0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » TARİH / SİYASET / EKONOMİ » OSMANLI TARİHİ ve MEDENİYYETİ » Bilgisayarın babası Cezerî Diyarbakır

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 4 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Bilgisayarın babası Cezerî Diyarbakır

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Bilgisayarın babası Cezerî Diyarbakır
8 asır önce otomatik sistemi kuran ünlü müslüman Türk bilgini Teknik âlemin semasında bir güneş gibi parlayan Cezerî(1) 1136 yılında Diyarbakır´da doğdu. Asıl adı "Bediüzzaman Ebü´lİz bin İsmail bin Rezzar´dır. İslâm âleminde en büyük mekanist ve teknikçidir. Artuk oğulları döneminde yaşayan Cezerî, otomatik sistemleri 8 asır önce kurdu ve tarih boyu görülmedik keşif ve icatlarda bulundu.
Otomatik saatler, kendi kendine öten tavus kuşları, robot filler, otomatik olarak hareket eden, kendi kendine bazı işler gören robotlar ve daha nice şeyler yaptı. Sibernetik ilminin temellerini atan bilginlerimiz arasında Sabit bin Kurra, Musa bin Şâkir kardeşleri de görüyoruz. Fakat çağlar boyu, teknik ve medeniyet dünyasında, günümüz bilgisayarını netice veren çalışmaların sahibi Cezerî´dir.
Sibernetik: Haberleşme, kontrol, denge kurma ve ayarlama ilmidir. Bu ilim, insan ve makinelerde karşılıklı bilgi alıverişi, kontrol ve denge durumunu incelemektedir.
Zamanla bu ilim gelişti ve elektronik beyinler ve otomasyon sistemleri ortaya çıktı. Bu sebeple bilgisayarın babası Cezerî´dir demek, hakkı sahibine teslim etmektir. Yunuslayın bir gönül eri olan Cezerî, sibernetiğin temellerini attığını, bilgisayarın babası unvanını alacağını bilmiyordu.

BİLGİSAYARIN (KOMPÜTERİN) BABASI
Cezerî, bilgisayarın babası kabul edilen İngiliz matematikçi Charles Babbage´den (17921871) tam 6 asır önce aynı sisteme dayalı otomatik âletler yapmış ve bunları çalıştırmıştı.
Cezerî´den 8 asır sonra gelen ve sibernetiğin öncülerinden sayılan İngiliz Prof. Ashby Ross, ancak 1951´de "üstün denge durumu"nu ortaya atıp bu sistemden söz edebilmişti.
Sibernetik ve otomatik sistemi; Fransızlar Descardes ve Pascal´la, Almanlar Leibniz´le, İngilizler de R. Bacon´la başladığını söyleseler de aslında sibernetik ve bilgisayar fikrini ortaya koyan ve bilim dünyasına kazandıran ilk bilgin Cezerî´dir. Otomatik olarak çalışan sistemler arasındaki dengeyi o kurdu.
Günümüz fizik ve mekanikçileri "ısı etkisiyle haberleşerek denge kurma" sistemini, ilk olarak J. Watt´ın 1780 de regülâtörü keşfiyle başladığını söylerler. Halbuki, bunun da yine Cezerî´ye dayandığını, onun ünlü eseri Kitâbü´l Hiyel´in(2) 171. sayfasındaki şekilde açıkça görüyoruz. Burada regülâtörün bir şekli, bir kuşun hareketiyle karşılıklı haberleşerek ayarlanmaktadır.
Prof. Kazım Çeçen, bu eserin mühendislik açısından da çok büyük değer taşıdığını, bugün bile takdirle karşılandığını belirtir. Cezerî´nin eserleri sadece otomatik sistem değil, aynı zamanda mimarî alanda da kendini göstermektedir. Köprüler, hanlar, hamamlar gibi eserlere de imza atmıştır. Cezerî, Kitâbü´lHiyel´in hazırlanışını şöyle anlatır:
"Bismillahirrahmanirrahim. Allah´ım, rahmetinle kolaylaştır. Gökleri yaratan, yerlere hikmetinin sırlarını yerleştiren Allah´a hamd ve sena olsun. Göklerde ve yerde ne varsa, O´nun âleminin bir nüshası ve Allah´ın büyüklüğünün açık delilidir. Allah´ın öğrettiğine hamd ederim ve O´ndan ilim nimetinin daha fazlasını isterim. Bu isteğim, onun hikmetine vakıf olmak maksadıyladır.
Allah´ın ihsanlarını ve nimetlerini karşılayacak kadar çok hamd ederim.
İnsan neslinin en şereflisi olan Efendimiz Muhammed Aleyhisselâm´a, âline, ashabına ve ona tâbi olanlara salât ve selâm olsun.
Önceki bilginlerin eserlerini inceledim; dağınık bilgileri tasnif ettim. Nihayet nakillerden kurtuldum. Problemlere kendi gözümle bakabildim. Israrlı çalışmalar sonunda bu değerli fende ilerlemeye başladım. Zamanla çabalarımın semeresini almayı ve birçok fenleri meydana çıkarmayı başardım.
Fakat öyle güçlüklerle karşılaştım ki, emeklerimin heba olmasından korktum. Sonra çalışmalarımı Diyarbakır Meliki Ebü´lFeth Mahmud´a arz ettim. O, "Bunca emeği zayi etme! Yapılan bu değerli plan ve çizilen şekilleri içine alan bir kitap yaz." dedi.
Bütün gayretimi sarf ederek yazdım. Nihayet 6 bölüm ve 50 şekilden oluşan bu eser meydana geldi. Şekillerin keyfiyet, kemiyet ve çalışmaları hakkında yeterli izah yazdım. Kolay anlaşılması için onları harflerle belirttim."

Eserin Özellikleri:
Eserde otomatik cihazlar, kendi kendine öten tavus kuşları, robot filler, otomatik saatler, ele su döken robot insan ve mühendislikle ilgili birçok âletlerin plân ve işleyiş şekilleri hakkında bilgiler verilmiş. Kitaptaki şekil ve sistemler incelendiğinde Cezerî´nin aynı zamanda büyük bir su mühendisi olduğu görülür.

DEĞERİ ASIRLAR SONRA ANLAŞILAN BİLGİN
Kitap, kısmen ve ilk defa E.Wiedemann ve F.Hauser tarafından Almanca´ya çevrilip 19081921 seneleri arasında yayınlandı. 1974´te Donald R.Hill, eserin tamamını İngilizceye tercüme edip bastırdı.

Su Gücünü Kullanma:
Cezerî devrinde elektrik yoktu. Yaptığı cihazları su gücü ve yerçekimi gücüyle çalıştırdı. O çağda suyun azlığına, imkânların kıtlığına rağmen çok güzel hidro mekanik sistemle çalışan makineler yapmış olması, onun sibernetik sahasındaki şöhretini göstermektedir.
Bu gün motorlu vasıtalarda kullanılan kırank milini ilk defa Cezerî kullanmıştır. Ve tarihten gelen yüksek mühendisliğin Cezerî´de zirveye ulaştığını görüyoruz. Eserde metal döküm tekniğine ait bilgiler, çağları ve çağdaşlarını aşan çok ileri bir mühendislik seviyesini belgelemektedir.
Büyük bir kısmı bugünkü Avrupa mühendislik terminolojisine giren makine parçaları üzerine yaptığı çalışmaların en önemlileri şunlardır:
Konik vanalar, kapalı kum kutularında pirinç ve bakır dökümü, tekerleklerin balansı, ahşap şablon kullanılması, âletlerin kâğıttan maketlerinin yapılması, gerçek anlamda emme borusunun kullanılması vs. Bunların bir kısmının asırlar sonra Avrupa´da âdeta yeniden keşfedilmesi bilinen tarihî bir gerçektir. Kum kutuları ile döküm Avrupa´da 1500 yıllarında başlamıştır.
Tarihî kaynaklar, buharlı otomatik sistemleri 1780 yılında İskoçyalı mühendis James Watt tarafından icat edildiğini belirtir. Halbuki buharlı otomatik sistemler J.Watt´an tam 780 yıl önce yani 1206´da ilk defa Cezerî tarafından gerçekleştirilmiştir.
Cezerî´nin makinelerinden sadece biri, su çarkı ile işleyen tulumba, modern mühendisliğin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Onun su saatlerinden biri, Dünya İslâm Festivali için Londra Bilim Müzesi´nde, diğeri de İstanbul Teknik Üniversitesi´nde yeniden yapılıp çalıştırıldı.
Dünyaya parmak ısırtan Cezerî ve eseri hakkında ülkemizde ilk defa değerli araştırmacı İ.Hakkı Konyalı söz etmiş ve Diyarbakır´da çıkan "Kara Amîd" dergisinin 1969 yılı 5. sayısında "8 asır Önce Türk Sarayları Makineleşti" başlıklı bir yazı kaleme almıştı.
Artukluların saraylarında otomatik makineler (robotlar, insan gibi yürür, misafirleri karşılar ve şerbet ikram ederdi) kullandığını nakledip, bu tarih, kültür ve sanat hazinesine ilgililerin dikkatini çekmişti. Heyhât!..
İngilizce yayınlanan Nature dergisi de Mart 1974 sayısında Cezerî´yi ele almış, Kitâbü´lHiyel´deki bir şekli kapağına koymuş ve şu satırlara yer vermişti: (12. yüzyılda Müslüman Mühendisliğin doruğuna erişmiş Cezerî).
Kitâbü´lHiyel´in bir nüshası 1978 yılında Londra´da Hagop Kevorkyan Vakfı tarafından 16000 sterline satın alınmıştı. Eseri, başta Almanlar olmak üzere birçok batılı araştırmacı inceledi. Uzun etütler, makaleler yazıldı, kritiği yapıldı. İngilizce özeti ve Arapça olarak basıldı.
Cezerî´nin eseri üzerinde Alman´ı, nice profesörüyle uzun incelemeler yapar; İngiliz´i, bir nüshasını nice milyara satın alırken, maalesef kendi bilginimizin bu bîhemtâ eseri Türkçeye tercüme edilmedi. Bu yüzden otomatik makinelerin çalışması hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Cezerî´nin eserinde tarif ettiği makinelerden bir kısmı Wiedemann tarafından yapılıp işletildi. Bu makineler hâlen Almanya´da Erlangen Üniversitesi´ndedir. Bu gün İngiliz ve Amerikalı bilginler de bu makinelerden faydalanıp yeni eserler yapma çabasındalar.
Bilginimiz Ebü´lİz´i zamanında mühendislerimize tanıtsaydık, bilgisayarı batılılardan çok önce geliştirmiş olacak ve bugün onu elde etmek için yığınla servet ödemek zorunda kalmayacaktık.
Evet, sibernetiği kuran, ilk robot yapıp çalıştıran, bilgisayarın babası Cezerî´yi rahmet ve şükranla anıyoruz.
el–Hiyel: (kökü hile, desise, tuzak, oyun, manavra) mânalarına delâlet ettiği gibi, gizli ilimler ve büyü ile daima ilgi içinde olmuştur..
DİPNOTLAR:
1. Cezerî – Cezîre (ada), Fırat ile Dicle arasındaki
bölgeye verilen isimdir.
2. Kitâbü´l–Hiyel, Topkapı Müzesi kitaplığı, no: 347
Ekleme Tarihi: 24.06.2009 - 02:39
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Gökyüzünde Kanat Çırpan İlk Kişi

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Gökyüzünde Kanat Çırpan İlk Kişi,
Bir “Türk” Kâşifi Olan Hezârfen Ahmed Çelebi’ydi!..
On yedinci asrın ortalarında, Sultan Dördüncü Murâd Hân döneminde yaşamış olan Hezârfen Ahmed Çelebi, 10. yüzyıl Türk bilginlerinden İsmâil Cevherî’nin kanat takıp uçma girişimini dikkatle incelemiş; kendisinden yedi asır önce bunu gerçekleştirmeye çalışırken gökten düşüp fecî şekilde can vermesinden çok etkilenmiş, onun yarım bıraktığı bu işi tamamlamaya azmetmişti!..
Bu hislerle yola çıkan Hezarfen Ahmed, zihninde tasarladığı büyük uçuşu gerçekleştirmeden önce, “Ok-meydânı minberi üzere, yıldız rûzgârı şiddetinde kartal kanatlarıyla sekiz-tokuz kerre” gökyüzünde kısa mesâfeli uçuşlar yaparak “ta‘lîm idüp”,(1)bugünkü ilim âlemince varlığında kuşku duyulmayan, havacılık târihinin basit yapıdaki ilk “plânör”ünü îcâd ederek, gökyüzünde uzun müddet kalabilmesini sağlayacak mekanizmayı tespit etmişti. Büyük uçuş için gerekli hazırlıklar tamam olunca, “Sultân Murâd Hân Sarây-burnı’nda, Sinân Paşa köşkinde temâşâ iderken, Galata kullesinüñ tâ zirve” noktasına çıkıpsür’atle kanat çırpmaya başlayan “Ahmed Çelebî, lodos rûzgârıyla uçup” İstanbul Boğazı’nın karşı tarafına geçmeyi başarmışagla2) “Üsküdâr’da, Doğâncılar meydânına düşdügi” açıkça sâbit olunca “Dünyânın ilk uçuş denemesini yapan Türk” vasfını almaya hak kazanmıştı.(3)
Hezarfen Ahmed Çelebi’nin bu büyük keşfinden çok etkilenen Dördüncü “Murâd Hân, bir kîse altûn ihsân idüp Hezârfen Ahmed Çelebî’yi” hakkıyla taltif etmişagla4) ancak devletin ciddî buhranlar yaşadığı, fitnelerle ve kargaşalarla sarsıldığı bir dönemde bulunmaları nedeniyle, onun bu buluşunu müsbet yönde kullanabileceği gibi, fesadçıların tesiriyle menfî yönde de kullanabileceğini düşünerek, “Ahmed Çelebi hakkında Murâd Hân: ‘Bu âdemden pek havf idilür (korkulur)! Kim her ne murâd idinse elinden gelür!’ deyû Cezâyir’e” sürgüne göndermişti.(5) Pâdişâh’ın emriyle Cezâyir’e yerleşen Hezarfen, hayâtının sonuna kadar Cezâyir’de bulunmuş ve “ânda merhûm” olmuştur.(6)
Ekleme Tarihi: 24.06.2009 - 02:41
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Lâgarî Hasan Çelebî

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Lâgarî Hasan Çelebî,
Yaptığı İlk “İnsanlı Füze”ye Binip Sarayburnu’ndan İhtişamla Göğe Yükselmişti!..
Evliyâ Çelebi’nin “Seyâhat-nâme”sinde naklettiğine göre; 1042 (H. 1632) yılında Sultan Dördüncü “Murâd Hân’uñ ‘Kaya Sultân’ nâm bir” kız çocukları “vücûda geldükde,”(7)İslâm kâideleri gereğince kurban kesilip “‘akîka olduğı gice”, pâdişâhın emriyle Topkapı Sarayı’nın kıyı tarafında büyük bir şenlik düzenlenmişagla8) şenlikte sanatında mâhir pek çok sanatkâr ve ilmini-irfânını icrâda ustalık sâhibi nice üstâdlar toplanıp mahâretlerini birer birer sergilemişlerdi.(9) Bu ilim ve sanat erbâbı arasında “Lâgarî” lâkaplı, “Hasan Çelebî” adında(10) öylesine akıllı ve yetenekli bir Türk kâşifi vardı ki; o gece büyük bir ihtişamla İstanbul halkına yeni “keşf”ini tanıtacak ve ismi târih sayfalarına altın harflerle yazılacaktı!..
Şenlikler başlayıp sâhil kenarına pâdişâh tahtı kurulduktan; Saray halkı toplanıp müslüman halka ihsanlar dağıtıldıktan sonra, “bu Lağarî Hasan elli vokıyye (okka) barûd ma‘cûndan yidi kollu bir fişeng îcâd idüp”,(11) bütün gözler kendisine çevrilmiş olduğu hâlde, yardımcılarıyla birlikte cihân pâdişâhın huzûruna geldi.(12) Târihin ilk “İnsanlı füze” denemesini görmek üzere toplanan İstanbul halkının şaşkın bakışları arasında; “Sarây-burnı’nda, hünkâr huzûrında, deryâ üzere fişege Lağarî binüp” önce Murâd Hân’ı selâmladı,(13) sonra da “‘Pâdişâh’um! Seni Hüdâ’ya ısmarladum, ‘Îsâ nebî ile kelimâta (söyleşmeye) giderüz!’ deyû” lâtîfeler ederek(14) son hazırlıklarını tamamladı. Herkes nefesini tutmuş vaziyette beklerken, verdiği işâretle birdenbire “şâkirdleri fişege âteş idüp”,(15) Lâgarî Hasan kopan büyük bir gürültünün ardından sür’atle göğe doğru yükselmeye başladı.(16) O âna kadar hiç kimsenin görüp işitmediği bu ihtişam dolu manzarayı seyreden Pâdişâh’ın ve halkın heyecânı artık doruk noktasına ulaşmıştı. Lâgarî Hasan Çelebi bulutlar arasında ilerlerken “dahî yanında olan fişenglere âteş idüb” hızına hız katıyor,(17) füzenin çıkardığı gözkamaştırcı parıltı baştan başa bütün “deryâyı” aydınlatıyordu.(18) Bu müthiş gösterinin ardından “bam kolında fişeg-i kebîrün (büyük fişeğin) barûdı kalmayup”, Lâgarî Hasan Îsâ Aleyhisselâm’a düzenlediği ziyâreti tamamla¤¤¤¤¤ “zemîne” doğru inerken,(19) herkes “Şimdi ne olacak?” dercesine telâşla birbirine bakındı; tam bu esnâda Hasan Çelebi birden “ellerinde olan kartal cenâhların açup”, gökyüzünden süzülerek aşağı doğru inmeye başladı.(20) Dünyânın ilk insanlı “füze”siyle göğe yükselen Lagarî Hasan Çelebi; şimdi de Hezarfen’in keşfettiği,(21) yine bir Türk îcâdı olan “paraşüt”le ağır ağır yeryüzüne iniyordu.(22) Nihâyet “Sinân Paşa kasrı öñinde deryâya düşüp”, boğaz sularında ıslanan dış elbiselerini üzerinden çıkararak,(23) “‘uryânen (çıplak vaziyette) pâdişâh huzûrında zemîni” öptükten sonraagla24) bu müthiş “keşf”i başarıyla tamamlamış olmanın verdiği keyif ve neşeyle; ‘Pâdişâh’um! Îsâ nebî Pâdişâh’uma selâm itdi!’ deyû” şakasını tekrarlayıp, bu hüneriyle pâdişahın ilgi ve sevgisini kazandı.(25)
Osmanlı’ya kin kusmayı, pervâsızca saldırıp durmayı mârifet sanan zamâne “aydın”larının (!) iddia ettiği gibi, Sultan Dördüncü Murad Han Lâgarî’nin “kellesini” kestirmedi; aksine ona “bir kîse altûn” ihsân etti.(26) Üstüne üstlük, pâdişahların ilim ve medeniyet düşmanı (!) olduklarını iddiâ eden sivri dilli soytarılara nisbet edercesine, “yitmiş akça ile” onu bir de “Sipâh” ocağına kaydettirdi!..(27)
Dördüncü Murâd Hân tarafından büyük bir ilgi ve rağbet gören Lagarî Hasan Çelebi, Pâdişâh’ın yanında bir müddet daha kaldıktan sonra; “Kırım’da, Selâmet Giray Hân’a gidüp ânda merhûm” oldu.(28) Bu büyük keşiften bizi haberdâr eden Evliyâ Çelebi, “Rahmetli yâr-ı ğâr-ı sâdıkımız idi.” diyerek,(29) Lagârî Hasan’ın kendisinin çok yakın bir dostu olduğunu haber vermiştir.
Ekleme Tarihi: 24.06.2009 - 02:42
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Mîmar-başı İbrâhim Efendi

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Mîmar-başı İbrâhim Efendi’nin
Timsah Sûretindeki İlk “Denizaltı”sı:
Seyyid Vehbî’nin “Sûr-nâme’-i Hümâyûn”unda zikrettiğine göre; Sultân Üçüncü Ahmed’in 1719 (H. 1132) yılında, şehzâdeleri için tertip ettirdiği sünnet şenliklerinin on dördüncü gününde(30) göze çarpan acâip ve “ğarâ’ib” işlerin en büyüğüagla31) “mi‘mâr-ı sâbık İbrâhîm Efendi’nüñ” muhteşem san’atını icrâ ederek, bizzat kendi eliyle inşâ ettiği “Timsâh sûreti idi.”(32) Mîmar-başı’nın icâd ettiği bu balığın “gâh” timsah “nakş”ına bire bir benzeyen dış görüntüsü ve “üç çifte bir perdeye mümâsil” uzunluktaki iri “cüsse”siagla33) “gâhî” organlarının ve kıvrımlarının gerçek bir timsahmış gibi hareket edip yürümesi onu seyredenleri hayrete sürüklüyoragla34) hattâ bu muhteşem esere baktıkça, İbrâhim Efendi’nin bu timsahı inşâ şekline “vâkıf” ve nasıl yaptığından haberdar “olanlar dahî: ‘‘Aceb fi’l-hakîka (hakîkaten) timsâh mıdur?’ deyû” şüpheye düşüyordu.(35)
Mîmar-başı İbrâhim Efendi’nin yaptığı bu timsah, aslında Avrupa’lıların bize yıllardır “kendi icatları” diye yutturmaya çalıştıkları, bizim de inanıp bugüne kadar öyle olduğunu zannettiğimiz; bütün ayrıntılarıyla tasarlanmış ilk Türk “denizaltı”sıydı!.. Dünyânın timsah sûretindeki bu ilk “denizaltı”sı kimi zaman “deryâ”nın derinliklerine dalıyor, kimi zaman denizin üzerinde “zuhûr” ediyorduagla36) kimi zaman ortaya çıkıyor, kimi zaman gözden kayboluyordu.(37) Bu şekilde “âheste âheste, Sâhil-sarâyı karâr-gâh”ında oturan cihân “Pâdişâh”ının huzûruna kadar geldi,(38) tam “nîm (yarım) sâ‘at mikdârı hareket”ine devâm ederek denizin altında uzun bir mesâfe katetti.(39) Denizaltı’nın bu şaşırtıcı hâli, hayret dolu bakışlarla kendisini seyreden halkın şaşkınlığına şaşkınlık katıp, onları daha büyük bir hayranlığa sevketti.
Denizin üzerinde yüzmeye devâm eden timsah, Sâhil Sarayı’nın önüne iyice yaklaşıp, Pâdişâh’ın huzûrunda tekrar “deryâya taldı ve balık batdı”,(40) ancak bu kez tamâmen gözden kaybolup uzun müddet ortaya çıkmadı.(41) İstanbul ahâlîsi olup-bitenlere bir türlü inanamamıştı, çünkü o devirde “bu mertebe san‘at halka” hakîkaten fazlaydı.(42) Gördükleri manzarayı nefes bile almadan seyre koyulmuşlar, “hayret” bile “idemeyüb” oldukları yerde kilitlenip kalmışlardı.(43) O devirde insanlık âleminin gözünde değil gerçeği, hayâli bile “müşkil” gözüken bu büyük keşfi ustalıkla gerçekleştirmesi, bu usta “mi‘mâr”ın “da‘vâsı”nın büyüklüğünü anlamak için yeterliydi!..(44)
Marmara Denizi’nin derin sularına dalan timsah tekrar suyun üstüne çıkınca, içinden çıkan “rakkas”lar önce ellerini çırparak raks etmeye başladılaragla45) sonra “deryâ”nın bir ayağında timsahla birlikte yeniden gözden kayboldular.(46) “Bu hâlet bir sâ‘at kadar müddete bâliğ (varır) oldukda”, âdetâ “nazar-gâh-ı Pâdîşâhî” hâline gelen denizaltı bütün ihtişâmıyla bir kez daha ortaya çıktı ve deniz yüzünde kıvrak hareketler yapmaya başladı.(47) Nihâyetinde bir gemi gibi “deryâ” kenarına demir attı ve “ağzından beş nefer şahs” çıkıp gösteriyi tamamladı.(48)
Meğer İbrâhim Efendi dış yüzünü “balık resminde” bezediği denizaltının “kâyık” biçimindeki zemînini katranla su geçirmez hâle getirmiş,(49) ortasında açtığı küçük pencereleri, su almasını önlemek için çadır “sûret”inde “ikâme” etmişagla50) bu cezbedici gövdeye bağlı, gerektiğinde gövdenin suyun içine batıp-çıkmasını sağlayacak, ağırlık çekici birtakım âletler îcâd etmişti.(51) Bu denizaltını inşâ ederken “tedârükini” görmeyi de ihmâl etmeyip,(52) “deryâ” altına gövdeyi birdenbire dışarı fırlatacak araçlar “âmâde eyleyüb”,(53) bunları “vakt”i geldiğinde kullanılmaya hazır hâle getirmişagla54) dış tarafına ise, su altında nefes almış “olmağiçün, biş-on kadar yilpâzeyi” anımsatan, “ucları sudan bâlâda (yukarıda)” aspiratöre benzer bir iç havalandırma sistemi eklemişti.(55) Mîmar-başı bu sistemin gövde üstünde çirkin durmaması gerektiğini düşünerek, sistemin dışa sarkan uçlarını da gövde üzerine konmuş kuşlar sûretinde îmâl etmişti.(56) Denizaltının bir tarafına da “içinde iş görmiş, gûyâ deryâda mutbah” vazîfesi görecek, yemekler “kaynadub pilâv ve zerde pişür”ecek bir bölüm ilâve etmişti.(57) Nitekim gösterinin sonunda, İbrâhim Efendi’nin yardımcıları timsahın ağzından birer birer çıkarken, suyun altında pişirdikleri bu “pilâv ve zerde”yi “tabla”lar içinde halka ikrâm edeceklerdi!..(58)
Bu bilgiler dikkatle incelendiğinde; ne Hezarfen’in îcâd ettiği “plânör”ün, ne Lâgarî Hasan’ın keşfettiği ilk “insanlı füze”nin, ne de Mîmar-başı İbrâhim Ağa’nın inşâ ettiği ilk “denizaltı”nın basit ve eğreti bir yapıya sâhip olmadığı görülür. Nitekim Hezarfen Ahmed Çelebi’nin taktığı kanatların, 3200 m.’lik bir mesafeyi aşabilen ilk “plânör” olduğunu kabul eden aerodinamik bilimcileragla59) Lâgarî Hasan Çelebi’nin “füze”sinin de 16 ilâ 20 saniye içinde, 250-350 m. mesâfeye kadar yükselebilen büyük bir keşif olduğunda(60) şüphe etmezler. Mîmar-başı İbrâhim Efendi’nin keşfettiği ilk “denizaltı”nın ise ne kadar ayrıntılı bir yapıya sâhip olduğunu “Sûr-nâme’-i Vehbî”de geçen yukarıdaki sözler açıkça ispat eder.
Evliyâ Çelebi’nin “Seyâhat-nâme”sinde ve Seyyid Hüseyin Vehbî’nin “Sûr-nâme”sinde yer alan bu bilgiler, bugün insanlık âlemini hayrete sürükleyen “keşif”lere kimin öncülük ettiğini; “medeniyet”i kimin kime, ne zaman öğrettiğini göstermek bakımından yeterlidir. Nitekim insanlı füze konusunda, bugüne kadar 1960’ta yapıldığı sanılan ilk (!) girişimin, Lâgarî’nin vefât ettiği Kırım yakınlarında gerçekleştirilmiş olması epeyce dikkat çekicidir. Hâl böyleyken, bunları kendine mâletmeye kalkışan düzenbaz kâfirler, hangi yüzle bunların hâlâ “kendi îcatları” olduğunu iddiâ etmektedir?!..

(1-6) Evliyâ Çelebi, “Seyâhat-nâme”, c. 1, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Bağdat, nr.: 304, vr. 216b. (7-29) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 216b. (30) Seyyid Hüseyin Vehbî, “Sûr-nâme’-i Hümâyûn”, Ali Emîrî, Tarih, nr.: 344, vr. 184a. (31-46) Seyyid Vehbî, a.g.e., vr. 186b. (47-58) Seyyid Vehbî, a.g.e., vr. 187a. (59) Yavuz Kansu - Sermet Şensöz - Yılmaz Öztuna, “Havacılık Târihinde Türkler”, s. 36-38, bas.: Ankara, 1971. (60) Yavuz Kansu - Sermet Şensöz - Yılmaz Öztuna, a.g.e., s. 40.
Ekleme Tarihi: 24.06.2009 - 02:43
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1650 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
selaattin (63), didabra (41), cem_80 (44), nadim (57), Ramazanoglu (55), hilal_celik (36), fehmi84 (40), Feyza (40), maleman (43), _berzah_ (39), Süley (44), tevatur (53), fendülüs (49), bilal1 (52), Suvarîi (55), enes8386 (42), NUHYILDIZ (49), Esra_01 (41)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.97314 saniyede açıldı