generique plaquenil ivermektine hydroxychloroquine lopinavir ritonavir generique rhinocorttricor trileptal triple trial pack trittico tryptizol tylenol ulcidine urispas uroxatral uvadex valif valtrex vaniqa vantin vaseretic vasotec ventolin inhaler ventolin vepesid veracim vermicidin vermox vesanoid vesdil viagra oral jelly viagra professional viagra soft viagra strips viagra sublingual viagra super active viagra super dulox force viagra super fluox force viagra super force viagra vibramycin vicard vigora virazole vistagan volmax cr
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » TARİH / SİYASET / EKONOMİ » OSMANLI TARİHİ ve MEDENİYYETİ » ISLAM TARIHI ICINDE SIA NASIL GELISTI VE SIILIK NASIL TÜREDI?

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 7 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
vaha1972 su an offline vaha1972  
ISLAM TARIHI ICINDE SIA NASIL GELISTI VE SIILIK NASIL TÜREDI?

69 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2010
En Son On: 10.08.2010 - 01:23
Cinsiyeti: ----- 
Şiîliğin doğuşu nasıl olmuştur?
En büyük hidayet meşalesi olan Kur’ân-ı Azimüşşân’ın nâzil olmasıyla bütün insanlık âleminde yepyeni bir devir başlamıştı. İnsanlar kalp ve ruhlarının tabiî ihtiyacı olan “Hak Din”e kavuşma sevinci içinde idiler. Şirkten tevhide, zulmetten nura, hurafelerden hakikate, cehaletten bilgiye kavuşmuşlardı. Kur’an’ın hayattar prensipleri, onları her an maddî ve mânevî yüceliğe doğru götürüyordu.

Resul-i Ekrem Efendimizin döneminde İslâmiyet’ Mekke, Medine, Hicaz ve civar bölgelerde mutlak hakimiyetini kurdu. Artık cehalet ve zulmet devri, yerini saadet ve nûr devrine bırakmıştı.

Hz. Ebubekir ve Ömer (ra.) devirlerinde kısa zaman içerisinde yapılan eşsiz fetihlerle Suriye, Mısır, Irak ve İran’ın fethine başarılı olundu.

Bu harikulâde gelişme, İslâm düşmanlarının, bilhassa Yahudilerin haset ve kinlerini kabarttı. Yahudiler, İslâmiyet’in kısa zamanda gösterdiği büyük gelişme karşısında dehşete kapılıyor ve beyinleri çatlayacak gibi oluyordu. Üstelik birçok Yahudi cemaatlerinin İslâm’a girişi de onları büsbütün çıldırtıyordu. İslâmiyet’in bu hızlı ve parlak yayılışı mutlaka durdurulmalıydı.

Vaktiyle, Hıristiyanlara karşı tezgâhlanan oyunun, şimdi Müslümanlara karşı oynanması lâzımdı. Uzun müzakerelerde bulundular ve sonunda Medine’de İbn-i Sebe’yi sahneye çıkardılar. Abdullah İbn-i Sebe hahambaşıydı ve büyük bir komiteciydi.

İbn-i Sebe, tahribat programını başlıca iki esas üzerine kurdu. İlk olarak, Müslümanlar arasında ayrılık çıkarmakla, İslâm’ın gelişmesine engel olacak; ikinci safhada İslâmî inanç ve itikada hurâfeler katarak, onlar arasına, kıyâmete kadar sürecek bir fikir ayrılığı sokacaktı. Bu iki hedefin gerçekleşmesi için komiteler kuracak ve onlar aracılığı ile Müslümanlar arasındaki birlik ruhunu, muhabbet, uhuvvet gibi mânevî bağları zayıflatarak ortadan kaldırmak üzere yoğun faaliyet gösterecekti. Her bir ifsat merhalesinin arkasından hemen durum değerlendirmesi yapılacak, plânlanan hedeflerle alınan neticeler kontrol edilecek, değişen ve gelişen şartlar altında yeni hedeflerin gerçekleşmesi için yeni plânlar yapılacak ve uygulama sahasına sokulacaktı.

İbn-i Sebe, Müslümanlar arasında çıkardığı ihtilaflarla ve iç harplerle birinci maksadına tam muvaffak olmuştu.

İbn-i Sebe, bu iç savaşlarla esas amacına yaklaşmış oluyordu. Çünkü onun asıl amacı, İslâm inancına hurâfeler sokarak onu öz saflığından çıkarmaktı.

Bugün kavga eden müminler yarın barışabilir ve tekrar bir araya gelerek İslâm birliğini yeniden tesis edebilirlerdi. Müslümanlar arasında tâ kıyâmete kadar devam edebilecek bir ayrılık çıkararak onları inanç yönünden parçalamak, hiziplere ayırmak icap ediyordu. Şimdi yapılacak en önemli iş, inançları asıl çizgisinden saptırmak için dine hurâfeler sokmaktı. İbn-i Sebe bu işe, “Ehl-i Beyt” muhabbetini istismar etmekle başladı. Ehl-i Beyt’in en ateşli bir taraftarı olarak sahneye çıktı. Hilâfetin baştan beri Hz. Ali’nin hakkı olduğunu ve ondan haksız olarak gasp edildiğini etrafa yaydı. Hz. Ali ve evlâtlarını, “İlâhlar Hanedanı” haline getirerek İslâm Dinini Hıristiyanlıkta olduğu gibi tevhit esasından saptırmaya tevessül etti. Sonunda, İbn-i Sebe başkanlığındaki bir grup, Hz. Ali’nin (ra.) huzuruna çıkarak ona: “Sen Rabbimizsin, İlâhımızsın,” dediler. Hz. Ali, bu müşriklerin bir kısmını yaktırdı. İbn-i Sebe’yi ise, ordu içinde taraftarlarının çokluğu sebebiyle, fitne ve zaafa yol açacağı endişesinden, yaktırmaktan vazgeçti. İran’ın eski hükümet merkezi olan Medayin’e sürdürdü.

Ne yazık ki, Medayin, İbn-i Sebe’nin sapık fikirlerinin üretilmesine çok müsait bir zemin idi. İbn-i Sebe burada, vaktiyle Hz. Ali’den kaçan Haricilerle görüştü ve reisleri Evfa oğlunu buldu. Evfa oğlunun Hz. Ali’ye karşı bir harekette bulunmak istediğini anlayınca, ona: “Böyle bir hareketle Ali’yi mağlup edemezsiniz, ancak siz mağlup olursunuz.” dedi. Evfa oğlu, İbn-i Sebe’ye fikrini sorunca, o da: “Üç fedai ile bu işi hallederiz.” dedi.



Bu konuşmadan sonra, Hz. Ali, Hz. Muâviye ve Hz. Amr İbnü’l-Âs’ın öldürülmesinde mutabık kaldılar. Bu maksatla üç suikastçıyı yola çıkardılar. Üç sahabe, Ramazan’ın 17. günü sabah namazını kıldıracakları sırada öldürüleceklerdi. Takdir-i İlâhi ile Hz. Muâviye ve Amr İbnü’l-Âs bu suikasttan kurtuldular. Fakat İbn-i Mülcem isimli suikastçı Hz. Ali’yi, şahadetine sebep olan zehirli bir kılıç ile yaralamaya muvaffak oldu.

İbn-i Sebe, İbn-i Mülcem’i Hz. Ali’yi öldürtmek üzere yola çıkardıktan sonra, Meymun oğlunu birkaç adamıyla Küfe’ye göndermişti. Meymun oğlu orada: “Ali ölmedi, uruç etti, semâya çıktı. Şimdi o, bulutların üzerindedir. Çok geçmeden geri dönecek ve kılıcıyla bütün dünyaya adalet dağıtacaktır...” gibi hurâfeler yayacaktı.

İbn-i Sebe, yakın mesai arkadaşları ile beraber İran’da yapacakları ihanet faaliyetlerinin plânlarını hazırladılar ve çalışmaya koyuldular. O günkü sosyal durum da onların bu plânlarını uygulamaya son derece elverişli idi. Şöyle ki:

İslâmiyet çok kısa bir zamanda geniş bir sahaya yayılmıştı. Bu derece geniş ve yaygın bir coğrafya üzerinde İslâm’ın bütün anlam ve inceliklerini, hikmet ve hakikatlerini, yeni Müslümanlığı kabul etmiş milletlere, intikal ettirmek, mizaçları farklı kavimleri İslâmî potada eritmek ve yoğurmak, henüz yeni kurulmuş bir İslâm Devleti için fevkalâde zor bir işti. İslâm’ın ulaştığı her yerde, İslâm’a kitleler halinde katılmalar oluyordu. Gerçi bu durum, Müslümanları sevindiriyordu. Fakat, mânevî hamur gerekli şekilde yoğrulamıyor, ideal mânâda Müslümanlar pek yetişemiyor, dolayısıyla da ideal duyuş ve yaşayış açısından Müslümanlar arzu edilen kıvamda bütünleşemiyordu. Halk tabakaları, işlenmemiş ham toprak gibiydiler. Bu durum, bilhassa kendini İran’da açık bir şekilde gösteriyordu.

Yeni Müslüman olmuş kimseler, eski yanlış inançlarından bütün bütün kurtulmuş değillerdi. Asırlardan beri süre gelmiş hurâfe ve bâtıl inançların etkisinde kalarak ruhları, akılları, kalpleri boyanmış bu insanlara İslâm’ın vehim ve hayâlâttan, düzmece ve hurâfattan uzak olan berrak, net, safi hakikatlerini olduğu gibi kabul etmek hayli zor geliyordu. İslâmiyet bu mutaassıp insanlarca hakkıyla hazmedilemiyor ve hak din kalplere ve hislere tam mânâsıyla yerleştirilemiyordu. Psikolojik olarak istiyorlardı ki eski inançlarını, örf ve an’anelerini de İslâmiyet’le birlikte devam ettirsinler. Diğer taraftan, hilâfet makamı da, bu ülkede ikaz ve irşat hizmetini gereken seviyede yapamıyordu. O beldelerdeki insanlara, İslâm’ı bütün kurumlarıyla yerleştirme ve onların şüphe ve tereddütlerini izale etme hizmeti, büyük ölçüde aksıyordu. Zira, İslâmiyet gayet geniş bir sahaya yayılmış, sahabelerin büyük bir kısmı iç fitnelerde vefat etmiş, diğer bir kısmı uzlet hayatını tercih etmiş, bir kısmı da sosyal hayata müdahale edemeyecek kadar yaşlanmıştı.

Bu önemli görevin ihmal edilmesi neticesinde, bu yeni beldeler uzun süre sahipsiz kaldı. Fetih zamanında aldıkları ilk feyiz ve ilimle Kur’an’a ve imana ait hakikatleri tamamıyla anlayamamışlardı. Bu sebeple henüz hak ve bâtılı, hurâfe ve hakikati temyiz edecek duruma gelmemişlerdi.

İşte, Yahudi gibi fitneci bir kavim, bu sosyal durumdan faydalanmayı başardı.

İbn-i Sebe’nin, İran’da olumsuz fikirlerini yerleştirmesinde önemli bir faktör de halkın psikolojik yapısıydı. Onların iç dünyasında, akıldan ziyade his hükmediyordu. Gönülleri hakikatten ziyade efsane ve hurâfelere açıktı. Hâdiseleri mantık ve muhakeme uyumu içinde tahlil edemiyor, fikir süzgecinden hakkıyla geçiremiyorlardı.

Diğer taraftan asırlarca süren saltanatlarının ve milli gururlarının, vaktiyle köle addettikleri Araplar tarafından söndürülmesini de bir türlü hazmedemiyor, akıl plânında olmasa bile, his plânında İslâmiyet’e karşı bir hazımsızlık gösteriyorlardı.

İbn-i Sebe, bütün bu faktörleri değerlendirmesini bildi. Arkadaşlarını toplayarak onlara, “Biz asıl harbe yeni başladık. Bilmiş olun ki, bu, Müslümanlar arasında kıyâmete kadar devam edecek bir savaşın başlangıcıdır. Şimdi, biz Ali’yi takdis edeceğiz ve ettireceğiz. Ona, yerine göre ‘ilâhlık’ yakıştıracağız, yerine göre ‘peygamberdir’ diyeceğiz, yerine göre de ‘hilâfetin, Ali’nin hakkı olduğunu, fakat Ebubekir, Ömer ve Osman’ın onun bu hakkını gasbettiklerini’ anlatacağız.”




İbn-i Sebe ve arkadaşları, bu kararı aldıktan sonra etrafındaki adamlarını, bu fikirleri yaymak üzere görevlendirdiler. Bunlar, “Hilâfet Ali’nin hakkı idi. Hilâfete lâyık Ali ve evlâtlarıdır. Bu hak, onlardan gasp edildi. Üç halife, bilhassa Ömer, bu hakkı gasbetmekle Allah’ın iradesine karşı geldiler... Allah’ın iradesine itaat için Ali’den yana çıkmak lâzımdır...” diye telkinlere başladılar. Bu telkinler, halk tarafından kabul görünce, daha da ileri giderek insanlara ilâhlık isnat eden “Hulûl Akidesini” İslâm inancına sokmak için gayret gösterdiler. İslâm inancını asıl çizgisinden saptırarak, tevhit akidesine taban tabana zıt bir inanışı yaymaya başladılar. “Hulûl Akidesi’ İranlıların eski dinlerinde de vardı. Bu bakımdan, bu bâtıl itikat onlarda kolaylıkla taraftar buldu.

Önce, Hz. Ali’ye (ra.) ilâhlık izafe ettiler. Daha sonra, bu ilâhlığın, onun evlâtlarına da intikal ettiği davasında bulundular ve neticede İran’da bir ilâhlar hanedanı ortaya çıktı.

Hz. Ali’nin (ra.) vefatında İbn-i Sebe, “Ölen Ali değil, onun sûretine giren bir şeytandır. Ali şimdi göklere çıkmış ve bulutlar üzerinde taht kurmuştur.” diyerek onun ölümüne hulûl akidesi paralelinde bir yorum getirdi.

Böylece, Mısır’da “Sebeiyye Mezhebi”nin kurulmasıyla tohumu atılan Şiîlik, İran’da yeşermeye, gelişmeye başladı. Ve bundan yirmiden fazla fırka (kol) türedi.
Şiî akımı kaç bölüme ayrılır ve inanç olarak farklı yönleri nelerdir?



Bu mesaj 1 kez ve en son vaha1972 tarafından 06.05.2010 - 01:10 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 06.05.2010 - 01:07
Bu mesajı bildir   vaha1972 üyenin diğer mesajları vaha1972`in Profili zum Anfang der Seite
vaha1972 su an offline vaha1972  
Şiîler yirmi iki fırkaya ayrılmıştır. Bunlar:

69 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2010
En Son On: 10.08.2010 - 01:23
Cinsiyeti: ----- 
Sebeiyye Fırkası:
Kurucusu, Abdullah İbn-i Sebe’dir. Temel inançları; Hz. Ali’ye ve evlâtlarına ulûhiyet isnat etmektir. Onun ölmediğini, aslında ölenin, onun kılığına giren bir şeytan olduğunu iddia ederler. Hz. Ali ise, göğe çıkmıştır. Gök gürlemesi onun sesi; şimşek çakması ise, onun kamçısının şakırtısıdır.

2-Kâmiliye Fırkası:
Bu fırkaya göre, imamet (imamlık) bir nurdur. İmam, aynı zamanda nebidir. Bunlar sahabeyi tekfir ederler.

3-Ulyaniyye Fırkası:
Hz. Ali ve oğullarına ulûhiyet isnat eden bu fırka mensupları, Hz. Peygamber’in (asm.) Hz. Ali tarafından gönderildiğine inanırlar.

4-Muğapriyye Fırkası:
Bunlar, Cenâbı Hak için “Nûrdan bir recul (erkek) sûretindedir ve başında nûrdan bir tâc vardır.” derler ve daha böyle sayısız köhne hurâfe ve efsanelere inanırlar ki, şeytanları bile hayrette bırakır.

5-Mensuriyye Fırkası:
“İmamlar masumdur, peygamberler hatadan hâli değildirler, imamlar mertebece peygamberlerden daha üstündürler; “ gibi sayısız hurâfe ve efsanelere dayanır.

6-Hatabiyye Fırkası:
Bunlara göre: Dünya ebedîdir. Cehennem diye bir şey yoktur. Bunlar, haram, helâl tanımazlar.

7-Haşimîyye Fırkası:
Cenâbı Hakk’ı insan sûretiyle yâd eder,

8-Numaniyye Fırkası:
Şeytaniye ismi de verilen bu fırka, Haşimîyye fırkası gibi, Cenâbı Hakk’a insan sûreti izafe ederler.

9-Yunusiyye Fırkası:
Cenâbı Hakk’ın, arş üzerinde oturduğunu ve melâikelerin daima Onu gördüklerini iddia ederler.

10-Nasriyye Fırkası:
Cenâbı Hakk’ın, Hz. Ali ve oğullarına hulûl ettiğini, yani, onlarla bütünleştiğini iddia ederler.

11-Cenahiyye Fırkası:
Bunlar, “Allah’ın ruhu Hz. Âdem’de (as) idi. Ondan sonra diğer peygamberlere intikal ederek geldi. En sonra da 12 İmam’a intikal ederek geliyor..” şeklinde hezeyanlarda bulunurlar.

12-Gurabiyye Fırkası:
Bu fırka mensupları, “Peygamber Efendimiz’in Hz. Ali’ye olan benzerliğini savunarak, Cebrâil’in (as.) yanlışlıkla vahyi Hz. Peygamber Efendimize götürdüğünü iddia ederler.

13-Zerrariyye Fırkası:
Allah’ın, hayat sıfatının dışındaki diğer sıfatlarının sonradan olduğuna inanırlar.

14-Zerramiyye Fırkası:
Bunlar da “İmamet Hz. Ali’den (ra.) oğlu Muhammed Hanifiye’ye, o’ndan da diğerine intikal etti...” derler.

15-Mufavvize Fırkası:
Bunlar, “Cenâbı Allah, sadece Peygamber Efendimizi yarattı. Peygamberimiz de, yeri göğü, kâinatın tamamını yarattı.” şeklinde bir cehalete saplanmışlardır.

16-Bedaiyye Fırkası:
Bunların durumu çok daha acayiptir. Zira, Cenâbı Hakk’ın, yarattıklarının evvel ve âhirlerini düşünmeden yarattığını söylerler.

17-Benaniyye Fırkası:
Nasriyye fırkası gibi, hulûl akidesini kabul ederler.

18-Salihiyye Fırkası:
İtikatta Mûtezile, amelde Hanefîdirler.

19-Süleymaniye Fırkası:
Bunlar, Hz. Ebubekir ve Ömer’in (ra.) imametlerini kabul etmekle beraber, Hz. Ali (ra.) yerine bunların imam olmalarını hatalı kabul ederler.

20-Cârudiyye Fırkası:
Peygamberimizin imamet hakkındaki sözlerinin gerçekte Hz. Ali’ye (ra.) dair olduğunu, onu imam kabul etmeyen Sahabe-i Kirâm’ın (hâşâ) kâfir olduğunu iddia ederler.

21-İmamiyye Fırkası:
Onlara göre, Hz. Peygamber (asm.), Hz. Ali’yi (ra.) bizzat imam tayin etmiştir. Müteâkip imamları da, Resulüllah’ın vasiyeti gereği hep o seçer. Bunlar, imamet mertebesiyle nübüvvet mertebesini birbirine denk tutarlar. Şu farkla ki, imama vahiy gelmez, derler.

22-İsmailiyye Fırkası – Batınîler- :
Bu mezhep sahiplerince din perdesi altında saltanat yolu açılmaya çalışılmış ve sonunda İbn-i Meymun’un torunlarından Ubeydullah isimli birinin başkanlığında bir devlet kurulmuş ve bu devlet bilâhare Şam’dan Fas’a kadar genişleyerek İmparatorluk haline gelmiştir. 270 sene hüküm sürdükten sonra, hicri 567 senesinde yıkılmıştır. Bunlara, Bâtınîler de denir.



Kendi mezheplerinin imamlarını başkalarından ayrı olarak ilâhi feyze mazhar kabul ederler. Onlara göre, imamları masumdur, hata yapmaz, günah işlemez, yaptıklarından sorumlu tutulamaz. Zira, imamlar, başkalarının bilmediği şeyleri bilirler.
Ehl-i Sünnete ve Şiîlere göre on iki imam meselesinin aslı nedir?
Şiîler; Gâliye, Zeydiye ve İmamiye gibi birkaç sınıfa ayrılsalar da, günümüzde Şiî denince, umumiyetle İmâmiye anlaşılmaktadır.

Bunlar, Peygamberimizin (a.s.m.) dâr-ı bekaya irtihalinden sonra Hz. Ali (r.a.) ve sırasıyla iki oğlu ile torunlarını Allah’ın emri, Resulullahın tayini ve vasiyeti ile meşru imam (halife) kabul eder ve böylece on iki İmama inanmayı imânî bir rükün olarak görürler. İşte bu fırka, imam olarak sadece on iki İmamı kabul ettiklerinden dolayı “İsnâ Aşeriyye (onikiciler)”, imamlara inanmayı îmânın şartlarından birisi olarak kabul ettiklerinden dolayı “İmâmiye”, hem itikat, hem de ibadet ve muamelâtta İmam Cafer Sâdık’ın görüşlerine dayandıkları için “Caferiyye” adı verilmektedir.

Şiîler, imametin, yani halifeliğin, Ehl-i Sünnetin kabul ettiği gibi, Müslümanların istek ve seçimine bırakılabilecek “küçük” işlerden olmadığı görüşündedirler. Onlara göre imamet, dinin aslında bulunan bir rükündür ve îman esasları arasında yer alır. Bundan dolayı Şiiler nasıl Allah’a, peygamberlere ve âhiret gününe îman ediyorlarsa, aynı şekilde imamın mevcudiyetine de inanmak zorundadırlar.Bu inanca göre, imamlar aynen peygamberler gibi mâsumdurlar; ne küçük, ne büyük hiçbir günah işlemezler, zulmetmezler; onları tanımayan kimse küfre girer. Hattâ, “Onların emirleri Allah’ın emirleridir; nehiyleri de O’nun nehyidir. Onlara itaat, Allah’a itaattir, onlara isyan Allah’a isyandır.”

Bugün İmamiyeliği resmî bir mezhep olarak kabul eden İran, dinî selâhiyetleri haiz imamlık vazifesini de “Âyetullahi’l-Uzmâ”ya vermiştir. Bunun için bu “imam”a mutlak sûrette itaat gerekmektedir. Ona karşı gelmek Allah’a ve Peygambere karşı gelmek gibidir. “İran’ın resmî dini İslâm ve İsnâ Aşerî Câferî mezhebidir. Ve bu madde ebediyyen değiştirilmez” şeklinde yer alan İran Anayasasında “On iki İmama” inanma mühim bir esas olarak kabul edilmektedir.(1)

Şiiler tarafından bu şekilde görülen imamet meselesi, Ehl-i Sünnete göre, kesinlikle dinin usulü arasında yer almaz. İmam, yani halife, Müslümanların meşvereti ve seçimi ile işbaşına gelir. Din ve dünya işlerinde belli vasıfları taşıyan herhangi bir şahıs Müslümanların idaresini üstlenebilir. Hiçbir şekilde mâsum ve günahsız olamaz.

Ehl-i Sünnetin On iki İmama bakışına gelince; Peygamberimizin mübarek neslinden gelen on bir imam (Hz. Ali efendimizle birlikte on iki) olur fazilet, takva ve mânevî mertebe olarak büyük veli ve kutupturlar.
Bediüzzaman, “Ümmetimin âlimleri Beni İsrâil peygamberleri gibidir.” hadisinin sırrına mazhar olan zatları sayarken, on iki imamı da zikreder. (2) Başka bir ifâdesinde, “Ehl-i hakikat başta Eimme-i Erbaa [dört mezhep imamı> ve Ehl-i Beytin Eimme-i İsnâ Aşer [On iki İmam> olarak Ehl-i Sünnet” (3) diyerek on iki İmamı ehl-i sünnetin büyükleri olarak takdim eder.

On iki İmam şu zatlardır: Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Ali bin Hüseyin, Muhammed Bâkır, Câfer-i Sâdık, Musâ Kâzım, Ali Rıza, Muhammed Takî, Ali Nakî, Hasan Askerî ve Muhammed Mehdî (Allah hepsinden razı olsun.)

Kaynaklar
1. Çağımızda İtîkâdî İslâm mezhepleri, s. 118-139; Muvazzah îlm-i Kelam,s. 24-25.
2. Şualar, s. 527.
3. Emirdağ Lahikası, 1:201
İmam Gazalinin Şialar hakkındaki görüşü nedir?
İslam kaynaklarında Şialar hakkındaki ehl-i sünnetin görüşü kimsenin meçhulü değildir. İmam gazali de bunlardan biridir.

İmam Gazalî, İhya’da –Şialar değil- Rafiziler hakkında konuşmuş ve onların sahabeye dil uzattıklarına işaret etmiş, masum imam düşüncelerinin yanlış olduğunu söylemiştir. Ayrıca, Kadı Ebu Tayyıb’in yazdığı “Keşfu’l-esrar ve hetku’l-estar” adlı kitabından istifade ederek kaleme aldığı “el-Mustazherî” adında bir eser yazdığını ve batini fırkalardan rafizilerin durumunu belirttiğini ifade etmiştir. (bk. İhya, 1/489-Şamile).

Bütün ehl-i sünnet gibi Gazali de şiaların yanlış düşüncelerini reddetmiştir. Ancak yukarıda vurgulandığı gibi, asıl hedefte olanlar Şianın en aşırı olanlarından olan rafiziler vardır.

Bu gün, bize düşen -İslam aleminin maslahatının gereği olarak- şialarla ehl-i sünnet arasında ihtilaflı olan meseleleri mevzu münakaşa etmeden, İman’ın ortak paydasındaki kardeşliği ön plana çıkarmaktır.



Şia'nın Hz. Alinin ilk halife olması gerektiği iddiasına getirdikleri deliller nelerdir, bu iddialara nasıl cevap verilebilir?
Bu iddialara çeşitli başlıklar altında cevap vermek mümkündür.

1-"Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Şayet yapmazsan O'nun risaletini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır."

Ayetin ifadesinde Hz. Alinin hilafetiyle ilgili hiç bir şey yoktur. Şevkaninin de belirttiği gibi, ayet umum ifade etmektedir. Yani, "rabbinden sana ne indirilmişse, hepsini tebliğ et" demektir. Nitekim Hz. Aişe, "her kim 'Muhammed kendisine indirilenlerden bir şey gizledi' derse, yalan söylemiş olur" demiş ve üstteki ayeti okumuştur.

Durum böyle iken, şia bazı zayıf ve uydurma rivayetlere dayanarak, mezkur ayetin Hz. Alinin hilafetini bildirdiğini söyler. Halbuki bu iddialarıyla Hz. Peygamberi görevini tam yapmamakla itham etmektedirler. Zira ayet eğer onların anladığı gibiyse, Hz. Peygamber bunu tebliğ etmeden gitmiş demektir.

2-Hz. Peygamber bir sefere (Süyutinin rivayetinde Tebük seferine) giderken yerine Hz. Aliyi bırakır. Hz. Ali, "Beni kadın ve çocuklarla mı bırakıyorsun?" deyince Hz. Peygamber şu cevabı verir: "Benimle Hz. Musa ve Harun misali olmak istemez misin? Ancak şu var ki, benden sonra peygamber yoktur."

Hz. Peygamberin cevabında Hz. Musanın Tura gidiş olayına işaret vardır. Hz. Musa, yerine kardeşi Harunu bırakarak Tura gitmiştir. Hz. Harun da kardeşi Musa gibi bir peygamberdir.

Üstteki rivayetten Hz. Alinin faziletine istidlalde bulunmak son derece makuldür ve buna kimsenin bir itirazı da yoktur. Fakat bu rivayetten "ilk halife Hz. Ali olmalıydı" neticesine varmak zoraki bir yorumdur. Zira Hz. Peygamber sefere giderken Hz. Aliden başkalarını da yerine bırakmıştır. Abdullah b. Ümmi Mektum bunlardan biridir.

3-"Bera b. Azib anlatıyor: "Bir seferde Ğadir-i Hum'da konakladık. Namaza nida olundu... Namazdan sonra Hz. Peygamber Hz. Alinin elini tuttu. "Ben kimin efendisiysem Ali de onun efendisidir. Allahım, ona dost olana dost, düşman olana düşman ol" dedi."

Bu rivayet sahih olarak kabul edilse bile, buradan Hz. Alinin ilk halife olması lüzumunu anlamak mümkün değildir. Çünkü Hz. Ali gerçekten müslümanlar içinde en seçkin kimselerden biridir. Cesaretiyle, Allahın aslanı ünvanını taşır. Şah-ı velayet makamına sahiptir. Bunlar gibi seçkin özellikleri sebebiyle tarih boyunca bütün müslümanların efendisi olmuştur. Alusinin dediği gibi, şayet Hz. Peygamber yerine halife olarak Hz. Aliyi bırakmak istese, "Ey insanlar! Bu, benden sonra idareciniz, emirinizdir. Dinleyin itaat edin" derdi. Böyle bir emir ise, mutlaka yerine getirilirdi. "Anam babam sana feda olsun" diyen sahabelerin, böyle ciddi bir konuda Paygamberin sözünü dinlememeleri elbette düşünülemez. Nitekim, "Benden sonra size Ömeri tavsiye ederim" diyen Hz. Ebubekirin isteği yerine getirilmiş, Müslümanlar Hz. Ömere biat etmişlerdir.

4-Şianın haklılıklarına delil olarak ileri sürdükleri rivayetlerden biri de şudur: "Hz. Peygamber, vefatı öncesi hastalığı ilerlediğinde, "Bana kalem kağıt getirin, size benden sonra sapmamanız için vasiyet yazdırayım" der. Hz. Ömer, "Peygamberin rahatsızlığı şiddetlendi. Allahın Kitabı bize kafidir" deyince ileri geri konuşmalar olur. Hz. Peygamber, "Kalkın yanımdan, der. Benim yanımda niza (çekişmek) yakışmaz."

Şianın iddiasına göre Hz. Peygamber, yerine Hz. Alinin geçmesini yazdırmak istemiş, Hz. Ömer ise buna engel olmuştur. Halbuki, mezkur rivayette asla buna bir delalet yoktur. Rivayeti o tarzda değerlendirmek sadece bir zorlamadır.

5-"De ki: Yaptığım tebliğe karşı ben sizden yakınlık sevgisi dışında bir ücret istemiyorum."

Bir rivayette, ayet nazil olunca Hz. Peygambere "Ya Rasulallah, sevmemiz vacip olan yakınların kimlerdir?" diye sorulmuş, Hz. Peygamber, "Ali, Fatıma ve oğulları" cevabını vermiş.

Bu ayet şia tarafından Al-i Beyt sevgisine bir delil olarak zikredilir. Bunu işari bir mana olarak kabul etmek mümkün olmakla beraber, ayetin sarih manasında buna bir delalet yoktur.

İbn-i Abbasa bu ayetten sorulur. Daha cevap vermeden, orada bulunanlardan Said b. Cübeyr, "Al-i Muhammed" deyince, İbn-i Abbas "Acele ettin, der. Çünkü Kureyşin hiçbir ailesi yoktur ki Hz. Peygamberin onlara akrabalık bağı olmasın. Ayetin manası "hiç olmazsa yakınlık hakkını gözetin" demektir."

İbnu Kesir, ayetin yorumunda şu manaya dikkat çeker: "Bana yardım etmiyorsanız, hiç olmazsa aramızda olan akrabalık sebebiyle eziyet etmeyin."

Kendisinin şu yorumu da gerçekten zikre şayan bir incelik arzeder: "Ayetten muradın "Hz. Ali, Fatıma ve oğullarıdır" şeklindeki rivayet senet olarak zayıftır. Ayrıca, sure Mekki surelerdendir. Mekede ise Hz. Fatımanın çocukları yoktu. Hz. Ali ile evlilikleri hicretin ikinci yılında Bedir Savaşı sonrası olmuştur. Ancak bu rivayeti kabul etmemek, Al-i Muhammede sevgi beslememek anlamında değildir. Çünkü onlar temiz bir zürriyetten, fahr, hasep ve nesep noktasında yeryüzündeki en şerefli evden gelmişlerdir."

Fahreddin Razi, "Ehl-i Beytim Nuhun gemisine benzer; binen kurtulur" ve "Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uysanız hidayete erersiniz" riayetlerini nazara verip şu yorumu yapar: "Şimdi biz mükellefiyet denizindeyiz. Şüphe ve şehvet dalgaları bize çarpmaktadır. Denizde yol alan iki şeye muhtaçtır:
1-Sağlam bir gemi.
2-Işık saçan yıldızlar.

İşte, böyle bir gemiye binen ve yıldızlara bakarak yol alanların kurtulma ümidi fazla olur. Ehl-i Sünnet, Ehl-i Beyte muhabbet gemisine binmiş, sahabe yıldızlarına bakarak yol almaktadır."

Ehl-i Sünnetin Ehl-i Beyti sevmeme diye bir problemi yoktur. Her namazın teşehhüdünde onlara dua ederiz ve onları ciddi severiz.(20) Ehl-i Sünnet arasında "Ali, Hasan, Hüseyin, Fatıma..." gibi isimler son derece yaygındır.

Kaynaklar:
1- Maide, 67
2- Şevkani, Muhammed, Fethu'l- Kadir, Daru İhyai't- Türasi'l- Arabi, Beyrut, ts. II, 59. Ayrıca bkz. Kurtubi, VI, 157
3- Buhari, Tefsir, 5/7; Şevkani, II, 59
4- Bkz. Şevkani, II, 59-60
5- Tirmizi, Menakıb, 20; Süyuti, Celaleddin, Tarihu'l Hulefa, Daru'l- Kütübi'l- İlmiyye, Beyrut, 1988, s. 133
6- Bkz. Hamidullah, Muhammed, İslamın Hukuk İlmine Yardımları, İst. 1962, s. 142-143
7-İbnu Hanbel, IV, 281; Süyuti, Tarihu'l- Hulefa, s. 134; Alûsî, VI, 192-193
8-Bkz. Onat, Hasan, Emeviler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, TDV. Yay. Ankara, 1993, s. 24
9-Alûsî, Ebu'l-Fadl, Ruhu'l-Meani, Daru İhyai't-Türasi'l-Arabi, Beyrut, 1985, VI, 195
10-Süyuti, Tarihu'l - Hulefa, s. 62-64
11-Buhari, Merda, 17; Müslim, Vesaya, 22; İbnu Hanbel, I, 325
12-Naim, Ahmet, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Diyanet Yay. Ankara, 1982, I, 108. Ahmet Naim, ilgili rivayetleri burada ve devamında çok güzel bir şekilde tahlil etmektedir. Geniş bilgi için oraya bakılabilir.
13-Şura, 23
14-Beydavî, Kadı, Envaru't-Tenzil ve Esraru't-Te'vil, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1988, II, 362
15-Kurtubi, XVI, 15-16; İbnu Kesir, VII, 187; Süyuti, Dürrü'l- Mensur, Daru'l - Mektebi'l- İlmiyye, Beyrut, 1990, V, 699
16-İbnu Kesir, VII, 187
17-Age. VII, 189
18-Aclûnî, I, 132
19-Razî, XXVII, 167
20-Razî, XXVII, 166



Bu mesaj 1 kez ve en son vaha1972 tarafından 06.05.2010 - 03:30 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 06.05.2010 - 01:09
Bu mesajı bildir   vaha1972 üyenin diğer mesajları vaha1972`in Profili zum Anfang der Seite
kolye7 su an offline kolye7  
Şİİ, SUNNİ AYRIŞMASININ SEBEBİ EMEVİ ZALİMLERİDİR.

309 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.12.2004
En Son On: 04.10.2010 - 21:47
Cinsiyeti: Erkek 
Hiç dokunmadan islamda her türlü fitnenin ve en büyük fitnenin mimarlarının hakkında yazılan bir alıntı yazı veriyorum. İslamda bugün bile kanayan yara olan Şİİ, SUNNİ ayrışmasının gerçek sahipleri işte tam olarak görünmesede bu yazıda gözler önüne seriliyor.


Muaviye

Vikipedi, özgür ansiklopedi

I. Muaviye
Emeviler
Hüküm süresi 661 – 680
Tam adı Muaviye bin Ebu Süfyan
Doğum tarihi 602
Ölüm tarihi 680
Önce gelen Hasan bin Ali
Sonra gelen I. Yezid
Hanedan Emevi
Babası Ebu Sufyan bin Harb
Annesi Hind bint Utbe

Emevi hanedanının kurucusudur.

Uhud Savaşında ve Hendek Savaşında Mekke'li kafirlerin komutanı olarak Muhammed'in komutasındaki müslümanlara karşı savaşan Ebu Sufyan bin Harb'in oğludur.

Dördüncü halife olan Ali bin Ebu Talib ile savaştı, Mısır'ı ele geçirdi ve Ali bin Ebu Talib'in 661 yılında suikaste uğrayarak öldürülmesini sağladıktan sonra halifeliğini ilan etti. 661'den 680'e kadar İslam Devleti'ni yönetti.

Kişiliği, yaptıkları ve bilhassa Şii'lerin peygamberin gerçek halefi olduğuna inandıkları Ali'yle savaşması ve Muhammed'in soyundan gelen Ehl-i Beyt'i kendisine siyasi rakip gördüğü için onlara yaptığı zulüm nedeniyle nesiller boyunca sadece Şii'ler tarafından değil, aralarında İmam-ı Azam'ın da olduğu birçok Sünniler tarafından da nefretle anıldı.

Konu başlıkları
1 İlk yılları
2 Suriye Valisi
3 Ali ile Çatışma
4 Halifeliği Hasan'dan Devralışı
5 Muaviye'nin Halifeliği
6 Kaynakça
7 Ayrıca bakınız
8 Dış kaynaklar

İlk yılları:
Muaviye bin Ebu Sufyan 602 yılında Kureyş kabilesinin üyelerinden Beni Abd Şems ailesinin bir ferdi olarak dünyaya geldi. Modern Suudi Arabistan'ın kuzeybatısında yer alan Mekke Kureyş'in yönetimindeydi. Beni Abd-Şems ailesi bu yönetici zümrenin en nüfuzlu üyelerindendi. Muaviye'nin babası Ebu Sufyan bin Harb annesi ise Hind bint Utbe idi.

Muhammed Mekke'de yeni dini duyurmaya başladığında Abd-Şems ailesinin çoğu ona karşı çıktı. Hicret etmesine neden oldular ve ardından Müslümanlara karşı açılan tüm savaşlara katıldılar.

630 yılında müslümanlar Mekke'yi fethedince, tüm Mekkelilerle birlikte Abd-Şems ailesi de Müslüman oldu.

Bazı tarihçilere göre Muaviye akrabalarının şiddetli itirazlarına rağmen Müslüman oldu. Şii'ler ise, Mekke'nin fethi bunu zorunlu kılana dek İslamı kabul etmediğini söylerler.

Muhammed karşıtlarına merhametli davrandı. Ordusuna katılıp önemli görevlere gelmelerine müsaade etti. Muaviye peygamberin katiplerinden biri oldu. 632 yılında peygamberin ölümünden sonra ise Suriye'deki Bizans ordusuna sefere giden orduya katıldı. Orduda yükselerek büyük nüfuz sahibi oldu. Üçüncü halife Osman ve başdanışmanı Mervan tarafından oglu Yezid'le birlikte yeni fethedilen Suriye'nin yöneticileri olarak atandılar.

Kendisinden 130 hadîs rivayet edilmiştir. Bunlardan sadece dördünün rivayetinde Buharî ve Müslim ittifâk etmişlerdir. Ebu Zerr-i Gıfârî, İbn-i Abbâs gibi Sahabi'nin kendisinden rivayetleri vardır. Tâbiî'nden de Cübeyr İbn-i Nüfeyr, Saîd İbn-i Müseyyeb ve daha başkaları rivayet etmişlerdir.

Suriye Valisi :
Yezid'in 640'da ölmesi üstüne Ömer bin Hattab tarafından Suriye valiliğine atandı. Valiliği sırasında Suriye'nin tamamını yönetimi altına aldı. Yöre ahalisi ve askeri üstünde dikkate değer şekilde etki sahibi oldu. 647 yılına gelindiğinde Bizans'ın saldırılarına dayanabilecek güçte bir ordu oluşturmuştu. Ardından 649'da Kıbrıs'ı ve 654'te Rodos'u aldı. 655 yılında Lycia açıklarında Bizans donanmasını ağır bir yenilgiye uğrattı. Aynı süre içinde Anadolu'ya defalarca sefere çıkıldı.

Bu askeri girişimlerinin tamamını Ali'nin halife olmasının ardından durdurdu.

Şiiler Yezid hakkındaki görüşlerin benzerini Ali'nin hilafetine karşı çıktığı için Muaviye için de sürdürürler ancak Sünniler Muaviye'nin bir "ictihad" yaptığını ve görüşünde yanılsa bile vahiy katibi ve Peygamberin sahabesinden olduğu gerekçesiyle hakkında kötü ifadede bulunmaktan kaçınırlar. Aralarında Ebu Hanife'nin de olduğu birçok sünni alimleri ise, Ali halife iken, Ali'nin hilafetini tanımayıp ikinci halife olarak ortaya çıkan Muaviye'ye karşı, Muhammed'in "bir halife varken,sonradan çıkan ikinci bir halifenin katlinin vacib olması kuralını uygulamayan Muaviye taraftarlarının, bu tutumları ile açıkça hatalı olduklarını ve günah işlediklerini açıklamışlardır.

Sunnilikte iktidar siyasi bir mesele ve Peygamberin dahi olsa bir soy meselesi olarak değil ümmetin kendi içinde istişare ile çözeceği bir konu olarak görülür ve genellikle "istişare ile seçilen devlet başkanına itaat" kültürü hakimdir. Şiilerde ise iktidar inanç meselesidir ve meşru siyasi lider aynı zamanda ruhani liderliği de elinde bulunduran Ali ve soyundan gelen imamlara (lider) aittir. Caferi şiası, toplam en sonu kıyamete kadar gizli kalan Mehdi de dahil 12 imamı kabul ettiğinden "12 imamcılık" (Caferi Şiası) olarak da bilinir. 12 imamın günahsız olduğuna, "vahiy alma" hariç peygambere benzediğine inanılır (mesela günahsızlık). Şiilik içinde İsmailik gibi mezhepler bir ölçüde farklı bir İmam listesini kabul ederler.)

Suikaste uğrayan Halife Osman bin Affan'ın öcünü almak, aynı aşiretten olduklarından Muaviye'ye düşmekteydi. Muaviye Osman'ın katillerinin kovuşturmasını yapmadığından onların işbirlikçisi olduğunu iddia ettiği Ali bin Ebu Talib'nin hilafetini reddetti. Bununla birlikte, öncülüğünü (peygamberin eşlerinden) Ayşe, Talha ve Zübeyr bin Avvam'ın yaptığı isyana da katılmadı. İsyanın ardından yapılan Cemel Savaşı'nın galibi Ali, Ayşe'yi affetti. Ali'nin sağladığı refakatçiler eşliğinde Medine'ye giden Ayşe'ye maaş da bağladı.

Ali Cemel Savaşı'nın ardından valisinin önderliğinde isyan eden Suriye'ye yöneldi. Fırat'a yönelen Ali 657 yılında Muaviye'nin güçleriyle çarpıştı. Muaviye, neredeyse mağlup olacağı Sıffin Savaşı'ndan ateşkes yaparak kurtulmayı başardı. Muaviye, Ali'nin safında çarpışanların dindarlığını istismar etmek için askerlerinin mızraklarına Kur'an-ı Kerim'den sayfalar astırdığı söylenir. Düşmanlarını görüşmeye ikna eden Muaviye, Ali'nin yandaşlarını bölerek hilafetinin geçerliliğine gölge düşürdü. Ali'nin eski yandaşları haricilerin isyanından doğan zayıflıktan yararlanan Muaviye Mısır'ı ele geçirmek üzere harekete geçti.

Halifeliği Hasan'dan Devralışı
Ali Küfe’de öldürüldükten sonra, Ali’nin taraftarları Hasan’a bağlılık yemini (biat) ettiler. Bu yemini, Ali ile halifelik için çatışan ve savaşan Muaviye kendi otoritesine bir tehdit olarak algıladı. Muaviye derhal Suriye, Filistin ve Lübnan’daki ordu komutanlarına savaş hazırlıklarına başlamaları için talimat verdi, diğer yandan da genç varis Hasan ile anlaşmayı denedi, daha doğrusu Hasan’a halifelik iddiasından vazgeçmesini bildiren bir mektup gönderdi ve eğer vazgeçmezse, istemediği sonuçların doğacağını ve müslümanların öleceğini bildirdi. Aslında Muaviye için en iyisi Hasan’ın halifelik hakkından vazgeçmesi olacaktı, çünkü Muaviye orduları Hasan’ı savaş meydanında öldürüp tüm güç Muaviye’nin elinde toplansa bile, Muaviye’nin halife olabilirliği tartışılmaya devam edecekti. Kurnaz bir politikacı olan ve halka hoş gözükmeye çalışan Muaviye için bu hiç de istenilen bir durum değildi.

Hasan hakkından vazgeçmedi ve anlaşma sağlanamadı. Kimi kaynaklara göre altmış bin olduğu iddia edilen Muaviye ordusu Hasan’ı mağlup edip öldürmek için yürüyüşe geçti. Diğer yandan Hasan da ordusunu kurmuş ve savaşmaya hazırdı, iki ordu Sabat yakınlarında karşılaştılar.

Hasan savaş başlamadan önce Muaviye askerlerine konuşma yaparak onlara yanlış yönde olduklarını ve Muaviye’yi haksız görüyorlarsa onun tarafında bulunmamaları gerektiğini hadis ve Kuran’dan örnekler vererek bildirdi. Hasan’ın teslim olacağını sanan bir kısım birlikler, Hasan’a asi oldular ve ona saldırdılar. Hasan yaralandıysa da, yakın korumları bu saldırıyı püskürtmeyi başardı. Fakat Hasan’ın komutanlarından Ubeydullah, Muaviye'nin tarafına geçti.

İki ordu arasında birkaç sonuç getirmeyen çarpışma yaşandı. Sonunda Muaviye üstün gelemeyeceğini, üstün gelse bile birçok adamını kaybedeceğini anladı ve iki Kureyş’li adamını Hasan ve takipçileriyle anlaşsınlar diye görevlendirdi. Hasan yaralanmıştı ve ordusunun içinde meydana gelen başıbozukluk yüzünden ordusuna pek güvenemiyordu. Sonunda Hasan ve Muaviye bir yerde bir araya geldiler ve anlaştılar. Hasan; Kuran’a ve sünnete uyması,yandaşlarından intikam almaması şartlarını ve bir de; Muaviye’nin ölmesinden sonra halifeliğinin tekrar kendisine, eğer kendisi hayatta değil ise kardeşi Hüseyin’e geçmesi şartını öne sürmüştü. Muaviye kabul etti.

Antlaşmadan sonra Muaviye, biat almak üzere Kufe’ye gitti. Orada Muaviye halka hitap ettikten sonra minbere Hasan çıktı ve şöyle dedi;

Ey Irak halkı! Benim gönlüm sizden soğudu. Babam Ali’nin sağlığında bunca muhalefetler ettiniz, bir gün onu gamsız bırakmadınız. Nihayet babamı öldürdünüz. Banada bunca zahmet verdiniz; üzerime hücümeylediniz; beni yaraladınız. Henuz yaram iyileşmedi. Malımı yağmaladınız. Ey Irak halkı! Eğer siz Ehli beyt'i peygambere eza kıldınızsa da Allah hıyanette bizimle sizin aranızda hakim ve kafidir. Şu halde ben Muaviye’ye biat ettim. Sizin biatınızdan bizar oldum.

Muaviye'nin Halifeliği
Muaviye, halifeliğini tanımayanları sert bir biçimde bastırdı ve iç karışıklıklara son verdi. Ardından yeni fetihlere girişti. Emevi egemenliğini doğuda Hindistan sınırına, batıda Kuzey Afrika'ya, oradan da Güney İspanya'ya kadar yaydı. Yeni kurulan donanmayla 669-678 arasında Bizans’ın başkenti Konstantinopolis'i (İstanbul) ele geçirmek için seferler düzenlendi, ama başaramadı. Muaviye 680’de öldüğünde ardında güçlü bir devlet bıraktı. Halifeliği dinsel önderliğin yanı sıra tam bir siyasal önderliğe dönüştürdü. Muaviye, ölümünden hemen önce, 679 yılında, Hasan'la yaptığı anlaşmaya rağmen ve Hüseyin ve Abdullah bin Zübeyr'in karşı çıkmasına rağmen oğlu Yezid'i halife ilan etti ve kendisine biad edilmesini istedi. Halifelik merkezini de kutsal topraklardaki Mekke’den Şam’a taşıdı. Artık halife bir kurul tarafından seçilmiyor, babadan oğula geçiyordu. Nitekim Muaviye’nin yerine oğlu I. Yezid halife oldu.

(Muaviye'nin ve oğlu Yezid'in neyin halifesi olduğunu gerçek islamı bilenler biliyor tabi. Ben yalnızca yazıyı hiç değiştirmeden verdim.)



Bu mesaj 1 kez ve en son kolye7 tarafından 06.05.2010 - 14:49 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 06.05.2010 - 14:48
Bu mesajı bildir   kolye7 üyenin diğer mesajları kolye7`in Profili zum Anfang der Seite
vaha1972 su an offline vaha1972  
Themenicon   

69 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2010
En Son On: 10.08.2010 - 01:23
Cinsiyeti: ----- 
kolye, Herzaman oldugu gibi Hz Muaviye konuyu getirip baglamissin.
Bari bi iki kelimede inbn-i sebe hakkinda yazsaydin. En azindan konuyla alakasi olurdu.
Ekleme Tarihi: 06.05.2010 - 15:34
Bu mesajı bildir   vaha1972 üyenin diğer mesajları vaha1972`in Profili zum Anfang der Seite
kolye7 su an offline kolye7  
RE:

309 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.12.2004
En Son On: 04.10.2010 - 21:47
Cinsiyeti: Erkek 
Alıntı
Orijınalı vaha1972

kolye, Herzaman oldugu gibi Hz Muaviye konuyu getirip baglamissin.
Bari bi iki kelimede inbn-i sebe hakkinda yazsaydin. En azindan konuyla alakasi olurdu.



Merak etme burada senin kafanın tam tersi yani şia fırkasında biride zırvalasa onunda ağzının payını verirdim.

Yazdığınıda konuyla hiç alakalı göremedim. Şayet bana rafizi imasında bulunuyorsan bunca anlatmama rağmen iftira ve yalan yolundan medet ummaya devam ediyorsun demektir. Allaha and olsun ben her türlü din ve Kuran dışılıktan temizim.

Ama sen o yazdığın ibni sebenin sunni mezheplerde çığırından çıkmışlarından olabilirsin. Zaten Emevilerde pisliklerini bu yolla örtmeye çalışıyorlar.

Bugün şia olarak kendini ifade eden müslümanlar içinde derece derece ne kadar yanlış işler ifrat noktalara kadar varmışsa, aynı şey sunni olarak kendini ifade edenler içindede mevcut.

Fırkalarla ilgili ayetler neden indirildi zannediyorsun ?
Efendimiz ne diyor bir hadisinde "ÜMMETİM BENDEN SONRA YETMİŞÜÇ FIRKAYA AYRILIR. BİR TEKİ HARİÇ MÜTEBAKİSİ CEHENNEMLİKTİR"

Ve bunu sunni ve şii diye ayrımıda yok. Herkes kendini doğru yolda zannediyor. Peki neden oldu bölünmeler hiç okudunmu yazdıklarımı ? Tamamen Emevi ve Abbasi zorbalarının yaptığı kanlı katliamlar ve peygamber evladını yok etme faaliyetleri yüğzünden.

Tabi her iki fırkadada Allahın çizdiği yola yakın bir anlayış çizenlerde hiç az değil.

Ben Hz. Ali ağzından onu sevenlerde ifrata gidenleri zaten bir tek cümleyle izah etmiştim.

Sen kendini sunni olarak ifade ediyorsun. Ben çok iyi biliyorum ki kendini sunni olarak ifade eden o kadar çok müslümanla konuştum ki bunların yanında senin dediğin gibi MUAVİYE denen peygamber evladı katiline HAZRET ve SAHABE çekecek olsan anında seni dışlarlar. Hatta daha fazlasını bile yapanlar çıkabilir.

Senin gibi Ehlibeyt katillerine gönül vermiş oanlar sandığın gibi sunni mezhepler içinde hiçte çok değil. Tam tersine mezhep imamlarından çoğu MUAVİYE denen katili yerin dibine sokuyorlar. Senin gibi imamlarının ne söylediğini ve bu konudaki fikrini bilmeyen bakar körlerde burada ve heryerde bu katil soyuna HALİFE, HAZRET, SAHABE çekip secde ediyorlar.

Olay budur.

Aşağıda verdiğim yazıda İmamı Azam Ebu Hanifenin MUAVİYE denen islam düşmanı hakkındaki tavrınıda okursan öğreneceksin.


ALINTI.....

Ebu Sufyan , Muaviye ve Yezid..

Bilindiği üzere Ebu Sufyan ve oğlu Muaviye musluman olmadan once peygamber efendimizin en çok aleyhinde bulunan, muslumanlara en çok zulum yapanlardandır.Islam'a karşı nefret bu ailenin o kadar kanına işlemiştir ki, Muaviye'nin annesi Hind, Hazreti Hamzayı oldürtmuş akabinde savaş alanına gelerek cesedin kulak ve burnunu kesmiş, kalbini bıçakla çıkartarak çiğ çiğ yemiştir.

Bu aile Mekke'nin fethi esnasında zoru görüp musluman olmuşlar ve herşeye rağmen insanlığın ışığı hazreti Muhammed'in şefkatine ve affediciliğine sığınmışlardır.Muslumanların bu yukselen döneminde Muaviye fetihlere katılmış, çeşitli yararlıklar göstermiş ve fetihlerden kendine düşen ganimetlerle iyice zenginleşmiş sonunda Şam'a vali bile olabilmiştir.

Peygamberin Hakka yürümesinden sonra Hazreti Ali'nin halife olmasını takiben, Şam valisi Muaviye ayaklanmış ordu toplayarak Hazreti Ali'nin üzerine yürümüş, muslumanlar arasına ilk fitneyi sokan olarak tarihteki yerini almıştır. Savaşta yenilince Şam'a çekilmiş, Hazreti Ali'nin Hak'ka yürümesini takiben hilafet için yeniden ortaya çıkmış, Hazreti Ali'nin oğlu Imam Hasan'la savaşmış ve onu yenerek halife olmuştur. Camiilerde Hazreti Ali'ye lanet okutmuş, her hutbeden sonra cemaate Ali'ye lanet ettirip amin dedirtmeyi bir gelenek haline getirtmiştir.(Bu durum Abbasi dönemine kadar süreglemiştir)

Muaviye ölümüne yakın oğlu Yezid'i halife olarak hazırlamış ve istişareyle halife seçen Islam cemaatine babadan oğula geçen saltanatı dayatmıştır. Bundan sonrasını hepimiz biliyoruz; Yezid, peygamber efendimizin sırtına bindirerek gezdirdiği torunu Huseyin'i öldürtmüş, peygamberin tüm ailesini katletmiş, Huseyin'in başını mızrak ucuna takarak Şam sokaklarında gezdirmiştir. Sağ kalan kadınları zincire vurarak sokaklarda seyre çıkarmıştır.
Yezid daha da azıtarak Kabe'nin damında şarap içecek, cinsi sapıklıkları camiilerde yapacak kadar ileri giderek Zulum kavramının somutlaşmış örneği olmuştur.

İmam Ebu Hanife Muaviye'yi nefretle ananlardan biridir. Hatta ''Ehli Beytin onlarla yapılan savaşı kafirle yapılan savaş gibidir'' diyerek bu konuya bakışını ortaya koymuştur.



Ben bu konuyu neden açtım?

Geçenlerde bir yorum okuyordum, Muaviye'ye Hazreti Muaviye deniyordu. Acaba dedim Yezid'e de Hazreti Yezid demeli miyiz? Muaviye ile Ebu Sufyan'a ashabdan deniliyor. Pekiyi, peygamberin yuzunu gören herkes sahabe sayılır mı? Velev ki sahabe sayılsa bile sahabe gunahsız mıdır?

Size en kuvvetli hadislerden olan kevser havuzu hadisini hatırlatmak isityorum;

“Ben Havuzun başına sizden önce geleceğim. Bana sizden bazı kimseler yükseltilip ( gösterilecek). O kadar ki eğilsem onları tutarım. Ama hemen geri çekilecekler.
“ Ey Rabbim! Bunlar Benim ashabım! derim. Ama Bana
“Senden sonra bunların ne bid’alar yaptıklarını sen bilmezsin!” denilir. Ben de:
“Dini Benden sonra değiştirenler Rahmet’den uzak olsun Rahmet’den uzak olsun!” derim.





Bu mesaj 3 kez ve en son kolye7 tarafından 06.05.2010 - 22:56 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 06.05.2010 - 22:38
Bu mesajı bildir   kolye7 üyenin diğer mesajları kolye7`in Profili zum Anfang der Seite
vaha1972 su an offline vaha1972  

69 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2010
En Son On: 10.08.2010 - 01:23
Cinsiyeti: ----- 
Hz. Muaviyeden bu kadar nefretin Ehli beyten dolayi zannederim. kolye simdik söyle Hz. Muaviye Ehlibeytten kimi katl etmistir.
Ikincisi: Biz burada hikaye yada menkibe yazmiyoruz. Ciddi konularda Hadis veya tarihten söz ederken kaynaklarinida bi zahmet ver. Kaynaksiz verdigin cevaplarin hic bir ehemiyeti olmayacagini senin gibi okumus birisinin anlamasi gerek...
ücüncüsü: Az ve öz yaz. Sen laf kalabaligindan baska bir sey yaptigin yok. Saniyormusun ki, senin sayfalarca yazdigin cevaplar okunuyor. Onun icin az ve öz yaz ki, okunsun.
dördüncüsü: Kendinden birsey üretemiyecek yada arastiramiyacak kadar acizmisin ki, durmadan bilgisayarindaki yazilardan kopyalayip yapistiriyorsun. Bu sekilde arastirmadan aciz ve üretimden fakir oldugunu gösteriyorsun....
Bu yukarida saydiklarimi al akil cöbüne koy öyle cevap ver lütfennnnnnnnnnnn

Ekleme Tarihi: 07.05.2010 - 00:27
Bu mesajı bildir   vaha1972 üyenin diğer mesajları vaha1972`in Profili zum Anfang der Seite
kolye7 su an offline kolye7  

309 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.12.2004
En Son On: 04.10.2010 - 21:47
Cinsiyeti: Erkek 
Daha önceleride defalarca söyledim Vaha sen benim yazdıklarımı okumadan şöyle bir bakıp hoşuna gitmeyen bir iki kelime dahi gördüğünde anında geri dönüp apaçık izah ettiğim konular hakkında sorular sormaya, üstelik daha garip havalara girerek sormaya devam ediyorsun.

Hemde okuduklarını anlamakta en büyük problemleri yaşayanlara taş çıkartacak bir vaziyette yapıyorsun bunu. Bunun asıl sebebide aslında senin anlayamıyor olman değil. Tam tersine çok iyi anlıyorsun fakat işine gelmiyor. Çünkü sana taa küçük yaşlardan itibaren bunlar Allahın dinindendir diye yutturulan içine her türlü Emevi yalanının katıldığı ve aslından çıkmış olan hem dini hem din adına tarihsel bilgilerden vazgeçemiyorsun.
Asıl sebep bu. Buna Kuran, kemikleşmiş yanlış iman diyor. Ve bu şekilde imanına şirk bulaşmışların bu kemikleşmiş yanlış imanlarının düzelmeside maalesef imkansıza yakın oluyor.

Hatta şöyle söyleyeyim. Din konusunda ve bu anlamda tarih konusunda hiç bir bilgisi olmayan aklı başında bir insanın önüne hem senin hem benim inandıklarımızı koyalım. Emin ol senin sahip olduklarını anında elinin tersiyle çöpe atar. Zaten ben bunun yaşamsal bir çok örneğinede şahit olmuş bir insanım.

Aslında yazının tamamı özellikle son kısmı senin buradaki tartışma konularında tastamam iflas ettiğini ve sırf cevap vereceğim diye içine düşmüş olduğun ve bir türlü çıkamadığın katran fıçısından bir kaç parçada benim üzerime sıçratmak için olduğu apaçık belli oluyor.

Benim cevaplarımın senin için hiç bir önemi olmadığını söylemişsin. Bunu söylemene gerek yoktu. Zaten benim yazdıklarıma değer verdiğin için değil, kafandaki hezeyan yığınlarının devamlı tuş olması nedeniyle cevap verme lütfunda bulunuyorsun. Ama sonuç hiç değişmiyor görüyorsun.

Gelelim her adını ağzına aldığında hazret çektiğin katiller soyunun baş katili yani peygamber evladının katillerinin en başı, şahı, MUAVİYE konusuna.

Aslında verdiğim yazıları okusan orada benim değil ama büyük ihtimalle senin tabi oladuğun HANEFİ MEZHEBİNİN İMAMI EBU HANİFE'NİN AĞZINDAN BU LANET KATİLİN NASIL YERİN DİBİNE SOKULDUĞUNU GÖRÜRDÜN.

Sahi sen HANEFİ mezhebindenmisin ? Benim hiç merakım olmazda. Şunun için soruyorum. Hem Hanefi mezhebinden olup hemde tabi olduğun imamı istediğin yerde kale alıp, istemediğin yerde kale almamak nasıl bir tabi olma hali oluyor onu çok merak ediyorum.

Ama şaşmamalı senin bu haline aynı şeyi yani işine geldiğini işine geldiği gibi anlama işini Kuran ayetleri içinde yapıyorsun. Mezhebinin imamına yapmışsın çokmu yani ? Değilmi ??

Senin Muaviye hakkında öğrendiklerinin hepsi yine bu lanet islam düşmanının ve evlatlarının ve hatta Abbasi zalimlerinin 700 yıl gibi bir süre nesilden nesile zorbalıkla aktarttığı yalanlar silsilesinden başka hiç bir şey değildir.

Benim gerçek kaynağım ise sahip olduğum özellik ve öncelikle YAŞAYAN KURAN adı ile bildiğimiz EVLİYA zümresidir. ALLAHA AND OLSUN Kİ BENİM EHLİBEYT VE EMEVİ TARİHİ V.B. KONUSUNDA SÖYLEDİKLERİM GERÇEĞİN TA KENDİSİDİR.

Ben yazılarımı gereği gibi anlatabilmek için detaylandırıyorum. Yoksa boşa harcayacak bir tek dakikam bile yoktur.
Sende okuma kültürü olmadığı içinde bunu anlayamıyorsun.
Bak şimdi sana oldukça kısa istediğin gibi anlatacağım madde madde Muaviye denen islam düşmanını bakalım ne anlayacaksın.

1-- Muaviye zorla müslüman olan Ebu Süfyan'ın oğludur. Annesi Hz.Hamzanın katili Hinddir.

2--Hz. Ömer zamanında Şama vali tayin edilmiştir. Fakat Hz.Ömer ta o zaman bile onun daha sonraki saltanat hayatının islama uygun olmadığını görüp. "İŞTE ARAP MİLLETİNİN KİSRASI" diyerek onu birde aşağılamıştır.

3-- Hz.Osmanın şehit edilmesinden sonra Hz.Ali tarafından valilikten azledileceğini anladığından Hz.Aliye savaş açmıştır. Bu savaşta büyük kayıplar olmuştur. VE BU SAVAŞ İSLAM TARİHİNDE İLK BÜYÜK FİTNE OLARAK YERİNİ ALMIŞTIR.

4-- İslamda halifeye itaat şarttır. Halifeye savaş açanlar ancak kafirler, azmışlar ve yoldan çıkmışlardır. Hele hele bu halife peygamber evladı, bir veli ise, yani gerçek halife ise bu kişiye savaş açanlar KAFİRİN EN AZILISI VE EN AZMIŞIDIR.

5-- MUAVİYE nin çıkardığı fitne Hz.Alinin şehadetine de sebep olmuştur. Çünkü onu şehit eden zalim, Muaviye'nin çıkardığı fitne ortamını bahane edip öldürülmesi gereken kişi olarak bir suikastle bu işi yapmıştır.
Gerçi aynı fitne ortamı için Maviye'yede suikast düzenlenmiştir fakat zalimin soyunun pislik görevi henüz bitmediği için bu suikastten kurtulmuştur.
ŞİMDİ BU DURUMDA BU SUİKAST OLMASA DEMEKKİ HZ. ALİ'YEDE BİR ŞEY OLMAYACAKTI GERÇEĞİ ORTAYA ÇIKMIYORMU ?? PEKİ FİTNEYİ ÇIKARAN KİM VAHA ??? BENİM RAHMETLİ BABAANNEMMİ ??? HAAAA??

6-- MUVAİYE bu pisliklede yetinmeyip, saltanatının önünde Hz.Aliden sonra hilafeti devralan Hz.Hasan'ıda engel olarak gördüğünden onunda başına bela olmuştur. Pek çok arbede ve karmaşadan sonra ordusuyla Hz.Hasanın üzerine bir ordu çıkarmıştır. Hz.Hasan bu pislik karşısında zayıf duruma düşen kendi askerlerinin mahvolmasını istemediği için Muaviye ile kerhen bir anlaşma yapmıştır. Bu anlaşmaya göre Muaviye görevi yaşadığı sürece devralacak fakat ölümünden sonra oğlu Yezid'e vermeyip Ehlibeyte yani Hz.Hasan'a iade edecektir.

7-- Fakat Muaviye bunu yapmadığı gibi. Hz.Hasanın eşi Cude'yi oğlu Yezid'e alma teklifiyle kandırıp Hz.Hasan'ı zehirleterek canına kıymıştır.

8-- Bunların peşinden ise facianın en büyüğünü yapmış. Yani islam tarihinin en büyük rezili katili dinsiz imansız zalimini yani YEZİD'i, Hz.Hasanla yapmış olduğu anlaşmayı yok sayıp yerine veliaht tayin edip yönetime geçirmiştir.

9-- Selmani Farisi'nin Sıffin'de Muaviye'nin askerlerince şehit edilmeside Efendimizin hadisiyle ispatlanmış delilerden yalnızca biridir. Ne demişti Efendimiz Selmana "SENİ ASHABIM DEĞİL ,ANCAK AZMIŞ SAPMIŞ BİR GÜRUH KATLEDER"

ŞİMDİ SORUYORUM VAHA. MUAVİYENİN BİR İSLAM DÜŞMANI, BİR PEYGAMBER EVLADI KATİLİ HATTA DAHASI SAHABE KATİLİ OLDUĞUNU ANLAYABİLMEN İÇİN, MUAVİYENİN BU İŞLERİ SENİN GÖZÜN ÖNÜNDE KÖR BIÇAKLA BU PEYGAMBER EVLATLARINI VE SAHABEYİ KESEREKMİ GERÇEKLEŞTİRMESİ GEREKİYOR ????

Behey cahil, yüzelli defa anttığım şeyi beş yüz defa daha önüme koyacak kadar anlayış kıtlığı içindeyken bana yaptığın ithama bak. Neymiş efendim bilgisayarımdaki yazıları tekrar yapıştırıp veriyormuşum.
SEN ASIL "TAKILMIŞ PLAK" ZAVALLILIĞINDAN KURTULMAYA BAK. SORUN ORDA. YOKSA SEN İSTİYORSUN DİYE BEN HER SEFERİNDE BAŞKA TÜRLÜ BİR ŞEYLER NE DİYE ANLATAYIM ?
KALDIKİ BUNA RAĞMEN HER SEFERİNDE BU YAZILARIMA YENİ DÜŞÜNCELERDE EKLİYORUM Kİ BELKİ O HER AKILCI VE HAK OLAN GERÇEĞE TASTAMAM KAPALI KAFANA BİR ŞEYLER GİRMESİ GİBİ BİR DURUM NASİP OLUR DİYE.

Verdiğim kaynakları yok sayıp, hala kaynakta kaynak diye tutturup aklınca beni yalanlamak gibi bir sefil çıkıştan medet umuyorsun. Daha öncede söylemiştim. İstersen burada bahsi geçen insanları öbür taraftan alıp getireyim, kendilerine soralım. Ne dersin ??

Daha neyin kaynağını arıyorsun diyede merak ediyorum doğrusu. Kaset ve video bekliyorsan söyleyeyim. Belki bilmiyorsun ama o zamanlar bu imkanlar yoktu. Bugüne gelen benim naklettiğim misal gerçek haberler ise Allahın velilerinden naklediliyor çoğunlukla. Çünkü anlattım yedi yüzyıl gerçekleri yakıp yıkıp yok ettiler EMEVİ ve ABBASİ zalimleri.

Yinede aşağıda sana bir çok kaynak vereceğim. Fakat sen büyük ihtimalle KÖÇEKÇE ile geri dönmekten yinede vazgeçmeyeceksin. Hep bunu yaptın çünkü. İnşaallah yanıltırsın beni.

Şayet yazımı bundan daha kısa istiyorsan onuda yapayım.

*MUAVİYE KESİNLİKLE MÜSLÜMAN DEĞİLDİR, TAM ANLAMIYLA DÖRT DÖRTLÜK BİR KAFİRDİR.
*İSLAMIN VE İSLAMIN PEYGAMBERİNİN VE EVLADININ AZILI DÜŞMANIDIR. HZ.ALİ VE HZ.HASANIN DİREK OLARAK KATİLİDİR.
*HZ.ALİ'YE PARAYLA TUTTUĞU HOCALARA 60 KÜSUR YIL CAMİ MİNBERLERİNDEN LANET OKUTTURAN, SÖVDÜREN KAFİRİN EN BÜYÜĞÜDÜR.
*MUAVİYE, YEZİD'İ YERİNE GEÇİRMEK SURETİYLE HEM HZ.HÜSEYİNİN KATLİNE HEMDE KERBELADA ŞEHİT OLAN YETMİŞ KÜSUR EHLİBEYT VE ASHABIN KATLİNE ORTAKTIR. TABİ YEZİDİN İŞLEDİĞİ TÜM REZİLLİKLERE VE KATLİAMLARADA...
*93 YIL BOYUNCA EMEVİ ZALİMLERİNİN İŞLEDİĞİ TÜM CİNAYETLERİNDE ORTAĞIDIR. ÇÜNKÜ MUAVİYE OLMASAYDI O FACİALARDA OLMAZDI.

Ey Vaha bunlara iyi bak bana bu konuda bir daha kaynak sorarsan bunların her bir satırını internetten bakar kör gözlerine sokacağım. İyi bilesin.

http://bilgimce.com/ilkogretimkonu/dort-halife-hz-ali.html

http://www.enfal.de/orta17.htm

http://www.mumsema.com/digerleri-mezhepler/58727-sura-23-ayet-ehlibeytle-ilgili-ayetin-manasi.html

http://tr.wikipedia.org/wiki/Muaviye

http://www.enfal.de/orta16.htm

.



Bu mesaj 4 kez ve en son kolye7 tarafından 08.05.2010 - 11:53 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 07.05.2010 - 13:13
Bu mesajı bildir   kolye7 üyenin diğer mesajları kolye7`in Profili zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 675 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
fatihyenturk (46), kurtalanli (46), esmabanu (48), _LaL_ (36), !MesuD! (43), refya (45), þemsinur (69), dervis-9 (49), birparcaozgurlu.. (38), nuresmin (46), ankebut-57 (37), yassokiz (40), hamiyet (49), HeDo (35), gncmostar (38), ahmett25 (43), __peri__ (35), utkucan (44), mtbc (50), vuslat21 (44), bekir bora (37), CUNDULLAH (42), Bursa1975 (49), *~Beyaz_Gul~* (50), kazimsagir (42), Allah_korusun (39), Seyfo1 (55), gönülverumeysa (38), AKCAYLI10 (52), eoguz (39), cananaa (44), hicret14 (32), kemreluk (54), yunuss (54), ethem82 (42), Muhammed Rasid (47), akifd (38), özsu (39), serdar024 (43), htly (54), seferad34 (41), osmanlý (63), prenses (55), karakiz86 (38), Kutuptaki_Karan.. (42), Ufuk.S (), Davidoksen (37), aybalam (61), burak_sevgili (30), ömer küçükali (52), seyirdefteri (47), birsenkopuz (50), erdemli (35), safsofi (59), omer_yildirim (43), dialoginternet2.. (46), ALLAH_IN_ASLANI (54), sensiz_olmuyor (38), hasret81 (43), ismailkurt (60), Selam86 (38), mesudturan (43), ENGIN00 (45), mukadder (47), levyavuz (41), cecen3603 (), hnf (36), rabia 74 (50), son-sozum (48), DünyadakiGaflet (36), cog21 (55), yavuz37 (47), tubanur (49), nicknack (46), mhyd (51), rujhat (43), davut05 (49), mercan68 (57), ERSIN SELVI (49), cengizozkulluk (), hicret61 (51), nurefsan_ (50), yilmazgovdeli (74), Mollaislam (38), ozan ataþ (36), hasim20 (40), sakird (58)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.58789 saniyede açıldı