar (73)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.53092 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.