|
|
|
|
Toplam Forum: 69
*** Toplam Konu: 30100
*** Toplam Mesaj: 148193 |
|
|
|
|
|
Gönderen |
|
|
KURANDA ADI GEÇEN PEYGAMBERLER VE VELİLER: HZ DAVUT...... |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
TÜM RAVDA AÝLESÝNE HAYIRLI NURLU CUMALAR.....
BÝSMÝH-Ý TEALA:
HZ DAVUT:
Dâvûd (a.s.); Hayatý ve Peygamberliði:
Ýbrânîce’de “en çok sevilen kiþi, göz bebeði” anlamýna gelen bu ismin Kitab-ý Mukaddes’te Dâvid (Deyvid) veya Dâvîd þeklinde geçtiði ve sadece Hz. Dâvûd’a ad olarak verildiði görülmektedir. Dâvûd (a.s.) M. Ö. 1010-970 yýllarý arasýnda hüküm sürmüþ, ikinci Ýsrâil kralý ve peygamberidir. Kaynaklar, onun on birinci dedesi olarak Ya’kub (a.s.)’u gösterir.
Kur’ân-ý Kerim ve hadislerde Hz. Dâvûd’un çeþitli özellikleri belirtilmekle beraber, gerek soy kütüðü ve gerekse hayat hikâyesiyle ilgili ayrýntýlý bilgi yoktur. Bu konuda diðer Ýslâmî kaynaklarda yer alan bilgiler de Ýsrâiliyat türünden olup Ahd-i Atîk’teki mâlumatla büyük ölçüde benzerlik göstermektedir.
Ahd-i Atîk’e (Tevrat’a) göre Dâvûd (a.s.), Yahuda sýbtýnýn ileri gelenlerinden ve Büytülahm’de (Beytlehem) ikamet eden Yesse’nin oðludur (Rut, 4/22; I. Samuel 16/13). Onun Hz. Ýbrâhim’e kadar varan þeceresi Kitab-ý Mukaddes’te ve Ýslâmî kaynaklarda þu þekilde verilmektedir: Dâvûd, Yesse, Obad, Boaz, Salmon, Nahþon, Aminadab, Ram, Hetsron, Perets, Yahuda, Ya’kub, Ýshak, Ýbrâhim (Rut, 4/18-22; Matta, 1/1-6; Luka, 3/31-35; Taberî, Tarih I/476). Yesse’nin bir rivâyete göre yedi oðlu ve iki kýzý (I. Tarihler 2/13-16), baþka bir rivâyete göre sekiz oðlu (I. Samuel 16/10-11; 17/12), Taberî ve Sa’lebî’ye göre ise on üç oðlu vardýr ve Dâvûd en küçükleridir (Taberî, a.g.e. I/476; Sa’lebî, Arâisu’l-Mecâlis, s. 206).
Ahd-i Atîk’te “kýzýl, kýrmýzý yüzlü, güzel gözlü ve hoþ bakýþlý” (I. Samuel, 16/12: 17/42); “iyi çeng çalan cesur bir yiðit, cenk eri, sözü tutarlý ve yakýþýklý” (I. Samuel, 16/18) þeklinde nitelendirilen Dâvûd (a.s.), Ýslâmî kaynaklarda “bedeni ve saçý kýzýl, mavi gözlü, az saçlý ve kýsa boylu” (Taberî, Tarih I, 476-477); “kýsa boylu, sarý benizli ve mavi gözlü” (Sa’lebî, s. 206); “gür ve güzel sesli, iyi huylu, temiz kalpli, çok anlayýþlý ve çok güçlü” (Taberî, Tarih I/246) olarak tavsif edilir. Babasýnýn koyunlarýný otlatýrken aslan yahut ayý geldiðinde bunlarý vurup kaptýklarý kuzuyu aðýzlarýndan kurtarmakta, onlarý tutup yere çalmakta (I. Samuel, 17/34-36), sapanýyla attýðý her þeyi vurmakta, rastladýðý aslanýn üzerine binip kulaklarýndan tutmakta, fakat aslan ona bir þey yapmamaktadýr (Taberî, a.g.e. ý/472; Sa’lebî, s. 206).
Hz. Mûsâ’nýn vefatýndan sonra, Ýsrâiloðullarý, daha önceleri olduðu gibi yine isyanýn karanlýðýna daldýlar. Azgýnlýk yaparak Hz. Mûsâ’nýn Allah’tan getirdiði akîde ve þeriatý terk etmeye baþladýlar. Cenâb-ý Allah, onlarýn üzerlerine baþka bir kabîleyi musallat etti. Hz. Mûsâ’nýn vefatýndan sonra Ýsrâiloðullarýnýn idaresi Yûþâ (a.s.)’ya kaldý. Ýsrâiloðullarý çölden çýkarak onlarý dedelerinin ülkesine yerleþtirdi. Bu ülke, Hz. Ya’kub’un yaþadýðý Ken’an bölgesi olup, Ýsrâiloðullarý için mukaddes ülke sayýlýr. Ýsrâiloðullarý Hz. Mûsâ’dan sonra Filistin çevresine yerleþmiþ bulunan Amâlika kabilesi ile karþý karþýya geldiler. Ýsrâiloðullarý Amâlika ile yaptýklarý bu ilk savaþtan maðlûp çýktýlar. Ýsrâiloðullarý tarafýndan kutsal kabul edilen bir sandýk vardý. Kur’ân-ý Kerim’de bu sandýða “tâbût” adý verilmektedir. Amâlikalýlarla yapýlan savaþ sonucunda bu sandýk Câlût (Golyat)’un eline geçmiþti. Ýsrâiloðullarý bunun acýsýný duyuyorlardý.
Kur’ân-ý Kerim’de Hz. Dâvûd’dan ilk defa Câlût’u (Golyat) öldürmesi münâsebetiyle þu þekilde bahsedilir: “Tâlût’un askerleri Câlût ve askerlerine karþý çýktýklarýnda þöyle dediler: ‘Rabbimiz! Üzerimize sabýr yaðdýr, ayaklarýmýzý saðlam tut ve o kâfir millete karþý bize yardým et.’ Derken Allah’ýn izniyle onlarý bozguna uðrattýlar. Dâvûd Câlût’u öldürdü.” (2/Bakara, 250-251)
Dâvûd (a.s.)’un Câlût’u öldürmesiyle ilgili olarak gerek Ahd-i Atîk’te, gerekse tefsir ve kýsas türünden Ýslâmî kaynaklarda oldukça ayrýntýlý ve benzer bilgiler vardýr. Buna göre Tâlût’un (Saul) askerleriyle Câlût’un askerleri karþýlaþýp Câlût meydan okuyunca hiç kimse ona karþý çýkmaya cesâret edemez. Bunun üzerine Tâlût, peygamber Þemuyel’e/Ýþmoyel’e (Samuel) baþvurarak Allah’a duâ edip yardým dilemesini ister. Allah, “Câlût’u öldürecek olan Ýþâ’nýn (Yesse) oðludur. Þu yað boynuzu kimin baþýna konulduðunda kaynarsa Câlût’u öldürecek odur ve o Benî Ýsrâil’e kral olacaktýr” buyurarak Câlût’u kimin öldüreceðine iþaret eder. Bunun üzerine Samuel Ýþâ’nýn yanýna giderek, “oðullarýný bana göster. Yüce Allah oðullarýndan birinin Câlût’u öldüreceðini bana vahyetti” der. Ýþâ da her biri boylu boslu on iki oðlunu birer birer onun huzuruna çýkarýr, yað boynuzu her birinin baþýna konulduðu halde hiçbir deðiþiklik olmaz. Baþka oðlu olup olmadýðý sorulunca Ýþâ önce gerçeði saklarsa da daha sonra, “Ey Allah’ýn elçisi! Benim Dâvûd adýnda bir oðlum daha var, fakat halkýn onun kýsa boyluluðunu ve çelimsizliðini görmesinden utandýðým için koyunlarýn baþýnda býraktým” der. Samuel Dâvûd’un bulunduðu yeri öðrenerek oraya gider ve koyunlarý ikiþer ikiþer alýp sel suyundan geçirdiðini görünce, “Ýþte aradýðým budur. Hayvanlara böyle acýyan kiþi insanlara daha çok acýr” diyerek yað boynuzunu baþýna koyar ve yað kaynamaða baþlar. Böylece Dâvûd, daha Câlût’u öldürmeden önce Allah tarafýndan kral olarak seçilir (Taberî, Târih I/476-478; Sa’lebî, s. 206-207). Ahd-i Atîk’e göre (I. Samuel 16/1-13), henüz Saul kral iken ve Golyat’la karþýlaþmadan önce Rab Samuel’e, Beytlehem’li Yesse’nin oðullarýndan birini kral olarak hazýrladýðýný, yað boynuzunu yanýna almasýný ve onu kral olarak meshetmesini emreder. Bu þekilde henüz Saul kralken Dâvûd da kral olarak meshedilir. Bir baþka rivâyete göre Câlût’un karþýsýna kimsenin çýkmadýðýný göre Tâlût, onunla çarpýþacak kiþiye kýzýný ve malýnýn yarýsýný vereceðini ilân eder. Bu sýrada Dâvûd’un kardeþleri savaþmak için orduya katýlmýþlar, Dâvûd ise koyunlarýn baþýnda kalmýþtýr. Koyunlarý otlatýrken, “Ey Dâvûd! Câlût’u sen öldüreceksin, haydi sürünü Rabbine emânet et ve kardeþlerine katýl” diye bir ses duyar. Bunun üzerine Dâvûd babasýna gider ve cephedeki kardeþleri için hazýrlanan azýðý alýp yola koyulur. Ordugâha vardýðýnda Tâlût ona, “Câlût’u öldür, sana kýzýmý vereyim ve seni hükümdarlýðýma ortak edeyim” der. Sonra da zýrhýný ve silâhlarýný verir. Dâvûd önce zýrhý giyip silâhlarý kuþanýrsa da fikir deðiþtirerek onlarý çýkarýr ve sadece sapanýný alýp Câlût’un karþýsýna dikilir. Dâvûd’un sapanla karþýsýna çýktýðýný gören Câlût kendisini küçümsediðini düþünerek çok kýzar. Ancak Dâvûd sapanýna koyduðu taþla Câlût’u iki kaþýnýn arasýndan vurur ve Câlût ölür. Bunun üzerine Tâlût sözünü tutarak ona kýzýný verir; yönetimine de ortak eder (Taberî, Târih I/473). Ahd-i Atîk’e göre ise Saul baþka þartlar ileri sürer ve sonunda kýzýný verir (I. Samuel, 18/27). Fakat halkýn Dâvûd’u çok sevmesini kýskanarak ona düþman olur ve onu öldürmeye karar verirse de bunu baþaramaz. Buna karþýlýk Dâvûd’un eline fýrsat geçmesine raðmen Saul’u öldürmez. Nihayet Saul katýldýðý bir savaþta ölünce yerine Dâvûd kral olur (I. Samuel 31/6; II. Samuel, 2/4; Taberî, Târih I/475; Sa’lebî, s. 209-210).
Câlût; zâlim, güçlü, zengin ve korkunç bir hükümdardý. Onun açýkça belli olan zâhirde büyük üstünlüðü vardý. Fakat Allah Teâlâ, o zaman iþlerin yalnýz zâhiriyle meydana gelmeyip, gerçek anlamýyla Kendisinin isteði doðrultusunda vuku bulduðunu göstermek istedi. Ýþlerin hakikatini sadece O bilir. Her þeyin ölçüsü yalnýz O’nun elindedir. Aslýnda insanlara güçlü görünenin zayýf, zayýf görünenin de Allah’ýn yardýmýyla güçlü olduðu ölçüsü Allah’a aittir. Zafer, zâhirî gücü elinde bulunduranýn deðil; Allah’ýn yanýndadýr. “Zafer yalnýzca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’ýndýr.” (3/Âl-i Ýmrân, 126). Zaten O’nun dýþýnda, gerçek anlamda güç ve kuvvet sahibi de yoktur. “Nice az topluluk vardýr ki, sayýca kendilerinden çok olan topluluklara Allah’ýn izniyle gâlip gelmiþtir. Allah sabredenlerle beraberdir.” (2/Bakara, 249). Ýnsanlar, görevlerini yerine getirmek, Allah Teâlâ’ya verdikleri ahitlerini ifa etmekle yükümlüdürler. Bundan sonra Allah’ýn istediði þeyler istediði þekilde olur. Ýnsanlara, kendilerini korkutan zâlimlerin zayýf, çok zayýf olduklarýný, Allah onlarýn yok olmasýný istediði zaman küçücük delikanlýlarýn bile maðlup edebileceðini göstermek için bu zâlim diktatörün ölümünü, çok genç bir delikanlý iken Hz. Dâvûd’un eline verdi. Câlût, sadece güçlü fizikî cüsseye deðil; ayný zamanda o devre göre çok güçlü silâhlara da sahipti. Karþýsýndaki Dâvûd’un ise sadece sapan taþýndan ibaret bir silâhý. Ve þimdi ayný topraklarda Dâvûd (a.s.)’un torunlarý, Câlût’un rolünü üstlenmiþ, onlarýn düþmanlarý konumundaki müslümanlar da Dâvûd konumunda, silâhlarý da taþtan, sapan taþýndan baþka bir þey deðil. Savaþtýklarý da Câlût’un Amalika’sýna bedel Amerika veya onun piyonu Ýsrâil. Silâhlarý zâhiren güçlü, müslümanlar güçsüz gözükse de tarih tekerrür edecek, Allah’ýn sünneti deðiþmeyecektir: Dâvûd imanlý gençler çok kýsa bir süre içinde zorba düþmanlarýný periþan edecektir. Müslüman; insanlardan deðil, sadece Allah’tan korkmalý (5/Mâide, 44), O’nun yolunda elindeki imkânlarla cihad etmeli, gerisini Allah’a býrakmalýdýr. Allah’a gönülden iman edip O’na tevekkül eden mü’minlerin zâlimleri nasýl yendiði Dâvûd ve Câlût olayýnda da gösterilmektedir. Mülk Allah’ýndýr, dilediðini ona mirasçý kýlar, yerdeki ve gökteki her þey O’nun askeridir (48/Fetih, 7). Bazen rüzgârýyla, bazen yaðmuruyla, bazen ebâbil kuþlarý veya sivrisinekle zâlim düþmanlarýný periþan eder; bazen de zayýf sanýlan müslüman kullarýyla. Kendisi vâsýtasýz olarak veya emrindeki tabiat güçleriyle kahredebileceði düþmanlarý, Allah, mü’min kullarýnýn eliyle def etmek istiyor. Allah’ýn bu arzusunu gerçekleþtirmek için gayret eden mü’minler dünyada izzete ve devlete, âhirette de cennete hak kazanacaklardýr.
Burada, Allah’ýn tahakkukunu istediði gizli baþka hikmetler de vardý. Allah,Tâlût’tan sonra mülkü Hz. Dâvûd (a.s.)’un almasýný ve onun yerine oðlu Süleyman (a.s.)’ý vâris kýlmayý istedi. Bu sebeple Hz. Dâvûd’un gücü, Câlût’u öldürmesiyle gösterilmiþ oluyordu. “Allah’ýn izniyle, onlarý hemen hezimete uðrattýlar. Dâvûd da Câlût’u öldürdü. Allah ona mülk ve hikmet verdi. Dilemekte olduðu þeylerden de ona öðretti.” (2/Bakara, 251)
Hz. Dâvûd’un yeryüzünde halîfeliði, hükümranlýðý ve adâletle hükmetmesiyle ilgili olarak Kur’ân-ý Kerim’de þu açýklamalar yer alýr: “Dâvûd ile Süleyman’a da lutfettik. Hani onlara bir ekin hakkýnda -zarar tesbiti ve tazmini için- hüküm veriyorlardý. Bir grup insanýn koyun sürüsü geceleyin baþýboþ bir vaziyette bu ekinin içine daðýlýp zarar vermiþti. Biz onlarýn hükmüne þâhit idik.” (21/Enbiyâ, 78). Ýslâmî kaynaklardaki rivâyete göre bu meselede Hz. Dâvûd bir çözüm yolu bulmuþ, fakat oðlu Süleyman’ýn getirdiði çözüm þekli daha mâkul olduðu için onu kabul etmiþtir.
Hz. Dâvûd’un, halkýn þikâyet ve dileklerini bizzat dinleyip çözüme kavuþturmasýyla ilgili olarak Kur’an’da verilen baþka örnek de þöyledir: “(Ey Muhammed!) Sana dâvâcýlarýn haberi ulaþtý mý? Ma’bedin duvarýna týrmanýp Dâvûd’un yanýna girmiþlerdi de Dâvûd onlardan ürkmüþtü. ‘Korkma; Biz birbirine hasým iki dâvâcýyýz, aramýzda adâletle hükmet, haksýzlýk etme; bizi doðru yolun ortasýna göttür’ dediler. (Ýçlerinden biri) ‘Bu kardeþimin doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken ‘onu da bana ver’ dedi ve tartýþmada beni yendi.’ Dâvûd, ‘Andolsun ki, senin koyununu kendi koyunlarýna katmak istemekle sana haksýzlýkta bulunmuþtur. Doðrusu ortakçýlarýn çoðu, birbirlerinin haklarýna tecâvüz ederler. Yalnýz iman edip de sâlih ameller/iyi iþler yapanlar müstesnâ. Bunlar da ne kadar az!’ dedi. Dâvûd, kendisini denediðimizi sandý da Rabbinden maðfiret dileyerek eðilip secdeye kapandý, tevbe edip Allah’a yöneldi. Böylece onu baðýþladýk. Yanýmýzda onun yüksek bir makamý ve güzel bir geleceði vardýr.” (38/Sâd, 21-25)
Bu kýssa Ahd-i Atîk’te de yer alýr ve Dâvûd’un zinâ ediþiyle ilgili bir misal olmak üzere zikredilir (II. Samuel, 12/1-6). Ahd-i Atîk’e göre dokuz karýsý ve pek çok câriyesi olan Dâvûd (II. Samuel, 3/2-5, 13; 5/13-16; 11/27; I. Krallar, 1/3), ordusu Ammonoðullarý’na karþý sefere çýktýðýnda bu savaþa iþtirak etmez ve Kudüs’te kalýr. Bir akþam kral evinin damýnda gezinirken yýkanmakta olan bir kadýn görür ve kim olduðunu soruþturur. Orduda asker olan Hittî Uriya’nýn karýsý Bat-Þeba olduðunu öðrenip evine aldýrýr ve onunla zinâ eder. Daha sonra kocasýný çaðýrtýp ordu kumandanýna teslim edilmek üzere bir mektup vererek tekrar cepheye gönderir. Uriya kuþatma sýrasýnda, Dâvûd’un mektupta yazdýðý tâlimat doðrultusunda ön safa konulur ve ölür. Dâvûd da Uriya’nýn karýsýný evine alýp eþleri arasýna katar (II. Samuel, 11). Rab Dâvûd’un bu davranýþýna çok öfkelenir ve peygamber Natan’ý ona gönderir. Natan Dâvûd’a gelerek þu kýssayý anlatýr: Bir þehirde biri zengin, öbürü fakir iki adam yaþardý. Zengin adamýn pek çok koyunu ve sýðýrý vardý; fakir adamýn ise küçük bir diþi kuzudan baþka malý yoktu. Kuzu onun yanýnda kendisiyle ve çocuklarýyla beraber büyümüþtü. Bir gün zengin adama bir yolcu geldi. Zengin adam bu yolcuyu aðýrlamak için kendi koyunlarýna ve sýðýrlarýna kýyamadý, fakir adamýn kuzusunu aldý ve misafirine onu hazýrladý. Bu olayý duyan Dâvûd’un öfkesi alevlenip Natan’a þöyle dedi: “Hay olan Rabbin hakký için, bunu yapan adam ölüm oðludur ve bu þeyi yaptýðý ve acýmadýðý için kuzuyu dört kat ödeyecektir.” Natan Dâvûd’a þöyle dedi: “O adam sensin!” (II. Samuel, 12/1-7). Daha sonra Dâvûd Rabbe karþý suç iþlediðini itiraf eder. Rab onun suçunu baðýþlar, fakat yine de cezâ olmak üzere zinâ neticesi doðan çocuk ölür (II. Samuel, 12/13-18).
Kur’ân-ý Kerim’de Dâvûd (a.s.)’un tevbesine böyle bir zinâ suçunun sebep olduðundan söz edilmez. Diðer Ýslâmî kaynaklarda ise bu kýssa ile ilgili baþlýca üç görüþ ve izah tarzý yer almaktadýr. Bunlardan birincisi, Hz. Dâvûd’un büyük günah iþlediði þeklindedir. Buna göre Dâvûd (a.s.) Uriya’nýn karýsýna âþýk olmuþ, hile ile kadýnýn kocasýný öldürterek onunla evlenmiþtir. Bunun üzerine birbirinden dâvâcý iki insan þeklinde iki melek gönderilmiþ, bunlar söz konusu kýssayý naklederek Dâvûd’un suçlu olduðunu ima etmiþler, Dâvûd da suçunu anlayýp tevbe etmiþtir. Ahd-i Atîk’teki yoruma benzeyen bu deðerlendirme kaynaklarda þu þekilde açýklanýr: Hz. Dâvûd’un doksan dokuz karýsý vardý. Rivâyete göre Dâvûd okuduðu kitaplarda atalarý Ýbrâhim, Ýshak ve Ya’kub’un fazîletteki üstünlüklerini görünce, “Yâ Rabbi! Görüyorum ki hayrýn tamamýný benden önceki atalarým almýþ. Onlara verdiðin gibi bana da ver, bana da onlara yaptýðýn gibi yap” diye duâ etmiþ. Bunun üzerine Allah, “Atalarýn çeþitli þeylerle imtihan edildiler; sen o tür bir imtihan geçirmedin. Ýbrâhim oðlunu kurban etmekle, Ýshak gözlerini kaybetmekle, Ya’kub ise Yûsuf’a olan üzüntüsüyle imtihan edildi” buyurmuþ. Dâvûd’un, “Beni de onlar gibi dene; onlara verdiðin gibi bana da ver” demesi üzerine, “Bekle, sen de deneneceksin” denilmiþtir. Nitekim bir süre sonra þeytan altýn bir güvercin þekline bürünerek namaz kýlan Hz. Dâvûd’un önüne konar. Dâvûd onu tutmak istedikçe kaçar. Nihayet güvercini kovalarken yýkanmakta olan bir kadýn görür. Son derece güzel olan bu kadýn Dâvûd’u farkedince saçlarýyla kendini gizlemeye çalýþýrsa da bu tutumu Dâvûd’un arzusunu daha da kamçýlar. Kadýna kim olduðunu sorar; kocasýnýn asker olduðunu öðrenince ordu kumandanýna mektup yazarak o askerin ön safa sürülmesini emreder. Adam cephede ölür, Dâvûd da bu kadýnla evlenir (Sa’lebî, Arâisu’l-Mecâlis, s. 213-214).
Kur’ân-ý Kerim ve hadislerin dýþýnda tarih ve tefsir kitaplarýnda buna benzer pek çok rivâyet vardýr ki çoðu Vehb bin Münebbih’e dayanmaktadýr ve Ýsrâiliyattandýr. Kur’an’daki kýssanýn (38/Sâd, 21-25), Ahd-i Atîk’te olduðu gibi Hz. Dâvûd’un kadýnla evlenmek için kocasýný öldürttüðünü gösterdiði iddiasý ise hem gerçeklerle, hem de Ýslâm’daki nübüvvet anlayýþýyla baðdaþmayan bir iftiradýr. Zira peygamberlere zinâ isnâdý onlarýn ismet sýfatlarýna ters düþmektedir. Normal insan için bile haram olan, ayrýca Mûsâ þeriatýnda yasaklanmýþ bulunan bir fiilin bir peygamber tarafýndan iþlenmesi mümkün deðildir. Söz konusu kýssadan önce ve sonra Hz. Dâvûd’un birçok fazîleti zikredilmektedir. Dinî yaþayýþta güçlü ve saðlam, Allah’a yönelen, O’nu çok zikreden, kendisine hikmet verilen, doðruyu yanlýþtan, iyiyi kötüden ayýrma kabiliyeti geliþmiþ, Allah’a yakýn olan ve güzel bir gelecek kazanmýþ bir kimsenin (bkz. 38/Sâd, 17-20, 25) zinâ gibi büyük bir günahý iþlemiþ olmasý düþünülemez. Sonuç olarak bazý Ýslâmî eserlere de geçen buna benzer rivâyetlerin Ýsrâiliyattan olduðu anlaþýlmaktadýr.
Bu haberlerin çoðu muharref Tevrat kaynaklý olmasýna raðmen, pek çok müslüman yazar, müfessir bunlarý eleþtirmeden, Kur’an’a uyup uymadýðýný gözden geçirmeden kitaplarýnda yer vermiþlerdir. Bu yanlýþ rivâyetler, belli ki Ýslâm’ýn ilk dönemlerinden beri anlatýlmaktadýr. Nitekim rivâyete göre Hz. Ali (r.a.); “Kim Hz. Dâvûd’la ilgili bu kötü haberleri anlatýrsa, ona iki celde -yüz altmýþ sopa- vuracaðým” (Sa’lebî, Arâisu’l-Mecâlis, s. 284; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l Kur’an, 15/119; F. Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, 26/192) demiþtir. Biz, Hz. Dâvûd’u ve diðer mâsum peygamberleri, onlara yakýþmayacak sýfatlardan tenzih ederiz. Bizim inancýmýzýn gereði budur. Onlar hakkýnda Kur’an’ýn verdiði saðlam haberler ve övücü sözler bizim için yeterlidir. (H. Ece, s. 51)
Kýssa ile ilgili diðer bir yorum da Hz. Dâvûd’un küçük günah iþlediði þeklindedir. Buna göre Hz. Dâvûd, evli olan bir kadýný almak için onun kocasýný öldürmemiþtir; zira kadýn Uriya ile evli deðil; niþanlý idi. Hz. Dâvûd niþanlý olan bu kadýný almýþtýr. Onun hatasý, birçok karýsý olduðu halde bir mü’min kardeþinin niþanlýsýný elinden almasýdýr. Bir baþka açýklamaya göre de dönemin âdeti uyarýnca Hz. Dâvûd’un Uriya’dan karýsýný boþamasýný, onunla evlenmek istediðini söylemiþ, Uriya da kralýn isteðini reddetmenin uygun olmayacaðýný düþünerek bu teklifi kabul etmek zorunda kalmýþtýr. Her ne kadar bu davranýþ o dönemdeki þer’î hükümlere uygunsa da Dâvûd’un kemâliyle baðdaþmadýðý için günah sayýlmýþ, bu sebeple de Dâvûd tevbe etmiþtir.
Hz. Dâvûd’u suçlu veya kusurlu gösteren yukarýdaki açýklamalarý reddeden Ýslâm bilginlerinin çoðunluðuna göre ilgili âyetlerde ilk bakýþta Dâvûd’un günah iþlediðini düþündüren, “Dâvûd, onu imtihan ettiðimizi zannetti de Rabbinden maðfiret diledi, tevbe etti; Biz de ondan bunu affettik” þeklindeki ifadeler gerçekte onun suç iþlediðini göstermez. Olay þöyle olmuþtur: Hz. Dâvûd’un düþmanlarýndan bir grup, onu öldürmek maksadýyla beklenmedik bir zamanda ve beklenmedik bir yoldan onun bulunduðu odaya týrmanýp içeriye girmiþler, Dâvûd onlarýn asýl niyetini anlayýnca nefsi kendisini onlardan intikam almaya zorlamýþ, ancak o bunu yapmamýþtýr. Zaten içeri girenler de Hz. Dâvûd’un yalnýz olmadýðýný görünce korkarak yalan söylemiþler ve söz konusu anlaþmazlýðý gündeme getirmiþlerdir. Dâvûd da bir an bile olsa intikam duygusuna kapýldýðý için tevbe etmiþ veya gerçek öyle olmadýðý halde onlarýn kendisini öldürmek için geldiklerini zannetmiþ ve bu sûizan sebebiyle tevbe etmiþtir.
Kýssa bu þekilde de açýklanabilir. Kurân-ý Kerim’de de belirtildiði gibi Hz. Dâvûd sadece dâvâcýyý dinleyip hüküm vermiþ, dâvâlýyý dinlememiþ, daha sonra bu tutumunun yanlýþ olduðunu düþünerek tevbe etmiþtir. Olay yine Kur’an’da zikredilen, ekin tarlasýna girip zarar veren sürü kýssasýyla da ilgili olabilir (bkz. 21/Enbiyâ, 78). Zira iki kýssada da haksýzlýk, koyunlar ve Hz. Dâvûd’un hükmünde tam isâbet etmemesi söz konusudur. Sonuç olarak kýssa kesinlikle Hz.Dâvûd’un günah iþlediðini göstermemektedir (Fahreddin Râzî, Mefâtihu’l-Gayb 26/188-198).
Ahd-i Atîk’e göre Hz. Dâvûd, otuz yaþýnda kral olmuþ ve kýrk yýl altý ay (yedi yýl altý ay Hebron’da, otuz üç yýl Kudüs’te) saltanat sürdükten sonra yetmiþ bir yaþýnda vefat etmiþ (II. Samuel, 2/11; 5/4, 5; I. Tarihler, 29/27). Dâvûd þehrine (Kudüs) defnedilmiþtir
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:11 |
|
|
HZ DAVUDUN ÖZELİKLERİ:...... |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
Hz. Dâvûd (a.s.) Hz. Nûh (a.s.)’un soyundandýr (6/En’âm, 84) ve Ýsrâiloðullarýna peygamber olarak gönderilmiþtir. Kur’ân-ý Kerim’de, Câlût’u öldürmesinden sonra Dâvûd’a hem hükümdarlýk hem de hikmet (nübüvvet) verildiði bildirilir (2/Bakara, 251). Ýsrâiloðullarýnýn tarihinde peygamberlikle hükümdarlýk ilk defa Hz. Dâvûd’un þahsýnda bir araya gelmiþtir (Ýbn Kesir, Kýsasu’l-Enbiyâ, s. 248). Kur’an, Dâvûd (a.s.)’a peygamberliðin ve Zebur’un dýþýnda bir lutuf ve mûcize olarak, diðer insanlara verilmeyen baþka þeyler de verildiðini söylüyor. Hz. Dâvûd, bir Allah elçisiydi. Ona verilenler, hem onun peygamberliðinin delili, hem de gerçekten þükrün, hakkýyla kulluk yapmasýnýn karþýlýðýydý. Þüphesiz Allah hakkýyla þükreden kullarýný deðiþik þekillerde mükâfatlandýrýr.
Hz. Dâvûd’a geniþ bir hükümdarlýðýn yanýnda hikmet, ilim, anlayýþ, adâletle hükmetme, neyin nasýl yapýlacaðýný bilme, yerli yerinde iþ yapma, faydalý olana sarýlma, güzellikler üretme gibi þeyler verildi. O, bu hikmetle hükümdarlýðýný süslüyor, sürekli Kur’an’ýn sâlih amel dediði, güzel ve faydalý iþleri yapýyordu (2/Bakara, 251).
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:12 |
|
|
HZ DAVUD DEMİRİ İŞLEYİP ZIRH YAPMASI..... |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
Allah, Ýsrâiloðullarýný savaþýn þiddetinden korumak için Hz. Dâvûd’a zýrh yapmayý öðretmiþ, demiri yumuþatmak sûretiyle ustaca iþlenmiþ geniþ zýrhlar yapmasýný bildirmiþtir (21/Enbiyâ, 80; 34/Sebe’, 10-11). Ýslâmî kaynaklarda, Hz. Dâvûd’un hükümdar olduktan sonra tebdîl-i kýyâfet ederek halkýn arasýna karýþtýðý, hükümdarýn ve devletin icraatý hakkýnda onlarýn düþüncelerini öðrendiði nakledilir. Bir defasýnda insan sûretine girmiþ bir melek, Dâvûd (a.s.)’un hem kendisi hem de ümmeti için hayýrlý bir insan olduðunu, ancak kendisinin ve ev halkýnýn geçimini devlet hazinesinden karþýladýðýný söyleyince Dâvûd (a.s.) Allah’a yalvararak geçimini temin edecek bir kazanç yolu ihsan etmesini dilemiþ, bunun üzerine kendisine zýrh yapma sanatý öðretilmiþtir. Rivâyete göre zýrh yapýp giyen ilk kiþi odur. Hz. Peygamber bir hadisinde, “Ýnsanýn yediðinin en güzeli kendi kazandýðýdýr. Allah’ýn nebîsi Dâvûd kendi elinin emeðinden baþkasýný yemezdi” (Buhârî, Büyû’ 15) demiþtir.
Kur’an açýkça ifade ediyor ki, Hz. Dâvûd, demircilerin pîridir ve bu sanatýný daha çok, son derece saygýn olan insan kanýnýn akýtýlmasýný önlemek için zýrh yapýmýnda kullanmýþtýr. Dâvûd (a.s.) mahâretini kýlýç imalinde de kullanabilirdi. Fakat o, hücum silâhý deðil; müdâfaa silâhý yapmýþtýr (Elmalýlý, IV/3950). Buradaki incelik ise gayet açýktýr: Bir peygamber ancak güzel ve faydalý iþlerle meþgul olur. Hz. Peygamberimiz çeþitli vesilelerle çalýþmaya teþvik etmiþ ve onlara peygamberler tarihinden örnekler vermiþtir. Çalýþmak, elinin emeðini ve alýn terinin karþýlýðýný yemek Ýslâm’da önemli bir yer iþgal eder. Çalýþmamak, gücü ve kuvveti yerinde olduðu halde tembel tembel oturmak, þuna buna el açýp dilenmek ayýp ve günahtýr. Hz. Peygamberimiz, sosyal ve ekonomik önemi büyük olan bir hadisinde bunu dile getirmiþtir (Buhârî, Büyû’ 15). Bu hadisten de anlaþýlýyor ki, Dâvûd (a.s.) kimseye yük olmadan kendi kazancý ile geçimini temin eden mâhir bir sanatkâr idi.
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:13 |
|
|
DAĞLAR VE TAŞLAR ONUNLA ALLAHI ZİKREDERDİ: HZ DAVUT |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
Allah daðlarý ve kuþlarý Hz. Dâvûd’un buyruðuna vermiþ, onlar da akþam sabah onun tesbihine katýlmýþlardýr (21/Enbiyâ, 79; 34/Sebe’, 10; 38/Sâd, 18-19). Ýslâmî kaynaklarda nakledildiðine göre Hz. Dâvûd’un sesi hem çok gür hem de çok güzeldi. Dâvûd o gür ve güzel sesiyle Zebur’u okumaya baþladýðýnda kurt kuþ durup onu dinler, sesinden daðlar yankýlanýrdý. Hz. Âiþe ve Ebû Hüreyre’den rivâyet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber Ebû Mûsâ el-Eþ’arî’nin sesini iþittiðinde, “Ebû Mûsâ’ya Dâvûd’un Mezâmir’inden verilmiþtir.” (Ahmed bin Hanbel, II/354); Ebû Mûsa’nýn naklettiði bir baþka rivâyette de, “Ey Ebû Mûsâ! Sana Âl-i Dâvûd’un Mezâmir’inden bir mizmar verilmiþtir.” (Buhârî, Fezâilu’l-Kur’an 31) demiþtir. Hz. Dâvûd, sesinin güzelliði yanýndaý süratli okuyuþuyla da tanýnmýþtý. Ebû Hüreyre’den nakledilen bir hadise göre Rasûlullah þöyle buyurmuþtur: “Dâvûd’a kýraat kolaylaþtýrýlmýþtýr. O bineðinin hazýrlanmasýný emreder ve daha bineði hazýrlanmadan Zebûr’u okurdu. Ayrýca o, yalnýz kendi el emeðini yerdi.” (Buhârî, Enbiyâ 37; Tefsîr 17/6)
Allah Teâlâ, Dâvûd (a.s.)’a eliyle demiri eritip iþleme özelliði ihsân ettiði gibi, sesiyle de demir gibi kalpleri eritip yumuþatma mûcizesini mazhar kýlar. Daðlarýn Hz. Dâvûd ile birlikte tesbih etmesi Allah’ýn ona fazlý ve geniþ bir baðýþý idi. Diðer kullardan hiçbirine böyle bir baðýþ yapýlmamýþtý.
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:15 |
|
|
İBADETTE ÇOK DÜŞKÜNDÜ: HZ DAVUT |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
Hz. Dâvûd’un günah iþlemekten titizlikle kaçýndýðý, Allah’ý çok zikrettiði, ibâdete ve sâlih amele düþkün olduðu Kur’ân-ý Kerim’de belirtilmektedir (38/Sâd, 17). Hz. Peygamber de onun namazýný ve orucunu þu þekilde övmüþtür: “Allah’ýn en sevdiði namaz Dâvûd’un namazý, en sevdiði oruç, yine Dâvûd’un orucudur.” (Buhârî, Teheccüd 7). Yaþadýðý sürece gündüzleri oruç tutacaðýný, geceleri namaz kýlacaðýný ifâde eden Abdullah bin Amr’a Rasûl-i Ekrem, her ay üç gün oruç tutmasýný söylemiþ, bunu az görmesi üzerine bir gün oruç tutup iki gün tutmamasýný tavsiye etmiþ, bunu da kabul etmeyince, “Bir gün tut, bir gün tutma. Bu Dâvûd’un orucudur ve oruçlarýn en fazîletlisidir; ondan daha fazîletli oruç yoktur” (Buhârî, Savm 55-57, 59, Enbiyâ 37, Fezâilu’l-Kur’an 34, Edeb 84, Ýsti’zân 38) demiþtir. Öte yandan Hz. Peygamber, Dâvûd (a.s.)’un her gecenin yarýsýnda uyuduðunu, üçte birinde namaz kýldýðýný, altýda birinde yine uyuduðunu haber vermiþtir. (Buhârî, Teheccüd 7, Enbiyâ 38)
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:16 |
|
|
DAVUD ORUCU: HZ DAVUD....... |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
Gün aþýrý oruç tutmak, yani bir gün oruç tutup ertesi gün tutmamak, Peygamberimiz tarafýndan “savm-ý Dâvûd” olarak nitelenmiþ ve bu þekilde oruç tutmanýn fazîletli olduðu ifâde edilmiþtir. Peygamberimiz bu þekildeki oruç hakkýnda “En fazîletli oruç, Dâvud’un tuttuðu oruçtur; o bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdý” demiþtir. Sahâbeden Abdullah bin Amr, “Ben daha fazlasýný tutabilirim” deyince, Peygamberimiz bunun fazîletli bir þekil olduðunu ve daha fazlasýný tutmaya çalýþmamayý tavsiye etmiþtir (Müslim, Sýyâm 187-192). Bu bakýmdan gün aþýrý oruç tutmak, en fazîletli nâfile oruç olarak deðerlendirilmiþtir.
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:17 |
|
|
ZEBUR VERİLEN PEYGAMBER: HZ DAVUD |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
Kur’ân-ý Kerim Hz. Dâvûd’a Zebur’un verildiðini bildirip (4/Nisâ, 163; 17/Ýsrâ, 55), muhtevâsýna kýsaca temas etmekle birlikte (21/Enbiyâ, 105), ayrýntýlý bilgi vermemektedir. Diðer Ýslâmî kaynaklarda ise Hz. Dâvûd’a verilen Zebur’un Ramazan ayýnda indirildiði, içinde mev’ýza ve hikmetli sözlerin bulunduðu, Davûd (a.s.)’un onu genellikle makamla ve bir mûsikî âleti eþliðinde okuduðu nakledilmektedir.
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:19 |
|
|
YERYÜZÜNDE HALİFE KILINDI: HZ DAVUD |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
Dâvûd (a.s.) yeryüzünde halîfe kýlýnmýþ, onun saltanatý güçlendirilmiþ, adâletle hükmetmesi emredilmiþtir. “Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptýk. O halde insanlar arasýnda hak ve adâletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, yoksa bu, seni Allah yolundan saptýrýr. Doðrusu Allah’ýn yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarýna karþýlýk çetin bir azap vardýr. (38/Sâd, 26). Onun döneminde Ýsrâiloðullarýnýn tam anlamýyla yerleþik medeniyete geçip devleti güçlendirdikleri, Hz. Dâvûd’un gerek kendi evini, gerekse krallýðýn idaresini belli bir düzene koyduðu, ibâdetleri sistemleþtirdiði, sürekli bir ordu kurduðu Kitab-ý Mukaddes’te ayrýntýlý þekilde anlatýlmaktadýr. Buna göre, Dâvûd (a.s.) Allah'tan aldýðý görevi sadâkatle yerine getirmiþ, krallýðýna Allah'ýn Ýbrâhim nesline vaad ettiði geniþliði kazandýrmýþ, onun hükümranlýðý Fýrat sâhillerinden Kýzýldeniz kýyýlarýna kadar yayýlmýþtýr (I. Samuel 8/3; I. Tarihler 18/3). Hz. Dâvûd gerçek bir devlet baþkaný ve ehliyetli bir yöneticiydi. Kudüs’ü baþþehir yapmak sûretiyle iktidarý merkezîleþtirmiþ, askerî teþkilâtýný geliþtirmiþtir. Devleti yönetirken adâleti öncelikle kendisi icrâ ediyor, dâvâlara bizzat bakýyordu (II. Samuel, 8/15; 14/4-22; 15/2-6; I. Tarihler, 18/14
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:19 |
|
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
"Onun hükümranlýðýný kuvvetlendirmiþ, ona hikmet ve fasl-ý hitap/açýk, güzel konuþma vermiþtik." (38/Sâd, 20). Hz. Dâvûd’a hikmetle beraber “fasl-ý hitap” yani, anlaþmazlýklarý kesin ve âdil ölçülerle çözme, her maksadý sözle açýklama yeteneði (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 15/107) de baðýþlandý. O, bu yetenekle kendisine gelen dâvâlarý çözüme kavuþturuyor, mülkünde adâleti saðlýyordu. Hikmet, hakka/gerçeðe uygun bilgi demektir. Fasl-ý hitap da: Hatýra gelen düþünceleri açýklama yeteneðidir. Güzel konuþma, iþlerin içyüzünü anlama, dâvâlarý adâletle, iknâ edici bir üslûpla çözüme kavuþturma anlamlarý da vardýr. Dâvûd (a.s.)'un özelliklerinden birinin de güzel konuþma yeteneðinin olmasý, insanlarýn arasýnda çýkan olaylarý, anlaþmazlýklarý güzel çözüme baðlamasýdýr.
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:20 |
|
|
AİLESİNE VERİLEN NİMETLER VE ŞÜKÜR: HZ DAVUD |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
Hz. Dâvûd’a hem hükümdarlýk hem de hikmet (nübüvvet) verildiði Kur’an’da bildirilir (2/Bakara, 251). Bu, iki özellik, yani peygamberlikle hükümdarlýk Ýsrâiloðullarýnýn tarihinde ilk defa Hz. Dâvûd’un þahsýnda bir araya gelmiþtir. Allah, Hz. Dâvûd’a ve Hz. Süleyman’a, diðer insanlardan hiç birine verilmeyen nimetler verdi. Onlarý âlemlere üstün kýldý. Sonra da onlara “Þükredin ey Dâvûd âilesi. Çünkü kullarým içinde hakkýyla þükreden azdýr.” (34/Sebe’, 13) buyurdu. Dâvûd (a.s.) ve oðlu Süleyman (a.s.), Allah’ýn kendilerine verdiði nimetlerden dolayý þöyle dediler: “Bizi mü’min kullarýnýn birçoðuna göre üstün kýlan Allah’a hamdolsun.” (27/Neml, 14).
Þükür, nimetin sahibini tanýmaktýr. Nimet verenin makamýný, yüceliðini, emrini ve ölçülerini kabul ettiðini ilân etmektir. O makamdan gelen teklifleri benimsemektir. “Nankörlük” ile “küfür” Arapça’da ayný kelime ile ifade edilir. Allah’ýn nimetlerini örtmek, görmezlikten gelmek demek olan nankörlük, Allah’ý örtmek, tanýmazlýktan gelmek demek olan küfre basamaktýr. Nankörlüðün zýddý olan þükür, öncelikli olarak imanla baþlar, fiillerle ortaya konulur. Þükrün ilk yansýmasý Allah’ýn Rabliðine teslim olmaktýr. Sonra bütün bir hayatý nimet verenin ölçüleriyle yaþamaktýr. Þükür, Allah’a kulluk, nimetlerine karþý teþekkürdür.
Hz. Süleyman, kendisine verilen nimetlerden sonra þöyle der: “Bu, Rabbýmýn fazlýndandýr, beni denemektedir; þükür mü edeceðim, nankörlük mü edeceðim?” (27/Neml, 40). Dâvûd (a.s.) ve oðlu Süleyman (a.s.) kendilerine verilen nimetlerin hep imtihan için verildiðini, buna hakkýyla þükretmeleri gerektiðini bilen ve bunu uygulayan insanlardý. Allah, Hz. Dâvûd (a.s.) ve onun ailesine bol bol nimet ve diðer kullara verilmeyen kimi üstünlükler ve lutuflar baðýþladýðýný haber verdikten sonra buyuruyor ki: “... Bundan dolayý þükreder misiniz?” (21/Enbiyâ, 80). Bir baþka âyette yine onlara verilen birçok nimet sayýldýktan sonra deniliyor ki: “... (Artýk) Siz de (bunlara karþýlýk) sâlih amellerde bulunun. Gerçekten Ben, sizin yapmakta olduklarýnýzý görenim (diye vahyettik).” (34/Sebe’, 11).
Dâvûd (a.s.) bu emirlerin gereðini yerine getiren, Rabbine bunca nimetten dolayý hakkýyla þükreden bir insandý. O, nimet vereni biliyordu. Kendisine bunca üstünlüðün, mülkün ve ilmin hangi kaynaktan ve niçin geldiðinin þuurunda idi. Nimete nasýl þükredileceðini biliyordu. Çünkü Rabbinden hikmet ve ilim öðrenmiþti. Bu ilim ve hikmet ona þükrü, hamdi ve tesbihi öðretmiþti. Kulluðu nasýl yerine getireceðinin, kulun Rabbi karþýsýndaki konumunun, insan olarak bulunduðu yerin farkýnda idi. Bu bilinçle nimetlere þükretti. Kendisine verilen peygamberlik görevini yerine getirdi. Ýnsanlarý, kendisine tâbi olanlarý hidâyete çaðýrdý, onlara Allah’ýn hükümleriyle, ölçüleriyle hükmetti. Rabbinin; “Ey Dâvûd ailesi! Þükredin, sâlih amel iþleyin” emri onun rehberi idi. Emrin yüceliðini idrâk edecek seviyede idi. Ýmanlý, bilinçli, Rabbinin emirleri karþýsýnda boyun bükecek, büyüklük taslamayacak edepte idi. Kur’an onun bu tavrýný þöyle övüyor: “Onlarýn (imansýzlarýn) söylemekte olduklarýna karþý sabret ve Bizim güç sahibi kulumuz Dâvûd’u hatýrla; Çünkü o, (her tutum ve davranýþýnda Allah’a) yönelip duran biri idi.” (38/Sâd, 17)
Bu yöneliþ içten ve samimi idi. Bilinçli ve iyi niyetli idi. Kimbilir belki de Allah onun bu ihlâsý sebebiyle daðlarýn ve kuþlarýn, gece gündüz, sabah akþam onunla birlikte tesbih etmelerini ona bir hediye olarak baðýþlamýþtý. Onun Allah’ý tesbihi o kadar içten idi ki, ona bu tesbihinde kuþlar ve daðlar bile eþlik ediyorlardý.
Bu onun Allah katýnda derecesini gösterdiði gibi, ihlâsla kulluk yapanlarýn ulaþabileceði ödüllere bir örnektir. Allah’ýn insanlara baðýþý çoktur. Kul, Hz. Dâvûd örneðinde olduðu gibi þükreder, Rabbini içtenlikle tesbih ederse hiç kimsenin hayal bile edemeyeceði karþýlýða kavuþur. Bunun somut göstergesi, Dâvûd (a.s.)’a verilenlerdir.
Dâvûd (a.s.) ilim sahibiydi. O bu ilimle Rabbini tanýyor, O’nun nimetlerini algýlýyor, nasýl þükredeceðini öðreniyordu. Bu ilimle, Rabbinin âyetlerini idrâk ediyor, bu âyetlerin ifade ettiði gerçeklere ulaþýyordu. O bu ilimle derin bir anlayýþa, isâbetli bir görüþe, doðru karar verme yeteneðine kavuþmuþtu. Onunla hüküm veriyor, onunla adâleti saðlýyor, onunla insanlarý hidâyete dâvet ediyordu.
O, ayný zamanda hikmet sahibiydi. Her iþini saðlam yapýyor, sâlih amel iþliyor, kulluðun en güzel örneklerini sergiliyordu. Demir onun için yumuþatýlmýþtý, yani demir madeni emrine verilmiþti. O, demirden savaþ elbiseleri yapýyor, bunlarý giyen mü’min askerleriyle Allah yolunda müslümanlara saldýranlara karþý cihad ediyordu. Dâvûd (a.s.) ayný zamanda güçlü, kuvvetli, çok cesur bir kimseydi. Nitekim Tâlût’un ordusunda genç bir çoban iken, kendilerinden kat kat kalabalýk düþman ordusunun komutaný Câlût’a karþý yiðitçe düelloya çýkmýþ ve onu öldürerek müslümanlarýn zafer kazanmasýna kapý açmýþtý. Onun bu cesareti, akýllý hareketi, ilim ve hikmet sahibi oluþu, adâleti ve iyili ahlâký Ýsrâiloðullarýna baþkan olmasýný saðlamýþtý.
Dâvûd (a.s.), bunun yanýnda takvâ sahibi bir kimse idi. Sürekli tesbih eder, Rabbini zikreder, kulluktan geri kalmazdý. Rabbine karþý bir hata yaptým zannýyla hemen tevbe istiðfar eder, Rabbine yönelirdi. O, Rabbinin huzurunda saygýyla rükûya ve secdeye varýrdý. Allah da onu sâlih bir insan olarak seçti. Onun Rabbi katýnda bir yakýnlýðý ve varýlacak güzel bir yeri vardýr (38/Sâd, 24-25).
Rivâyete göre Dâvûd (a.s.)’un çok güzel bir sesi vardý. Onun bu yakýcý sesiyle tesbih ve zikrediþi o dereceye yükselmiþti ki, o tesbih yaptýðý zaman kendi varlýðý ile kâinat varlýðý arasýndaki engeller ortadan kalkýyordu. Hz. Dâvûd’un hakikatiyle, daðlarýn ve kuþlarýn gerçeði, Rabbine olan ilgi ile birleþiyor, O’na ibâdetle tamamlanýyordu. Bundan dolayý kuþlar baþýna toplanýyor, daðlarla birlikte zikirlerin en güzelini terennüm ediyorlardý. Bunda þaþýlacak bir þey yoktur. Rabbimiz dilediðini yaratmaya güç yetirendir. Sevdiði kullarýna dilediði þeyi baðýþlar. Yeryüzündeki her þey bir tek Ýlâhî gerçeðe dayanýr. Hepsi de mutlak bir gerçekle birleþir. O da, her þeyi yoktan var eden Allah’ýn Rabliðidir. Rabbiyle ilgisi ihlâs ve tam teslimiyet noktasýna ulaþan kullar için soyut hakikatler apaçýk olur. Farklý þekillerdeki varlýklarýn farklý biçimleri ortadan kalkar ve hepsi de ayný amaç etrafýnda tevhid/birlik olurlar. Güzel ve gür sesler için “dâvûdî ses” denmesi, Dâvûd (a.s.)’un sesinin güzel olmasýndandýr.
O, takvâsýnýn bir eseri olarak senenin yarýsýný oruçlu geçirirdi. O bir gün iftar eder, bir gün oruç tutardý. Hükümdarlýða sahip olmasýna raðmen elinin emeði ile geçinirdi. Demirden yaptýðý zýrhlarý satar, bununla rýzkýný kazanýrdý.
Bütün insanlar, son nefeslerini verinceye kadar Allah’ýn her çeþit ve sayýlmayacak kadar nimetlerinden yararlanmaktadýrlar. Bu yararlanma kimileri hakkýnda az veya çok olsa da farketmez. Haysiyetli kiþi, velînimetini, kendine nimet vereni bilir ve ona teþekkür eder. Kullarýn Allah’a teþekkürü, O’na Rab olarak iman edip isyan etmemektir. Allah, þüphesiz ki þâkir (þükreden) kullarýný sever, onlardan râzý olur, onlara hesapsýz mükâfatlar verir. Sâdi-i Þirazî’nin dediði gibi, her bir nefes alýþ veriþte bile insan Allah’a karþý iki defa þükretmek zorundadýr. Nefes almazsa yaþayamadýðý gibi, aldýðý nefesi az sonra dýþarý veremezse yine yaþayamaz. Eðer insanlar Allah’a þükrederlerse, Allah nimetlerini, nimetlerin bereketini arttýrýr, insanýn mal karþýsýnda kölelik tutkusunu, mala sahip olma izzetine döndürür. Eðer insanlar Allah’ýn nimetlerine nankörlük ederlerse, nimet sahibini tanýmaz, inkârcý ve isyancý olurlarsa; þüphesiz Allah’ýn azâbý þiddetlidir, dayanýlýr gibi deðildir (14/Ýbrâhim, 7
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:21 |
|
|
EKİN SAHİBİNİN DAVASI: HZ DAVUD |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
“Bir zaman Dâvûd ve Süleyman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardý: Bir grup insanýn koyun sürüsü, geceleyin baþýboþ bir vaziyette bu ekinin içine daðýlýp ziyan vermiþti. Biz, onlarýn hükmünü görüp bilmekte idik. Böylece bunu (bu fetvâyý Süleyman’a Biz anlatmýþtýk. Biz, onlarýn her birine hüküm (hükümdarlýk, peygamberlik) ve ilim verdik. Tesbih eden daðlarý ve kuþlarý da Dâvûd’a boyun eðdirdik. (Bunlarý Biz yaparýz. Ona, savaþ sýkýntýlarýnýzdan sizi korumasý için zýrh sanatýný/zýrh yapmayý öðrettik. Artýk þükredecek misiniz?” (21/Enbiyâ, 78-80)
Hz. Dâvûd ve oðlu Hz. Süleyman (a.s.), Allah’ýn onlarýn hükmüne þâhit olduðunu açýklayarak, her ikisinin hükmünün doðru olduðunu, her ikisinin de yanlýþ yapmadýklarýný vurgulamýþ oluyor. Ya da onlarýn bu þekilde hükmetmelerine Allah izin vermiþti, onlar da kendi görüþleriyle önlerindeki dâvâyý halletmeye çalýþýyorlardý.
Kaynaklar bu âyetin tefsiri ile ilgili þöyle bir olay anlatýyorlar: “Anlatýldýðýna göre Hz. Dâvûd’a dâvâ için iki kiþi geldi. Bunlardan biri ekin tarlasý ya da bað sahibi, diðeri ise sürü sahibi idi. Birisi ekin ekmiþ veya bað-bahçe yapmýþtý. Tarla sahibi Hz. Dâvûd’a dedi ki: ‘Bu adamýn sürüsü geceleyin benim tarlama/baðýma girdi ve hiçbir þey býrakmadý. (Aramýzdaki meseleyi çözer misin?)’ Bu olayýn doðru olduðunu anlayan Hz. Dâvûd (a.s.) sürünün, tarlaya verdiði zarar karþýlýðý tarlanýn veya baðýn sahibine verilmesine hükmetti. Bunun üzerine sürünün sahibi Hz. Süleyman’a gitti ve durumu anlattý. Hz. Süleyman babasýnýn yanýna gelerek: ‘Ey Allah’ýn peygamberi! Hüküm senin verdiðin gibi deðildir’ dedi. Hz. Dâvûd, ‘nasýldýr?’ diye sorunca Hz. Süleyman þöyle dedi: ‘Sürüyü geçici olarak faydalanmasý, yavrularýndan ve sütlerinden yararlanmalarý için tarla/bað sahibine ver. Tarlayý/baðý da sürü sahibine ver. Ta ki sürü sahibi ekin tarlasýný/baðý eski haline getirsin. Sonra da herkes kendine ait olaný tekrar geri alsýn.’ Bunun üzerine Hz. Dâvûd; ‘isâbetli hüküm, senin dediðin gibidir’ deyip, oðlunun görüþünü karar olarak benimsedi.”
Kaynaklar Hz. Süleyman’ýn o zaman on bir yaþlarýnda bir çocuk olduðunu da ilâve ediyorlar (Taberî, Tarih 1/344, Taberî, el-Câmiu’l-Beyan, 17/38; F. Râzî, M. Gayb, 22/195; Ýbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2/26; Ýbn Kesir, Muh. Tefsir, 2/516; Zemahþerî, el-Keþþâf, 3/125; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 11/203; Âlûsî, Rûhu’l-Beyan, 17/75; Süfyân es-Sevrî, Tefsîru Kur’âni’l-Azîm, 160, S. Kutub, Fî Zýlâli’l-Kur’an, 4/2389). (En doðrusunu yalnýzca Allah bilir.)
Her iki peygamberin hükmü de kendi ictihadlarýna/görüþlerine göre idi. Hz. Dâvûd (a.s.) ekin/bað sahibinin zararýnýn büyüklüðünü göz önünde bulundurarak o zararý karþýlamak istemiþti. Þüphesiz bu adâletin gereði idi. Ancak Hz. Süleyman’ýn görüþü ise adâletin de ötesinde daha yapýcý, daha uygun bir hüküm idi. Allah (c.c.), Hz. Dâvûd’un hükmünün yanlýþ olduðunu söylememekle birlikte, Hz. Süleyman’a onun hükmünü öðrettiðini haber veriyor, sonra da her ikisine de hüküm ve ilim verdiðini bizlere duyuruyor. Her iki peygamber de vahyin getirdiði ölçülerden hareket ettiler. Kendilerine baðýþlanan ilim ve hükmetme yeteneðine dayanarak kendi ictihadlarýyla karar verdiler. Böyle bir hüküm, vahyi ölçü almakla beraber, bir vahiy deðildi. Hz. Dâvûd’un kararý vahiy olsaydý Hz. Süleyman’ýn ona karþý görüþ beyan etmesi düþünülmezdi.
Bu kararý anlatan pek çok kaynak, Hz. Dâvûd (a.s.)’un yukarýdaki kararý açýklamasýndan sonra dâvâcýlarýn Hz. Süleyman’a gittiklerini, bir de onun bu dâvâya bakmasýný istediklerini söylüyorlar. Onlara göre Hz. Süleyman, babasýnýn kararýný doðru bulmayarak kendisi daha uygun bir baþka görüþ ileri sürdü ve önceki kararýn deðiþmesini saðladý. Buradan hareketle de peygamberlerin ictihadý, ictihad-vahiy iliþkisi, âlimlerin ictihadý ve nesih gibi konular gündeme getirilmekte ve uzun uzun açýklamalar yapýlmaktadýr.
Bu olayý anlatan yukarýdaki âyet, her iki peygamberin de verdikleri karara/hükme deðinmiyor. Ancak “iz yahkümâni” diyerek, bir dâvâ konusunda her iki peygamberin beraberce hüküm verdiklerine veya bu konuda istiþâre ettiklerine dikkat çekmektedir. Çünkü burada kullanýlan fiil kalýbý tesniye, yani iki kiþinin birlikte iþ yaptýðýný ifade eden bir kalýptýr. Bilinen bir þeydir ki, iki baðýmsýz hâkim bir olayda iki ayrý hüküm verseler, bunun bir anlamý olmaz. Âyette kast edilen anlam; her iki peygamberin de bu dâvâ konusunda istiþâre etmeleri veya karþýlýklý bu dâvâyý görüþmeleri olabilir. Burada “hükmettiler” deðil de; “iz yahkümâni = karþýlýklý hükmettikleri zaman” gibi bir ifadenin yer almasý bu görüþü güçlendirmektedir (M. H. Tabatabai, el-Mîzân, 14/340). Buna göre, Hz. Dâvûd’un görüþü tamamlanmýþ ve uygulamaya konulmuþ hukukî bir karardan çok, kesin bir çözüm aramaya yönelik bir görüþ açýklama, ya da istiþâre etmeye ehil görülen Hz. Süleyman’ýn bu meselenin cevabýný bulmaya yönelik bir ictihadý gibi görünmektedir.
Hz. Süleyman (a.s.) da, babasýnýn verdiði kesin hükme karþý çýkmamýþ veya babasýnýn verdiði kararý yanlýþ bulmamýþ, konuyla ilgili olarak görüþünü açýklamýþ ve bu görüþü de isâbetli bir karar olarak uygulamaya konulmuþ olabilir. (En doðrusunu Allah bilir.) Kaldý ki, Peygamberimiz’in bildirdiðine göre hükmetme makamýnda olan bir hâkim, ictihad eder (doðru kararý vermede bütün gücünü kullanýr) ve isâbet ederse iki sevap alýr. Hâkim bütün gücünü kullandýðý halde ictihadýnda isâbet edemezse bir sevap/ecir alýr (Ebû Dâvûd, Akdiyye 2, hadis no: 3574; Buhârî, Ý’tisâm 21; Tirmizî, Ahkâm 2, hadis no: 1326; Nesâî, Kadâ 3).
Her iki peygambere de Ýlâhî bir baðýþ olarak uygun ve yerinde hükmetme, isâbetli karar verme yeteneði ihsan edilmiþ, ancak âyetin ifadesine göre Allah (c.c.), Süleyman (a.s.)’a bazý konularda daha derin bir anlayýþ vermiþtir. Þüphesiz Allah fazlýný istediðine verir ve O’nun gücü her þeye yeter....
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:23 |
|
|
HZ DAVUD ZAMANINDA : TALUT |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
Tâlût; Ýsrailoðullarýnýn Dâvûd (a.s.) zamanýndaki melikidir. Esas adý Saul'dür. Kelime olarak "Tâlût" Ýbranice bir lakabdýr. Arapça "Tûl" kelimesi ile alâkalý olup, aþýrý derecede boylu ve kudretli anlamýna gelir (Goldziher, Der Mythosbei den Hebraern, 162 vd.).
Kur'an'da iki yerde Tâlût kelimesi geçmektedir (2/Bakara, 247, 249). Birkaç yerde de, ona iþaret eden zamirler bulunmaktadýr. Mýsýr ile Filistin arasýnda yaþayan Amalika adlý bir kavim vardý. Baþlarýnda Câlût adýnda bir kral bulunuyordu. Bunlar Ýsrailoðullarýna saldýrýp onlarý periþan ettiler. Ýsrailoðullarý da, kendi peygamberlerinden, düþmanlarýyla çarpýþmak için kendilerine bir kumandan tâyin etmesini istediler. Onlarýn bu peygamberi, Mûsâ (a.s.)'dan sonraki peygamberlerden biriydi. Onlarýn bu talebi üzerine, peygamberleri onlarýn baþýna, nesli Ya'kûb (a.s.)'un oðlu Bünyâmin'e dayanan Tâlût'u hükümdar olarak tâyin etti (Taberî, Câmiu'l-Beyân, Mýsýr 1954, II, 595 vd.). Bu durum Kur'an'da söyle ifâde edilmiþtir: "Peygamberleri onlara: 'Bilin ki Allah, Tâlût'u size hükümdar olarak gönderdi' dedi. Bunun üzerine (onlar): 'Biz hükümdarlýða daha lâyýk olduðumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniþ imkânlar verilmemiþken, o bize nasýl hükümdar olur?' dediler. (Peygamberleri 'Allah sizin üzerinize onu seçti. Ýlimde ve cüssede ona, sizden daha çok üstünlük verdi. Allah, mülkünü dilediðine verir. Allah her þeyi ihâta eden ve her þeyi bilendir' dedi" (2/Bakara, 247).
Ýsrâiloðullarý onun krallýðýný tasvip etmek istemediler; iþi zenginlik ve kýsýr kavmiyet noktasýndan ele almaya çalýþtýlar. Oysa âyette ifâde edildiði gibi, Yüce Allah, Tâlût'a ilimde ve cisimde, maddî ve mânevî yönden bir üstünlük vermiþti. Maddî yönden iri cüsseli, güçlü, kuvvetli ve güzel olarak yaratmýþtý. Mânevî yönden de, dinî, siyasî, fen, teknik ve savaþ ilimlerinde ona üstün bir baþarý ve mahâret vermiþti. Ayný zamanda o, fakirlere karþý merhametli ve þefkatliydi, yoksullarýn dertleriyle dertlenir, sýkýntýlarýný gidermeye çalýþýrdý. Bir de, Yüce Allah âmirliði dilediðine verir. Komutanlýk ve âmirlik için bunlar önemlidir. Yoksa verâset, soy-sop, ayrý nesepten gelme þartlarý geçerli ve önemli deðildir (el-Beydâvî, Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, Mýsýr 1955, I, 55).
Tâlût komutanlýðý ele aldýktan sonra, askerleriyle Câlût'a karþý cihada çýkýyor ve önce askerlerini deniyor. Askerlerinden ihlâslý ve samimi olanlar belirlendikten sonra, düþmanlarýyla cihada devam ediyor. Yüce Allah bu hususta Kur'an'da þu açýklamada bulunmuþtur: “Tâlût, ordusuyla birlikte ayrýldýðýnda dedi ki: ‘Doðrusu Allah sizi bir ýrmakla imtihan edecektir. Kim bundan içerse, artýk o benden deðildir ve kim de -eliyle bir avuç avuçlayanlar hariç- onu tatmazsa, o bendendir.’ Onlardan az bir bölümü dýþýnda ondan içtiler. O, kendisiyle beraber iman edenlerle onu (ýrmaðý geçince, onlar (geride kalanlar): 'Bugün bizim Câlût'a ve ordusuna karþý (koyacak) gücümüz yok' dediler. (O zaman) Allah'a kavuþacaklarýna kesin gözü ile bakanlar: 'Nice az bir topluluk, daha çok olan bir topluluða Allah'ýn izniyle gâlip gelmiþtir. Allah sabredenlerle beraberdir' dediler." (2/Bakara, 249)
Tâlût ve askerlerinin, Câlût ve askerlerine karþý cihada hazýrlandýklarýnda, Allah'a karþý yaptýklarý niyâz ve duâlarý, Kur'an'da þöyle haber verilmiþtir: "Onlar, (Tâlût ve ordusu) Câlût ve ordusuna karþý meydana (savaþa) çýktýklarýnda, dediler ki: 'Rabbimiz, üzerimize sabýr yaðdýr. Adýmlarýmýzý sâbit kýl (kaydýrma) ve kâfirler topluluðuna karþý bize yardým et" (2/Bakara, 250).
Tâlût ile askerlerinin zaferini ve Câlût ile askerlerinin de yýkýlýþýný haber veren bir âyetin meâli ise, þöyledir: "Derken, Allah'ýn izniyle onlarý bozguna uðrattýlar. Dâvûd Câlût'u öldürdü. Allah ona (Dâvûd'a) hükümdarlýk ve hikmet verdi ve ona dilediðini öðretti. Eðer Allah, insanlarýn bir kýsmiyla diðerlerini savmasaydý, dünya bozulurdu. Fakat Allah, bütün âlemlere karþý lütuf sahibidir" (2/Bakara, 25 1). Âyette de ifâde edildiði gibi, Dâvûd (a.s.), Tâlût'un komutasýnda toplanmýþ bulunan Ýsrailoðullarýnýn arasýndaydý ve karþý ordunun baþýnda bulunan Câlût'u öldürdü. Böylece Ýsrailoðullarý bu savaþta gâlip çýktý. Filistin ordusu yenildi. Dâvûd (a.s.) bilâhare Tâlût'un kýzý ile evlendi ve onun ölümünden sonra da onun yerine kral oldu (Taberî, Camiu'l-Beyân, II, 627 vd.; Ýbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Beyrut 1969, 1, 303).
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:24 |
|
|
HZ DAVUD ZAMANINDA: CALUT.... |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
Câlût; Hz. Dâvud (a.s.) zamanýnda, Tâlût’un (Saul) krallýðý döneminde yaþamýþ, "Amâlika" kralýnýn adýdýr. Kur’ân-ý Kerim’de Câlût olarak adlandýrýlan bu kiþinin ismi Ahd-i Atîk’te Golyat þeklinde geçmektedir. "Amâlika" kavmi Akdeniz'in sahilinde, Mýsýr ile Filistin arasýnda yaþayan bir milletti. Câlût, iri cüssesi sebebiyle âdeta dev gibi tasvir edilmekte, onun Refaîm denilen ve devâsâ cüsseleriyle meþhur olan ýrkýn bir bakiyesi olduðuna inanýlmaktaydý (Tesniye, 2/11; II. Samuel, 21/19-20); I. Tarihler, 20/8). Golyat’ýn boyu Ýbrânîce Ahd-i Atîk’e göre 6 arþýn 1 karýþ, yani 2,93 m., Ahd-i Atîk’in Yunanca tercümesine ve yahûdi tarihçisi Josephus’a göre ise 4 arþýn 1 karýþ, yani 2.03 m.dir (I. Samuel, 17/4). Kuþandýðý zýrhýn aðýrlýðý 5000 þekel tunç (yaklaþýk 60 kg.), mýzraðýnýn ucundaki demirin aðýrlýðý ise 600 þekeldir (I. Samuel, 17/5-7).
Amâlika kavminin kralý Câlut, Hz. Mûsâ'nýn vefatýndan sonraki bir dönemde Ýsrâiloðullarýna saldýrmýþ, onlarý yenerek birçok esir ve kýymetli eþyalarýný almýþ, ülkesine götürmüþtü. Esirler içinde Ýsrâil krallarýnýn birçok prensi de bulunuyordu. Câlut sadece bunlarla kalmamýþ, geride kalan Ýsrailoðullarý'na da aðýr vergiler koymuþtu. Hatta Tevrât'larýný bile almýþtý. Bu sýrada Ýsrailoðullarý'nýn bir peygamberi de yoktu. Bunlar Allah'a yalvararak bir peygamber göndermesini istemiþler, Allah Teâlâ da onlara bir peygamber göndermiþti. (Elmalýlý Hamdi Yazýr, Hak Dini, Ýstanbul 1979, II, 828).
Nihayet, önceleri bir intikam duygusuyla, kendilerine peygamber olarak gönderilen Eþmuil veya Þâmuil'e baþvurarak, kendilerine dirâyetli bir hükümdar ve komutan tayin etmesini istemiþlerdi. Bu hükümdar sâyesinde çýkarýldýklarý yurtlarýna dönmek isteklerini dile getirmiþlerdi. Peygamberleri de bu istek üzerine, Tâlut ismindeki bilgili, basiretli, cesâret sahibi bir zâtý hükümdarý tâyin etti. Fakat Ýsrailoðullarý tâyin edilen bu kumandana itiraz ettiler. Her þeyi maddî ölçülere göre deðerlendirmeye alýþmýþ olduklarýndan içlerinden daha zenginleri varken, böyle birisinin tâyinine râzý olmadýlar. Fakat Peygamber, Tâlut'un hem bilgili hem de fiziksel yapý itibarýyla bu iþe uygun olduðunu söyleyip bu iþin ehli olduðunu belirtmiþtir (2/Bakara, 246-247). Yine Peygamber, Ýsrailoðullarý'na, Tâlut'un hükümdarlýðýnýn iþâreti olarak içinde atalarýna ait birtakým kutsal emânetler ve Tevrat levhalarý bulunan kutsal tâbutu, meleklerin getirmesi mûcizesini göstermiþtir (2/Bakara, 248).
Bunlardan sonra, Tâlut, Ýsrailoðullarý'nýn baþýna geçip, Câlut'a saldýrmak üzere Filistin veya Ürdün nehrini geçerken, ordusunun sabrýný veya samimiyetini ölçmek istemiþti. Hava çok sýcaktý ve ordusuna nehirden geçerken su içmemelerini söylemiþti. Fakat ordusundan bu emre uyanlarýn sayýsý oldukça az miktarda kalmýþtý.
Fakat Tâlut bu kutsal mücâdelesinden caymamýþ ve Câlut ile savaþa girmiþtir. Halbuki savaþtan önce ordusundan bazýlarý, Câlut'un ordusunu görünce: "Bugün Câlut'un ordusuyla karþýlaþacak gücümüz yok" demiþler ve kumandanlarýný býrakarak savaþa girmemiþlerdi. Buna raðmen, az sayýda samimi mü’min ile beraber savaþa giren Tâlut, Câlût'a karþý savaþa çýkmýþtýr.
Kral Saul döneminde Ýsrail topraðýný iþgal eden Filistî ordusunda yer alan Golyat, zorlu bir savaþçýdýr. Ýsrâil ordusu ile Filistî ordusu karþý karþýya geldiðinde baþýnda tunç baþlýk, üzerinde pullu zýrh, baldýrlarýnda tunç zýrhlar, omuzlarý arasýnda tunç kargý ve elinde mýzraðý ile Ýsrâil ordusuna meydan okuyarak onlarý mübârezeye dâvet eder. Bu meydan okuma kýrk gün sürer, fakat Ýsrâil ordusundan hiç kimse onun karþýsýna çýkmaya cesâret edemez. Orduya katýlan büyük kardeþlerini ziyâret için karargâha gelen genç yaþtaki Dâvûd bu durumu görünce Golyat’ýn karþýsýna çýkmak ister ve sapanýyla attýðý taþ ile onu alnýndan vurur, sonra da kýlçla baþýný keser (I. Samuel, 17). Tâlut'un ordusunda bulunan Hz. Dâvud’un Câlut'u öldürmesiyle büyük moral kazanan Tâlût ve askerleri, Câlût’un ordusuna karþý savaþý kazanýr.
Mes'ûdî, Mürûcu'z-Zeheb'de Dâvûd (a.s.)'un Câlût ile, Ürdün'ün aþaðý vâdisi Gor'daki Baysan'da dövüþtüðünü anlatýr. Bugün Baysan yakýnlarýnda Aynu Câlût adýný taþýyan bir yer bulunmaktadýr (Bkz. Meydan Larousse, 2/739).
Ahd-i Atîk’te Golyat’ýn öldürülmesiyle ilgili olarak çeliþkili bilgiler vardýr. Bir yerde Golyat’ýn Dâvûd tarafýndan öldürüldüðü belirtilirken (I. Samuel, 17/50-51), baþka bir yerde Gatlý Golyat’ý Elhanan’ýn öldürdüðü (II. Samuel, 21/19) bildirilmektedir. Öte yandan Kitab-ý Mukaddes’in Ýbrânîce nüshasý ile Batý dillerine yapýlan çevirilerinde, “Beytülahmli Elhanan Gatlý Golyat’ý vurdu” denilirken, Türkçe tercümesinde, “Beytülahmli Elhanan Gatlý Golyat’ýn kardeþini vurdu” denilmektedir. Bu son ifade, Ahd-i Atîk’in baþka bir bölümünde de yer almaktadýr (I. Tarihler, 20/51).
Ahd-i Atîk Golyat’ý Filistî (peliþtî-peliþtîm) diye takdim ederken; Ýslâmî kaynaklarda Bâbilli (Mes’ûdî, I/54) veya Âd ya da Semûd kavimlerinin ahfâdýndan bir kiþi olarak gösterilmekte (Taberî, I/467), hatta Berberîlerin kralý olduðu da nakledilmektedir (Mes’ûdî, I/56-58). Tarih ve tefsir kitaplarýnda Câlût’un kimliði ve Dâvûd’la mücâdelesine dâir Ýsrâiliyat türünde çeþitli rivâyetler yer almaktadýr ki bunlar Ahd-i Atîk’teki kýssaya benzer mâhiyettedir.
Hz. Dâvud (a.s.), Tâlut ve Eþmuil (a.s.)'ýn vefatýndan sonra Ýsrailoðullarý'nýn baþýna geçmiþ ve kendisine peygamberlik de verilmiþti (2/Bakara, 249-252). Ayný kýssa biraz daha geniþ olarak Kitab-ý Mukaddes, 1. ve 2. Samuel bölümünde geçmektedir.
Kur'an'ýn anlattýðý bu hâdise, samimiyet ve iman gücünün nelere kadir olacaðýný ve Ýsrailoðullarý'nýn azgýnlýðýný gözler önüne sermektedir....
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:25 |
|
|
DAVUD AS VERİLEN İLAHİ KİTAB : ZEBUR |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
Zebûr; Allah tarafýndan Hz. Dâvud (a.s)'a gönderilen Mezmurlar ve Mezâmir adý ile de anýlan mukaddes kitabýn ismidir. Lügatte Mezmur, "Kavalla söylenen ilâhî, Hz. Dâvud'a inen Zebur'un sûrelerinin her biri" anlamlarýna gelir. Ayný zamanda Mezmur "yazýlmýþ" mânâsýna gelen kitap anlamýndadýr. Büyük bilgin Zeccac, Zebur'un "Hikmetli kitap" mânâsýna geldiðini; 3/Âl-i Ýmran, 184 âyetindeki "Zebûr" kelimesinin "men etmek" manasýna gelen "Zebr" kökünden olduðunu açýklamýþtýr. Kitap da Hakkýn hilâfýna olan hususlardan halký meneden þeyleri bildirdiði için Zebûr diye adlandýrýlmýþtýr (Fahreddin er-Râzi, Mefâtihu'l-Gayb, Ankara, 1990, VIII, 417).
Ýlâhî kitaplarýn ikincisi olan Zebur, Kur'ân-ý Kerîm'in üç ayrý âyetinde (4/Nisâ, 163; 17/Ýsrâ, 55; 21/Enbiyâ, 105) geçmektedir. Allah Teâlâ þöyle buyurmaktadýr: "Nûh'a, O'ndan sonraki peygamberlere vahy ettiðimiz ve Ýbrâhim'e, Ýsmâil'e, Ýshâk'a, Yakub'a, Ýsa’ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Hârun'a ve Süleyman'a vahy eylediðimiz ve Dâvûd'a Zebur verdiðimiz gibi (Habibim) þüphesiz sana da vahy ettik Biz" (4/Nisâ, 163); "Rabbin göklerde ve yerde olanlarý en iyi bilendir. Andolsun ki, Biz peygamberlerin kimini kiminden üstün kýlmýþýzdýr. Dâvûd'a da Zebur verdik" (17/Ýsrâ, 55); son olarak Enbiyâ sûresinde de Cenâb-ý Hak: “Andolsun, Tevrat'tan sonra Zebur'da da yazmýþýzdýr ki, arza ancak sâlih kullarým mirasçý olur" (21/Enbiyâ, 105) buyurmaktadýr.
Bu âyet meâllerinden ilk ikisi, dört Ýlâhî kitaptan biri olan Zebur'un Hz. Dâvud (a.s)'a verildiðini açýklamakta, üçüncü âyet de Zebur'un Tevrat'tan sonra nâzil olduðunu, yeryüzüne ancak sâlih kiþilerin mirasçý olacaklarýný bildirmektedir. Ayrýca Hz. Peygamber (s.a.s) de bir hadis-i þeriflerinde, ehl-i kitaptan bir fýrkanýn Zebur okuduklarýný beyan buyurmuþlardýr (Buharî, Teyemmüm, 6).
Ýmanýn þartlarýndan olan "Allah'ýn kitaplarýna iman" ilkesi bir müslümanýn, diðer Ýlâhî kitaplarla birlikte Zebur'a da inanmasýný gerekli kýlar. Ancak yine Ýslâm, bugün eldeki mevcut Zebur'un tahrife uðradýðýný da özellikle belirtir.
Kitab-ý Mukaddes külliyatýnda ve Ahd-i Atik bölümü içinde yer alan "Mezmurlar" diye zikredilen kitabýn içinde 150 Mezmur vardýr. Ýlk Mezmur "Ne mutludur o adama ki, kötülerin öðüdü ile yürümez ve günahkârlarýn yolunda durmaz" cümleleriyle baþlamakta, 150. Mezmur da, "Bütün nefes sahipleri Rabbe hamdetsin, Rabbe hamdedin" sözleriyle son bulmaktadýr (Kitab-t Mukaddes, Eski ve Yeni Ahit, Ýstanbul, 1954).
Hz. Dâvud'a indirilmiþ olan Zebur'da genellikle, O'nun Allah'a yakarýþlarý ve ilâhîleri yer almaktadýr. Zebur'un Ýbranice asýl metni manzumdur. Allah'ýn birliði (tevhid) temeline dayanan dinler döneminin ilk Ýlâhî kitaplarýndan olan Zebur, doðruluðu terkeden, ahlâkî kaideleri tanýmayan, kötülük ve günah içinde yüzen Yahûdi kavmine Allah’ýn yolunu göstermek için nâzil olmuþtur. Bütün bunlardan ayrý olarak Yahûdilerin, "Tevrat'tan sonra kitap gelmeyecektir" yolundaki iddialarý Hz. Dâvûd'a Zebur verilmesiyle nakzedilmiþ bulunmaktadýr (Elmalýlý, Hak Dini Kur'ân Dili, Ýstanbul 1938, IV/3081).
Günümüzde Zebur hemen bütün dünya dillerine tercüme edilmiþtir. Zebur'da geçen konular, daha sonralarý Batýlý ressam, þâir ve heykeltýraþlara ilham kaynaðý olmuþ ve sanatkârlarýn eserlerinde çeþitli þekillerde iþlenmiþtir. Bilindiði üzere Zebur'la müstakil bir þeriat vazedilmemiþ, Hz. Dâvûd Hz. Mûsâ'nýn þeriatý ile amel etmiþtir. Hz. Dâvûd sesinin güzelliði ile de bilinmektedir. O, Mezmur denilen Zebur sûrelerini güzel sesi ile okurdu. Nitekim kalýn, gür, pek hoþ ve tesirli sesler için "Dâvûdî" tâbiri kullanýlýr (M. Âsým Köksal, Peygamberler Tarihi, Ankara 1990, II, 179 vd.). Kur'ân-ý Kerîm'in birçok âyetinde de (2/Bakara, 251; 5/Mâide, 78; 6/En'âm, 84; 21/Enbiyâ, 78, 79; 27/Neml, 15, 16; 34/Sebe’, 10-13; 38/Sâd, 17) çeþitli vesilelerle Hz. Dâvud'un adý geçmektedir.
Zebur önceleri Ýbrânîce idi ve Ýbrânî-Ârâmî alfabesiyle yazýlmýþtý. Hristiyanlýðýn yayýlmasýndan sonra da Lâtinceye çevrilmiþtir. Ancak günümüzde orijinal bir Zebur nüshasýnýn mevcut olduðunu söylemek mümkün deðildir. Bugün yeryüzünde Zebur'a tâbi bir millet bulunmamakla beraber, gerek yahûdiler, gerek hristiyanlar ibâdet ve âyinlerinde duâ niyetiyle Zebur'dan parçalar okumaktadýrlar. Özellikle hristiyanlarýn pazar âyinlerinde Mezmur'dan seçilmiþ parçalar okumayý ihmal etmedikleri bilinen bir husustur......
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:26 |
|
|
KURANI KERİMDE: HZ DAVUD AS |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
“Mûsâ’dan sonra, Benî Ýsrâil’den ileri gelen kimseleri görmedin mi, ne yaptýlar?! Kendileri için gönderilmiþ bir peygambere ‘Bize bir hükümdar gönder ki baþýmýza geçsin de Allah yolunda savaþalým’ dediler. ‘Size savaþ yazýlýr/farz kýlýnýr da ya savaþmazsanýz!’ dedi. ‘Yurtlarýmýzdan çýkarýlmýþ, çocuklarýmýzdan uzaklaþtýrýlmýþ olduðumuz halde neden savaþmayalým?’ dediler. Üzerlerine savaþ yazýlýnca, içlerinden pek azý hâriç geri dönüp kaçtýlar. Allah zâlimleri iyi bilir.
Peygamberleri onlara ‘Bilin ki Allah, Tâlût’u size hükümdar gönderdi’ dedi. Bunun üzerine ‘Biz hükümdarlýða daha lâyýk olduðumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniþ imkânlar verilmemiþken o bize nasýl hükümdar olur?’ dediler. ‘Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve cüssede ona, sizden daha çok üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediðine verir. Allah her þeyi ihâta eder ve her þeyi bilendir’ dedi.
Peygamberleri onlara, ‘Onun hükümdarlýðýnýn alâmeti, Tâbut’un size gelmesidir. Onun içinde Rabbinizden size bir sekîne/ferahlýk ve sükûnet, meleklerin taþýdýðý, âl-i Mûsâ ve âl-i Hârun’un býraktýklarýndan bir miktar bakýyye vardýr. Eðer inanmýþ kimseler iseniz sizin için onlarda mutlaka bir âyet ve alâmet vardýr’ dedi.
Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrýlýnca, ‘Biliniz ki Allah sizi bir ýrmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden deðildir. Kim ondan hiç tatmazsa bendendir (benimledir), ancak eliyle bir avuç içen de istisnâ edilmiþtir (o da benimledir)’ dedi. Ýçlerinden pek azý müstesnâ hepsi ýrmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ýrmaðý geçince, ‘bu gün bizim Câlût’a ve askerlerine karþý koyacak hiç gücümüz yoktur’ dediler. Kendilerinin, sonunda Allah’ýn huzuruna varacaklarýný bilenler, kendi aralarýnda ‘nice az kiþiler vardýr ki, sayýca kendilerinden çok olan topluluklara Allah’ýn izniyle gâlip gelmiþtir. Allah sabredenlerle beraberdir’ dediler.
Câlût ve askerleriyle savaþa tutuþtuklarýnda ‘Ey Rabbimiz! Üzerimize sabýr yaðdýr. Bize cesâret ver ki tutunalým. Kâfir kavme karþý bize yardým et’ dediler.
Allah’ýn izniyle onlarý yendiler. Dâvûd Câlût’u öldürdü. Allah ona (Dâvûd’a) hükümdarlýk ve hikmet verdi, dilediði ilimlerden ona öðretti. Eðer Allah insanlardan bir kýsmý ile diðerlerini defetmeseydi/savýp hizaya getirmeseydi, elbette yeryüzünde nizam bozulurdu. Lâkin Allah bütün insanlýða lütuf ve keremi ile muâmele etmiþtir.
O söylenenler, Allah’ýn âyetleridir. Biz onlarý sana doðru olarak anlatýyoruz. Þüphesiz sen Allah tarafýndan gönderilmiþ peygamberlerden birisin.” (2/Bakara, 246-252)
“Biz Nûh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiðimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) Ýbrâhim’e, Ýsmâil’e, Ýshak’a, Ya’kub’a, torunlara, Ýsa’ya, Eyyûb’a, Yunus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a vahyettik. Dâvûd’a da Zebûr’u verdik.” (4/Nisâ, 163)
“Ýsrâiloðullarýndan kâfir olanlar, Dâvûd ve Meryem oðlu Ýsa diliyle lânetlenmiþlerdir. Bunun sebebi, isyanlarý/söz dinlememeleri ve haddi aþmalarýdýr.” (5/Mâide, 78)
“Biz ona (Ýbrâhim’e) Ýshak’ý ve (Ýshak’ýn oðlu) Ya’kub’u da armaðan ettik; hepsini de doðru yola ilettik. Nitekim daha önce de Nûh’u ve onun soyundan Dâvûd’u, Süleyman’ý, Eyyûb’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yý ve Hârûn’u doðru yola iletmiþtik; Biz muhsinleri/iyi ve güzel davrananlarý iþte böyle mükâfatlandýrýrýz.” (6/En’âm, 84)
“Rabbin göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir. Gerçekten Biz, peygamberlerin bazýsýný bazýsýndan üstün kýldýk; Dâvûd’a da Zebûr’u verdik.” (17/Ýsrâ, 55)
“Bir zaman Dâvûd ve Süleyman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardý: Bir grup insanýn koyun sürüsü, geceleyin baþýboþ bir vaziyette bu ekinin içine daðýlýp ziyan vermiþti. Biz, onlarýn hükmünü görüp bilmekte idik. Böylece bunu (bu fetvâyý Süleyman’a Biz anlatmýþtýk. Biz, onlarýn her birine hüküm (hükümdarlýk, peygamberlik) ve ilim verdik. Tesbih eden daðlarý ve kuþlarý da Dâvûd’a boyun eðdirdik. (Bunlarý Biz yaparýz. Ona, savaþ sýkýntýlarýnýzdan sizi korumasý için zýrh sanatýný/zýrh yapmayý öðrettik. Artýk þükredecek misiniz?” (21/Enbiyâ, 78-80)
“Andolsun ki Biz, Dâvûd’a ve Süleyman’a ilim vermiþizdir. Onlar, ‘Bizi mü’min kullarýnýn birçoðundan üstün kýlan Allah’a hamd olsun’ dediler. Süleyman Dâvûd’a vâris oldu ve dedi ki: ‘Ey insanlar! Bize kuþ dili öðretildi ve bize her þeyden (nasip) verildi. Doðrusu bu apaçýk bir lütuftur.” (27/Neml, 15-16)
“Andolsun, Dâvûd’a tarafýmýzdan bir üstünlük verdik. ‘Ey daðlar ve kuþlar, onunla beraber tesbih edin’ dedik. Ona demiri yumuþattýk. “Geniþ zýrhlar imal et, dokumasýný ölçülü yap. (Ey Dâvûd hânedâný!) Sâlih ameller/iyi iþler yapýn. Çünkü Ben, yaptýklarýnýzý görmekteyim’ diye (vahyettik).” (34/Sebe’, 10-11)
“... Ey Dâvûd âilesi! Þükredin. Kullarýmdan þükreden azdýr.” (34/Sebe’, 13)
“Onlarýn söylediklerine sabret, kulumuz Dâvûd’u, o kuvvet sahibi zâtý hatýrla. Çünkü o, daima Allah’a yönelendi. Doðrusu Biz akþam sabah onunla beraber tesbih eden daðlarý, toplu halde kuþlarý onun emri altýna vermiþtik. Her biri ona yönelmekteydi. Onun hükümranlýðýný kuvvetlendirmiþ, ona hikmet ve açýk, güzel konuþma vermiþtik. (Ey Muhammed!) Sana dâvâcýlarýn haberi ulaþtý mý? Ma’bedin duvarýna týrmanýp Dâvûd’un yanýna girmiþlerdi de Dâvûd onlardan ürkmüþtü. ‘Korkma; Biz birbirine hasým iki dâvâcýyýz, aramýzda adâletle hükmet, haksýzlýk etme; bizi doðru yolun ortasýna götür’ dediler. (Ýçlerinden biri) ‘Bu kardeþimin doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken ‘onu da bana ver’ dedi ve tartýþmada beni yendi.’ Dâvûd, ‘Andolsun ki, senin koyununu kendi koyunlarýna katmak istemekle sana haksýzlýkta bulunmuþtur. Doðrusu ortakçýlarýn çoðu, birbirlerinin haklarýna tecâvüz ederler. Yalnýz iman edip de sâlih ameller/iyi iþler yapanlar müstesnâ. Bunlar da ne kadar az!’ dedi. Dâvûd, kendisini denediðimizi sandý da Rabbinden maðfiret dileyerek eðilip secdeye kapandý, tevbe edip Allah’a yöneldi. Böylece onu baðýþladýk. Yanýmýzda onun yüksek bir makamý ve güzel bir geleceði vardýr. Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptýk. O halde insanlar arasýnda hak ve adâletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, yoksa bu, seni Allah yolundan saptýrýr. Doðrusu Allah’ýn yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarýna karþýlýk çetin bir azap vardýr. Göðü, yeri ve ikisi arasýndakileri Biz boþ yere yaratmadýk. Bu, inkâr edenlerin zannýdýr. Bu yüzden inkâr edenlere ateþten bir helâk vardýr. Yoksa Biz, iman edip de sâlih ameller yapanlarý, yeryüzünde fesatçýlar/bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacaðýz? Veya müttakîleri/Allah’tan korkanlarý yoldan çýkanlar gibi mi sayacaðýz? (Ey Muhammed!) Sana bu mübârek Kitab’ý, âyetlerini düþünsünler ve aklý olanlar öðüt alsýnlar diye indirdik. Biz Dâvud’a Süleyman’ý verdik. Süleyman ne güzel bir kuldu! Doðrusu o, daima Allah'a yönelirdi.” (38/Sâd, 17-30)
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:27 |
|
|
HADİS-İ ŞERİFLERDE HZ DAVUD AS |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
“Ýnsanýn yediðinin en güzeli kendi kazandýðýdýr. Hiçbir kiþi asla kendi elinin emeðinden daha hayýrlýsýný yememiþtir. Allah’ýn nebîsi Dâvûd kendi elinin emeðinden baþkasýný yemezdi” (Buhârî, Büyû’ 15, Enbiyâ, 37; Ýbn Mâce, Ticâret 1; Ahmed bin Hanbel, II/314, III/466; Muvattâ, Sadaka 1; Dârimî, Büyû’ 6)
Hz. Peygamber (s.a.s.) geceleyin geçerken Ebû Mûsâ el-Eþ'arî'nin Kur'an okuduðunu duyar. Okuyuþunu, güzel sesini beðenir, durup Kur'an'ý dinler ve: "Bu adama, Dâvûd âilesine verilen mizmarlardan bir mizmâr verilmiþ" der. Ebû Mûsâ: 'Yâ Rasûlallah, eðer senin dinlediðini bilseydim, daha güzel okurdum' der. (Buhârî, Fezâilu'l-Kur'an 31; Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîn 34, hadis no: 236; Tirmizî, Menâkýb 55; Nesâî, Ýftitah 83; Ýbn Mâce, Ýkame 176)
Hz. Âiþe ve Ebû Hüreyre’den rivâyet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber Ebû Mûsâ el-Eþ’arî’nin sesini iþittiðinde þöyle der: “Ebû Mûsâ’ya Dâvûd’un Mezâmir’inden verilmiþtir.” (Ahmed bin Hanbel, II/354)
Hz. Dâvûd, sesinin güzelliði yanýnda süratli okuyuþuyla da tanýnmýþtý. Ebû Hüreyre’den nakledilen bir hadise göre Rasûlullah þöyle buyurmuþtur: “Dâvûd’a kýraat kolaylaþtýrýlmýþtýr. O bineðinin hazýrlanmasýný emreder ve daha bineði hazýrlanmadan Zebûr’u okurdu. Ayrýca o, yalnýz kendi el emeðini yerdi.” (Buhârî, Enbiyâ 37; Tefsîr 17/6)
“Allah’ýn en sevdiði namaz Dâvûd’un namazý, en sevdiði oruç, yine Dâvûd’un orucudur.” (Buhârî, Teheccüd 7).
Yaþadýðý sürece gündüzleri oruç tutacaðýný, geceleri namaz kýlacaðýný ifâde eden Abdullah bin Amr’a Rasûl-i Ekrem, her ay üç gün oruç tutmasýný söylemiþ, bunu az görmesi üzerine bir gün oruç tutup iki gün tutmamasýný tavsiye etmiþ, bunu da kabul etmeyince, “Bir gün tut, bir gün tutma. Bu Dâvûd’un orucudur ve oruçlarýn en fazîletlisidir; ondan daha fazîletli oruç yoktur” (Buhârî, Savm 55-57, 59, Enbiyâ 37, Fezâilu’l-Kur’an 34, Edeb 84, Ýsti’zân 38; Müslim, Sýyâm 187-192) demiþtir.
“En fazîletli oruç, Dâvud’un tuttuðu oruçtur; o bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdý” (Müslim, Sýyâm 187-192)
“Allah Teâlâ’ya en sevimli oruç, Dâvûd’un orucudur. O, bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi. Allah’a en sevimli namaz da Dâvûd namazý idi. O, her gecenin yarýsýnda uyur, üçte birinde (nâfile) namaz kýlar, altýda birinde yine uyurdu.” (Buhârî, Teheccüd 7, Enbiyâ 38; Müslim, Sýyâm 183, 189, 190; Nesâî, Sýyâm 69; Ebû Dâvud, Savm 66; Ýbn Mâce, Sýyam 31)
Ebû'd-Derdâ (radýyallâhu anh) anlatýyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Hz. Dâvud (aleyhisselâm)'un duâlarý arasýnda þu da vardýr: "Allahým! Senden sevgini ve Seni sevenlerin sevgisini ve Senin sevgine beni ulaþtýracak ameli talep ediyorum. Allah'ým! Senin sevgini nefsimden, âilemden, malýmdan, soðuk sudan daha sevgili kýl." Ebû'd-Derdâ der ki: "Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Dâvud'u zikredince, onu "insanlarýn en âbidi (yani çok ve en ihlâslý ibâdet yapaný" olarak tavsif ederdi." [Tirmizî, Da'avât 74, hadis no: 3485)
Berâ bin Âzib (r.a.)’dan rivâyet edilmiþtir: “Biz Muhammed (s.a.s.) ashâbý olarak derdik ki: Bedir ashâbý (Bedir Savaþýna katýlan) ashâbýn sayýsý; Tâlût’la beraber nehri geçenlerin sayýsý kadardýr, o nehri sadece 310 küsür mü’min geçmiþti.” (Buhârî, Meðâzî, 5; Ýbn Mâce, Cihad 25)
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:29 |
|
|
Tâlût ve Câlût Kıssasından Çıkarılabilecek Hisseler: HZ DAVUD AS |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
Kur’an’daki tüm kýssalar, tarihî bilgi vermekten ve geçmiþte yaþanmýþ ve bir daha yaþanmayacak bir olayý anlatmaktan çok öte bir hikmete dayanýr. Kur’anî kýssalarýn tümü, her devirde ve her yerde yaþayacak insanlara mesajlar ve pratik örnekler taþýr. Bu kýssalarda esas mesele, ayrýntýlarla uðraþmak, Kur’an’da anlatýlmayan olaylarý Ýsrâiliyattan devþirmek deðil; söz konusu kýssanýn verdiði fikir, gösterdiði hedef ve ulaþtýrmak istediði mesajdýr. Örnek insaný, örnek olay ve davranýþý yakalamaya çalýþmak, kötü örneklere karþý tedbirli olmak Kur’an’ý ve dolayýsýyla bu kýssayý okuyan insanýn gâyesi olmalýdýr. Bu kýssada da, insanýn pratik hayatýndaki eðilimleri eðitilmek istenmektedir. Hayatta Allah’a kulluk ve O’na dâvet yolunda bu Kur’ânî kýssadan çýkaracaðýmýz yararlý hisselerin önemlileri þunlar olmalýdýr:
1) Ýsrâiloðullarýnýn risâletlerinde bu aþamada ve bundan önceki aþamalarda roller peygamberlik ile hükümdarlýk ve kumandanlýk arasýnda (bu toplumun isteði doðrultusunda) paylaþtýrýlmýþtýr. Bundan dolayý âyetlerde zikri geçen bu kavim, peygamberlerinden savaþta kendilerine savaþ için bir hükümdar ve kumandan tâyin etmesini istemiþlerdir. Halbuki Ýslâm’da büyük savaþlarda peygamber veya Onun vârisi imam bizzat ordunun baþýna geçerek savaþýr.
2) Allah yolunda çalýþanlar, savaþ sloganlarý atanlara ve “baþýmýza bir komutan geçse, topyekün savaþýrýz” diye hamâsî nutuklar çekenlere karþý dikkatli olmak durumundadýrlar. Çünkü böyle insanlarýn birçoðu bu beklenen kumandanýn gelmeyeceði düþüncesiyle ileri geri konuþabilirler. Bunun için Allah yolunda çalýþanlar, bu iddiâlarla ortaya çýkan insanlarý deneyip ciddî ve samimi olup olmadýklarýný, bunlarýn þahsî etkenlerle mi, yoksa inanca dayanan kalbî güdülerle mi böyle iddiâlarý ortaya attýklarýný belirgin bir þekilde ortaya koymak durumundadýrlar.
3) Zafer ve hezimet meselesi, azlýk veya çokluk ile ilgili deðildir. Aksine bu mesele, tamamýyla iman, teþkilat, program, eðitim ve itaatle ilgilidir. Çünkü teþkilatlý mü’min bir azýnlýk, imanýný ve teþkilatýný yitirmiþ kâfir bir çoðunluða karþý kahredici bir zafer elde edebilir. “Nice az topluluklar, Allah’ýn izniyle çok topluluklara gâlip gelmiþlerdir. Allah sabredenlerle beraberdir.” (2/Bakara, 249)
4) Bu âyetlerde anlatýlan geçmiþ bir kavmin hikâyesi, kesinlikle sonradan yaþayan müslümanlarýn ibret almasý içindir. Yani bu, geçtiði yer ve zamanla sýnýrlý bir tarihî hikâye deðildir. Bu âyetlerde bizden, kýssada karþýlýklý olarak anlatýlan iki insan örneðinden saðlam olanýna yapýþmamýz istenmektedir.
5) Mücâhid mü’min zayýf da olsa, çok büyük güçlere de sahip olsa, Allah’tan yardým istemek ve O’na muhtaç olduðu þuurunu yaþamak konumundadýr. Çünkü onun, elinde bulundurduðu maddî güçlerden çok, savaþýn zorlu þartlarýnda sabra ve sebâta ihtiyacý vardýr. Zafer de önünde sonunda Allah’ýn tarafýndadýr. Bu itibarla, sahip olduðu güçler veya güçlü olduðu yolundaki hisleri, kendisini Allah’ý unutturacak bir gurura kapýlmak gibi bir yanlýþa götürmemelidir. Yine, zayýflýk hissi de onu Allah’ýn sonsuz gücüne baðlayýp O'na dayanmaktan alýkoymamalýdýr. Savaþta mü’min ile kâfir arasýndaki fark, mü’minin gücünü yeryüzünden göklere uzanan ve hiçbir sýnýr tanýmayan mânevî, rûhî, Ýlâhî kuvvetten almasý; kâfirin ise gücünü yeryüzünden ve onun sýnýrlý maddî kuvvetlerinden almasýdýr.
6) Âyette anýlan “Allah’ýn mülkü dilediðine vermesi” (2/Bakara, 247) yeryüzünde çeþitli çevrelerin ellerinde bulundurduklarý otoritelerin meþrûluðu anlamýna gelmemektedir. Yoksa, bu sultalarýn, yöneticilerin kâfiri de vardýr, zâlimi de, sapýðý da. Aksine, bunun anlamý; yerde ve gökte her þeyin Allah’ýn dilemesiyle meydana geldiðini ve O’nun idaresinde olduðudur. Allah dilerse tekvinî idaresi ile eþyayý ve olaylarý doðrudan doðruya yaratýr, kâinatý yarattýðý gibi. Dilediðinde de onlarý kendi Ýlâhî sünnetleri olan tabiî kanunlarla dolaylý olarak yaratýr. Süregelen tabiat olaylarý, toplumsal olaylar ve tarihin seyrinde olduðu gibi. Hayatý ve olaylarý olumlu ve olumsuz yönlerde sürükleyen insan irâdesi de Allah’ýn kevnî kanunlarýndandýr ve O’nun küllî irâdesinin hâkimiyeti altýnda iþler.
7) Âyet-i kerîmenin te’kid ettiðine göre; Ýnsanlarýn diðer insanlar veya topluluklar tarafýndan yurtlarýndan çýkarýlmasý, mallarýndan mülklerinden ve çocuklarýndan uzaklaþtýrýlmasý bu haksýz eylemleri yapanlara karþý bir saldýrý ve savaþ sebebidir. Bu durumdaki insanýn saldýrmak ve savaþmak hakký vardýr. Bu itibarla böyle bir savaþ müdafaa savaþýdýr, meþrûdur. Yani savaþýn meþrûiyeti için doðrudan imanlarýna karþý bir saldýrý bulunmasý þart deðildir. Hem zaten daha önce geçen âyet-i kerimelerde bildirildiði üzere, bu insanlar yalnýzca “Rabbimiz Allah’týr ve biz yalnýz O’na kulluk ederiz” demekten baþka suçlarý olmadan yurtlarýndan çýkarýlmýþ, mallarýndan mülklerinden, çoluk çocuklarýndan ve yakýnlarýndan uzaklaþtýrýlmýþlardýr.
8) “Allah insanlarýn bir kýsmýný diðer bir kýsmýyla defetmese/savmasaydý, yeryüzü bozguna uðrardý. Fakat Allah (bütün) âlemlere karþý lütuf ve ikram sahibidir.” (2/Bakara, 251). Âyet-i kerîmenin bu cümlesinden þunu anlýyoruz: Ýnsanlarýn yaþadýklarý toplumsal hayatýn hareketinde Allah’ýn koyduðu tabiî ve fýtrî bir kanun (sünnetullah) vardýr. Bütün insanlar sevdiði, istediði ve inandýðý þeylere karþý müsbet; sevmeyip istemediði, red ve inkâr ettiði þeylere karþý da menfî bir eðilim taþýrlar. Bu gerçek üzere hayatta karþý fikirler ve tavýrlar oluþur ve bunlar hayat içerisinde yerlerini alýrlar.
Ýþte Allah Teâlâ bu âyette, hayatýn onun üzerine kurulu olduðu ve üzerinde yürüdüðü bu tabiî kanuna, bunun insanlarýn hayatýndaki önemine ve hayatýn ýslahatýndaki rolüne iþaret etmekte, bu sünnetullah olmasaydý, yeryüzünün bozguna uðramýþ olacaðýný bildirmekte ve bunun Allah’ýn âlemlere bir lutfu olduðu vurgulanmaktadýr. Çünkü insanlardan biri veya bir kýsmý büyük güçlere sahip olduðunda diðer insanlara, onlarý kendi irâdeleri altýnda toplamak yolunda baský yaparlar. Diðer insanlar da buna karþý çýkmazlarsa bu baskýcý insanlarýn baskýlarý son derece artar ve yeryüzünü fesâda uðratýr, yeryüzünde hakka ve iyiliðe yer býrakmaz. Bunun için hayatýn hak, iyilik ve adâlet üzere kaim olmasýný ve geliþip ilerlemesini isteyen Allah, bu tabiî kanunu sebebiyle kötülüðün iyilik üzerindeki, bâtýlýn hak ve zulmün adâlet üzerindeki baskýlarýný, insanlarýn bir kýsmýný diðer bir kýsmý ile savarak kaldýrmak ve yeryüzü halkýna insanca yaþama fýrsatýný baðýþlamak istemiþtir. Bu da Allah’ýn âlemlere olan bir lütfu ve ikrâmýdýr.....
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:30 |
|
|
KURANI KERİMDE DAVUD AS İLE İLGİLİ AYETLER:........ |
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
Dâvud (a.s.)’ýn Ýsminin Geçtiði Âyetler (16 Yerde): 2/Bakara, 251; 4/Nisâ, 163; 5/Mâide, 78; 6/En’âm, 84; 17/Ýsrâ, 55; 21/Enbiyâ, 78, 79; 27/Neml, 15, 16; 34/Sebe’, 10, 13; 38/Sâd, 17, 22, 24, 26, 30.
Dâvud (a.s.) ile Ýlgili Konular:
Dâvud (a.s.)’a Allah, Peygamberlik ve Saltanat Vermiþtir: 2/Bakara, 251; 6/En’âm, 84; 21/Enbiyâ, 78-79; 27/Neml, 15; 34/Sebe’, 10; 38/Sâd, 20.
Dâvud (a.s.)’a Zebur Verilmiþtir: 4/Nisâ, 163; 17/Ýsrâ, 55.
Dâvud (a.s.)’ýn Mûcizeleri: 21/Enbiyâ, 79; 27/Neml, 15; 34/Seber’, 10; 38/Sâd, 18.
Dâvud (a.s.) Hüküm ve Hikmet Sahibidir: 38/Sâd, 20-26
Dâvud (a.s.)’ýn Ýbâdeti: 38/Sâd, 17-18.
Dâvud (a.s.)’ýn Bazý Özellikleri: 21/Enbiyâ, 78-80; 34/Sebe’, 10; 38/Sâd, 18-19.
Dâvud (a.s.)’ýn Zýrh Sanatýný Bilmesi: 21/Enbiyâ, 80; 34/Sebe’, 10-11.
Dâvud (a.s.)’ýn,Tâlut’un Ordusunda Ýken Câlut’u Öldürmesi: 2/Bakara, 251.
Tâlut’un Ýsminin Geçtiði Âyetler (2 Yerde): 2/Bakara, 247, 249.
Câlût’un Ýsminin Geçtiði Âyetler (3 Yerde): 2/Bakara, 249, 250, 251.
Zebûr Kelimesinin Geçtiði Âyetler (3 Yerde): 4/Nisâ, 163; 17/Ýsrâ, 55; 21/Enbiyâ, 105
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:31 |
|
|
|
944 Mesaj -
|
|
|
HZ Davudun hayatýyla ilgili bölümler bu kadar... yarýn ki konumuz inþallahuteala sabýr deryasý Hz Eyyüb as olacak selam ve dua ile
nurlu cumalar wesselam
|
Gönderen: 04.05.2007 - 09:34 |
|
|
|
66 Mesaj -
|
|
|
tüm müminlerin cuma bayramýný en içten dileklerimizle kutlarým.muhammed arkadaþýmýzýnda ellerine saðlýk.
|
Gönderen: 04.05.2007 - 10:32 |
|
|
|
567 Mesaj -
|
|
|
TÜM RAVDA AÝLESÝNÝN CUMASI MÜBAREK OLSUN
ASLINDA CEVAP YAZMAK ÝSTEMÝYORDUM ÞÝMDÝLÝK DAHA MUHAMMED ABÝMÝZÝN YAZDIKLARINI OKUMA FIRSATI OLMADI AZ SORA OKUYACAM ÝNÞALLAH...
MUHAMMED ABÝ KIZMASIN DÝYE...
ÖZGÜR ABÝ YAZINCA BENDE YAZAYIM DEDÝM
SELAMETLE
|
Gönderen: 04.05.2007 - 11:10 |
|
|
|
66 Mesaj -
|
|
|
arkadaþýmýz muhammedin tam tafsilatlý peygamberler tarihi araþtýrmasýnýn kaynaklarýnýda bildirirse sevineceðim.çünki bu araþtýrma öyle tek kitapla olacak iþ deðil.benim okuduðum altýparmak peygamberler tarihi adlý kitapta tam tafsilatýyla yazýlmamýþ.
|
Gönderen: 04.05.2007 - 14:52 |
|
|
|
244 Mesaj -
|
|
|
emeði geçenlerden Allah razý olsun biraz geç gördük ahmet abi öðrenir bildiririm inþ.
|
Gönderen: 15.10.2007 - 22:38 |
|
|
Şu an Yok üye ve 1589 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.
[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye] |
|
|
|
Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve
afiyet dolu ömür dileriz:
neco64 (56), hilas (49), nkayan (60), elifgirl (43), esenceliömer (46), o.z.k.a.n (47), TILSIMLI52 (47), türkoðlutü.. (61), allim (52), WebmasteR (43), gültekingumus (54), Nevnihal_17 (36), niyaziterzio&et.. (56), nurse_61 (39), yilmaz.s (54), bahadirb (35), hacisa (61), oguzhan01 (44), tarik tufan (40), hatiice (40), veli1975 (49), alpaslan (59), emre2500 (52), turquaz (38), neseliukala (52), yildirimlar (47), catlaak (50), islamgulu (38), belinay (47), delikarabekir (41), raydin (59), dünya (47), hasimbilgic (56), TalhaahmeT (51), tubis (38), cananuluocak (38), tufan_07 (39), huzur_u mah&tho.. (46), Ekrem (46), dilyar56 (52), habibe1994 (54), sevdim_gerisi_y.. (38), sadece_sen (37) |
|
|
|
|
|