0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » BÜYÜK ŞAHSİYETLER » İmâm-ı Ahmed Rabbâni

önceki konu   diğer konu
1 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
kolcu55 su an offline kolcu55  
İmâm-ı Ahmed Rabbâni
28 Mesaj -

Ýmam-ý Ahmed Rabbani hazretleri, Hindistan'da yetiþen en büyük veli ve âlim. Ariflerin ýþýðý, velilerin önderi, Ýslamýn bekçisi, müslümanlarýn baþtacý, müceddid, müctehid ve Ýslam âlimlerinin gözbebeðidir.
Ýnsanlarýn itikad, ibadet ve ahlak hususunda doðruyu öðrenmelerini, öðrendikleri bu bilgiler ile amel etmelerini saðlayan, insanlarý Allahü teâlânýn rýzasýna kavuþturmak için rehberlik eden ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen Ýslam âlimlerinin yirmi üçüncüsüdür.

Ýsmi, Ahmed bin Abdülehad bin Zeynel'abidin'dir. Lakabý Bedreddin, künyesi Ebü'l-Berekat'dýr. 1563 (H.971) senesinde Hindistan'ýn Serhend (Sihrind) þehrinde doðdu. Ýmam-ý Rabbani ismiyle tanýnmýþtýr. Ýmam-ý Rabbani, Rabbani âlim demek olup, kendisine ilim ve hikmet verilmiþ, ilmi ile amel eden, ilim ve amel bakýmýndan eksiksiz ve kamil, olgun âlim demektir.

Hicri ikinci bin yýlýnýn müceddidi (yenileyicisi) olmasýndan dolayý "Müceddid-i elf-i sani", ahkam-ý Ýslamiye ile tasavvufu birleþtirmesi sebebiyle, "Sýla" ismi verilmiþtir. Hazret-i Ömer'in soyundan olduðu için ,"Faruki" nesebiyle anýlmýþ, Serhend þehrinden olduðu için de oraya nisbetle, "Serhendi" denilmiþtir. Bütün bu vasýflarýyla birlikte ismi, Ýmam-ý Rabbani Müceddid-i elf-i sani Þeyh Ahmed-i Faruki Serhendi'dir.

Babasý ve dedelerinin hepsi, zamanlarýnýn büyük âlimleri, salih ve faziletli kimseleri idiler. Babasý Abdülehad Efendi din ve fen ilimlerinde yetiþmiþ, tasavvufta da en son mertebeye ulaþmýþtý. Gençliðinde ilmi yaymak, insanlara hizmet etmek, doðru yolu göstermek için seyahat ettiði sýralarda, Hindistan'ýn meþhur kasabalarýndan Skendere'ye gitmiþti. O memleketten asil bir aileye mensub saliha bir haným, firasetiyle Abdülehad Efendinin mübarek bir zat olduðunu anlayýp, ona; "Kendi kucaðýmda terbiye edip büyüttüðüm, iffet ve ismet cevheri bir kýz kardeþim vardýr. Böyle saliha bir kýzýn sizinle nikahlanmasýný arzu ediyorum. Bu ricamý kabul edeceðinizi umarým." diye haber gönderdi. Abdülehad Efendi bir müddet düþündükten sonra teklifi kabul edip, o kýzla nikahlandý. Bu evliliklerinden Ýmam-ý Rabbani hazretleri doðdu.

Ýmam-ý Rabbani hazretleri çocukluðunda þiddetli bir hastalýða tutulmuþtu. Evlerinde büyük bir üzüntü hasýl olup, vefat edeceðini zannetmiþlerdi. O zamanýn meþhur velilerinden ve Abdülkadir-i Geylani'nin yolunun büyüklerinden Þah Kemal Kihteli Kadiri'ye götürüp duasýný istediler. Þah Kemal Kadiri, Ýmam-ý Rabbani'yi görünce büyük bir hayranlýkla bakarak babasýna; "Hiç üzülmeyiniz. Bu çocuk çok yaþayacak, ilmiyle amil, büyük bir âlim ve eþsiz bir veli olacak." demiþ ve çocuðun elinden tutup, öpmüþtü. Muhabbetle sarýlmalarýndan dolayý, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin feyzi ve nuru, mübarek vücudunu kapladý.

Þah Kemal Kadiri, Ýmam-ý Rabbani hazretleri hakkýnda çok güzel ve büyük müjdeler verdi. Ýmam-ý Rabbani yedi-sekiz yaþlarýnda iken Þah Kemal Kadiri vefat etti.

Ýmam-ý Rabbani hazretleri ilk tahsiline, babasýndan ders alarak baþladý. Babasýndan okuyup Arapçayý öðrendi. Küçük yaþta Kur'an-ý kerimi ezberledi. Ýlminin çoðunu babasýndan, bir kýsmýný da zamanýnýn meþhur âlimlerinden öðrendi. Babasýndan ders aldýðý sýrada, çeþitli ilimlere ait küçük kitaplarý ezberledi. Babasýndan aldýðý dersleri tamamlayýnca, Siyalkut þehrine gidip orada, Mevlana Kemaleddin Keþmiri'den ilim öðrendi.

Mevlana Kemaleddin meþhur âlim Abdülhakim-i Siyalkuti'nin de hocasý olup, zamanýnýn en yüksek âlimi idi. Bazý hadis kitaplarýný da Þeyh Yakub-ý Keþmiri'den okudu. Kadý Behlul-i Bedahþani'den; hadis, tefsir ve bazý usul ilimlerinde icazet, diploma aldý. On yedi yaþýnda iken tahsilini tamamlayýp, bütün ilimlerden icazet aldý. Tahsili sýrasýnda, Kadiri ve Çeþti büyüklerinin kalblerindeki feyz ve lezzeti babasýndan aldý. Babasý hayatta iken, talebelere ilim öðretmeye baþladý.

Bu sýrada; Risalet-üt-Tehliliyye, Redd-i Revafid, Ýsbat-ün-Nübüvve adlý eserlerini yazdý. Edebiyata çok meraklý olup, fesahatý ve belagatý, sür'at-i intikali, zekasýnýn þiddeti herkesi hayrette býrakýyordu.

Bu kadar ilmi ve herkesin üstünde olgunluðu, tevazusu ile birlikte kalbi, Ahrariyye, Nakþibendiye büyüklerinin aþký ile yanýyor, bu yolda yazýlmýþ kitaplarý okuyordu. Babasýnýn vefatýndan bir sene sonra, hacca gitmek üzere Serhend'den yola çýktý. Bu yolculuðunda Delhi'ye varýnca, orada tanýdýklarýndan ve Muhammed Baki-billah hazretlerinin talebelerinden olan Mevlana Hasan Keþmiri ile görüþtü.

Mevlana Hasan Keþmiri, onu hocasýnýn huzuruna götürüp, tanýþtýrmak istedi ve; "Bugün Ahrariyye yolunda bu ülkede baþka böyle büyük bir zat yoktur. Taliblerin onun bir nazarýyla bakýþýyla kavuþtuklarý manevi derecelere günlerce çekilen çileler ve çeþitli riyazetlerle nefsin istediklerini yapmamakla kavuþmak mümkün deðildir." dedi.

Ýmam-ý Rabbani hazretleri, daha önce babasý Abdülehad'dan da Ahrariyye yolunun ve bu yolda bulunanlarýn üstünlüklerini ve kýymetini duymuþtu. Bu yolun büyüklerinin kitaplarýný okuyup onlarýn güzel hallerini bildiði için; "Bu Hicaz yolunda, böyle büyük bir âlimden, bu büyükler yolunun zikr ve usullerini almaktan daha iyi ne olur?" diyerek Muhammed Baki-billah hazretlerinin huzuruna gitti.

Huzuruna girince kalbinde bir nur parladý. Mýknatýs iðneyi çeker gibi çekildi. Kalbi þimdiye kadar hiç duymadýðý, bilmediði þeylerle doldu. Hacdan sonra uðrayýp istifade etmeyi niyet etti ise de, kalbindeki sevgi ve arzu, kendisini býrakmadý. Ertesi gün huzuruna gelip, Ahrariyye feyzine kavuþmak þevkini arzusunu bildirdi ve hizmetinde kaldý. Edeble ve can kulaðý ile sözlerine ve hallerine baðlandý. Böylece Kâbe'ye gitmekten vazgeçip, Kâbe sahibini istedi. Üstadýnýn da lütuf ve himmeti ile iki ay içinde kimsede görülmeyen hallere kavuþtu.

Ýmam-ý Rabbani hazretleri, Muhammed Baki-billah hazretlerini tanýdýktan sonra, edeple ve can kulaðý ile bu hocasýnýn sözlerine ve hallerine baðlandý. Birkaç ay sonra, hocasý ona icazet verdi. Böylece Tasavvuf ilminde ve hallerinde de yüksek dereceye kavuþtuktan sonra, memleketi olan Serhend'e dönmesi emrolundu. Hocasý, talebesinden çoðunun yetiþtirilmesini de ona býrakýp, onlarý da arkasýndan Serhend'e gönderdi. Hocasý onun için þöyle buyurdu: "Kalblere deva, ruhlara þifa olan bu tohumu, Semerkand ve Buhara'dan getirip Hindistan'ýn bereketli topraðýna ektim. Taliblerin yetiþip kemale gelmesi için uðraþtým. O (Ýmam-ý Rabbani), her dereceyi aþýp, üstünlüklerin sonuna varýnca, kendimi aradan çekip, talebeyi ona býraktým."

Ýmam-ý Rabbani hazretleri, memleketine gelince ilim ve edep öðretmeye isteklileri yetiþtirmeðe ve yükseltmeðe baþladý. Þöhreti her yere yayýlýp, her taraftan aþýklarý, onun ilminden ve feyzinden faydalanmaya geliyordu. Talebelerine Beydavi Tefsiri, Sahih-i Buhari, Miþkat-i Mesabih, Avarif-ül-Me'arif, Üsul-i Pezdevi, Hidaye ve Þerh-i Mevakýf gibi bazý din kitaplarýný ders olarak mükemmel bir þekilde okuturdu. Ömrünün son zamanlarýnda dahi talebelerine ilim tahsilini sýký sýký emreder, buna çok önem verirdi.

Herkesin kalbini ilim ve nur ile dolduruyor, Muhammed aleyhisselamýn dinini canlandýrýyor ve kuvvetlendiriyordu. Zamanýnýn padiþahlarýný, vali, kumandan, âlim ve hakimlerini, çok tesirli mektuplarý ile(en üst menümüzde "Müjedeci Mektuplar" adý altýnda bulabilirsiniz), dine, sünnet-i seniyyeye teþvik ediyor, çok âlim ve veli yetiþtiriyordu.

Allahü teâlâ ona öyle manevi ilimler ihsan etmiþti ki hocasý da bu yeni ilimlere kavuþmak için huzuruna gelir, hürmetle otururdu. Hatta bir gün geldiði zaman, Ýmam-ý Rabbani'yi kalbi ile meþgul görüp, odaya girmedi, hizmetçiye de haber verip; "Rahatsýz etme!" dedi ve sessizce kapýda bekledi. Bir müddet sonra Ýmam-ý Rabbani hazretleri kalkýp; "Kapýda kim var?" deyince üstadý; "Fakir Muhammed Baki." dedi. Bu ismi duyunca kapýya koþup, edep ve tevazu ile karþýladý.

Ýmam-ý Rabbani hazretleri bir müddet Serhend'de talebe yetiþtirmekle meþgul olup, insanlara doðru yolu anlattýktan sonra, hocasýný ziyaret için Delhi'ye gitti. Bir müddet hizmetinde kaldý ve hocasý ile çok hoþ sohbetleri oldu. Hallerini bulunduklarýndan daha yukarýya götürdüler. Bütün bu lütuflarý ile çok yüksek hallere, faziletlere kavuþmasýna raðmen, hocasýna yapýlmasý mümkün olmayan bir edeble davranýyordu. Muhammed Haþim-i Keþmi þöyle anlatmýþtýr: "Hace Hüsameddin Ahmed'den iþittim. Hocam Ýmam-ý Rabbani'yi medhedip övdükten sonra; "Mertebesi yüksek, fazileti çok olmakla beraber, edebe riayette, hocamýz Muhammed Baki-billah hazretlerinin talebelerinden hiçbiri, Ýmam-ý Rabbani gibi deðildi. Bunun için bereketler herkesten önce ona nasib oldu." buyurdu.

Ýmam-ý Rabbani hazretleri þöyle buyurmuþtur. "Biz dört kiþi, hocamýz Muhammed Baki-billah hazretlerine hizmette diðerlerinden ilerdeydik. Hepimizin ayrý bir baðlýlýðý, ayrý bir düþüncesi vardý. Bu fakir yakinen biliyorum ki, böyle bir sohbet ve cem'iyyet, terbiye ve irþad kaynaðý, Peygamber efendimizin zamanýndan sonra dünyada çok az görülmüþtür. Gerçi insanlarýn en hayýrlýsý olan Resulullah efendimiz zamanýnda bulunamadýk, sohbetine kavuþamadýk ama, Muhammed Baki-billah hazretlerinin saadetli sohbetinden de mahrum kalmadýk. Bunun için bu büyük nimetin þükrünü yerine getirmek lazýmdýr. Onun huzurunda herkes kendi baðlýlýðýna, muhabbetine göre bir þeylere kavuþtu."

Ýmam-ý Rabbani hazretleri, hocasý Muhammed Baki-billah hazretlerinin ikinci defa huzuruna gidip bir müddet kaldýktan sonra, tekrar memleketine döndü. Bir müddet daha taliblere, isteklilere feyz vermekle meþgul oldu. Bu sýrada pek yüksek derecelere kavuþtu. Bu hallerini hocasýna mektuplar yazarak bildirdi. Bundan sonra üçüncü defa hocasýný ziyarete gitti. Bu ziyaretinden sonra Delhi'den Serhend'e dönüp birkaç gün kaldý ve Lahor'a gitti. Lahor þehrinde herkes, Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin teþrifini büyük bir ganimet bildi.

Talebelerinin en meþhurlarýndan olan; Mevlana Muhammed Tahir, Hace Muhammed, Mevlana Esgar Ahmed ve Mevlana Ravh Hüseyin gibi zatlar bu sýrada talebesi olup, sohbetinde piþip yüksek derecelere kavuþtular. Ýmam-ý Rabbani hazretleri Lahor'da bulunduðu sýrada, oranýn meþhur âlimleri kendisine çok hürmet ve edep gösterdiler. Nice bilinmeyen ve çözülmesi zor meseleleri ondan sorup doyurucu cevaplar aldýlar.

Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin Lahor'daki sohbetleri devam ederken, hocasý Muhammed Baki-billah hazretlerinin vefat haberi geldi. Kalblerdeki huzur ve ferahlýðýn yerini, elem ve keder aldý. Bu haber üzerine, hemen Delhi'ye gidip mübarek mezarlarýný ziyaret etti. Oðullarýna ve talebelerinin büyüklerine taziyede bulundu.

Muhammed Baki-billah hazretlerinin talebeleri, üzüntülerini ve kalblerindeki elemi, onun terbiyelerinin ve sohbetlerinin bereketleriyle gidermek için, huzurlarýna gelip, Muhammed Baki-billah hazretlerine gösterdikleri gibi, Ýmam-ý Rabbani hazretlerine de; muhabbet, hürmet ve teslimiyet gösterdiler. Küçük büyük hepsi onu kabul edip baðlandýlar.

Ýmam-ý Rabbani hazretleri, her sene, hocasýnýn vefat ettiði ay olan Cemazil-ahir ayýnda Serhend'den hocasýnýn nurlu kabrini ziyarete gider ve tekrar Serhend'e dönerdi. Ýki üç defa da Akra'yý teþrif etti. Bundan baþka Serhend'den ayrýlýp baþka bir yere gitmedi. Ancak, hayatýnýn sonuna doðru, zamanýn sultanýnýn ýsrarý üzerine, iki-üç sene kadar bazý beldelerde askerlerin arasýnda bulundu. Bunda da birçok hikmetler vardý. O yerlerin halký bu vesile ile onun sohbetlerinde bulundular. Bereketli nazar ve teveccühlerine kavuþup, nasiblerini aldýlar.

Ýmam-ý Rabbani hazretleri, Serhend'e döndükten sonra, Kadiri tarikatýnýn büyüklerinden olan Þah Kemal Kadiri'nin ruhaniyetinden de icazet almakla þereflendi.

Bu icazeti þöyle olmuþtur: Bir sabah Ýmam-ý Rabbani hazretleri talebeleri ile murakabe halinde iken, Þah Kemal'in torunu ve onun bütün kemalatýnýn vekili olan Þah Ýskender, Kehtel'den gelip, Þah Kemal'in bereketli hýrkasýný Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin mübarek omuzuna koydu. Ýmam-ý Rabbani gözlerini açýnca, Þah Ýskender'i gördü. Tam bir tevazu ile boyunlarýna sarýldý.

Þah þöyle dedi: "Birkaç zamandýr, hal ve rüyamda dedem Þah Kemal'i görüyorum. Bana, hýrkasýný size vermemi emrediyordu. Fakat, onlarýn bu bereketli hýrkasýný evden çýkarýp, bir baþkasýna vermek bana çok aðýr geliyordu. Ama tekrar tekrar emredince, emirlerine uymak lazým oldu." Ýmam-ý Rabbani, o hýrkayý giyip hususi odasýna gitti. Bir müddet sonra odasýndan çýkýnca, en yakýn sýrdaþlarýna, mahremlerine þöyle söyledi: "Hazret-i Þah Kemal'in hýrkasýný giydikten sonra, þaþýlacak çok garip hal zahir oldu. Þöyle ki, hýrkayý giydiðim zaman, insanlarýn ve cinlerin seyyidi Abdülkadir-i Geylani'yi, hazret-i Þah Kemal'e kadar devam eden bütün halifeleriyle yanýmda gördüm. Hazret-i Gavs-i Rabbani Abdülkadir-i Geylani kalbimi kendi tasarruflarýna aldý ve hususi nisbetlerinin ve yollarýnýn nurlarý ve esrarý beni kapladý.

Bense, o hallerin ve nurlarýn denizine gömülüp o denizin dalgýcý oldum. Bir müddet bu halde kaldým. O hallerin beni kapladýðý zamanda kalbime; "Beni Ahrariyye büyükleri terbiye ettiler ve iþimin esasý bu büyüklerin yolunda olmaktýr, þimdi baþka oluyor." diye geldi. Böyle düþünürken, Ahrariyye yolunun büyüklerinin, hace-i cihan Hace Abdülhalýk-ý Goncdüvani'den hocam Hace Baki-billah'a kadar bütün halifelerinin geldiðini gördüm. Benim iþim ve icraatým hakkýnda konuþmaya baþladýlar. Ahrariyye büyükleri; "Bunu biz terbiye ettik. Bizim terbiyemizle zevke, hale ve kemale eriþti." dediler. Kadiri büyükleri (Rahimehümüllah) da; "Daha çocukluðunda bizim ona teveccühümüz vardýr. Bizim nimet soframýzdan tad almýþtýr. Þimdi de bizim hýrkamýzý giymektedir." dediler.

Onlar böyle konuþurken Kübreviyye, Çeþtiyye yollarýndan da birer cemaat geldi. Böylece anlaþmaya vardýlar, bundan sonra bu iki þerefli nisbetten de kalbimde, büyük pay, tam bir þevk buldum." Ýmam-ý Rabbani hazretleri tasavvufda, bu yollarýn hepsinde talebe yetiþtirip feyz verdi.



Ýmam-ý Rabbani hazretleri, benzeri az yetiþen, müstesna bir Ýslam âlimi ve büyük bir mürþid-i kamildir. Peygamber efendimizin vefatýndan bin sene sonra da Ýslam düþmanlarý dine, imana insafsýzca saldýrmýþlardý. Allahü teâlâ kullarýna acýyarak, Ýmam-ý Rabbani gibi bir müceddid yarattý.

Ona derin ilimler ihsan eyledi. Onun vasýtasýyla din düþmanlarýnýn korkunç saldýrýsýný durdurdu. Hakký batýldan ayýrýp, çok kalblerden batýlý kaldýrdý. Bu yüce Ýmam'ýn mektup ve kitaplarý, insanlarý gafletten uyandýrdý. Dünyaya ýþýk saldý. Yani Allahü teâlâ onu, Peygamber efendimizden bin sene sonra, din-i Ýslamý yenilemek ve kuvvetlendirmek için göndermiþti.

Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin dine yýllarca yaptýðý bu büyük hizmetleri, saðlam, ikna edici delillerle sapýk fikirlerinin çürütüldüklerini, Ehl-i sünnet itikadýnýn ve doðru din bilgilerinin yayýldýðýný, bid'atlerin kalktýðýný gören bazý sapýk kimseler, ona cephe aldýlar hased ve iftira etmeye baþladýlar.

Bunun için bazý kimselerin cefa oklarýna, eziyet ve iftiralarýna hedef oldu. Nice âlimlerin, fadýllarýn, kamillerin kendi yollarýndan ayrýlýp, rehberlerini býrakýp, etrafýna ve hizmetine koþuþmalarý ise, hasedlerini daha da artýrdý. Ýmam'ý tehlikeye düþürmek için, hilelere baþladýlar.

Mesela, Cüneyd-i Baðdadi, Bayezid-i Bistami gibi büyük meþayihi aþaðý görüyor diyerek, cahil tabakayý aldattýlar. Yüksek meþayihin bildirdiði vahdet-i vücudu inkâr ediyor, diyerek, görüþü kýsa kimseleri Ýmam'dan soðutmaya baþladýlar. Onu sevenlere de; "Meþayih-i izamý inkâr ediyor, Allahü teâlânýn marifetine vasýtasýz olarak kavuþtum diyor." dediler. Çeþit çeþit iftiralarda bulundular.

O zamanýn sultaný Selim Cihangir Hanýn devlet adamlarý, hatta büyük veziri, baþ müftüsü ve etrafýndakiler Ehl-i sünnet düþmaný idiler. Halbuki Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin birçok mektuplarý ve bilhassa ayrýca yazdýðý Redd-i Revafýd Risalesi(buradan okuyabilirsiniz), Eshab-ý kiram düþmanlarýný red etmekte, böylelerinin cahil, ahmak ve alçak olduklarýný anlatmaktaydý.

Ýmam-ý Rabbani bu risalesini Buhara'da bulunan en büyük Özbek haný Abdullah Hana yollamýþtý. "Bunu Ýran'da, Þah Abbas-ý Safevi'ye gösterin! Kabul ederse ne iyi, etmezse onunla harb caiz olur." demiþti. Kabul etmedi. Harb oldu. Abdullah Han, Herat'ý ve Horasan'daki þehirleri aldý. Buralarýný daha evvel Safeviler almýþtý.

Ýþte bundan sonra, Hindistan'daki bozuk fýrkalar, Eshab-ý kiram düþmanlarý elele verdiler. Sultana gidip Ýmam-ý Rabbani hazretleri hakkýnda çeþitli iftiralarda bulunarak þikayet ettiler. Sultan, oðlu Þah Cihan'ý gönderip, Ýmam-ý Rabbani hazretlerini, evladlarýný ve yetiþtirdiði talebelerini çaðýrýp, hepsini öldürmeye karar verdi.

Bunun üzerine Þah Cihan, bir müftü ile yanýna gitti. Sultana secde caiz olduðunu gösteren bir fetvayý da götürdü. Ýmam-ý Rabbani'nin üstünlüðünü biliyordu. "Babama secde edersen seni kurtarabilirim." deyince, Ýmam-ý Rabbani hazretleri bu fetvanýn zaruret zamanýnda izin olduðunu, azimet ve din bütünlüðünün secde etmemek olduðunu, ecel gelince, ölümden hiçbir þeyin kurtaramayacaðýný söyledi ve secde etmeyi kabul etmedi.

Çocuklarýný ve talebelerini býrakýp sultana yalnýz gitti. Kendisine yapýlan iftiralara karþý sultana güzel ve doyurucu cevaplar verdi. Sultan yüksek hakikatleri anlýyabilecek birisi olmadýðý halde, neþelendi ve serbest býrakýp özür diledi. Hatta, sultana kendisine yapýlan iftiralarýn asýlsýz olduðunu açýk delillerle anlatýrken, orada bulunan ateþe tapýcý Hindularýn büyük bir kumandaný, Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin dinde olan kuvvetini, sözlerini, lezzet ve kýymetini görerek müslüman oldu.

Sultanýn ikna olduðunu gören iftiracý sapýklar; "Bunun adamlarý çoktur. Sözleri bütün memlekette yürürlüktedir. Bunu serbest býrakýrsak bir karýþýklýk çýkabilir." diyerek, uzun konuþmalardan sonra sultaný aldattýlar. Sultan, Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin, memleketin en saðlam ve korkunç kalesi olan Guwalyar Kalesi'ne hapsedilmesini emretti ve hapsedildi. Bu hadiseye çok üzülen talebeleri sultana isyan etmek istediler. Bunu yapabilecek güçte idiler. Fakat Ýmam-ý Rabbani hazretleri onlarý rüyalarýnda ve uyanýk iken bundan men etti.

Sultana hayýr dua etmelerini emredip; "Sultaný incitmek bütün insanlara zarar verir." buyurdu. Kendisi de sultana hep hayýr dua ediyordu. Sultanýn veziri, koyu bir muhalif olduðundan, zindanda, Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin baþýna kardeþini tayin etmiþ ve çok þiddetli davranmasýný emretmiþti. Bu görevli ise ondan çeþitli kerametler, üzülmek yerine heybet, sabýr ve hatta neþe görerek tövbe etti. Bozuk itikadýný terkedip Ehl-i sünneti seçti ve halis talebelerinden oldu.

Kalede hapis bulunan binlerce kâfir, onun bereketi ve sohbetleri ile müslüman olmakla þereflendi. Birçok günahkâr tövbe etti. Hatta bazýlarý yüksek âlim oldu.

Ýmam-ý Rabbani hazretleri hapiste üç sene kaldýktan sonra, sultan yaptýðýna piþman oldu. Hapisten çýkarýp ikram ve ihsan eyledi. Hatta halis talebesinden ve sadýk dostlarýndan oldu. Bir müddet, asker arasýnda kalmasýný istedi. Sonra serbest býrakýp, hürmetle vatanýna gönderdi. Hapisteki bu sýkýntýlardan ve uðradýðý dertlerden sonra, evvelce bulunduklarý hallerin ve makamlarýn binlerce üstünde derecelere yükselmiþ olarak memleketine döndü.

Ýmam-ý Rabbani hazretleri önceleri; "Yetiþtiðim derecelerin üstünde, daha çok makamlar vardýr. Onlara yükselmek celal sýfatý ile, sert terbiye edilmekle olabilir. Þimdiye kadar cemal sýfatý ile okþanarak terbiye edildim." buyurmuþtu. Talebesinden bir kýsmýna; "Elli ile altmýþ arasýnda üzerime dertler, belalar yaðacak." buyurmuþtu. Buyurduðu gibi oldu. O makamlara da yükselmek nasib oldu.

Ýmam-ý Rabbani hazretlerini hapsettiren Selim Cihangir Hanýn oðlu Þah Cihan, padiþah olmak için babasýna karþý geldi. Askeri çok ve babasý tarafýndaki kumandanlarýn çoðu kalbden kendisine baðlý olduðu halde zafer kazanamadý. O zamanýn velilerinden birine halini anlatýp dua istedi. O veli dedi ki: "Senin zafer kazanman için vaktin dört kutbunun sana dua etmesi lazýmdýr. Bunlardan üçü seninle beraber ise de, en büyükleri olan dördüncüsü bu iþe razý deðildir. O da Ýmam-ý Rabbani Müceddid-i elf-i sani hazretleridir. Þah Cihan, Ýmam'ýn huzuruna gelip dua etmesi için yalvardý. Fakat, Ýmam-ý Rabbani onun babasýna karþý gelmesine mani olup nasihat etti. "Babana git, elini öp, gönlünü al, yakýnda vefat edecek, saltanat sana kalacaktýr." diye müjde verdi. Þah Cihan emirlerini dinleyip arzusundan vazgeçti. Bir zaman sonra 1627 (H.1037) de babasý vefat edince saltanata kavuþtu.

Müslümanlarýn zayýf düþtüðü, küfrün, sapýklýðýn, zulmetin, felsefecilerin ve sapýk kimselerin her tarafý kapladýðý bir zamanda, binlerce kâfir, çok sayýda fasýk ve facir onun güzel hallerini görüp, sohbetini iþitip tövbe ederek salih müslüman oldu. Uzaktan yakýndan pek çok kimse, rüyada ve uyanýk iken onu görerek yanýna koþmuþ, huzuruna geldiklerinde gördüklerini aynen bulmuþlardýr. Âlim, salih, genç, ihtiyar binlerce kimse onu görüp, sohbetinde bulununca, feyz alarak kalbleri zikreder olmuþtur. Huzurundaki pek çok talebeyi hallere, yüksek derecelere kavuþturmuþtur. Her an kerametleri görülür feyz ve bereket yayardý. Kerametlerinin altý binden fazla olduðu bildirilmiþtir.

Zamanýnýn âlimleri, Ýmam-ý Rabbani hazretlerine "Sýla" ismi ile hitab ettiler. Sýla, birleþtirici demektir. Çünkü, o, tasavvufun Ýslamiyetten ayrý bir þey olmadýðýný Ýslamiyete uygun bir þey olduðunu isbat ederek, ahkam-ý Ýslamiye ile tasavvufu vasl etmiþ, birleþtirmiþtir.

Bir hadis-i þerifte; "Ümmetimden Sýla isminde biri gelir. Onun þefaati ile çok kimseler Cennete girer." buyrularak onun geleceði haber verilmiþtir.

Bu hadis-i þerif, Ýmam-ý Süyuti'nin Cem'ül-Cevami kitabýnda vardýr. Ýmam-ý Rabbani hazretleri bir mektubunda; "Beni iki derya arasýnda "Sýla" yapan Allahü teâlâya hamd olsun." diye dua etmiþtir. Eshabý, talebeleri ve sevenleri arasýnda "Sýla" ismiyle meþhur olmuþtur. Hadis-i þerifte müjdelenen "Sýla" ismini ondan evvel hiç kimse almamýþtýr.

Ýmam-ý Rabbani hazretleri, Müceddid-i elf-i sanidir. Yani hicri ikinci binin müceddididir. Eski ümmetler zamanýnda, her bin senede yeni din getiren bir resul gönderilirdi, yeni din öncekini deðiþtirip, bazý hükümleri kaldýrýrdý. Her yüz senede de bir Nebi gelir, din sahibi peygamberin dinini deðiþtirmez, kuvvetlendirirdi. Hadis-i þerifde, bu ümmete ise, her yüz yýl baþýnda Ýslam dinini kuvvetlendiren bir âlim geleceði haber verilmektedir.

Peygamber efendimizden sonra peygamber gelmeyeceðine göre, kendisinden bin sene sonra, Ýslam dinini her bakýmdan ihya edecek, dine sokulan bid'atleri temizleyip, asr-ý seadetteki temiz haline getirecek, zahiri ve batýni ilimlerde tam varis, âlim ve arif bir zatýn olmasý lazýmdý. Hadis-i þerifler bunu bildirmektedir. Bu mühim hizmeti Ýmam-ý Rabbani hazretleri yapmýþtýr.

Bütün Ýslam âlimleri, bu zatýn Ýmam-ý Rabbani hazretleri olduðunda ittifak etmiþlerdir. Peygamberimizden tam bin sene sonra ilim ve irþad kürsüsüne mutlak olarak oturup, cihaný Resulullah'ýn nurlarý ile aydýnlattý. Bid'atleri temizleyip Ýslam dinini ihya etti. Onun zamanýnda Hindistan'da ve hatta bütün Ýslam aleminde baþ gösteren sapýk fikirler, bozuk inanýþlar yayýlmaya baþlayýp, büyük fitneler çýkmýþtý.

Ayrýca tasavvufta vahdet-i vücudu anlatan sözler, müslümanlar arasýnda çeþit çeþit þekillere sokuldu. Bu yüksek ve kýymetli bilgi anlaþýlamadý. Birçok cahil, büyüklerin sözlerinin manalarýný anlamayarak zamanla dinden çýktý. Ýslamiyete karþý olanlar da bunu fýrsat bilip, müslümanlarý doðru yoldan ayýrmak için çalýþtýlar. Böylece tasavvuf bilgileri ile Ýslamiyetin hükümleri arasýnda ayrýlýk ve çatýþma varmýþ gibi, ikisi birbirinden ayrýymýþ gibi gösterilerek, müslümanlar çeþitli isimler altýnda birbirlerinden ayrýlmaya ve birbirlerine düþman edilmeye çalýþýldý.

Ýmam-ý Rabbani hazretleri baþta vahdet-i vücud bilgileri olmak üzere, yanlýþ anlaþýlan daha birçok meseleyi gayet açýk bir þekilde izah ederek, insanlarýn zihinlerini ve kalblerini, yanlýþ ve bozuk inanýþlardan, bid'atlerden temizledi. Hakký batýldan ayýrýp, Peygamberimizin hak ve doðru yol olduðunu haber verdiði Ehl-i sünnet itikadýný her yere yaydý. Genç-ihtiyar herkes ve birçok âlim onun etrafýnda toplandý. Kendisine ilk defa (Müceddid-i elf-i sani) ismini veren, zamanýnýn en büyük âlimlerinden Abdülhakim-i Siyalkuti'dir. O zamanýn diðer büyük âlimleri de onu medhedip övmüþlerdir.

Hace Muhammed Baki-billah'ýn talebesinin en büyüklerinden ve en yüksek âlimlerden olan Seyyid Mir Muhammed Numan diyor ki: "Ýmam-ý Rabbani'ye tabi olmayý hocam bana söyleyince, buna lüzum olmadýðýný anlatmak için; "Kalbimin aynasý ancak sizin parlak kalbinizin nuruna karþý duruyor." dedim. Hocam sert bir sesle; "Sen, Ahmed'i ne sanýyorsun? Onun, güneþ olan nuru, bizler gibi binlerce yýldýzý örtmektedir." buyurdu.

Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin talebelerinin meþhurlarýndan olan Muhammed Haþim-i Keþmi þöyle anlatmýþtýr: "Bir gün Hazret-i Ýmam'ýn huzurunda oturuyordum. Onlar marifetleri yazýyordu. Aniden bevl sýkýþtýrmasý sebebiyle kalkýp helaya gitti. Fakat hemen süratle dýþarý çýktý. Böyle süratle helaya girip, hemen aceleyle dýþarý çýkmalarýna hayret ettim. "Bunun sebebi nedir?" dedim. Heladan çýkar çýkmaz su ibriðini istedi ve sol elinin baþ parmaðýnýn týrnaðýný yýkadý ve oðaladý. Sonra tekrar helaya girdi. Bir müddet sonra çýkýnca buyurdu ki: "Bevl sýkýþtýrdý, acele ile helaya girdim ve oturdum. Gözüm týrnaðýmýn üzerine gitti. Üzerinde siyah bir nokta vardý. Kalem yazýyor mu diye kontrol etmek için bunu yapmýþtým. Halbuki, o nokta Kur'an-ý kerimin harflerini yazarken kullanýlýrdý. Orada oturmaðý doðru görmedim ve edeb dýþý buldum. Bevl sýkýþtýrmasýndan dolayý sýkýntý çektimse de, bu sýkýntý bir edebi terketmenin vereceði sýkýntýnýn yanýnda çok az geldi. Dýþarý çýktým. O siyah noktayý yýkadým ve tekrar içeri girdim."

Bir gün, hafýzlardan biri, kendi minderlerinden aþaðý bir minder koyup üzerine oturarak, Kur'an-ý kerim okumaða baþladý. Ýmam-ý Rabbani hazretleri bu durumun farkýna varýp, hemen üzerinde oturduðu yüksek minderi bir kenara çekip yere oturdu. Hiçbir zaman Kur'an-ý kerim okumakta olan hafýzdan yüksekte oturmazdý."

Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin fýkýh meselelerinde ilmi çoktu ve her meseleye anýnda cevap verebilecek bir derecedeydi. Usul-i fýkýhta da tam bir maharet sahibiydi. Fakat ihtiyatýnýn çokluðundan, çoðu zaman kýymetli fýkýh kitaplarýna baþvururdu. Seferde ve hazarda bazý kýymetli fýkýh kitaplarýný yanýnda bulundururdu.

Onlarýn bütün gayreti, müftabih yani fýkýh âlimlerinin üzerinde ittifak ettikleri fetvalara, daima uymaktý. Bazý fýkýh âlimlerinin caiz dediði, bazýlarýnýn mekruh dediði bir iþte, o kerahet tarafýný tercih eder ve o iþi yapmazdý. "Bir meselenin yapýlmasýnda ve yapýlmamasýnda, helal ve haram olmasýnda ihtilaf olursa, yapýlmamasý ve haram tarafýný tercih etmeði mümkün olduðu kadar elden kaçýrmamalýdýr." buyururdu.

Muhammed Haþim-i Keþmi þöyle anlatmýþtýr: "Seyyidlerden bir genç, medresede talebe idi. Onunla arkadaþlýk ederdik. Bir gün aðlayarak yanýma geldi ve baþýndan geçen bir hadiseyi anlattý. Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin büyük bir kerametini görmüþtü. Dedi ki: "Hazret-i Ali'ye karþý savaþanlarý, hele hazret-i Muaviye'yi sevmezdim. Bir gece senin üstadýn Ýmam-ý Rabbani'nin Mektubat'ýný okuyordum. Okuduðum yerde; "Ýmam-ý Enes bin Malik buyurdu ki: "Hazret-i Muaviye'yi, sevmemek onu kötülemek, hazret-i Ebu Bekr'i ve hazret-i Ömer'i sevmemek bunlarý kötülemek gibidir. Ona söðene, bunlara söðene verilen cezayý vermek lazýmdýr." yazýlý idi. Bunu okuyunca, caným sýkýldý ve yerinde olmayan bir yazýyý buraya yazmýþ dedim. Mektubat'ý yere attým. Yataðýma uzandým. Uyudum. Rüyamda, senin o büyük üstadýn öfkeli ve kýzgýn bir halde yanýma geldi. Ýki mübarek elleri ile kulaklarýmý çekti ve; "Ey cahil çocuk! Sen bizim yazdýðýmýzý beðenmiyorsun ve kitabýmýzý fýrlatýp, yere atýyorsun. Benim yazýmý okuyunca þaþaladýn ve inanmadýn. Ama gel, seni bir zata götüreyim de gör! Resulullah efendimizin eshabýný sevmediðin için, aldandýðýný ondan iþit." buyurdu.

Beni çekerek, bir bahçeye götürdü ve kapýsýnda býrakýp kendisi yalnýzca ilerledi. Uzak'ta görünen büyük bir odaya doðru yürüdü. Orada nur yüzlü, büyük bir zat oturuyordu. Çekinerek ve saygý ile o zata selam verdi. Önünde diz çöküp oturdu. Ona bir þeyler söylüyor, beni gösteriyordu." Uzaktan bana bakýþlarýndan benden bahsettiði anlaþýlýyordu. Biraz sonra senin o yüksek üstadýn Ýmam-ý Rabbani, kalktý. Beni çaðýrdý. "Bu oturan zat, hazret-i Ali'dir. Ýyi dinle! Bak ne buyuruyor." dedi. Yanlarýna gidip, selam verdim. "Sakýn, sakýn! Resulullah efendimizin eshabýna karþý, kalbinde bir dargýnlýk bulundurma! O büyüklerden hiçbirini, asla kötüleme. Aramýzda muharebe þeklinde görünen iþlerimizin, hangi iyi niyetlerle yapýldýðýný, biz ve o kardeþlerimiz biliriz!" dedi. Senin yüksek hocanýn adýný söyleyerek; "Bu zatýn yazýlarýna da sakýn karþý gelme!" buyurdu.

Bu nasihatý dinledikten sonra, kalbimi yokladým. Bu hususdaki tereddüdün ve soðukluðun, kalbimden çýkmadýðýný gördüm. Bu hâlimi hemen anladý. Öfkelendi. Senin yüksek hocana bakarak; "Bunun gönlü daha temizlenmedi. Suratýna bir tokat indir!" dedi. Þeyh hazretleri, yüzüme kuvvetli bir tokat indirdi. Tokadý yiyince, kendi kendime; "Bunu sevdiðim için onlara düþmanlýk etmiþtim. Halbuki kendisi onlara düþmanlýðýmdan bu kadar çok incinmektedir. Bu halden vazgeçmeliyim!" dedim. Kalbimi yokladým. Düþmanlýk, kýrgýnlýk kalmamýþ, tertemiz buldum. O anda uyandým.

Þimdi de kalbim o kinden temizlenmiþtir. O rüyanýn, o sözlerin tadý, beni baþka hale soktu. Kalbimde Allah'tan baþka hiçbir þeyin sevgisi kalmadý. Senin yüksek hocan Ýmam-ý Rabbani'ye ve onun yazdýklarýndaki marifete inancým iyice arttý."

Ýmam-ý Rabbani hazretleri 1615 (H.1024) senesinde, elli üç yaþlarýnda iken, talebelerinden çok sevdiklerine; "Benim ömrüm ve hayatým hakkýndaki kaza-yý mübremin altmýþ üç sene olduðunu ilham ile bana bildirdiler." buyurdu. Ve buna çok sevindi. Çünkü Peygamber efendimize tabi olmasýnýn çokluðu, yaþ bakýmýndan da uymakla belli oluyordu. Ayný zamanda bu hususta hazret-i Ebu Bekir'e, hazret-i Ömer'e ve hazret-i Ali'ye de uymuþ oluyordu.

1623 (H.1032) senesinde Ecmir'de iken; "Vefat etmemin yakýn olduðuna dair iþaretler, alametler görülmeye baþladý." buyurdu. Serhend'de bulunan kýymetli oðullarýna mektup yazýp; "Ömrümüzün sona ermesi yakýndýr." buyurdu. Babalarýnýn hasreti ve ayrýlýðý ile yanan, evliyanýn gözlerinin nuru kýymetli oðullarý, bu mektubu alýnca, babalarýnýn bulunduðu yere hareket ettiler. Huzuruna kavuþunca, bir gün, bu yüksek oðullarýný hususi odaya çaðýrdý. Buyurdu ki: "Kýymetli oðullarým, bu dünyaya hiçbir þekilde nazarým ve baðlýlýðým kalmadý. Öbür dünyaya gitmek icab ediyor, gitme ve yolculuk alametleri görünmeye baþladý."

Muhammed Haþim-i Keþmi demiþtir ki: "Oðullarý odadan çýkýnca, kalblerindeki sýkýntýyý ve ölçülemeyen üzüntüyü, bu fakir gördüm. Her birinin aðlamaktan boðazý týkanýyordu. Böyle olduklarýný görünce, kendilerine ne için bu kadar aðladýklarýný sordum. Babalarý Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin vefatýnýn yakýn olduðunu açýklamasý üzerine sebebini öðrendim. Fakat Ýmam-ý Rabbani hazretleri, bu haberden oðullarýnýn çok üzgün olduðunu, kalblerindeki sýkýntý ve darlýðý görünce, ayný zamanda kendisine daha bir yýldan çok yaþayacaklarý bildirilince, tekrar oðullarýný çaðýrdýlar ve; "Bir takým iþleri tamamlamak için daha bir müddet yaþayacaðýmýzý bildirdiler." buyurdu. Bunun üzerine iki kardeþ çok sevindi. Sonra bu hadiseyi bana anlattýlar. Bununla beraber, bu fakirin gözyaþlarýnýn aktýðý rahneleri (çukurlarýgöz kırpma açmýþ oldular. Fakat, bu müjdelerinden, kýymetli oðullarý ve bu kalbi yaralý aþýk, uzun yýllar yaþayacaklarýný ümid ettik."

Ýmam-ý Rabbani hazretleri o günlerde, Hace Muinüddin Çeþti hazretlerinin mezarýný ziyarete gitti. Bir müddet kalblerine murakabe ederek oturdu. Kalkýnca, buyurdu ki: "Hazret-i Hace çok iltifat edip, çok þefkat gösterdiler. Kendi hususi bereketlerinden ziyafetler verdiler. Konuþtuk ve çok sýrlar açýklandý. Konuþulanlardan biri þudur: Buyurdu ki: "Bu asker arasýnda bulunmaktan kurtulmaða çalýþmayýnýz. Kendinizi Allahü teâlânýn rýzasýna býrakýnýz." Bu arada o mezarda hizmet gören türbedarlar gelip, Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin elini öpmekle þereflendiler.

Muinüddin Çeþti hazretlerinin kabrinin örtüsünü her sene deðiþtirip, eskisini evliyanýn büyüklerinden birine gönderirlerdi. Yahud da zamanýn padiþahýna verirler, o da kýymetli inci ve mücevherat gibi, bir sandýkta, teberrüken saklardý. O gün, o mezarýn örtüsünü deðiþtirdiler ve eskisini Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin huzuruna getirip, buna en çok layýk olan sizsiniz diyerek takdim ettiler. Ýmam-ý Rabbani hazretleri tam bir edeble kabul etti. Örtüyü hizmetçilerine verip, kalbden soðuk bir ah çekdi ve; "Hazret-i Hace'ye bundan daha yakýn bir libas, bir örtü yoktur. Bunu saklayýn, bana kefen olsun" buyurdu.

Ýmam-ý Rabbani hazretleri Ecmir seferinden Serhend'e dönünce, artýk evinde inzivaya çekildi. Bir müddet, beþ vakit namaz ve Cuma namazý hariç, evden dýþarý çýkmadý. Nur ve esrar menbaý olan hususi odasýna; Muhammed Haþim-i Keþmi'den, yüksek oðullarýndan, talebelerinden ve hizmetçilerinden iki üç kiþi hariç, baþkalarýnýn girmesi çok nadir oluyordu.

Halveti seçtiði günlerden bir gün, soðuk bir nefes çekip; "Þeyhülislam'ýn (Ebu Ali Dekkak'ýn) meþrebi çok yükselince, meclisinde insan kalmadý." sözünü söyledi. Burada olduðu gibi, ömrünün sonuna doðru, Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin meþrebi de o kadar yüksek oldu ki, talebelerinin en yüksekleri bile onun yanýnda mektebe yeni baþlayan küçük çocuklar gibi kalýyorlardý.

Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin talebelerinden biri þöyle anlatmýþtýr: "Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin ömrünün son günlerinde, hasta olduðu sýrada huzuruna çýkýp, birkaç günlüðüne memleketime gidip gelmek için izin istedim. "Birkaç gün dur!" buyurdu. Sonra tekrar arzedip; "Hemen gidip, döneceðim." dedim. "Birkaç gün sabret!" buyurdu. Fakat; "Gidip en kýsa zamanda huzurunuza döneceðim." deyince, izin verdi ve: "Sen nerede, biz nerede, ilkbahar nerede?" mýsra'ýný okudu. Bu sözünden birkaç gün sonra vefat etti.

Bunun gibi, hususi mahremleri ve onlara çok yakýn olanlar; bu günlerde Ýmam-ý Rabbani hazretlerine inziva ve insanlardan uzak kalmalarýna temasla; "Çoluk-çocuðunuzdan ve bütün insanlardan ayrýlmanýzýn, uzlete çekilmenizin sebebi nedir?" diye sorunca, cevabýnda; "Bu dünyadan göçmemi çok yakýn görüyorum. Ýþ böyle olunca, tamamen inziva ve ayrýlýðý tercih edip, daima istigfar ediyorum, af diliyorum. Bunlarý zaruri görüyorum. Bütün vakitlerimi ve nefeslerimi, zahiri ve batýni ibadetlerle geçirmeyi elzem buluyorum. Bu da ancak, insanlardan ayrýlmak ve yalnýz kalmakla ele geçer. Bunun için beni býrakýnýz, benden ayrýlýnýz ve beni Allahü teâlâya ýsmarlayýnýz." buyurdu.

Yine bugünlerde, kendi evinin aralýðýnda (holünde) istirahat ederken, aniden; "Ýki üç ay sonra biz bu evde olmayýz" buyurdu. Orada bulunanlar; "Hususi odanýzda mý bulunacaksýnýz?" diye arzettiler. Buyurdu ki: "Orada da olmayacaðým." "Ya nerede olacaksýnýz?" diye sordular. "Bu yerlerden hiçbirinde olmam. Bakalým ne olur?" buyurup, yollarýnýn icabý açýk söylemedi.

Bu arada çok sadaka verdi ve büyük hayýrlar yaptý. Esrar mahremlerinden, yakýnlarýndan biri, bu sadaka ve hayratlarýnýn çokluðunu görünce; "Bütün bu hayratlar, belalarýn giderilmesi için midir?" diye sordu. Buyurdu ki: "Hayýr, belki de kavuþmak þevki ile bunlarý yapýyorum. Ve þu beyti okuyup gözlerinden sevinç gözyaþlarý döküldü:

"Vuslat günüdür sýrdaþým aleme kucak açayým,
Bu devletin, bu nimetin sevinçlerini saçayým."

Muharrem ayýnýn on ikinci günü buyurdu ki: "Bana bu dünyadan öbür dünyaya gitmeme kýrk veya elli gün kaldýðýný bildirdiler. Mezarýmý da gösterdiler." Bu sözleri dinleyenler üzüldüler ve þaþa kaldýlar. Ciðerlerindeki yara yeniden tazelendi.

O günlerde, oðlu Muhammed Said birgün, Ýmam-ý Rabbani hazretlerini aðlarken gördü. Sebebini sordu. Cevabýnda; "Allahü teâlâya kavuþmanýn sevinci ile aðlýyorum." buyurdu. Yine oðlu; "Allahü teâlâ, bu iþi, bu dünyada çok sevdiklerinin isteðine býrakýr. Madem ki, siz bu kadar çok istiyorsunuz, elbette gidersiniz." diye arz etti.

Bu sözü söyleyen oðullarýnda bir deðiþme gördü ve buyurdu ki: "Muhammed Sa'id! Allahü teâlânýn gayretine dokunuyorsun." Oðlu; "Kendi hâlime üzülüyorum." dedi ve gayet samimi bir beyanla, derd ve elem dolu kalbini dýþarý vururcasýna; "Ey gönlümün süruru babacýðým! Bize yaptýðýnýz bu þefkatsýzlýk ve acýmasýzlýk nedendir?" diye arz etti. Bunun üzerine; "Allahü teâlâ sizden sevgilidir. Ayrýca bizim size þefkat ve yardýmlarýmýz, vefat ettikten sonra, bu dünyadakinden daha çok olacaktýr. Çünkü bu dünyada, insanlýk icabý bazan ister istemez yardým ve teveccüh tam olmuyor. Halbuki öldükten sonra, beþeri sýfatlardan tamamen ayrýlma vardýr." buyurdu.

Bunu söylediði günden itibaren, o günleri saymaða baþladýlar. Þöyle ki, Safer ayýnýn yirmi ikinci gecesi kalbleri hasta eshabýna; "Bugün söylediðim günlerin kýrkýncý günü geçmiþ oluyor. Bakalým bu yedi-sekiz günde ne zuhur eder" buyurdu. Yine oðullarýna buyurdu ki: "Þu arada hasýl olan birkaç günlük sýhhatte, Allahü teâlâ, Habibine tabi olan bir insanda bulunabilecek bütün kemalatý bana ihsan eyledi." Oðullarýnýn bu sözlerden kalbleri parçalandý. Çünkü, bu sözlerde hazret-i Ebu Bekr Sýddik-i Ekber'in; "Bu gün dininizi tamam eyledim." ayet-i kerimesi gelince kalblerine gelen, yani Peygamber efendimiz vefat edecektir, ilhamýndan bir iþaret bulunduðunu anladýlar.

Safer ayýnýn yirmi üçü Perþembe günü, derviþlere, kendi mübarek elleriyle elbiselerini taksim etti. Kendi üzerinde pamuklu, sýcak tutan bir elbise bulunmadýðý için, havanýn soðukluðu tesir edip, tekrar sýtma hastalýðýna tutuldu ve tekrar yataða düþtü. Peygamber efendimiz hastalýktan kurtulup, az bir zaman sonra tekrar hasta olmuþlar ve vefat eylemiþlerdi. Ýmam-ý Rabbani hazretleri, bu hususta da ittiba'ý (uymayýgöz kırpma kaçýrmadý.

Bu hastalýktan evvel hizmetçilerinden birine; "Mangal için þu kadar liralýk kömür al!" buyurdu. Biraz sonra tekrar yanýna çaðýrarak; "Söylediðimin yarýsý tutarýnda kömür al, çünkü bir ses kalbime, o kömürleri yakacak kadar zaman kalmadý diyor." buyurdu. Kömürün bir kýsmýný kendisi için ayýrtýp, diðerini çocuklarýna gönderdi. Kendisine ayrýlmýþ olan miktar, vefat ettiði gün tamamen bitmiþti.

Bu hastalýk zamanýnda, yüksek ilimleri, çok fazla olarak kendi yüksek oðullarýna anlattý. Bir gün ince hakikatleri beyanda o kadar uðraþýyor ve bunun için o kadar konuþuyordu ki, kýymetli oðullarý Hace Muhammed Said; "Hazretinizin hastalýðý bu kadar konuþmanýza elveriþli deðildir, bu marifetlerin beyanýný bir baþka zamana býraksanýz nasýl olur babacýðým?" diye arzetti. Bunun üzerine: "Ey oðlum! Daha zaman ve fýrsat var mý? Biliyorum ki, bir baþka vakit, bu kadarýný söylemeye de kuvvet ve kudret bulamayacaðým." buyurdular.

Bu günlerde hastalýðý þiddetli olmasýna raðmen cemaatle namaz kýlmaðý terketmedi. Ancak son dört-beþ gün, yalnýz baþýna namaz kýldý. Dualarý, tesbihleri, salevatlarý, zikri ve murakabeyi, hiçbir eksiklik olmadan yapýyordu. Dinimizin ve hocalarýnýn yollarýnýn inceliklerinden hiçbirini terketmiyordu. Bir gece, gecenin üçüncü yarýsýnda kalkýp abdest aldý. Teheccüd namazýný ayakta kýldý ve; "Bu bizim son teheccüdümüzdür." buyurdu.

Vefatýndan biraz önce, kendinden geçme hali görüldü. Büyük oðlu, bu kendinden geçme halinin çokluðu, hastalýðýn þiddetinden mi, yoksa istiðrak (nurlara gömülme) sebebi ile midir, diye arzetti. Cevabýnda; "Ýstiðrak sebebi iledir. Çünkü, bazý çok yüksek haller görünüyor. Bunun için onlara teveccüh ediyorum, ta ki hepsini olduklarý gibi görebileyim ve bunlarla her þeyim tamam ve kamil olsun." buyurdu.

Bu derin sýrlardan kýsaca yüksek oðullarýnýn kulaklarýna fýsýldadý. Bu kendinden geçme halinden kurtulunca, ciðeri yaralý, kalbi yanýk talebelerine elveda sözünü hatýrlatan, vasiyetlerini söylemeye baþladý. Bu vasiyetlerin çoðu; mutabeata, Peygamberimize tabi olmaya teþvik, sünnete yapýþma, bid'atten kaçýnma, zikir ve murakabeye devam etme hakkýnda idi.

Buyurdu ki: "Sünnete çok sýký sarýlmak lazýmdýr." Bu sözleriyle de Peygamber efendimize uymak istemiþlerdi. Çünkü, Peygamber efendimiz vefat edecekleri zaman böyle nasihat eylemiþlerdi.

Abbad bin Sariye'den, Tirmizi ve Ebu Davud þöyle rivayet eder:
"Resulullah efendimiz bize vaaz ediyordu. Bu vaazdan kalbler ürperiyor. Gözler yaþarýyordu. Dedik ki: "Ya Resulallah! Bu sözleriniz veda vaazýna benziyor, bize vasiyet ediniz."

Resulullah aleyhisselam buyurdular ki:
"Size vasiyetim olsun: Allah'tan korkunuz, bir köle bile emr-i ilahiyi bildirse dinleyiniz ve yapýnýz. Yaþayanlarýnýz çok þeyler görecek. O zaman benim ve Hulefa-i raþidinin sünnetine gayet sýký sarýlýnýz, onu elden kaçýrmayýnýz. Dinde bid'atten çok sakýnýnýz. Çünkü bütün bid'atler dalalettir, sapýklýktýr."

Ýmam-ý Rabbani hazretleri vasiyetine devamla þöyle buyurdu: "Dinimizin sahibi Resulullah efendimiz, nasihatlerin en incelerini bile; "Din nasihattýr" hadis-i þerifi gereðince ihmal etmediler. Dinimizin kýymetli kitaplarýndan, tam tabi olmak yolunu öðreniniz ve bununla amel ediniz.

Vefat ettiði Safer ayýnýn yirmi dokuzuncu Salý günü, gece kendine hizmet eden hizmetçilerine; "Çok zahmet çektiniz, bu sizin son zahmetinizdir." buyurdu. Gecenin sonunda: "Bu gece de bitti, sabah oldu." buyurdu.

O günün iþrak zamanýnda; "Bevl edeceðim, bir leðen getirin." buyurdu. Getirdiler, fakat içinde kum yoktu. "Ýçinde kum olmazsa sýçrama ihtimali olabilir." buyurdu. O en nazik zamanda da, en ince hususlara dikkat edip, bevl etmedi ve; "Bu leðeni kaldýrýn, beni de yataðýma yatýrýn." buyurdu. Dediði gibi yaptýlar. Kendilerine biraz sonra, vefat edeceksin, abdest almaða vakit bulamayacaksýn ilhamý gelince, abdestini bozmak istemedi ve abdestli olarak ruhunu teslim etmek istedi. Sedirin üzerine yatýnca, sünnet üzere sað elini sað yanaðýnýn altýna koyup, zikirle meþgul oldu.

Büyük oðlu Muhammed Said, babasýnýn sýk sýk nefes aldýðýný görünce; "Hâl-i þerifiniz nasýldýr babacýðým?" diye arzetti. "Ýyiyim ve kýldýðým o iki rekat namaz kâfidir." buyurdu. Bundan sonra bir daha konuþmadý. Yalnýz Allahü teâlânýn ismini söyledi ve biraz sonra da vefat etti. Peygamberlerin büyüklerinin çoðunun son sözleri namaz olmuþtur. Bu hususta da peygamberlerin Serverine tabi oldu. Vefatý 1624 (H.1034) senesi, Safer ayýnýn yirmi sekizi, güneþ hesabý ile yirmi dokuzu, Salý günü kuþluk vakti vaki oldu.

O ay yirmi dokuz gün idi. Peygamber efendimizin vefat ayý olan Rebiülevvel ayýnýn ilk gecesi, Peygamber efendimizin huzuruna kavuþtu. Hastalýk ve humma çektiði günler, yaþýnýn sene adedi kadar olup, altmýþ üç gün idi. Hadis-i þerifde; "Bir günlük humma, bir senenin keffaretidir" buyruldu. Çektikleri hastalýk, bu hadis-i þerifin manasýna uygun oldu.

Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin nurlu bedeni yýkama tahtasýnýn üzerine konulup, elbiseleri soyulunca, orada bulunanlar hazret-i Ýmamýn namazda olduðu gibi ellerini baðladýðýný gördüler. Sað elinin baþ parmaðý ve küçük parmaðýný, sol elin bileðinde halka yaptý. Halbuki, oðullarý vefatýndan sonra, kollarýný düzeltip uzatmýþlardý. Yýkama tahtasýna yatýrýrken, tebessüm etti ve bir müddet bu þekilde kaldý.

Yýkayýcý, mübarek ellerini açýp düzeltti. Sol tarafa yatýrdý, sað tarafýný yýkadý. Sað tarafa yatýrýp sol tarafýný yýkayacaðý zaman, orada bulunanlar, velilik kuvvetinin bir alameti olarak, zaif bir hareketle ellerinin hareket ettiðini, biraraya geldiðini ve eskisi gibi tekrar sað elinin baþ ve küçük parmaklarýnýn, sol elinin bileðinde halka yaptýðýný gördüler. Halbuki sað tarafa yatýnca, sað elin sol el üzerine gelmemesi icabederdi. Bununla beraber öyle bir kuvvetle sol elini tutmuþtu ki, ayýrmak ve çözmek mümkün deðildi.

Kefene sardýklarý zaman, yine ellerinin baðlandýðý görüldü. Bu hal iki-üç defa vaki oldu. Nihayet oradakiler, bunda derin bir mana ve gizli bir sýr olduðunu anlayýp, bir daha ellerini açmaya uðraþmadýlar ve oðullarý Hace Muhammed Said; "Madem ki, muhterem babam böyle istiyor, böyle býrakalým" buyurdu.

Peygamber efendimiz hadis-i þerifde; "Yaþadýklarý gibi ölürler" buyurdu. Bu, Allahü teâlânýn büyük bir ihsanýdýr. Dilediðine ihsan eyler. O'nun ihsaný boldur.

Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin cenaze namazýný, oðlu Hace Muhammed Said kýldýrdý. Vefatýnda 63 yaþýnda idi. Serhend'de evinin yanýnda defnedildi. Daha sonra Afganistan padiþahý Þah-i Zaman, kabri üzerine büyük ve çok sanatlý bir türbe yaptýrdý.

Büyük oðlu Muhammed Said buyurdu ki: "Yüksek babamý, vefatýndan sonra rüyada gördüm. Allahü teâlânýn kendisine verdiði büyük nimetlerden tam neþe ve sevinçle anlatýyordu ve bununla iftihar ediyordu. Kendisine; "Caným babacýðým, þükür makamýndan hiç kimseye bir nasib verdiler mi?" diye arzettim. "Evet, beni de þükredenlerden eylediler." buyurdu. Arzettim ki, Kur'an-ý kerimde mealen; "Þükreden kullar azdýr." (Sebe' suresi: 13) buyruluyor. Bu ayet-i kerimeden anlaþýlan, bu cemaatin, peygamberler olduðudur. Yahud da Peygamberlerin en büyük eshablarýdýr. Hazret-i Ebu Bekr-i Sýddik gibi deyince; "Evet, öyledir. Fakat beni hususi bir ihsan ve inayetle, o cemaate dahil eylediler." buyurdu.

Eserleri:

1) Mektubat: Ýslam aleminde Ýmam-ý Rabbani'nin Mektubat'ý kadar kýymetli bir kitap daha yazýlmamýþtýr. Mektubat, üç cild olup, beþ yüz yirmi altý mektubunun toplanmasýndan meydana gelmiþtir. Kelâm ve fýkýh bilgilerini, tasavvufun marifetlerini açýklayan uçsuz bir derya gibi eþsiz bir eserdir.(En üstte "Müjdeci Mektuplar" adý altýnda bulunmaktadýr.)

Mektubat'ýn birinci cildi 1616 (H.1025) senesinde talebelerinin meþhurlarýndan Yar Muhammed Cedid-i Bedahþi Talkani tarafýndan toplanmýþtýr. Birinci cildde üç yüz on üç (313) mektup vardýr. Bu cildin son mektubu, Muhammed Haþim-i Keþmi'ye yazýlmýþtýr. Ýmam-ý Rabbani hazretleri birinci cildin son mektubunu yazýnca; "Muhammed Haþim'e gönderilen bu mektupla resullerin, din sahibi peygamberlerin ve Eshab-ý Bedr'in sayýsýna uygun olduðundan, üç yüz on üç mektupla birinci cildi burada bitirelim" buyurmuþtur.

Ýkinci cildi ise 1619 (H.1028) senesinde yine talebelerinden, Abdülhay Pütni tarafýndan toplanmýþtýr. Bu cildde Esma-i hüsna yani Allahü teâlânýn Kur'an-ý kerimde geçen doksan dokuz ismi sayýsýnca doksan dokuz (99) mektup vardýr.

Üçüncü cild de Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin vefatýndan sonra 1630 (H.1040) senesinde talebelerinden Muhammed Haþim-i Keþmi tarafýndan toplanmýþ olup, bu cildde de Kur'an-ý kerimdeki surelerin sayýsýnca yüz on dört (114) mektup vardýr. Her üç cildde toplam beþ yüz yirmi altý (526) mektup vardý. Ýmam-ý Rabbani hazretlerinin vefatýndan sonra on mektubu daha üçüncü cilde ilave edilmiþtir. Böylece toplam mektup adedi (536) olmuþtur.

Mektubat'daki mektuplarýn birkaçý Arabi, geri kalanlarýn hepsi Farisidir. Çeþitli zamanlarda basýlmýþtýr. [Mektubatýn birinci cildi Müjdeci Mektuplar adý altýnda Hakikat Kitabevi tarafýndan yayýnlanmýþtýr. Ýkinci ve Üçüncü cildlerdeki mektuplardan da bir kýsmý Hakikat Kitabevi yayýnlarýndan olan Tam Ýlmihal Seadeti Ebediyye kitabýnda yayýnlanmýþtýr.]

2) Redd-i Revafýd: Farisi olup, Rafýzileri reddeden bu kitabýn Türkçesi, (Hak Sözün Vesikalarýgöz kırpma kitabýnda, bir bölüm olarak, Hakikat Kitabevi tarafýndan yayýnlanmýþtýr. Arapça'ya da tercüme edilmiþtir.

3) Ýsbatün-Nübüvve: "Peygamberlik nedir?" adý ile Türkçeye tercüme edilmiþtir. Hak sözün Vesikalarý kitabý içinde bir bölüm olarak yayýnlanmýþtýr. Ayrýca Arapçasý, Ýngilizceye ve Fransýzcaya da tercüme edilmiþtir.

4) Mebde' ve Me'ad,

5) Adab-ül-Müridin,

6) Ta'likat-ül-Avarif,

7) Risale-i Tehliliyye,

8) Þerh-i Ruba'ýyyat-ý Abd-il-Baki,

9) Mearif-i Ledünniye,

10) Mükaþefat-ý Gaybiyye,

11) Cezbe ve Süluk Risalesi.



Ýmam-ý Rabbani hazretleri buyurdu ki:

Edebi gözetmek, zikirden üstündür. Edebi gözetmeyen Hakk'a kavuþamaz.

Ehlin gönlü için (ailenin gönlünü almak için) günah iþlemek ahmaklýktýr.

Farzý býrakýp, nafile ibadetleri yapmak boþuna vakit geçirmektir.

Gýna sahiplerinin yani zenginlerin, alçak gönüllü olmasý güzeldir. Fakirlerin ise onurlu olmasý lazýmdýr.

Ýnsana lazým olan önce Ehl-i sünnete uygun inanmak, sonra Allahü teâlânýn emir ve yasaklarýna uymak, daha sonra tasavvuf yolunda ilerlemektir.

Kalbin tasviyesi (temizlenmesi); Ýslamiyete uymakla, sünnetlere yapýþmakla, bid'atlerden kaçmakla ve nefse tatlý gelen þeylerden sakýnmakla olur. Zikir ve rehberi, doðru yolu gösteren âlimi sevmek bunu kolaylaþtýrýr.

Kalbin birçok þeyleri sevmesinin sebebi, hep o bir þey içindir. O da nefsdir.

Kâfirlere kýymet vermek, müslümanlýðý aþaðýlamak olur.

Kelime-i tevhid; putlara ibadeti býrakýp, Hak teâlâya ibadet etmek demektir.

Küfür, nefs-i emmarenin isteklerinden hasýl olur.

Malý zarardan korumanýn ilacý, zekat vermektir.

Mübahlarý geliþi güzel kullanan, þüpheli þeyleri yapmaða baþlar. Þüphelileri yapmak da harama yol açar.

Büyükleri sevmek, saadetin sermayesidir. Muhabbete müdahane, gevþeklik sýðmaz.

Nefs bir kötülük deposudur. Kendini iyi sanarak Cehl-i mürekkeb olmuþtur.

Nefse, günahlardan kaçmak, ibadet yapmaktan daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptýr.

Razzak olan Hak teâlâ, rýzýklara kefil olmuþ, kullarýný bu sýkýntýdan kurtarmýþtýr.

Seadet, ömrü uzun ve ibadeti çok olanýndýr.

Seadet-i ebediyyeye kavuþmak, peygamberlere uymaða baðlýdýr.

Sohbeti ganimet bilmelidir. Sohbetin üstünlüðü, bütün üstünlüklerin ve kemallerin üstüdür.

Sünnet ile bid'at birbirinin zýddýdýr. Birini yapýnca öteki yok olur.

Zahid, dünyaya gönül baðlamadýðý için, insanlarýn en akýllýsýdýr.

Zekat niyeti ile bir kuruþ vermek, daðlar kadar altýný sadaka olarak vermekten kat kat daha sevapdýr.

Salih ameller Ýslamýn beþ þartýdýr. Salih amelleri yapmadan kalb selamette olmaz.

Cennet ile Cehennem'den baþka ebedi bir yer yoktur. Cennet'e girmek için iman ve dinin emirlerine uymak lazýmdýr.

Dünyayý maksad edinmemeli. Dünya, nefsin arzularýna yardýmcýdýr. Dünya ve ahiret bir arada olmaz. Dünyaya düþkün olmak, günahlarýn baþýdýr. Dünyaya düþkün olanlar ahirette zarar görür. Dünyaya düþkün olmamanýn ilacý, Ýslamiyete uymaktýr.

Bu zamanda dünyayý terk etmek çok zordur. Dünyayý terk lazýmdýr. Hakikaten terk edemeyen, hükmen terk etmelidir ki, ahirette kurtulabilsin. Hükmen terk etmek de büyük nimettir. Bu da, yemekte, içmekte, giyinmekte, meskende, dinin hududundan dýþarýya taþmamakla olur.

Dünyayý terk etmek iki türlüdür; birincisi, mübahlarýn, zaruret mikdarýndan fazlasýný terktir. Bu çok iyidir. Ýkincisi, haramlarý ve þüphelileri terkedip yalnýz mübahlarý kullanmaktýr. Bu zamanda bu da iyidir.

Tesbih okumak (sübhanallah demek), tövbenin anahtarý ve hatta özüdür.

Vakit çok kýymetlidir. Kýymetli þeyler için kullanmak lazýmdýr. Ýþlerin en kýymetlisi sahibine hizmet etmektir. Yani Allahü teâlâya ibadet ve taat etmektir.

Gençlik zamanýnda dinin emirlerine uymak, dünya ve ahiret nimetlerinin en üstünüdür.

Annenin yavrusuna faydasý olmadýðý (annenin yavrusundan kaçacaðýgöz kırpma kýyamet günü için, hazýrlýk yapmayana yazýklar olsun!

Ayet-i kerimede mealen; "Vallahu basirun= Allah onlarýn ne yaptýklarýný görmektedir" buyruldu. Allahü teâlâ her þeyi gördüðü halde, (insanlar) çirkin iþleri yaparlar. Aþaðý bir kimsenin bile bu iþleri gördüðünü bilseler, vaz geçerler yapmazlar. Bunlar ya Hak teâlânýn görmesine inanmýyorlar, yahud onun görmesine kýymet vermiyorlar. Ýmaný olana her ikisi de yakýþmaz.

Velilerin hiçbiri, peygamber mertebesine varamaz.

Velilerin hiçbiri, Sahabi [eshab-ý kiramýn] mertebesine çýkamaz.

Ýhlas ile yapýlan küçük bir iþ, senelerce yapýlan ibadetler gibi kazanç (sevap) hasýl eder.

Her ibadeti seve seve yapmalý. Kul hakkýna dokunmamaða, hakký olanlara hakkýný ödemeðe titizlikle çalýþmalýdýr.

Dünyanýn vefasýzlýkta eþi yoktur, dünyayý isteyenler de alçaklýkta ve bahillikte (cimrilikte) meþhurdur. Aziz ömrünü, bu vefasýzýn ve deðersizin peþinde harcayanlara yazýklar ve korkular olsun.

Gençlik çaðýnýn kýymetini biliniz! Bu kýymetli günlerinizde, Ýslamiyet bilgilerini öðreniniz ve bu bilgilere uygun yaþayýnýz! Kýymetli ömrünüzü faydasýz, boþ þeyler arkasýnda, oyun ve eðlence ile geçirmemek için uyanýk olunuz.

Ýnsanlar riyazet deyince, açlýk çekmeði ve oruç tutmaðý anladýlar. Halbuki, dinimizin emrettiði kadar yemek için dikkat etmek, binlerce sene nafile oruç tutmaktan daha faydalýdýr.

Bir kimsenin önüne lezzetli, tatlý yemekler konsa, iþtihasý olduðu halde ve hepsini yemek istediði halde, dinimizin emrettiði kadar yiyip, fazlasýný býrakmasý, þiddetli bir riyazettir ve diðer riyazetlerden çok üstündür.

Bir farzý vaktinde yapmak, bin sene nafile ibadet yapmaktan daha çok faydalýdýr.

Ölmek, felaket deðildir. Öldükten sonra, baþýna gelecekleri bilmemek felakettir.

Sonsuz kurtuluþa kavuþmak için, üç þey muhakkak lazýmdýr: Ýlim, amel, ihlas.

Ölülere dua ve istigfar etmekle ve onlar için sadaka vermekle, imdatlarýna yetiþmek lazýmdýr.

Dünyayý ele geçirmek için ahireti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyý býrakmak ahmaklýktýr.

Nefse kolay ve tatlý gelen þeyi saadet zan etmemeli, nefse güç ve acý gelenleri de þekavet ve felaket sanmamalýdýr.

Birkaç günlük zamaný büyük nimet bilerek, Allahü teâlânýn beðendiði þeyleri yapmaða çalýþmalýdýr.

Ýbadetlerin hepsini kendinde toplayan ve insaný Allahü teâlâya en çok yaklaþtýran þey namazdýr.

Cahillerin, büyüklere dil uzatmalarýna sebeb olmayýnýz! Her iþinizin Ýslamiyete uygun olmasý için, Allahü teâlâya yalvarýnýz.

Geçici lezzetlere, çabuk biten, tükenen dünyalýklara aldanmamalýdýr.

Ýhsan sahibinin kapýsý çalýnýnca açýlýr.

Gönül dalgýnlýðýnýn ilacý; gönlünü Allahü teâlâya vermiþ olanlarýn sohbetidir.

Dünya hayatý pek kýsadýr. Bunu en lüzumlu þeyde kullanmak gerekir. Bu en lüzumlu þey de, kalbini toparlamýþ olanlarýn yanýnda bulunmaktýr. Hiçbir þey sohbet gibi faydalý olmaz.

Mektubat: http://guzelislam.com/dinibilgiler/super2/dinibilgiler2/Mektubat/index.html
Gönderen: 29.05.2006 - 08:57
Bu Mesaji Bildir   kolcu55 üyenin diger mesajlarini ara kolcu55 üyenin Profiline bak kolcu55 üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1595 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
33mya (63), turkishdanger (36), LeeNa (56), avara (34), @KIN (43), Sedat KAYHAN (61), burcuburcu (49), emelim (52), yahia (49), huzur (52), nazarboncuð.. (44), fettah (42), asafusta (41), Selim54 (35), excelleron (53), SeHZaDeM (34), sofiumit (41), remzi82 (54), iskender_1 (44), Ibrahim_Kerim (43), ÝSU (31), sadozaydin (38)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.76676 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.