stromectol ivermektin lopinavir ritonavir stromectol hydroxychloroquine aldactone aldara aldipin alendron alesse aleve alges x algifor allegra allergodil allo 300 tablinen allo basan allopur altace alutan alzar amanol amaryl amilo basan amilorid comp amiloride hct amiodar amlo eco amlopin amlovasc amoxi basan amoxi cophar amoxi mepha amoxil amoximex anafranil sr anafranil antabus antabuse antalgit antamex antisacer antra antramups anvitoff apcalis oral jelly
     
     

0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » SİYER-İ NEBİ » Hz PEYGAMBERİN HAYATI

önceki konu   diğer konu
7 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
asanyakan su an offline asanyakan  
Konu icon    Hz PEYGAMBERİN HAYATI
401 Mesaj -
Kâinat ve Ýnsan

Gözle þu görülen ve görülemeyen bütün varlýklar, (kanunlarýyla birlikte), bir "Allah" tarafýndan yaratýlmýþtýr. Ýnsanýn yaratýlýþý ise, "Kâinat" denilen varlýklardan çok sonra olmuþtur.
Ezelde yalnýz tek "Allah" vardý. Allah’tan baþka, hiçbir varlýk yoktu. Cenâbý Hak, varlýðýný bildirmek büyüklüðünü göstermek, kudretini de tanýtmak istedi. Yüksek hikmeti gereðince-, çeþitli devirlerde gökleri, yeri ve içinde bulunan (nebatlar ve hayvanlar gibi) varlýklarý yoktan var etti. En sonra, insanýn yaratýlýþýna sýra geldi.
Dünyamýzýn "kýþr" denilen kabuðunu inceleyen jeoloji bilginleri, dünya üzerindeki hayat devirlerini baþlýca dörde ayýrmýþlardýr. Bu bilginlere göre, dünya üzerinde, ilk insan iskeleti, üçüncü jeoloji devrinin sonlarýna doðru, Güney Asya'da bulunmuþtur.
Ýnsanýn doðuþu hakkýnda, doðu ve batý bilginleri arasýnda görüþ ve düþünüþ ayrýlýklarý vardýr. Fakat, insan nev'inin bir esastan koptuðu, bir asýldan türediði, bir ana ile bir babadan meydana geldiði, artýk ilmî bir hakikat halini almýþtýr (6). Kur'ân-ý Kerimde:
- Ey insanlar! Hakikat, biz sizi bir erkekle bir diþiden yarattýk. Birbirinizle tanýþasýnýz diye, sizi büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayýrdýk. Allah’ýn katýnda en þerefliniz, takvâca en ileride olanýnýzdýr. Allah, her þeyi hakkýyla bilir. Her þeyden haberdardýr. (7) buyrulmaktadýr.
Cenâbý Hak, insanlarýn babasý "Âdem"i topraktan yarattý. Ona secde etmeleri için meleklere emretti. Bütün melekler, Allah’ýn emrine uydular, Âdeme secde ettiler. Yalnýz "Þeytan" kibirlendi, secde etmedi. Bu yüzden mel'ûn oldu. Hak Teâlâ, Âdeme akýl verdi. Konuþmak kudretini ihsan eyledi. Bu suretle, hayvanlardan ayýrdetti. Her þeyin adýný öðretti
- Hani Rabbin meleklere demiþti ki: -- Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife (hâkim) yaratacaðým. Onlar (melekler) da: - Biz sana hamdederek,seni tesbîh ve takdîs edip dururken, yeryüzünde fesat çýkaracak, kanlar dökecek bir kimse mi yaratacaksýn? dediler. Allah Teâlâ (onlara): Sizin bilemeyeceðinizi ben bilirim, buyurdu. "Âdem"e bütün isimleri (eþyanýn hassalarýnýgöz kırpma öðretti.(8) Kur’ân-ý Kerimde Âdemin ne zaman yaratýlmýþ olduðu açýklanmamýþ, yalnýz, birçok Kur'an sûrelerinde "Âdemin yaratýlýþý ve Âdem kýssasý" çeþitli þekillerde bildirilmiþtir.
Kur'an ayetlerini açýklayan âlimler (müfessirler), bu konu hakkýnda þöyle bir açýklamada bulunuyorlar:
--- "Allah, Ademe bütün isimleri, eþyayý öðretti. "
Âyetinde, Âdeme verilen bilginin hudutsuz olduðuna iþaret vardýr. Âdemoðlu (yani insan), tecrübe ile herþeyi anlamak ve bilgi kuvvetiyle bütün varlýklara hâkim olmak üzere yaratýlmýþtýr. Âdemin bilgisinin, meleklerin bilgisinden çok üstün olduðu gösterilmiþtir.
Ancak insan bir anda yaratýlmamýþ, önce toprak#an baþlayarak devir devir terbiye edile edile yetiþtirilmiþtir (9). Meleklerin Âdeme secdesi, bir "ibâdet" deðil, Âdeme bir saygý insan nev'ine bir þereftir. Çünkü, Allah’tan baþkasýna secde edilmez. Ýlim ile imtiyâzlanan insan, bu suretle meleklerin üstünde bir mevki kazanmýþtýr.

Yine müslüman âlimler derler ki: Kur'an’da "Âdem", umumiyetle "insan"ý temsil eder. Kur’an-ý Kerim, birçok yerlerinde insanýn topraktan yaratýlmýþ olduðunu haber veriyor. Âdem, bizim babamýzdýr. "Âdem Hikâyesi", yalnýz insanlarýn babasý ilk Peygamber Hazreti Âdemin deðil, hakikatte her insanýn hikâyesi demektir.
Ýslâm alimlerinden bir takýmý, "Âdem"i, hem insanlarýn ilk babasý, hem de Ýlâhî Peygamberlerin birincisi sayar. Bir kýsmý da Hazreti Âdemi, yalnýz ilk peygamber olarak kabul eder.
Hazreti Kur’an’ýn bildirdiðine göre: Âdemin, yeryüzünde bir halife (hâkim) olarak yaratýlmýþ olmasý; insan cinsinin bütün tabiat kuvvetlerine hâkim olacaðýna iþaret sayýlmaktadýr.
Âdem kýssasýna karýþan"yýlan meselesi", açýktan açýða bir yalandýr. Bu mesele, Kur'an’da bulunmadýðý gibi, sahih hadîslerde de yoktur.
Ehli Sünnet itikadýna göre, "cennet ve cehennem el'an vardýr, yaratýlmýþtýr, bâkidir. Âhirette cennet, mü'minlere mükâfat yeri, cehennem de kafirler için mücâzat yeridir."
Ýnsanlar, önce, dünyanýn en büyük parçasý bulunan Asya kýt'asýnda yaþamýþlar, sonra diðer kýt'alara hep Asya'dan yayýlmýþlardýr. Bu sebepten Asya, insanlarýn ilk doðuþ yeri olduðu gibi, ilk medeniyetin kaynaðý, dinin de çýktýðý saha olarak kabul edilmiþtir.
Arkeoloji bilginleriyle tarihçilere göre, insanlar önce vahþi idi. Sonra, derece derece yükselerek bugünkü medeniyete ulaþmýþlardý: (iþlerini çakmak taþý baltasýyla görürlerken, demir kýlýç kullanmaya baþlamýþlar, ayý diþi gerdanlýðý takarlarken, pýrlantalara gömülüvermiþlerdi.) Bu suretle, insanlar, iki devir geçirmiþ oldu: Vahþet devri, medeniyet devri.
Ancak, "Dinler Tarihi" ile uðraþan âlimler arkeolojinin ortaya koyduðu ilk insan devrinin vahþilik olmasý fikrini kabul edemiyorlar; bunlar diyorlar ki: Ýnsanlarýn ilk devri, vahþet deðil, belki ilk medeniyetti. Bu ilk medeniyet dersini de insanlara Ýlâhî peygamberler vermiþti. Ýnsanlara ilk din fikrini verenler yani tek Tanrý inancýný öðretenler, nasýl Ýlâhî peygamberler olduysa, ilk medeniyet dersini de insanlara, Ýlâhî peygamberler vermiþlerdi. Þu kadar var ki, Ýlâhî peygamberlerden bu ilk medeniyet dersini almýþ bulunan insanlar, sonra bu medeniyetten uzaklaþa uzaklaþa ilk dersi unutarak vahþi olmuþlar, daha sonra tekrar medeniyete girmiþlerdir. Þu halde insanlar, vahþet devri, medeniyet devri olmak üzere iki medeniyet safhasý deðil, belki ilk medeniyet, vahþet, ikinci medeniyet olarak üç devir geçirmiþler; vahþilik, insanlar için ilk devir deðil, iki medeniyet arasýnda geçici bir basamak sayýlmýþtýr..
Gönderen: 11.12.2003 - 07:20
Bu Mesaji Bildir   asanyakan üyenin diger mesajlarini ara asanyakan üyenin Profiline bak asanyakan üyeye özel mesaj gönder asanyakan üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
asanyakan su an offline asanyakan  
Îlâhi Peygamberler ve Peygamberimiz
401 Mesaj -
Îlâhi Peygamberler ve Peygamberimiz

Ýslâm inancýna göre, "peygamberlik", Allah'ýn kullarýna en büyük lûtfudur. Ýnsanlýk derecesinin en yüksek pâyesidir. Peygamberlik makamýna hiç kimse, kendi zekâsýyla, kendi irfanýyla, kendi gayretiyle ulaþamaz (10).
Peygamberlik Allah vergisidir. Cenâbý Hak, kimleri lâyýk görürse, peygamberlik vazifesini onlara verir (11). Peygamberlik rütbesi, yüksek bir daðýn tepesine benzer. Ýnsan o daðýn eteðinden çýkmaða baþladýðý zaman, tepesinin pek yakýn olduðunu zanneder. Fakat, yükselmeðe devam ettikçe varmak istediði tepenin daha ileride bulunduðunu anlar. Bu yolda ne kadar yükselirse yükselsin, asýl tepeye varamaz. Ýrfan sahipleri, seviyelerini ne kadar yükseltseler, peygamberlik makamýna ulaþamazlar. Bilgileri yükseldikçe, peygamberlik mertebesinin daha da yükseklerde bulunduðunu görürler. Artýk, ona yaklaþýlamayacaðý kanaatine varýrlar (12).
Ýþte bu yüksek vazifeye Allah'ýn bir ihsaný olarak nail olan büyük insanlara nebî veya resûl ve peygamber isimleri verilir.
Peygamberler, Allah ile kullar arasýnda birer elçidir. Fakat, diðer insan!ar gibi birer insandýr. Ancak, masum ve doðru insanlardýr. Hiç yalan söylemezler. Kimseyi aldatmazlar. Ýnsanlarýn en akýllýsýdýrlar. Kalbleri hakikatin nuruyla doludur. Günah iþlemezler. insanlar içinde peygamberlerden baþka masum kimse yoktur. Hiçbiri kendilerinin insandan baþka bir þey olduklarýný iddiâ etmemiþlerdir, yalnýz Allah'tan aldýklarý emirleri, doðru olarak bildirmek vazifesiyle görevli bulunduklarýný açýkça söylemiþlerdi .

- De ki: Ben, sizin gibi bir insandan baþka bir þey deðilim. Bana Tanrýnýzýn. ancak, tek bir Allah olduðu vahyolunuyor.(13)

Ýlâhî peygamberlerin birincisi Hazreti Âdem, sonuncusu; Hazreti Muhammed’dir. Ýnsanlar arasýnda yetiþmiþ Ýlâhî peygamberler pek çoktur. Hazreti Âdemden Hazreti Muhammede kadar yüzyirmidörtbin peygamber gelmiþ bulunduðu rivayet ediliyor(14). Fakat bu rivayet, peygamberlerin çokluðuna iþaret sayýlmaktadýr. Yalnýz bu peygamberlerin isimleri, yerleri ve ümmetleri beli deðildir.(15). Ancak, Kur'an-ý Kerimde isimleri yazýlý peygamberlerin sayýsý yirmibeþtir:

Âdem
Ýdrîs
Nûh
Hûd
Salih
Ýbrahim
Lût
Ýsmail
Ýshak
Ya'kub
Yûsüf
Eyyûb
Zülkifl
Þuayb
Mûsa
Hârûn
Dâvud
Süleyman
Ýlyas
Elyesa
Yunus
Zekeriyya
Yahya
Ýsa
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-

Bu yirmibeþ peygamberin dýþýnda, "filân peygamberdir veya deðildir" diyemeyiz. Ýhtimal ki, 124 binin içinde vardýr veya yoktur (*)
Kur'an’da yazýlý olanlardan beþ tanesi (Nûh - Ýbrahim - Mûsa - Îsa ve Muhammed -aleyhimüs selâm-, büyük ve yenilenen þerîat sahibiydi (16) Bu sebepten bu beþ peygambere: Ülül-azm (azim ve sebat sahibi) peygamberler denir. Þerîat sahibi peygamberlerin birincisi: Nûh, sonuncusu: Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- dir.
Peygamberlik vazifesi bakýmýndan bütün peygamberler birbirlerine eþittir, aralarýnda fark yoktur. Fakat fazilet bakýmýndan birbirlerinden ayrýlýrlar (17). Fazilet sýrasýyla "Muhammed - Ýbrahim - Mûsa - Îsa - Nûh" peygamberler, diðerlerine üstündür. Bunlarýn içinde en faziletlisi: Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizdir.
Ýlâhî peygamberler ya bir kavme, ya bir ülkeye veya belirli bir zamana gönderilmiþ veyahut belirli ümmetlerin belirli devirleri için gelmiþlerdir (18). Ýçlerinden ancak “Hâtemül Enbiyâ Muhammed Mustafâ" Efendimiz, yalnýz Arablara deðil, yeryüzünde bulunan bütün milletlerin, hattâ yedinci yüzyýldan dünyanýn sonuna kadar bütün insanlarýn saadetini saðlamak için gelmiþ (19) ve Ýlâhî peygamberlerin sonuncusu olmuþtur (20).
Ýsimleri Kur'an’da geçen peygamberler, ya Arablara gönderilenler veya Arabistan'a yakýn bölgelerde gelmiþ olanlar veyahut Ýsrâiloðullarý içinde yetiþenlerdir. Halbuki, yeryüzünde her ümmete bir peygamber gönderilmiþtir
- Her ümmetin rasûlü vardýr. (21)
Biz her ümmete rasül gönderdik. (21a)
- Hiçbir ümmet yoktur ki, içinde kendilerini Allah azâbýyla korkutan biri gelmemiþ olsun. (21b)
Ancak, Kur’an-ý Kerim, Ýlâhî peygamberlerin bir kýsmýndan bahsetmiþ, fakat bir kýsmýný bildirmemiþtir
- Biz senden evvel de peygamberler gönderdik. Onlarýn içinde sana kýssalarýný anlattýklarýmýz bulunduðu gibi, kýssalarýný nakletmediklerimiz de vardýr. (22)
Ýlâhi peygamberlerin gönderilmesi bir zarurettir. Ýnsan aklýnýn en büyük ihtiyacýdýr. Allah, insaný, iyi ile kötüyü ayýrdedebilmek için akýl nimeti ile yaratmýþtýr. Halbuki insanýn biri maddî (gözle görülen), diðeri mânevî (gözle görülemeyen) iki varlýðý vardýr. Çoðu zaman, insanýn maddî varlýðý, mânevî varlýðýna üstün gelmektedir. O zaman insan iradesi, hak tanýmaz olur. Fazilet yollarý kapanýr. Adaleti saðlamak için akýl, varlýðýný gösteremez hale gelir. Ýnsanlar içindeki kuvvetliler, kanunun takibinden emin olunca âcizlerin bütün haklarýný çiðner. Kavîler zayýflara, zenginler fakirlere çullanýr. Mânevî baðlarý kalmayan insanlar, maksatlarýna kavuþabilmek için fena yollara saparlar. Doðru yoldan ayrýlýrlar. Zevki çalýþmada deðil, hile ve desisede bulurlar. Ýnsanlarýn doðuþundan beri yeryüzünü kaplayan ;zulümlerin, tarih sahifelerini dolduran haksýzlýklarýn içyüzü bundan ibaretti.
Akýl, kemâl derecesine ulaþamadýðý için, hayatta her þeyi bilemez. Hiçbir hakikatin mahiyetini kavrayamaz. Bu âlem bizce meçhuldür. Bu hayat bize karanlýktýr. Rûh, bedenden ayrýldýktan sonra, olacaðý þüphesiz bulunan halleri gösterebilecek bir kuvvet, insana verilmemiþtir. Duygu ve tecrübe âleminde bile þaþýrýp kalmýþ olan akýl, gözle görülemeyen âlemi ansýyamaz. Görülen âlemle görülemeyen. âlem arasýndaki baðý bulamýyor. Her þeyden þüpheleniyor. Hakikatlere gözler yumuluyor. Kulaklar týkanýyor. Bu hal, mânevî bir hastalýktýr. Bu kalb hastalýðýný tedavi edebilecek tek çare. vahy ilâcýdýr(23), Ýlâhî vahydir, peygamberlerin gönderilmesidir. Ýlâhî peygamberler, çýðýrýndan çýkan insan ahlâkýný düzeltir. Alçalan rûhlarý yükseltir. Aklýn bulamadýðý hakikatleri gösterir. Allah’ýn sýfatlarýný, âhiret hayatýný öðretir. Yaratýlýþýndan beri insanlarý korkutan "ölüm"ün mutlak bir yokluk olmadýðýný, bilâkis, yeni bir hayatýn baþlangýcý bulunduðunu anlatýr.
Abdülaziz Çaviþ, Anglikan Kilisesine verdiði cevapta derki: "Cenâbý Hakkýn ezelî kanunu öyle cereyan ediyor: Herhangi ümmetin baþý sýkýlýrsa, efrad arasýnda fesat çoðalýrsa, içlerinden bir rasûl, yahut bir nebî veyahut âkýbetin vehametini anlatacak bir müceddid gönderilir. Ýnsanýn yeryüzünde doðuþundan beri, hal böyle devam etmiþtir. Dünyanýn sonuna kadar da ayný yolda gidecektir."
Peygamberlik, Ýlâhî vahye dayanýr. Cenâb-ý Hak, insanlarýn birbirleri ile konuþtuklarý gibi, apaçýk konuþmaz (24). Çünkü Allah, çok büyük ve çok âlîdir. Ýnsanlar, Allah’ýn yüksekliðine yetiþerek, sözü, olduðu gibi, iþitmeye tahammül edemezler. Bu sebepten, Hak Teâlâ hikmetine göre, vahy ile söyler; (25). Ýradesini üç suretle teblið buyurur: 1) Vahy sureti (Peygamberin kalbine inen ilhamdýr). 2) Perde arkasýndan konuþmaktýr (Ýlâhî hitaba nail olan peygamber, perde arkasýndan bir ses duyuyormuþ gibi olur). Ses duyulur, fakat o sesin sahibi görülmez. 3) Melek gönderilmesidir (26).
Ýnsanlarýn dünya ve âhirette saadetlerini saðlamak için, Cenâbý Hak, kendi iradelerini, peygamberleri, vasýtasý ile bildirmiþ ve bu peygamberler de Tanrýnýn bu iradelerini, olduðu gibi insanlara ulaþtýrmýþlardýr.
Ýlâhî peygamberlerin öðrettikleri Ýlâhî kanunlara "semâvî kitaplar" adý verilir. Bunlarýn bir kýsmýna "suhuf" (sahifeler, broþürler), bir kýsmýna da "kitap" denir.
Büyük kitaplar: (Tevrât - Zebûr - Ýncîl - Kur’ân-ý Kerim olmak üzere) dörttür. Tarih sýrasýyla Tevrât: Mûsâ Peygambere, Zebûr: Dâvûd Peygambere, Ýncil: Ýsâ Peygambere, Kur'ân-ý Kerim Mübîn: Peygamberimiz Hazreti Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-e indirilmiþtir.
Hazreti Mûsâ'ya gönderilmiþ olan Tevrât: Ýsrâîloðullarýnýn mukaddes din kitabýydý. 18. Firavun sülâlesi zamanýnda, Ýsrâîloðullarýný Mýsýrdan çýkarmak suretiyle, esaret hayatýndan kurtaran Mûsâ Peygamber, "Tûr" daðýnda ilâhî vahye nail oldu. Milâddan tahminen 1600 yýl önce, kendisine Tevrât gönderildi.
Hazreti Mûsâ’dan sonra, Filistin’de devlet kuran Ýsrâîloðullarý, Çok geçmeden siyasi birliklerini kaybettiler. Dinlerini de, ahlâklarýný da koruyamadýlar. Tek Tanrý inancýndan ibaret olan esas Tevrât, pek çok tahriflere, ilâvelere uðradý. Bugün, Tevrât adýný taþýyan kitaplar: "Ýbrâni - Yunânî - Sâmirî" olmak üzere üç türlüdür. Bunlarýn üç þekli de birbirlerini tutmaz. Hele içindeki konula~, "Allah sözü" olmak vasýflarýný kaybetmiþtir. Çünkü, Hazreti Mûsâ’ya , vahyolunan esas Tevrât muhafaza edilememiþti.
Mûsâ’dan sonra, Dâvûd Peygambere gönderilen Zebûr: Þerîat kitabý deðil, duâlar mecmuasýydý. Ýçinde, ilâhî kanunlar yoktu. Tevrât’tan sonra geldiði halde, Mûsâ þerîatýnýn hükümlerini deðiþtiremedi.
Tevrât’a "Ahd-i Atîk" denildiði gibi, Ýncîl’e de "Ahd-i Cedîd" adý verildi. Ýkisine birden "Kitâb-ý Mukaddes" denir.
Tevrât, Milâddan önce, 3. yüzyýlda Yunancaya çevrilmiþ, kitâb-ý mukaddes de 4. Milâd asrýnda, lâtinceye tercüme edilmiþtir. 14, 15 ve 16 ncý yüzyýllarda (hususiyle, 16 ncý asýrda "reform" adý verilen ve katolik mezhebi içinden protestanlýðýn çýkmasýna yol açan: Ýnanýþta deðiþiklik devrinde mukaddes din kitabý, milli dillere (Ýbrânîce aslýndan deðil de) lâtince tercümesinden çevrilmiþti.
Hazreti Ýsâ, üç yýl peygamberlik yapabildi. Çocukluðunda Filistin'den çýkmýþ, otuz yaþýna kadar Mýsýr'da kalmýþtý. Filistin çöllerinde dinini gizlice yaymaða baþladýðý zaman, yahudiler kendisini tanýmýyorlardý. Ýsâ Peygambere inananlar, yalnýz oniki Balýkçý oldu. Bunlara "Havârîler" denir. Havârîlerden Yuda Þem'un (Yehuda, Isharyotýgöz kırpma Îsâ'ya ihanet etti. Aldýðý bir miktar rüþvet karþýlýðý olarak; Ýsa’nýn gizlendiði yeri yahudilere haber verdi. Hazreti Îsâ'yý öldürmek isteyen yahudiler, onu bulamayýnca, Îsâ’ya benzeyen Yudayý yakaladýlar. Onu Îsâ zannýyla baðýrta baðýrta astýlar (çarmýha gerdiler) .
-- Onlarýn sözleri Allah’ýn Rasûlü Meryem oðlu Mesîh Ýsâ’yý katlettik demeleridir. Halbuki onlar, Ýsâ'yý öldürmediler de asmadýlar da. Fakat, (Ýsâ, salbolunan bir adama) benzetilmiþti. (27)
Îsâ Peygamber (Ýdrîs gibi) âli mekâna kaldýrýldý (28). Havariler takip olundu. Bunlar azlýktý. Hem yahudilerin, hem puta tapýcýlarýn zulümlerine uðradý. Her biri birer tarafa savuþtuklarý için Îsâ'ya vahyolunan esas Ýncîl toplanamadý. Muhafaza olunamadý.
Havârîler, Îsâ dinini yaymak için etrafa daðýlmýþlardý. Îsâ'nýn hayatýna dair çeþitli kitaplar yazýldý. Bu kitaplara "Ýncîl" denildi. Bu suretle, yazýlan Ýncîllerin sayýsý çoðaldý. Birkaç yüzü buldu (29). Bunlarýn verdikleri bilgiler, yekdiðerini tutmuyordu. Ýçlerinden birbirlerine oldukça yakýn görülen dördü seçildi. Bu dört Ýncîl, Îsâ dinine aid mukaddes din kitabý olmaktan ziyade, kilise tarihiydi. Havârîlerden Matta, Yuhanna ile bunlarýn talebesinden: Luka; Markos tarafýndan yazýlmýþtý.
Hazreti Îsâ'dan sonra, hýristiyanlýk, çok geçmeden Îsâ dini olmaktan çýktý. Ýçine, eski Yunanlýlarýn ve eski Romanýn puta tapýcýlýðý karýþtý. Hindin ve eski Mýsýrýn "teslîs" denilen üçüzlü tanrý inancý girdi.
Hýristiyanlýkta "Baba - Oðul - Rûhülkudüs" den ibaret üç muhtelif þahsýn "Tek Tanrý" teþkil etmesine "teslîs" adý verilir. Hýristiyan inancýna göre, kadir-i mutlak "baba", semada saltanat makamýnda "oðul" sað tarafýnda, Rûhülkudüs sol, tarafýnda. Fakat, bunlarýn üçünden ibaret "Allah" birdir. "Baba" da Allah, "Oðul" (Îsâgöz kırpma da Allah, "Rûhülkudüs" (Cebrâil) de Allah’týr. Lâkin üç Allah deðil, bir Allah’týr.
Halbuki, Hazreti Îsâ'nýn öðrettiði dinde: Âlemleri yaratan "Allah" bir iken, hýristiyanlýkta üç oldu (30).
Görülüyor ki, Kur'an-ý Kerim gelinceye kadar, mukaddes sayýlan bütün din kitaplarý ya ortadan kalkmýþ veya bozularak "Allah sözü, ilâhî din kitabý" olmak deðerini kaybetmiþti. Fazla olarak Kur’ân-ý Kerim, en son inen Allah kelâmý olduðu için, kendisinden önce gelen bütün semâvî kitaplarýn hükümleri kalmamýþtýr.
Kur’an-ý Kerim, Cenâbý Allah tarafýndan gönderilen Ýlâhî kitaplarýn sonuncusudur. Cebrâîl adýndaki melek vasýtasýyla, Peygamberimiz Hazreti Muhammed’e, vahy yoluyla geddi. Toptan deðil, yirmiiki küsûr yýlda, âyet, âyet, sûre sûre indi (610-632 M.).
Cenâbý Hak, Kur’an’ýn ebedî muhafýzý olduðunu beyan buyurmaktadýr
- Kur'ân-ý biz gönderdik. Herhalde onu biz muhafaza edeceðiz. (31) Allah'ýn bu iradesini yerine getirmek için müslümanlar, Hazreti Peygamberin irþadýyla iki yol tuttular. Birincisi: Kur’an-ý ezberlemek. Diðeri: Kur’an-ý yazmak. Kur’an-ý Kerimin her âyeti, Peygamberimiz tarafýndan ilân edildikten sonra, ashâbý tarafýndan hem ezberlenir, hem yazýlýrdý (32)
Kur’an-ý Mecîd, ondört asýr evvel, nasýl nâzil olduysa, hangi þekilde geldiyse, Rasûl-i Ekrem tarafýndan da nasýl teblið edildiyse, öylece muhafaza olunmuþ, zerre kadar tahrife uðramadan, nesilden nesile geçerek zamanýmýza kadar ulaþmýþtýr. Bu mazhariyyet, baþka hiçbir semâvî kitaba nasip olmamýþtýr. Bu hakikati, Ýslâm düþmanlarý bile kabul etmektedir. Bilhassa, (Hayât-ý Muhammed) adýndaki eserin sahibi, Ýngiliz tarihçisi Sir William Muir, Ýslâm dininin tenkidcisi olduðu halde, Kur'an-ý Kerim hakkýnda: Oniki asýr metninin bütün satvetini bu kadar muhafaza edebilen baþka bir kitap yoktur, demekten kendini alamamýþtýr (33).
Kur’an-ý Mübînin, deðiþmeden, bu eþsizliðini muhafaza etmesinde çeþitli sebepler vardý. En mühimi, bizzat Rasûl-i Ekrem zamanýnda, Kur’an-ý Kerimin yazýlmýþ olmasýydý.
Allah'ýn kullarý için seçtiði din birdir. Tek Tanrý inancý olan "Ýslâm" dýr, müslümanlýktýr (34). Müslümanlýk, hakikatte insanlýk dinidir. Ýlk Peygamberden son Peygambere kadar devam eden Allah’ýn dini: Ýslâm’dýr. Tek Tanrý inancý (Tevhîd) dir.
Ýnsanlarýn ilk öðrendiði din, Allah’ýn birliði inancýydý. insanlara Tek Tanrý inancýný öðreten, kendi içlerinden çýkmýþ olan Ýlâhi Peygamberler oldu. Bütün Peygamberlerin bildirdiði dinlerin esasý. Allah’ýn birliði inancý: Tevhîd itikadýydý. Son Peygamber Hazreti Muhammed de bu inancý bildirmiþtir.
Ancak, evvelki Peygamberlerin öðrettikleri Tek Tanrý inancýnýn esaslarý gitgide gevþedi. Çeþitli sebeplerle, sonralarý deðiþikliðe uðradý. Allah'a ibâdetin yerini puta tapýcýlýk aldý.
Puta tapýcýlýðýn esasý, tabiat kuvvetlerini tanrýlaþtýrarak yükseltmek, resim!er, heykellerle temsil ettikleri bu kuvvetlere insanlarý taptýrmak suretiyle insanlýðýn þerefini alçaltmaktan ýbaretti.
Hazreti Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanýn tesiriyle deðiþmiþ olan bu esaslarý, ilâhî vahy ile aslî kýymetlerine çevirdi. Tabiat kuvvetlerine tapmayý yasak etmekle kalmadý. ayný zamanda bu kuvvetlerden faydalanmayý bildirerek insanlýðýn þerefini yükseltmiþ oldu. Çünkü Cenâb-ý Allah, yerde ve gökte ne varsa insan zekâsýna býrakmýþtý .

- O, göklerde ne var, yerde ne varsa, (herþeyi) kendinden (kendi tarafýndan olmak üzere) size (insanlara) râm etti (müsahhar kýldý.) Þüphe yok ki, ,6unda, iyi düþünerek bir kavim için kat'î âyetler (delâletler, ibretler) var(35).
Þurasý hiç unutulmamalýdýr ki, din insanlarýn eseri olmadýðý gibi, Peygamberler tarafýndan da kurulmuþ deðildir. Çünkü Peygamberler, Allah’ýn birer elçisidir. Dinin hakîkî sahibi: Cenâbý Allah’týr. Hazreti Muhammed de Ýslam dininin kurucusu deðildir. Ýlâhî nizamýn son þeklini ümmetine bildiren bir elçidir.
Kur’an-ý Kerimin bildirdiðine göre, çeþitli devirlerde, çeþitli kavimler arasýnda pek çok peygamber gelmiþtir. Bunlarýn öðrettikleri din, esas itibariyle müslümanlýktan baþka bir þey deðildir. Bu bakýmdan, insanlarýn tabiî (fýtrîgöz kırpma dini Ýslâm dinidir. Bütün esaslarý akla, tabiata uygun bulunan müslümanlýk, bütün insanlýðý kaplayan Allah’ýn bu ebedî dini, Peygamberimizle kemâl derecesine yükselmiþtir.
Puta tapýcýlýðý kaldýrarak insanlara þerefini, tabiî hürriyetini kazandýran, yalnýz "Allah" huzurunda insanlarýn mutlak bir kul, fakat* Allah'tan baþkasýna karþý mutlak hür olduðunu bildiren, insanlýk tarihinde bütün inkýlâblarýn esasýný hazýrlayan Ýslâm dininin yüce Peygamberi Cenâb-ý Hakk'ýn son elçisi olmuþtur. Artýk, O'ndan sonra peygamber gelmeyecektir.
Hakikî din, bir Peygamberin, vahy suretiyle Allah'tan aldýðý hükümlerin toplamýdýr. Din denilince, Tek Allah ile O'nun elçisi hatýra gelmektedir. Allahsýz din olamayacaðý gibi, Ýlâhî vahye dayanmayan, bir peygamber tarafýndan bildirilmeyen sistemlere de "din" adý verilemez.
Din, insanlýkla beraber doðmuþ, her asýrda yaþamýþ, insanlýk durdukça da duracaktýr. "Allah" fikrinin ortadan kalkmasý, insanlýðýn yok olmasý demektir. Þair Mehmed Âkif:
Ýmansýz olan paslý yürek sinede yüktür. diye, ne güzel söylemiþtir..
Gönderen: 11.12.2003 - 07:21
Bu Mesaji Bildir   asanyakan üyenin diger mesajlarini ara asanyakan üyenin Profiline bak asanyakan üyeye özel mesaj gönder asanyakan üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
asanyakan su an offline asanyakan  
Tabiat Kanunları ve Mûcizeler
401 Mesaj -
Tabiat Kanunlarý ve Mûcizeler

Mâddi âlemde görülen varlýklar ve bu varlýklarýn olaylarý birtakým usullere, nizamlara tâbidir. Her varlýðýn bir hassasý vardýr. Bu hassalara "tabiat kanunlarý" denir. Cenâbý Hak, "kâinat" denilen varlýklar makinesini idare için, tabiat kanunlarýný yaratmýþtýr. Varlýklar makinesinin her parçasý, bu kanunlara baðlýdýr. Varlýklar âleminin nizam ve irýtizamý, tabiat kanunlarý vasýtasýyla saðlanmaktadýr.
Tabiat kanunlarý, hergün gördüðümüz, yaptýðýmýz tecrübelerdir. Bunlara "Ýlâhî âdetler ve Ýlâhî sünnetler" adý verilir. Meselâ: Ateþ yakar, su akar, aðaç büyür, güneþ doðar, yaðmur yaðar, zehir öldürür, gibi.
Tabiî hâdiseler hakkýndaki bilgilerimiz ya þahýslarýn müþahedelerine veya baþkalarýnýn görgülerine dayanýr. Ýster, tabiat kanunlarý diyelim, isterse Ýlâhî sünnetler adý verilsin, bu kanunlar, Allah’ýn hikmeti gereðince, asla deðiþmez .

- Allah'ýn âdeti (kanunu) öncedenberi hep böyle idi. Allah'ýn kanununda hiçbir deðiþiklik bulamazsýn. (36).

Maddî hayatta görülen hâdisler, maddî sebeplerden ileri geldiði gibi, bunlar üzerinde maddi olmayan sebeplerin de tesiri vardýr. Kur'an-ý Kerim, bize, âdî sebeplerle beraber, maddî sebeplerin üstünde, bunlarýn hepsine hâkim, Ýlâhî kudrete inanmayý da öðretmekte, herþeyin Ýlâhî iradeye baðlý bulunduðunu bildirmektedir.
Maddî hâdiseler, nasýl tabiat kanunlarýna baðlýysa, mânevî âlemin de kendine mahsus kanunlarý vardýr. Yerde ve gökte vukua gelen olaylarýn kanunlarý nasýl deðiþmiyorsa, harikulâde haller de (Allah’ýn tâyin ettiði zamanlarda peygamberlerin 'gönderilmesi gibi) deðiþmez kanunlara baðlýdýr.
Karanlýk geceleri aydýn gündüzlerin takip etmesi, nasýl tabiat kanunlarýndan ileri geliyorsa, ufuklarýn günah bulutlarýyla karardýðý sýralarda hidâyet güneþinin doðmasý yani bir peygamberin gelmesi de Ýlâhî sünnetlerden ileri gelmektedir.
Kâinat dediðimiz varlýklarý, nasýl Ýlâhî irade idare ediyorsa, hârikulâde haller de doðrudan doðruya Allah’ýn iradesiyle olmaktadýr. Þu halde, tabiî hâdiseler de, harikulâde haller de doðrudan doðruya Allah'ýn iradesiyle vukua gelmektedir.
Peygamberlerde görülen hârikalara "mucize" adý verilir. Peygamberlik mucize ile anlaþýlýr.
Kur'an-ý Kerimde ve Peygamberimizin hadîslerinde, mucizelere "âyet ve burhan" denilmektedir. Cenâbý Hak, tabiat kanunlarýný nasýl yaratmýþsa, harikulâde hallerin kanunlarýný da yaratabilir. Fakat, biz harikulâde hallerin sebeplerini bilemeyiz. Bunu, ancak, peygamberler anlar. Ýlâhî peygamberler, insanlarýn bilemediðini bilir, göremediðini görür, duyamadýðýný duyar. Maddeler âlemini, deðiþmez kanunlara baðlamýþ bulunan Cenâb-ý Hak, peygamberlerini kuvvetlendirmek için, tabiî hâdiselerde de deðiþiklik yapabilir. Tabiî hâdiselerin sebeplerini de, tesirlerini de kaldýrabilir. Böylece, tabiat kanunlarý dýþýnda hârikalarý yaratmýþ olur. Meselâ: Ateþ, yakýcý bir madde iken, peygamber Ýbrâhim’i yakmamýþtýr .

- Biz de: Ey ateþ! Ýbrahim’e karþý soðuk ol. selâmet ol! Dedik.
Mûcizeler, görünüþte tabiat kanunlarýna aykýrýdýr. Her akýl da bunlarý kavrayamaz. Fakat, mucizeler doðrudur. Hakîkattir. Ancak, insanýn bu mucizeleri kabul edebilmesi için, önce, Allah'ýn büyük kudretine göremediði hakikatlere inanmasý lâzýmdýr. Kur’an-ý Kerim, harikulâde hallerin de mümkün olduðunu bildirmektedir; yalnýz mucizelerin Allah tarafýndan gönderildiðini, peygamberlerin onlarý istedikleri zaman yapamadýklarýný anlatmaktadýr ,

- Onlar yeminlerinin en kuvvetlisiyle yemin ettiler ki, kendilerine bir âyet (mucize) gelirse muhakkak ona inanacaklar. De ki: Âyetler (mucizeler) yalnýz Allah'ýn elindedir. (Diledikleri) âyet gelse de onlarýn îmân etmeyeceklerinin farkýnda deðil misiniz? ''
Ancak mucizelere inanabilmek için, gösterilen delillerin son derece saðlam olmasý gerekmektedir. Þunu belirtmek yerinde olur ki, Peygamberimizin mucizeleri hakkýndaki deliller, baþka hâdiselerin tarihî delillerinden daha kuvvetlidir.
Ýnsanlar tarafýndan yapýlmasý mümkün her tecrübeye "fen" adý verilir. Fennin uðraþtýðý saha, yalnýz maddî hâdiseler sahasýdýr. Fen, maddî sahada bir þeyin nasýl olduðunu inceler. Fakat, hiçbir zaman tecrübe sahasýndan dýþarý çýkamaz. Çýkarsa, fen olamaz. Tecrübe edilmemiþ konular, fennin sýnýrlarý içine giremez. Meselâ: Bir insan, fen bakýmýndan, "melek yoktur!" dese, bu söz ilmî olamaz. Çünkü, fennin haricine çýkmýþ demektir. Tecrübe ile isbat edilemeyen bir þeyi inkâr etmek de, kabul etmek kadar, fenne aykýrýdýr. Fen, bir þeyi nasýl olabileceðini inceler. Fakat, niçin olduðunu "felsefe" ye býrakýr. Halbuki insan, bir hâdisenin nasýl meydana geldiðini öðrenmekle beraber, niçin olduðunu da anlamak ister. Fen bir insanýn dünyaya nasýl geldiðini anlatýr. Fakat, niçin geldiðini bildiremez. Bu dünyaya her gelenin öleceðini bildirir. Fakat, nereye gideceðini kestiremez. Fen, hâdisenin yalnýz þeklinden bahseder. Felsefe ise sebebini açýklar. Ancak, felsefenin de hududu akýldýr. Aklýn bulamayacaðý konular, felsefenin yetkisi dýþýndadýr. O zaman söz, "din"in olur. Din, Allah'ýn bir ihsanýdýr. Cenâbý Hak, insanlara aklýn bulamadýðý hakikatleri, peygamberleri vasýtasýyla öðretmiþtir. Fennin dýþýnda kalan, aklýn sýnýrýna giremeyen, felsefeyi âciz býrakan konular, dînin sahasý içine girer. Ancak bu sahada çözülebilir.


--------------------------------------------------------------------------------
Gönderen: 11.12.2003 - 07:22
Bu Mesaji Bildir   asanyakan üyenin diger mesajlarini ara asanyakan üyenin Profiline bak asanyakan üyeye özel mesaj gönder asanyakan üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
asanyakan su an offline asanyakan  
Konu icon    Peygamberimizin Siyreti (Hayatı)
401 Mesaj -
Peygamberimizin Siyreti (Hayatýgöz kırpma

Bundan ondört asýr önce, bütün insanlara hakikat yollarýný, saadet vasýtalarýný noksansýz olarak göstermiþ bulunan Peygamberimiz, bir taraftan "Peygamberler tarihi"nde en faziletli yerini alýrken, diðer taraftan "insanlýk ve medeniyet tarihi" de kendisine en yüksek mevkii ayýrmýþ bulunmaktadýr.
Siyer: Siyret kelimesinin çoðulu (cem'i) dur. Peygamberimizin siyreti (Siyer-i Nebîgöz kırpma: Resûl-i Ekrem Efendimizin (ay senesine göre) altmýþüç yýllýk tarihidir (571-632) (39). Peygamberimizin (içtimaî, siyasî, askerî, dinî ve. ahlâkîgöz kırpma bütün cepheleriyle hayatýný öðretir. Ýslâm tarihinin ilk bölümüdür.
Hâtemül' Enbiyâ'nýn soyundan baþlar. Mekke devrini de, Medîne devri olaylarýný da içine alýr.
Ancak, megâzî ilmi, yalnýz Peygamberimizin gazvelerini bahis konusu eder. Megâzî (gazalar), Siyer-i Nebînin bir koludur.
Siyret-i Muhammediyye ve meðâzî, Ýslâm tarihinin bir þubesi olduðu gibi, hadîs ilminin de bir kýsmýdýr. Siyet-i Nebî ve meðâzî (Peygamberimizin hadîsleri gibi) bir müddet aðýzdan aðýza nakledildi. Sonra toplandý. Îlk defa Siyer-i Nebîyi yazan, Ýbn-i Þihâb-i Zühri (vefatý: 1221739) oldu. Zührîden sonra, Müsâ Ýbn-i Ukbe (1411758) gelir. Daha sonra, Ýbn-i Ýshâk (1511768) sayýlýr. Ýbn-i Ýshâk, meðâzî ehlinin reisi itibar ediimiþtir.
Vâkýdî (207/822) nin "Elmeðâzî" adlý eseriyle Ýbn-i Hiþâm (218/833) ýn "Siretü ibn-i Hiþâm"ý basýlmýþtýr. Yalnýz,. imâm Þâfiî ile Ahmed ibn-i Hanbel; - Vâkýdînin kitaplarý yalandýr, Vâkýdî yalancýdýr, demiþlerdir.
"Asr-ý Saâdet" müellifine göre: :- Siyret fenni, hadîs fenninden ayrýlýr. Siyretteki rivayetler, "Sýhâh-ý Sitte" denilen altý hadîs kitabýndaki hadîsleý gibi, dikkatle muhakeme ve tenkid olunmamýþtýr. Siyer kitaplarý, hadîs kitaplarý derecesinde muteber sayýlamaz. Kýymetli bir muhaddis oian Hâfýz Zeynüddîn Irâki (80511402), manzûm Siyret-i Nebeviyye mukaddimesinde þu sözleri söyler: - Siyret kitaplarý, sahih ve gayr-i sahih rivayetleri toplamýþtýr, Ýlim isteyenler, bunu bilmelidir."
Prof. Ýsmâil Hakký Ýzmirli der ki: - Siyer kitaplarýnda sahîh, sakîm, zaif, mürsel, munkati haberler vardýr. Fakat, mevzû, yatan haberler yoktur." (40), Ýslâm âleminde, siyer ve megâzîden sonra, "Fetihler Tarihi", Tabakal (Terâcim-i Ahvâ!) kitaplarý yazýldý. Hicretin üçüncü (Milâdýn dokuzuncu) asrý ortalarýna kadar müslümanlarýn tarih eserleri, siyer ve meðâzî ile fütûhât ve tabakat kitaplarýndan ibaretti. Bu asýrdan sonra, umumi tarih de yazýlmaya baþlandý. Müslümanlar, Ýslâm tarihine ve umumî tarihe aid sayýsýz, deðerli eserler vermiþlerdi. Ýzmirli'ye göre, Ýslâm tarihçileri iki sýnýftýr: Birinci sýnýf, muhaddisler ve fakihler, ikinci sýnýf nahivciler ve edipler. itimada lâyýk olma sý bakýmýndan, birinci sýnýfýn yazdýðý tarihler, ikinci sýnýfýn eserlerine tercih edilir. Birinci sýnýftan "Nakd-i Ricâl" ilmiyle uðraþanlarýn tarihleri daha mevsuk, daha muteberdir. Meselâ: Zehebî, Ýbn-i Kesîr tarihleri, Ýbn-i Esîr, Ebülfidâ tarihlerine, Ýbn-i Cevzî tarihi de, Mes'ûdî tarihine tercih edilmektedir."
Ýslâm âleminde yazýlan eserler, yalnýz Arab diliyle yazýlmýþ deðildi. Farsça ve Türkçe tarihler de yazýldý. Ýki asýrdan beri Avrupa tarihçileri de, Ýslâm tarihine ve hususiyle Peygamberimizi.n hayatýna dair pek çok kitaplar kaleme almýþlardýr.
Bu eserler hakkýnda Hindli Mevlânâ Þiblî-Nu'mânî (1332/1914) þöyle diyor:
- Avrupalý müverrihlerin bir kýsmý, Arapça bilmedikleri için, asli kaynaðý bulamamýþlar, baþkalarýnýn eserlerinden, tercümelerinden faydalanmýþlardýr. Bunlarýn yaptýklarý iþ, birtakým eksik ve þüpheli malûmata, kendi düþüncelerine uygun bir þekil vermekten ibaret kalmýþtýr. Bir kýsmý da Arapça bilgilerine güvenerek, hurafeler uydurmaktan, hakîkatleri tahrif etmekten, Resûl-i Ekrem'e iftiralarda bulunmaktan çekinmemiþlerdi. Avrupa yazarlarýný hatalara düþüren sebepler çoktur. Bunlar, hadîs kitaplarýnda Resûl-i Ekrem'in hayatý hakkýndaki muteber rivayetleri, zengin hazineleri hiç tanýmýyorlar. Hâdiseleri tahkik, rivayetleri tenkid iþinde bunlarýn ölçüleriyle müslümanlarýn ölçüleri arasýnda müthiþ farklar vardýr. Avrupâlýlar, rivayetin itimada lâyýk olmasýna ehemmiyet vermezler. Onlarýn dikkat ettikleri þey, râvi tarafýndan nakledilen vak'anýn kendi fikirlerine uygun düþmesidir. Ýslâm muharrirleri ve bilhassa muhaddisler, rivayetin görünüþ þekline bakmazlar, rivayet edenin itimada lâyýk olup olmadýðýný araþtýrýrlar." (41).
Eski Ýstanbul Dârülfünûnu (Üniversitesi) Felsefe Muallimi Þehbenderzâde Ahmed Hilmi Bey de þu kanaatte bulunmuþtur:
- Ýslâm’ýn münkirleri iki sýnýfa ayrýlýr. Birinciler, mevcut dinlerden birine mensup olanlardýr. Ýkinciler ise, dinleri insan topluluklarý için muzýr gören (ifratçý akliyyeci ve maddecilerden baþlayarak itidalci filozoflara kadar) tenkid erbabýdýr.
Birinciler, Ýslâmý kabûl etmemek zorundadýr. Böyleleri tahrifsiz eser yazamazlar. Onlar için, Ýslâm’a dair yazmak demek, ne yapýp yapýp Ýslâm’ý çürütmektir. Bunu, onlarýn mensup bulunduklarý dinin kaidelerinde aramak lâzýmdýr. Bir hýristiyan muharriri, Ýslâm’a dair bir eser yazacaðý zaman, tedkikten sonra v_ermesi gereken hükmü, tedkikten evvel verir. Hýristiyanlýk, hak din olarak kendinden evvel gelen yahudi dinini tanýr. Fakat, hýristiyanlýktan sonra, o dini hükümden düþmüþ görür. Hýristiyan inancýna göre, 1sâ dini, mutlak nihâî ve umumî dindir. Hazreti Ýsâ, insanlýðý kurtarmak için gelen, Âdem þekline girmiþ tanrýdýr (!). Allah’ýn oðludur. Ondan sonra, diðer bir hak dinin doðmasý mümkün deðildir. Böyle bir itikada baðlanan bir insanýn, Müslümanlýðý tarafsýz olarak muhakeme edemeyeceði tabiîdir.
Yahudilere göre, hýristiyanlýk bir nevi dinden ayrýlmadýr. Ýnsaflýlarý, müslümanlýðýn yalnýz Araplara mahsus bir din olduðunu kabul ederler. Þu halde, itikad bakýmýndan bir yahudi de müslümanlýðý tarafsýz muhakeme edemez.
Ýkinci sýnýf, ifratçý inkârcýlar, mutlak olarak dinlerin düþmanlarýdýr. Onlara göre, herhangi din olursa olsun, terakkiye mânidir. Ak1a, fenne mugayirdir. Ýnsanlýðýn çocukluk asýrlarýnýn hediyesidir.
Bu davâlarda hakikat var mý? Asla! Þurasýný iyi bilmelidir ki, fen ile dinin mevzularý baþka baþkadýr. Hakikî fenciler din sýnýrýna fenni sokmazlar." (42)
Prof. M. Þemseddin (Günaltay) da kitabýnýn önsözünde þunlarý söylemiþtir:
--- Ýslâm tarihi âlemþumûl bir ehemmiyeti hâiz olduðu içindir ki, þarkta ve garpta, bu mevzua aid sayýlamayacak kadar eserler yazýlmýþtýr. Fakat, þarkta yazýlan kitaplarýn birçoðu usulden mahrum olduðu gibi, garpta te'lif olunan eserlerin ekserisi de garaz þâibesiyle- malûldür. Þarkta yazýlan tarihî eserler, usulden mahrum olmakla beraber, pek kýymetli birer malûmat ve vesika hazinesidir. Ýslâm tarihine dair batýda kaleme alýnan eserlerin çoðunda hýristiyanlýk gayreti ve taassubunun âþikâr izlerini görmemek mümkün deðildir. Müsteþriklerden en tarafsýz davrananlarýn eserleri bile garazkârlýk þâibesinden kurtulamamýþtýr. Bunlar, derûnî bir saik ile hiç olmazsa, Ýslâm’ýn büyük simalarýný küçük göstermeðe çalýþmýþ ve bilhassa, Resûi-i Ekrem'in hayat tarihini tahrif etmek, Ýslâm’ýn büyük halifelerinin, büyük kumandanlarýnýn hareketlerini garazkârane tasvir eylemek, ulemâ ve mütefekkirlerinin ilmî, sýnâî, fennî mesailerini ehemmiyetsiz göstermek gibi duygulardan kendilerini alamamýþlardýr." (43).
Ömer Rýza Doðrul da þu mühim mütâleâda bulunuyor: Müsteþrikler, daha fazla, garbýn Ýslâm âlemine çullandýðý sýralarda zuhur etmiþler ve garp âleminden Ýslâm âlemine giren istilâ ordularýna refakat eden misyonerleri desteklemek için çeþit çeþit eserler yazmýþlar, misyonerlere hýz vermek için Ýslâm aleyhinde türlü türlü bühtanlarda bulunmuþlardýr. Bunlar, garbýn maddî üstünlükle kalmayarak mânevî ve ruhânî üstünlüðü de hâiz olduðunu belirtmek istemiþler ve onun için Ýslâmiyet hakkýnda ve Hazreti Peygamber hakkýnda çeþit çeþit hezeyanlarda bulunmuþlar, yeni misyonerleri, iddia ettikleri manevî ve rûhânî faaliyetin mümessili olarak Ýslâm memleketlerine salmýþlardýr. Ýslâmiyet aleyhinde ve Hazret-i Peygamber Efendimiz aleyhinde uydurulan iftiranýn asýl sebebi, bu istilâ ve tecavüz zihniyetidir..
Bu istilâ ve tecavüz zihniyeti, Ýslâmiyeti temelinden yýkmak için uðraþmýþ, fakat, çok þükür muvaffak olamamýþtýr. Garbýn istilâ ve tecavüz devri tarihe mal olmaða baþladýktan sonra ise, bu durumun deðiþmeye baþladýðý göze çarpmaktadýr (44).
Avrupa yazarlarý arasýnda tarafsýz kalem kullanan, tarihî hakikatleri ilmî bir þekilde ifade eden edipler ve müellifler yok deðildir. Ancak, büyük bir çoðunluk yanýnda bunlarýn pek az ve âdeta nadir zatlar olduðu da unutulmamalýdýr.
Ne yazýk ki, son zamanlarda, memleketimizde yeni yetiþen meslektaþlar arasýnda, Avrupa tarihçilerinin garaza dayanan bu sakat fikirlerini doðru sanarak benimsemiþ tarihçilerimizi esefle görmekteyiz. Bunlar; doðunun aslî kaynaklarýný inceleyemedikleri için, büsbütün ihmal etmiþler, batýlýlarýn yanlýþ görüþlü eserlerine saplanarak tarihî hakikatlerden uzaklaþmýþlardýr. Hele bu korkunç hatalar, en ziyade okul kitaplarýndâ müþahede olunmaktadýr.
Kitabýmýz, çok mühim bir boþluðu doldurmak dâvasýnda deðildir. Yalnýz, yarým asýrlýk meslekî salâhiyete dayanarak piyasadaki, Ýslâm inancýný sarsacak bir mahiyet taþýyan bu gibi eserlerin tarihî kusurlarýna iþaret edebilmek maksadýyla, ortaya çýkmýþ bulunmaktadýr. Muvaffakiyet Allah’tandýr. .
Gönderen: 11.12.2003 - 07:23
Bu Mesaji Bildir   asanyakan üyenin diger mesajlarini ara asanyakan üyenin Profiline bak asanyakan üyeye özel mesaj gönder asanyakan üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
asanyakan su an offline asanyakan  
Takvim Başları
401 Mesaj -
Takvim Baþlarý

Asýrlarý ve asýrlarýn çerçevesi içinde bulunan hâdiseleri, oluþ sýrasýna göre sýralayabilmek için, bir baþlangýca ihtiyaç vardý. Fakat bu baþlangýç, her millet için ayný deðildi. Bütün milletler, tarihte kendi siyasî ve içtimaî hayatýnda derin izler býrakan en mühim olaylarý, kendileri için baþlangýç yapmýþtý. Bu yüzden, tarihte takvim baþlarý pek çoktu ve bu âdet pek eskiydi. Baþlýca takvim baþlarý þunlardý: -- Hilkat yani dünyanýn yaratýlýþý - Siriüs yýldýzýnýn görünüþü - Olimpiyat oyunlarý -- Roma þehrinin kuruluþu - Mîlâd - Fil , senesi -- Hicret gibi.
Eski Türklerle Ýbrânîler: Hilkati, Eski Mýsýrlýlar: Siriüs yýldýzýnýn semalarda görünmesini veya Nil nehrinin taþmaya baþlamasýný, Eski Yunanlýlar: Olimpiyat oyunlarýný, Romalýlar: Roma þehrinin kuruluþunu, Hristiyanlýk dünyasý: Miladý,Eski Araplar: Fil senesini, Müslümanlýk Âlemi de: Hicret'i takvim baþý olarak kullanmýþlardý.
Tarihte görülen bu çeþitli baþlangýçlar, zamanla unutulmuþ, bugün medeniyet dünyasýnda yalnýz ikisi: Mîlâd ve Hicret baþlangýçlarý kalmýþtýr. Hazreti Ýsâ’nýn doðuþunu gösteren mîlâd baþlangýcý, Ýsâ'dan sekiz asýr sonra hýristiyan Avrupa'da kullanýlmaya baþlandýðý gibi Hazreti Peygamberin Mekke'den Medîne’ye göçünü gösteren Hicret baþlangýcý da, hicretten ancak onyedi yýl sonra, ikinci Ýslâm halifesi Hazreti Ömer zamanýnda kabûl edilmiþtir.
Bu iki baþlangýca göre, asýrlar ve asýrlarý dolduran olaylar, Mîlâddan önce ve sonra, Hicretten önce ve sonra olmak üzere ikiye ayrýlmýþtýr.
Eski milletler, takvimde ay senesini kullanýrlardý. Güneþ senesi, ilk olarak Eski Mýsýrlýlar tarafýndan tatbik edilmiþti. Mýsýrýn bu ilk güneþ takvimi, Mîlâddan önce 45 tarihinde, Romanýn meþhur diktatörü Jül Sezar tarafýndan alýnmýþ, bu suretle "Jüliyen Takvimi" denilen rûmî takvim doðmuþtu.
Mîlâddan sonra 1582 tarihinde Jüliyen Takvimi, Papa 13 üncü Gregor tarafýndan ýslâh edildi. "Gregoriyen" adiyle batý takvimi "Efrencî Takvim" meydana çýktý.
Eskiden bütün tarihçiler, yalnýz kendilerine aid millî tarihleriyle uðraþýrlar, dünyanýn umumî tarihiyle ancak kendi savaþlarý dolayýsýyla ilgilenirlerdi. Yeni ve son çaðlarda bütün dünyanýn siyasî, iktisadî ve kültüre aid olaylarý, her milleti alâkalandýrdýðý için bütün milletler, kendi tarihlerini de bu çerçeve içinde yürütmeðe baþlamýþlardý. Bu sebepten birçok millet, Mîlâd baþlangýcýný kabûl ettiði gibi, umumî tarih de ayný baþlangýcý benimsemiþtir.
Hicretin, Ýslâm âleminde takvim baþý sayýlmasý ise þöyle oldu: Hulefâyý Râþidînden ikinci halife Hazreti Ömer zamanýna kadar, müslümanlar arasýnda yazýlan yazýlara tarih koymak usulü yoktu. Bir gün, bir alacaklý, halife Ömer'e, Þa'ban ayýnda ödenecek bir borçlu senedi göstermiþ. Halife sormuþ: "Hangî Þa'banda? Geçen senenin Þa'baný mý, yoksa bu senenin mi?".. Yine Cezîre Vâlisi Ebû Mûsâ'ya iki emir verilmiþ, bu emirlerden biri diðerini bozuyormuþ. Tereddüt edilmiþ, bunlardan hangisinin önce yazýldýðý anlaþýlamamýþ. Ebû Mûsâ'da bunu, halife Ömer'den sormuþ. Bunun üzerine, meþveret meclisi toplanmýþ, çeþitli fikirler ortaya atýlmýþ, sonunda,
Hazreti Ali'nin teklifi üzerine, Hazreti Peygamberin Tekkeden Medîne’ye vuku bulan hicreti: (Rabîulevvel = 23 Eylül 522) tarih ve takvim baþý olarak kabûl edilmiþtir (1 Muharrem 17 = 23 Ocak 638)
Hicret, Rabîulevvel ayýnda yani ay senesinin üçüncü ayýnda yapýlmýþtý. Halbuki, Araplarca ötedenberi sene baþý Muharrem olduðu için, ayný senenin birinci ay'ý olan Muharrem, yeni yýlýn baþý sayýlmýþtýr (1 Muharrem 1 H. = 16 Temmuz 622 M,)
Ýslâm dünyasý (oruç, bayram, kurban, hacc gibi) dînî ibadetler ve (Mevlid gibi) kandiller dolayýsýyla, Hicrete aid güneþ senesini deðil ay yýlýný kullanýrlardý. Ýranda kurulmuþ olan Büyük Selçuk devletinin üçüncü hakaný Celâlüddevle Melikþah zamanýnda, hükümdarýn adýný taþýyan "Celâlî Takvimi" adýyla yeni bir takvim yapýldý (467/1074).
Celâlî takvimi, güneþ senesine dayanýyor, ilkbaharýn ilk günü (9-22 Mart) yani "Nevruz" yýlbaþý sayýlýyordu. Melikþah devrinde tatbik edilmiþ olan bu Türk takvimi, Gregoriyen takviminden daha az hatalýydý: Batý dünyasýnýn kullanmakta olduðu Gregoriyen takviminde yýlbaþý, senenin dördüncü, kýþ mevsiminin ikinci ay'ý (Ocak) olduðu halde, Celâlî takviminde yeni yýlýn ilk günü, ilkbaharýn ilk günüydü. Celâlî takvimi, ilmî bakýmdan, onbin senede iki günl0ük bir fark yaptýðý halde, Gregoriyen takviminde, bu ilmî fark, daha da büyüktü. Fazla olarak, Ýngiliz tarihçisi meþhur Wells'e göre, Hazret-i Ýsâ'nýn hakikî doðum senesi, Mîlâdýn birinci senesi olmasý gerekirken dördüncü senesiydi. Yani Ýsâ'nýn doðum yýlý ile itibarî Mîlâd senesi arasýnda üç veya dört yýllýk büyük bir tarihî hata vardý (45).
Osmanlý Türkiyesi, Tanzimat devrine kadar, ay senesini ve Hicret baþlangýcýný kullanýyordu. (365 küsûr gün olarak hesap edilen) güneþ senesi, (aylarýnýn 29 veya 30 sayýlmasý yüzünden 354 gün olan) ay senesinden onbir küsûr gün fazlaydý. Ay senesi, bir devlet için, mâlî bakýmdan zararlýydý. Tanzimat Türkiyesi, bunu önlemek için ortaya "mâli sene" adýyla yeni bir sene koydu: (9 Muharrem 1256 = 1 Mart 1256 = 13 Mart 1840). Bu mâlî senenin ilk yýlý (yýlbaþýgöz kırpma 1256, ilk günü de (9 Muharrem = 1 Mart) Cumartesi oldu.
Güneþ aylarýný kullanmaya baþlayan bu mâlî sene, yine Hicret baþlangýcýna dayanýyor, fakat, sene baþý olarak Gregoriyen takviminde olduðu gibi "Ocak" ayýný deðil, Jüliyen (yani Rûmîgöz kırpma takvimine göre "Mart" ayýný itibar ediyordu. Bu sebepten, mâlî seneye "Rûmî yýl" adý verilmiþti.
Ancak, Gregoriyen ile Jüliyen takvimleri arasýnda 13 günlük bir fark vardý. Bu farký da Ýkinci Meþrutiyet Türkiyesi kaldýrdý. 16 Þubat 1332 = .1 Mart 1917 tarihinde, 1 S Þubat, 1 Mart sayýldý. Yani 16 Þubat 1332 günü, 1 Mart 1333 itibar edildi. Sene baþý, yine mart olarak býrakýldý. Seneleri Hicret esasýna dayanan, fakat aylarý 1258 senesindenberi güneþ yýlý olan mâlî (Rûmîgöz kırpma sene bu surette devam etti.
Cumhuriyet Türkiyesi, batýnýn âhengine uymak düþüncesiyle Hicret esasýný büsbütün kaldýrdý. 2fi Aralýk 1925 tarihinde Milâd baþlangýcýna döndü. Yýlbaþý da Jüliyen (yani doðu) takvimindeki "Mart" yerine, Gergoriyen (yani batýgöz kırpma takvimindeki "Ocak" ay'ý oldu.
1926 tarihinden beri "Mîlâd Takvimi" Türkiye'de kullanýlmaya baþlandý..
Gönderen: 11.12.2003 - 07:26
Bu Mesaji Bildir   asanyakan üyenin diger mesajlarini ara asanyakan üyenin Profiline bak asanyakan üyeye özel mesaj gönder asanyakan üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
hsaglam su an offline hsaglam  
s.a
29 Mesaj -
Bilgilerinizi paylaþtýðýn için ALLAH razý olsun. Merak ettðim bir soru var. Yazýnýzda her medenetiyete veya topluluða mutlaka bir peygamber gönderildi. Diyorsunuz. Peki bazý medeniyetler gerçekten çok güçlü bazýlarýda çok zayýf geliþmemiþ .Ýncelendiði zaman dinsel yönden kendini ayakta tutan milletler daha güçlü olduðunu görürsünüz. zaten dinler tarihinde de en çok Ýsrailoðullarýna peygamber gönderilmiþ. yani o topluluða çok peygamber gitmiþ. ve peygamberlerin yogunlugunun arap yarým adasýnda yoðunlaþtýðýný biliyoruz. Peki diyelim afrikanýn en uc noktasý neden mahrum. oraya sadece 1 uyarýcý gelmiþ sonra gelmemiþmi? orada yaþayanlar neden mahrum kalmýþlar.Yol gösterici rehberler gönderilmemiþ mý? Bu insanlarýn tercihimi? yoksa öylemi olmasý gerekiyor. Neden? yani sormak istediðim insanlarýn yoðunluk olduðu yerlerde peygamlik genelde bir soy sinsilesinden daðýlým yapmýþ ve o bölgelerde hakim kýlýnmýþ. Tabii buda rabbimin izniyle, diyorum ki dünyada o kadar milletler var. hem 124 bin peygamber var deniliyor hadislerde. o zaman dünya daki zaman (YIL) sürecini düþünürsen. Þimdiye kadar yaþamýþ Ýnsan sayýsýný düþünürsek neyse kafam fazla karýþtý galiba.
Gönderen: 11.12.2003 - 10:28
Bu Mesaji Bildir   hsaglam üyenin diger mesajlarini ara hsaglam üyenin Profiline bak hsaglam üyeye özel mesaj gönder hsaglam üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
HaNCI su an offline HaNCI  
102 Mesaj -
merhaba hsaglam

26:208 - Bununla birlikte, biz hangi memleketi helak ettikse muhakkak onu uyarýcý (peygamberleri) olmuþtur.

yukardaki ayette oldugu gibi.. Bir kavmin helak edilmeden once mutlaka ona bir uyarici gelmistir.. Ve her topluma bir uyarici gelmistir.. Bir rivayete gore 124 bin baska bir rivayete gore 224 bin peygamber yollanmistir. Bunlarin yani site binlerce veliler de yollanmistir..

israil ogullarin kuranda cok bvahsi gecmesi onlarin ustun irk oldukalarindan ya da bir farkliliklarinin oldukalrindan degil bize ibret olmalari icindir.. tabi herseyin dogrusunu Allah bilir.

selam sevgi ve dua ile
Gönderen: 26.12.2003 - 19:30
Bu Mesaji Bildir   HaNCI üyenin diger mesajlarini ara HaNCI üyenin Profiline bak HaNCI üyeye özel mesaj gönder HaNCI üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1223 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
8808 üye ile 25.06.2024 - 09:59 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
badem (46), dilanur (44), ozmen09 (50), exact73 (49), medime1 (44), zaferion (45), m.e.n.z.i.l (30), EliFg42 (37), halil esen (52), bahattin_uslu (63), kuranasigi (55), sevgiseli2534 (48), haziran efe (41), mtnsc (38), sibel78 (46), taifun720 (52), cukurkuyu24 (47), rtanyildiz (43), EliF42 (37), haci ramazan (43), nisa42 (42), @lp (56), gurbet_23 (41), ekremwap (56), zekem (54), mitsam03 (36), starlice (46), sou keina (38), filiz64 (40), yusa (39), kubracicek (37), sadik74 (50), samoti (51), nevzatberkcan (47), doktorufuk (44), boldheart (46), kyazici (68), Orhan25Erzurum (58), yasinel (30), veyso (61), g73h (51), hukumdar (44), VOLKAN00 (39), kalem61 (35), omerali (49), osman_53 (40), scharaa (40)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.79332 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.