0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » TARİH / SİYASET / EKONOMİ » TÜRKİYE VE DÜNYADA SİYASET » Hukuk devletine yakışmayacak gizli Asker-Yargı buluşması!

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 3 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Evrensel su an offline Evrensel  
Hukuk devletine yakışmayacak gizli Asker-Yargı buluşması!

237 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 16.04.2004
En Son On: 23.06.2008 - 15:29
Cinsiyeti: ----- 



Gizli görüşmedeki vahim ayrıntı!

Bir üst rütbeli asker ile bir yüksek mahkeme yargıcı baş başa ne yapar?...Ali Bayramoğlu Paksüt-Başbuğ görüşmesindeki soru işaretlerini yazdı.


Bir varmış bir yokmuş: Bir asker ile bir yargıç baş başa oturmuş ve…


Bir üst rütbeli asker ile bir yüksek mahkeme yargıcı baş başa ne yapar? Bu konudaki "ilk dedikodular" oldukça rahatsız ediciydi.

Malum bu tür bir tartışma en son Anayasa Mahkemesi'nin 367 skandalına imza attığı günlere ilişkin çıkmıştı.

Basında yer alan haberlere göre Anayasa Mahkemesi'nin iki yargıcı Deniz Kuvvetleri karargahına bizzat dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı tarafından davet edilmiş, "ya siz halledin ya biz…" mesajıyla geri dönmüşlerdi.

İlgili komutan iddiaları hemen reddetti.

Ne var ki, haberin kaynağı saygın, temkinli, sözüne güvenilir ve anayasa mahkemesinin etkili üyelerinden birisinin yakın arkadaşı olan bir köşe yazarıydı. Bu konuşmayı başka gazetecilere anlatmış, sonunda haber bir köşe yazısına dönüşmüştü.

Dün yeni bir haber düştü gündeme…

Taraf Gazetesi sürmanşetten Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt ile Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ'un gizlice buluştuğunu duyuruyordu..

Birlikte okuyalım:

"Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt'ün, kritik türban ve kapatma davaları sürecinde Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ ile bir görüşme yaptığı ortaya çıktı. Paksüt özel davetli olarak 4 Mart 2008 günü saat 17.00'de 06 LLU 81 plakalı mavi siyah Mercedes'le geldiği Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nda 1 saat 15 dakika süreyle Org. Başbuğ ile başbaşa görüştü. Görüşme 'türban değişikliklerinin iptaline ilişkin başvurudan 7 gün sonraya, AKP kapatma davası açılmasından 13 gün önceye denk düşüyordu…"

Paksüt hemen bu iddiaya yanıt verdi.

Açıklaması şöyledi:

"Öğleden sonra gittiğimi hatırlıyorum, ama tam zamanını hatırlayamıyorum. Ziyaretimin girişini, çıkışını ve ziyarete ilişkin bütün ayrıntıları, 3 ay sonra gazetede yayınlayan, yayınlatan kişiler hareketlerimi izletiyor. Bu durum izlenme olayının bir kuruntu olmadığını gösteriyor. Görüşmenin yapıldığı zaman kapatma davasının bulunmadığının altını çiziyorum. Başörtüsü davası yeni açılmış olabilir. Konumuz bu değildi. Konunun bu olması kadar da yanlış bir şey olamaz…"

Yargıç aslında bu ziyareti yaptığını doğruluyor, ama "biz paşayla farklı şeyler konuştuk" diyordu.

İlker Başbuğ da günün ilerleyen saatlerinde, "Evet, Paksüt geldi ve sadece Kuzey Irak operasyonunu kutladık" tarzı bir açıklama yaptı basına…

İkisini de geçiniz bir kalemde…

Ülkenin kritik bir döneminde, "askerin siyasete müdahalesinin konuşulduğu, Anayasa Mahkemesi'nin siyasi dosyalara gömüldüğü bir anda" yapılan "bu görüşme bu tür sözlerle ne açıklanabilir ne de doğrulanabilir…"

Kaldı ki bu çerçevede ve bu görevlerdeki asker–yargıç görüşmesi hiç bir şekilde etik olarak ve siyaseten kabul edilebilir değildir…


Peki Paksüt iddia ettiği gibi izleniyor mu?

Olabilir…

Ama bu durum, yaptığı görüşmeyi ne sıradanlaştırır ne de ortadan kaldırır.

Nokta Dergisi'nde yayınlanan general günlüklerinin de, nasıl ele geçirildiğinden çok ne içerdikleri önemliydi.

Kaldı ki bu bilgiyi her hangi bir er, bir subay ya da yargıç gazeteciye vermiş olabilir ve Paksüt "izlendim" diyerek bu görüşmeyi karartmaya çalışabilir.

Asker ve yargıçın ne konuştuklarına gelince…

Elbet bilmiyoruz, baş başaydılar.

Nitekim Taraf Gazetesi de konuşmanın içeriğiyle ilgili bir bilgi vermiyor, bir iddiada bulunmuyor.

Ama malum konuları konuşmamış oldukları düşünülebilir mi?

Kaldı ki, bu buluşmayla ilgili oldukça manidar bir nokta var:

"Buluşma öncesinde, karargah giriş ve çıkışlarında bulunan güvenlik kameralarına karartma uygulanmış, komuta katı ise tamamen boşaltılmış..."

Neden dersiniz?

Bu durumda Anayasa Mahkemesi'nin bağımsız hareket ettiği söylenebilir mi?


Mahkemenin bağımsız bir devlet organı gibi davranmak yerine idareye bağlı bir devlet kurumu gibi hareket ettiği gerçeği ortaya çıkmaz mı?

Hasan Cemal'in deyişiyle "yargısal darbe" doğrulanmaz mı?

ALİ BAYRAMOĞLU/YENİ ŞAFAK


http://www.samanyoluhaber.com/haber-105233.html
Ekleme Tarihi: 14.06.2008 - 22:44
Bu mesajı bildir   Evrensel üyenin diğer mesajları Evrensel`in Profili Evrensel Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
daimi su an offline daimi  
HUKUK HÜKÜMET EDENİN BABASININ MALI DEĞİLDİR...

10 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 16.03.2008
En Son On: 17.06.2008 - 12:30
Cinsiyeti: Erkek 
O nedenle işine geldiği yerde hukuku savunup işine gelmediği yerde hukukun temsilcilerine saldırmak ancak cumhuriyeti korumak ve kollamakla görevli kurumları yok etme amacını taşır.
Siz cumhuriyetle savaşırsanız onun sevenlerde sizinle savaşır. Siz cumhuriyeti tasfiye etmeye kalkışırsanız onu sevenlerde sizi tasfiye etmek için çaba sarfeder.

Bakın Atatürkü ve cumhuriyeti tasfiye etmekle kafayı bozanlar çevirdikleri dalavereler ve haçlıyla işbirlikleri yüzünden bu güzel ülkeyi ne hallere getirdiler.

Bir yandan dolu dizgin hem TSK yı hem yargıyı devre dışı bırakmak için her türlü dalavereyi çevireceksiniz, bir yandan bunu anlayıpt aynı şekilde karşılık görünce vaveylayı basacaksınız. Varmı böyle yağma hasanın böreği.
Karşısındaki insanları yada zümreyi aptal yerine koyanlar kendileri eşine zor rastlanır aptallardır. Tarih dahi bunun örnekleriyle hemde acı örnekleriyle doludur.







Ekleme Tarihi: 15.06.2008 - 10:54
Bu mesajı bildir   daimi üyenin diğer mesajları daimi`in Profili zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Burası bir hukuk devleti mi yoksa herkesin keyfine göre davrandığı bir oymak mı?

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Burası bir hukuk devleti mi yoksa herkesin keyfine göre davrandığı bir oymak mı?
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, %46.7 oyla iktidara gelen parti hakkında kapatma davası açtı.
Ruijten-Oomen’in ve Lagendijk’in dedikleri gibi bu akıl almaz bir komik-şaka değil, ciddi. Watson’ın dediği gibi düş değil, gerçek. Swoboda’nın dediği gibi delilik/çılgınlık ve hukukçu Başbakan Schröder’in vurguladığı gibi asla onursuz değil, tam tersine Türkiye’de yazılı hukuka yaslanan bir girişimdi.
Ve kıyamet koptu.
Tozdan dumandan birbirini ne gören var ne dinleyen.
Lütfen konuya yoğunlaşalım.
Dava ile ilgili iki yasa var.
Biri, 12 Eylül ürünü Anayasa. 68. madde, ‘Siyasal partiler(in), (...) tüzük ve izlenceleri ile eylemleri, (...) laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz’ diyor.
Anayasanın 69. maddesi, bir siyasal partinin bu tür eylemlerin odağı olduğu Anayasa Mahkemesince (AYM) saptandığı takdirde temelli kapatılacağını söylüyor.
Öbürü, yine 12 Eylül ürünü 1983/2820 sayılı Siyasal Partiler Yasası.
Yasanın 78-103. maddeleri siyasal partilerle ilgili onlarca yasak öngörüyor.
103. maddesi de ‘...laiklik karşıtı eylemlerin odak durumunu oluşturup oluşturmadığını’ AYM belirler, diyor.
Bu yasaları yabancılar bilmeyebilir.
Ya bizler, T.C. Yurttaşları, özellikle parti kurucuları? Bilmeme hakkımız var mı? Yok.
Yok ama şu ‘odak’ da neyin nesi? Sınırları nerede başlar nerede biter?
Tanımlayabilen var mı? Yok. Hukuku sulandırıp siyasallaştırmaya elverişli, netameli bu sözde kilit kavram, içine her şeyin kolaylıkla sızabileceği bir çıkın aslında.
Sağlıklı bir hukukta çıkın/torba sözcükler olmaz, köşeli kavramlar olur.
İşte Başsavcı, doğru/ádil hukuka göre değil, bu yasal hükümlere; bu yanlış hukuka yaslanılarak daha önce verilmiş Fazilet, Refah gibi partilerle ilgili örnek kararlara göre bu davayı açıyor.
Bu yasalar, savcıya hiçbir takdir yetkisi tanımıyor. Dava açma konusunda yerindelik/maslahata uygunluk sistemini reddediyor; zorunluluk sistemini getiriyor.
Dikkat ediniz lütfen.
Bu yasaların hiçbir maddesinde, ‘Bir parti %46.7 oy almış’;
Dava, toplumu sarsacak, siyasal/ekonomik istikrarı bozacak, yatırımı engelleyecek, işsizliği artıracak, demokrasiyi yaralayacak, Türkiye’nin saygınlığını örseleyecek’;
Ülke dışı askeri harekát yaptıran iradeyi boşlukta bırakacak’;
‘Olası siyaset yasağıyla Cumhurbaşkanının meşruluğunu gölgeleyecek’;
Hakkında dava açılan partiyi önce sanık, sonra da mağdur/mazlum yapacak, ilk seçimde de daha kazançlı kılacak ise dava açıl(a)maz’ denmiyor.
Kimileri de Başsavcının karakterinden söz edip çıkarsamalar yapıyor: Kararlı, ölçülü.
Peki, Başsavcı kararsız, ölçüsüz olsaydı, ‘Ben, yazılı hukuku dinlemem. Davanın siyasal, ekonomik, toplumsal vebalini taşıyamam. Her şeyden önce Türkiye’nin bu dava ile ne kazandığına, ne yitirdiğine bakarım. Dünya karşısında ülkemi utandıramam. Halkın iradesine saygısızlık edemem. Demokrasilerde parti kapatmak kural ve sıra dışı bir olay. Egemenlik, benim değil, kayıtsız şartsız ulusun. İspanya’da Herri Batasuna terör örgütü ETA’yı överek suç işlediği için kapatıldı, Almanya’da 1950’lerde sadece iki parti kapatıldı. Oysa Türkiye partiler mezarlığına döndü. Otuza yakın parti idam edildi. Mazlumların/mağdurların çoğu güçlenerek geri döndüler. Demokrasi sicilimiz bozuldu. Öyleyse parti kapatma davalarını açmam. Kaçınırım, hatta korkarım’ diyerek görevini savsayabilir ya da erteleyebilir miydi?
Bayanlar, baylar!
Lütfen önce kararınızı verin: Burası bir hukuk devleti mi yoksa herkesin keyfine göre davrandığı bir oymak mı?
Ve de bir kez daha düşünün: Bu gerekçelerle dava açılmasaydı, asıl o zaman yargı siyasallaşmaz mı, sinmez miydi? Bizler, yağmurdan kaçarken doluya tutulur, çelişkiye düşmez miydik?
Eğer burası, bayanlar, baylar, bir hukuk devleti ise, dava açmada zorunluluk sistemi benimsenmiş ve de ‘kesin kanıt’ değil, ‘yeterli kanıt’ var ise, savcı davayı açmak zorundadır. Hiçbir gerekçeyle ve de siyasal kaygılarla dava açmayı asla erteleyemez.
Eğer savcı, kişisel görüşlerini, inançlarını görevine karıştırır, kendinden menkul bahanelerle durumdan görev çıkarır, davayı açmaz, ertelerse, siner, siyasallaşırsa, işte asıl o zaman korkmamız, kıyameti koparmamız, dizlerimizi dövmemiz gerekir.
Başına buyruk davranan, yasalara uymayan, görevini savsayan, yetkisini kötüye kullanan bir savcı, bugün size, yarın başkasına neler yapmaz, bir düşünün.
Sığ çıkışlarla kurumları, insanları yıpratmayalım.
Herkes, sinirlerine egemen olmalı, serinkanlılıkla kendisine çeki düzen vermelidir.
Unutmayalım. Sorumsuz tepkiler de ülkemizi küçük düşürür; yargının ilerideki kararı, ne yönde olursa olsun, gölgelenir, adalet kirlenir.
AYM üyelerini atayanın kimliği üzerinden Mahkemece verilecek kararı şimdiden kestirmeye kalkışmaktan da kaçınalım, lütfen. Yargıçlar, kişisel görüşlerini, inançlarını duruşma salonuna sokamazlar.
İddianame, adı üstünde iddialar içeren bir yazıdır/metindir. İddialar, zayıfsalar, sakatsalar elbette çürütülebilirler; elenirler. Ancak bu, mahkeme salonlarında belli olur. Zira, iddianamelerin tartışılacağı yerler, kent meydanları, köy kahveleri, basın değil, yalnızca mahkeme salonlarıdır. Bu bir.
Parti kapatmak, demokrasilerde çok ayrık kınanası bir durumdur. Sık yaşanırsa, demokrasi önce yalama olur, sonunda da tükenir. Çünkü, parti bir siyasal akımın örgütlenmesidir. Partiyi kapatmakla tüzel kişiyi ölümle cezalandırmış olursunuz. Ama bu ölüm cezası, siyasal akımı, düşünceleri öldürmeye yetmez; ceza sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Bu boşuna çabalardan/düzenlemelerden artık vazgeçmeliyiz. Bu iki.
Kimileri, hatta hukuk adamları, yargıçlar, savcılar da, uygulayacakları yasaları beğenmeyebilirler. Ama hukuk bilincini özümsemiş bir hukuk toplumunda, mantıklarını zorlasa, vicdanlarını acıtsa da, onlara uymak zorundadırlar. Çünkü ‘Yasalara, doğru/yerinde oldukları için değil, yasa oldukları için uyulur.’ Bu üç.
Gelelim en önemli noktaya: Siyasal Partiler Yasası gibi yasaklarla dolu bir metni çağcıl hiçbir demokraside bulamazsınız.
Bu Yasa, demokrasi karşıtıdır, halkın iradesini hiçe saymaktadır.
Eğer bir savcının eline bu yasayı teslim ederseniz, o da, sizler de, hukuku kullanarak toplumu ezmek, bu tür sancıları da sürgit yaşamak zorunda kalırsınız. Bu dört.
Yargının önüne gelen konularda yorumlar yapmaya kalkışırsanız, yasaları çiğner (T. Ceza Yasası, m. 288, Basın Yasası, m. 19/1), yargı bağımsızlığı ilkesini örseler, kaş yapayım derken nice göz çıkarırsınız. Bu beş.
Suç Başsavcıda değil, bizi dışarıda utandıran yazılı hukuktadır. Siyasal Partiler Yasası yerine hukukun gereğini yapmakla yükümlü Başsavcıya saldırmak, hedefte yanılgıdır/sapmadır. Bu altı.
Çözüm bellidir. Partiler yerine, onların ve özgürlükçü rejimin mezar kazıcısı olan bu 12 Eylül ürünü, demokrasi özürlü, çağ dışı Yasayı tez elden mezara gömmek ya da en azından kökten değiştirmek.
Dava vesilesiyle bu fırsat yakalanmıştır. Ulusal iradenin temsilcileri, bu fırsatı zafere dönüştürmeli, egemenliği halk adına kullanabildiklerini kanıtlamalıdırlar. Bu yedi.
KAYNAK: HABERTÜRK

Ekleme Tarihi: 15.06.2008 - 11:59
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1281 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
husameddin (47), halk yolcusu (37), Habibetti21 (37), aysani (50), kardelen__571 (35), hasan_el_benna (42), aslanþamil (44), caylak ali osma.. (51), vural (50), mero (), ByNet (54), enginbey (49), veleye5 (28), yazitura (45), betulonur (41), NiSA (47), aliavlamaz (37), adler42 (46), 0730sahin (43), ercan58 (41)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.87511 saniyede açıldı