0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » DİĞER DİNİ KONULAR » Gelin canlar bir olalım

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 4 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
_LaL_ su an offline _LaL_  
Gelin canlar bir olalım

838 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.03.2007
En Son On: 17.12.2010 - 23:47
Cinsiyeti: ----- 
"GELİN CANLAR BİR OLALIM”
Rabia SULUK / DEĞERLERİMİZ


Rasulullah (s.a.v) “Hayır, aksine siz o gün kalabalık fakat selin önündeki çerçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak sizin gönlünüze de vehn atacak” buyurur. Yine bir adam “Vehn nedir? Yâ Rasulallah” diye sorunca “Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir” der. (Ebû Davud, Melahim)

Efendimiz bizleri yüzlerce yıl öncesinden birlik ve beraberlik için uyarıyor. Ve çarpıcı bir tasvirle ayrılığın neticesini gösteriyor. Büyüklerden biri, “Saman çöpleri suya atıldığında bir süre birlikte yola devam edeceklerini sanırdım, fakat bizzat suya atınca gördüm ki, suya bırakmamla ayrılmaları bir oldu” diyor. Ne yazık ki geldiğimiz nokta tam da Efendimiz’in bizi uyardığı hal. İçerde ve dışarıda, özelde ve genelde birliğe ne kadar çok ihtiyacımız olduğu son Gazze olaylarında net olarak görüldü. 6 milyon 700 bin İsraillinin, 1.5 milyar Müslüman’a kafa tutmasını başka neyle açıklayabiliriz? Ülküleri doğrultusunda birleşmiş o insanlar 1.5 milyar saman çöpünü kolayca alt edebiliyorlar.
Efendimiz Müslümanlar’ı şöyle tanımlıyor: “Müminin mümine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.” (Riyazü’s Salihin). Ne oldu da bu tanımlamanın çok uzağına düştük? Ne oldu da hasımlar olduk birbirimize? Müslümanların birlik olmasına engel nedir? Benmerkezci tutumları mı, yoksa oyuna gelmeleri mi? Sebep her ne olursa olsun, onunla mücadele etmek zorundayız. Her türlü grubun üzerinde bir İslam kardeşliği çatısı bulunduğunu unutmamak gerekiyor. O büyük çatının altında birlik kuralınca yaşamayı öğrenmek zorundayız. Eğer o binada hır gür çıkarır, kavga eder, kardeşimizin dairesini yıkmaya, sökmeye, sarsmaya girişirsek bundan tüm bina zarar görür. Dışarıdan bakan o binayı tek ailenin, tek dairesi bilmeli. Aynı geminin yolcuları olduğumuzu akıldan çıkarmamalıyız. Komşu kamarada kalana kızıp onun kamarasında delik açmak, hep beraber batmaktan başka bir işe yaramaz.

ELLERİMİZİ VE GÖNÜLLERİMİZİ KENETLEMEYE MECBURUZ

Rabbimiz “Allah ve Rasulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider…” (Enfal, 46) buyuruyor. Efendimiz de (s.a.v) topluluğun rahmet, ayrılığın azap olduğuna dikkat çekiyor (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, İbn Ebi Âsım, es-Sünne). “Nefesler sayısınca Allah’a giden yollar var” denir. Herkesin mizacına uygun topluluklar içinde bulunması mümkün. Ama makro düzlemde hepimiz Müslümanız. Dağınıklıkla başa çıkabilmek için, sevgi ve saygıyla ya da en azından tahammülle nasıl birleşebileceğimizi araştırmalıyız. Yoksa hafif bir esintiyle yere kapaklanan yığınlar olarak kalırız. İncecik ipliklerin birlikte halatlar oluşturması gibi, müminlerin birleşmesiyle de karşılarında durulamayacak büyük bir güç oluşacaktır. Bundan korkanlar ha bire tefrika, fitne çıkaracak şekilde kin, düşmanlık tohumlarını boşluk bırakmadan serpmekte aramıza. Basiret sahibi müminler bu oyuna gelmemeli. Gelenlere karşı da şefkatle, hoşgörüyle muamele ederek aradaki ayrık otlarından kurtulup, büyük bir deste olmaya gayret sarf etmeli. Aksi takdirde lokmacıklar olarak birilerinin midesine kolayca kayıveririz. Allah’ın bizden istediği o tek ipe hep birlikte tutunmadıkça öncelikle bu dünyada bize rahat olmayacak. Ellerimizi ve gönüllerimizi kenetlemeye her zamankinden daha çok mecburuz. Müminlerin kuvvet ve başarısı bu kardeşlik bağının güçlendirilmesine bağlı. Bu noktada liderler, büyükler ve kanaat önderlerine çok ciddi görevler düşüyor.

ŞEYTAN ARAMIZI BOZMASIN

yrılığı tetikleyebilecek her şeyden özenle kaçınmalıyız. Sonuç getirmeyecek keskin tartışmalara girmemeliyiz. Birbirimize empatiyle, mütevazilikle, önyargısız yaklaşmalıyız. Üsluba özen göstererek kırmadan, kınamadan, iğnelemeden, sertleşmeden konuşmalıyız. Rabbimiz bu hususta “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar…”(İsra, 53) uyarısında bulunuyor.

S. Mübarek Erol konuya dikkatlerimizi şöyle çekiyor: “Dış saldırılar, savaşlar, tabii afetler, göçler, açlık, kıtlık gibi felaketler karşısında dimdik ayakta kalmayı başaran ecdadımız, ne hazindir ki tefrika sebebiyle birbirlerine düşmüşlerdir… Geriye dönüp baktığımızda ırk, coğrafya, mezhep, ideoloji, siyasi fikir, dünya görüşü gibi konuların insanlarımızı kışkırtıp çatışmaya dönüştürecek bir araç, malzeme olarak kullanıldığını açıkça görmekteyiz… Birlik ve dirliğimizi bozacak bu tür tuzaklara karşı uyanık olmak Müslüman ferasetinin gereğidir.”

Öte yandan birlikteliklerin ihlas ve samimiyetle kurulması gerekir. Aksi takdirde en ufak bir esintide, menfaat çatışmasında paramparça olup yıkılır. Bediüzzaman Said Nursi de böyle bir birliktelikle ne kadar büyük bir kuvvet kazanılacağını şöyle ifade ediyor: “…Manevi kuvvet sağlayan ihlas sırrını kazanmakla, dayanışmaya ve hakikate inanmaya muhtacız ve mecburuz. Evet, üç elif birleşmezse, üç kıymeti var. Rakamların sırrı ile birleşse, yüz on bir kıymet alır…” Müslümanlar, birlik olmayı başarabildiklerinde onların ne derece etkili bir güç olacaklarına tarih defalarca şahit oldu. Geçmişte yapılabilen bir şey tekrarlanabilir kuşkusuz. Aksi takdirde dağınık Müslümanların değerleriyle hayatiyetlerini sürdürmesi imkansıza yakın maalesef.

“SADECE BENİM GÖRÜŞÜM DOĞRUDUR” DEMEYE HAKKIMIZ YOK

Tefrikayı tamir için büyükler şöyle düşünmemizi tavsiye ediyor: “Benim fikir ve görüşüm doğrudur’ veya ‘daha güzeldir’ demeye hakkınız var, fakat ‘sadece benim görüşüm doğrudur’ demeye hakkınız yoktur.” Aslında İslam ahlâkını benimseyen ve tüm insanlara o şekilde muamele edenler hangi camiada olursa olsun birliği zedeleyecek her şeyden uzak kalabilir. Farklılıkların değil ortak paydaların ön plana çıkarılması müminleri birleştirmede etkili bir unsur. Rabbimiz “...Nice az sayıda bir birlik Allah’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir...”(Bakara, 249) buyuruyor. Allahın müjdesine kulak verip, üstüne kalbimizi koyarak ellerimizi uzatalım dostça ve ihlasla. İç ve dış düşmanların ince planlarla aramıza serptiği ayrılık ve düşmanlık tohumlarını, ancak bizler yine etkisiz hale getirebiliriz; kardeşlerimize yürekten sarılarak!..

Ekleme Tarihi: 22.10.2009 - 21:27
Bu mesajı bildir   _LaL_ üyenin diğer mesajları _LaL_`in Profili _LaL_ Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
ReYYaN su an offline ReYYaN  
RE: Gelin canlar bir olalım

288 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 18.08.2005
En Son On: 16.02.2010 - 19:24
Cinsiyeti: ----- 
Alıntı
Orijınalı _LaL_

"GELİN CANLAR BİR OLALIM”

Rasulullah (s.a.v) “Hayır, aksine siz o gün kalabalık fakat selin önündeki çerçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak sizin gönlünüze de vehn atacak” buyurur. Yine bir adam “Vehn nedir? Yâ Rasulallah” diye sorunca “Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir” der. (Ebû Davud, Melahim)

Efendimiz bizleri yüzlerce yıl öncesinden birlik ve beraberlik için uyarıyor. Ve çarpıcı bir tasvirle ayrılığın neticesini gösteriyor. Büyüklerden biri, “Saman çöpleri suya atıldığında bir süre birlikte yola devam edeceklerini sanırdım, fakat bizzat suya atınca gördüm ki, suya bırakmamla ayrılmaları bir oldu” diyor. Ne yazık ki geldiğimiz nokta tam da Efendimiz’in bizi uyardığı hal.

ELLERİMİZİ VE GÖNÜLLERİMİZİ KENETLEMEYE MECBURUZ

ŞEYTAN ARAMIZI BOZMASIN

“SADECE BENİM GÖRÜŞÜM DOĞRUDUR” DEMEYE HAKKIMIZ YOK

Rabbimiz “...Nice az sayıda bir birlik Allah’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir...”(Bakara, 249) buyuruyor.

Allahın müjdesine kulak verip, üstüne kalbimizi koyarak ellerimizi uzatalım dostça ve ihlasla.





Birlik olmaya cok ama cok ihtiyacimiz var.. Hemde dünkünden daha cok.. O günkünden daha cok..
Taifte taslanildigi gün kenetlenenlerden daha cok kenetlenmeliyiz agla

Cok tesekkürler kardesim..
Ekleme Tarihi: 22.10.2009 - 21:41
Bu mesajı bildir   ReYYaN üyenin diğer mesajları ReYYaN`in Profili ReYYaN Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Kardesim


GELİN CANLAR BİR OLALIM!
ANADOLU’NUN, yamalı bohça gibi bölük pörçük ve herbiri kendi başına buyruk Beylikler “kesret”inden kurtarılarak tek bir sancak altında bir “vahdet” kıvâmına erdirilmesi, Osmanlı Sultanlarımızın ilk ve en büyük ideali olmuştur. Bu, dâvâların dâvâsıdır; hayat-memat mes’elesidir!.. Anadolu Birliği, Osman Gâzî’den tâ Fâtih Sultânımıza kadar tam yedi pâdişâhın beşer tâkâtinin üstünde çırpınışlarıyla 180 yılda tam olarak te’sis edilebildi!.. Bu muhteşem “mega strüktür”ün kurulabilmesi için, elbette, bir düzenli arı kolonisi hâlinde liderlerinin çevresinde pervâne olan çiftçisi, esnafı, tüccarı, gâzîsi ve şehîdiyle en az 70 milyon vatan evlâdının da teri, kanı ve göz nuru gerekmiştir!.. Ve ayrıca, bu hizmetin ortaya koyduğu maddi karakterli “beyin ve bilek gücü”nü, bir “çifte kanat” kıymetiyle, mânâ plânında bütünleyen, dengeleyen ve uçuran “yürek gücü”nü temsîlen de, 70 bin âlim, mürşit ve velî’nin duâsı ve himmeti, devlet binâsının kâlbini ve rûhunu teşkil etmiştir!.. Yesevî’den Hacı Bektaş’a, Yunus’tan Mevlânâ’ya kadar gönül ordularının şanlı kumandanları, “Gelin canlar bir olalım…” veya “Gel, gel… kim olursan ol, yine gel!..” dâvetleriyle önce kâlpleri ve sonra elleri birleştirip kenetlemiş, böylece, “İ’lâ-yı kelimetullah” dâvâsının sancağı Anadolu ve Rumeli ufuklarında “şafaklar gibi” dalgalanmıştır!.. Evet… Devlet, böyle ulvî bir dâvânın hizmetkârı olabilirse, ismi “Devlet-i Âlîye” olur; başkentine “Der Saâdet” denir ve İki Cihan Sultanı’nın bendesi olmakla, O’nun ayak izini tâcında taşımakla ve o kadem’e yüzünü sürmekle şereflenen hükümdarlara kavuşabilir!.. Evet… “Gül-i gülzâr-ı nübüvvet, O kadem sahibidir!..” NE ZANNEDİLİYOR?! Böyle âsumanî yükseklikleri hedefleyen “seren direkleri”ne sâhip olmadan, kuru bir bilim ve kaba bir ekonomik güç ile “devlet” denilen gemi, beşeriyeti alıp saâdet sâhillerine, şefkât körfezlerine, merhamet limanlarına ulaştırabilir mi? Teknoloji ve para, tek başına, ancak korsan gemilerinin kurukafalı siyah bayraklarını uçuşturmaya yetecek rüzgârı sağlayabilir!.. İşte bakın!.. Azalır gibi olan, yön değiştiren fakat bir türlü kesilmeyen şu “inkâr-ı ulûhiyet” fırtınası, korsanların yelkenlerini şişirmiş!.. Bir gözü gerçeklere kör ve kapalı ve bir eli hep almaktan çolak ve çelik kancalı korkunç haydutlar, kanlı küpeştelerinde, mazlûm insanlığı ürperten nârâlarını pervâsızca savurmakta!.. … Uzun söze ne hâcet… Tâlip olduğumuz ve vazgeçemiyeceğimiz “birlik,” elbette akbabaların, sırtlanların… en hafifinden yeme üşüşen ve yem bitince uçuşup dağılıveren açıkgöz serçelerin birliği değil!.. Belki, Yunus’umuzun “zehirle pişmiş aşına” diz çöküp kaşık sallayanların birliği!.. ANKARA SAVAŞI VE FETRET DEVRİ YILDIRIM Bâyezid Sultânımız, şehzâdelerini, paşalarını ve akıncı beylerini sultanca organize ederek, en hızlı vasıtanın “at” olduğu bir devirde sanki “tayy-i mekân” sırrıyla mülkün her köşesine “yıldırım” gibi yetişerek, bir yandan Candaroğlu, Germiyan, Saruhan, Menteşe, Aydın, Hamitoğlu, Karamanoğlu… gibi pek çok beylikle mücâdele ederek “Anadolu Birliği”ni taş taş inşâ ederken, diğer yandan da Rumeli fütuhâtını büyük bir hızla yürütüyordu… Yeni diyarlara Osmanlı İdarî Teşkilatını, ümranı, adâleti ve huzûru getirerek şehirlerle birlikte gönülleri de fethediyordu… Tersaneler kuruyor, Akdeniz’e açılıyor; Ceneviz ve Venedik baskısını kırmaya çalışıyordu… Bunlar yetmezmiş gibi ara yerde “ur” gibi kalan Bizans’ı kontrol ve muhâsara altında tutması gerekiyordu. Zira Bizans, cihânın en dinamik ve netameli bölgesinde 17 uzun asırdır hayat sürdürebilmiş, yaşamak için her yolu bilen, yedi canlı ve elbette üzerine gelen için çok tehlikeli, çetin bir devletti!.. Küçük ama çok zehirli bir “engerek!..” Politik ustalıklarıyla 150 yıl boyunca Osmanlı’ya rahat yüzü göstermemiştir!.. Evet… Yıldırım, Anadolu Birliğini büyük ölçüde tamamladı, Rumeli sınırlarını genişletti… Bizans’ı dört kere kuşattı, Anadolu Hisarını inşâ ettirdi… Son kuşatmasında Bizans tam pes edecekken, Doğu’dan gelen Timur tehlikesi bütün plânlarını alt üst etti… Aslında, Timur ve Yıldırım “küffara karşı” ittifak çâreleri aramışlarsa da, kendilerine iltihak etmiş bazı Beylerin tahrikiyle, ifsat ve dedikodu kazanı köpürtüldü ve iki sultanın arası gitgide soğudu, sertleşti!.. Muzır mâniler… “İttihad-ı İslâm” idealinin gerçekleşmesi için Yavuz’a kadar yüz yıl daha zaman gerekiyordu; şartlar henüz olgunlaşmamıştı!.. Erken bir “ya sen, ya ben!..” iddiası, nefsî olmaya yakındı; “vahdet”e değil, ihtilâf ve tefrîkaya sebepti!.. Ah, ne olurdu… Yıldırım’ın ve Timur’un birer Akşemseddin’i, birer Kemâlpaşazâdesi olsaydı!.. Ancak, onlar “Vakt erişti hefte vü eyyâm ile” sırrıyla vâde tamam olunca, tam da vaktinde geleceklerdi; yani, gönderileceklerdi! GERİSİ; 28 Temmuz 1402’de Timur’un 160.000, Yıldırım’ın 80.000 kişilik ordularının birbirini kırması!.. Onbinlerce şehit, yaralı, esir… Peşinden, yanan şehirler, yıkılan nice hânümân… Azim bir felâket!.. Yıldırım Hân’ın esâreti ve 9 Mart 1403’te vefâtı!.. Anadolu Beyliklerinin, yere dökülen cıva gibi, taneciklere ayrılması… Şehzâdelerin taht mücâdelesi… Fetret Devri!.. Sil baştan; yüz yıllık emeğin boşa gider gibi olması… “Gibi” diyoruz; çünkü emekler büsbütün boşa gitmemişti… DOĞRULUŞ, DİRİLİŞ... VE YOLA DEVAM!.. İSTİRAHAT için dağılmış bir taburun, bir “toplan!” borusuyla tekrar ve kolayca eski düzenine girivermesi gibi, Çelebi Mehmed’in padişahlığı ile Osmanlı’nın merkezî otoritesi 11 sene gibi kısa bir zamanda yeniden teessüs etmiştir!.. Birliğin devamı ve taht kavgalarının önlenmesi için o günün zor şartlarında uygun görülmüş, ama sonradan çok tartışılacak olan “kardeş katli” seçeneğine karar verilmiştir!.. Neyse ki, Yıldırım Bâyezid’in başlattığı ve Fâtih’in kanunlaştırdığı bu sert çözüm, sonradan terk edildi; saltanatın “ekber/en büyük oğula” ve daha sonra da “hanedânın en yaşlı erkek mensûbuna…” verilmesi hükmü getirildi… Fetret, Bizans için elbette bir hayat iksiri oldu; ömrü 1453 yılının 29 Mayıs sabahına kadar 50 yıl daha uzadı… Rumeli’de ise fazla bir toprak kaybetmedik. Zira, Haçlı hükümdarlar Niğbolu’nun yıldırıcı tesiriyle uzun süre ordu toplamaya kalkışamadılar!.. Sivil halk zaten hâlinden çok memnundu; hayâl bile edemeyecekleri şefkât, adâlet ve refaha Osmanlı idaresiyle kavuşmuşlardı… Fetret Devrinin kolayca atlatmamızın diğer bir sebebi ise, uç beylerimizin sadâkati ve dirâyetidir... II. Murat ve Fâtih ile Anadolu Birliği perçinlendi; Bizans temizlendi… II. Bâyezid ise fetihleri sürdürmekle birlikte, yol, köprü gibi stratejik alt yapıyı tamamladı; ateşli silâh sanayiini geliştirdi… Yavuz Selim Hân’a her yönüyle “süper” bir devlet teslim etti!.. Saklı Tarih, Bâyezid-i Velî’nin bu başarılarını görmezden gelmeye devam etsin bakalım… Yavuz, önce Çaldıran zaferiyle Şiî-Sünnî meselesini siyasî zeminden kurtardı; bölücülük konusu olmaktan çıkardı; farklılıkların düşmanlığa dönüşmesini büyük çapta önledi… Sonra, Mısır’ı fethederek “İttihad-ı İslâm” dinamosunun “İstanbul-Kahire” kutuplarını birleştirdi; Hilâfet Sancağı’nı da kendi arslan pençeleriyle tutup kaldırarak Cihân Hâkimiyeti tâcını şerefli başına geçirdi!.. OSMANLI, “Mutluluklar Devleti”dir!.. “O bitti; dünyanın sefâsı gitti, kederi kaldı…” Evet… Beşeriyet “bir kemik, bir deri kaldı!..” Onun sancağının gölgesinde her dinden, her mezhepten milletler “Osmanlılık” rozetini göğüslerinde iftiharla taşımış, bir arada bir obada, karşılıklı sevgi ve saygı içinde 600 yıl süren bir barışın baharını yudumlamıştır!.. … Evet… “Ayrışma ve bölünme”nin öldürücü vehâmetini ve “birlik ve beraberliğin” hayat bahşeden vazgeçilemez değerini “sesli ve görüntülü” olarak beyan etmeye gayret ettik… Zaman zaman kalemimizin ucu biraz sertleştiyse de, bu, Saklı Tarih’in vurdumduymazlığını dengelemeye yetti mi; hâlâ şüpheliyiz. Genç evlâtlarımız için tarihimizdeki bazı tatlılıklardan ve bilhassa acılıklardan biraz mayhoş fakat şifâlı şerbetler süzmeye çalıştık… “An-karîbi’z-zaman” bütün beşeriyetle birlikte, “kevser” misâl zaferli, saâdetli ve müjdeli bir istikbâli kana kana yudumlama niyâzı ile… “İçtim onu oldu cismim Nûr’a gark Edemezdim kendimi Nûr’dan fark!..” n
İbrahim Erdinç Şumnu……..
Ekleme Tarihi: 22.10.2009 - 21:58
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Dai su an offline Dai  

922 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 06.10.2008
En Son On: 12.09.2010 - 23:07
Cinsiyeti: Erkek 
paylasim icin Allah razi olsun lal kardesim

müslüman müslümanligini bilmedigi
kisi kendini-bendini bilmedigi
sevdiklerinide Yaradandan ötürü sevmedikce
BiRLiK
BERABERLiK cok zor
KENETLENMEK dahada zor

Yüce Mevla cümlemize islam suuru versin insAllah


Bu mesaj 1 kez ve en son boykotcu tarafından 22.10.2009 - 21:59 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 22.10.2009 - 21:59
Bu mesajı bildir   Dai üyenin diğer mesajları Dai`in Profili Dai Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1495 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
husameddin (47), halk yolcusu (37), Habibetti21 (37), aysani (50), kardelen__571 (35), hasan_el_benna (42), aslanþamil (44), caylak ali osma.. (51), vural (50), mero (), ByNet (54), enginbey (49), veleye5 (28), yazitura (45), betulonur (41), NiSA (47), aliavlamaz (37), adler42 (46), 0730sahin (43), ercan58 (41)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.82520 saniyede açıldı