0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » EDEBİYAT / MAKALE / ŞİİR » MAKALELER » Niçin "Kur’âni Hayat"

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 2 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
KaLBeNuR su an offline KaLBeNuR  
Themenicon    Niçin "Kur’âni Hayat"

1686 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.07.2007
En Son On: 17.08.2009 - 12:01
Cinsiyeti: Bayan 
Her işimizin başı, ortası ve sonu O’nun adıyla ve O’nun adınadır.

Hamdimiz ve senamız Allah’adır. O Allah ki, özünde merhametli, işinde merhametlidir. Sonsuz rahmetin kaynağıdır. Vahiyle insana tenezzül buyurmuş, akleden kalplerimizi onunla doyurmuştur.

Desteğimiz ve salâtımız, onun vahyini bize aldığı gibi taşıyan, o vahyi taşımakla kalmayıp model bir hayatı yaşayan, insanlık sadakası olan ve insanlığa ucunda ebedi mutluluk bulunan aydınlık bir yol bırakan, bir ömrün vahye nasıl adanacağının sembolü olan, hayatı canlı bir Kur’an olan Rasulullah’adır.

Kelamın en yüksek tecellisi vahiydir. Varlık, O konuşunca var oldu. Tarih, O konuşunca başladı. Beşere ruh, O’nun dilini anlasın diye üflendi. O ruh içinde irade, akıl ve nutk O’nun kelamı muhatabını bulsun diye verildi. Ve insan, O’nu anlasın diye var oldu.

Varlığı kelam ile başlatan, insanın serüvenini de kelam ile başlattı. Hak ve sorumluluk verdiği insana, hak ve sorumluluklarını nasıl kullanacağını vahiyle öğretti. Tarihin eksenine kelamı yerleştirdi. İnsana vahiyle yol gösterdi. Hayatı inşa etsin diye insanı dünyanın “kalfası” (halife) yaptı. Bu kalfa işini iyi yapsın diye, insanı vahyin eliyle inşa etti.

İslam Allah’ın kâinatı yönettiği sistemin adı, vahiyse ilahi bir inşa projesiydi. Hayat yol, insan yolcuydu. Yolu da yolcuyu da yaratan oydu. Yol haritasını belirlemek, yolu ve yolcuyu yaratanın hakkıydı. Tüm ilahi vahiyler, kâinat ağacının bu soylu meyvesi var ediliş amacını gerçekleştirsin diye gönderilmişti. Ve insanlığın son çevriminde ebedi rehberlik Kur’an suretinde tecelli etmişti.

Son Vahiy, bütün bunların hepsini dört cümlede özetledi:

Er-Rahmân…

Alleme’l-Kur’an

halaka’l-insan,

‘allemehu’l-beyân…

O sonsuz merhametin menbaı…

Kur’an’ı O öğretti

İnsan türünü O var etti,

ona kendini ifade etme yeteneğini O bahşetti.

Kur’an vahyi, el-Hay olandan, hayatı inşa için, hayatın ta yüreğine inmiş tarifsiz bir hayattı. Amacı insanı zulümattan nura, karanlıklardan aydınlığa, bencillikten ben idrakine, içgüdülerin esaretinden ruhun özgürlüğüne, bilinçaltının gayyasından bilincin doruğuna, nefsin köleliğinden ruhun özgürlüğüne çıkarmaktı.

Varlık ağacının bu soylu tohumunun kendini ve elinin değdiğini çürütmesine engel olmaktı. Dahası, kendi kendini aşılayarak saflaşmasını, tekamül etmesini, yücelmesini ve potansiyelinin ufuklarına doğru yol almasını sağlamaktı.

Vahyin ve insanın sahibi, bu amacın gerçekleşmesini yasalara bağlamıştı. Eğer insan bu yasalara uygun olarak hareket ederse vahiy inşa amacını gerçekleştirecek, değilse insan bu inşadan mahrum kalacaktı. Bunun da ilk şartı vahye bir özne olarak yaklaşmaktı. Zira vahiy gerçekten özneydi.

Vahiy inşa edicilik fonksiyonunu bihakkın icra edebilme yeteneğine sahip olduğunu muhatabı olan ilk nesil üzerinden isbat etti. İnşa ettiği neslin elleriyle hayatı ve dünyayı inşa etti. İnşa ettiği neslin eliyle insanlığın ender gördüğü bir iman hamlesine imza attı.

Vahiy bir şeyi daha isbat etti: Eğer bir nesil kendini Kur’an’ın inşasına teslim ederse, Allah da tarihin inşasını o neslin eline teslim ederdi.

Yani Kur’an’a nesne olan, tarihe özne olurdu.

Vahyin çırağı olan hayatın ustası olurdu.

Vahye teslim olan hayatı teslim alırdı.

Hayatının yatağını vahyin belirlemesine izin veren, zamanın yatağını elleriyle belirleme liyakati kazanırdı.

Bundan sonra isbat sırası vahyin kendilerine emanet edildiği mümin muhataplardaydı. Fakat mümin muhataplar vahiyle inşa olma konusunda her zaman aynı başarıyı sergileyemedi. Vahiyle inşa olacaklarına vahyi inşa etmeye kalktılar. Vahyin nesnesi olacaklarına vahyi nesneleştirmeye yeltendiler. Bunun sonucu çok vahim oldu. Kendileri de tarihin nesnesi oldular. Bu, vahyi nesneleştirmenin cezasından başka bir şey değildi.

Vahyi nesneleştirme süreci şu aşamalardan geçerek gerçekleşti:

Kelimelerin Rabbi kelimelerin kalbine manaları indirmişti ki akleden kalp sahipleri indirilen o manaları anlasınlar, hayatlarına koyarak üretsinler. Vahiyle inşa olanlar anlam üretmeyi sürdürdüler. Kur’an dilinin tedvini, İslami ilimlerin tedvini, rasyonel bir izahı yapılamayan muhteşem İslam fetihleri, burhan, beyan ve irfan ilim sistemlerinin inkişafı, özgün bir medeniyetin inşası, ortaya konulan devasa ilim mirası, hayatın her alanındaki diğer gelişmeler, hep üretilen bu anlamın bereketli sonuçlarıydı.

Fakat bir gün geldi anlam üretilmez oldu. Anlam üretilmeyince tüketilirdi. Biri diğerinin doğal sonucuydu. Üretilemeyen anlamdan oluşan açığı kapatmak için bu kez form yüceltilmeye başlandı. Bu sürecin sonucunda vahyin lafzı manasının, manası maksadının üzerine kapatılmış, vahiyle ilişki “yüreğinden okumak” yerine “yüzünden okumaya” indirgenmişti. Vahyin sahibi bizden vahyi tertil ile okumamızı emretmişti. Tertil ile okuma emri önce tecvid ile okumaya, daha sonra “kaf çatlatmaya” indirgendi.

Vahiy elbette tecvit ile okunmalıydı. En güzel seslerle süslenmeliydi. En güzel hatlarla yazılmalıydı. En güzel hurufatla dizilmeliydi. En güzel sayfalara basılmalıydı. En güzel ciltlerle sıvanmalıydı. Büyüt bunlar vahiy için azdı bile. Fakat vahiy bunların hiçbiri için gelmemişti. Asıl anlamak, yaşamak ve yaşatmak için gelmişti.

Bu sürecin sonunda geldiğimiz nokta tam da Kur’an Şairi Mehmet Akif’in dediği noktaydı:

Ya açar Nazm-ı Celilin bakarız yaprağına

Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına

Bu vahim noktayı vahiy kendi ifadesiyle “mehcur bırakma” olarak adlandırmıştı. Bunun açılımı şuydu: Elde taşındığı halde bilinçte taşımama, en yüksek yerlere konulduğu halde hayata koymama, dilde olduğu halde kalbe taşımama, kendisi göz önünde olduğu halde talimatını göz ardı etme, sesi dinlendiği halde sözünü dinlememe, özetle vahye bir “ölü metin” muamelesi yapma…

Vahiy anlamın kaynağı olmaktan işte bu süreçlerden geçerek çıkarıldı. Artık o anlamanın konusu değildi. Anlamanın konusu olmayan, hayatı nasıl belirlesin? Anlaşılmayan bir hakikat yaşanır mı?

Zaten olan bitenin izahı da buydu: Vahyin hayatsız bırakılması…

Bundan zarar gören vahiy değildi. Bundan asıl zararı hayat gördü. Ve kıyamet hayat vahiysiz kalınca koptu. İnsanlık içine düştüğü şu değersizleştirme ve anlamsızlaştırma girdabından nasıl kurtulacaktı?

Soruların sorusu, sorunların sorunu budur.

İdeolojiler birer birer ölüyor. Zira ideolojilerin insanlığın yarasına merhem olamayacağı artık ayan beyan anlaşılmış bulunuyor.

Değerlerin yerini fiyatlar aldıkça insan biraz daha yok oluyor. İnsanın insanlığının kan kaybını ruhtan yoksun güvenlik tedbirleri ve giderek tek tipleşen eğitim politikaları durdurmaya yetmiyor. Entelektüel bir katliama dönüşmenin arefesinde olan modern eğitim sisteminin derde deva olamayacağı fena halde anlaşılmış durumda. Rahman’ın rahmetinden nasibini almayan bir eğitim ve öğretimin, diplomalı vahşiler yetiştiren bir cangıla dönüşmemesi için hiçbir sebep de yok.

Küresel güç merkezlerinin gücü ve güçlüyü yücelten tavırları, ezilenlerin bile güce taptığı hastalıklı bir sonuç üretiyor. Rezzak-ı âlemle rızık arasındaki bağı görmezden gelen vahşi dünyevileşme, sebep olduğu krizler zincirine “gıda krizini” de ekleyerek tüy dikmeye hazırlanıyor.

Allah’ın mahlukat ağacının soylu meyvesi için donayıp döşettiği şu dünya misafirhanesi, tarihinin hiçbir döneminde bu kadar hor ve hovardaca kullanılmadı. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarını şuh bir açgözlülükle tüketen “modern hayat”, hazırlamakta olduğu felaketin tellallığı yapmaktan başka hiçbir çözüm üretmiyor, üretecek gibi de görünmüyor.

Kerameti kendinden menkul bütün gelişme ve ilerleme iddialarına rağmen insanlık bugün dünden daha mutlu değil. İnsan soyunun mutluluk ortalaması bugün dünden daha yüksek değil. Bugünkü açlık dünkünden daha az değil. İnsanlığın şefkat ve merhamet debisi, dünkünden daha fazla değil. Aksine insanlığın şefkat ve merhamet damarları günden güne kuruyor, kurutuluyor. Ve adalet açığı çığ gibi büyüyor.

Bunlar ve daha sayamadığım unsurlarıyla kötü gidişatı durdurmanın “vahye dönüş”ten başkaca bir yolu bulunmuyor. Eğer insanlık insanlığını yeniden kazanacaksa, bu, fiyatlardan değerlere dönmeden asla gerçekleşmeyecektir. Değerlere dönmenin Allah’tan bağımsız bir yolu yok. Çünkü Allah demek anlam demektir. Allah’sız bir hayat anlamsız bir hayattır.

İşte vahiy, Allah’ın hayatla olan anlam bağıdır. Ve başlıkta sorduğumuz “Neden Kur’ani hayat?” sorusunun cevabı da budur.

İnsanlık akleden kalbe dönecekse tekrar Kutsal kutaplara dönmek zorundadır.

İnsanlık kutsal kitaplara dönecekse, Kur’an’a dönmeye mecburdur. Zira bu alanda Kur’an’ın rakibi bulunmamaktadır.

Kur’an’a dönüş kaçınılmazdır. Kur’an’a dönüş salt entelektüel bir faaliyete dönüş değildir. Kur’an’a dönüş hayatın kalbine dönüştür. Kur’an hayata hayat vermek için inmiştir.

“Allah’ın ipi” Kur’an’dır. Kur’an’a yapışan Allah’ın ipine yapışmış olur.

Ey Rabbimiz! Kitab’a karşı tavrımızdan dolayı tevbe ediyor ve vahye “yöneliyoruz”! Biliyoruz ki vahye yöneliş Sana yöneliştir! Sen bizim yönelişimizi kabul eyle ve Sen de bize rahmetinle yönel!

“Kur’âni Hayat” akleden kalbinize mübarek olsun!


Kurani Hayat Makaleleri
Mustafa İslamoğlu

Ekleme Tarihi: 16.07.2008 - 01:42
Bu mesajı bildir   KaLBeNuR üyenin diğer mesajları KaLBeNuR`in Profili KaLBeNuR Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Kardesim
Kur'an Niçin İndirildi?
Ku’ran, Allah’ın insanı dünyaya gönderişinin ardından onu yalnız bırakmayarak peygamberlerle takviye edişinin, şaşıran, unutan insanlığı tekrar kendine çağırışının, insana olan merhamet ve rahmetinin en son ve en kâmil halkasıdır. O önceki tüm peygamberlerin mesajlarını kuşatan, tarih boyunca insanlığa kazandırdıkları tüm birikimlerin hülasası, insanlığın ortak vicdanının sesidir. O Allah’ın tarihe müdahalesidir.

Yüce Rabbimiz insanı yarattıktan sonra, yeryüzünde başıboş bırakmamış peygamberler ve kitaplar göndererek hayatlarını kendi rızasına göre nasıl düzenleyeceklerini bildirmiş­tir. Son kitap olan Kur’an-ı Kerim de tam ve olgun olan dinin izahı için bir mucize olarak gelmiş, tüm çağla­rı kuşatan eşsizliğiyle dünyaya meydan okumuştur. Kur’an kıyamete kadar insanlığın tüm sosyal, ahlaki, ekonomik, siyasi problemlerine tutarlı, kuşatıcı, ilahi çözümler sunan bir kitaptır.

O bir hukuk kitabı, bir siyaset kitabı, felsefe, bilim, astronomi kitabı değildir. O bunların tümünü içerir ama farklıdır. Tüm hayata dönük olarak insanlığın daha mutlu, daha özgür ve daha barışık bir hayat sürmelerinin yollarını gösteren bir hidayet rehberidir.

O, karmakarışık olmuş değerler ve anlayışları yeni bir ölçüyle ele alan bunların yanlış ve batıl olan­larını, doğru ve hak olandan ayıran bir kitaptır. Yani Furkan'dır. ( Al-i İmran 4).

O,Hakkın ölçüsüdür. Değer yargı­larını, ölçüyü o koyar. Değişmez prensiplerin, eskimeyen ilkelerin esasıdır (Fatır 42). Âlemler için bir öğüttür (Kalem 52). O, Allah'tan korkup sakınanlar için öğüttür (Taha 3). O, sadece öğüt değil aynı zamanda bir kanun, anayasa kitabıdır da (Nisa 59, 65).Tüm ilahi kitaplar gibi Kur’an' da hayata hükmetmek (Maide 44,48,49) ve insanlar arası ihtilafları çöz­mek için gelmiştir (Nahl 64 - Enam 114).

O, şifadır. Ruhlara, gönüllere toplumsal hastalıklara şifadır.(Yu­nus 57-İsra 82).Yaşadığımız dünya­nın acımasız, çıkarcı, şehvet kurbanı sömürü toplumunun, özgürlüğe, merhamete, adalete ulaştırılmasının yolu­nu gösterir. Hidayet rehberidir. O'na tabi olan gerçeğe, adalete, huzur ve özgürlüğe ulaşır (Yunus 57).

O, doğru bilginin kaynağıdır. Tüm ahlaki, sosyal, hukuki alanlarda başvuru kaynağı O'dur. O'na sarılan kopmaz sağlam bir kulpa sarılmıştır.(Bakara256)

O, ölü toprağı serpilmiş, uyuşuk hurafelerle dolu, kendine güvenini yitirmiş topluma hayat verir, canlandırır, harekete geçirir. Doğru bir istikamette yürümesi için yolunu açar ve aydınlatır (Enam122).

Kur’an artık tüm bunların ötesinde bir konuma düşürülmüştür. Evlerimizin en süslü köşelerinde, yılın belli günlerinde ölülere okunan, an­lamı bilinmeden telaffuz edilen, geçmişlerin hikayelerini anlatan bir kitap haline getirilmiş, hayattan atılmıştır. Hayata egemen olmak için gelmiş olan bu kitap mahkûm olmuştur artık. Tabii ki kimse “Kur’an'ı hapsettik” demiyor. Hatta öpüp basına koyuyor. Meydanlarda Kur’an’dan ezandan bahsediliyor, hepsi o kadar. Hayatlarımızı ise dini hayatın dışına iten seküler beşeri kanunlar şekillendiriyor. Kur’an'daki top­lumsal konulardaki hüküm ayetlerini “14OO yıl öncesinde kalmış hükümlerdir, modern çağa uymaz” diyerek çağdışı ilan edenler, Allah' tan daha iyi hüküm koyabileceklerini, insanların hayatlarını daha iyi düzenleyeceklerini savunuyorlar.

Koydukları kanunlar da tamamen belli çıkar çevrelerinin egemenliklerini pekiştirici, çıkarlarını koruyucu tarzdadır. Arzu ve istekleri, şeh­vetleri sınırsızca tatmin etmeyi esas almaktadır. Hazcılığın, sınırsız zevk özgürlüğünün temel alındığı bu kapitalist ve materyalist dünyada kendimize, toplumumuza, evrene bakışımızı bu sistemlerin ortaya koyduğu değer yargıları belirlemektedir.

Kur’an, okunup duran, anlamı bilinmeden tekrarlanan ve saygı gösterileriyle duvarlara mahkûm edilen, cami, ev vb. kapalı mekânların kitabı değildir. O hayatın ta kendisidir. Çıkar, güç, arzu ve şehvet eksenli dünyaya, karanlıkları içerisinde yüzen, yolunu kaybetmiş, hayatı tek boyutlu olarak ele alan insanlığa bir nurdur. O kitap, öyle bir nurdur ki ruhu aydınlatır. Gecenin zifiri karanlığında yoldaki bir fener gibidir. İnsan onunla gittiği yolu görür. Ayağı kaymaz, sağa sola sapmaz, uçurumlara yuvarlanmaz, dosdoğru olarak yoluna devam eder. O, insanlığı hurafelerden, batıl inançların ağından, zalim ve zorba sistemlerin ve değer yargılarının baskısından, adalete, gerçek özgürlüğe çıkarır.

“Elif, Lâm, Ra. Bir kitaptır ki, bunu sana indirdik, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa, o her şeye galip övgüye lâyık olanın yoluna çıkarasın. ( İbrahim 1)

Kur’an bireysel ve toplumsal eğitim rehberidir. O Allah’ın bizlere, insanlığa hitabıdır. “Alın işte yolum budur. Onu izleyin. Adımlarınız mı gevşedi alın benim ipim ona tutunun.(Bakara256) günah mı işlediniz? Hemen tevbe edin, kapım açık. Rahmetimden ümit kesmeden gelin. Ey filan sen şöyle dedin bu yanlış. Sen şunu yaptın bu günah. Gel tevbe et. Ey filan, senin sorununun çözümü şudur.”

O Furkandır. Doğruyu yanlıştan ayırır. Hidayeti dalaletten. Kur’an insana bir bakış açısı kazandırır. O bu bakışla doğruyu yanlıştan ayırır. Batılın gücü karşısında onun büyüsüne kapılmaz. Dış görünüşüne aldanmaz. Korkmaz, ümitsizliğe düşmez.

Kur’an, müslümanın inanç ve ahlakını düzelten, duygularını inşa eden bir kitaptır. Düşmanlarını, onların hilelerini ve yöntemlerini tanıtır ve uyarır. İnsanların zulmetmeden, barış içinde yaşamalarını hedefler. Hiç kimsenin kimseye üstün olmadığı, haksızlık yapanın karşılığını aldığı bir toplum öngörür. Gücün ve servetin tek elde toplanmasına karşı çıkar. Yoksullara, yetimlere, toplumun zayıf kesimlerine sahip çıkılmasını ister. Boş inanç ve hurafelerden sakındırır. İnsanı düşünmeye, körü körüne inanmamaya çağırır. Atalardan gelen her şeyi sorgusuz sualsiz kabul edenleri kınar.

Kur’an aklın, bilginin, temiz ve sade inancın, değerlere dayalı ilkeli yaşamanın kitabıdır. Müslümanların asıl üstünlüğü inanç, ahlak, toplumsal ve idari temel değerlerdedir. Tarihteki başarılarının asıl kaynağı da budur.

Kur’anın prensipleri, tüm zamanların prensipleridir.

Peki! Böyle bir hazineye sahip olan bizler niçin bugün bu haldeyiz? Sorunu cevabı gayet basit... Kur’an’la olan bağlarımız koptu. O, çok okunuyor. Hemen her evde en yüksek yerlerde saklanıyor. Üzerinde birçok akademik çalışma da yapılıyor artık. Ancak hayatın içinde yürüyen, sorunlarımıza bakış açıları veren ve çözümünün temel ilkelerini sunan, tasavvurumuzun, dünya görüşümüzün, evrene bakışımızın, maddeyle bağımızın, tabiatla ilişkimizin merkezine yerleşen bir konumda değil.

Kur’an ile imanı hayatın eksenine yerleştirerek, öğrenmek, Allah’ın muradını anlamak ve onu hayatına tatbik etmek amacıyla ilişki kurulmalıdır. Akademik, felsefi, bilimsel araştırma, salt hüküm çıkarma (fıkıh) kitabı olarak değil. Bu demek değil ki bu tür incelemeler yapılmasın elbette ki yapılmalıdır. Kuran bir deryadır. Herkes oradan kendi yapısı ve anlayışı oranında hisseler alır. Ancak tüm bu çalışmaların iman ve takva ekseninde yapılması kur’anın bir araç değil amaç olduğu bir anlayışla yürütülmesi gerekir. Aksi halde gerçek sorunlardan uzak, afakî sorunlarla uğraşan bir konuma düşülür. Maalesef günümüzde bu sorun oldukça yaygındır. Aslında son derece yetenekli ve bilgili birçok insan, Kur’an üzerine çalışmakta ama ne hikmetse işe yarar, bir yaraya merhem ürünler ortaya konamamaktadır. Bunun sonucunda tıpkı İslam dünyası sömürgeleşirken meleklerin cinsiyetini tartışan geçmiş ulemanın pozisyonuna düşülüyor. İnsanların sorunlarından uzak, hayattan kopuk bir okuma karşısında Kuran hazinelerini açmaz. Onu canlı, dinamik bir şekilde hayatın içinde yaşamak isteyen ve hayatının, dünya görüşünün temeline Kur’anı yerleştirenlere açar. Fıkhi, akademik incelemeleri bile bu ruhla yapınca ortaya daha sağlıklı sonuçlar çıkacaktır. Aşağılık kompleksini üzerinden atamamış, entelektüel olarak zihni karmakarışık, bu karmaşa sonucunda özgün hiçbir yaklaşım getiremeyen, oryantalist ya da egemen söylemlere teslim olmuş araştırmacılarımız, evet onlar bile bir şeyler alırlar kur’andan, ancak sonuçları kendilerini bile tatmin etmez. Kötü niyetli, arzularının peşinden giden ön yargılı insanlar dışında herkes kur’andan kendince bir şeyler alır.

Kur’an, samimiyetle gerçeğe yönelen, onu arayan insana ancak kapıla­rını açar. Doğru bir anlayış verir. Kur’anı bu tarzda okuyan, okudukları ile kafasındaki fikirler çatıştığında kendi kabullerini, düşünsel eğilimlerini, alışkanlıklarını gözden geçiren ve sorgulayan kişi kur’anla etkin bir ilişki içindedir.

Elbette ki, sadece iyi niyetli olarak okumak, kur’anı anlamak için yetmez. O sıradan bir kitap değildir. Üslubu ve konuların içiçeliği bile daha başlangıçta bambaşka bir kitapla karşı karşıya kaldığımızı gösterir. Bu yüzden kur’anla tanışan bir insanın daha iyi ve daha isabetli bir anlayış için Kur’anla ilgili temel bazı usul bilgilerini de bilmesi gerekir.

Ayrıca kur’anı dünü tekrar yaşamak için değil bugüne ve yarına dönük yüzüyle okumak gerekir. Çünkü kur’anın her çağa özgü bir yüzü vardır. Çağımız insanının yaşadığı sorunlar karşısında kur’anın bu sorunlar karşısında neler söylediğini görmemiz ve ortaya çıkarmamız gerekir. Örneğin demokrasi, diktatörlükler için ne diyor? Kapitalizm, liberalizm, tüketim çılgınlığı, günümüzün farklı sömürü ve zulüm biçimlerine yaklaşımı nedir?

Bu benzeri soru ve sorunların cevaplarını bulmalıyız. Bu da kur’an’ı dinamik bir bakışla çağın temel problemlerine vukufiyetle okumakla mümkündür. Çağın sorunlarına dönük bir kur'an perspektifi modernizmin ağına düşmeden, egemen batı kültürüne gönlünü kaptırmadan kendi değerlerinden ve kültüründen doğabilme iradesini gösterebilmelidir. Modernizmin dermanı olsa kendi başına çalardı. Modernizmi sorgulayacak ve aşacak bir bakış ve özgüvenle hareket edilmediği taktirde alternatif bir medeniyet olarak ortaya çıkabilmek, insanlığa umut olabilmek mümkün değildir.

Ne mutlu bu kitabı gereği gibi anlayıp, hayatını anlamlı kılanlara!

ALINTI
Ekleme Tarihi: 16.07.2008 - 01:48
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1163 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
sakir bayram (64), arabulan (55), ümit09 (53), hilalbaþa.. (44), ESÝLA (39), HiLaL90 (34), enes.gs (38), aksoy60 (40), Beste (46), gümüþta&#2.. (43), derdodertli (51), nurangurtekin (45), irfan temel (53), ismail_kutahya (37), Basel-Stadt (48), BLaCKHaPPY (47), haya (36), hesert (51), lütuf (39), köln72 (52), emretavsan (44), ahmet51 (47), ahmetpolat1983 (41), cansin18 (60), mizgin_islam (44), *HilaL* (39), ogretmen78 (45), mehmet70 (54), bluedream (42), Gül-i Ruhsar (37), Meral Cölkusu (44), Dünyali (52)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.58970 saniyede açıldı