0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » BatI Bizi Neden Sevmez!

önceki konu   diğer konu
2 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
BatI Bizi Neden Sevmez!
Moderator


4254 Mesaj -
BATI BÝZÝ NEDEN SEVMEZ?
Bu Ýslâm Milleti’nin Allah Yolundaki Azim ve Gayretini,
Haçlý Sürüleri Karþýsýndaki Müthiþ Muzafferiyetlerini
Batýlý Devletler Asla Unutmamýþtýr!
Allah-u Teâlâ’nýn iman ile küfrü kesin olarak ayýrdýðýna dair ilâhi buyruklarý onlara teblið ettik. Onlar bunlara inanmadýlar ve iman etmediler. Bunlarýn iman etmediklerini yukarýda arzettiðimiz 10 berzah Âyet-i kerime’si ile ispat ediyoruz. Bunlar Allah-u Teâlâ'nýn emir ve hükümleridir. Bu emirlerin biz hepsini önlerine koyduk, bir bir teblið ettik. Fakat inanan ve iman eden olmadý. “Küffar birliði sizi sevmez” diye defalarca hatýrlattýk. Ancak dinleyen olmadý. Küffar birliði “Biz sizi istemiyoruz, sevmiyoruz” diyor. Bunlar “Hayýr! Biz dostuz!” diyorlar. Onlar “Madem dostsunuz, þu þu küfür adetlerini yapýn, küfrün yayýlmasýna izin verin, size hakaret eden yalancýlarý baþýnýza taç yapýn” diyorlar. Bunlar da ne diyorlarsa yapýyorlar. “Aman bizi kovmasýnlar, yoksa halimiz nice olur!” diye alçaldýkça alçalýyorlar.
Allah-u Teâlâ :
“Sen onlarýn dinine uymadýkça ne yahudiler ne de hýristiyanlar senden aslâ hoþnut olmazlar.” buyuruyor. (Bakara: 120)
Bu Âyet-i kerime’yi de görmediler, bu sözlere de aldýrmadýlar. Denir ki: “Domuzdan post, kâfirden dost olmaz.” Bunu da söyledik. Ýþitmediler. Bunlarýn bu hareketleri Ýslâm'a zarar veriyor. Zira küffârý þýmartmakla, küffâr tarafý olmakla, Ýslâm'ý zayýf düþürüyor ve Ýslâm'a cephe açýyor. Halbuki müslümanlar birlik olsa Amerika hiçbir zaman cesaret edemez. Herhalde Cenâb-ý Hakk bunlara büyük ödül verecek. Dünyadaki ödülleri azdýr, orada da onlarý O ödüllendirir. Bu gibi kimselere Barbaros Hayreddin Paþa’nýn dediði gibi söylemek gerekir. Bu büyük Ýslâm mücahidi, saltanat hevesi ile küffarla iþbirliði yapan Tunus Beyi Mesud’a þöyle haber göndermiþti: “Hiç mümin ve müslüman olan bir kimseye bu revâ mýdýr ki, din düþmanlarýyla el-birlik edip mümin karýndaþýna düþmanlýk ede? Ve ehl-i Ýslâm'a âsî ola? Sen bu iþi eyledin ki, mutlakâ gözüne görünecek bir hâl ve baþýna gelecek bir iþ vardýr! Ol iþ Allah katýnda ma'lûm ve ezelde alnýna yazýlmýþ ola! Zîra aklý baþýnda olan hiç kimse böyle uygunsuz bir iþ iþlemez idi ki, onu sen iþledin, ahdini ve akdini bozdun. Bu hususda vebâlin boynuna, lâkin vaktýnda hâzýr ol da, karýndaþýn gibi kaçma!..” (“Gazavât-ý Hayreddin Paþa”, s. 91.)
Küffar, iman ehlini katiyetle sevmez. Bu Ýslâm milletine düþmanlýðý ise çok daha büyüktür. Bunu onlara duyurmaya çalýþtýk, dinlemediler. Allah-u Teâlâ’nýn hükmünü kâle almadýlar. Þimdi onlarýn anlayacaðý tabiri kullanalým. Þu Alman profesör yahudi olduðu halde açýk olarak itiraf ediyor. Gerek küffarýn iç durumunu, gerekse bizim tarihimizi çok iyi bilen bu profesörün bîtaraf tespitlerine, þu sözlerine siz dikkat edin.
Batý Bizi Neden Sevmez?
“1930 yýlýnda Hitler’den kaçarak Türkiye’ye gelen Yahudi asýllý Alman Prof. Dr. P. Neumark (Hukuk ve Ýktisat fakültelerinde hocalarýn hocasý olarak ders vermiþtir) ile bazý öðrencileri Boðaziçi’nde bir geziye çýkarlar. Nakleden avukat da bu toplantý içindedir. Talebelerden biri þu soruyu sorar: “Avrupa bizi neden sevmez hocam?” Prof. Neumark’ýn cevabýný cep defterine kaydeden avukat bu belgeden þunlarý okumuþtu:
“Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalýlar Türkleri gerçekten sevmezler ve sevmeleri de mümkün deðildir. Türk ve Ýslam düþmanlýðý asýrlardýr kilisenin ve Hristiyanlarýn en küçük hücrelerine kadar sinmiþtir. Sebeplerine gelince, not ediniz:
1- Avrupalýlar sizleri Müslüman olduðunuz ve Ýslamiyeti yaydýðýnýz ve Müslümanlarý asýrlarca himaye ettiðiniz için sevmezler...
2- Sizler farkýnda deðilsiniz ama onlar þu gerçeði çok iyi bilirler. Tarihten Türk çýkarýlýrsa tarih kalmaz. Osmanlý arþivi tam olarak ortaya çýkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazýlmasý gerekirdi. Osmanlý arþivi kasýtlý olarak çürütüldü ve imha edildi. 3- Dün Avrupa’nýn pazarý idiniz. Þimdi Avrupa’yý pazar yapmaya baþladýnýz.
4- En az 400 yýl Avrupa’nýn sýrtýnda ve ensesinde at koþturdunuz.
5- Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlýlar ise Balkanlar ve Orta Avrupa’yý Hristiyan Haçlýlara mezar ettiler.
6- Sizi silah ile yenemeyenler, kendilerine benzeterek, milli ve manevi deðerlerinizden kopararak yendiler ve hakimiyet saðladýlar. Giyiminizden yaþantýnýza kadar her þeyi kendilerine benzettiler. Ahlaki deðerlerinizi yýprattýlar. Ve sonra kendi içinizde sizi bölmeye baþladýlar.
7- Selçuklu ve bilhassa Osmanlý canýný, kanýný ve malýný Ýslamiyet uðruna feda etmeseydi Kuzey Afrika Orta Doðu Hristiyan ülkesi olurdu. Ve belki Ýslamiyet Hicaz’da azýnlýk olarak kalýrdý. Batý her yerde Ýslamiyeti kendi inançlarýna göre kanalize etti. Ama Osmanlý Asr-ý Saadet devrindeki inancý devam ettirdi.
8- Kilise size kin kusmaktadýr. Sebepleri yukarýdadýr.
9-Ben Ýstanbul’a geldiðimde Türkiye’de 2 üniversite vardý. Þimdi 19’a çýktý. Osmanlý devrinde medreseler köylere kadar yaygýn idi. Her medresede bilim vardý. Ýlk denizaltýyý Osmanlý yaptý. Sizin haberiniz yok ama Avrupalý biliyor.
10- Sizler milli kimliðinize dönerseniz Avrupa’nýn medeniyeti ve refahý yýkýlýr. Ama Batý size bu imkaný vermez...” (Mustafa Necati Özfatura, 08 Temmuz 2005)
Âyet-i kerime'lere iman etmediler, bu sözlere de aldýrmadýlar. Zaten derler ki: “Domuzdan post kâfirden dost olmaz.” Bunu da söyledik, bunu da iþitmediler.
Dinsizliðin ismini deðiþtirdiler “Medeniyet” dediler, vahþetin ismini deðiþtirdiler “Demokrasi” dediler. Madden, manen iþgal etmek için seferber haldeler. Bunlar hâlâ “Dostuz” diyorlar.
Bu profesörün hakkaniyeti gözeterek yaptýðý tespitler o kadar mühimdir ki; þimdi bu tespitleri izah edeceðiz. Böylece; gerek küffarýn, gerekse küffarý dost edinenlerin durumlarý iyice anlaþýlsýn.
1 - “Avrupalýlar sizleri müslüman olduðunuz ve Ýslâmiyet'i yaydýðýnýz ve müslümanlarý asýrlarca himaye ettiðiniz için sevmezler.”
Hazret-i Allah Türk milletine bu vazifeyi vermekle þereflerin en büyüðü ile þereflendirmiþtir. Bu Ýslâm milleti yüzyýllar boyunca sýrf Allah için cihad etmiþtir. Saltanat kaygusu daima arka planda kalmýþtýr. Hususen Osmanlý’lar bu hususta tebrike ve takdire þâyan bir gayret göstermiþlerdir.
Türkler Ýslâmiyet’le þereflendikten sonra, Ýslâmiyet’in bütün güzelliklerini yaþamaya yaþatmaya gayret etmiþler, Ýslâmiyet’in bayraktarlýðýný yapmýþlardýr.
Haçlý taarruzlarý Selçuklu ve Osmanlý askerlerinin karþýsýnda bir kar gibi erirken atalarýmýz ayný zamanda bütün Ýslâm dünyasýnýn müdafaasýný yapýyorlardý. Sadece Haçlý seferlerinde deðil her devirde Endonezya’dan Ýspanya’ya kadar -son demlerinde dahi- her türlü yardým talebine ellerinden geldiðince cevap vermeye çalýþtýlar. Bu uðurda hiçbir fedâkârlýktan kaçýnmadýlar. Bugün dahi dünyanýn neresinde olursa olsun darda kalan bir müslüman topluluk içten içe Türk’ün yardýmýný bekler.
Küffar bu durumu gayet iyi bildiði için bizi katiyetle sevmez. Yýkmak, zayýflatmak için fýrsat gözler. Çünkü bizler onlardan en kutsal saydýklarý, Kudüs’ü, Urfa’yý, Hatay’ý, Mardin’i, Ýstanbul’u almakla kalmadýk, ta Ýtalya’ya, Viyana’ya kadar bugünkü Ukrayna, Polanya, Çek, Slovak, Macaristan, Yunanistan, Sýrbistan gibi ülkeleri fethederek küfür ehline Avrupa’yý dar ettik. Buralarda Ýslâm medeniyetinin adaletini ve en güzel numunelerini taþýdýk. Birçok insan ve millet bizim vesilemizle Ýslâmiyet’le þereflendi. Nitekim Fâtih Sultan Mehmed'in: “Bu hânedânýn yüce maksadý ‘Ý'lâ-yý Kelimetullâh’týr!” sözü (“Bedâyi'ü'l-Vekâyi'”, vr. 197b) ve Uzun Hasan'ýn annesi Sâra Hâtun'a; “Ehl-i küfrün üzerine Ýslâm'la gitmez, onlarýn azgýnlýklarýna mâni' olmaz isek, huzûr-u ilâhî'ye hangi yüzle çýkarýz?” þeklindeki hitabý; Osmanlý Hânedâný'nýn þahsýnda, Türkler'in küffarla hangi gaye uðrunda harp ettiðinin en açýk delilleridir.
Bu nedenledir ki târih on yedinci asrýn sonlarýný gösterirken dahî, yalnýz Osmanlý coðrafyasýnýn dýþýnda bulunan hýristiyanlar deðil, Osmanlý topraklarýnda ikâmet eden ve asýrlar boyunca Türkler'in ekmeðiyle beslenen bazý hýristiyan sefârethâneleri bile, “Hýristiyanlýk âleminin Türk belâsýna mâruz olmasýndan dolayý, dâhilen büyük bir keder hissedildiði cihetle” Osmanlý'ya için için kin kusuyordu. (Antuvan Galan, “Ruznâme”, c. 1, s. 210)
Birçoklarý ise Türkler'i, hýristiyanlarý cezalandýrmak için bir azap kamçýsý olarak yaratýlan “Tanrý'nýn kýrbacý” olarak görüyor ve vasýflandýrýyordu.
Sultan Alparslan’ýn Anadolu’yu Ýslâm yurdu yapmasýyla baþlayan bu düþmanlýk, Osmanlý ordularýnýn Viyana kapýlarýnda durmasýyla bitmemiþtir. Zira Haçlý Seferleri Hýristiyan Batý devletleri tarafýndan Türkler’i önce Anadolu’dan sonra Balkanlardan çýkarmak için düzenlenmiþ seferlerdir. Türkler’i Anadolu’dan çýkarmadýkça bu niyet ve gayenin kaybolmasý mümkün deðildir.
2 - “Sizler farkýnda deðilsiniz ama onlar þu gerçeði çok iyi bilirler: Tarihten Türk çýkarýlýrsa tarih kalmaz. Osmanlý Arþivi tam olarak ortaya çýkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazýlmasý gerekirdi. Osmanlý Arþivi kasýtlý olarak çürütüldü ve imhâ edildi.”
Türkler’in 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’yu fethi ile baþlayan bin yýllýk süreçte dünya tarihini þekillendiren, deðiþtiren, kýsaca tarihi yazan hep atalarýmýz olmuþtu. Bugün medeniyet namýna ortaya konulan hemen her þey bu bin yýllýk tarihin tabii uzantýlarýdýr. Doðu’da Selçuklu ve Osmanlý, Batý’da Endülüs medeniyeti olmasaydý, Batý kendi küfür ve vahþet karanlýðýnda boðulup kalýrdý.
Bunu gayet iyi biliyorlar, fakat kibirleri ve küfürleri itiraf etmelerine engel oluyor. Ancak bu profesör gibi hakikatleri itiraf edenler de var. Bunlardan birisi olan Hewlett Packard'ýn Yönetim Kurulu Baþkaný Carly Fiorina aþaðýdaki konuþmayý 11 Eylül saldýrýsýndan iki hafta sonra yapmýþtý:
“Bir zamanlar dünyada çok büyük bir medeniyet vardý.
Bu medeniyet bir okyanustan diðerine, kuzey iklimlerinden tropiklere ve çöllere uzanan kýtalararasý bir süper devlet yaratmayý baþarmýþtý. Hakimiyetinde farklý din ve etnik kökenden oluþan yüz milyonlarca insan adalet ve barýþ içinde bir arada yaþadý.
Dillerinden biri dünyanýn çoðunun evrensel dili ve yüzlerce ülkenin insanlarý arasýnda bir köprü haline geldi. Ordularý birçok farklý milliyetten oluþuyordu ve daha önce hiç görülmemiþ bir barýþ ve refah düzeyinin yaþanmasýný saðladý. Ticari sýnýrlarý Latin Amerika'dan Çin'e kadar uzanýyordu.
Ve bu medeniyet her þeyden çok yeni buluþlarla geliþimini sürdürdü. Mimarlarý yerçekimine meydan okuyan binalar dizayn ettiler. Matematikçileri bilgisayarlarýn yapýlmasýný ve encryption'in (þifreleme sistemi) bulunmasýný saðlayan cebir'i ve algoritma'yý yarattýlar. Doktorlarý insan vücudunu incelediler ve birçok hastalýða çare buldular. Astronomlarý göðü incelediler, yýldýzlarý adlandýrdýlar ve uzay araþtýrmalarý ile uzaya yolculuðun önünü açtýlar.
Yazarlarý binlerce hikaye yarattý: Cesaret, aþk ve gizem hikayeleri. Þairleri aþk'ý yazdýlar, onlardan öncekiler bunlarý düþünmekten bile korkarken.
Diðer milliyetler düþünce'den korkarken, bu medeniyet düþünce'yi geliþtirdi ve canlý tuttu. Geçmiþ medeniyetlerin bilgisi sansür tarafýndan tehdit edilirken, bu medeniyet ilmi yaþattý ve geleceðe miras býraktý.
Evet, Ýslam medeniyetinden bahsediyorum: 800'lerden 1600'lere kadar hüküm suren ve Osmanlý Ýmparatorluðunu, Baðdat Krallýðý'ný, Þam'ý, Kahire'yi ve Kanuni Sultan Süleyman gibi aydýn yöneticileri içine alan Ýslam Medeniyeti'nden.
Bizler çoðunlukla bu medeniyete olan teþekkür borcumuzun farkýnda olmasak da, onun hediyeleri bizim mirasýmýzýn büyük bir parçasýný oluþturuyor. Arap matematikçilerinin katkýsý olmadan bugünün endüstri teknolojisi varolamazdý. Mevlana C. Rumi gibi sufi þair-filozoflar þahsiyet ve hakikat kavramlarýmýza meydan okudular. Kanuni Sultan
Süleyman gibi liderler ise tolerans ve sivil liderlik düþüncesine önemli katkýlarda bulundular. Ve belki de Kanuni'den þöyle bir ders çýkarabiliriz: Tevarüse deðil, bireysel yeteneðe dayalý bir liderlik. Ýçinde Hýrýstiyan, Müslüman ve Yahudi geleneklerini barýndýran çok çeþitli bir halkýn bütün yeteneklerinden yararlanan bir liderlik anlayýþý.
Kültürü, kalýcýlýðý, farklýlýðý ve cesareti besleyen böyle aydýn bir liderlik, 800 yýllýk bir geliþim ve baþarýya önderlik etti. Þu an içinde bulunduðumuz karanlýk ve hassas dönemlerde, bizler kendimizi böylesine muhteþem toplum ve kurumlar inþa etmeye adamalýyýz. Ve her þeyden çok, liderliðin önemi üzerine odaklanmalýyýz; gözüpek, kararlý ve giriþimci liderliðin" (Y. Þafak, Yusuf Kaplan, 14 Kasým)
Bu hakikatler ortada iken Batý’lý hakim güçler ve din adamlarý kendi düzenleri bozulmasýn diye binbir türlü yalanla halklarýna Türk düþmanlýðý empoze ettiler. Türkler’i vahþi, dinsiz, barbar, sapýk gibi akla-hayale gelmeyen her türlü iftirayý attýlar.
Bu sebeple özellikle Osmanlý Devleti'nin, cihâna hükmettiði dört asrý boyunca bütün küffar âleminin gönlünde “Türk” korkusu iyice yer etmiþ ve uzun müddet silinmemiþti. Bilhassa onbeþinci asýrda, herhangi bir küffar devletinde aydýn olmak için aranan ilk þart “Türk düþmaný” olmaktý. Avrupa teknoloji kavramýyla “Türk korkusu” sayesinde tanýþmýþ, “Türkler'den korunma” telâþý batýlý devletlerin ticaretinden sanatýna, kültüründen inanýþýna kadar her alanda yerini almýþtý. (Erhan Afyoncu, “Hürriyet Tarih”, 15 Aralýk 2004, s. 4-13.)
Osmanlý arþivi'nin kasýtlý olarak çürütülüp imhâ edilmesi meselesine gelince;
1931 yýlýnda dünyanýn hiçbir yerinde, hiçbir milletin târihinde görülmedik bir biçimde, büyük bir kýsmý maliyeye âit olan Osmanlý arþiv belgeleri, millî ve mânevî duygulardan yoksun bazý kimseler tarafýndan Bulgaristan'a, okkasý 3 kuruþ 10 paraya hurda kâðýt olarak satýlmýþtý.
Bu yýllarda Ýstanbul Defterdarlýðý Mâliye Arþivi'nde bulunan askerî, malî, ticarî, siyasî, hukukî, edebî, denizcilik tarihimize ve bilim tarihimize âit evrakýn büyük bir kýsmý, iþin ehli ve belgelerin deðerini takdir edecek hiçbir þahýs veya müesseseye danýþýlmadan, kesekâðýdý yapýlmak için ayrýlan kâðýtlarla birlikte Bulgaristan'a satýlmýþtý. Satýlan belgelerin miktarý 30 ilâ 50 ton arasýndaydý. Çoðunluðu maliyeye ait olan belgeler, özellikle Tanzimat'tan sonra muhtelif dairelerden gelen vesikalarýn da burada toplanmasýyla artmýþ ve çoðalmýþtý.
Sultanahmet'teki Bizans döneminden kalma hapishanede bulunan belgeler ise, Maliye Bakanlýðý'nýn emri ile defterdarlýkta konu ile alakasý olmayan iki tapu memurunun üstünkörü incelemeleri sonucunda; günün maliyesi ile ilgili olmadýklarýna, bir deðer taþýmadýklarýna ve hükümlerinin geçmiþ olduðuna karar verilerek, bir kýsmýnýn da boþ kâðýt parçalarý olduðu iddia edilerek, kâðýt fabrikalarýnda hamur haline getirilmek maksadýyla Bulgaristan'a gönderilmek üzere, Sirkeci'den döke saça vagonlara doldurulmuþ ve yollanmýþtý. Bulgarlar satýn aldýklarý Osmanlý arþiv malzemesini titizlikle inceleyip, tamamýna yakýnýný tasnif etmiþler, tahribe uðramýþ olanlarýn bir kýsmýný da yeniden restore etmiþlerdi. (Bu hususta daha ayrýntýlý bilgi için, bakýnýz: “Bulgaristan'a Satýlan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi Arþiv Çalýþmalarý” Ankara Baþbakanlýk Devlet Arþivleri Genel Müdürlüðü, c. 23, s. 230, bas.: 1994; c. 37, s. 604, bas.: 1993. - T.C. Baþbakanlýk Devlet Arþivleri Genel Müdürlüðü Osmanlý Arþivi Daire Baþkanlýðý.)
3 - “Dün Avrupa’nýn pazarý idiniz. Þimdi Avrupa’yý pazar yapmaya baþladýnýz.”
Batýlý devletler ürettikleri mallarý pazarlamak için bütün dünyaya saldýrýrken en büyük hedeflerinden birisi de Osmanlý idi. Osmanlý son zamanlarýnda iyice zayýflamýþ, özellikle ekonomide dizginleri tamamen Batý ülkelerine teslim etmiþti. Batý ülkeleri Osmanlý topraklarýnda ticari imtiyazlar elde etmek, madenlerini ele geçirmek, ticaret yollarýnda söz sahibi olabilmek için birbirleri ile yarýþýrdý. Ýþ o dereceye varmýþtý ki, yabancý vergi
memurlarý ülke içinde alacaklarýna karþýlýk olmak üzere vergi toplarlardý. Kurtuluþ Savaþý sonrasýnda sadece askerî deðil ekonomik boyunduruktan da kurtulmuþtuk.
Ne acýdýr ki bugün ekonomik alanda Osmanlý’nýn son zamanlarýný hatýrlatan hadiseler yaþanýyor. Batý ülkeleri ülkemizi “Pazar” yapmak için binbir dalavere çevirirken, ülkemizin deðerlerini “Pazarlama”yý bize dayatmakta, bu tür tavizleri veren idarecileri baþ tacý etmektedir. Bütün engellere, pazarlamalara raðmen yaþanan olumlu bazý geliþmeler dahi küffar milletlerini rahatsýz etmektedir. Sözlerini “Batý size millî kimliðinize dönmenize imkân vermez.” diyerek bitiren Prof. Neumark’ýn bu tespiti adeta Türkiye’nin ekonomisi için de söylenmiþ gibidir. Yetiþmiþ insan gücü ve deðerlendirilmeyi bekleyen pekçok kaynaðý ile Türkiye ekonomik atýlým için çok uygun bir zemine sahiptir. Ancak gerek dýþ gerekse iç, buna imkân vermemek için her türlü oyun tertip edilmektedir. “Dostluk” hikâyesine bir din gibi sarýlan basiretsizler küffarýn manen nüfuz etmesine zemin hazýrladýklarý gibi, iktisaden nüfuz etmelerine de yardým etmekte bir beis görmezler.
4 - “En az 400 yýl Avrupa'nýn sýrtýnda ve ensesinde at koþturdunuz.”
Osmanlý fethettiði topraklarý Ýslâm beldesi kýlýp adalet ve medeniyetini yerleþtirdiði gibi, Osmanlý akýncýlarý Avrupa içlerine yalýn kýlýç dalarlar, Almanya gibi nice ülkelerde at koþtururlardý. Barbaros gibi denizler fatihi kumandanlarýmýzýn emrindeki deniz akýncýlarýmýz ise denizleri küffar gemilerine dar ederlerdi. Kemâl Paþazâde “Tevârîh-i Âl-i 'Osmân”ýn “VIII. Defter”inde; Sultan Ýkinci Bayezid'in küffar üzerine ard arda sefer düzenlemesini ve küfür beldelerini Ýslâm topraklarýna dâhil etmesini engelleyemeyen Leh beyinin, Boðdan beyine haber göndererek: “Beni Türk'ün elinden kurtar!” diye çaresizlik içinde yalvarýþýný anlatýrken, küffarýn o asýrlarda Türkler'den duyduðu korkuyu ve küfürdaþlarýnýn emrine nasýl âmâde olduðunu þiirinde þöyle dile getiriyordu:
“Kenara çýkmaða isterdi çâre
Eyü ya, tiz ne derlerse ederdi.
Halâs olmað içün Türk'ün elinden,
Cehennem yolunu bulsa giderdi!..” (“Tevârîh-i Âl-i 'Osmân”, VIII. Defter, s. 174-175.)
Erhan Afyoncu “Hürriyet Tarih” dergisinde yayýnlanan “Avrupa'nýn Korkusu Attila ile Baþlar” baþlýklý yazýsýnda, asýrlar boyunca küffârý titreten “Türk korkusu”nu tarihî bir örnekle þöyle açýklar: “Türkler'in yenilmez olduðu anlayýþý ile ilgili çok ilginç bir örnek de þu idi: 17. yüzyýlda Türkiye'ye gelen bir Alman seyyah, Türk gemisiyle Ýskenderiye'ye giderken, dört Venedik kalyonu ile karþýlaþýnca gemideki Türkler'in telâþlanýp korkmalarýna inanamaz ve 'Türkler gibi dünyânýn en cesur varlýklarý, sadece dört adet Venedik gemisinden korkuyorlar. Demek ki onlar da bizim gibi insanlarmýþ' demiþti.” (“Hürriyet Tarih”, 15 Aralýk 2004, s. 7.)
5 - “Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlýlar ise Balkanlar ve Orta Avrupa’yý Hristiyan Haçlýlara mezar ettiler.”
Ýslâm’ýn ilk 300 yýlýnda yaþanan muhteþem inkiþafýn duraklamaya girdiði ve Bizans’ýn müslümanlar aleyhine bazý kýsmî baþarýlar elde ettiði bir devirde Türkler’in Ýslâm bayraðýný devralmasý Hýristiyan Batý için büyük bir hayal kýrýklýðýna sebep oldu. Zira Türkler’in Ýslâm sancaðý ile tarih sahnesinde oynadýklarý rol çok muazzam neticelere sebep oldu. 1071 Malazgirt zaferinden sonraki birkaç sene içerisinde hemen bütün Anadolu Türkler’in eline geçti. 1075’te Anadolu Selçuklu Devleti kuruldu. Baþkenti Ýznik oldu. Bizansýn kökünden sarsýlmasý ve Selçuklularýn Ýstanbul kapýsýna dayanmasý Avrupalýlarý telaþa düþürdü. Hýristiyanlar müslümanlarý Ortadoðu’dan atýp Kudüs’ü tekrar ele geçirmenin hayalini kurarken Müslüman Türkler Avrupa kapýlarýna dayanmýþtý. Ýngiliz tarihçi Gibbon, Haçlý seferlerini anlatmaya þu cümle ile baþlar: “Türkler tarafýndan Kudüs’ün zaptýndan 20 sene sonra, Pier Lermit namýnda bir papaz, artýk Bizans Ýmparatorlarýndan ümidini kesmiþ, bütün Avrupa cengâverlerini
toplayýp harekete geçirmiþ oluyordu.” (Eduoard Gibbon, Histoire de le décandence et de la chute Romain, c.2, s. 639)
Papa Ýkinci Urbanus’un 1095 yýlýnda yaptýðý çaðrý üzerine toplanan haçlý ordusu 1096-1270 seneleri arasýnda tertiplenen sekiz Haçlý seferinin ilki oldu.
Birinci Haçlý Seferi
(1096-1099):
Haçlýlar yaklaþýk 600,000 kiþi toplamýþtý. Yaðma ve tahribatlar yaparak ilerleyen bu çapulcular daha Almanya’da yolun baþýnda 10.000 yahudiyi kýlýçtan geçirmiþlerdi.
Haçlý ordusunun Anadolu’ya geçen ilk büyük grubunu Anadolu Selçuklu Sultaný Birinci Kýlýç Arslan, Ýznik önlerinde kýlýçtan geçirdi. Haçlýlarýn esas kuvvetleri 1097 senesi Mayýs ayýnda Anadolu Selçuklularý’nýn baþþehri Ýznik’i kuþattýlar. Kanlý çarpýþmalar iki taraftan da aðýr kayýplara sebep oldu. Altý yüz bin kiþilik Haçlý ordusu karþýsýnda tutunamayan Birinci Kýlýç Arslan çarpýþarak geri çekildi. Ýznik, Bizans’ýn eline geçti. Eskiþehir istikametinden Anadolu’ya giren Haçlý ordusuna karþý Sultan Birinci Kýlýç Arslan (1092-1107), yýpratma savaþlarýna baþladý. Anadolu’da Haçlýlarý en stratejik bölgelerde yakalayýp, âni baskýnlarla imha hareketlerine giriþti, pek çoðunu kýrdý.
Altý yüz bin kiþilik kuvvetle Anadolu’ya geçen Haçlýlar, Türkler’in imha hareketi sonucu, Antakya Kalesi önlerine geldiklerinde 100.000’e inmiþti. 1097 yýlý Ekim ayýnda Antakya’yý kuþatan Haçlýlar, kale içindeki Hýristiyan ahaliden birinin ihaneti sonucu, dokuz ay sonra, Haziran 1098’de þehre girebildiler. Antakya’yý alan Haçlýlar, kýrk bine düþen kuvvetleriyle Kudüs’e hareket ettiler. Þiî-Fatýmîlerin elinde olan þehir, kýsa sürede Haçlýlarýn eline geçti. Kudüs, Haçlýlarýn eline geçince, tarihte görülmemiþ büyük bir katliama uðradý. Yetmiþ bin kiþiyi -mabetlere sýðýnan kadýnlar ve çocuklar dahil- acýmasýzca kýlýçtan geçirdiler. Þehrin sokaklarý, kan ve cesetlerden geçilmez oldu.
Birinci Haçlý Seferi neticesinde Kudüs’te Katolik Latin Krallýðý, Antakya ve Urfa’da birer Haçlý devleti kuruldu. 1144 senesinde Musul Atabegi Ýmâdeddin Zengî, Urfa’yý geri aldý. Bu durum Ýkinci Haçlý Seferine sebep oldu.
Ýkinci Haçlý Seferi
(1147-1149):
Urfa’nýn Müslümanlar tarafýndan geri alýnmasý üzerine, papa Eugenius’un teþviki neticesinde Ýkinci Haçlý Seferi baþlatýldý. Alman Ýmparatoru komutasýnda 75.000 kiþilik ilk kafile, Konya Ovasýna geldi. Bu ordu, Türkiye Selçuklularý Sultaný Birinci Mesud tarafýndan imha edildi. Alman Ýmparatoru, canýný zor kurtararak, beþ bin kiþiyle Ýznik’e sýðýndý. Fransa Kralý Yedinci Louis, 150.000 kiþi ile yola çýktý. Alman Ýmparatoru’nun geriye kalmýþ döküntü kuvvetleriyle Ýznik’te birleþti. Bu kalabalýk orduya karþý meydan muharebesi yapmayý uygun bulmayan Sultan Mesud, Haçlýlarý, Toroslar geçidine çekti. Burada büyük kayýplara uðratýlan Haçlýlarýn artýklarý, Antakya’ya sýðýndýlar. Þam’ý muhasara ettilerse de, Türkler tarafýndan maðlup edildiler.
Üçüncü Haçlý Seferi
(1189-1192):
Selahaddin Eyyubî, Þiî-Fatýmî Devletini ortadan kaldýrýp, Eyyubî Devleti’ni kurduktan sonra, Haçlýlara karþý harekete geçti. 1097 senesinden beri Haçlýlarýn elinde bulunan Kudüs’ü, 1187 senesinde ele geçirdi. Bunun üzerine Papa Üçüncü Clemens’in teþvikiyle Fransa ve Ýngiltere Krallarý ile Alman Ýmparatoru, Üçüncü Haçlý Seferi’ne katýldýlar. Avrupa’nýn en ünlü kral, imparator ve kumandanlarýnýn katýldýðý bu sefer, meþhurdur.
Alman Ýmparatoru Friedrich Barbarossa, kara yolu, Fransýz Kralý Philippe Auguste ile Ýngiliz Kralý Arslan Yürekli Richard, deniz yoluyla hareket ettiler. Türkiye Selçuklularý Sultaný Ýkinci Kýlýç Arslan, Alman Ýmparatoruna Anadolu’ya girmemesini ikaz etmiþse de, kabul etmedi. Türkler’i dinlemeyen Ýmparator Friedrich Barbarossa, ordusunun büyük bir kýsmýný Selçuklu askerlerinin elinde kaybetti. Sonunda, Akdeniz’e
ulaþamadan nehirde boðuldu. Baþsýz kalan ve aðýr zayiat veren haçlýlar, periþan bir vaziyette Filistin’e ulaþtýlar. Ýngiltere Kralý, deniz yoluyla Kýbrýs’a varýp, Bizans valisini adadan kovarak Latin Krallýðý’ný kurdu. Kýbrýs’tan Akka’ya geçen Arslan Yürekli Richard ve deniz yoluyla Akka’ya varan Fransýz Kralý, uzun süren muhasaradan sonra kaleyi aldý. Kudüs’ü yeniden almak için savaþtýlarsa da muvaffak olamadýlar. Fransa ve Ýngiltere krallarý, acý tecrübeler ve aðýr kayýplar neticesinde, Kudüs’ü alamayacaklarýný anlayýnca, ülkelerine döndüler.
Dördüncü Haçlý Seferi
(1204):
Papa Üçüncü Innocentius’un çaðrýsý, Foutges de Neville’nin propagandasý neticesinde Bonifacio’nun tertip ettiði bu Haçlý seferine Almanya Ýmparatoru Altýncý Heinrich katýldý. Haçlýlar, Venedik gemileriyle Ýstanbul önüne geldiler. 1204 yýlýnda Bizanslýlardan Ýstanbul’u aldýlar. Bizans Ýmparatoru, tahtýný Ýstanbul’dan Ýznik’e taþýdý. Bu olay, Bizans tarihinde ilk defa oluyordu. Nihayet Ýstanbul’da 1261 senesine kadar devam eden ‘Latin Ýmparatorluðu’ kuruldu. Bu sefer sonunda Venedik ve Ceneviz Devletleri, Yakýndoðu’da, büyük nüfuz ve toprak parçalarý elde edip zenginleþtiler. Haçlýlar, dindaþlarý olan Ýstanbul’un Ortodoks Hýristiyanlarýna, çok zulüm ve eziyet yaptýlar. Ýstanbul’un sanat eserleri, zengin olmak hýrsýyla tahrip edildi, evler yaðmalanýp, binlerce Ýstanbullu, þehrin tarihinde görülmemiþ, insanlýk dýþý tecavüzlere uðradý, soyuldu ve iþkenceyle öldürüldü. Dördüncü Haçlý Seferinden, Müslümanlardan ziyade Ortodoks Hýristiyanlar zarar gördü.
Beþinci Haçlý Seferi
(1217-1221):
Papa Üçüncü Honorius’un teþvikiyle Macar Kralý Ýkinci Andrias, Kuzey Avrupa’dan gelen Haçlýlarla, 1217 senesinde Akka’ya geldi. Kral Andrias, Müslümanlar karþýsýnda dayanamayýnca, geri döndü. Geride kalanlar Dimyat’a saldýrýp, þehri aldýlar. Daha sonra Kahire’ye yöneldilerse de Eyyubîler tarafýndan bozguna uðratýlýp, daðýtýldýlar.
Altýncý Haçlý Seferi
(1228-1229):
Papa Dokuzuncu Gregorius’un teþvikiyle Alman Ýmparatoru Üçüncü Frederich tarafýndan tertip edildi. Alman Ýmparatoru Kudüs’e kadar geldi. Eyyubî Sultaný Melik Kâmil’in dýþ baskýlardan bunaldýðý bir devrede, Haçlýlarýn Kudüs’e gelmeleri antlaþma zemini doðmasýna sebep oldu. Antlaþma ile Kudüs Haçlýlarýn eline geçti. Fakat Türkler tarafýndan maðlup edilmeleri sonucunda þehir, tekrar Eyyubîlere teslim edildi.
Yedinci Haçlý Seferi
(1248-1254):
Kudüs’ün Müslümanlar tarafýndan alýnmasý üzerine, Fransa Kralý St. Louis tarafýndan tertip edildi. Mýsýr’da yeni kurulan Memlûklular, Haçlýlarý, 1250 senesinde, Mansûre Meydan Muharebesi’nde maðlup edip, Fransa Kralýný da esir aldýlar. Haçlýlar daðýldý. St. Louis, Dimyat’ý Müslümanlara verip ülkesine döndü.
Sekizinci Haçlý Seferi
(1268-1270):
Antakya’nýn Müslümanlar tarafýndan fethedilmesi ve Yedinci Haçlý Seferi’nin öcünü
almak için Fransa Kralý St. Louis tarafýndan düzenlendi. Bu seferin hedefi, Kudüs olmayýp, Akdeniz kýyýlarýndaki Müslüman denizciler üzerineydi. St. Louis, Tunus’a çýktýysa da, salgýn hastalýktan öldü. Fransa ordusu geri döndü. Bu sefer de baþarýsýzlýkla sonuçlandý.

1096-1270 seneleri arasýnda, Müslümanlara karþý düzenlenen Haçlý seferleri sonucunda, bir takým Lâtin devletleri kuruldu. Bunlar, Kudüs Krallýðý, Kýbrýs Krallýðý, Trablus Kontluðu, Antakya Prensliði, Urfa Kontluðu, Ýstanbul Lâtin Ýmparatorluðu, Mora
Prensliði, Atina Dukalýðý, Kefalonya Kontluðu, Naksos Dukalýðý, Saint Jean Þövalyeleri idi. Bu Lâtin devletleri, Türkler tarafýndan ortadan kaldýrýldý ve Haçlýlardan hiçbir iz býrakýlmadý. Temeli Haçlý Seferleri ile atýlan Avrupa tarihi müthiþ bir vahþet tarihidir. Haçlý kaynaklar bu vahþetin akla durgunluk verecek hikâyeleriyle doludur. Meselâ Fransa Enstitüsü üyelerinden Funde Brentano’nun “Les Croisades” adýndaki eserinde þöyle yazar:
“Ýlk Haçlý seferinin Pierre L’Ermite (Piyer Lermit) idaresindeki öncü kuvvetleri 1096 tarihinde Ýstanbul önlerine geçirilip Türklere karþý sevk edilince, týpký eþkýya çeteleri þeklinde öteye beriye saldýrýp haydutluða kalkýþan mülevves haçlýlar Ýznik civarýnda ellerine geçirdikleri masum çocuklarý piþirmek için parçalýyorlar veyahut kazýklara geçirerek ateþte kýzartýyorlardý.” Yine ayný eserde ünlü haçlý kaynaðýndan alýnan ve Halep’in “Maarra” kasabasýnýn haçlýlar tarafýndan kuþatýlmasýna ait olan þu olaya rastlanmaktadýr: “Türk þehitlerinin cesetlerini doðrayýp etlerini kýzartarak yiyorlardý. Açlýk öyle bir hal almýþtý ki, halk tabakasýna mensup olan haçlýlar kasaba civarýndaki 15 günü geçen bir zamandan beri serili duran kokmuþ müslüman cesetlerini büyük bir iþtahla yemek zorunda kaldýlar.” (Atýf Bilgili, Ýlkadým, Temmuz 2004)
Bu vahþi sürülere Selçuklular Anadolu’yu mezar ettiler.
Ýkinci Haçlý Dalgasý:
(Osmanlý Türkleri’ni Balkanlar’dan Çýkartmak Ýçin Tertip Edilen Haçlý Seferlerisevinçli
Bir müddet ara verilen Haçlý Seferleri Osmanlý Türkleri’nin Balkanlara geçerek burada hýzlý bir þekilde fütuhata devam etmesi üzerine yeniden baþladý. Sultan Birinci Murad 1362 yýlýnda Edirne’yi fethetti. 1364 yýlýnda Papa’nýn çaðrýsý üzerine toplanan Haçlý ordusu Edirne’ye kadar geldi. Hacý Ýl Bey komutasýnda Osmanlý ordusu Sýrpsýndýðý denilen mevkide Haçlýlarý periþan etti. Bu zafer Osmanlý’ya Balkan topraklarýný tamamen açmýþ oldu. Dedeaðaç, Gümülcine, Kavala, Drama, Samakov Osmanlý’ya geçti. 1389 yýlýnda toplanan baþka bir Haçlý Ordusu Birinci Kosova Savaþý olarak tarihe geçen harpte baþkumandanlarý dahil sekiz saat içerisinde imha edildi. Sultan Murad Hüdavendigâr harp sahasýný gezerken yaralý bir Sýrp askeri tarafýndan þehid edildi. Bu zaferden sonra Balkanlar tamamen Osmanlýlar’ýn eline geçmiþ oldu. Yýldýrým Bayezid’in Ýstanbul’u kuþatmasý üzerine 1396 yýlýnda muazzam bir Haçlý ordusu daha tertip edildi. Macaristan, Ýngiltere, Fransa, Norveç, Ýskoçya, Polonya, Ýspanya, Aragon krallýklarý, Almanya Ýmparatorluðu, Venedik Cumhuriyeti, Papalýk, Rodos ve Ceneviz kuvvetlerinden oluþan Birleþik Haçlý ordusu 100.000 ölü, 10.000 esir býrakarak yok edildi. Ýkinci Murad Han devrinde Haçlýlar Osmanlý’ya karþý dördüncü defa bir araya geldi. Macaristan, Almanya, Polonya, Bizans, Venedik, Papalýk... gibi devletlerin ordularý bir araya geldiler. 1444 Varna Savaþý’nda düþman ordusu imha edilmesine karþýlýk Osmanlý ordusu sadece 150 þehid vermiþti. Haçlýlar 1448 yýlýnda tekrar þanslarýný denediler. 100.000 kiþi toplamýþlardý. Yine büyük bir bozgun yaþadýlar. Bu, haçlýlarýn Osmanlý Türkleri’ni Balkanlar’dan çýkartmak için son teþebbüsleri oldu. Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlýlar Balkanlar’ý Haçlýlar’a mezar ettiler. Modern Avrupa tarihinin Haçlý Seferleri ile baþladýðýný söylemek mümkündür. Bu sebeple Türk’ü Anadolu’dan çýkarýp atmak fikri Haçlý Batý’nýn damarlarýna, genlerine iþlemiþtir. Nitekim bütün iç çekiþmelerine raðmen her fýrsatta Türklere karþý birlik olmuþlardýr. Birinci Dünya harbinde Kudüs’ün elimizden çýkmasý üzerine, müttefikimiz olan Almanlar, bayram yapmýþtýr. Bugün de deðiþik kisveler altýnda Haçlý seferleri devam etmektedir. Zira Batý’nýn temel zihniyeti budur. Bush Irak’a asker gönderirken “Haçlý seferi yapýyoruz.” demiþtir. Bütün çýkar çatýþmalarýna raðmen Batý’nýn Türkiye’nin parçalanmasý noktasýndaki iþbirliði dikkat çekmektedir. Ýþte bunlarýn durumu budur. Bu küffarý dost edinenlerin durumunu siz düþünün. Bunlarýn -tarihte- saltanat kaygusu ile küffarla anlaþanlarla durumunu siz kýyas edin.
6 - “Sizi silâh ile yenemeyenler kendilerine benzeterek, millî ve mânevî deðerlerinizden kopararak yendiler ve hakimiyet saðladýlar. Giyiminizden yaþantýnýza kadar her þeyi kendilerine benzettiler. Ahlâkî deðerlerinizi yýprattýlar. Ve sonra kendi içinizde sizi bölmeye baþladýlar.” Görüldüðü gibi Hýristiyan Batý Türkler’i bu topraklardan çýkartmak ve yoketmek gayesiyle defalarca býkmadan Haçlý seferleri düzenlemiþtir. Fakat her seferinde yenilmiþler ve büyük bir hüsrana uðramýþlardýr. Bu durum Avrupalýlarda Türkler’in harp ile yenilemeyeceðine dair bir kanaat oluþturdu. Zira Küffar âlemi Türkler'in bu güçlerini imânlarýndan aldýklarýný anlamýþlardý. Bunun için bu milleti içinden yýpratmanýn ve yýkmanýn yollarýný aradýlar ve bu yönde büyük gayretle, sinsice çalýþmalar yürüttüler. 1710 yýlýnda Ýngiliz sömürgeler bakanlýðýnýn emriyle Mýsýr, Irak, Ýran, Hicaz ve hilâfet merkezi Ýstanbul’da casusluk faaliyetlerinde bulunmak ve batý çýkarlarý adýna gizli bilgiler toplamak üzere görevlendirilmiþ bir Ýngiliz ajan misyoneri olan Hampher; “Ýslâm’ý Nasýl Yok Edelim, Bir Ýngiliz Ajanýnýn Hatýralarý” isimli kitabýnda Ýslâm’ý nasýl yýkacaklarýný, neler yaptýklarýný, bu tarihte beþ bin olan hýristiyan misyonerlerinin neler yaptýðýný, kendisinin Osmanlý devletini yýkmak, müslümanlarý dinden uzaklaþtýrmak, fitne ve fesat çýkarmak için nasýl çalýþmalar yapýp, tohumlar ektiðini hatýratýnda yazmýþtýr. Öyle ki; Vehhâbîliðin kurucusu olan Muhammed bin Abdulvehhab’ý nasýl kandýrýp yoldan çýkardýklarýný, nasýl onu Ýslâm’ý yýkmak, müslümanlarý parçalamak için kullandýklarýný açýkça bir bir anlatmaktadýr.
Misyoner Rahip Samuel Zwemer de:
“Müslümanlarý vaftiz etmek için boþuna çabalayýp durmayalým... Baþka yollar deneyelim. Ýslâm ülkelerinde giriþeceðimiz faaliyetlerde onlara, hýristiyan adetlerini, hýristiyan bayramlarýný, hýrýstiyan kültürünü, hýristiyan ahlâkýný aþýlayalým.” demiþtir.
Osmanlý Devleti’nin yýkýlmasýnýn sebeplerinden birini oluþturan misyoner çalýþmalarýnýn en bariz özelliðini, yine Hampher’den okuyoruz. “Orta halli âileler için yaptýðýmýz okullarda çocuklar eðitmeliyiz. O bölgelerde çok sayýda kilise inþa etmeliyiz. Ýçki, kumar, fuhuþu öyle yoðunlaþtýrmalýyýz ki, genç nesil Ýslâm’dan tamamen yüz çevirsin.” “Müslümanlarýn ýrkçý, milliyetçi duygularý kamçýlanacak, din âlimleri ile halk arasýndaki karþýlýklý sevgi, saygý, dostane iliþkiler bozulacak (âlimlere iftira etmek gibi) kâfirlerle cihadýn vâcip olduðu inancý sarsýntýya uðratýlacak.” “‘Hazret-i Peygamber’in dinden maksadý sadece Ýslâm dini deðildir. Yahudi ve hýristiyan ve diðer dinlerin takipçileri de müslümandýr.’ zihniyetini yerleþtirmek...” Yani küfrü hoþ görmek ve göstermek. Küfre kucak açmak. Bu Küfrü hoþgörü ve diyalog çalýþmalarýnýn kaynaðýnýn nereden geldiðini görüyorsunuz deðil mi? Müslümanlarý küfre teþvik etmek ne büyük nankörlüktür. “Ýslâm’ý karýþtýrýcý bir din olarak tanýtmak.” Þu an öyle yapmadýlar mý? Ýslâm’ý terör dini gibi göstermeye çalýþmýyorlar mý? “Âilelere nüfuz ederek âile içi iliþkiler, sömürü kültürüne göre düzenlenecek.”“Müslüman kadýnlarýn tesettürden vazgeçmesi için olaðanüstü çaba sarfetmek.” Ve daha nice fitne ve fesat yayýcý taktikler için bu kitap ilk kaynaklardan birisi olmuþ ve bu taktikler ajan-misyonerler ve onlarýn kuklalarý tarafýndan Ýslâm ülkelerinde tatbik edilmiþtir. Binaenaleyh Türkler’i yýkmak için bu sinsi ve iðrenç taktikler gizli gizli kullanýlmýþtýr. Günümüzde de þiddetle kullanýlmaya devam edilmektedir. Nitekim ihaneti sebebiyle Ýkinci Mahmud Han tarafýndan 1821’de Fener Patrikhanesi’nin orta kapýsýnda idam edilen patrik Ghrighorius, Rus çarý Aleksandr Nikola’ya gönderdiði gizli mektupta; Türkler’in ancak sinsi yöntemlerle içeriden çökertilebileceðine dair þu tavsiyelerde bulunmuþtu:
“Türkler’i madden ezmek ve yýkmak mümkün deðildir. Çünkü Türkler, müslüman olduklarý için çok sabýrlý ve mukavemetlidirler; gayet maðrurdurlar ve izzet-i imân sâhibidirler. Bu hasletleri dinlerine baðlýlýklarýndan, kadere rýzâ göstermelerinden, an’anelerinin kuvvetinden ve pâdiþahlarýna olan itaat duygularýndan ileri gelmektedir. Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip olduklarý müddetçe de çalýþkandýrlar. Türkler’in evvelâ itaat duygusunu kýrmak ve mânevî baðlarýný parçalayýp, din saðlamlýðýný zayýflatmak lâzýmdýr. Bunun da en kýsa yolu, onlarý millî geleneklerine ve mâneviyatlarýna uymayan hâricî fikir ve hareketlere alýþtýrmaktýr. Mâneviyatlarý sarsýldýðý gün, Türkler’in çok güçlü ve kalabalýk kuvvetler karþýsýnda kendilerini zafere götüren asýl kudretleri sarsýlacak ve artýk onlarý maddî vâsýtalarýn üstünlüðü ile de yýkabilmek mümkün olacaktýr. Bu sebeple Osmanlý devleti’ni yýkmak için, harp meydanlarýndaki zaferler tek baþýna kâfî deðildir. Yapýlacak olan; Türkler’e bir þey hissettirmeden, bünyelerindeki bu tahribâtý tamamlamaktýr.” (Rus sefîri Ýgnatiyef’in “Hâtýrât”ýndan naklen.) Bu tahribâtýn bu necip milleti ne hâle düþürdüðü bugün ayan-beyan ortadadýr. Onlarýn nazarýnda “Türk” demek “Müslüman” demekti, “Ýslâm” demekti. Ýslâm’a giren bir kimseye “Türk oldu” derlerdi. “Türk” küffara karþý sabýrla ve yýkýlmadan cihad eden müslüman demekti. Bu sebeple özellikle Hýristiyan din adamlarý bütün kinlerini hususiyetle Türkler’e karþý yönelttiler. Yazarlarý “Türkler”i bütün kötülüklerin temsilcisi gibi takdim etti. Bugün dahi Batý insaný bu minval üzere yetiþtirilmekte, Türk düþmanlýðý ile yoðrulmuþ eserleri okuyarak kiþiliðini þekillendirmektedir. Yunanistan, Ermenistan gibi ülkelerde “Türk düþmanlýðý” millî ve dinî bir kimlik haline gelmiþtir. Bu sebeple bunlarýn bize gösterdikleri herhangi bir yakýnlýðýn altýnda mutlaka kendi hesaplarýna bir gizli niyet vardýr. Gerekirse “Türk”e iftira atmak onlar için bir ibadet gibidir.
Bu zihniyetin bir neticesi olarak bu vatanda dahi “Türk’e iftira atmak” ödüllendirilen bir hâl almýþtýr. Ne idüðü belirsiz bir yazar çýkýyor “Türkler bir milyon Ermeni’yi, otuz bin Kürt’ü katletti.” diyebiliyor. Daha vahimi bu iftira karþýsýnda bizim sessiz kalmamýz, demokrasi adýna bu adamý baþtacý etmemizi istiyorlar. Bütün Avrupa, Amerika’sýna kadar arkasýnda saf tutuyor. Bunun sebebi yukarýda anlatýlanlardýr. Bunlar kendilerine ait bütün kötülükleri bu Ýslâm milletine yamamaya çalýþýrlar. Bu milletin direncini kýrmak için de sinsice içimizdeki hainleri, medyayý kullanarak içeriden taarruz ederler. Dinsizliðin ismini deðiþtirdiler “Medeniyet” dediler, vahþetin ismini deðiþtirdiler “Demokrasi” dediler. Ýftiranýn ismini deðiþtirdiler “Fikir hürriyeti” dediler. Þimdi siz kýyas edin, Avrupa istedi diye bu iftiralara sessiz kalan, mahkemeleri durdurtanlarýn durumunu.
“7 - Selçuklu ve bilhassa Osmanlý; canýný, kanýný ve malýný Ýslâmiyet uðruna feda etmeseydi, Kuzey Afrika ve Ortadoðu hýristiyan ülkesi olurdu. Ve belki Ýslâmiyet Hicaz'da azýnlýk olarak kalýrdý. Batý her yerde Ýslâmiyet'i kendi inançlarýna göre kanalize etti, ama Osmanlý Asr-ý saâdet devrindeki inancý devâm ettirdi.”Profesör’ün bu tespiti Batý’nýn ortak kanaatidir. Nitekim müsteþriklerden Türkiyatçý Leon Kahun: “Eðer Türkler’in himmeti olmasaydý, Ýslâm medeniyeti o kadar yükselmez ve o derece geniþ iklimlere yayýlmazdý.” demiþtir. Hazret-i Allah bu millete Ýslâm dinini nasip ettiði gibi, Ýslâm dininin ve müslüman ülkelerin müdafii ve hamisi olmayý lütfeylemiþtir. Bu çok büyük bir þereftir. Yukarýda da görüldüðü gibi hemen bütün Haçlý seferleri Anadolu ve Balkanlar’da Türkler’in göðsünde eriyip yok olmuþtur. Ve bu Haçlý seferleri müslüman Türk’e karþý yapýlmýþtýr. Önce Anadolu’dan çýkarmak için sonra da Balkanlar’dan atmak için.Üstelik nasýl ki Haçlýlar sýrf küfür gayretiyle bu seferleri tertip etmiþlerse, Türkler de sýrf Allah için onlara karþý cihad etmiþler. Ve Hazret-i Allah da atalarýmýzý lütfu ile destekleyerek onlara nice zaferler müyesser eylemiþtir.
Selçuklular olsun, bilhassa Osmanlýlar bu uðurda canlarýný ve mallarýný sýrf Allah için akýtmýþlardý. Dünyevî maksat ve kaygýlar daima arka planda idi. Gerçek ve öz niyet “Allah için”di. Onlar sefere çýkarken bu vataný Hazret-i Allah’a emanet eder, öyle çýkarlardý. Hazret-i Allah da bu emaneti almýþ kabul eylemiþtir ki, bu sebeple içten dýþtan o kadar taarruza raðmen hâlâ ayaktadýr. Bu böyle bilinmelidir. Bütün darbelere, bu kadar bozulmaya raðmen bu milletin Allah’a ve Peygamber’ine baðlýlýðý bozulmadan devam etmektedir.
Bunu küffar bizden daha iyi bilir.
Nitekim “Saltuknâme” adlý eserde belirtildiðine göre; hýristiyan hükümdarlar bir gün papanýn huzurunda toplanmýþlar; “Bir çâre ve tedbir edün ki Türkler'e gâlib olalum!” diyerek, kendilerince Türkler'i Anadolu'dan ve Arabistan topraklarýndan atma kararý almýþlardý. Ancak bu sinsi plâný yeterli görmeyen bir râhip, kalabalýðýn arasýndan sýyrýlarak yüksekçe bir yere çýkýp; “Beðler! Bilün ki Muhammed'ün cesedi Türkler'in içinde oldukça siz Türkler'i mahkûm edemezsiz. Ben bir fikr eyledüm, ne dersiz?” deyince; “Ýmdi nice tedbir etdün, bize bildür!” demeleri üzerine: “Bir nice kiþiyle sûret deðiþtirelüm, varup Muhammed'ün kabrinden cesedin çýkaralum, alup buraya getürelim! Muhammed'ün rûhu bizüm ilimizde dura, cümle müsliman halký bize muhtâc ola, ilimüz þen ve ma'mur ola! Ve Türkler bize nice ki Beytü'l-Makdis'i ensemüze sille urup ziyaret etdürür, biz dahî bu Türkler'ün enselerine sille urup Peygamber'lerini ziyâret etdürürüz!” cevabýný verdi. Küffar beyleri papazýn bu fikrini çok beðendiler. Bu plân sayesinde, güyâ hem kaybettikleri topraklara kavuþacaklar, hem de Peygamber'lerinin naaþýný kaçýrmakla, akýllarý sýra Türkler'e misilleme yapýp onlardan intikam alacaklardý. Ancak Papa, bu suikastin ne büyük tehlikeler doðuracaðýný tahmin edebilecek kadar zeki bir kimse idi: “Aman ha! Sakýnun, bu iþ fesaddur! Türkler’i üstümüze salarsýz, 'Bizüm Peygamber'imüz nerede ise biz de oraya varalum!' deyû bir uðurdan üstümüze gelürler, nisbet ve gayret ederler. Ölümden korkmaz bir tâifedür, ansýzýn ilimizi elimüzden alup hep bizi kýrarlar. Ben bunu istemezem!” deyip, onlarý bu sakat ve amiyane fikirden vazgeçirmeye çalýþtý. (Ebu'l-Hayr-ý Rûmî, “Saltuknâme”, s. 315-316.) Görüldüðü gibi küffar bile Türkler’in Peygamber’lerine olan baðlýlýðý karþýþýnda hakikati teslim etmek zorunda kalmýþtýr.
Türkler’in bu samimiyeti ve teslimiyeti sebebiyle bilhassa Osmanlýlar ayný Asr-ý saadetteki gibi saðlam bir itikat sahibi olmuþlardýr. Türkler’in samimiyetini ve cihadçý ruhlarýný ünlü tarihçi Bernard Lewis “Sýnýr Ýslâm’ý” kavramý ile izah etmeye çalýþmýþtýr: “Halifeliðin sýnýrlarýnda, Doðuda ve Batýda, sýnýr savaþçýlarý ...diðer yerlerde kaybolmuþ bulunan ilk Ýslâmiyetin sadeliðini, militanlýðýný ve hürriyetini hâlâ muhafaza ediyorlardý.... Türkler Ýslâmlýkla ilk kez sýnýrlarda karþýlaþmýþ ve inaçlarý o zamandan þimdiye kadar sýnýr Ýslâmlýðýnýn ve sýnýrda oturanlarýn mücahit ve sade dininin bazý kendisine özel niteliklerini korumuþtur.” (Modern Türkiye’nin Doðuþu, sh: 11)
Lewis Türkler’in bu samimiyet ve baþarýsýný tespit etmekle beraber bu durumu savaþçýlýða indirgemeye çalýþsa da “Selçuklular idaresindeki Sivas ve Konya gibi, þimdi de Osmanlýlarýn egemenliðinde Bursa, sonra Edirne ve nihayet Ýstanbul, sünni Ýslâmlýðýn bütün cihazlarýna bürünerek Müslüman kentleri, Müslüman hayatýn ve kültürün merkezleri oldular.” diyerek buralarda inþa edilen medeniyeti de itiraf etmek zorunda kalmýþtýr. Türkler’in bu yüksek ruhunun kaynaðýný tasavvuftan aldýðýný yine ayný tarihçi þöyle tespit etmektedir: “Orta Asya’da gezginci derviþler ve sûfîler tarafýndan büyük çoðunluðu Ýslâmiyete sokulmuþ olan Türkler... ...Onlarýn hocalarý, ...genellikle Türk olan derviþler, gezgin zâhitler ve mutasavvýflar idi.” (Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doðuþu, sh: 11-12) Binaenaleyh o zamandan beri küffar, Müslüman Türkler'in dinleri ve Peygamber'leri uðrunda gerektiðinde canlarýný ve mallarýný fedâ etmekten çekinmeyen bir millet olduðunu bildikleri için, daima baþka yollardan yenmenin çarelerini aramýþlar; ancak, asýrlar boyunca buna bir türlü imkân bulamamýþlardý. Küffar harp sahasýnda yenemediði bu milleti, ancak içlerine nüfûz ederek -mâneviyatlarýný öldürmek ve kendilerine benzetmek suretiyle- yýkabileceðine kanaat getirdi. Bu milletin kuvvetini aldýðý kaynaðý tespit ettikten sonra da bu kaynaðý bozmaya çalýþtýlar. Ki Türkler’i yýkabilsinler.
Nitekim Prof. Oktay Sinanoðlu da ayný tespiti yapmaktadýr:
“Batý bizden aldýklarý ilimleri bize karþý güç oluþturmak için kullanýp güçlendikçe bizi ortadan kaldýrmanýn yollarýný aramaya baþlamýþtýr. Bu iþe özellikle 1700 baþlarýnda soyunmuþlar. Fiziki olarak Türklerle baþa çýkmamýz mümkün deðil demiþler. Onun için biz olsa olsa bunlarý içinden yýkabiliriz demiþler. Araþtýrmýþlar, bakmýþlar ki Türk’ün kuvveti tasavvuftan, gelenek ve göreneklerinden, insanlýk anlayýþý gibi hasletlerden geliyor. Dolayýsýyla biz bunlarý içinden bozarsak bu iþi ancak öyle hallederiz. Ne kadar sürer demiþ Ýngiliz. ‘Biz, belki torunumuz da sonucu göremeyecek, ama biz ondan sonrasý için çalýþýyoruz.’ demiþ. Ýngiliz bu planla Hicaz’da Vâhâbîlik gibi sahte bir mezhep kurdu. Þimdiki Suud krallarý da bunlarýn torunlarýdýrlar. Vâhâbîler ilk iþ olarak Hicaz’da bulunan 300-350 bin Türkü kestiler. (Ýngiliz Hindistan’da da sahte Ahmedî mezhebini kurdu.)” (Oktay Sinanoðlu, Hedef Türkiye, sh: 137)
8 - “Kilise size kin kusmaktadýr. Sebepleri yukarýdadýr.”
Asýrlar boyunca üç kýtada Ýslâm sancaðýný dalgalandýran, fethettikleri beldelerde küfrün ve kâfirlerin kökünü kazýyan Türkler, bu vasýflarýyla iman edenler tarafýndan dâima sevgi ve hayranlýkla yâd edilirken, içleri kin ve küfürle dolu olan küffar tarafýndan da nefretle karþýlanmýþlardý. Dördüncü Mehmed döneminde Osmanlý’nýn mâlî ve idârî yönden büyük bir buhran yaþamasýný ve içte ve dýþta patlak veren isyanlarla uðraþmasýný fýrsat bilen Eflâk voyvodasý Kostantin, Osmanlý’ya karþý küstahça ve isyankâr bir tavýr takýnmýþtý. Fener Rum Patriði üçüncü Parthenios bu durumdan ümide kapýlarak, din-i Ýslâm’ý yýkma ve hristiyanlýðý dünyaya yayma hayâliyle ona gizli bir mektup yazýp, onu Osmanlý’ya karþý iyiden iyiye kýþkýrtmaya kalkýþmýþtý. Netîcede mektubu götüren ulak yakalanmýþ ve patriðin bir vatan hâini olduðu ortaya çýkmýþtý.
Devrin târihçisi Na’imâ, “Târîh-i Na’imâ”da bu hâdiseden þöyle bahsetmiþtir:
“Ýstanbûl’da rûm patrîki olan müfsid; Eflâk voyvodasý olub, Kostantîn-nâm sefile fesâdý telkin eden, aðzýyla yazýp gönderdiði bâtýl mektub yakalanýp hýyâneti zâhir olup, kendisine gösterilüb suâl olundukda, cevâbýnda: ‘Her sene sadaka tahsîli içün bu sözlü kâðýdý gönderegelmiþizdür!’ deyû itiraf etmeðin Parmakkapu’da idam olundu.” ( Na’imâ, “Târîh-i Na’imâ”, c. 6, s. 264.) Çünkü Parthenios, mektubunda Kostantin’i devletin yýkýma hazýr olduðunu söyleyerek açýkça tahrik ediyor ve Ýslâm topraklarýný kendi dindaþlarýna peþkeþ çekmeye çalýþýyordu. Na’imâ, Parthenios’un “Mektub”unda yazýlý olan satýrlarý bize þöyle nakleder:
“Mel’unun kâðýdýnda yazýlý olan bu ki;
‘Müddet-i devr-i Ýslâm tamam olmaða az kalmýþdýr. Dîn-i isevî tekrar âleme hakim olacakdýr. Ona göre tedârükde olasýz! An-karîb (pek yakýnda) cümle vilâyetler mesîhîler eline girüb, ashâb-ý sâlib ve nâkus (haç ve çan ashâbýgöz kırpma tamâmen memâlike (memleketlere) mâlik olsa gerekdür!’ demiþ.” (“Târîh-i Na’imâ”, c. 6, s. 264.)
Patrik Parthenios, hâinliði ortaya çýkýp da, içinde serbestçe ve rahatça yaþadýðý topraklarý Osmanlý’nýn ezelî düþmanlarýna peþkeþ çekmeye kalkýþtýðý sâbit olunca; Köprülü Mehmed Paþa’nýn emriyle, 1657 yýlý Nisan ayýnda Parmakkapý’da asýlmýþtýr.
Osmanlý Devleti'ne yaptýðý ihanet nedeniyle idam edilen bir baþka patrik ise, Fener patrikhânesinin orta kapýsýnda asýlan Patrik Ghrighorius’dur. Bu patrik idam edilmeden önce, asýrlar boyunca hiçbir baský görmeden himâyeleri altýnda yaþadýðý Müslüman Türk milletine karþý o güne kadar içinde biriktirdiði kin ve küfrünü kusarak; “Bizans kartalý uçacak, âyin tamamlanacak, Türkler Ýstanbul'dan kovulacaktýr! Bu gerçekleþinceye kadar bu kapý kapalý kalacaktýr!” safsatasýný tekrarlayýp durmuþtu. (Yusuf Turgut, “Karadeniz Haber Gazetesi”ndeki makâleden.)
Bu kapýyý hâlâ kapalý tutmalarý, Türkler'e duyduklarý kinlerinden bugün dahî hiçbir þey eksilmediðini açýkça ortaya koymaktadýr. Nitekim dikkat edilirse, Ermeniler’in olsun, Yunanlýlarýn olsun Türklere olan kinlerini hep kilise körüklemiþtir. Bosna’daki müslüman katliamýnda da, Kýbrýs’taki Türk katliamýnda da papazlar daima ön saftadýr. Bu asýrda dahi hep sahte belge ve bilgilerle, yalan, dolan ve iftiralarla kendi milletlerini Türkler’e karþý kýþkýrtmak için her yolu denemektedirler. Nitekim Yunanistan’ýn kurulmasýyla sonuçlanan Mora isyânýndan sonra, patrikhâne rahat durmamýþ; Osmanlý topraklarýnda yaþayan Rumlar’ý devlete karþý kýþkýrtmak için devamlý faaliyette
bulunmuþtur. Patriklerin dýþarýdan destekli olarak baþýna buyruk tavýrlarla hareket etmeleri, Osmanlý Devleti’nin yýkýlýþýný daha çok hýzlandýrmýþtýr. Bunlarýn en mühim örneklerinden biri Ýkinci Abdülhamid Hân döneminde, 1904 yýlýnda ortaya çýkmýþtýr. Devletin meþgul olduðu mâlî kriz ve siyâsî çalkantýlarý fýrsat bilen Fener Rum patriði, o güne kadar Osmanlý kanunlarýna baðlý olan patrikhâneyi “Bizans kanunu” adýný verdiði bir kanunla yönetmeye baþlamýþ; böylelikle Osmanlý hükümetine karþý isyan bayraðý çekerek, Bizans’ý ihyâ yönündeki gizli niyetini ortaya çýkarmýþtýr. Sultan Abdülhamid Hân bu “Bizans kanunu” safsatasýný iþitince oldukça hiddetlenmiþ ve derhâl saray baþ kâtibini çaðýrtarak, Fener Rum patriðine hitâben þu fermâný yazdýrmýþtýr: “Rûm patrikhânesi meclisinde cereyân eden dâvâlara ‘Bîzâns kânûnu’ nâmýyle bir kânûnun tatbîk olunduðu haber alýnmýþ olub, ilk def’â olarak kulaklarýna giden bu ‘Bîzâns kânûnu’ garibliðe þayan bulundu. Memâlik-i þâhâne kapýsýnda, pâdiþâh-ý devlet-i âliyye-i Osmâniyye’nin pây-i tahtýnda, eski kanunlarýn gayr-i müslim tebaanýn kânûnu olamayacaðý ve buna böyle bir isim verilemeyeceði, bu türlü þeylere kat’iyyen meydân verilmemesi, pâdiþâhýmýz Efendimiz’in emir ve irâdeleri gereðindedir!” (Baþbakanlýk Osmanlý Arþivi, Ýrâde Husûsî, nr.: 13.) Buradan da açýkça anlaþýlýyor ki; patrikhâne Ýslâm’ýn gösterdiði müsâmahaya hiçbir zaman lâyýk olamamýþ, dâimâ Bizans’ý ihyâ etme hayâlleriyle yaþamýþtýr. Bu niyetlerinin deðiþtiði sanýlmamalý, vataný muhâfaza için gerekli tedbirler alýnmalýdýr. Bir bu küffarýn gayretine bakýn, bir de bunlarý dost edinenlerin gayretine!..
9 - “Ben Ýstanbul’a geldiðimde Türkiye’de 2 üniversite vardý. Þimdi 19’a çýktý. Osmanlý devrinde medreseler köylere kadar yaygýn idi. Her medresede bilim vardý. Ýlk denizaltýyý Osmanlý yaptý. Sizin haberiniz yok ama Avrupalý biliyor.” Bu profesör bu sözleri ile Osmanlý devrindeki ilim tahsilinin zannedildiði gibi geri olmadýðýný izah ve itiraf ediyor. Bunu söyleyen sýradan bir kimse deðil. Almanya’dan gelip hocalarýn hocasý olarak ders veren bir bilim adamý. Sayfalarýmýzda resimlerini gördüðünüz ilk denizaltýlarýmýz gerçekten hayret uyandýracak bir hadisedir. Zira Osmanlý öyle bir medeniyetin devamýdýr ki; bu medeniyet her þeyden çok yeni buluþlarla geliþimini sürdürmüþtü. Mimarlarý yerçekimine meydan okuyan binalar dizayn ettiler. Matematikçileri bilgisayarlarýn yapýlmasýný ve encryption'in (þifreleme sistemi) bulunmasýný saðlayan cebir'i ve algoritma'yý icat ettiler. Doktorlarý insan vücudunu incelediler ve birçok hastalýða çare buldular. Astronomlarý göðü incelediler, yýldýzlarý adlandýrdýlar ve uzay araþtýrmalarý ile uzaya yolculuðun önünü açtýlar. Bugünkü ilim ehli Osmanlý’ya teþekkür etmektedir.
10 - “Sizler milli kimliðinize dönerseniz Avrupa’nýn medeniyeti ve refahý yýkýlýr. Ama Batý size bu imkaný vermez...” Ýslâm medeniyeti adalet, hakkaniyet üzerine kurulmuþtur. Avrupa medeniyeti ise sömürü üzerine kurulmuþtur. Hakimiyetleri altýndaki ülkelerin bütün zenginliklerini kendi memleketlerine taþýmýþlardýr. Bunu yaparken çok büyük katliamlar, soykýrýmlar, zulümler yapmaktan çekinmemiþlerdir. Bu yüzlerini gizlemek hususunda çok mahirdirler. Vahþetin ismini deðiþtirirler demokrasi derler, dinsizliðin ve ahlaksýzlýðýn ismini deðiþtirirler medeniyet derler. Para ile gazetecilere yalan yazdýrýrlar. Bunlarýn bu sahte düzenleri için en büyük tehlike bu milletin millî kimliðine dönmesidir. Zira bunlar gerçekte adalet düzeninin hakim olmasýný, sömürü düzenlerinin yýkýlmasýný kesinlikle istemezler. Bunlarýn durumu budur. Bu küffarý dost edinenlerin durumu bunlardan daha kötüdür. Çünkü küffarýn cephesi var. Bunlar ise müslüman kisvesi altýnda bu icraatlarý yaparlar. Küffarýn silahla yapamadýðýný “Hoþgörü” maskesi altýnda yapmasýna zemin hazýrlarlar.
Ýslâm Komutanlarý'nýn
“Ý'lâ-yý Kelimetullâh” ve Vataný Muhafaza Uðrunda Yaptýklarý Büyük Mücâdeleler
Hakiki Ýslâm kumandanlarý ve onlarýn izinden giden müslümanlar tarihte unutulmaz izler býrakmýþlardýr.
“Yalnýz onun zürriyetini kalýcýlar kýldýk. Sonra gelenler arasýnda ona (iyi bir ün) býraktýk.
Âlemler içinde Nuh’a selâm olsun! Ýþte biz muhsinleri böyle mükâfatlandýrýrýz.”
(Saffât: 77-80)
Hazret-i Allah'a ve Resûl'üne imân eden Ýslâm kumandanlarý târihte emsali görülmemiþ bir eser ve ün býrakmýþlardýr. Onlar Hazret-i Allah’ýn ismini yüceltmek için yaþadýklarýndan Hazret-i Allah da onlarýn ismini yaþatmýþtýr. Onlarýn hayatlarýnda kendilerinden sonra gelen nesiller için çok büyük ibret ve nasihatler vardýr. Onlarýn Hazret-i Allah’a baðlýlýklarý ve cihad azimleri her asýrdaki müslümanlar için büyük birer nümunedir. Onlar hiçbir zaman küfre ve kâfirlere iltifat etmemiþlerdir. Nice az topluluklarla çok kalabalýk küffar ordularýna karþý muvaffakiyetler kazanmýþlardýr. Çünkü onlar sadece Hazret-i Allah’a dayanmýþlar ve güvenmiþler, büyük bir iman ve azimle yollarýna devam etmiþlerdir. Bu þanlý tarih içerisinde Selçuklu ve arkasýndan Osmanlý ile devam eden yaklaþýk bin yýllýk bir zaman diliminde Türkler; Ýslâm bayraðýnýn, cihad sancaðýnýn sahibi ve emanetçisi olarak ehl-i imanýn gönlünde taht kurmuþ, ehl-i küfürün kalbinde korku salmýþtýr. Yukarýda da arzettiðimiz gibi hemen bütün haçlý seferleri Selçuklu ve Osmanlý ordularýnýn kýlýçlarý altýnda helâk olmuþtur. Bu muvaffakiyet ehl-i küfür’ün asla unutamadýðý müthiþ bir hadisedir. Bu milletin Hazret-i Allah’a dayandýðý zaman O’nun lütfu ve desteði ile neler yapabileceðinin büyük bir delilidir. Ýþte bu sebepledir ki; bütün gayretlerine raðmen bu Ýslâm milleti karþýsýnda muvaffak olamayan küffar milletleri taktik deðiþtirmiþ, gayesine sinsi metodlarla ulaþmanýn yollarýný denemiþtir. Yaklaþýk üç yüz yýldýr bu yönde büyük çalýþmalar yapmýþtýr. Bugün bu çalýþmalar çok daha büyük mekanizmalar vasýtasýyla devam ettirilmektedir. Bu durum karþýsýnda uyanamayan, küffar ile dostluk kuran, onlardan bir þey umanlarýn vay haline! Bu zavallýlarýn eline düþen milletimizin vay haline! Hazret-i Allah bizi büyük kayýplardan muhafaza eylesin!.. Âmin.
Aþaðýda Hazret-i Allah’ýn hükmüne teslim olan Ýslâm kumandanlarýnýn iman ve azimlerine dair örnekleri arzediyoruz. Bir bu hakikat ehlinin icraatlarýna bakýn, bir de bugün küffar önünde zilleti imana tercih edenlerin durumuna. Bu necip millete yakýþýr mý bunca zillet? Hazret-i Allah bizi bu zilletten, küffar ile dostluðu marifet zannedenlerden kurtarsýn! Amin.
Târýk bin Ziyâd:
Bu büyük kumandan 711 yýlýnýn Mayýs ayýnda yedi bin kiþilik ordusu ile Ýspanya’yý fethetmek üzere bugün kendi ismi ile anýlan Cebel-i Tarýk boðazýný geçti. Askerlerinin geriye dönüþ ümidini kýrmak için bütün gemilerini yaktýrdý. Sonra ordusuna hitaben tarihi bir konuþma yaptý. “Ýþte, önümüzde düþman, arkamýzda deniz, zaferden baþka kurtuluþ yolu yoktur.” dedi. Bu tarihi hadise dünya tarihinin gördüðü en büyük medeniyetlerden birisi olan 800 yýllýk Müslüman Ýspanya Endülüs medeniyetinin baþlangýcý olmuþtur. Bu hakikat Ýslâm dinini yaymak için fetihler yapan Ýslâm kumandanlarý ile, sömürgeci küffar kumandanlarý arasýndaki kýyasý bile mümkün olmayan farkýn en büyük delillerinden birisidir. Nitekim Ýspanyol ordularý Endülüs devletini iþgal ettikleri zaman sadece soykýrým yapmakla yetinmemiþler, bu medeniyete dair ne varsa yok etmiþledir. Bugün sadece birkaç saray ve camiden baþka bu yüksek medeniyetten hemen hemen hiçbir iz kalmamýþtýr. Mûsâ bin Nusayr, büyük Ýslâm kumandaný, Endülüs fâtihi Târýk bin Ziyâd'la Endülüs'te karþýlaþtýðý zaman; “Ey Târýk! Halîfe Velid bin Abdülmelik senin tüm bu çabalarýna karþýlýk, sana bu Endülüs'ten baþkasýný vermez!” diyerek, onu hem Endülüs'ün fethi, hem de yapmayý plânladýðý diðer fetihler hususunda, niyet ve azim bakýmýndan ölçmeye çalýþmýþtý. Fakat fethettiði beldelerde Ýslâm'ý yaymaktan, küfrün ve kâfirlerin kökünü kazýmaktan baþka bir þey düþünmeyen, “Ý'lâ-yý Kelimetullâh” gibi ulu bir gâyeyi býrakýp da; makam, þöhret, iktidar gibi fânî ve deðersiz þeyleri tercih etmeyi aklýnýn ucundan bile geçirmeyen Târýk bin Ziyâd, ona bu sözüne karþýlýk, içindeki hudutsuz ve sýnýrsýz fetih arzusunu açýða vurarak; “Ey emîr! Allah'a yemin ederim ki, atýmla Atlas okyanusuna girinceye kadar bu arzumdan vazgeçmeyeceðim!” karþýlýðýný verdi. (Ýbn Hallikân, “Vefeyâtü'l-A'yân ve Enbâu Ebnâ'i'z-Zamân”, c. 5, s. 328. bas.: Beyrut, 1977.)
Bu Ýslâm kumandanýnýn gayret ve azminin niþaný olan gemi yakma hadisesi dilimize “Gemileri yakmak” þeklinde güzel bir deyiþ olarak yerleþmiþtir.
Selâhaddin Eyyûbî:
Selâhaddin Eyyûbî üstüste kazandýðý zaferlerle, zamanla kâfirlerin ve münâfýklarýn korkulu rüyâsý hâline gelmiþ; yaþadýðý müddetçe bir an olsun onlara aman vermemiþti. Eþine ender rastlanan bu büyük Ýslâm mücâhidinin dirâyet ve azmine, þecaat ve þevketine Selçuklu atabegi Nûreddin Zengî de hayran kalmýþ; sahâbe-i kirâm'a çirkin ve asýlsýz iftirâlar atan Fâtýmîler'e haddini bildirmek için, bu kudretli kumandanýn tek baþýna kâfî geleceðini anlamýþtý. Nitekim din-i Ýslâm'ý hurâfelerden arýndýrmak, küffarla iþbirliði eden münâfýklarýn düzenini bozmak için, Selâhaddin Eyyûbi ile anlaþtý ve Fâtýmî Devleti'ne resmen savaþ açtý. Durumu haber alan mürted Fâtýmîler haçlý devletleriyle anlaþarak, Selâhaddin Eyyûbî ve mâiyyetindeki Ýslâm ordusuna karþý küffarla ayný safta yer aldý. Onlarýn bu çirkin hareketi imân edenlerin nazarýnda hiç de þaþýrtýcý deðildi; çünkü kâfirleri dost edinmek ve onlarla ele ele vermek münâfýklarýn asýrlardýr deðiþmeyen en açýk ve en bâriz alâmetiydi. Müslümanlara karþý birleþen bu kâfirler ve münâfýklar gürûhunu pusuya düþürmek için, hiç kimsenin geçmeye cesâret edemediði Tih Sahrasý'ndan geçerek, bu çapulcular sürüsüne gizlice arkadan yaklaþan Selâhaddin Eyyûbî, otuz bin kiþilik düþman ordusunu görünce ümitsizliðe düþen iki bin askerine hitâben, onlarý teskin edecek þu mânidar konuþmayý yaptý:
“Askerlerim!..
Bilin ki ölüm, Allâh'ýn huzûruna varmaktýr. Dinini ve imânýný müdâfaa yolunda þehâdete erenlerin, doðrudan doðruya cennetlik olduðundan hepiniz haberdardýr. Þâyet rahatýmýzý düþünüyorsak bize yakýþan burada deðil, karýlarýmýzýn ve çocuklarýmýzýn yanýnda olmaktýr!
Düþmanýn az ya da çok olmasý bizi yolumuzdan aslâ alýkoyamaz! Þimdi siz, kaçmak zilletine düçâr olmayý mý, yoksa þehîd olmayý mý arzu edersiniz? Allah'ýn yardýmý þüphesiz ki bizimledir; O dinine hizmet edene mutlakâ zafer verir!..” (“el-Kâmil fi't-Târîh”, c.11, s. 342)
O'nun dinini býrakýp küfre hizmet edenlerin ise eninde sonunda belâsýný verir; O'nun kudret pençesinden kurtulmaya aslâ imkân bulamazlar. Selâhaddîn Eyyubî Kudüs’te kurulan haçlý devleti ile defalarca kere savaþmýþtý. Bir gün hýristiyan kralýnýn hasta olduðunu öðrendi. Hemen en iyi hekimlerinden birisini elçilerle beraber krala gönderdi. Sultan Selahaddîn’in bu yüksek insanlýk ve ahlâk anlayýþý bugün bile hâlâ konuþulmakta, kitaplara ve filmlere konu olmaktadýr. Bu büyük Sultan vefat ettiðinde, Baþveziri Þam sokaklarýnda dellâl gezdirerek þöyle baðýrtmýþtý:
“Ey ahali! Bilmiþ olunuz ki, Mýsýr’ýn, Sudan’ýn, Libya’nýn, Filistin’in, Þam’ýn, Halep’in, Musul’un, Hicaz’ýn ve daha nice ülkelerin hükümdarý olan Sultan Selâhaddîn Eyyubî vefat etmiþ ve Hakk’ýn rahmetine kavuþmuþtur. Þahsî parasý cenaze masraflarýna yetiþmediði için bunlar yakýnlarý ve dostlarý tarafýndan karþýlanmýþtýr.”
Abdülkerim Satuk Buðra Han:
Ýlk müslüman Türk hükümdârý olan ve müslüman olduktan sonra “Abdülkerim” adýný alan Satuk Buðra Han, Kaþgar yakýnlarýnda inþâ edilen yeni bir kilisenin önünde beklerken, Nasr bin Ahmed ona kiliseyi göstererek; “Burasý þimdi puthane olarak yapýlýyor amma, yakýnda sen onu mescide çevirirsin!” demiþti. Nasr'ýn bu sözünden çok etkilenen Satuk Buðra Han, bir müddet düþündükten sonra kiliseye doðru baktý ve Allah-u Teâlâ'ya yönelerek, gönlünün derinliklerinden süzülüp gelen þu içli duâyý yaptý:
“Ey benim ulu Allah'ým!..
Eðer sen bana kâfirlere ve sana imân etmeyenlere karþý yardým eder de, beni din-i Ýslâm'ýn yayýlmasýna ve Senin Ýsm-i þerîf'inin yücelmesine vesîle kýlarsan; þüphesiz ki ben bu puthaneyi mescid yapacaðým! Orada ancak senin kullarýn, sana kulluk için toplanacaklar. Sana ibâdet edebilmek için orada bir mihrap, seni zikretmek için orada bir minber kuracaðým; sonra, sýrf senin rýzâsýný kazanmak için orada ezaný ben okuyacak, namazý da ben kýldýracaðým!” (C. Karþî, “Mülhâkâtü's-Surâh”, s. 134)
Nitekim gerçekten de Allah-u Teâlâ onun niyet-i hâlisa ile yaptýðý bu samîmi duâyý karþýlýksýz býrakmamýþ; kendisini o beldeyi küffarýn elinden alýp Ýslâm topraklarýna katmaya, inþâ edilen kiliseyi küffar tapýnaðý olmaktan çýkartýp, temiz ve pak müslümanlarýn mâbedi yapmaya muvaffak kýlmýþtý.
Sultan Alparslan:
Selçuklu Sultâný Alparslan, Malazgirt Meydan Muhârebesi öncesi Anadolu’yu Ýslâm yurdu hâline getirmek ve fethe hazýrlamak gâyesiyle hýristiyanlarýn elinde bulunan Kars ve Ani kalelerini kuþatýnca; savaþtan önce askerlerinin karþýsýna çýkarak, onlarý Ý’lâ-yý Kelimetullâh’a ve Allah yolunda cihad etmeye çaðýrmýþtý:
“Yiðitlerim!.. Bahâdýrlarým!.. Sizin gibi kahraman erlerin hükümdârý olduðum için övünç duyar ve Allah-u Teâlâ’ya hamd ederim! Tahta ilk çýktýðýmda, yurdun ufkunu saran ihtilâl bulutlarýný kýlýnçlarýnýzýn parlak kývýlcýmlarý ile def’ edib, vatanýn bütünlüðünü saðlamýþ idiniz. Bugün de âlem-i Ýslâm, karþýmýzdaki düþmana Allah-u Teâlâ’nýn dinini teblið etmemizi ve bu yolda, cihad-ý fî sebîli’llah uðrunda çarpýþmamýzý bekliyor! O hâlde hem bi-hakkýn vataný muhâfaza ve hem de i’lâ-yý Kelimetullâh gibi iki kudsî vazîfeyi îfâ etme þerefi þimdi bize düþtü!.. Düþmanýmýz kalabalýk, kal’alarý muhkem ise de; onlarýn, siz gibi gazâ meydanlarýnda piþmiþ, þehîd olma aþký ile yanan mücâhidlerin ilk hücûmuna dahî dayanamayacaðýný bilirim. Zira onlar vatanlarýný deðil, hayatlarýný kurtarma derdinde olan birtakým korkaklardan baþka bir þey deðildirler! Sizler ise hayâtýn gelip geçen bir gölge olduðunu, asýl þerefin Allah yolunda cihad ederek can vermek olduðunu hakkýyla bilen yiðitlerisiniz! Ýþte bu sultânýnýz, Allah-u Teâlâ’nýn þerefli ismiyle adýmýný gazâ meydanýna atýyor. Ben þu kýlýncý tutan elim tâkatten kesilinceye kadar çarpýþacaðým! Dinini, vatanýný, sultânýný seven ardýmca gelsin!..” (“Kars Târihi”, c. 1, s. 337, 354) Zamânýn Ýslâm halîfesi Kâim bi-Emri’llâh, 26 Aðustos 1071 Cumâ günü iki yüz bin kiþilik hristiyan Bizans ordusuyla karþý karþýya gelecek olan Sultan Alparslan adýna bir duâ metni hazýrlamýþ ve bu duâ metnini Malazgirt Meydan Muhârebesi’nden önce, mescidlerde okutmak üzere yeryüzündeki bütün müslüman devletlere yollamýþtý. Halîfe yaptýðý bu içli duâda; onun tek gâyesinin Rum diyarýnda Ýslâm sancaðýný dalgalandýrmak, küfrü ve kâfirleri bütünüyle ortadan kaldýrmak olduðunu, ind-i ilâhî’ye son derece derin ve mânidar bir üslûpla þöyle arzediyordu: “Yâ Rabbî!.. Ýslâm sancaðýný yükselt ve ona yardýmýný eksik eyleme! Küfrü, tamâmen ortadan kaldýracak þekilde mahvet! Sana itaat etmek için canlarýný esirgemeyen ve kanlarýný dökerek rýzâna kavuþmaya çalýþan mücâhid kullarýna güç ve kuvvet ver; yurtlarýný muhâfaza, kendilerini muzaffer eyle! Emîrü’l-Mü’minîn, þehinþâh-ý muazzam Muhammed Alparslan’ýn dileðini kabûl eyle! Din-i Ýslâm’ý yayýp, þerefli ismini yüceltebilmesi için onu desteðinden mahrûm eyleme! Zira o yalnýz senin rýzân için kendi rahatýný terketti, senin yolunda malýný fedâ etti, hattâ canýný dahî bu yolda fedâya hazýr eyledi…
Kitâb’ýn Kur’ân-ý kerîm’de:
‘Ey imân edenler! Elem verici, can yakýcý bir azaptan koruyacak bir ticâret yolunu göstereyim mi size? Allah’a ve Peygamber’ine imân edersiniz, O’nun yolunda mallarýnýzla, canlarýnýzla cihad edersiniz!’ (Sâff: 10-11)
Buyuruyorsun. Þüphesiz ki sen vaadinden dönmezsin!..
Allah’ým! O nasýl ki senin dâvetine uyup, din-i Ýslâm’ý korumada gevþeklik göstermeden emrine icâbet etmiþ ve bu uðurda gecesini gündüzüne katmýþ ise, sen de ona zafer ihsân
eyle! Onu düþmanlarýn hîlelerinden uzak kýl ve muhâfaza et! Allah’ým! Ona bütün güçlükleri kolaylaþtýr ve küffarý bozguna uðratarak, Ýslâm askerlerini muhâfaza eyle!..” (Ýbnü'l-Adîm, “Bugyetü't-Taleb fî Târîh-i Haleb”, vr. 288a-b.)
Sultan Alparslan komutasýndaki Selçuklu ordusu hýristiyan Bizans gürûhu ile cenge baþladýðý sýrada, imparator Romanos Diogenes bir elçi gönderip Selçuklu Sultâný'na hitâben; “Ben senin önüne karþý koyamayacaðýn bir askerle geldim. Eðer benim tâbiiyyetim altýna girersen sana yeteri kadar memleket veririm ve benim satvet ve þiddetimden emin olursun; ki, bunu mutlakâ yapman gerekir. Çünkü benim yanýmda üç yüz bin atlý ve yayadan müteþekkil bir ordu; para, eþyâ ve silâhla dolu on dört bin araba vardýr. Bu takdirde hiçbir Ýslâm askeri benim önümde duramaz, Ýslâm þehir ve kalelerinden hiçbiri benim karþýmda kendini koruyamaz!” demek cür'etinde bulunmuþtu. Sultan bu sözleri iþitince, Ýslâm'ýn þeref ve kudreti kendisinde gâlip gelerek, yolladýðý elçiye bu sahte kahramâna derhâl þu sözünü iletmesini emir buyurdu:

“Efendine söyle ki; sen bana kastetmedin, Sübhân olan Allah bana seni ve ordunu müslümanlara yem olmak için gönderdi! Boyunduruðum altýna girmen ve bana kölelik etmen yakýndýr! Askerlerinin kimi ölecek, kimi esâretim altýna girecek, hazînen yaðma edilecektir. Þimdi hiç durma, savaþta elinden geleni ardýna koma! Bil ki senin, askerlerinin boyunlarýnýn koparýlýþýndan ve hâzinenin yaðmalanýþýndan baþka göreceðin hiçbir þey yoktur!” (“Ahbârü'd-Devleti's-Selçûkiyye”, s. 52-53, bas.: Lahor, 1933.)
Melikþah ve Sancar:
Alparslan'ýn þehâdetinden sonra tahta geçen Sultan Melikþâh, küffarla yapýlan mücâdeleyi kararlýlýkla devâm ettirmiþ ve bu yolda canýný seve seve fedâ etmekten çekinmemiþ; oðlu Sultan Sancar da þehîd babasý Melikþah'ýn mîrâsýný üstlenerek, “Ý'lâ-yý Kelimetullah” uðrunda ölünceye kadar gazâya devam etmiþti. Nitekim Meyyâfârikîn þehrindeki elli bin müslümaný esir eden Bizans imparatoru'na esirleri serbest býrakmasý için gönderdiði mektupta, Sultan Sancar imparatorun þahsýnda bütün kâfirlere þöyle hitap etmekteydi: “Duydum ki müslümanlarýn illerini istilâ edip, zulm ile onlardan kimini esir etmiþsin, kimini de kýlýçtan geçirip mallarýný yaðma etmiþsin. Þeytanýn ektiði maðrûriyet tohumu sana bu iþin sonunu hiç düþündürmemiþ! Bizim Peygamber'imiz Allah-u Teâlâ'nýn emriyle hakký ortaya koydu; bütün âlem karanlýða gömülmüþken O'nun inâyetiyle çok geçmeden, bu dinin izleri cihanþümûl olup doðuyu ve batýyý tuttu. Hulefâ-i râþidin zamânýnda diyar-ý Rûm'a ve Abhaz'a kadar var
Gönderen: 23.01.2009 - 00:35
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
KUTAY_ su an offline KUTAY_  
335 Mesaj -
sevmezse sevmesinler bu kadar uzun yazýyý onlar bizi neden sevmiyor diye okuyamam.

o kadar ilgilendirmiyor yani.

Te$ekkürler
Gönderen: 26.01.2009 - 00:28
Bu Mesaji Bildir   KUTAY_ üyenin diger mesajlarini ara KUTAY_ üyenin Profiline bak KUTAY_ üyeye özel mesaj gönder KUTAY_ üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an 1 üye ve 1166 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
sakir bayram (64), arabulan (55), ümit09 (53), hilalbaþa.. (44), ESÝLA (39), HiLaL90 (34), enes.gs (38), aksoy60 (40), Beste (46), gümüþta&#2.. (43), derdodertli (51), nurangurtekin (45), irfan temel (53), ismail_kutahya (37), Basel-Stadt (48), BLaCKHaPPY (47), haya (36), hesert (51), lütuf (39), köln72 (52), emretavsan (44), ahmet51 (47), ahmetpolat1983 (41), cansin18 (60), mizgin_islam (44), *HilaL* (39), ogretmen78 (45), mehmet70 (54), bluedream (42), Gül-i Ruhsar (37), Meral Cölkusu (44), Dünyali (52)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.68367 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.