stromectol generique kaletra generique luvox ivermectin generique kaletra imdur imigran imitrex imodium imuran imurek inderal la inderal index indocin sr indocin inegy intagra iscover isoptin isordil sublingual isordil itraderm itrop jumexal kamagra effervescent kamagra gold kamagra oral jelly kamagra soft kamagra keflex kemadrin kenacort a solubile kenacort a kenacort kenergon kessar keto med ketozol kinzal kinzalplus klacid lamictal dispersible lamictal lamisil cream lamisil
     

0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » İBRET TABLOLARI » MUHAMMED MUSTAFA VE KUR’AN YERİNE MEVLÂNÂ VE MESNEVÎ

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
zeyn su an offline zeyn  
MUHAMMED MUSTAFA VE KUR’AN YERİNE MEVLÂNÂ VE MESNEVÎ

28 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 21.02.2004
En Son On: 10.08.2011 - 08:41
Cinsiyeti: Erkek 
MUHAMMED MUSTAFA VE KUR’AN YERİNE MEVLÂNÂ VE MESNEVÎ
- Egemenlerin “Problemsiz (Light) İslâm” Projesi-
GİRİŞ
İslâm dini tarihi süreç içerisinde Akdeniz havzasında Emevî, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı gibi büyük ve birçok da küçük siyasal gövdelerde ideolojik, maddî ve davranışsal olarak siyaset, hukuk, ekonomi, sanat, felsefe, bilim, ahlâk vs. alanlarda aktüelleşti. Bir medeniyet ufku olarak yaşamın bütün alanlarında diğer kültürlerden de sentezler yaparak etkili oldu. Osmanlı’nın çöküşü ile de çöktü. Osmanlı’nın çöküşünden sonra bu coğrafyada kurulan ve halkı müslüman olan ulus devletler, genellikle 16. yüzyıldan sonra Batı’da gelişen Aydınlanmacı-seküler fikirlerden (laiklik, pozitivizm, demokrasi, milliyetçilik vs.) etkilenerek kuruldu. Liberal-Kapitalizm ve Sosyalizm ise bu gelişmenin Politik-Ekonomik söylemi idi.Suudi Arabistan dışındaki Batıcı-modernist yönetimler ülkelerini totaliter-otoriter yönetimlerle Batılılaştırmaya-modernleştirmeye çalıştılar.
Milliyetçi, laik otoriter Batıcı yönetimlerin halklarının temel taleplerini karşılayamamaları ve giderek kokuşmaya başlamalarıyla İslâm, bu coğrafyada 1950’lerden itibaren giderek yükselen politik bir söylem haline geldi. İran, Pakistan, Sudan, Afganistan’da İslâmcı yönetimler kuruldu, diğer ülkelerde de güçlü İslâmcı politik hareketler gelişti. Liberal-kapitalizm ve sosyalizme benzer bir politik söylem olarak İslâmcılığın yükselmesinde Filistin sorunu ile ABD’nin ve Avrupa’nın Ortadoğu petrolleri üzerindeki emperyalist (işgal-müdahale) emelleri ve bunu gerçekleştirmek için işbirlikçi yönetimlere verdikleri destek de önemli rol oynamıştır.

1. Batının İslâmcılığı Değerlendirmesi: “Fundamentalizm”
Son otuz yılda Batıda İslâm’ın müslüman toplumlarda politik bir söylem haline gelişini teorize etmeye, tanımlamaya çalışan binlerce kitap ve araştırma yayınlandı. Oryantalizm tecrübesinde olduğu gibi, onun bir devamı olarak bu pratik olguyu tanımlamak için Avrupalı-Amerikalı entelektüeller, Avrupa merkezci bir bakış açısıyla bu “öcü”yü anlamaya çalıştılar. Sayyid’in söylediği gibi “Onların fundamentalizm tanımı, ancak kendi müdahale alanlarının -normalliğin hüküm sürdüğü- evrensel bir yer olduğu ve fundamentalizmin bu normalliği bozan pratikler olduğunun kabul edilmesiyle mümkün olmaktadır . Batılı yazarlar, “Fundamentalizm” olarak isimlendirdikleri İslâmcı politik söylemi, genel olarak İslâm ülkelerinde yükselen Feminizme karşı kadının baskı altına alınması ve kontrol edilmesi, Kur’an’a ve Ortaçağda uygulandığı şekliyle şeriata dogmatik bir dönüş ve dinle siyasetin birleştirilmesi olarak okumaktadırlar .
Fundamentalizmin Batılı yazarlar nezdindeki ‘anormal’liğini tayin eden temel bakış açısı, Peygamberler dönemi Musevîliği, Bizans ve Doğu Roma Hıristiyanlığı ve İslâm imparatorlukları dönemlerindeki din-siyaset ayırımının olmayışının insanlığın tarihinde bir ilk aşama olduğu; Aydınlanmanın son aşaması olan liberal-Kapitalizmin ise insanlığın gelişmiş ‘normal’ son aşaması olduğu önyargısıdır. Dinin siyasetten ayrıldığı bu son aşama insanlığın ‘sağduyusu’nun bir sonucu olarak görülmektedir. Fundamentalizmin öcülüğü, anormalliği, ötekiliği ve düşmanlığı ancak, aydınlanma projesi insanlığın, olayların ve tarihin bir doğal gelişmesi ve durumu olarak algılandığında işlemektedir. Burada derinde işleyen şey, Avrupa merkezciliğin temelinde yatan ve Batılıların Yunan felsefesinden beri malul oldukları ‘Varlık Felsefesi’nin bir yansıması olan “aynileştirme”nin ontolojik emperyalizmidir: Ya aynileştirme, indirgeme, el altına alma veya yok etme ve yok sayma. Bizim modernleşmemize yansımasının tipik ifadesi: “Ya benim olursun, ya da kara toprağın.”

2. İslâmcı Politik Söylemin Gerçek Anlamı
Oysa İslâmcılık, müslüman halkların bin yılı aşkın hayatlarında yaşadıkları, son yüz sene boyunca da kaybettikleri ve bastırılan öz kimliklerinin tekrar geri gelmesidir. Sayyid’in deyimiyle “bir İslâmcı, müslüman kimliğini siyasî pratiğinin merkezine koyan kişidir. Yani İslâmcılar siyasî hedeflerini düşünürken İslâmî metaforlar dilini kullanan ve siyasî geleceklerini İslâm’da gören insanlardır.” İslâmcı söylem de kendi içinde liberal-kapitalist, Milliyetçi ve Sosyalist politik söylemlerin taşıdığı kadar farklılıklar taşır. Ancak hemen şunu belirtelim ki İslâmcılık, liberal Kapitalizm veya Sosyalizm kadar zengin entelektüel-düşünsel ve pratik bir tecrübeye sahip değildir. Bir ‘telos’ olarak diğerleri kadar güçlüdür; fakat pratik olarak zayıftır; birçok zaafla maluldur. Şimdi bunlardan başlıca bir-ikisine değinelim.

3. İslâmcılığın Zaafları
İslâm’ın erken döneminde gerçekleşen “Fitne” olayında biri samimiyetten, diğeri ard niyetten gelen ve sonuç olarak da hem İslâm’ın hem de müslümanların aleyhine olan iki hadise gerçekleşti. Birincisi, Haricilerin katı, fanatik, dogmatik yorumlarını “Gerçek İslâm” olarak görerek yarattıkları terör ve kan dökmedir. İkincisi ise, Muaviye’nin “Sıffin” savaşında Kur’an yapraklarını askerlerinin süngülerinin ucuna taktırıp “Aramızda Kur’an Hakem olsun” iddiasıyla Hz.Ali taraftarlarını çözmesi ve savaşı lehine çevirmesidir. Hıristiyan Ortaçağlarında da Kilisenin “İç Savaş” ve “Din istismarı” problemiyle malul olduğu bilinmektedir. Dine dayalı politikanın bu kadîm iki sorunu bugünkü Hıristiyan fundamentalizminin ve İslâmcılığın önünde durmaktadır. Seyyid’in dediği gibi İslâmcılık, İslâmî metaforları siyasetin merkezine yerleştirmek ise, bu kadîm ve onulmaz iki sorunla nasıl başa çıkılacaktır? İslâm dünyasındaki politik İslâmî hareketlerin kendilerini nitelemede “İslâm” ismini veya “İslâmî” kavramları kullanmada bir sakınca görmüyorlar: İslâm Devrimi, Hizb-i İslâmî, Hizbullah, İslâmî Dava, Müslüman Kardeşler, İslâmî selâmet cephesi (FIS), Tekfir ve cihad, Mücahidîn-i Halk... vs. Kendini Allah’a, şeriata ve İslâm’a... dayayarak insanların samimi veya gayri samimi olarak yaratacakları despotizmi, coşkuyla insan harcamayı veya istismarı nasıl önleyecekler? Suud rejiminin din istismarı, Taliban rejiminin despotizmi, Irak’taki sünni-şiî iç savaşı günümüz için bazı örnekler olarak verilebilir. Unutulmamalı ki Batıda birer siyasî prosedür olarak laiklik ve demokrasi, büyük ölçüde bu sorunları aşmak için geliştirildi. Oysa genel olarak İslâmcılığın demokrasi ve devletin dinler ve mezhepler karşısında tarafsızlığı anlamında laikliğe bakışı olumsuzdur.
İkinci bir sorun, Şura ilkesini demokrasiye benzer bir yönetim ilkesi olarak geliştirme yerine, Muaviye’den itibaren yönetimin güce ve azınlık bir monarşiye dayanması İslâm toplumlarının en büyük siyasî zaafıydı. Bugünkü İslâmcı siyaseti uyguladığını iddia eden ülkelerin (İran, Suudi Arabistan, Pakistan, Sudan) dinsel, askerî veya kabile azınlıkları tarafından yönetilmesi tesadüf değildir.

4. Demokratik ve Ahlâkî/Aklî Bir Dil Olarak “İslâmcılık”
Aslında İslâm’ın tabii bir din olduğu, iyi niyetle birlikte akla ve sağduyuya dayandığı göz önünde tutulursa, yani ayetlerin ve hadislerin böyle bir muhtevası olduğu kabul edilirse, diğer deyimle dogmatik olmadığı bilinirse siyasal söylemin dilinin illa da ‘ayet’ ve ‘hadis’ delil getirmesi gerekmiyor. Makasidu’ş-Şeria’yı (malın, canın, ırzın, aklın, dinin korunması) İslâmî metaforlara başvurmadan da aklî/ahlâkî ve eleştirel olarak söyleme dökmek mümkündür.
İslâmcılığın Türkiye örneği demokratik süreci şuranın pratiği olarak görüp, politik dili de dinsel metaforlara başvurmadan (çünkü bunun doğurabileceği iç savaş, totalitarizm ve din istismarıdır) rasyonel, ahlâkî ve eleştirel olarak mümkün olabileceğini göstermektedir. Böyle bir dil ile İslâm’ın evrensel siyasî hedefleri gerçekleştirilebilir. İslâmcılık, ilhamını Kur’an’dan ve peygamberden alır. Dilini ise kendi aklı ile ve eleştirel olarak kurabilir. Bu hedefler liberalizmin kendi çıkarı (zevki) için özgürlük ve bireyselciliğine karşı ötekinden sorumlu olma; sömürü, zorbalık ve gaspa karşı adalet;sahtekârlığa karşı dürüstlük; dalavereye, Makyavelizme ve kandırmaya karşı hakkaniyet; düşmanlığa ve savaşa karşı barış; kibir, istiğna ve ırkçılığa karşı eşitlik, alçakgönüllülük ve kendini sınırlandırma; nihilizme karşı hayatın nihaî anlamı; sınırsız üretim ve sınırsız tüketime (israf) karşı sürdürülebilir iktisat; serbest ve sınırsız cinsel hayata karşı aile ve çocuk; milliyetçiliğe karşı yurtseverlik... vs.dir. Bunlar “soyut” iddialar denecekse, “Hayır” diyeceğim. Bunlar somut şeylerdir. Büyük siyaset anlamında Liberal-Kapitalizm bunlardan birincileri bugün dünyada geçerli ‘normal’ politik gerçekler haline getirmiştir. İslâmcı bir siyaset, bunlara itiraz etmek ve bunları ikincilerle toplumsal hayatta yer değiştirmektir. Tanrı’nın öldürülmesi veya umursanmaması, unutulması ve inkâr edilmesine, dolayısıyla kutsal/manevî olan her şeyin buharlaşmasına dayanan seküler-liberal Kapitalizmin alternatifi olarak; Adil ve fail bir Allah ve büyük bir “Hesap Günü” (Ahiret) öncüllerine dayanan bir Kültürel, Sosyal-Politik söylem. Bu öncüller, bu söylemde hayatın kaynağı olarak oksijen gibidir; görünmez, fakat her şeyi etkiler. İslâm ise hayatın tuzudur. Allah’ın Kur’an’da, Peygamber’in de hayatında gerçekleştirmek istediği hedeflerdir bunlar. Bu hedefler liberal-Kapitalizmin dünyada kurduğu sömürü düzenine çomak soktuğu için İslâmcılık bugün Avrupa merkezci düşünce tarafından ‘anormal’ ve ‘öcü’ olarak gösterilmektedir.

5. Kılıç Kuşanan Peygamber ve Kur’an Yerine Postta Oturan Mevlânâ ve Mesnevî
Dünya düzeninin bekçileri ve gardiyanları İslâm dünyasında giriştikleri bir dizi sömürü, işgal ve zorbalığa karşı bu dünyanın çocuklarının İslâm’dan aldıkları izzet, onur ve kimlikle onlara karşı başkaldırmalarını ve direnişlerini “terör” yaftasıyla özdeşleştirerek gözden düşürmek istemekte, İslâmcılığa karşı da Mistisizmi-Tasavvufu “Gerçek İslam” diye pazarlamaya çalışmaktadır. Oysa bilindiği gibi Tasavvuf, apolitik bir pozisyon olarak İslâm toplumlarının bütün önemli yaşam alanları olan siyaset, hukuk, ekonomi vs. temel İslâm bilimleri olan Fıkıh, Kelâm, Tefsir, Hadis vs. tarafından kurulduktan sonra dinsel bir ‘lüks’ veya bir ‘içerleme’, bir ‘uçuklama’ olarak gelişmiştir. Kur’an’da ‘Allah’ın yolu’ (sebilullah) veya şeriat/minhac (yol) kavramları yeryüzünde, insanlar arasında Allah’ın yukarıda saydığımız hedeflerinin gerçekleşmesidir. Yoksa bu yol tasavvufun iddia ettiği gibi Allah’ın zatına giden dikey bir yol değildir. Kur’an’da Allah bizden böylesine egoistçe bir şehveti (onlar aşk, vuslat, kurb, fena, vahdet, şeb-i arûs vs. diyor) istemedi. Allah, müminlerden gerektiğinde Peygamber gibi silah kuşanıp yurtlarını, onurlarını korumak için savaşmayı, zulme, haksızlığa karşı adaleti kâim kılmak için cehd göstermelerini (cihad) istedi. Eğer insanı tanıyorsak ve de gerçekçi isek, bütün ‘barış’ dönemlerinin bir ‘savaş’tan sonra olduğunu biliriz. Belki de Heraklitos haklıdır. Kötü şeylerin olduğu kadar “Savaş bütün iyi şeylerin babasıdır.” Merak ediyorum, Hz.Muhammed savaşmasaydı bugün ‘İslâm’ diye bir dünya dini olur muydu? Allah Kur’an’da müminlerin akıllarını sonuna kadar kullanmayı istedi, mistikler gibi sarhoşluğu (onlar sekr, cezbe, istiğrak, şatahat diyorlar) istemedi. Bugün hayatın bütün alanlarına egemen olanlar, egemenlikleri altında tuttukları insanlardan, halklardan “hoşgörülü” olmalarını, bu hegemonyaya ses çıkarmamalarını, onaylamalarını istiyorlar. Bunun için de ‘Aşk’ dininin üstadı “Mevlânâ”yı bize örnek müslüman olarak gösteriyorlar. Hz. Muhammed’i terörist olarak karikatürünü çizenler, bizden Mevlânâ gibi olmamızı istiyorlar. 2007 yılını ‘Mevlânâ yılı’ ilan ediyorlar. Beyazsaray ve Brüksel, Mesnevî’yi dış politikalarının ilham kaynağı mı yapacaklar! Kur’an terör-savaş içeriyor, basımı, yayımı yasaklanmalı diyenler, bize “Mesnevî” okumamızı tavsiye ediyorlar. Osmanlı, yükseliş döneminde Mesneviyi pilav yedikten sonra ‘tatlı’ yerine okuyordu. Yaşam ustası bediuzzaman Nietzsche, bize tavsiye edilen bu çöküş dönemi dinsel yaşamı şöyle tasvir ediyor: “Kişi kendi varoluşunu yalnızca hoşgörüye, insancıllığa borçlu değildir ki... Öfkeyi, öcü, kıskançlığı, alayı, kurnazlığı, şiddeti tanımayan bir Tanrı neye yarar ki? Daha zafer kazanmanın ve yıkımın gerektirdiği çabalamanın baştan çıkarıcı zorluğunu bile tanımayan bir tanrı? Kişi böyle bir tanrıyı anlamazdı bile: Ona niye sahip olsundu ki? –Ama tabii bir halk batmaktayken, geleceğe olan inancının, özgürlük umudunun hepten yitmekte olduğunu duyarken; boyun eğmek, en yararlı şey olarak, boyun eğmişin erdemleri, ayakta durmasının koşulları olarak bilincine yerleşmekteyken o zaman tanrısının değişmesi de zorunludur. Şimdi bir ödlek haline gelir o da, ürkek, alçakgönüllü olur, “ruh barışı” salık verir, nefretten uzaklaşma, hoşgörü, dostu da düşmanı da “sevme” çağrısında bulunur. Sürekli ahlâksallık dağıtmaya başlar, her özel erdemin inine girer sürüne sürüne, herkesin tanrısı haline gelir, kişiye özel hale gelir, kozmopolit olur.” Tam da Mevlânâ’nın tanrısı: “Gel, gel, yine gel, ne olursan ol yine gel, tevbeni yüzbin kere bozmuş olsan da gel; bizim dergahımız herkese açıktır. “ Bu arada Mevlânâ’nın Nietzsche’nin bahsettiği gibi İslâm tarihinde politik bir çöküşün, bir krizin hüküm sürdüğü bir dönemde yaşadığını unutmayalım.
Eğer bu “dinsiz”in tahlillerine güvenmiyorsanız, size sorumlu bir müslüman âlimin bu mistik “dinselliğin” Kur’an’ın önerdiği ahlâkî sorumluluk karşısındaki tarihsel yerini genel olarak ortaya koyan bir tasvir sunalım: “Durum odur ki, başından beri bu “ahlâkî” Sufizm, ana vechelerinden bazılarında Kur’anî öğretiyi saptırmayı başarmıştır. Aslında onu (sufizmi) “ahlâkî” diye nitelemek bile o terimi suistimal etmek demektir. Zira ahlâkîlik, insanlararası ilişkileri idame etmek; Kur’anî ahlâkîlik ise bunu Allah’ın hazır ve nazır oluşu şeklindeki güçlü bir duyguyla yapmaktadır. Fakat zühd kaynaklı kendini-inkâr ve pişmanlık şeklindeki sufî öğreti, Kur’an’ın bu müspet ahlâkını kişinin kendine karşı bir mücadeleye dönüştürür. İnsanlardan kendi kendilerine karşı mücadele etmelerini ister. Kur’anî ahlâkın özü olan insanlararası ilişki boyutu neredeyse ortadan kaldırılır.” Rahman, Mevlânâ’nın da bağlı bulunduğu ve kurucusunun İbn Arabî olduğu “Vahdet-i Vücûd” anlayışının yine Kur’an ahlâkıyla olan ilişkisini tasvir ederken de şöyle diyor: “Hiç şüphe yok ki İbn Arabî’nin “Vahdet-i Vücûd” doktrinini yaymadaki niyeti İslâm’a radikal bir hümanizm takdim etmekti; ki bu hümanizmde Allah ve insanlık özdeş ve son derece birbirine bağımlı görünmektedir. Son dönem ilim adamları tarafından bu teosof’u “panteizm” suçlamalarından aklamak için ne kadar çok entelektüel hüner ve beceri ortaya konursa konsun, bu öğretinin maksadının fiilî etkisinin, özellikle avam (halk) düzeyinde Yaratıcı ile yaratılan arasındaki bir bütün ayırımı ortadan kaldırmak olduğu inkâr edilemez.” “Tanrı kuldur ve kul Tanrıdır” mesajın özü olarak kalmaktadır. Bütün diyalektik çabalara ve paradoksal ifadelere rağmen... Böylece “Vahdet-i Vücûd” bu dünyada sadece tam bir ahlâkî nihilizm ilan etti. Estetik alanda ilâhî cemâl aşkı, ergen gençlere yönelik aşkın birçok sufî tarafından açıkça savunulduğu bir noktaya kadar yozlaştı. Bu ahlâkî bozulmuşluk atmosferinde, bir hadis tedavüle çıktı ki, bu hadise göre güya Peygamber bizzat Allah’ın ergen gençlerde (emârid) ikâmet ettiğini söyledi; görünüşe göre bu o çevrelerde o kadar çok kabul gören bir hadistir ki, Sirhindî onu ciddiye almak ve yorumlamak zorunda kaldı.” Vahdet-i Vücûd öğretisinin doğal uzantısı ahlâkî rölativizmdi. Böylece ulemânın Kur’an’a dayanarak oluşturdukları kesin normlara (helal-haram, günah-sevap, husn-kubuh vs.) karşı bir kuralsızlık ve hatta kural karşıtlığı (ibâhiyye) ortaya çıktı. İbn Teymiye bu dindarlık örtüsü altındaki çöküşü şöyle niteliyordu: “Bir sufî iddia ettiği gibi “kendisini münhasıran Allah’a vakfetmek” amacıyla zihnini bütün müspet muhtevasından (olgular, dil, mantık...) soyutladığı zaman şeytan onun boş zihnini mesken tutar ve orada serbestçe işini görür.” Özetle Tasavvuf tarafından geliştirilen ve zühd, hüzün, fakr, sabır, uzlet gibi negatif kavramlarla ifade edilen ahlâk teorisi, Kur’an’ın pozitif ve dinamik “salih amel” kavramıyla çelişiktir.

6. Sonuç: Küresel, seküler, liberal Kapitalizm yeryüzünde yarattığı ‘düzen’i insanlığa tarihin sonu, tarihin doğal gelişiminin vardığı ‘ileri’ ve ‘normal’ bir seviye olarak lanse etmeye çalışmaktadır. Buna çeşitli düzeylerde karşı çıkan ‘post-modernizm’ virüsünü ehlileştirmiş ve bünyesine eklemlemiş durumda. Oysa “Fundamentalizm” öcüsü bu kibre, istiğnaya meydan okumaktadır. Bunun üstesinden gelmek için de, dinlerin kurucu tecrübesine, kurucularına ve kitaplarına giderek köklü bir itiraz yaratan dinsel hareketler yerine (örneğin Kur’an, Muhammed, İslâmcılık) onların apolitik versiyonları olan mistik hareketleri önermektedir. Musa, İsa, Muhammed (Tevrat, İncil, Kur’an) yerine Buda, Mevlânâ, Dalay Lama ve Papa’yı önermektedir. Militanlık yerine mürid olmayı önermektedir. Sömürüyü ve baskıyı en büyük sosyal günah, siyasal günah olarak gören “Kurtuluş Teolojileri” yerine Yoga, Namaz, Zikir ve Pazar Ayinlerini tavsiye etmektedirler. Özgürlük, adalet, başkaldırı ve dayanışma dini yerine boyun eğme, koşulsuz hoşgörü-sevgi ve aşk dinini tavsiye ediyorlar. Allah’ın dinine karşı, insanların uydurduğu ve kendi işlerine gelen dini tavsiye etmekteler
Ekleme Tarihi: 21.07.2007 - 17:21
Bu mesajı bildir   zeyn üyenin diğer mesajları zeyn`in Profili zeyn Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 985 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
hümeyra24 (43), güllüm (41), alitufan (48), semsuddin (39), f_erturk (39), zafercezlan (54), benbuamellerimi.. (53), seyma_05 (39), yenilmezburuk (46), mhmmdky (37), sivaslihakan (46), sunam6 (41), konya28 (37), mardinlimemo (44), @hasan@ (39), _huzurislamda_ (39), Seda_ (35), BOPPON (43), faziltopal (55), ahmetserkankaya (43), eLsina (38), AZRA66 (37), sulukapo (34), HAKANCETIN (46), mentese (48), palanxdöken (53), ADEM BAKIRHAN (60), ceyhan (71), ReSuLe_HaSrEtt (38), Forever_Love (40), mutlu69 (55), islam yusuf (54), sofi32 (49), yesil_bahar19 (37), makhorsa (48), erihna (41), veysi irdam (88), abdullah özkul (27), nur58 (60), fedayi (55), RAMAZAN69 (37), seyyidali47 (50), gocer (55), suleyman yildiz (57), vuslat_wien (41), KASIM EROL (50), isanurun (39), koeroglu (48), ardaci (49), ardaburda (50), gunesgunes (42), Burcu89 (35), BMW (43), ZLH (), hafiz_34 (68), bestebuse (51), Aysegül (36), seroar (55), hacirizeli (53), sonmezNL (53), zeko (), CILGIN KURT (51), BERGE00 (42), sevki (51), fth (41), muhammetmustafa (44), bsapmaz (59), siyah_gül (36), ekrem144 (), Cicekci (37), rooster79 (45), mehmetx (44), furkan42 (42), yunus ata (61), GangstAdem (39), orhan06 (44), kamuran (51), dinimiseviyorum (39), esm (40), buzmavisi61 (58)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.62973 saniyede açıldı