0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » TARİH / SİYASET / EKONOMİ » OSMANLI TARİHİ ve MEDENİYYETİ » OsmanlIdan Sahifeler!

önceki konu   diğer konu
1 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
OsmanlIdan Sahifeler!
Moderator


4254 Mesaj -
Osman Gâzî (1299-1326):
Osmanlý Devleti'nin kurucusu ve ilk hükümdarý olan Osman Gâzi, yaþadýðý müddetçe “Ý'lâ-yý Kelimetullâh”tan ve küfrün kökünü kazýmaktan baþka bir þeyi gâye edinmemiþ; kâfirlerin sayýca az veya çok oluþu kendisini hiçbir zaman Allah uðrunda cihad ve gazâ yolundan döndürmemiþti. Nitekim Ertuðrul Gâzi, beyliði döneminde Amasya taraflarýnda gazâ ederken, kâfirlerin Ýslâm ordusunu arkadan kuþattýðýný görüp, oðlu Osman Gâzî'ye dönerek: “Bunlar ardýmýzda iken öte geçmek hatâdýr. Kâfirler çoklukdur. Sen kâfirlere karþý duramazsýn!” deyince Osman Gâzi; “Ey ata! Din Muhammed dinidir, mu'cizât Peygamber'indir. Ben burada kâfirlerden korkmam!” cevabýný vermiþti. (Ebu'l-Hayr-ý Rûmî, “Saltuknâme”, c. 3, s. 263.) “Oruç Beð Târihi”nde kaydedildiðine göre; Osman Gâzî, “Bey” olduktan sonra, bir gün Rumlar arasýndan zýrhýný ve kýlýcýný kuþanmýþ bir süvârî çýkageldi. Bu kimse Kostantîniyye’nin meþhur beylerinden biri idi. Gelir gelmez meydanda yüksek bir sesle; “Aranýzda Osmân adlý âdem var mýdýr?” diye seslendi. Hemen Osman Gâzî’yi gösterdiler. Derhâl atýndan inip Osman Gâzî’nin eteðine yapýþtý ve: “Essalâtu ve's-selâmu aleyke yâ Resûlellâh!” deyip Kelime-i þehâdet getirerek; “Ey Osman Gâzî! Düþümde sizin Peygamber'i, Muhammed Mustafâ'yý -sallallâhu aleyhi ve sellem- gördüm. Bana din-i Ýslâm'ý telkîn edip, Kelime-i þehâdet'i ve Fâtiha'yý ve sûre-i Ýhlâs'ý bile öðretdi; “Yâ Abdullâh! Bu sabâh atlan, filân yerde bir gâzî yiðit vardýr, adý Osmân'dur, bu þekle sahipdir. Hakk yolunda fî sebîlillâh gazâya niyyet etmiþdir ve benim ak alemim onun katýndadýr. Ona var, tâbî ol!' dedi. Benim asýl adým Mihâl'dir, Hazret-i Risâlet Aleyhisselâm benim adýmý Abdullâh koydu.” dedi. (Oruç Beð, “Tevârîh-i Âl-i Osmân”, s. 9-10.)
Osman Gâzî ölüm döþeðinde iken, oðlu Orhan Gâzî'ye þöyle vasiyette bulunmuþtu:
“Allah'ýn buyruðundan gayrý iþ iþlemeyesin. Bilmediðini þeriat ulemâsýndan sorup anlayasýn. Ýyice bilmeyince bir iþe baþlamayasýn. Sana itaat edenleri hoþ tutasýn. Askerine in'am ve ihsaný eksik etmeyesin ki, insan ancak gördüðü ihsânýn kuludur. Zâlim olma! Âlemi adâletle þenlendir. Cihadý terk etmeyerek beni þâd et! Ulemâya riâyet eyle ki, þeriat iþleri nizam bulsun. Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona raðbet, ikbâl ve hilm göster. Askerine ve malýna gurur getirip þeriat ehlinden uzaklaþma!
Bizim maksadýmýz kuru bir kavga ve cihangirlik dâvâsý deðildir. Yolumuz Allah yoludur, maksadýmýz Allah'ýn dinini yaymaktýr.” (Neþrî, “Kitâb-ý cihannümâ”, c. 1, s. 145-147. + Hoca Sa'deddin Efendi, “Tâcü't-Tevârîh”, c. 1, s. 64-65)
Osman Gâzi Küffârý Kudretiyle Kýrýp,
Küfür Beldelerini Birer Ýslâm Beldesi Kýlmýþtý!
Osmanlý târihçilerinin en eskilerinden olan Ahmedî, “Dâsitân Tevârîh-i Mülûk-ý Âl-i Osmân” adlý eserinde, Ertuðrul Gâzî'den sonra bey olan Osman Gâzî'nin beraberindeki gâzîlerle birlikte küffârý nasýl kýrdýðýný, küfür karanlýðýna boðulmuþ olan yurtlarýný ellerinden alýp, onlarý nasýl birer Ýslâm vataný kýldýðýný vecîz bir üslûpla þöyle ifade etmiþtir:
“Oldu Osman bir ulu Gâzî ki, ol
Nereye vardý ise buldu yol
Her yana verirdi bir bölük eri,
Ki, il vuralar; katledeler kâfiri!..
Durmadý her yana asker saldý ol
Az zamânda çok vilâyet aldý ol,
Kâfiri yýkýp, yakýp ol nâmdâr
Bursa ve Ýznik'i eyledi hisâr.”
(“Dâsitân Tevârîh-i Mülûk-ý Âl-i 'Osmân”, s. 9. nþr. N. Atsýz.)
Orhan Gâzi (1326-1362):
Osmanlý Devleti’nin ikinci hükümdârý olan Orhan Gâzî, babasý Osman Gâzî'nin açtýðý “Ý'lâ-yý Kelimetullâh” uðrunda küffarla mücâdele yolundan yürümüþ ve Osmanoðullarý Beyliði’ni kýsa sürede beylikten Hanlýða dönüþtürmüþtür. Orhan Gâzî'nin büyük kardeþi Alâeddin Paþa zaman zaman kardeþini ziyârete gelir; sultâna hem nasîhat eder, hem de kendisini düþmanýn ahvâlinden haberdâr ederdi. Bir gün yine yanýna uðradýðý bir sýrada:
“Elhamdül'llâhi Te'âlâ, kýlýncýnýn darbesinden küffar-ý hâksâr (yere batasýca kâfirler) ölüp, heybet ve azâmetinden âlem baþlarýna dâr ve cemiyetleri târumâr olup; etrâfýmýzda olan hükümdarlarýn ekserisi hak edip de pâdiþâh olmamýþ iken hutbe ve sikkeleri ola, senin olmamak insâf(a yaraþýr) iþ deðildir!” demiþti. (Bostanzâde Yahyâ Efendi, “Târîh-i Sâf”, s. 20.)
Çünkü Orhan Gâzî, küffarý azâmetiyle dize getiren yiðit bir hükümdar olmasýna raðmen, kendisini hükümdarlýðýn debdebe ve ihtiþam dolu yaþantýsýndan da uzak tutan son derece sâde ve mütevâzî bir pâdiþahtý. Alâeddin Paþa bu sözleriyle Han kardeþi Sultan Orhan'ýn, küffara dünyâyý dar getiren büyük bir cihangir olduðuna iþâret ederken; Osmanlý Devleti'nin de Hakk'ýn lütfu ve desteði sâyesinde, daha ilk devirlerinde iken bile büyük bir güç ve azâmete sahip olduðunu ifade ediyordu.
Orhan Gâzî Han vefâtý yaklaþýnca, yerine geçecek olan oðlu Murad Hüdâvendigâr’a þöyle vasiyette bulunmuþtu:
“Oðul!.. Saltanatýnýn ihtiþâmýna maðrur olma... Unutma ki dünya, Süleyman Aleyhisselâm’a dahî kalmamýþtýr; onun bile tahtý âkýbet-vîrân olmuþtur. Dünya saltanatý zaten hep fânîdîr. Þunu da unutmayasýn ki; dünya saltanatý geçicidir, lâkin büyük bir fýrsattýr. Allah yolunda hizmet ve Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz’in þefâatine mazhariyyet için, bu fýrsatý iyi deðerlendiresin! Dünyaya âhiret ölçüsüyle baktýðýnda, ebedî saâdeti fedâ etmeye deðmediðini göreceksin!..
Ey Oðul!.. Rumeli hýristiyanlarý rahat durmayacaktýr! Öyleyse sen o cânibe doðru yürü!.. Kostantîniyye’yi ya fethet, yâhud fethe hazýrla! Anadolu’da gâile çýkmaz ise, Rumeli iþini çok rahat halledersin...
Cennet-mekân babam gâzî Osman Han, Söðüt ve Domaniç’ten ibaret bulunan bir avuç topraðý, iþ bu siyâset ile az zamanda kudretli bir beylik kýldý; biz ise bi-izni’llâh, beyliði hanlýða ikmâl eyledik. Sen daha da öteye götürmelisin!..
Osmanlý’ya iki kýt’a üzerinde hükmetmek yetmez!.. Zira i’lâ-yý Kelimetullâh dâvâsý, iki kýt’aya sýðmayacak kadar ulu bir dâvâdýr! Selçuklu’nun vârisi biz olduðumuz gibi, Roma’nýn vârisi de biziz!..
Oðul!.. Kur’ân-ý Kerîm’in hükmünden ayrýlma! Adâletle hükmet!.. Gâzîleri gözet... Dine hizmet edenlere hizmet etmeyi kendin için þeref bil!.. Zâlimleri cezalandýrmakta sakýn ola tereddüt göstermeyesin! Adâletin en kötüsü geç tecellî edenidir. Sonunda hüküm isâbetli dahî olsa, geciken adâlet de bir bakýma zulümdür!
Oðul!.. Biz yolun sonuna geldik, sen daha baþýndasýn! Cenâb-ý Mevlâ saltanatýný mübârek kýlsýn!..” (Hoca Sa'deddin Efendi, “Tâcü't-Tevârîh”, c. 1, s. 64-65.)
Orhan Gâzi Devleti Zirveye Oturtmuþ, Küfrü Adeta Yerin Dibine Sokmuþtu!..
Ahmedî “Dâsitân Tevârîh-i Mülûk-ý Âl-i Osmân” adlý eserinde, Orhan Gâzi pâdiþahlýðý süresince, küfrün karþýsýnda Ýslâm'ýn daima galip olduðunu; Allah'ýn kendisine verdiði kudretle onun, küfrü adeta yerin dibine soktuðunu haber vermiþtir:
“Çün ki Hakk Orhan'ý etdi pâdiþâh
Oldu o din ehline püþt-ü penâh,
Nerede ki var idi âsâr-ý þirk
Yudu Tevhîd onu, hiç kalmadý çirk
Kâfir üzere akdýlar asker-i din
Ondan etdiler gazâ akýn akýn,
Kâfiri karþý yerinden sürdüler
Küfrü, yere sokarak yoketdiler!
Mü’mine rahmetdi, âfet kâfire
Salmýþ idi bin korku kâfire,
Nûru idi mümine onun þifâ
Kahrý idi kâfire onun cefâ.
Nerede ki buldu kilîse yýkdý ol
Haçý ve zünnârý ateþe yakdý ol,
Yere sokup eyledi küfrü o an
'Lâ ilâhe illallâh'ý kýldý a'yân.
Çok kilîse yýkdý mescid yapdý ol
Ýkilik yoð idi, Bir'e tapdý ol
Nice kez eyledi onda ol cidâl
Nice küfr ehlini etdi pây-mâl.
Az zamândan geçdi çün ki ay ve yýl
Doldu 'Allâhu ekber' ile þehr-ü il
'Îsâ tapýldýðý yerde ol zamân
Þimdi anýlan Muhammed'dir hemân.”
(“Dâsitân Tevârîh-i Mülûk-ý Âl-i 'Osmân”, s. 9-13. nþr. N. Atsýz.)
Sultan Murad Hüdavendigâr (1362-1389):
Orhan Gâzi'den sonra tahta geçen Sultan Murad Han Kosova'da, Ýslâm topraklarýna kastetmeye yeltenen haçlý birlikleriyle þiddetli bir cihada hazýrlanýrken, Karamanoðlu Alâeddin Bey'in kâfirlerle saf tutup bâzý Ýslâm þehirlerini yakýp yýktýðýný duymuþtu. Hem küffarýn arzularýna hizmet eden, hem de kendini hâlâ müslüman zanneden bu soysuza karþý hünkârýn gönlü büyük bir öfkeyle doldu; hemen devlet erkânýný huzûruna çaðýrýp, onlarý bu beyinsizin yaptýðý çirkin iþlerden haberdar ederek;
“Þu ahmak zâlimin ettiði iþleri görün! Ben Allâh-u Teâlâ yolunda din gayretine çalýþýp, iklimimi bir yana koyup, bir aylýk yol mesâfesindeki kâfirin içine girip, gece ve gündüz ömrümü gazâya sarf etmeye niyyet kýlýp, zevk ve rahatýmý terk edip belâ ve mihneti seçmiþim; o dahî gele, bir bölük mazlum müslümanlarýn üzerine düþe, zulm ede, onlarý incite! Ey gâzîler! Bu zâlimleri ben nice edeyim?” buyurdu. (Neþrî, “Kitâb-ý Cihannümâ”, c. 1, s. 215-217.)
Murad Hüdâvendigâr Han muhârebeden önce, oðlu Yýldýrým Bayezid'le birlikte ordusunun karþýsýna geçip onlarý Allah-u Teâlâ'nýn cihad emrini yerine getirmeye teþvîk ederken; vezir Çandarlý Ali Paþa da sabah namazýndan sonra Kur'ân-ý kerîm'le istimdâda yönelip, Cenâb-ý Hakk'a duâ ederek Kelâm-ý Kadîm'i açtý, satýrlarý saydýðýnda karþýsýna:
“Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münâfýklarla savaþ, onlara karþý sert davran!” (Tevbe: 74)
Âyet-i kerime'si çýktý. Paþa hikmet-i ilâhî bu Âyet-i kerime ile karþýlaþýnca büyük bir sevinç duydu, Mushâf'ý þerîf'i öpüp baþýna koydu ve hemen ata binip Hünkâr'ýn huzûruna gelerek; ona, karþýsýna çýkan bu Âyet-i kerime’yi okudu. Sultan Murad bu Âyet-i kerime'nin Rabb'inden gelen ilâhî bir iþâret olduðunu anlayýp, gönlünde kabaran imân ve azîmle mesrûr oldu. (Neþrî, “Kitâb-ý Cihannümâ”, c. 1, s. 291-293.)
Sultan Murad Han uzaktan düþman ordusuna bakýp, küffar ordusunun kendi ordusundan sayýca kat kat fazla olduðunu görünce, orduya siper olmasý için ön safa develi birlikler konulmasýný teklif ettiði zaman, Çandarlý Ali Paþa kendisine þöyle demiþti:
“Ey saâdet sahibi devletli pâdiþâh! Kâfirin azýndan çoðunu kayýrmak revâ deðildir! Nitekim Hakk Teâlâ Kelâm-ý kadîm'inde buyurur:
“Allah'ýn izniyle nice az topluluk çok topluluðu yenmiþtir. Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara: 250)
Ýþ Allâh'ýn inâyetine rehnolunmuþdur, aza ve çoða i'tibâr yokdur. Ve sahîh Hadis'de dahî bu yazýlýdýr ki; eðer Ýslâm askeri kâfire gazâ etseler, melekler Hakk'a niyâz edip derler ki; 'Yâ Rabb! Bu ortada olan perdeleri aradan gider, tâ ki biz dahî görelim ki, Ýslâm askeri küffar askerine ne kýlar?' derler. Çünki melekler, Hakk'dan bizim hâlimize vâkýf olmak için perdenin def'ini taleb eder, bizim önümüze perde getirmemiz revâ deðildir. Zira gazâya hicab konmaz ve hem Resul Hazret-i Aleyhi Efdâlü's-salâvât buyurmuþdur ki;
'Her kimin burnuna gazâ tozu girse, o kiþi cehennemin kokusunu ve buhârýný görmez.' demiþdir.
Þimdi devletli hünkâr, gazâda hemen Hakk Te'âlâ'ya sýðýnmak gerek. Þükür Hüdâ'ya ki, uzun ömrümüzde mansûr ve muzaffer olageldik, ümîddir ki yine nusret (yardým) bizim ola! Hâþâ, Hakk Te'âlâ'nýn kemâl-i kereminden ki, bu kâfir yurdunda bunca ehl-i Ýslâm'ý helâk ede!..” (Neþrî, “Kitâb-ý Cihannümâ”, c. 1, s. 281-282.)
Sultan Murad Kosova Savaþý öncesi gece karanlýðýnda, alnýný gözyaþlarý içinde secdeye koyarak, Allah-u Teâlâ'ya cân-u gönülden þöyle yalvarmýþtý:
“Ýlâhî! Seyyid'im! Sahib'im!
Bunca kerre huzûrunda duâmý kabûl edip beni mahrum etmedin, yine benim duâmý kabûl eyle! Bir yaðmur verip, bu karanlýðý ve tozu def' edip âlemi aydýnlýk kýl, tâ ki kâfir askerini gözümüz ile görüp, yüz yüze cenk edelim. Yâ ilâhî! Mülk ve kul senindir, sen kime istersen verirsin. Ben dahî bir nâçiz, âciz bir kulunum. Benim fikrimi ve esrârýmý sen bilirsin. Mülk ve mâl benim maksûdum deðildir. Bu araya kul-karavâþ için gelmedim, hemen hâlis ve muhlis senin rýzâný isterim. Yâ Rabb, beni bu müslümanlara kurbân eyle, tek bu müminleri küffar elinde maðlûp edip helâk eyleme! Yâ Ýlâhî! Bunca nüfûsun katline beni sebeb eyleme! Bunlarý mansûr ve muzaffer eyle! Bunlar için ben cânýmý kurbân ederim, tek Sen kabûl eyle! Asker-i Ýslâm için rûhumu teslîme râzýyým. Tek bu müminlerin ölümünü bana gösterme! Ýlâhî, beni civârýnda misâfir edip, müminler rûhuna benim rûhumu fedâ kýl! Evvelce beni gâzî kýlmýþdýn, þimdi þehâdet nasîb kýl!” (Neþrî, “Kitâb-ý Cihannümâ”, c. 1, s. 285-287)
Gerçekten de Allah-u Teâlâ ona küffarýn karþýsýnda büyük bir zafer vermiþ; Allah-u Teâlâ'ya yaptýðý samimî niyaz aynen tahakkuk ederek, savaþ meydanýný dolaþýrken yaralý bir Sýrp'lý tarafýndan hançerlenerek þehid edilmiþtir.
Yýldýrým Bayezid (1389-1402):
Birinci Kosova Savaþý öncesi Sultan Murad Hüdavendigâr, kâfirlerin çokluðu karþýsýnda oðlu þehzâde Yýldýrým Bayezid'e; “Ey ciðer köþem, bu kâfirle uðraþmak hakkýnda sen ne tedbîr edersin? Zira ben bu kâfirin askerini bu kadar tasavvur etmezken, sayýsýnýn bizim askerimizle kýyâsý dahî yokdur. Biz kendi askerimizin önünde
deve tutalým mý, yoksa þöyle yüz yüze gazâya duruþalým mý?” diye fikrini sorunca; Þehzâde Bayezid hünkâr babasýna, tarihe altýn harflerle geçen þu cevabý vermiþti:
“Hünkâr'ýn fikrine bizim tedbîrimiz ermez! Amma bîçâreye þöyle gelir ki; nice yýldýr kâfirle cenk ederiz, hiç önümüze deve tutmadýk, þimdi dahî tutmayýz! Kâfirin askeri ne denli çok ise, Hakk'ýn inâyeti de Ýslâm'ladýr. Eðer Hakk Te'âlâ'dan inâyet olursa, yalnýz ben kulun bu kâfirin iþini tamâm ederim! Zira devlet ve akýl ki bir kiþiye yâr ola, zâhir olan budur ki Hakk'ýn inâyeti onunladýr. Þimdiye dek her cenkte mansûr ve muzaffer olduk. Þimdiden sonra dahî gam yeme! Yine nusret, Hakk'ýn yardýmýyla senindir. Hele ki ben hiç teþvîþ çekmem, eðer öldürürsek sa'îd ölürsek þehîd oluruz!” (Neþrî, “Kitâb-ý Cihannümâ”, c. 1, s. 279-281.)
Çünkü o, þu Âyet-i kerime'ye gönülden inanmýþtý:
“Müminler içinde öyle erler vardýr ki, onlar Allah'a vermiþ olduklarý ahde sadâkat gösterirler. Onlardan kimi bu uðurda canýný fedâ etti, kimi de bu þerefi beklemektedir. Ahidlerini hiç deðiþtirmemiþlerdir.” (Ahzâb: 23)
Baþta Vatikan ve Bizans olmak üzere, papa ve tüm haçlý devletleri birleþerek, Türkler'i Anadolu'dan kovma ve eski vatanlarýna yeniden kavuþma hayâliyle Niðbolu'da Yýldýrým Bayezid'in karþýsýna çýkmýþlar; ancak savaþ baþladýktan henüz birkaç saat sonra büyük bir yenilgiye uðramýþlardý. Savaþýn ardýndan bir çok hýristiyan þövalyesi ve asilzâdesi esir alýnmýþtý ki; bunlarýn arasýnda Fransýzlar'ýn “Korkusuz (!) Jean” adýný taktýklarý, çok güvendikleri meþhur þövalyeleri de vardý.
Yýldýrým Bayezid, hýristiyan asilzâde ve þövalyelerinin hepsini fidye karþýlýðýnda serbest býrakýp da, Jean ve arkadaþlarý; “Þu andan itibâren Sultan Bayezid'e karþý savaþmayacaðýmýza, ona karþý bir daha silâh kullanmayacaðýmýza dâir nâmusumuz ve þerefimiz üzerine yemin ediyoruz!” deyince Yýldýrým Bayezid, beklenmedik bir þekilde sür'atle ayaða kalkarak onlara þöyle dedi:
“Avrupa'da 'Korkusuz' nâmýyle tanýnan Jean'a ve mâiyyetine derim ki;
Bana karþý silâh kullanmayacaðýnýza dâir ettiðiniz yeminleri size iâde ediyorum! Ýsterseniz gidin, yeniden ordular toplayýn ve tekrar üzerimize gelin! Bana bir kerre daha zafer kazanmak imkânýný saðlamýþ olursunuz. Zira ben dünyâya, Allah-u Teâlâ'nýn dinini cihana yaymak ve O'nun rýzâsýný aramaktan baþka bir þey için gelmedim!..” (Hammer, “Devlet-i Osmâniyye Târihi”, c. 1, s. 286-287.)
Çelebi Sultan Mehmed (1413-1421):
Yýldýrým Bayezid'in vefâtýndan sonra Osmanlý þehzâdelerinin her biri ayrý bir diyarý mesken tutup pâdiþahlýðýný ilân etmiþti. Bu hengâmede kâfirlerin fitne ve azgýnlýklarý gitgide artmýþ, küffar devletleri Osmanlý'ya artýk ha yýkýldý, ha yýkýlacak gözüyle bakmaya baþlamýþlardý.
Çelebi Sultan Mehmed Han Timur vak'asýndan sonra, Amasya'da bulunurken bir gün yanýna sohbet arkadaþý Molla Ali'yi dâvet etti ve ona küffarýn Osmanlý topraklarýna göz dikmesinden duyduðu endiþeyi dile getirip; “Molla Pîr Ali! Meydana gelen hâdiseden ibret aldýn mý? Babam Sultan Yýldýrým Han kimi zamân ma'siyyetle meþgûl olduðu için baþýna bu belâ nâzil (ve) her birimiz bir diyara vâsýl olup, karýndaþým Mûsâ Çelebî 'Ýsâ Çelebî'yi katl edüp Bursa'da tahta oturdu, birâderim Süleymân Çelebî dahî Edirne'de taht-ý saltanâtý mekân tutup, küffar bizden korkar iken biz âleme maskara olduk. Bu dert benim iþimi tamâm etdi. Gel seninle tâc-u tahtý terk edelim, Hacc-ý þerîf'e gidelim!” diyerek, gözlerinden gayr-i ihtiyârî bir kaç damla yaþ aktý.
Akþam vakti eriþince istihâre namazý kýlan Çelebi Sultan Mehmed, rüyâsýnda dedesi Sultan Murad Hüdâvendigâr'ýn ve Emîr Sultan Buhârî -kuddise sýrruh- Hazretleri'nin yanýna gelip, kendisine bir kýlýç ve eðerlenmiþ bir at vererek; “Ey oðul! Dinin esaslarýný yeniden takviye eyle!” dediklerini gördü. Çelebi Mehmed bu sözü duyar duymaz ata binip verilen kýlýcý kuþanmýþ ve hýzla Gelibolu istikâmetine doðru yol almýþtý. Bu
rüyâdan sonra, küffarýn fitnesine karþý Ýslâm birliðini yeniden kurma vazifesinin kendisine verildiðini anladý. (Bostanzâde Yahyâ Efendi, “Târîh-i Sâf”, s. 36-37.)
Onu üzen ve endiþelendiren küffarla cihadýn ve “Ý'lâ-yý Kelimetullâh” dâvâsýnýn sekteye uðramasý, Ýslâm'ýn ve müslümanlarýn küffar karþýsýnda sahipsiz ve baþsýz kalmasýydý. Bu ise ancak, imân ve iz'an sahibi gerçek hükümdârlarýn rahatsýzlýk duyabileceði bir þeydir.
Ýþte bu nedenledir ki Çelebi Sultan Mehmed Han yazdýðý þiirlerden birinde, Hakk’ýn desteði ve evliyânýn himmeti vâr oldukça, küfrün Ýslâm’a gâlip gelmesinin aslâ mümkün olmadýðýný açýkça ifade ediyordu:
Cihan hasm olsa Hakk’dan nusret iste,
Erenlerden duâ-vü himmet iste!
Çalub dîn aþkýna udvâne þemþîr,
Anuban Çâr-ý yâr’i hizmet iste!
Eðer leb-teþne isen, ey bed-endîþ;
Bu deþne çeþmesinden þerbet iste!
Geçenden geç, demir-taþdan sakýnma,
Demiri mahv edenden kuvvet iste!
Çevirme yüz muhâlifden Mehemmed!
Düþmaný arsadan sür, vüs’at iste!..
Sultan Ýkinci Murad (1421-1451):
Sultan Ýkinci Murad Han, Osmanlý Ýslâm Devleti'ne karþý küffarla iþbirliði yapan Karamanoðlu Ýbrâhim Bey hakkýnda ulemâya; “Efendiler, ne buyurursunuz? Bir adam kâfirle arka-bir edip, ümmet-i Muhammed'i rencîde ve pây-mâl eylese, þer'an ne lâzým gelir?” diye sorup da, onlardan; “Þâyet öyle olmuþsa o kâfirdir!” cevabýný aldýktan sonra, din-i Ýslâm'a kasteden haçlý ordusunu büyük bir bozguna uðratmýþ; Karamanoðlu da bu durumu haber alýr almaz hemen Hünkâr'la arayý yeniden düzeltmenin çârelerini aramaya baþlamýþtý.
Nihayet Sultân'ýn katýna elçiler gönderip, kendisini affetmesi için, gerekirse ayaðýna yüzler süreceðini söyledi. Pâdiþah gönderilen elçilere hiç iltifat etmediði gibi, büyük bir öfke ve hýþýmla: “Karamanoðlu dedikleri alçaðýn dini-imâný yokdur! Dinsiz kâfir ile arka-bir edip taht arzusuna düþmüþ, ol öyle mi kýyâs eder ki bu fesad onun yanýna kala?! Ya onu ele geçirip ben bâþýn keserim, veyâhud baþýn alýr baþka bir diyara gider!..” diyerek onlarý azarladý ve hepsini dýþarý attýrdý. (H. Ýnalcýk - M. Oðuz, “Gazavât-ý Sultân Murâd bin Mehemmed Hân”, s. 5-6.) Pâdiþah Varna savaþýndan bir gün önce, gece yarýsý bütün paþalarýný ve beylerini yanýna çaðýrýp; yeniçeri, yaya ve azaplarý karþýsýna alarak, onlarý küffarla cihâda teþvik etmek üzere þu hitâbý yaptý: “Her gazâda siz benim yoldaþlarýmsýnýz! Hemen göreyim sizi, dîn-i Ýslâm aþkýna küffâra -ki, onlar dinimiz düþmanlarýdýr- nice kýlýç vurursunuz! Zâhir bilirsiniz ki, gazânýn fazileti ne mertebedir ve þühedânýn mertebesi ne kadar yücedir! Þimdi kullarým, çün ki doðmakdan kalmadýk, elbette ölmekden dahî kalmayýz. Öyle olsa, size ve bize vâcib olan budur ki, þimdi fýrsat elimize girmiþken merdâne savaþ edip gazâlar edelim! Öldürenlerimiz gâzi ve ölenlerimiz þehid olup, dünyâ ve âhiret muradlarýna vâsýl ve mütevâsýl olalým!..” (“Gazavât-ý Sultân Murâd bin Mehemmed Hân”, s. 57.)
Fâtih Sultan Mehmed (1451-1481):
Fâtih Sultan Mehmed Han Ýstanbul'u küffarýn elinden almayý murâd edince Dîvân meclisinin Edirne'de toplanmasýný emredip, fethe kesin olarak niyet ve azmettiðini devlet adamlarýna bildirmek istemiþti. Ancak Akþemseddin -kuddise sýrruh- Hazretleri, Molla Gürânî -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri ve Zaðanos Paþa gibi zâtlar Peygamberî müjdeye ermesi için pâdiþâha destek olurken, Bizans imparatoruyla öteden beri dost olan Çandarlý Halil Paþa küffarla iþbirliði ettiði için taraftarlarýyla birlikte: “Hünkârým, sen o surlarýn yüksekliðini bilir misin? Kostantîniyye'yi fethetmek göðü fethetmek
gibidir, Anka kuþunu avlamak gibidir! Ve ondan fetih ummak, þeytandan hayýr ummaða benzer!” gibi sözlerle, olanca güçleriyle pâdiþâha köstek olmaya çalýþýyorlardý. (“Mahrûse-i Ýstanbul Fetihnâmesi”, s. 7-8.) Tacîzâde Câfer Çelebi'nin ifadesine göre; iþbirlikçi Çandarlý ve taraftarlarýnýn muhâlefetine raðmen, Fâtih Sultan Mehmed Han Edirne'de topladýðý dîvân meclisinde, Ýstanbul'u fethetme yönündeki azîm ve karârýndan vazgeçmeyeceðini etrâfýndakilere þöyle açýklamýþtý: “Allah en basit ve âdî bir þeyin hâsýl olmasýný murâd etse, kâinâtýn cümlesi hilâfýna gayret eyleseler faydasý olmaz! Yine gâyet basit bir iþi de murâd buyurmuþ olmasa, cümle âlem imkân vermeðe kasd eylese zafer bulamaz! Bu hususta i'timâdým ne mâl ve mülk bolluðuna, ne ordu ve cengâver fazlalýðýna, ne de harb ve savaþ âletlerinin çokluðunadýr; bilâkis, ancak Hakk'ýn lûtfuna ve inâyetinedir! Aslî gâyem dahî, Islâm'ýn esaslarýný izhâr edip açýða çýkarmaktan gayrýsý deðildir! Eðer o kalenin benim elimde feth olmasý takdîr olmuþ ola; burç ve hisârlarý taþ ve toprakdan deðil de, sâfî demirden dahî olsa, hýþm ve kahrýmýn ateþiyle onu mum gibi eritip yumþâð eylerim! Ve eðer Hakk'ýn murâdý þu türlü dahî olursa ki: “Kiþi her istediðine eriþemez, rüzgârlar her zaman gemilerin yönünce esmez!”; belki Cenâb-ý Bârî'nin beni niyyetimle sevablandýrmasý âþikârdýr. Amma hâþâ, Ol Kerîm Pâdiþâh'ýn nihayetsiz lûtfu ki, bir âcîz bendesi niyyet-i hâlisa ile bir hayrý murâd edip de Cenâb'ýna teveccüh eyleye, O onu mahrûm ve ümidsiz eylemez!” (“Mahrûse-i Ýstanbul Fetihnâmesi”, s. 8.) Binâenaleyh Allah ve Resul'ünün emir ve hükmünden herkesin saptýðý, münâfýklarýn nifaklarýný iyice açýða çýkardýðý, küfrün ve kâfirlerin ortalýðý kapladýðý böyle bir zamanda; fitne ve fesadlarýyla imân ve Ýslâm nûrunu söndürmeye, Fâtih Sultan Mehmed Han'ýn eliyle Ýslâm beldesi hâline gelen bu müjdelenmiþ þehri yeniden küfür beldesi hâline getirmeye çalýþan bu küffarýn ve ortalýkta kol gezen haham ve papazlarýn yaptýklarý bu sinsi icraatlar karþýsýnda hangi imân ve vicdan sahibi sessiz kalabilir? Dinimizi ve vatanýmýzý küffârýn bu gibi hile ve tertiplerinden muhafaza etmek için; alýnmasý gereken her türlü tedbiri þimdiden almak, küfrün istilâsýna meydan vermemek lâzýmdýr. Tâcizâde Ca'fer Çelebi'nin “Mahrûse'-i Ýstanbul Fethnâmesi”nde naklettiði üzere; Fâtih Sultan Mehmed Han Ýstanbul'u fethedeceði gün seher vaktinde Allah-u Teâlâ'ya yalvararak, asýl gâyesinin O'nun yolunda cihad edip, hýristiyanlýðýn çirkin ve sapýk akîdesini kökünden kazýmak olduðunu dergâh-ý Ulûhiyyet'e þöyle arzetmiþti: “Ýlâhî! Ey Hâlýk! Ey Melik! Ey Yaradan! Alîmlerin Alîm'i pâdiþahsýn, her þeyden haberdârsýn ki, çirkef hasým ve alçak düþman; “De ki: O Allah bir tekdir. Allah Samed'dir; her þey O'na muhtaç, O hiçbir þeye muhtaç deðildir.” Âyet'i, Vahdâniyyet'i gün gibi izhâr ederken; “Doðurmamýþ, doðurulmamýþtýr. Hiçbir þey O'nun dengi ve benzeri deðildir.” kelimesi, Zât-ý mukaddes'ine denk ve benzer olmadýðýn ulu bir sadâ ile bildirir ve haber verir iken; hepsini külliyyen inkâr eyleyip, kadýn ve erkek ve hýsým nisbetin edip, 'üçün üçüncüsü' isnâd eyleyen zâlimlerdir. Ýsâ zamâný tamâm olalýdan beri, Cibrîl'in nüzûlüne ve vârid ve tenzîl kýlýnan vahye ikrâr etmeyip; 'Mesih de, mukarreb melekler de Allah'a kul olmaktan aslâ çekinmezler' buyruðunu tasdîk etmeyen dinsizlerdendir. Pâk olmayan asýllarý: “Benden sonra gelecek, ismi Ahmed olan bir Peygamber'i size müjdelerim!' Âyet'ini Ýncîl yapraklarýndan giderip, kendileri dahî; 'Biz evvelki atalarýmýzdan bunu iþitmedik!' fikrini bahane edinip; 'Siz de, atalarýnýz da apaçýk dalâlettesiniz!' hitâbýyla muhâtap olan sefîllerdendir. Ben âcizin dahî maksadý: 'Allah'a imân etmeyenlerle savaþýn!' emrine imtisâl etmekle; 'Allah yolunda nasýl cihad etmek lâzým geliyorsa; öylece, hakkýyla cihad edin!' zümresinden sayýlýp, elimden geldikçe sana lâyýk amelde bulunmaya gayret etmekdir. Ýrâde senin, kudret senin, inâyet senin, kuvvet senin! 'Bizim uðrumuzda, bizim için mücâdele edenlere elbette yollarýmýzý gösteririz!' ilâhî müjdesi mucibince benden taleb ve ricâ, Sen'den tevfîk ve rýzâ!..” (“Mahrûse-i Ýstanbul Fetihnâmesi”, s. 197-198.)
Fâtih Sultan Mehmed Han bu niyâzýný:
“Ey Rabb'imiz! Üzerimize sabýr yaðdýr! Ayaklarýmýza sebat ver! O kâfirler gürûhuna karþý bize yardým et!..” Âyet-i kerime'si ile tamamlamýþtý. (Bakara: 250)
Nitekim Resulullah Aleyhisselâm’ýn Ýstanbul'un fethiyle ilgili þanlý müjdesi onun eliyle gerçekleþmiþtir. Allah-u Teâlâ’nýn desteðiyle hayâtý boyunca din düþmanlarýna dâimâ gâlip gelmiþtir.
Fâtih'in Gayesi
Hükümdarlýðýnýn yanýsýra ayný zamanda usta bir þâir de olan Fatih, “Avnî” mahlâsýyla fevkalâde güzel þiirler yazmýþtýr:
Ýmtisâl-i câhidû fi’llâh olupdur niyyetüm,
Din-i Ýslâm’ýn mücerred gayretidür gayretüm.
Fazl-ý Hakk-u himmet-i cünd-i ricâlullâh ile,
Ehl-i küfrü ser-tâ-ser kahreylemekdür niyyetüm.
Enbiyâ-vü evliyâya istinâdum var benüm,
Lûtf-i Hakk’dandur hemân ümmîd-i feth-u nusretim.
Nefs-ü mâl ile n’ola kýlsam cihanda ictihâd?
Hamd-ü li’llâh var gazâya sad-hezârân-ý raðbetüm.
Ey Mehemmed! Mu’cizât-ý Ahmed-i Muhtâr ile,
Umaram gâlib ola a’dâ-yý dine devletüm.
Fâtih Sultan Mehmed'in Yegâne Hedefi “Ý'lâ-yý Kelimetullâh”tý!..
Nitekim devrin târihçilerinden Kývâmî'nin ifâdesine göre, pâdiþah fetihten önce topladýðý dîvân meclisinde bu gâyesini açýkça dile getirerek þöyle söylemiþti:
“Dünyâ sarâyýna gelen pâdiþahlarýn her biri bir ad ile yâd olunur. Ben dahî din-i Muhammedî yolunda cân ve bâþ ortaya koyup gazâlar edeyim; Hakk Te'âlâ'nýn düþmanlarý elinden Allah’ýn inâyetiyle memleketler feth edeyim! Tâ ki dârü'l-harb, dârü'l-Ýslâm ola!..” (Kývâmî, “Fetihnâme'-i Sultân Mehmed”, s. 38.)
Sultan Ýkinci Bayezid (1481-1512)
Sultan Ýkinci Bayezid 1493'te Macaristan Seferi'ne azmettiði sýrada, Yâkub Paþa küffarýn savaþ alanýna binlerce asker yýðdýðýný görünce, sayýlarý ancak üç bini bulan Osmanlý ordusuna dönerek þu mânidar nasihati yapmýþtý:
“Düþmanýn çokluðundan gam yemeyin, 'Onlar nihayetsiz ve biz gâyet azýz!' demeyin;
'Allah'ýn izniyle nice az topluluk çok topluluðu yenmiþtir.' (Bakara: 250) Hamiyyet beline gayret kuþaðýný kuþanýn! Bu yolda ölmek dirilmekdir, ölümden ne korkun ne üþenin! Öldürürseniz gâzî ve ölürseniz þehîd olursunuz. Her halde sa'âdet sizin, iki diyarda da sa'îd olursunuz!..” (“Tevârîh-i Âl-i 'Osmân”, VIII. Defter, s. 134-135.)
Kemâl Paþazâde “Tevârîh-i Âl-i 'Osmân”ýn “VIII. Defter”inde; Sultan Ýkinci Bayezid'in küffar üzerine ard arda sefer düzenlemesini ve küfür beldelerini Ýslâm topraklarýna dâhil etmesini engelleyemeyen Leh beyinin, Boðdan beyine haber göndererek: “Beni Türk'ün elinden kurtar!” diye çaresizlik içinde yalvarýþýný anlatýrken, küffarýn o asýrlarda Türkler'den duyduðu korkuyu ve onlarýn emrine nasýl âmâde olduðunu þiirinde þöyle dile getiriyordu:
Kenara çýkmaða isterdi çâre
Eyü ya, tiz ne derlerse ederdi.
Halâs olmað içün Türk'ün elinden,
Cehennem yolýný bulsa giderdi!..
(“Tevârîh-i Âl-i 'Osmân”, VIII. Defter, s. 174-175.)
Yavuz Sultan Selim (1512-1520):
Cihan hükümdârý, Arap ve Acem sultâný Yavuz Sultan Selim Han, Arabistan ve Mýsýr taraflarýndaki seferlerini tamamlayýp Ýslâm birliðini kurduktan sonra, küffar beldelerini de Ýslâm topraklarýna katmaya azmetmiþti. Bir defâsýnda Dîvân günü, vezîriâzam Pîrî Paþa içeri girip de huzûr-u sa'âdetine yüz sürünce, ona bu azîm ve karârýný açýkça bildirerek;
“Kâfiristan'da memleketler ve muazzam þehirler, muhkem âlî kaleler, deryâlarda nihayetsiz mâmur gönül çeken iller olup, onda küffar tasarruf edermiþ! Lâyýk mýdýr ki taht kurup memleketler zapt eyleye? Gayret-i Ýslâm yok mudur? Onlarýn tedârikini görmek aklýmda yer etdi!” dedi.
Bu sözleri iþiten uyanýk ve müdrik Paþa, hünkârdan sefer için lâzým olan gemileri yaptýrmak için izin istedi, o da; “Hemen emr eyledim, yapdýr!” diyerek kendisine izin verdi. Durumu haber alan küffar devletleri korkularýndan ne yapacaklarýný þaþýrarak; “Sultan Selim Arab ve Acem diyarýný feth eyledi. Þimdiden sonra seferleri bizim memleketimizedir. Onunla mukâbele ve mukâteleye (savaþmaya) iktidârýmýz yokdur, bâri kul olalým!” deyip, on sekiz kâfir kral hazînelerinden üçer yýllýk haraç getirerek, hepsi birden pâdiþâha boyun eðdi. (Hezarfen Hüseyin Efendi, “Telhîsü'l-Beyân fî Kavânîn-i Âl-i 'Osmân”, s. 158.)
Yavuz Sultan Selim Han dedesi Fâtih zamânýnda Ýslâm beldesi hâline getirilen Bosna'da, bâzý sinsi papazlarýn gizliden gizliye kiliseler açýp, yollarýn kenarýna haçlar diktiklerini ve olup biteni baþka devletlere bildirdiklerini haber almýþ; bu gibi fetbazlýklara meydan vermemek için, ihanet ve nankörlüðe kalkýþanlarýn hakkýndan gelinmesini emreden þu kanunu çýkarmýþtý:
“Bâzý yerlerde eski kâfir zamânýndan beri kilise olmayan yerlerde kilise ihdâs olunmuþ ve evvelki defterde dahî kilise yazýlmayan yerlerde yeni kiliseler inþâ olunmuþ. Onun gibi yeni ihdâs olunan kiliseler yýktýrýlýp ve içinde oturup, câsusluk edip küffar diyarýna haber eden keferenin ve papazlarýn muhkem haklarýndan geline ve siyâsetler oluna! Ve yollarda haçlar konulmuþ, yýktýrýlýp bundan sonra etdirmeyeler ve edenlere siyâset oluna! Ve hangi kâdýnýn kâdîlýðýnda olup da men‘-ü def‘ etmezse azline sebeb ola!..” (Baþbakanlýk Osmanlý Arþivi, “Tapu Tahrîr Defteri”, nr.: 157.)
Yavuz Sultan Selim pek sade giyinirdi. Bunun sebebini soranlara: “Süslü ve þa’þaalý giyinmek külfetten baþka bir þey deðildir. Niçin boþ yere bu külfete katlanalým?” derdi.
Bir elbiseyi eskiyene kadar giyerdi. Bütün devlet erkâný da böyle davranmak mecburiyetinde kalýrdý. Bir defasýnda Venedik elçisinin Ýstanbul’a gelip huzuruna çýkacaðý haberi geldi. Bunun üzerine vezirler, üzerlerindeki hayli eskimiþ elbiseleri deðiþtirme ihtiyacý hissederek sadrazam aracýlýðýyla durumu Yavuz’a tedirginlikle de olsa bildirdiler. Yavuz hiç kýzmadý ve: “Münasiptir!..” dedi.
Elçinin geleceði gün bütün vezirler, yeni esvaplarýyla padiþahýn huzuruna vardýlar. Ancak gördüklerine inanamayarak dehþetli bir hayrete düþtüler. Zira Yavuz’un üzerinde yine o eski elbiseleri vardý. Tahtýnda oturmuþ, keskin kýlýcýný çekip tahtýn basamaðýna koymuþtu. Karþý pencereden vuran gün ýþýðý altýnda parýltýsý gözleri kamaþtýrýyordu. Bu durum karþýsýnda bütün vezirler, üzerlerindeki görkemli elbiselerden utanýp þaþkýn bir vaziyette kaldýlar.
Görüþme bitip elçi dýþarý çýktýktan sonra Yavuz, sadrazama bakarak:
“-Paþa! Var elçiye sor, bizi nasýl bulmuþlar?” dedi.
Sadrazam, Padiþah’ýn emrini yerine getirip döndü ve elçinin intibâýný nakletti:
“-Sultaným! Venedik elçisi: ‘O kýlýcýn parýltýsý gözümü öyle aldý ki, kendilerini göremedim bile...’ demektedir.”
Yavuz, tebessüm etti ve sadrazama þehâdet parmaðý ile kýlýcý göstererek:
“-Ýþte kýlýcýmýzýn aðzý kestikçe, kâfirin gözü ondan asla ayrýlamaz ve bizi görmez! Ama Allah esirgesin, bir gün kesmez olur ve parlamazsa, o zaman küffâr, bizi hem hor görür, hem de tepeden bakar!...” dedi.
Kanûnî Sultan Süleyman (1520-1566):
Osmanlý Ýmparatorluðu'na en parlak ve ihtiþamlý devrini yaþatan Kanûnî Sultan Süleyman Han, müminlere karþý þefkat ve merhamette ne kadar öne geçmiþse, kâfirlere karþý sertlik ve mukâvemette de o kadar ileri gitmiþti. Savaþ esnâsýnda sâbit hedef hâline
gelip, üzerine her taraftan gülle ve kurþun da yaðdýrýlsa, küffardan aslâ korkmaz ve telâþa kapýlmazdý.
“Târîh-i Sâf”da kaydedildiðine göre; Rodos Kalesi'ni fethe azmettiðinde, tüm devlet erkânýný ve hocasý Hayreddin Efendi'yi yanýna alýp Rodos Adasý'na gitmek için kadýrgaya binmiþ; kadýrganýn her iki tarafýndan top ve tüfek atýlýp koruyucu askerler etrafýný sardýðýnda, hocasýnýn büyük bir korku ve dehþete kapýldýðýný görmüþtü. Þanlý Sultan atýlan top ve güllelerden aslâ korkmadýðý gibi, hocasýnýn bu telâþýna þaþýrýp; “Korkunuzdan niçin böyle hareket eylersiniz?” diye sormuþ, Hoca Efendi'nin; “Top ve tüfenk gürültüsünün þiddeti düþünmeme mecâl vermeyip, âlemi baþýma dar getirdi. Nice korkmayayým pâdiþâhým?” demesi üzerine; “Tüfenk ve top þiddetle atýlýr oldukda, sen de hareket buyurup yüzünü baþka bir tarafa döndür!” buyurmuþ; hattâ bu durumdan duyduðu hayret ve þaþkýnlýðý gizleyemeyip: “Bu hâllerinin, tevekküllerinin yokluðundan olduðu meydandadýr!” diyerek içindeki büyük tevekkül ve teslimiyeti açýkça ortaya koymuþtu. (Bostanzâde Yahyâ Efendi, “Târîh-i Sâf”, s. 77-78.)

Kanûnî Sultan Süleyman Han Rodos'u fethederek Ýslâm'ýn izzet ve azâmetini ortaya koyup, küfrü ve kâfirleri hor ve hakîr kýlýnca, adada barýnan kâfirler batýdaki dostlarýna; “Ne arsýz kimseler imiþsiniz ki, bize asker göndermeyip yardým etmediniz ki, Türk gelip Sincan'ý ve Îsâ dinini ve bizi hor ve hakîr eyledi!” diyerek, ileri geri söylenip durmuþlardý. (Lütfi Paþa, “Tevârîh-i Âl-i Osmân”, s. 254.)
Ýslâm'ýn izzet ve azâmet, küfrün zillet ve meskenet içinde olduðuna yürekten inanan pâdiþah, bu imân ve inancýnýn gereðini yerine getirerek Rodos Adasý'nýn bir Ýslâm kalesi olmasýný saðlayýp; küfre vurduðu aðýr darbe ile müminleri azîz, kâfirleri zelil kýlmýþtý.

Kanûnî Sultan Süleyman Han Halep'teki bazý mescidlerin çevresinin yahudi evleriyle dolduðunu, dolayýsýyla mescidlerin namaz kýlýnmaya elveriþsiz bir hâle geldiðini duymuþ; Halep beylerbeyine yahudi evlerini derhal müminlere istimlâk etmesini emrederek, yahudilerin taarruzuna bir daha kesinlikle meydan verilmemesini tembih buyurmuþtu:
“Haleb Beylerbeyi’ne ve Kadýsý’na hüküm ki;
Mektub gönderip Haleb’in mahallelerinde bulunan mescid–i þerîf'lerin etrafýnda olan yahudîler tâ'ifesi, yol üzerini mülk ve ihâtâ edip, müslümânlarýn meskeni olacak evler kalmamak ile namaz edâ olunamayýp, yahudîlerin evlerini zikr etmeleriyle, evvelki emrim mûcibince müslümânlara alýnan on yedi aded evden maadâ altý mescidin etrâfýný yahudî tâifesi ihâta edip, namazýn edâ olunmasý için lüzumlu olan otuz dört aded evin müslümanlara satýlýp, defteri Südde-i sa'âdet’ime (sarayýma) göndermiþler. Þimdi, zikr olunan evler müslümânlar elinde kalmýþ olup, yahudîler hak ve taarruz eyledikte emredip buyurdum ki, alýnan evler müslümânlarýn ellerinde kalýp, bundan sonra bir yolla yahudî tâ'ifesine aldýrýlmayýp ve Âsitane'-i sa'âdet'imden (Ýstanbul'dan) bir yolla hüküm dahi çýkarýp varýrlarsa, bundan sonra iþitdirmeyip, hükümleri ellerinden alýp, mühürleyip Südde-i sa'âdet’ime gönderesin; Hükm-i þerîf'imin sûretini de sicill-i mahsûsa kayd eyleyesin!” (Baþbakanlýk Osmanlý Arþivi, “Mühimme Defteri”, c. 5, s. 505.)
Oruç Reis’in Sarsýlmaz Ýmaný
Rodos kuþatmasý esnâsýnda Oruç Reis hýristiyanlara esir düþmüþtü. Gemidekiler Oruç Reis'’e; “Ey Türk! Sen hoþ sözlü bir kiþisin, bizim lisânýmýzý da iyi bilirsin. Gel hýristiyan ol! Müslümanlýktan ne çýkar? Bizim aramýzda itibar sahibi ulu bir kiþi olursun!” demeye cür'et ettiler.
Oruç Reis onlara þöyle cevap verdi:
“Sizin iyiliðiz bu mudur ki, þu sûretleri elinizle yaparsýnýz ve sonra da onlara taparsýnýz! Onlardan size ne fayda gelir? Þimdi onlarýn baþýna bir musîbet gelse, ya da yakýlsalar, veyâ bir kör kuyuya býrakýlsalar; yâhut da bir balta ile parça parça edilseler, kendilerini dahî kurtarmaya muktedir deðillerdir! Bir kimse ki, bir musibetten kendini dahî kurtamaya kâdir olmaya, onun sana veyâ bana ne faydasý ola? Biz dahî bunlarý biliriz, nasýl sizin yolunuzda gideriz?” (“Gazavât-ý Hayreddin Paþa”, s. 10.)
Oruç Reis'in karþýsýnda diyecek bir þey bulamayan kâfirler, “Öyleyse görelim senin Muhammed'in sana ne eyler? Ýþte hâlin meydanda!” diyerek, onunla akýllarýnca alay etmeye yeltendiler. Oruç ise onlarýn sözlerini bastýrarak;
“Benim Muhammed'imin bana ne ettiðini çok geçmez görürsünüz! Siz bilmezsiniz amma ben bilirim. Ol iki cihan fahridir. Bütün nebîler ve velîler ondan þefâat umarlar. Cümlesine þefâatý ol eder de bana etmez mi? Ýnþâa'llâhu Te'âlâ en kýsa zamanda Cenâb-ý Hakk'ýn inâyetiyle gelip beni buradan kurtaracak ve azâd eyleyecektir. Her kim ki cân-u gönülden kendini ona ýsmarlasa, o kimseyi mahrum komaz; þüphesiz gelip ona þefâ'at eder. Þimdi ben dahî en samîmî hislerimle, hulûs-i kalb ile kendimi Cenâb-ý Hakk Hazretleri'ne ýsmarlýyorum. Bana yardým etmesi için ol iki cihan fahri Muhammed Mustafâ'yý þefâ'atçi kýlýyorum. Elbette bu durumda beni mahrum ve mahzun komaz, yakýnda içinizden halâs olurum!” cevabýný verdi. (“Gazavât-ý Hayreddin Paþa”, s. 10-11.)
Oruç Reis'in beklediði ilâhî yardým zuhur etti, büyük bir fýrtýna çýktý, herkes kendi canýný kurtarmaya çalýþýyordu. Oruç Reis bu hengâmede zincirlerinden sýyrýldý ve Allah-u Teâlâ'ya sýðýnýp kendini denize býraktý. “Allah!.. Allah!..” diye diye yüzerek karaya çýkmayý baþardý. Kýyýya çýkar çýkmaz Allah'a hamdedip hemen þükür secdesine kapandý. “Allah düþmanlarýnýzý sizden çok daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak da Allah size yeter, hakiki bir yardýmcý olarak da Allah size yeter.!” (Nisâ: 45)
Barbaros Hayreddin Paþa’nýn
Kâfirleri Dost Edinen Münâfýklara Duyduðu Öfke Cezâyir'de bulunan Tlimsan bölgesi beyinin kardeþi kaçmýþ ve Ýspanya kralý ile gizlice anlaþmýþtý. Ýspanya kralý, “Hükümdarlýða sen ondan daha lâyýksýn!” gibi sözlerle ve çeþitli vaadlerle sýrtýný sývazladý; emrine bol miktarda silâh ve büyük bir donanma vererek bölgeyi zorla iþgâl etmesini saðladý. Bu çirkin durum Barbaros'un kulaðýna ulaþýnca, kendisini durumdan haberdâr eden elçilere hitâben þöyle dedi:
“Beyinize söyleyin, mürtedlikden vazgeçip tecdîd-i imân eylesin! Kâfire kul olmaktan tevbe'-i istiðfâr kýlýp hâlis-muhlis mümin olsun! Kâfirden ayrýlsýn! Onlarla ittifak müslüman olana büyük isyândýr, dinine ve dünyâsýna zarardýr. Ol müslümanlara iyi mu'âmele eylesin, biz de ona hüsn-i kabûl gösterelim. Þâyet inad ve muhâlefet ederse, Hakk'ýn inâyeti ile elimden kurtulmasý çok zordur!” (“Gazavât-ý Hayreddin Paþa”, s. 56-57.) Barbaros ve askerleri, kýsa bir zaman zarfýnda bölgeyi tamâmen ele geçirdiler. Baþlarýndaki münâfýðýn küffârla iþbirliði etmesinden tiksinen bölge halký ve peþindeki askerlerin birçoðu da, saflarýný terkederek Osmanlý ordusuna katýldýlar. Bu hâinin yerine geçen kardeþi de Barbaros’a karþý Ýspanya ile ittifak kurmaya cüret etti. Bu durum Barbaros Hayreddin Paþa'yý fazlasýyla öfkelendirdi.
Gönderdiði nâmede ona, hiddet ve gazâb dolu þu sözlerle hitap etti:
“Ey Mes'ud! Hani bize verdiðin ahd-ü peymân? Hani küffâra aslâ tâbî olmayýp onlar ile sulh-u salâh etmeyecektin? Kâfirlere karþý buðz ve düþmanlýk üzere olacaktýn! Onlara dost olmak bize âsî olmaktýr. Hem daha bize vergimizden hiçbir nesne göndermedin. Bunca zamân içinde bizden ne kemlik gördün ki varýp küffâr ehliyle sulh eyledin? Hiç mümin ve müslüman olan bir kimseye bu revâ mýdýr ki, din düþmanlarýyla el-birlik edip mümin karýndaþýna düþmanlýk ede? Ve ehl-i Ýslâm'a âsî ola? Sen bu iþi eyledin ki, mutlakâ gözüne görünecek bir hâl ve baþýna gelecek bir iþ vardýr! Ol iþ Allah katýnda ma'lûm ve ezelde alnýna yazýlmýþ ola! Zîra aklý baþýnda olan hiç kimse böyle uygunsuz bir iþ iþlemez idi ki, onu sen iþledin, ahdini ve akdini bozdun. Bu hususda vebâlin
boynuna, lâkin vaktýnda hâzýr ol da, karýndaþýn gibi kaçma!..” (“Gazavât-ý Hayreddin Paþa”, s. 91.)
Barbaros’un Duâsý
Barbaros Hayreddin Paþa Andrea Doria komutasýndaki kalabalýk haçlý donanmasýnýn üzerlerine doðru geldiðini haber alýnca, Allah-u Teâlâ'ya sýðýnarak þöyle duâ etmiþti:
“Yâ Ýlâhî! Bu âciz kulunu kâfirler önünde zebûn eyleme! Habîb'in Muhammed Aleyhisselâm hürmetine bu bîçâre kulunun duâsýný kabul eyle! Hidâyet ve inâyet ancak sendendir. Þol kâfirler müslümanlara hiçbir þekilde zarar ve ziyân vermeye muktedir olamayalar!” (“Gazavât-ý Hayreddin Paþa”, s. 142.)
Gerçekten de Allah-u Teâlâ, parlak bir zafer ihsân etmiþ; kâfirleri ise rezil ve rüsvây etmiþti.
Ýkinci Selim Han (1566-1574):
Ýkinci Selim Han, küffarýn saldýrýsýna mâruz kalan Açe Sultâný Alâeddin Riâyet-þah'a yazdýðý mektupta; Hint sâhillerinde dolaþan kâfirlere hadlerinin bildirilmesi ve Resulullah Aleyhisselâm'ýn düþmanlarýnýn rezil ve zelil kýlýnmasý için, “küffar”a karþý ne kadar isterse istesin, kendisine o kadar çok asker gönderileceðini açýkça ifade ediyordu:
“Hakk Te'âlâ'nýn -azze ve celle- devlet ve saltanat kapýmýza evvelden beri yaptýðý âlî yardýmlar, söze ve hesâba sýðdýrýlmaktan çok ötedir. Ýnþâa'llâhu Te'âlâ o taraflarda dahî Ýslâm memleketlerini istilâ eden din-i mübîn'in hasýmlarý ve Seyyidü'l-Mürselîn'in -aleyhi's-salâtü ve's-selâm- apaçýk düþmanlarýnýn zarar ve dalâletlerinin def'i için, teçhizatlý muzaffer askerlerimizden o tarafa da dâima gönderilecekdir!” (Baþbakanlýk Osmanlý Arþivi, “Mühimme Defteri”, nr.: 7.) Sultan Ýkinci Selim bu mektubu yolladýktan bir süre sonra, gönderdiði askerî donanma ile istilâcý kâfirlere haddini bildirmiþ; Ýslâm birliðini koruyan kudretli pençesinin dünyânýn en ücrâ köþelerine kadar uzandýðýný “küffar”ýn hepsine birden açýkça göstermiþti.

Ýkinci Selim Kýbrýs Seferi'ne gitmek üzere yola çýkan kara ve donanma erlerini Topkapý Sarayý'nýn önünde top ve tüfek sesleri eþliðinde uðurlarken, ellerini ihlâs ve samimiyetle yukarýya kaldýrarak: “Yâ Rabbî! Asker-i Ýslâm nerede ve hangi yerde olursa olsun mansûr ve muzaffer olup, din düþmanlarý üzerine gâlib ve kahredici olalar!” diye duâ etmiþ; bir müddet sonra, Piyâle Paþa ve Lâla Mustafa Paþa komutasýndaki Osmanlý ordusu gerçekten de küffar karþýsýnda büyük bir gâlibiyet kazanarak, Kýbrýs artýk bir Ýslâm adasý hâline gelmiþti. (“Târîh-i Selânikî”, c. 1, s. 77.)
Sultan Üçüncü Murad (1574-1595):
Sultan Üçüncü Murad Han, Ebû Eyyub el-Ensârî -radiyallâhu anh-in türbesinin çevresinde pis ve murdar kâfirlerin dolaþmasýnýn, bu pak ve temiz sahâbenin rûh-ý þerîf'lerine rahatsýzlýk vereceðini düþünerek, hâsslar kadýsýna kâfirlerin bu civarda dolaþmasýný yasaklayan þu hükmü göndermiþti:
“Hâss'lar kadýsýna hüküm ki;
'Hazret-i Ebû Eyyûb el-Ensârî -'aleyhi rahmetü'l-Bârî- türbe'-i þerîfe'sinin etrâfýnda ekmekçi ve börekçi ve yoðurtcu ve pazarcý vesâ'irlerin emsâli çarþý esnâfýndan ve ýrgadlar tâifesinden ve gayrýdan, kefere cinsinden bir ferd iskân etmiþ ve yerleþmiþ olmaya!' diye nice def’a Hükm-i hümâyûn'um gönderilmiþ iken, yine o emr-i þerîf'ime muhâlif, türbe etrâfýnda kefere tâ'ifesinden çokluk kimseler mesken tutmuþ olduklarý iþitildi. Þimdi, daha önce bu bâbda sâdýr olan Fermân-ý hümâyûn'um evvelden olduðu gibidir. Buyurdum ki; (emr-i þerîf'im sana) vardýkda, bu bâbda bizzât mukayyed olup, zikrolunan türbe-i þerîf etrâfýnda olan çarþý ahâlîsini getirip, muhkem tenbîh ve te’kîd eyliyesin ki, bundan sonra fermân-ý humâyûn'uma mugâyir ýrgâddan ve gayrýdan türbe-i þerîf etrâfýnda bir zýmmî ferd mesken ve mekân tutmuþ olmayýp, cümlesi müslüman ola!..” (Baþbakanlýk Osmanlý Arþivi, “Mühimme Defteri”, nr. 46, s. 153/319.)
Sultan Üçüncü Murad Han; Edirne kadýsýna da, kâfirlerin küfürlerini ve bâtýl âyinlerini alenî olarak icrâ etmelerine müdâhale etmesi için þu emri göndermiþti:
“Edirne kadýsýna hüküm ki;
Þerîata muhâlif iþlerin men‘i lâzým iken, ruhsat verilip men‘ olunmadýðý duyulmuþ olunduðundan, þimdi bunu (bize bir daha) iþitdirmeyesin ve kefereye dahî aleniyyen fýsk-u fücûr etdirmeyip, çokluk ile gezdirmeyip Þer‘-i Þerîf'in hilâfýna iþ etdirmeyesin. Þöyle ki, sonraki gün kazânýzda bu yasaklar men‘ olunmayýp geri olduðu duyula, sizin ihmâl ve ihtimâm yokluðunuzdan doðmuþ olur, ona göre mukayyed olasýn! Ve kefere tâ’ifesinin dahî ba‘zý yerleri olup, bâtýl âyînleri üzre o yerlerde toplanýp aleniyyen fýsk-u fücûr etdikleri bundan evvel dahi men‘-ü def‘ olmuþ. O bâbda dahî mukayyed olup, bundan sonra kefere tâ’ifesine dahî o aslý koydurmayýp gereði gibi men‘-ü def‘ edesin!” (Baþbakanlýk Osmanlý Arþivi, “Mühimme Defteri”, Belge nr.: 239.)
Üçüncü Mehmed Han(1595-1603):
Eðri kalesi fethedilmeden önce, serdâr-ý ekrem Câfer Paþa küffarýn çokluðundan ve silâhlarýnýn fazlalýðýndan endiþeye düþerek, pâdiþâha bir ulak gönderip; “Yere batasýca kâfirlerin nihayeti yok, gâlip gelme ihtimalleri bizden çok! Taburlarý, toplarý ve tedâriklerinin fazla olduðu ortada!” deyince, þecaat ve basîret sahibi bir zât olan vezîriâzam Ýbrâhim Paþa; “Kefereden korkup mânâsýz kelimeler izhâr edersiniz! Paþanýz tedbîrini kötü etmiþ!” deyip mektubu pâdiþâha götürmelerine izin vermemiþti. Ayný mektup birkaç defâ gelip de, Paþa mektubun pâdiþâha ulaþmasýna her defâsýnda engel olunca, bu kez gelen kiþi: “Devletli Paþa! Dinsiz kâfirler yedi krallardýr ve üç yüz bin keferedir. Ý'timâdýnýz yok; dar zamandýr! Hakk Sübhânehû ve Te'âlâ paþamýzý hatâdan muhâfaza etsin! Orada olan bir alay askerlerin, imdâda eðer bir tedârik olmazsa, hemen kasýtlarý ordudur!” dediði zaman, Þeyhülislâm Hoca Sa'deddin Efendi yine vezîriâzamdan yana tavýr koyarak; “Bu müslüman doðru cevab verip, sa'âdetli pâdiþâhýmýz sa'âdetle keferenin taburunun olduðu menzile doðru sefer etmesi gerektir!” deyip; seferden geri dönmek þöyle dursun, pâdiþâhýn da sefere katýlmasý gerektiðini haber vermiþti. (“Topçular Kâtibi Abdülkâdir Efendi Târîhi”, c.1, s. 157.)
Nitekim Sancâk-ý þerif ve Hýrka-i þerîf'i yanýna alarak sefere çýkan pâdiþah, askerleriyle birlikte haçlýlarýn yýðdýðý kuru kalabalýðý, Allah'ýn inâyeti ve Muhammed Aleyhisselâm'ýn mûcizesi sâyesinde kýsa bir sürede imhâ etmiþti.
Sultan Dördüncü Murad Han (1623-1640):
Osmanlý pâdiþahlarýnýn en güçlülerinden ve kuvvetlilerinden olan Sultan Dördüncü Murad Han; imanla küfür arasýndaki berzaha inceden inceye dikkat eder, müminlerle kâfirlerin ayný kefeye konulmamasý için yapýlmasý gereken her türlü müdâhalenin, bir an dahî geciktirilmeden mutlaka yapýlmasýný emrederdi. Kâfirlerin müslümanlarla ayný elbiseleri giymelerini ve çarþýda müslümanlar gibi at üstünde gezmelerini yasaklayýp, ehl-i küfrün kaldýrýmda müslümanlarla yanyana geldiklerinde kaldýrýmdan derhâl inmelerini ve her hususta mutlaka tahkir edilmelerini emreden þu fermâný, onun bu hassâsiyetinin apaçýk bir örneðiydi:
“Ýstanbul kâdîsýna hüküm ki;
Kefere tâ'ifesi ata binmeyip ve samur kürk ve firengî kaftan ve atlas giymeyip ve avretleri dahî müslümân tarzýnda ve üslûbunda gezmeyip ve pars giymeyip, ve'l-hâsýl elbiselerinde ve tarz-ý üslûplarýnda tahkir ve zelil kýlýnmak þer'an ve kanûnen dinin mühim iþlerinden iken; bir nice zamandan beri ihmâl olunup, hâkimlerin müsa'âdesi ile kefere ve yehûd tâ'ifesi çarþýlarda at ve süslü elbise ile gezip ve samur kürk ve kýymetli elbiseler ile, çarþý içinde müslümana denk geldikde kaldýrýmdan inmeyip ve kendileri ve avretleri ehl-i Ýslâm'dan daha ziyâde þevket sâhibi olup, þer'î cihetten tahkîr ve zelil olunmadýklarý ulu kulaðýma ilkâ ve Südde'-i sa'âdet’ime (sarayýma) haber edilip bildirildiðinden, zikredilen cihet üzere amel olunup, bundan sonra zikrolunan
hususlarla amel getirmeyip bu def'a vâki' olan sefer-i hümâyûn'umdaki levâzýmlardan olan Mustafa -zîde kadruhû- tedkîkiyle men' olunmak emrim olmuþdur. Buyurdum ki; emr-i hümâyûn'um vâsýl oldukda, bu bâbda sâdýr olan emrim üzere amel edip, kefere tâ'ifesini þerî'at ve kanûn cihetiyle donda ve elbisede ve tarz-ý üslûpda tahkir ve zelil eyleyip, sonra ata bindirmeyip ve samur kürk ve samur kalpak ve atlas ve kaftan giydirmeyip ve avretleri dahî yüksek þabka ve çuka giyinmeyip müslümân tarzýnda ve elbisesinde gezmeyeler. O takýmlarý men' ve def' eyleyip, bu bâbda sâdýr olan emrimin icrâsýnda dakîka gecikmeyesin!” (Baþbakanlýk Osmanlý Arþivi, “Ýstanbul Ahkâm Defterleri”, nr. 98.)
Sultan Dördüncü Murad Baðdad Seferi'nde askerini sýk sýk cenge teþvik edip; “Göreyim sizi! Din-i mübîn uðruna çalýþmakda kusûr etmeyesiniz. Gayret vaktidir!” diyerek galeyâna getirirken, Sadrâzam Tayyar Mehmed Paþa; “Pâdiþah'ým! Sabrolunsun, þehir yakýnda feth olunur. Yürüyüþe daha zaman var. Acele ile askeri kýrdýrmayalým!” diyerek pâdiþâha müdahale etmiþti. Paþa'nýn müdâhalesine þiddetle öfkelenen genç pâdiþah; “Senin nâmýn, dilâverliðin, þecaatin bu mu? Kale altýnda askeri bekletmeðe ne lüzum var? Geciktirmenin ma'nâsý nedir?” deyince, pâdiþâhýn bu sözü tecrübeli ve emektar Paþa'ya aðýr gelerek: “Ben canýmý pâdiþâha fedâ etmiþim! Bir Tayyar kulun ölmekle bir þey olmaz, hemen Allah-u Teâlâ Hazretleri kaleyi ihsân eylesin!” deyip yiðitçe düþmanlarýn arasýna daldý, bir müddet sonra da baþýndan girerek þakaðýndan çýkan bir kurþunla þehid oldu. Paþa'yý bu vaziyette yerde yatarken gören pâdiþâha yaþadýðý bu acý hâtýra öylesine dokundu ki; “Âh Tayyar! Baðdad Kalesi gibi yüz kaleye deðerdin! Allah taksirâtýný afv ve rûhunu rahmet nûrlarýna gark etsin!” diyerek, üzerine kapanýp hüngür hüngür aðladý. (Ahmed Refik, “Pâdiþahlarýmýzda Din Gayreti, Vatan Muhabbeti”, s. 23-25. bas.: Ýstanbul, 1332.)
Sultan Dördüncü Mehmed (1648-1687):
Ýçteki hâinlerin ve dýþtaki kâfirlerin Osmanlý Devleti'ni el birlik yýkmaya çalýþtýðý, kâfirlerin ve münâfýklarýn fitne ve fesadýnýn ayyûka çýktýðý bir dönemde, küçük bir çocukken pâdiþah olan Sultan Dördüncü Mehmed, bâzý güvenilir saray erkânýnýn tavsiyesi üzerine Köprülü Mehmed Paþa'yý sadrâzamlýða getirmiþ; içteki ve dýþtaki hâinlerin temizlenmesi için ona kayýtsýz-þartsýz yetki vermiþti. Osmanlý ile dost ve müttefik gibi görünen Fransa, ikiyüzlü ve çirkin bir siyâset güderek bir taraftan Osmanlý'nýn her konuda yanýndaymýþ gibi gözüküyor; diðer taraftan da devletin sinsi sinsi kuyusunu kazmaktan, kazanlara el altýndan destek olmaktan çekinmiyordu. Üstelik utanmadan bir de, savaþ hâlinde olduklarý Ýspanyollar'a karþý Osmanlý'nýn askerî gücünden yararlanmaya çalýþýyor, Köprülü'nün huzûruna peþpeþe elçi gönderiyordu. Þu kadar var ki, Köprülü onlarýn çevirdiði dalaverelerden haberdar olduðu için; onlarý ya huzûrundan kovuyor, ya da aþaðýlayýcý muâmelelerde bulunuyordu. Hattâ bir defâsýnda Fransýz büyükelçisi Lâhe, hükümdarlarýnýn Ýspanyollar'dan bir þehri zaptettiðini övünerek Sadrâzam'a söylemiþ, böylece onu sevindireceðini ve savaþa girmeye iknâ edeceðini zannetmiþti. Ancak Köprülü elçinin sözlerine hiç mi hiç iltifat etmeyip;
“Köpek domuzu, domuz köpeði dalamýþ neme gerek? Tek pâdiþahýmýn iþleri yolunda gitsin, bana lâzým olan odur!” cevabýný verdi. (Riko, “Devlet-i Osmâniyye'nin Hâl-i Hazýrý”, s. 164, bas.: h. 1071.)
Osmanlý hükümetinin Fransýz küffarýna yüz vermeyiþi, gönderilen elçilere karþý sert ve kayýtsýz bir tutum sergileyiþi, oðlu Fâzýl Ahmed Paþa döneminde de artarak devâm etmiþ; vakûr sadrâzamdan yüz bulamayan Nöwantel bu durumu: “Bâbýâlî'nin azâmet ve gurûrunu, Fransa'ya karþý gösterdiði sertlik ve kayýtsýzlýðý tasvir için bir cilt doldurmak îcâbeder!” diyerek tasvir etmiþti. (Vandal, “Nöwantel'in Seyahati”, s. 106.)
Sultan Dördüncü Mehmed sarp ve muhkem bir kale olan Uyvar kalesi'ni, büyük bir kudret ve azîmle küffarýn elinden alýp Ýslâm topraklarýna katan sadrâzam Köprülüzâde Fâzýl Ahmed Paþa'ya, zaferden duyduðu memnuniyeti gönderdiði hatt-ý hümâyûnda þöyle ifade etmiþti:
“Hazret-i Hâlýk-ý Lâ-Yezâl'den tazarru' ve niyâz olunur ki, daha nice nice yeni fetihler vücûda gelip, küffar dâimâ cehenneme yollanmakdan ve nârýn içine baþaþaðý yuvarlanmakdan hâlî olmayalar! Sana ve ol zafer eseri seferde, din-ü devletim uðrunda taþa yaslanýp topraða döþenen gâzî ve mücâhid kullarýmýn yüksek ve eþrefine, büyük ve küçüðüne ekmeðim ve ni'metim helâl olsun!” (“Târîh-i Râþid”, c. 1, s. 51.)
Sultan Ýkinci Ahmed (1691-1695):
Ýkinci Ahmed Han Varadin kalesinin muhâsarasýný emir buyurunca; sadrâzam bütün vezirleri, paþalarý, kaptan paþalarý ve askerleri biraraya toplayýp, kendilerine düþmanýn toplarýndan, silâhlarýndan ve ordusundan sözederek savaþýp savaþmamak konusunda fikirlerini sormuþtu. Sadrâzamý dikkatle dinleyen Osmanlý askerleri, saðlam bir imân ve güçlü bir itikâdla hep birden:
“Cihad diyârý olan Belgrad'dan hareket ve din düþmaný üzerine sefer olunup, Ý'lâ-yý Kelimetullâh için cân ve baþýmýz fedâ ve karýnca mesâbesindeki vücûdumuzu din-i mübîn uðrunda ifnâ edelim; on seneden beri Ýslâm askerini meydana da'vet eden maðrûr küffârý Hâlik'ýn yardým ve inâyetiyle kahredelim!..” diye haykýrdýlar.(“Anonim Osmanlý Târihi / 1688-1704”, s. 82.)
Bir müddet sonra küffar devletlerinin birleþerek, bölgeye kalabalýk bir haçlý gürûhu gönderdiðini haber alan Osmanlý neferleri; “El-küfrü milletün vâhidetün: 'Küfür tek millettir.'” Hadis-i þerîf'i mucibince, küfür ehli Ýslâm'a karþý bir ve beraber olduðuna göre, onlara karþý daha büyük bir azim ve sertlikle hücûm etmek gerektiðini söyleyerek, ne pahasýna olursa olsun kararlarýndan dönmeyeceklerini açýkça ortaya koydular.
Ýkinci Mustafa Han (1695-1703):
Ýkinci Ahmed Han'dan sonra Osmanlý tahtýna oturan Sultan Ýkinci Mustafa Han da, hükümdarlýðý müddetince dâimâ din-i Ýslâm'ýn intiþârýna, küfrün ve kâfirlerin hezîmetine ve mahvýna çalýþmýþ; bu dönemde Osmanlý ordusu Nemçe, Leh, Venedik, Rus ve Ýngiliz ordularý ile kýran kýrana cephede çarpýþmýþtý.
Defterdar Sarý Mehmed Paþa'nýn ifadesine göre; o bunu yalnýz Allah-u Teâlâ'nýn “Kâfirlerle ve münâfýklarla savaþ” emrini yerine getirmek için yapmýþtý:
“Osmanoðullarý'nýn sürûru, adâlet, emniyet ve emân ikliminin þâhý þevketli Pâdiþâh'ýmýz Sultân Mustafa Han Hazretleri, 1106 senesinde izzet ve nâmûs tahtý üzerine sa'âdetle cülûs buyurduklarýnda; 'Kâfirlerle ve münâfýklarla cihad et!' (Tevbe: 74) emr-i þerîfi üzere, ateþ saçan kýlýncýnýn parýltýsý ile küfr ve nifâk zulmetinin mahvýna nihâyetsiz gayret buyurmuþdu.” (“Zübde'-i Vekâyi'ât”, s. 639.)
Sultan Birinci Mahmud (1730-1754):
Sultan Birinci Mahmud Han da dîn-i Ýslâm'a içten ve dýþtan yöneltilmek istenen küfür ve fesad ateþini söndürmek için büyük çaba sarfediyor; cephede çarpýþan askerlerine Allah ve Resul'ünün cihad hakkýndaki emirlerini hatýrlatýp, onlarý din uðrunda ve devlet-i âliyye yolunda çarpýþmaya teþvik ederek;
“Sen ki, hamiyyet-perver seraskerim Abdullah Paþa ve siz ki, onun mâiyyetine me'mur askerimsiniz. Cümleniz berhudâr olasýnýz! Zâtýnýzda mevcûd olan din gayreti îcâbýnca kýþa ve yaðmura bakmayýp, Revân taraflarýna sefere gayret edip vardýðýnýz haberini iþitdim. Cümleniz pâdiþâhâne hayýr duâma mazhar olmuþsunuzdur. Göreyim sizi! Gayret kuþaðýný kuþanýp, Kur'ân-ý Azîmüþþân'da buyurulan; 'Resul'üm! Müminleri savaþ için coþtur!' (Enfâl: 65) Âyet-i kerîme'si ve Peygamber'imiz Hazretleri'nin; 'Cennet kýlýçlarýn gölgesi altýndadýr!' Hadîs-i þerîf'leri mûcebince, Ashâb-ý kirâm'ýn ve ehl-i sünnet'in düþmanlarýnýn üzerlerine saldýrýp, öyle mel'unlarý kahr-u perîþân edip, din uðrunda ve devlet-i aliyyem yolunda gayret ederek, Allah rýzâsýna ve Peygamber'imizin rýzâsýna muvâfýk gaza ve cihâda çokca kudret sarf eyliyesiniz. Hayýr duâm sizinle biledir!” diyordu. (Topkapý Sarayý Müzesi Arþivi, H. 5 Receb 1147.)
Sultan Üçüncü Osman (1754-1757):
Osmanlý Devlet hukûkuna göre; kâfirlerin yayýlmalarýný ve devlette çoðunluk saðlamalarýný önlemek için, müslüman bir kimsenin evini veyâ arsasýný kâfirlere satmasý kesin olarak yasaklanmýþtý. Zira böyle bir durumda; kâfirlerin o yerde zamanla söz sahibi olmasý ve Ýslâm'ýn yavaþ yavaþ ortadan kalkýp küfrün yerleþmesi ihtimali vardý.
Nitekim Sultan Üçüncü Osman da, öteden beri ciddî bir tedbir olarak uygulanan bu kanunun ihlâl edildiðini duymuþ ve bu mühim kanunun tatbiki hususunda çok dikkatli davranýlmasýný emir buyurmuþtur:
“Hâssa bostancýbaþýsýna hüküm ki;
Râbi'â adlý hâtun huzûruma arz-u hâl edip, mülkiyyet veyâhud vakfiyyet üzre, ehl-i Ýslâm illerinde tasarruflarýnda bulunup müslümanlarýn yurdu bulunan menzillerin ve evlerin sahiblerinden biri menzilini ve boþ arsasýný býrakýp satmak murâd eyledikde, yine ehl-i Ýslâm'dan birine satýp ehl-i Ýslâm'a mahsûs evlerin ve arsanýn hýristiyanlardan gerek zýmmî, gerek baþkasýna satýlmasý þer'an men' ve yasak olup, bunun hilâfýna hareket edenler men' ve engel olunmak lâzým iken, yakýn zamânda kefereden ba'zýlarý kendi vatanlarýný terk ve Ýstanbul hâricinde bulunan Kavað'a varýnca, boðazýn iki tarafý sâhillerinde ve Ýstanbul ve çevresinden ehl-i Ýslâm'a mahsus evler ve menziller ve boþ arsalar satýn alma ve ta'mîr ve binâ etme ile, Tevhîd nûru ve Rabb-i Mecîd'e ibâdet ile münevver olan Tevhîd ehlinin evlerinin müþriklerin ellerine girmesi þerî'at-ý mutahhara'ya muhâlif bir fi'l-i münkerdir...”
“Ýmdi, sen ki ismi zikrolunan bostancýbaþýsýn, sen dahî bu hususa ihtimâm ve dikkat ve bundan sonra Ýstanbul hâricinde ve çevresinde ve boðazýn iki tarafý sâhillerinde ehl-i Ýslâm'dan bulunan büyük ve küçük vakf ve mülk evleri ve menzilleri ve boþ arsasýný, hýristiyanlardan gerek zimmet ehline ve sâire bir yol ile satdýrýlmayýp, umûmî bir men' ile men' ve def' olunup ve dâ'imâ tahkîk ve câsûslukdan uzak olmayarak, bundan sonra bu misilli evler ve boþ arsa satýlmýþ olduðu haber verildiði ânda, kefere ellerinden alýnýp ve kurtarýlýp ve þerî'at ma'rifetiyle evvelki sahibine zabt etdirmeðe veyâhud ehl-i Ýslâm'dan tâlib olanlara deðer-i pahasýyla verdirerek bu güzel nizâmýn devâm ve bekâsýna ziyâde ihtimâm edesin ve yazýlan ulu emrime mugâyir harekete cesâret edenleri haber aldýðýnda derhâl vezîrin katýna bildiresin.” (Baþbakanlýk Osmanlý Arþivi, “Ýstanbul Ahkâm Defterleri”, 4/26, 70a-b.)
Sultan Üçüncü Osman Han müslümanlarýn yaptýklarý binâlarý, yahudi ve hýristiyanlarýn yaptýklarý binâlardan iki zýra' (Osmanlý’da kullanýlan bir uzunluk ölçüsügöz kırpma daha yüksek yapmalarýný emrederek þöyle buyurmuþtu:
“Ýstanbul ve Galata ve Üsküdar kâdîlarýna hüküm ki:
Ýstanbul ve Galata ve Üsküdar ve çevresinde bulunan yanmýþ ve gerek yýkýlmýþ olan menziller ashâbý yeni binâ murâd eylediklerinde, ehl-i Ýslâm'ýn mesken tutacaðý menzillerin boydan yüksekliði on iki zýra' ve kefere ve yahûdî mesken tutacak menzilin boydan yüksekliði on zýra' olmak üzre, bundan evvel nizâm verilmiþken; menziller ashâbýndan ba'zýlarý gizlice bir yol ile mahalleler aralarýnda nizâma mugâyir binâya baþlamak ve evvelce verilen nizâmýn ihlâline sebeb olmalarýyla, bundan evvel verilen nizâm üzere, ehl-i Ýslâm'ýn mesken tutacaðý menzillerin boydan yüksekliði on iki zýra' ve kefere ve yahûdî mesken tutacak menzilin; gerek ashâbý müslüman olsun ve gerek kefere ve yahûdî olsun, boydan yüksekliði on zira' olup, hilâfýna rýzâ ve cevâz gösterilmemek bâbýnda, bin yüz kýrk altý senesi Rebî'u'l-Evvel'i ortalarýnda, evvelki pâdiþâh -merhûm ve maðfûrun leh- Sultan Mahmûd Han zamânýnda verilen emr-i þerîf yenilenmek bâbýnda, hâlâ hâssa mi'marbaþý olan Süleymân -zîde mecduhû- arz-u hâliyle tamam ve Dîvân-ý hümâyûn'da muhâfaza olunan hükümlerin kayýdlarýna mürâca'ât olundukda, söylenen minvâl üzere emr-i þerîf verildiði kayýtlý bulunduðundan, evvelce sâdýr olan emr-i þerîf mûcebince amel olunmak için yazýlmýþdýr.” (Baþbakanlýk Osmanlý Arþivi, “Ýstanbul Ahkâm Defterleri”, 3-362/1304.)
Üçüncü Mustafa Han (1757-1774):
Üçüncü Osman'dan sonra tahta geçen Sultan Üçüncü Mustafa Han da, sabah ve akþam namazlarýnda câmii etrâfýnda dolaþarak ibâdet ve taatla meþgul olan müslümanlara rahatsýzlýk veren kâfirlerin, câmiinin etrâfýndan geçmelerini hatt-ý hümâyûn ile kat'î bir sûrette yasaklamýþtý:
“Ýstanbul kâdîsýna hüküm ki:
Dâvûd Paþa yakýnýnda bulunan eski vezîr-i a'zam Ali Paþa câmi'-i þerîf'inin vakýflarý ve sâir rýzýk sahipleri huzûr-u sa'âdetime arz-u hâl edip, zikrolunan câmi'in Altýmermer tarafýnda bulunan kapýsýnýn çevresinde müslümanlar için konulan hususî yolun sonu Çýnâr yoluna çýkýp, sabâh ve akþam namâzlarýnda ve sâir vakýtlarda imâm mihrabda Kur'ân-ý Kerîm tilâvet ederken, Samatya'da ve ol civârda oturan kefere tâ'ifesinin geçiþlerine sayýsýz umûmî yol var iken, ayrý tutulan ümmet-i Muhammed'e eziyyet etmek için, ihâneten kiliselerine müslümanlarýn hâss yolundan geçerek ve dolaþarak ve türlü türlü cevr-ü ezâya baþlamakla ümmet-i Muhammed'e ta'cîz ve ihânetten uzak olmamalarýyla, zikrolunan hâss yoldan bundan sonra kefere ve fecere geçirilmeyip, gezme ve dolaþmadan külliyyen men' ve def' edilip, ihânet ve ezâlarýndan cemâ'at-ý müslîmîn kurtarýla ve bir destek ve saðlam bir yardým ile din-i mübîn-i Muhammedî bir duvar gibi saðlam kýlýna!..” (Baþbakanlýk Osmanlý Arþivi, “Ýstanbul Ahkâm Defterleri”, 4167/513.)
Sultan Üçüncü Osman döneminde, mülk ve gayrimenkullerini yahudi ve hýristiyanlara satanlara uygulanan sýký tedbir, Üçüncü Mustafa tarafýndan da ehemmiyetine binâen dikkatle uygulanmýþ ve yakýn tâkibat altýna alýnmýþtý. Çünkü Ýslâm vatanýnda gözü olan kâfirlerin, emellerine bu yoldan ulaþabilme tehlikesi kaçýnýlmazdý. Pâdiþah, yüksek para karþýlýðýnda müslümanlarýn evlerini satýn alan ve belli bölgelerde sayýlarý gittikçe artan bâzý kâfirlere karþý, dikkatli ve uyanýk davranýlmasý gerektiðini bir fermânýnda þöyle telkin ediyordu:
“Hâssa bostancýbaþý ve Ýstinye nâhiyesi nâibine hüküm:
Galata çevresi nâhiyelerinden Ýstinye nâhiyesine tâbi' Bebek köyü ahâlîsinden ba'zý kimseler ile sâ'ir köy ahâlîsi evvelce þerî'at meclisine varýp, merhûm ve maðfûrun leh Sultân Ahmed Han -tâbe serâhu- zikredilen köyde binâ eylediði câmi'-i þerîf civârýnda ehl-i Ýslâm oturur iken, kefere tâ'ifesi ziyâde paha taleb oldukça lüzumsuz tamâ'larýndan doðan ba'zý katî satýþ ile ve ba'zýsý kirâ ile menzillerini kefere ve yehûd tâ'ifesine verip ve Mýsýr'lý el-Hâcc Mehmed ve Câbî Osmân adlý kimse menzillerini Baðdesar adlý zýmmî ve Kayyým Mehmed menzilini Aleksandýri adlý zýmmîye satýp günden güne kefere ve yehûd tâ'ifesi câmi' civârýnda arttýkça, cemâ'atin azlýðýna sebeb ve zikrolunan câmi' boþ kaldýðýndan, hâssa bostancýbaþýsý bilgisi dâhilinde izinle ele geçiren sahibleri redd oluna, veyâhud çoðunluða satýþýndan men' ile ehl-i Ýslâm'dan olan tâliblerine satýla!..” (Baþbakanlýk Osmanlý Arþivi, “Ýstanbul Ahkâm Defterleri”, 4-193/583.)
Birinci Abdülhamid Han (1774-1789):
Sultan Birinci Abdülhamid Han Osmanlý Devleti'nin içinde yaþadýðý hâlde, küffarla gizli-kapaklý görüþmeler yapan ve hýristiyan tebaaya el altýndan isyan tohumlarý ekmeye kalkýþan Fener Rum patriðine, þu tehdîdinin kesin olarak iletilmesini emir buyurmuþtu:
“Hâtýr-ý hümâyûnuma gelen, rum patrîkine þu mutlakâ tenbîh olsa ki;
'Eðer sizden râ'iyyeti (gözetilmeyi) kabûl eden re'âyâdan (gözetim altýndakilerden) birisi kefere tarafýna gider ise, evvelâ seni kilise kapýsýna asar ve sonra o re'âyâ semtinin papasýaglagöz kırpma îdam ve o re'âyâ elimize girer ise beraberindekiler ile beraber katl olunur ve kiliseniz yerle bir olunur!'” (Baþbakanlýk Osmanlý Arþivi, A., nr.: 177)
Ruslar'la yapýlan savaþ süresince gözüne günlerce uyku girmeyen Sultan Birinci Abdülhamid, Özi kalesinin düþtüðünü haber alýnca ne yapacaðýný þaþýrmýþ ve kendisine bir hastalýk peydâ olup vezîrine hitâben þu hatt-ý hümâyûnu yazmýþtý:

“Benim vezîrim,
Allah-u Teâlâ'nýn takdiriyle, Özi'nin düþman eline giriftâr olduðu dehþetli haberinin gelmesi sebebi ile hâsýl olan kederimin, ne yazmakla ve ne de lisan ile ta’rîfi mümkün deðildir. Gözlerimden süzülüp akan yaþ ve gecelerde tâ sabah oluncaya dek uykum harâm; gündüzlerde dahî âh ve inleme ile vaktim geçmekdedir. Hemen sebeb olanlarý Cenâb-ý Hazret-i Kahhâr'a havâle eyledim! Bundan özge musîbet olmaz, böylece bilesiniz!..” (Baþbakanlýk Osmanlý Arþivi, A. nr. 24640.)
Ömrünü din ve devletin selâmetine adamýþ olan yüce pâdiþaha Özi kalesi'nin düþmesi o kadar aðýr gelmiþti ki, bu fermâný yazdýktan hemen birkaç gün sonra, kapýldýðý derin üzüntünün tesiriyle ansýzýn beyin kanamasý geçirip rûhunu Hakk'a teslim etti.
Sultan Üçüncü Selim (1789-1807):
Sultan Üçüncü Selim Han bir gün sabahýn erken saatlerinde, küffar kayýkçýlarýnýn edepsiz bir tarzda, baðýrýp çaðýrarak Topkapý Sarayý'nýn önünden geçtiklerine þâhid olmuþ; Ýslâm hükümdârýna, hem de kendi sarayýnýn önünde böyle bir terbiyesizliðe cür'et eden kâfirleri, bir daha böyle bir küstahlýða cür'et ettikleri taktirde sorgusuz-suâlsiz katledeceðini fermân buyurmuþtu:
“Bu gece sabâha yakýn Frenk gemicileri sandal ile türkü çaðýrýp saray önünden geçdiler ve birkaç def'adýr ediyorlar. Reis Efendi'ye tenbîh eyle, bi'l-cümle elçilere ve Frenkler'e tenbîh eylesin; bir daha öyle edepsizlik etmesinler, her kim olursa olsun aman vermeyip katlederim! Sonra bizim adamýmýzdýr derler ise, Re'îs Efendi'ye havâle ederim, þiddetle tenbîh edesin!..” (Enver Ziyâ Karal, “Selim III'ün Hatt-ý Hümâyûn'larý”, s. 99, bas.: 1946)
Bir defâsýnda da Fransýz elçisi haddini aþýp Bâb-ý Âlî'ye ulu-orta tâlimat vermeye yeltenerek, devletin içiþlerine kendi kendine müdâhale etmeye kalkýþmýþ; Suriye'deki Fransýz konsoloslarýnýn Cezzar Ahmed Paþa'dan þikâyet ettiklerini bâhane edip, hükümetin Paþa'yý þiddetle cezâlandýrmasý gerektiðini îmâya çalýþmýþtý.
Bu durum pâdiþâhýn kulaðýna gidince öylesine kýzdý ki; küstah elçiye derhâl haddinin bildirilmesini emrederek, sadâret kaymakamýna hitâben þu fermâný yazdýrdý:
“Hayâ etmeden elçi bu karârý nice verebilmiþ? Bu devleti tahkîr deðil mi? Bir devletde iki devlet olabilir mi? Buna reis niçin cevap vermemiþ? Þarta göre dâvâsýný etmek vazîfesidir; yoksa sâ'ir þeye ne karýþýr? Reis efendi evvelce ilzâm etdim (susturdum) diye yazmýþ idi, bu nasýl ilzamdýr? Edepsiz kâfire bir eyi cevap veresiz!..” (“Yeni Mecmû'a”, c. 1, s. 469)
Ýkinci Mahmud Han (1808-1839):
Ýkiyüzlülükten ve döneklikten baþka bir icraatta bulunmayan, iþleri güçleri tükürdüklerini yalamak olan küffârýn, verdikleri sözü dâimâ bozduklarý târih boyunca dâimâ rastlanan ve bilinen bir gerçekti.
Zaten Allah-u Teâlâ Kelâm-ý kadîm'inde;
“Sen kendileriyle andlaþma yaptýðýn hâlde, onlar her defâsýnda hiç çekinmeden andlaþmalarýný bozarlar.” (Enfâl: 56)
Buyurarak, küffârýn bu çirkin týynetine açýkça iþâret etmiþti.
Ýþte Sultan Ýkinci Mahmud da; verdikleri hiçbir sözde durmayan, yaptýklarý anlaþmayý her defâsýnda bozan, sözleriyle icraatlarý birbirini tutmayan iki yüzlü kâfirlere duyduðu öfke ve nefreti bir defâsýnda açýkça dile getirerek; “Frenkler'in âdetleridir; kendilerinin evvelce söyledikleri sözden vazgeçmeðe aslâ utanmazlar, hemen kendilerine menfaat saðlayacak iþ ne ise onu öne sürmeye bakarlar!” demiþti. (Fuat Ezgü, “Osmanlý Ýmparatorluðu - Amerika Birleþik Devletleri Münâsebetleri”, ÝÜ Edebiyat Fak. Dok. Tezi, s. 96-97.)
Ýkinci Abdülhamid Han (1876-1909):
Sultan Ýkinci Abdülhamid Han döneminde, Osmanlý Devleti'nin Ermenî fesâdý ile uðraþmasýný ve gerek mâlî, gerekse siyâsî bakýmdan sýkýntýlý ve buhranlý bir dönem yaþamasýný fýrsat
Gönderen: 23.01.2009 - 00:37
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1149 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
sakir bayram (64), arabulan (55), ümit09 (53), hilalbaþa.. (44), ESÝLA (39), HiLaL90 (34), enes.gs (38), aksoy60 (40), Beste (46), gümüþta&#2.. (43), derdodertli (51), nurangurtekin (45), irfan temel (53), ismail_kutahya (37), Basel-Stadt (48), BLaCKHaPPY (47), haya (36), hesert (51), lütuf (39), köln72 (52), emretavsan (44), ahmet51 (47), ahmetpolat1983 (41), cansin18 (60), mizgin_islam (44), *HilaL* (39), ogretmen78 (45), mehmet70 (54), bluedream (42), Gül-i Ruhsar (37), Meral Cölkusu (44), Dünyali (52)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.68142 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.