0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » Uzay Araştırmaları

önceki konu   diğer konu
1 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Uzay Araştırmaları
Moderator


4254 Mesaj -
Uzay Araþtýrmalarý
Ay'a Yolculuk
Ýnsanoðlunun Ay'a ayak basmasýndan bu yana tam 30 yýl geçti. Bundan tam 30 yýl önce, bir insan, ilk kez Ay'a ayak bastý. Ýnsan için küçük ama insanlýk için büyük bir adým atýldýðýný söyleyerek. Ay'a ilk ayak basan ABD'li astronot Neil Armstrong, ayný zamanda ABD'yi uzay çalýþmalarý konusunda rakipsiz kýldý. 30 yýl önce dünyada 600 milyon insan, yani o zamanki dünya nüfusunun beþte biri, bu macerayý canlý olarak televizyonlarýndan izledi. Bu macera, Uzay bilimi ve Uzay sanayiinin bugün vardýðý aþama için de bir eþik oluþturdu. Sanatçýlar için bir ilham, aþýklar için romantizm kaynaðý, ilkçað insanlarý için kutsal bir imge, bilim adamlarý için Dünya'nýn uydusu ve med-cezir olayýnýn sebebiydi. 30 yýl önce 20 Temmuz 1969 yýlýnda dokunulmazlýðý kalktý. Çünkü 30 yýl önce Ay'a ilk insan gitti ve büyü bozuldu. O tarihten bu yana da özellikle Amerikalýlar için komþu kapýsý oldu. 30 yýl önce, iki Amerikalý astronot, Neil Armstrong ve Edwin ‘‘Buzz’’ Aldrin, Kartal adlý Apollo Ay Modülü'nü, Sukünet Denizi'ne indirdiler ve altý saat sonra da modülden çýkarak Ay'a ayak bastýlar.
Neil Armstrong, Ay'a ilk ayak basan insan olarak tarihe geçmiþ sözlerini orada etti, ‘‘Ýnsan için küçük ama insanlýk için büyük bir adým.’’ Armstrong ve Aldrin, Ay'da yürürken, ekibin üçüncü astronotu Michael Collins, Columbia adlý ana gemide Ay'n yörüngesi etrafýnda turluyordu. Bu yolculuða o da katýlmýþ, ama Ay'a ayak basmak ona nasip olamamýþtý. Ay'daki iki astronot, topraða ABD bayraðýný diktikten sonra, kameralarý kurdular, toprak örneklerini aldýlar, Ay taþlarý topladýlar ve bazý bilimsel testler yaptýlar. Ay'da rüzgar olmadýðý için, bayraðý tellerle tutturarak dalgalanan bayrak imgesi yarattýlar. Yerçekimi, Dünya'nýn altýda biri kadar olduðundan Ay'da yürümekte ve hareket etmekte hiç zorlanmadýlar. Columbia, 16 Temmuz 1969 tarihinde Florida Cape Kennedy Üssü'nden, bir Saturn Beþ roketiyle ateþlenmiþ ve üç gün süren bir yolculuk sonucunda Ay'a varmýþtý. Yaklaþýk 600 milyon televizyon izleyicisi, bir haftalýk bu macera sýrasýnda televizyonlarýna yapýþýk kaldý. Bu rakam, o tarihte dünya nüfusunun beþte birini oluþturuyordu. Armstrong'dan sonra 11 kiþi daha Ay'da yürüdü. Bunlar arasýnda, bu ilk seyahata katýlan ve Apollo XI'le gittiðinde Ay'da golf oynayan Edwin Aldrin de vardý. Daha sonra Apollo XII, XIV, XV, XVI ve XVII de Ay'a insan taþýdý. Aralarýnda, teknik bir arýza nedeniyle Ay'a inemeyen Apollo 13 de olan tüm Apollo Projesi, ABD'ye 25 milyar dolara mal oldu. Apollo 13'ün arýzalanmasý, 13 rakamý konusunda saplantýlý olan Amerikalýlarýn 13'ün uðursuzluðuna daha da inanmalarýna yol açtý.Ancak yine de dünyanýn kollektif bilincine yazýlan isim, Ay'da ilk küçük adýmý atarak ayak basan insan Neil Armstrong oldu. 24 Temmuz tarihinde iki astronot tekrar ana gemi Columbia'ya dönmüþlerdi. Geminin 31. turu tamamlanýnca Collins, onlarý tekrar eve yani Dünya'ya döndürecek tek motoru ateþledi. Columbia, Dünya'ya dönünce, Pasifik Okyanusu'na indi. Korkunç bir fýrtýnanýn ortasýna, ancak tepetaklak iniþ yapabildi ama her üç astronot da sapasaðlamdý
Esrarengiz Yýldýz
28 yaþýndaki astronomi öðrencisi Chris Fragile, Samanyolu Merkezi'nde her zamankinden daha fazla bir parlaklýk farkettiðinde, hiç vakit kaybetmeden gözlediði, yýldýzýn koordinatlarýný bilgisayara kaydetti ve o andan itibaren Mount Stromlo Gözlemevi'nde bulunan, tonlarca aðýrlýðýndaki teleskopun elektromotorlarý da výnlamaya baþladý. Fragile, dijital kamerayla, bu esrarengiz yýldýzýn yaydýðý ýþýnlarý, yarým saatte bir görüntüledi. Genç astronom, artýk dramatik bir olayýn þahidi olduðuna inanmaya baþlamýþtý. Dikey olarak yükselen ýþýk kümesi, birkaç gün sonra astronom Bruce Peterson tarafýndan da incelendiðinde, son derece ilginç bir sonuca ulaþýldý: Uzaktaki Güneþ'in ani ve parlak ýþýðý, þimdiye dek bilinmeyen bir gökcisminden yansýmýþtý. Ve Peterson'a göre, ilk kez Güneþ Sistemi'mizin dýþýnda, Dünya'ya benzer bir gezegen bulunmuþtu. Ama esas ilginç olan, bu isimsiz gezegenin, Güneþ'ten olan uzaklýðý, yüzey ýsýsýnýn olasýlýkla Dünya'mýza yakýn bir sýcaklýkta olduðunu göstermesiydi. "Ýþte bu yüzden orada herhangi bir yaþamýn oluþtuðunu düþünebiliriz" diyor, Peterson. Avustralyalý astronom, aylarca Japonya, Yeni Zelanda ve Amerika'daki 60 meslektaþýyla, gözlem verilerini analiz bilgisayarýnda tekrar tekrar inceledi, fakat sonuç hep aynýydý; ve araþtýrmacýlar, "Astrophysical Journal" adlý dergide, Dünya'nýn olasý bir eþine rastladýklarýný açýkladýlar. Bazý çevrelerin, verilere þüpheyle yaklaþmalarýna raðmen, Postdam'daki astrofizik enstitüsü astronomlarýndan Joachim Wambsganss, çok yakýnda Evren'de Dünya'mýz gibi birçok gezegene rastlanacaðýna inanýyor. Bundan dört yýl önce de, Ýsviçreli astrofizikçiler Michel Mayor ve Didier Queloz, 48 ýþýk yýlý uzaklýðýndaki Pegasi, 51 yýldýzýn etrafýnda, Jüpiter benzeri bir uydunun döndüðünü keþfetmiþlerdi. O zamandan bu yana, gözlemciler gitgide daha kýsa aralýklarla yeni gezegen bulmaya baþladýlar. Þimdiye dek en az bir tane uydusu bulunan 18 sabit yýldýz tespit edildi. Astronomlar artýk Güneþ Sistemi'mizin dýþýnda, içindekinden daha fazla gezegen tanýyorlar. Amerikalý bilim adamlarý, çýplak gözle bile görülebilen ve yalnýzca 44 ýþýk yýlý uzaklýktaki Ypsilon Andromedae Gezegeni'nin, tam üç tane uydusu bulunduðunu açýkladý. Ama ne var ki, Ypsilon Andromedae Gezegeni'nin uydularý da, týpký diðerleri gibi olaðanüstü sýcaklýkta olduklarýndan, üzerlerinde herhangi bir yaþamýn oluþmasý mümkün deðildi. Avustralyalý astronomlarýn Dünya'mýzýn bir eþi veya benzeri olduðunu iddia ettikleri Gezegen'in bulunmasýyla, gezegen araþtýrmalarý yeniden hareketlendi. Þimdiye dek bilinen galaksiler, gaz bulutlarý veya "Quasar" cisimlerinin dýþýnda, araþtýrmacýlar çok daha evrensel bir konuyla ilgileniyorlar: Yaþam yalnýzca gezegenlerin üst yüzeyinde oluþabiliyor ve gitgide daha geliþkin bir biçime ulaþmakta. Ýþte astronomlar uzak dünyalarý araþtýrýrken bu soruya cevap bulmaya çalýþýyorlar: Dünya'mýzdan baþka gezegenlerde de canlýlar var mý? Hubble Uzay Teleskobu'nun yöneticisi Steven Beckwith, galaksilerde gezegenlerin çokluðundan yola çýkarak, bunlarýn arasýnda pekâlâ yaþam belirtilerinin olabileceðini savunmakta. Beckwith, son yýllarda geliþmekte olan yýldýzlarýn kaynaklarýný saptamýþ. Ýncelemelerine göre, her iki yeni güneþten biri, ilerde sert kütleli veya gaz içerikli bir uyduya dönüþebilecek bir toz diski ile çevrili. Bu verilere göre gezegenler genç yýldýzlardan oluþuyorlar
Europa'da Yaþam
Son araþtýrmalardan anlaþýldýðý gibi, astronomlar aslýnda aramalarýný Güneþ Sistemi'nin yanlýþ bir bölgesinde sürdürmüþlerdi. Uzay sondasý "Galileo", Dünya'dan 800 milyon km uzaklýktaki olasý bir vaha ile karþý karþýya: Jupiter uydusu Europa.
Gözlem Robotu üç yýldan beri, bu dev Gezegen'i ve uydusunu gözlemekte. Geçen aylarda elde edilen görüntülerden, Jüpiter'in uydusunun, en az Dünya'nýn uydusu Ay büyüklüðünde olduðu saptandý. Peþ peþe elde edilen görüntülerden sonra, Berlin Uzay Enstitüsü'ndeki bilim adamlarý, Europa Uydusu'nda, dev bir okyanusun bulunduðunu tahmin ediyorlar. "Ancak okyanusun derinliðini þimdilik bilmiyoruz" diyor, Gerhard Neukum. "Galileo" verilerini deðerlendiren Amerikalý jeologlar, 15 km kalýnlýðýndaki buz tabakasýnýn altýnda 100 km derinliðinde bir denizin bulunduðunu hesaplamýþlar. Pasifik Okyanusu'nun derinliði ise sadece 11 km. Eðer Amerikalý araþtýrmacýlarýn hesaplarý doðruysa, Europa'da Dünya'dakinden iki misli daha fazla su bulunmakta.
Ýnanýlýr gibi deðil, ama Europa'nýn yüzeyinden alýnan fotoðraflarda, týpký Arktik'tekine benzer hareketli buzul tabakalarý görülmekte. Asteroidlere ait düþme izleri, Ay'dakine oranla çok daha az. Kraterlerin sayýlarý ve biçimleri, aslýnda buz tabakasýnýn sadece birkaç milyon yýldan beri geliþtiðini gösteriyor, yani sonuçta Europa tamamen donmuþ olamaz. Peki ama böyle bir þey mümkün olabilir mi? Neredeyse hiç Güneþ ýþýný almayan Jüpiter uydularýnda, en yüksek sýcaklýk -130 derecedeyken, hâlâ donmamýþ su bulunabilir mi? "Bu durum ilk baþlarda bizi de çok þaþýrtmýþtý" diyor, Neukum. "Fakat daha sonra Jüpiter'in Dünya'dan 300 misli daha aðýr olduðunu hatýrladýk. Yoðun gaz içerikli Gezegen, uydularýný muazzam bir gelgit gücüyle yoðurduðundan, bunlarýn içlerinde kinetik ýsý oluþur." Jüpiter uydusundaki buz tabakasý kilometrelerce derinliðinde, böylece pekala Güney Denizi'nin sýcaklýðýnda bir deniz olduðu düþünülebilir. Ne var ki, Europa uydusunun tümü karanlýk. Fakat basit organizmalar Güneþ ýþýðý görmeden de yaþayabiliyorlar. Örneðin, Yeryüzü'ndeki okyanuslarýn hiç ýþýk almayan derinliklerinde, metrelerce uzunlukta spirografisler, yengeçler ve dev midyeler dolaþmakta. Bu yüzden bazý bilim adamlarý, Europa'da canlýlarýn varlýðýna inanýyorlar. Araþtýrmacýlar 2003 yýlýnda Europa'nýn yörüngesine, radarlarla, uydunun her yanýný aydýnlatacak bir aygýt yerleþtirmeyi düþünüyorlar. Pasadena (Kaliforniya) NASA Gezegen Araþtýrma Merkezi'ndeki bilim adamlarýnýn Europa ile ilgili projeleri daha ilginç. Uydu'nun yüzeyine gönderilecek bir uzay sondasý, adeta bir torpido görevini yerine getirecek. Nükleer enerjiyle çalýþan sondanýn ucunda bulunan "Cryobot" (delici kapsül), kilometrelerce karanlýktaki buz tabakasýný eritecek.
Kalýn buz tabakasýnýn delinmesiyle birlikte, delici kapsül, "Hydrobot" olarak adlandýrýlan denizaltý robotunu, buz tabakasýnýn altýndaki "denize" fýrlatacak; ve proje baþarýya ulaþýrsa, "Hydrobot" kilometrelerce derinlikte gözlemlerini sürdürebilecek.
NASA araþtýrmacýlarý, projeyi önce Antarktik'te deneyecekler. Güney Kutup Ýstasyonu Wostok'un 4 km altýnda, yüz bin yýldýr dýþ dünyadan kopmuþ olarak varlýðýný sürdüren dev bir göl keþfetmiþler. Rus bilim adamlarý, ilk denemede buzun içinde yabancý mikroplara rastlamýþlardý. Biyolog Karl Stetter, yaptýðý uzun incelemeler sonucunda, organizmalarýn yalnýzca dondurucu sýcaklýklarda deðil, kaynaçlarda, çok sýcak petrol kaynaklarýnda ve yanardað aðýzlarýnda da, tamamen havasýz ve ýþýksýz yaþayabildiklerini tespit etti. "Böylece, yavaþ yavaþ, yaþamýn düþündüðümüzden çok daha çeþitli ortamlara uyum saðlayabileceðini anlamaya baþladýk" diyor, astrobiyolog Frank Drake
Galileo Uzay Aracý
Jüpiter, Güneþ Sistemi'ndeki en büyük gezegendir. Hacmi, Dünya'nýn hacminin yaklaþýk 1300 katýdýr. Kütlesi, sistemdeki öteki sekiz gezegen, onlarýn uydularý ve asteroidlerin toplamýndan daha fazladýr. Zaten, "Güneþ Sistemi, Güneþ, Jüpiter ve çeþitli enkazlardan oluþur" diyenler de vardýr. Bu dev gezegene yönelik kapsamlý ilk araþtýrma projesi Galileo'dur. Bu projede, Galileo adlý uzay aracýnýn Jüpiter'e gönderilmesi, gezegeni ve uydularýný incelemesi, beraberinde götürdüðü sondayý Jüpiter'e býrakmasý planlanmýþtý. Galileo 1986'da fýrlatýlacaktý ama o yýlýn ocak ayýnda, uzay mekiði Challenger faciasý oldu. Bu olay, NASA'nýn planladýðý birçok proje gibi, Galileo Projesi'nde de kimi deðiþikliklere yol açtý. Her þeyden önce fýrlatma tarihi 3 yýl ileri atýldý. Galileo'yu Jüpiter'e götürecek roket sistemi deðiþtirildi; daha güvenli ama daha az güçlü katý yakýt roketleri kullanýldý. Böyle olunca yolculuk süresi iki yýldan altý yýla çýktý. Bu deðiþiklik nedeniyle, 18 Ekim 1989'da fýrlatýlan Galileo, doðrudan Jüpiter'e deðil de önce Venüs'e yöneldi. Venüs'ün kütleçekim etkisinden yararlandýktan sonra Dünya'ya doðru gitmeye baþladý. Ýki kez de Dünya'nýn kütleçekim etkisinden yararlandý. Bu manevralarla yeteri kadar hýz kazanan uzay aracý Jüpiter'e yöneldi.
Galileo, 1995'ten bu yana Jüpiter'i ve uydularýný inceliyor. Bu incelemelerde, bilim adamlarý için çok þaþýrtýcý ve umut verici veriler toplandý. Galileo'nun beraberinde götürdüðü küçük uzay sondasý, Jüpiter'e býrakýldý. Gezegen'e düþen sonda, yüksek basýnca uzun süre dayanamadý ama çalýþtýðý süre boyunca Gezegen'in yapýsýna iliþkin çok deðerli bilgiler gönderdi. Örneðin Jüpiter'de Dünya'dakilerden yüzlerce kez daha þiddetli fýrtýnalarýn olduðu anlaþýldý. Galileo da yalnýzca Gezegen'in çevresinde dolanýp, ona yönelik bilgiler toplamakla kalmadý; uydularý da inceledi. Örneðin Güneþ Sistemi'nin en aktif cismi Io'nun birçok fotoðrafýný çekti, sýcaklýk ölçümleri yaptý. Bu ölçümler sayesinde Io'daki aktif yanardaðlarýn Dünya'dakilerden daha sýcak olduðu ortaya çýktý. Bu da, uydu yüzeyinin altýndaki lav tabakasýnýn magnezyum açýsýndan zengin olduðunu gösteriyor. Bir baþka uyduyu, Europa'yý, inceleyen Galileo, orada da þaþýrtýcý gerçeklerle karþýlaþtý. Jüpiter'in bu büyük uydusunda Dünya'daki bütün sularýn toplamýndan daha çok su vardý. Bilim adamlarý, donmuþ yüzeyin altýnda tuzlu okyanuslarýn bulunabileceði ve belki de oralarda yaþamýn ortaya çýkmýþ olabileceðini düþünüyorlar. Galileo'nun incelemeleri, Callisto'da da yüzeyin altýnda tuzlu su okyanuslarý olabileceðini düþündürüyor. Uzay aracýnýn bir baþka keþfi de Güneþ Sistemi'ndeki en büyük uydu olan Ganymede'nin kendi manyetik alanýnýn bulunmasý.
Böyle deðerli bilgiler gönderen Galileo, bir buçuk milyar dolara mal olmuþtu. Görev süresi de iki yýldý. Bu süre iki yýl uzatýldý. Bu süre doldu ancak NASA yetkilileri, yeteri yakýtý bulunan ve içindeki bilimsel aygýtlarý saðlam Galileo'ya, 2002'ye deðin sürecek yeni görevler verdiler. Bu görevleri de yerine getirdikten sonra, Galileo'nun düþürülmesi planlanýyor. Uzay aracý için böyle bir sonun düþünülmesinin nedeni, Galileo'nun bozulup, yanlýþlýkla Europa'ya düþmesini önlemek. Bilim adamlarý bu uyduda kimi yaþam biçimlerinin geliþmiþ olabileceðini düþünüyorlar. Dünya'dan ayrýlmadan önce özel olarak bir temizleme iþleminden geçmeyen Galileo, Dünya'ya özgü mikroorganizmalar taþýyor olabilir. Galileo'nun yanlýþlýkla Europa'ya düþmesi de bu mikroorganizmalarýn orada çoðalmasýna ve Europa'nýn özgün ekosisteminin bozulmasýna yolaçabilir. Bu nedenle görev süresi 2002'de dolacak Galileo'nun, doðrudan Jüpiter'e ya da Io'ya düþürülmesi planlanýyor
Göktaþýyla Gelen Su
Texas Manahan Kenti sakinleri, 22 Mart 1998'de unutamayacaklarý bir olay yaþadýlar. O gün, iki tane, yumruk büyüklüðünde göktaþý þehre düþtü. Birisi basketbol oynayan çocuklarýn yakýnýna isabet etti. Neyse ki kimse yaralanmadý. Bu göktaþlarý, olaydan kýsa süre sonra NASA Johnson Uzay Merkezi'nin yolunu tuttu. Göktaþlarý, buradaki bilim adamlarýný da þaþýrttý. Çünkü, bu taþlarýn içinde su damlacýklarý vardý. Daha da ilginç olaný, su, ayrýca taþlarýn içindeki mor renkli, neredeyse saf tuz kristallerinin içinde hapsolmuþtu. Çünkü, bu türden büyük kristallerin oluþabilmesi için çok miktarlarda su gerekir. Benzer kristaller içeren bir göktaþý da, 1998 Aðustos'unda Fas'a düþtü. 175 kg'lýk bu göktaþý da tuzlu su damlacýklarý içeriyordu. Bu göktaþlarýnýn bir kuyrukluyýldýzla çarpýþmýþ bir asterodin parçalarý olduðu sanýlýyor. Göktaþlarýnýn daha iyi incelenmesiyle bunlarýn gerçekten nereden geldikleri ve nasýl oluþtuklarý anlaþýlabilecek.
Orion
Hubble Uzay Teleskobu'nun bulanýk görüntü özünün, üç yýl önce, düzenlenen olaðanüstü baþarýlý bir uzay seferiyle düzeltilmesiyle birlikte astronomi araþtýrmalarý için yeni bir dönem baþlamýþ oldu. 29 Aralýk 1993 tarihinde, göyüzünün en parlak bulutsusu olan Orion Bulutsusu'nu araþtýrmak üzere yönlendirilen Hubble, bulutsuyla ilgili birçok gizemin ortaya çýkarýlmasýný saðladý. Yýldýzlar da bizler gibi doðar, yaþar, yaþlanýr ve ölürler. Yýldýzlarý oluþturan hammadde ise, yýldýzlararasý boþlukta bulunan gaz ve tozdur. Bu gaz ve tozun daha yoðun bulunduðu bölgelere ise bulutsu ismi verilir. Bulutsular, evrendeki temel madde olan hidrojenin dýþýnda, daha aðýr elementleri de içerirler. Bu aðýr elementler, daha önce yýldýzlarýn içinde üretilmiþler ve bir süpernova patlamasý ya da diðer nedenlerle uzaya savrulmuþlardýr. Yani bu olayý, çok büyük bir ölçekte gerçekleþen bir geri kazaným olarak düþünebiliriz. Yýldýzlarý oluþturan bu yoðun gaz ve toz bulutlarý, çok düþük sýcaklýklarda olmalarýndan dolayý, karanlýk bulutsu olarak adlandýrýlýlar. Tipik bir karanlýk bulutsu, birkaç bin Güneþ kütleseni içerir ve yaklaþýk 30 ýþýk yýlý çapýnda (1 ýþýk yýlý yaklaþýk 10 trilyon kilometredir) bir hacim kaplar. Bulutsunun içerisindeki madde, yaklaþýk %74 hidrojen, %25 helyum, ve %1 daha aðýr elementlerden oluþur. Kýzýlötesi dalgaboyunda yapýlan gözlemler, böyle bir bulutsunun sýcaklýðýnýn yaklaþýk 10 Kelvin (-263°C) olduðunu gösteriyor. Bulutsunun bu kadar soðuk olmasý, içerisindeki atomlarýn çok yavaþ hareket etmeleri demektir. Eðer, herhangi bir þekilde, bulutsunun içerisindeki bir gaz ve toz yýðýný, çevresindeki maddeden daha yoðun bir hale gelirse, kütle çekiminin etkisiyle, bu yýðýnla birlikte, çevresindeki madde de sýkýþmaya baþlar. Sýkýþmanýn etkisiyle giderek yoðunlaþan gaz ve toz bulutunun merkezindeki sýcaklýk kritik deðere ulaþtýktan sonra (10 milyon Kelvin) nükleer füzyon baþlar. Bu sýrada, hidrojen atomlarý, helyum atomlarýna dönüþürken, büyük miktarlarda enerji serbest kalýr. Merkezden kaynaklanan bu enerji, içeriden dýþarýya doðru bir basýnç yaratarak, bulutun daha fazla sýkýþmasýný engeller. Yeni bir yýldýz doðmuþtur. Bu nükleer fýrýnýn etrafýný saran gaz ve toz bulutu ise açýsal hýzýndan dolayý bir disk halini alýr. Daha sonra, bu madde, yýldýzdan kaynaklanan yoðun ýþýnýmýn yarattýðý basýnçtan dolayý uzaklaþarak yeniden yýldýzlararasý boþluða daðýlýr ve içerisideki parlayan kütle açýða çýkar. Kýþýn, kuzey yarýmkürede gökyüzünün en parlak ve belki de en romantik takýmyýldýzý olan Orion, binlerce yýldýr gözlemciler için ilgi çekici bir hedef olmuþtur. M.Ö. 2000 yýllarýnda Yunanlýlar, takýmyýldýzý oluþturan yýldýzlarý birleþtirmiþ ve bunun bir avcýya benzediðine karar vermiþlerdir. Orion bulutsusu avcýnýn belini temsil eden üç yýldýzýn altýnda, avcýnýn kýlýcýný oluþturan üç ýþýklý noktadan ikincisi olarak göze çarpar. Bulutsu, gaz ve toz karýþýmý yapýsýyla, 56 trilyon kilometre uzunluðunda bir alan boyunca yayýlmaktadýr ve içerisindeki genç yýldýzlar sayesinde parlamaktadýr. Bir yýldýzýn rengi sýcaklýðýna baðlýdýr. Güneþ, sarý renkli ortalama bir yýldýz olup, yüzey sýcaklýðý 5800°C'dir. Avcý'nýn sol dizini oluþturan Rigel, mavi-beyaz renkli bir yýldýzdýr ve yaklaþýk 10000°C'de parlamaktadýr. Rigel gibi büyük kütleli, sýcak yýldýzlar yakýtlarýný çok hýzlý yaktýklarý için kýsa sürede kendilerini tüketirler. Büyük kütleli yýldýzlar yaþamlarýnýn son evrelerinde helyumu karbona, karbonu da demire dönüþtürürler. Daha sonra bunlar, yaþlý ve þiþman Betelgeuse gibi kýrmýzý dev haline gelirler. Avcýnýn sað omuzunda yer alan Betelgeuse soðuktur; yüzeyindeki sýcaklýk sadece 3000°C'dir. Bir yýldýzýn içindeki nükleer fýrýn söndüðü zaman, çekim kuvveti yýldýzýn çökmesine ve büzülmesine neden olur. Bu hýzlý büzülmeden dolayý serbest kalan enerji, büyük bir patlamayla sonuçlanýr ve bir "süpernova" olarak ortaya çýkar. Patlama eðer bir gaz ve toz bulutunun yakýnýnda gerçekleþirse, þok dalgalarý bu bulutu sýkýþtýrýp yoðunlaþmasýný saðlayabilir ve yýldýz oluþum döngüsü böylece sürüp gider. Hubble'la yapýlan ilk gözlemler, Orion'la ilgili gizemin ortaya çýkarýlacaðý konusunda oldukça ümit vermiþtir. Hubble'ýn ilk görüntüleri, bilinmeyen bir dizi parlak cisimle doludur. Daðýnýk bir þekilde yerleþmiþ bu düzensiz noktalarýn, ayný Galileo'nun, teleskobundaki mercekte bulunan hava kabarcýklarýný Jüpiter'in uydularý zannetmesi gibi, önceleri teleskobun optik alýcýlarýndaki bozukluktan kaynaklandýðý düþünülmüþtür. Houston
Üniversitesi'nde çalýþmalarýný sürdüren ve yaklaþýk 30 yýldýr Orion Bulutsusu üzerinde çalýþan Robert O'Dell, bu cisimlerin, genç yýldýzlarýn etrafýnda dolaþan; gaz ve toz karýþýmý içeren gezegen sistemleri olabileceðine karar vermiþtir. Eðer O'Dell haklýysa, evrenin baþka bir yerinde yaþam bulunmasý olasýlýðý artýyor demektir. Çünkü sadece gezegenler, DNA oluþumu ve çoðalmasý için gerekli yoðunluða sahiptir ve bilindiði kadarýyla yaþam için uygun sýcaklýklar sadece gezegenlerde bulunur. Robert O'Dell, Hubble'la yapýlan gözlemlerde hiçbir yanýltýcý cisme rastlanmadýðýný, Orion'u olduðu gibi gözlemlediklerini ancak beklenmedik bazý bulgularla karþýlaþtýklarýný belirtiyor. Bulutsunun merkezinin bir bölümüne yapýlan ilk saðlýklý gözlem sonucunda 110 yýldýz ortaya çýkarýldý ve bir sürprizle karþýlaþýldý. Bunlarýn 56'sý ince ve küresel bir bulut katmanýyla çevriliydi. Daha önce belirlenen parlak nesneler bu çatlak görünüþlü cisimlerdi. O'Dell, bunlardan baþka, teleskobun keskin gözünün bile farkedemediði, yakýn yýldýzlarýn az miktarda aydýnlattýðý birkaç cisim daha gözlemlemeyi baþardý. Bulutlar her ne þekilde açýklanýrsa açýklansýn, bunlarýn içinde bulunan yýldýzlar (ve tüm diðer yýldýzlar) Orion'daki gaz moleküllerinden Güneþ Sistemi'mizdeki gezegenlere kadar tüm maddelerin asýl kaynaðýný oluþturur. Galaksimizin sarmal kollarý içinde daðýlmýþ pek çok yýldýz topluluklarý olmasýna raðmen, hiçbiri Orion Bulutsusu kadar "canlý" deðildir. Bize uzaklýðý yaklaþýk 1500 ýþýk yýlý olduðu halde, kýþýn çýplak gözle bile gökyüzünde kolaylýkla farkedilebilir. Galileo, 1610 yýlýnda teleskobunu Orion Takýmyýldýzý'na çevirdiðinde bulutsuyu nasýl olduysa farketmedi. Ayný yýl, bir amatör astronom olan Fransýz hakim Nicolas Claude Fabri de Peiresc, Galileo'dan aldýðý bir teleskopla bulutsuyu keþfetti. Bir teleskoptan bakýldýðýnda, bulutsu renksizmiþ gibi görünür çünkü içerdiði azot ve hidrojenden dolayý kýrmýzý renkli olan dýþ kýsýmlar parlak olmadýðý için gözlerimiz tarafýndan algýlanamaz. Bulutsu, aslýnda çoðunlukla hidrojenden oluþmuþ olup daha az miktarda olmak üzere helyum, karbon, azot ve oksijen içeren sýcak ve parlayan bir gaz bulutudur. Bu gaz bulutu kendisinden daha geniþ ve karanlýk bir gaz ve toz bulutunun içinde bulunur. Su ve karbonmonoksit de dahil onlarca sayýda molekülün varlýðý, bu gaz ve toz bulutunun yýldýzlarýn oluþtuðu maddeyle yüklü olduðunu gösteriyor. Bulutsunun aydýnlýk kýsmýnýn topografyasý oldukça düzensizdir. Ýçerdiði sýcak gazlardan gelen morötesi ýþýnlar özellikle moleküler bulutun ince olduðu yerlerde bulutsunun geniþlemesine yol açmaktadýr. Orion'a baktýðýmýzda ayný bizim Güneþ Sistemi'mizin de bir zamanlar içinde yeraldýðýna benzer bir "yýldýz fabrikasý" görüyoruz. Orion Bulutsusu'ndaki yýldýzlarýn çoðunluðu, 300,000 ile 1 milyon yaþýndadýr ve genç olanlarý genellikle kýrmýzý renkli ve küçük kütlelidir. Bir kýyaslama yapacak olursak, bizim ortayaþlý Güneþ'imiz 4.5 milyar yaþýndadýr. Trapezium olarak adlandýrýlan dört büyük kütleli yýldýz bu yýldýz fabrikasýnýn çarpan kalbini oluþturuyor. En büyükleri olan Teta 1C, Güneþ'ten 20 kat daha fazla kütleye sahiptir ve 100,000 kere daha parlaktýr. Bu yýldýz tek baþýna bütün bulutsuyu aydýnlatabilir. Trapezium'u oluþturan ve bir milyon yaþýndan daha yaþlý olmadýklarý tahmin edilen yýldýzlardan kaynaklanan morötesi ýþýnlar, çevrelerinde bulunan maddenin gökkuþaðý renklerinde parlamasýna yol açmaktadýr. Trapezium'un dýþýnda, bu yýldýz fabrikasý, oluþumlarýnýn deðiþik aþamalarýnda olan yaklaþýk 70,000 yýldýz daha içermektedir. Bulutsu, bu haliyle, gökadamýzdaki bilinen en yoðun yýldýz kümelerinden birisine sahiptir. 1995 baharýnda, uzay teleskobu yönünü dört defa daha Orion Bulutsusu'na çevirdi ve 15 farklý bölgesinin deðiþik fotoðraflarýný çekti. Uzun çalýþmalar sonucunda bu görüntüler birleþtirilerek bulutsunun tutarlý bir görüntüsü elde edilebildi.
O'Dell'in söylediðine göre, bulutsu oldukça karmaþýk ve þiddet dolu bir yer. Þok dalgalarý, Orion Bulutsusu'nun son gizemlerinden birisidir. Astronomlar, þok dalgalarýna, yeni oluþan yýldýzlardan fýþkýran gazlarýn sebep olduðuna inanýyorlar. Gaz fýþkýrmalarýnýn, yýldýz oluþturan gaz bulutundaki manyetik alandan kaynaklandýðý düþünülüyor. Bulut, kütle çekimi sayesinde sýkýþtýkça, manyetik alan da bir miktar sýkýþýyor ama belirli bir yere kadar sýkýþýyor. Bu sýnýra ulaþtýðýnda, manyetik enerji dönen kütlenin dýþýna taþmaya baþlýyor ve yolu boyunca gaz parçacýklarýnýn çok yüksek hýzlara ulaþmasýna sebep oluyor. Manyetik enerjinin dýþarý taþmasý için en uygun yer ise kutuplar. Bu nedenle, bu fýþkýrmalar yeni doðan yýldýzlarýn manyetik kutuplarýn yerlerini gösteriyor olabilir. Eðer, þok dalgalarý, yeni doðmuþ yýldýzlardaki aktif kuvvetlerin varlýðý anlamýna geliyorsa, bu yýldýzlarýn çevresindeki gaz ve tozdan oluþan diskler gezegenlerin oluþumuna dair en büyük kanýttýr. Bu disklerin incelenmesi bize, Güneþ Sistemi'mizin nasýl oluþtuðu konusunda bilgi verebilir. Bu gaz ve tozlardan oluþan diskler Immanuel Kant'ýn, 1755 yýlýnda ortaya attýðý hipotezini doðruluyor gibi görülüyor. Hipoteze göre, dönen gaz bulutu bir merkezde sýkýþýr ve yýldýz oluþumunu saðlar. Arta kalan maddeler ise dönmeye devam ederek gezegenleri oluþturur. Yýldýzlarý çevreleyen diskler genellikle küresel deðil düzdürler. (Eðer bir bulutsu, gezegen oluþturacaksa, dönüyor olmak zorundadýr ve döndükçe de bir disk halini alýr.) Bu disklerden bazýlarý dairesel görünürler, çünkü cismin görünüþü bakýþ açýsýna göre deðiþir. Diðerleri ise damla þeklindedir. Bunun nedeni, maddenin, Trapezium Yýldýzlarýndan kaynaklanan güçlü yýldýz rüzgarlarý tarafýndan üflenmesidir. Bazý
diskler Güneþ Sistemi'mize oranla çok daha büyüktür. Bir tanesinin çapý Güneþ Sistemi'ninkinin yaklaþýk 7.5 katýdýr. Merkezinde ise bizim Güneþ'imizin üçte biri kütleye sahip kýrmýzý ve sönük bir yýldýz vardýr. Çevrelerinde disklere sahip olan yýldýzlarýn pek çoðu muhtemelen kendi gezegenlerini oluþturacaklar. Henüz yýldýzlar çok genç olduklarý için, yýldýzlardan herhangi birinin çevresinde gezegen sistemine rastlanmadý. Ancak, benzer çalýþmalar gökadamýzda pek çok yerde gezegenlerin olma ihitimalini kuvvetlendiriyor. Þimdiye kadar, binlerce yýldýzýn ayný anda ve çok büyük kümeler içinde doðduklarý düþünülüyordu. Fakat Arizona'daki Kitt Peak Ulusal Gözlemevi'ndeki astronomlar yeni kýzýlötesi teleskoplarýný Orion Bulutsusu'ndaki bir bölgeye çevirdiklerinde sadece 10-15 yýldýzýn bulunduðu kümelerde de yýldýzlarýn oluþabildiðini gözlemlediler. Bizim gökadamýz Samanyolu'nda birçok yýldýz bu þekilde oluþuyor olabilir. Gözlenen yýldýzlarýn hemen hemen hepsi gaz ve tozdan oluþan bir diske sahiptir ve herbiri bizim Güneþ Sistemi'mize benzer bir sistem olabilirler
Tarihte Uzay Senaryolarý
Thomas Dick adýndaki Ýskoç bir papaz, Evren'in haddinden fazla iskân edildiðini öne sürecek kadar ileri gitmiþti. Bu din adamý popüler bir kitabýnda, Evren'de yaklaþýk 2,5 milyar gezegende, canlýlarýn yaþadýðýný öne sürmüþtü. Bundan çok kýsa bir süre sonra 1875 yýlýnda, "New York Sun" adlý saygýn bir gazetede, tüm zamanlarýn "en büyük keþfinden" bahsediliyordu. Yeni geliþtirilmiþ teleskoplarla, astronomlar sözde ayda yaþayan olaðanüstü canlýlarý görmüþlerdi. Ayda yaþayan canlýlar, Gazete'nin tarifine göre, 1,20 m büyüklüðünde, kýzýl saçlý ve kanatlýydýlar. Tabii çok geçmeden bunun sadece hayali bir haber olduðu anlaþýlmýþtý. Fakat insanlarýn, Evren'de baþka canlýlarýn yaþadýklarýna inanmaya her an hazýr olduklarý, daha sonraki yýllardaki, hayali Mars insanlarýyla iyice ortaya çýkmýþtý. Ýtalyan astronom Giovanni Schiaparelli'nin komþu gezegenlerde gördüðü geometrik yapýlarý, yapay kanallar olarak açýklamasýndan sonra, Mars Haritasý büyük bir sansasyon yaratmýþ ve Mars insanlarýnýn varlýðýna inananlar birdenbire çoðalývermiþti. Yazar H. G. Wells'in 1897 yýlýnda yayýmlanan bilim kurgu romaný, Marslýlarýn Dünya'ya büyük bir saldýrý düzenleyerek, Dünyalýlarý köleleþtirmesini konu almaktaydý. Bu senaryo insanlarý öylesine derinden etkilemiþti ki, 1938 yýlýnda Orson Welles'in benzer konulu bir piyesi, New York Radyosu'nda yayýnlandýðýnda, binlerce insan þehri terketmiþti. Daha 50'li yýllarýn ortasýnda UFO hikâyelerinin babasý olarak bilinen Pole George Adamski, Venüs'e yaptýðý uzay gezisini anlatarak binlerce yandaþ toplamýþtý. Venüslüler, sözde 1000 yýl yaþayabiliyorlardý ve gezegenlerinde her þey otomatikleþtiði için, günde yalnýzca iki saat çalýþmalarý yeterliydi.
Ayný tarihlerde ölçüm aygýtlarýyla çalýþmaya baþlayan astronomlar, Mars ve Venüs gibi komþu gezegenlerde, primitif bitkilerin veya mikroorganizmalarýn yaþadýklarýna dair kanýtlar bulmuþlardý.
Ve Gerçekler
Ne var ki altmýþlý ve yetmiþli yýllarda kanýtlarýn doðru olmadýðý ortaya çýktý. Daha geliþkin gözlem sondalarýyla yapýlan incelemeler sonucunda, Mars'ýn adeta steril bir buz kütlesi, Venüs'ün ise madeni ergitebilecek sýcaklýkta olduðu anlaþýldý. Daha üç yýl önce NASA araþtýrmacýlarýnýn bir basýn toplantýsýnda yaptýklarý bir açýklamaya göre, Dünya'mýzýn dýþýnda yaþamýn izlerine rastlanmýþtý. Kanýt olarak bir zamanlar Mars'tan koparak Evren'de yuvarlanan ve bundan 13.000 yýl önce Antarktik Bölgesi'ne düþen bir göktaþýný göstermiþlerdi. Patates büyüklüðündeki bu taþýn içinde, bilim adamlarý, bakterilerin fosilleþmiþ kalýntýlarýný bulmuþlardý. Bir süre önce ise, NASA araþtýrmacýlarý 1911 yýlýnda Mýsýr'da bulunan bir Mars taþýnda da, mikroorganizmalara ait izlerin bulunduðunu açýkladýlar. Fakat olaya þüpheli yaklaþan jeologlar, mikroorganizmalarýn Dünya'ya ait olabileceðini savundular. Belki de Mars ve Venüs gibi komþu gezegenlerde, primitif bitkilerin yaþadýðý düþüncesi hatalýydý. Ancak, Güneþ Sistemi'nde yaþam belirtileri olmadýðýný söylemek için henüz erken
Uranüs ve Neptün'ün Keþfi
Ýki yüz yýl kadar önce gök bilimciler tarafýndan tasarýlmasý bile güç olan büyük uzaklýklardaki dev gezegenlerin varlýklarýnýn bilinmemesi hiç de þaþýrtýcý deðildir. Bu gezegenler, eski gök bilimcilerin saptayabildikleri en uzak "gezgin yýldýz" Satürn'ün ötesinde kaldýklarýndan uzun yýllar bilinmezliklerini korudular. Eðer gözlemci tam olarak ne zaman, nereye bakacaðýný biliyorsa, Uranüs gökyüzünde çýplak gözle, iðne ucu kadar ufak bir ýþýk noktasý gibi görülebilir. Ama bu ufacýk görüntü sayýsýz yýldýzýn içinde kolayca gözden kaçabilir ve uzun yörüngesinde çok yavaþ hareket ettiði için, ancak güçlü teleskoplar yardýmýyla seçilebilir. Daha uzaktaki Neptün ise çýplak gözle görülemez. O halde bu çok uzak gezegenler nasýl keþfedilmiþtir? Gariptir ki, Uranüs bir rastlantý sonucu keþfedilmiþtir. Ýngiltere'de, 1781 yýlýnýn ilkbaharýnda o zamanlar tanýnmýþ bir gök bilimci olan William Herschel, ev yapýsý teleskopuyla Gemini (Ýkizler) takým yýldýzýný inceliyordu. Bu arada, yakýn yýldýzlara hiç de benzemeyen deðiþik bir görüntü ile karþýlaþtý. Yýldýzlar uzaklýklarý ne olursa olsun, teleskopla bakýldýðý zaman, hep iðne ucu kadar ufak bir ýþýk görüntüsü verirler. Oysa bu yeni görüntü, gezegene benzeyen belirgin bir disk biçimindeydi. Gökyüzünün bu kesiminde bir gezegenin varlýðý hiç umulmadýðý için, Herschel yeni bir kuyruklu yýldýza rastladýðýný sanýyordu. Uzun çalýþma yýllarýndan sonra, bu "kuyruklu yýldýz"m, Satürn yörüngesinin arkasýnda, dairesel bir yörünge olduðunu meydana çýkardý. Ancak bu bulgular, birleþtirildiði zaman Herschel, güneþ sisteminin çok uzak ve hiç bilinmeyen bir gezegenini bulduðunu anladý. Baþka gök bilimciler de bu sonucu kabul ettiler. Yeni gezegene mitolojide gökyüzü tanrýsýnýn adý olan Uranüs adý verildi. Çok geçmeden Herschel ve öteki gözlemciler, bu yeni gezegenin yörüngesi üzerindeki hareketinde bir tuhaflýk olduðunu fark ettiler. Yörüngesinde yavaþ ve doðal bir biçimde hareket etmek yerine Uranüs, zaman zaman beklenenden çok daha yavaþ hareket ediyor, bazen de belirli bir çekime yakalanmýþçasýna hýzlanýyordu. Bilim adamlarý, bu durumda Uranüs'ten daha uzakta, henüz keþfedilmemiþ bir baþka gezegenin varlýðýný düþündüler. Ýngiliz J.C. Adams ve Fransýz Urbain J.J. Le Verrier adýnda iki gök bilimci, matematiksel olarak, Uranüs'ün hareketini etkileyecek bir yerçekimi gücünde ve henüz bilinmeyen bir gezegenin konumunu saptamak için araþtýrmaya koyuldular. Çalýþmalarýnýn sonucu gerçek anlamda bir baþarý oldu. Güçlü teleskoplarla, bir gezegenin bulunmasý gereken yer incelendiðinde, Uranüs'den ötede, denizler tanrýsý Neptün'ün adý verilen gezegen böylece keþfedildi
Uzayda Yaþam Belirtisi
Gökbilimciler, uzak yýldýzlarda hayatýn oluþumu için gerekli temel maddelerden olan bileþik karbon molekülleri ve su buldu. Bilim adamlarý, Submillimeter Wawe Astronomi Uydusu ve Kýzýlötesi Uzay Gözlemevi`nden alýnan verilere dayanarak, Amerikan Bilim Geliþimi Derneði`nin toplantýsýnda yaptýklarý açýklamada, genç ve yaþlý yýldýzlarýn çevresindeki uzayý araþtýran yörüngedeki gözlemevlerinin, yýldýzlarda organik kimyada temel rol oynayacak büyük dalgalar halinde su buharý ve karbon molekülleri izleri bulduklarýný kaydetti. Avrupa Uzay Ajansý`ndan bilim adamý Martin F. Kessler, bu buluþun, baþka yerlerde hayat oluþumu olasýlýðýný güçlendirdiðini söyledi. Bunun ayrýca, bileþik karbon kimyasýnýn yalnýzca Dünya`ya özel olmadýðýný belirten Kessler, "Benzer kimyayý, þimdi evrenin baþka yerinde de görüyoruz" dedi. Cornell Üniversitesi`nden gökbilimci Martin Harwit de buluþun, Dünya'nýn ötesinde yaþamýn varolduðunu kanýtlamadýðýný ifade etti. Harwit, ancak bunun, hayatýn oluþumuna ve Güneþ Sistemi`ne yönelik þartlarýn birçok yerde varolduðunu kanýtladýðýný söyledi.
Uzay Haritasý Çizildi
Gökbilimciler, Avustralya’daki bir robot teleskop yardýmýyla ilk kez Evren'in haritasýný çýkardý. New York Times Gazetesi'nin haberine göre, hesaplamalar, milyarlarca ýþýkyýlý
geniþliðindeki alanlara yayýlmýþ 100.000 galaksi arasýndaki mesafelerin ölçülmesi yoluyla yapýldý. Ölçümler, özellikle Dünya ile onun dahil bulunduðu Samanyolu Galaksisi'nin yer aldýðý kesimi kapsýyor. Haritaya göre galaksiler, ýssýz boþ alanlar arasýnda yakýlmýþ kamp ateþleri gibi görünüyor. Uzmanlar, galaksi topluluklarýný "kozmik kýtalar" olarak nitelendiriyor. Þimdiye kadar yapýlan araþtýrmalarda birkaç galaksinin dýþýndaki alanlarý görmek mümkün olamýyordu. Gelecekte yapýlacak daha geniþ kapsamlý haritalarýn, daha geniþ alanlarýn görülmesine olanak vereceði belirtiliyor. Haritanýn, þimdiye kadar yapýlan bilgisayar benzetimlemelerini doðrular veriler içerdiði de belirlendi. Bunlar arasýnda, "milyarlarca yýldan beri karþýlýklý çekim esasýna dayanarak dönen gökcisimlerinin Evren'e bugünkü þeklini verdiði ve telkari denilen tarzda oluþumlar meydana getirdiði" görüþü de bulunuyor. Edinburgh Üniversitesi Öðretim Üyesi Dr. John Peacock, "Evren'deki dev yapýlarýn, Ay’ýn Dünya çevresinde dönmesine imkân veren karþýlýklý çekim kanununa uygun biçimde oluþtuklarýný" anlattý. Dr. Karl Galzebrook da, yaptýklarý iþi þöyle tarif etti: "Sanki bir yerde oturuyorsunuz ve çevrenizde gördüðünüz her cisimle aranýzdaki mesafeyi ölçüyorsunuz, ancak o gördüðünüz cisimlere gidemiyorsunuz." 2dF Projesi'nin ilk aþamasýnda 250.000 galaksinin haritaya dahil edildiði, "Sloan Dijital Gök Ýncelemesi" adý verilen ikinci aþamada ise bu sayýnýn 100 milyon gökcismine çýkartýlacaðý ifade edildi. Bunlarýn içinde yer alacak galaksi sayýsý ise bir milyon…
Uzayýn Keþfi
Uzaya seyahat edebilmek sadece roketlerle mümkün olduðundan, roket geliþiminin tarihi, bir bakýma uzay uçuþlarýnýn tarihi olarak görülebilir. Ýlk roketin ne zaman yapýldýðý bilinmemekle birlikte, onun bir Çin buluþu olduðu söylenmektedir. 1232 yýlýnda Çinliler, Moðollarý uçan ateþli oklarla geri püskürtmüþlerdir. 1379'da ise Venedikliler ve Cenevizliler arasýnda yapýlan bir savaþta kaba bir roket kullanýlmýþtýr.
19. yüzyýl, savaþ roketlerinin büyük ilgi gördüðü bir yüzyýldýr. Büyük Britanyalý Sir William Congreve, Napolyon Savaþlarý'nda ve 1812 Savaþý'nda katý yakýtlý itici kuvvetle çalýþan bir roket geliþtirmiþtir. Ancak akaryakýtlý roketlerin kullanýlmasý ile Uzay'a seyahatin mümkün olacaðýný savunan ve bu konuda ilk bilimsel eseri yayýnlayan kiþi Constantin Tsiolkovsky adlý bir Rus bilim adamýdýr. Onun bu çalýþmasý ciddiye alýnmazken, Robert H. Goddard adýnda bir Amerikalý ve Hermann adýnda Romanya asýllý bir Alman ayrý ayrý çalýþarak modern roket biliminin temellerini atmýþlardýr.
Ayrýca Oberth adýnda bir bilgin, Dünya'dan bir cismin baþka bir aleme gitmesi ile ilgili teorilerini ve formüllerini bir kitapta toplamýþ ve bu kitaptan esinlenerek Almanya'da Uzay'a Seyahat Kurumu kurulmuþtur. Goddard ise, uzun süre üzerinde çalýþtýðý konu ile ilgili görüþlerini bir rapor olarak yayýnlamýþtýr. 1919'da çýkan bu raporda Ay'a atýlacak bir roketten de söz edilmektedir. 1926'da bir deney roketi hazýrlamýþ ve bu roket yaklaþýk 60 metre kadar havalanmýþtýr. 1929 yýlýnda ise Goddard, içinde barometre, termometre gibi ölçü araçlarýnýn ve bir fotoðraf makinasýnýn bulunduðu ilk roketi havaya fýrlatmýþtýr. Füzecilik ve uzay yolculuðu denildiðinde akla ilk gelen isim kuþkusuz Wernher von Braun'dýr. Goddard ve Oberth'in çalýþmalarýndan haberdar olan Von Braun, Uzay'a Seyahat Kurumu'nda füze denemeleri yapmýþ daha sonra Alman Hava Kuvvetleri hesabýna çalýþmýþ ve bu iþ için bir füze üssü kurulmuþtur. Bu çalýþmalar sonucunda Ýkinci Dünya Savaþý'nýn en güçlü silahý olan V-2 roketleri doðmuþtur. Savaþtan sonra von Braun, planlarý ile birlikte Amerika'ya kaçmýþ ve Kaliforniya'da kurulan Cape Canaveral (þimdiki adý Cape Kennedy) Uzay Araþtýrmalarý Merkezi'nde çalýþmaya baþlamýþtýr. 4 Ekim 1957 tarihinde ise Ruslar dünyanýn ilk yapay uydusu olan Sputnik-1'i Dünya'nýn yörüngesine oturtmayý baþardýlar. 31 Ocak 1958'de ilk Amerikan yapay uydusu yörüngeye oturtuldu ve Uzay'a uydu gönderilmesi bu tarihten sonra baþ döndürücü bir hýzla devam etti.
Amerikalýlar, uzay çalýþmalarýný bir çatý altýnda toplamak için Ekim 1958'de NASA'yý (Ulusal Havacýlýk ve Uzay Dairesi) kurdular. 12 Nisan 1961'de ilk defa Uzay'a insanlý bir roket fýrlatýldý. Vostok-1 adlý roketle birlikte Uzay'a çýkan bu ilk insan Rus Yuri Gagarin idi. 21-27 Aralýk 1968'de Frank Borman, James Lowel ve William Anders, Ay çevresini Apollo-8 ile dolaþtýlar ve iniþe uygun yerleri tesbit ettiler. 20 Temmuz 1969 günü ise, Neil Armstrong, Edwin Aldrin ve Michael Collins idaresi altýndaki Apollo-11 Uzay Aracý, Ay'ýn Sessizlik Denizi denilen ýssýz bir düzlüðüne inmeyi baþardý ve Neil Armstrong, Ay'a ilk ayak basan insan ünvanýný elde etti. Bu baþarý, gezegenlere gönderilen insansýz araþtýrma gemileri ve 1981'de uzay mekiðinin geliþtirilmesiyle sürdü
Uzaktaki Ay Daha Yakýn
Pek çoðumuz, yeni doðan Ay'ý izlemekten hoþlanýr, bundan zevk alýrýz. Pek az doða olayý bu kadar romantiktir. Ay, bu sýrada kan kýrmýzý göründüðü gibi, oldukça da büyüktür. Bu göz yanýlmasý, yani Ay'ýn ufka yakýnken daha büyük görünmesi, Aristo'dan Leonardo da Vinci'ye kadar pek çok filozofun ilgisini çekmiþ. Aslýnda o zamanlar da bunun bir göz yanýlmasý olduðu biliniyor olmasýna karþýlýk, nedeni bilinmiyordu. Ancak, bu olayýn asýl nedeni daha yeni keþfedildi. 1960'larda, Lloyd Kaufman ve Irvin Rock adlý iki bilim adamý, "Görünür Uzaklýk Kuramý" diye bir kuram geliþtirdiler. Bu kurama göre, beynimizin uzaklýk belirleme mekanizmasý, Ay, ufka yakýn olduðunda ve gökyüzünde yüksekte bulunduðunda farklý çalýþýyordu.
Birincisinde, yani Ay, ufka yakýn olduðunda görüþ alanýnda baþka cisimler de olduðundan beynimiz onu bu cisimlerle karþýlaþtýrarak daha uzak olarak algýlýyor. Bu, beynimizin otomatik olarak yaptýðý bir iþlem. Örneðin, uzaktaki bir aðaca baktýðýmýzda, aðaç uzaklýðý nedeniyle gözümüze çok küçük göründüðü halde, beynimiz onun gerçek büyüklüðünü hesaplayabiliyor. Bu, geleneksel varsayýma aykýrý bir düþünce; çünkü, Ay, büyük göründüðünden, daha yakýn gibi gelir bize. New York, Long Island Üniversitesi'nden Llyod Kaufman ve IBM Almadan Araþtýrma Laboratuvarý'ndan James Kaufman, bu göz yanýlmasýný çözmek için bir deney yaptýlar. Deney, gerçek gökyüzü altýnda, sanal Ay'larla yapýldý. Gözlemciler, yarýgeçirgen aynalardan hem gökyüzünü ve ufku, hem de sanal ay görüntülerini görebiliyorlardý. Deneylerde iki Ay görüntüsü kullanýldý. Bu görüntülerden herbiri, iki ayrý projektörden gelen görüntülerle oluþturuluyordu. Böylece üç boyutlu bir Ay görüntüsü oluþturulabiliyor; aylarýn uzaklýðý deðiþtirilebiliyordu. Ayrýca, deneyi yapanlar, sanal aylarýn gözlemcilere tam olarak ne kadar uzak göründüklerini ölçebiliyorlardý. Deneyde, aylardan birisi sabit bir uzaklýða yerleþtirildi ve her bir gözlemciden öteki ayý sabit ayýn uzaklýðýnýn tam yarýsý uzaklýða yerleþtirmesi istendi. Bunu, bir el kumanda aletiyle yapabiliyorlardý. Deney, ay, ufka yakýnken ve uzakken tekrarlandý. Deneyde, aylarýn büyüklüðü sabit tutuldu.
Deneyin sonucunda, denekler, her seferinde ufka yakýn Ay'ý, yüksektekine göre daha uzaða (yaklaþýk dört katý kadar) yerleþtirdiler. Yani, ufka yakýn olan Ay, gözümüze daha yakýn deðil; gerçekte daha uzak görünüyordu
Gagarin
Yuri Alekseyeviç Gagarin, Sovyet havacýsý ve kozmonotu (1934-1968). 12 Nisan 1961: dünyada ilk defa, bir insan, Yuri Gagarin, bir uzay kabininin (Vostok I) içinde, yüz sekiz dakikadýr, Dünya çevresinde uçuyor. 1934'te, Smolensk dolaylarýnda, babasýnýn .marangozluk ettiði bir kolhozda doðan genç Yuri, madencilik mesleðine girmiþti. Bununla birlikte, öðrenimi sýrasýnda (on dokuz yaþýnda tamamladýgöz kırpma pilotluða baþladý. Dört yýl sonra, deneme pilotu olarak Kýzýlordu'ya katýldý ve baþka gönüllülerle birlikte, uzay uçuþu özel hazýrlýklarýna baþladý. Yirmi yedi yaþýnda, evli ve bir kýz babasý olan Gagarin, uzaydaki ilk uçuþu yapmak üzere seçildi. Büyük yankýlar yaratan bu uçuþundan sonra, bütün dünyayý dolaþtý, her yerde büyük kalabalýklar tarafýndan alkýþlandý, bilginleri ve gazetecileri ilgilendiren bir dizi konferans verdi. S.S.C.B.'ye döndükten sonra, bir deneme uçuþu sýrasýnda öldü. Otuz dört yaþýndaydý. Külleri Moskova'da Kremlin Sarayý'nda, Sovyetler Birliði'nin büyük kahramanlarýnýn küllerinin yanýna gömüldü.
Uzay Aracýndaki Yerçekimi
Uzay mekiðinin içindeki astronotlarýn havada yüzer gibi dolaþtýklarýný, eþyalarýn ortalarda uçuþtuklarýný televizyonda görmüþsünüzdür. Uzay mekiðinin dönüp durduðu yükseklik, dünyanýn boyutlarý ile mukayese edildiðinde o kadar da fazla deðildir. Peki nasýl oluyor da bu kadar bir yükseklikte yer çekimi sýfýrlanýyor? Koskoca Ay'ý bile yörüngesinde tutan dünyamýzýn çekim gücü, ufacýk bir uzay aracýna nasýl etkili olamýyor? Aslýna uzay aracýnda da yer çekiminin yok olmasý söz konusu deðildir. "Yerçekimsiz ortam" deyimi doðrudur ama bu, mekiðin yörüngesindeki uçuþundan doðan bir durumdur. Astronotlarý (veya kozmonotlarýgöz kırpma bu ortama alýþtýrmak için özel hazýrlanmýþ yolcu uçaklarýnýn kullanýldýklarýný duymuþsunuzdur. Uçak belirli bir yüksekliðe gelince aniden ve hýzla bir eðri çizerek yere doðru iniþe geçer. Saniyeler süren bir sürede uçaðýn içinde yer çekimsiz ortam yaratýlmýþ olur. Uzay mekiðinin ve uzay istasyonlarýnýn dünya etrafýnda dönüþü, uçaðýn yaptýðý hareketin veya çizdiði rotanýn sürekli olan bir þeklidir. Yerden bakýnca düz gidiyormuþ gibi görünür ama uzay aracý devamlý düþüþ halindedir. Eðer düz gitseydi (uzaydan baktýðýnýzý düþünün) yörüngeden çýkar giderdi. Nasýl lunaparkta eðlence trenleri önce yükseðe çýkar sonra oradan hýzla düþermiþ gibi inerse, uzay aracýnýn da dönüþü, aslýnda bu düþüþ hareketinin devamlý bir halidir. Uzay araçlarýnýn uçtuklarý yükseklikte þüphesiz yer çekimi vardýr ama bu sadece aracý yörüngede tutmaya yarar. Dünya'dan Ay'a doðru düz bir hat üzerinde yolculuk yaptýðýnýzý düþünün. Ay ile Dünya arasýnda öyle bir nokta vardýr ki burada Dünya'nýn yerçekimi kuvveti biter Ay'ýnki baþlar. Yani uzayda nereye giderseniz gidin bir þeyin sizi çekmesinden kurtuluþ yoktur.
Alýntý….
Gönderen: 23.01.2009 - 00:54
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1731 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
dadas2539 (53), KaNuNi (41), sefinetunnecat (35), kul_olamadim (53), ela gozlu cocuk (49), marziye (52), byfortius (38), becýrman (63), feest (234), YeLiZ79 (45), feyza86 (38), Sufi (58), memmed (46), sandox (49), *mürside* (32), ummet (38), Gencbey (44), kadirkirik (42), AHAT (54), adnan61 (63), yaren43 (49), CyBeR41 (39), alimagno (46), hakim63 (42), Erdem Akarsu (54), mukaddes85 (39), müh52 (47), ahmettorer (49)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.16286 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.