0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » DİĞER DİNİ KONULAR » KURAN IŞIĞINDA TARİKATÇILIĞA BAKIŞ

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 5 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
ebubera su an offline ebubera  
KURAN IŞIĞINDA TARİKATÇILIĞA BAKIŞ

133 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 27.08.2013 - 11:53
Cinsiyeti: Erkek 
Bize Kur'an'ı gönderen Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Allah'a ve Peygambere inandık boyun eğdik" derler. Sonra da bunun ardından içlerinden bir takımı yan çizer.Bunlar inanmış kimseler değillerdir. Aralarında bir karar versin diye Allah'a ve elçisine çağırıldıkları zaman, içlerinden bir takımı bundan yançizer. Ama hak kendilerinden yana olsa bu sefer ona içten bağlı çekinirler. Bunların kalplerinde bir hastalık mı var veya şüpheye mi düştüler? Yoksa Allah'ın ve elçisinin kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, aslında onlar zalim kimselerdir." (Nur 24/47-50)
Bir Şeyh Efendi ve etrafında yer alan hocaların bazı görüşleri bana soruldu, yanlış buldum. Onlardan birine dedim ki; sizin bana ulaşan görüşlerinizde yanlışlıklar buluyorum, bir araya gelelim de bunları bana izah edin. O da konuyu kendilerine yazılı olarak iletmemi ve yapacakları bir hazırlıktan sonra görüşmemizin uygun olacağını söyledi. Bunun üzerine onlara bir yazı gönderdim.
Altı ay sonra, başta ŞeyhEfendi olmak üzere tarikatın ileri gelen hocaları ile Şeyh Efendi'nin odasında buluştuk. O görüşmeyi küçük ilavelerle yazılı hale getirdim. Bu yazı büyük birilgi gördü. Elden ele dolaştı. Fotokopi ile çoğaltıldı. Bazı dergiler ve gazeteler kısmen veya tümüyle bastılar. Türkiye'de ve Avrupa'da bir kitapçık şeklinde yayımlayanlar oldu. Bunların sayısının yüzbinleri geçtiği tahmin edilmektedir.
Elinizdeki kitapçık o görüşmeye yeni ilaveler yapmak suretiyle hazırlanmıştır. Bunun içerisinde birdeğil, bir kaç şeyhin görüşü vardır. Şeyhlerin dışındakilerinin görüşleri ve bana zaman zaman yapılan itirazlar da kitapçıkta yer almıştır.
İkinci baskı yeniden gözdengeçirilmiş ve Müslümanları Batıran Şirk bölümüne küçük bir ilave yapılmıştır. Bu ilave, II. Abdulhamid'in ulema ile ilgili bazı söz ve tespitlerini ve Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaş'ına girme kararı ile ilgili belgelerinde yer alan bir kısım ifadeleri kapsamaktadır.
Şeyhlerin görüşleri ŞEYH EFENDİ , diğerleri MÜRİT başlığı ile verilmiştir. Bunlara cevabımız BAYINDIR başlığını taşımaktadır.
Burada, Kur'an-ı Kerim'e açıkça aykırı gördüğümüz hususlara yer verdik. Kendimize ait bir söz söylememeye gayret ettik. Ayet-i kerimeleri ve yer yer hadis-i şerifleri konuşturmaya çalıştık. Ama ne yaparsak yapalım, insan eseri kusursuz olmuyor. Hatalarımızı gösterirseniz, düzelteceğimizi ve bunu okuyucuya inşaallah ilan edeceğimizi ifade etmek isterim.
Birinci baskı "Kur'an Işığında Tarikatçılık" adıyla çıkmıştı. Bu isim kitabın muhtevasını tam yansıtmadığından "Kur'an Işığında Tarikatçılığa Bakış" diye değiştirilmiştir.
Bu çalışma yararlı olmuştur.Saplantılarına ve menfaatlerine esir olmayanlar, her fırsatta bunu ifade etmektedirler.
Cennet'e giden yol açıktır, Cehennem'e giden yol da açıktır. İnsanlara Cehenneme gitme hürriyetini veren Allah Teâlâ olduğu için o yol tıkanamaz. Bizim yaptığımız sadece geleceğinden endişe duyanları Kur'an ile uyarmak ve bir öğüt vermektir.

Yüce Rabbim'den başarı niyaz ederim.


Prof. Dr. A. BAYINDIR








1 – TASAVVUF
MÜRİT -Her şeyden önce şunu öğrenelim. Sen tasavvufu kabul ediyor musun, etmiyormusun?
BAYINDIR -Bu, tasavvuftan ne kastedildiğine bağlıdır. Tasavvuf, Kur’an ve Sünnete uygun olarak müslümanlığı yaşamak için bir hocanın etrafında bir araya gelmekse bunu güzel ve faydalı bulurum.
Şeyh Efendi bir öğretmen,bir yol gösterici, örnek bir insan olmaya çalışmalıdır. Ama tutar onu Allah ile kul arasında bir yere yerleştirmeye, onu bir vesile ve vasıta kılmaya, onun ruhaniyetinden yardım istemeye, manevi himmetinden yararlanmaya kalkışırsanız aşırıya kaçmış olursunuz. Bizim karşı çıktığımız bu aşırılıklardır. Kur’an ve sünnetin çizgisi dışına taşan aşırılıkları kim,hangi ad altında yaparsa yapsın kabul etmemiz söz konusu olamaz.
MÜRİT -Bizim tasavvuf anlayışımızı sana okuyayım.İmam Rabbanî Hazretleri Mektûbât’ında şöyle buyuruyor:
“Şunu bil ki, şeriatın üç bölümü vardır; ilim, amel ve ihlas. Bu üç bölümün hepsi gerçekleşmedikçe şeriat gerçekleşmez. Şeriat gerçekleşti mi, Hak Sübhanehû ve Teâlâ’nın rızasının kazanılması da gerçekleşir. Bu rıza öyle bir şeydir ki, dünya ve ahiret mutluluklarının tamamından üstündür. “Allah’ın bir rızası her şeyden büyüktür.” (Tevbe 9/72).Şeriat, dünya ve ahiretin tüm mutluluklarını garantilemiş olmaktadır.Şeriatın ötesinde ihtiyaç karşılayacak bir istek kalmaz.
Tarikat ve hakikat ki, sufilerbunlarla öne çıkmışlardır, üçüncü bölümü oluşturan ihlası olgunlaştırma hususunda şeriatın emrindedirler. Bu iki şeyden her birinin gayesi şeriatı mükemmelleştirmektir. Şeriatın ötesinde bir şey yoktur. ”
BAYINDIR - Bu tasavvuf anlayışını kabul edebiliriz. Ama sizin ortaya koyduğunuz şeyler buna aykırıdır.
MÜRİT - Bizim ona aykırı bir şeyimiz yoktur.
BAYINDIR -Bizim karşı çıktığımız, sadece Kur'an'a açıkca aykırı olan şeylerdir. Eğer bunlar Hanefî, Şafiî, Mâlikî, Eş‘ârî, Maturîdî gibi herhangi bir mezhebin görüşüne aykırı olsaydı bunu gözümüzde büyütüp sert tavır ortaya koymazdık. Mütevâtir olmayan hadis-i şeriflere aykırı bulsaydık üzerinde bu kadar durmazdık. Siz Kur‘an-ı Kerim’in çok açık ifadelerine aykırı şeyler söylüyorsunuz. Bunlar karşısında susarsak hesap gününün tek yetkilisi olan Allah’a, bunun hesabını veremeyiz.
2- KABİR EHLİNDEN YARDIM
Kabir ehli, kabirlerinde yatan ölülerdir
MÜRİT -Şu hadisi kabul etmediğini söylemişsin:
“İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabir ehlinden yardım isteyiniz. ”
Bunun nesine karşı çıkıyorsun. Kabir ehlinden yardım istemek onlardan ibret almak demektir.
BAYINDIR -Öyleyse neden kabir ehlinden ibret alın, denmiyor da onlardan yardım isteyin deniyor. Hadis diye uydurulmuş o sözün Arapçasında “ ”istiânede bulunun, yani yardım isteyin, ifadesi geçer. Halbuki Fatiha suresinde "Yalnız senden istiânede bulunuruz." anlamında “iyyâke nestaîn ” âyeti vardır. Bu âyet, yardımı tek bir yerden, yani yalnız
Allah’tan dilememiz gereğini ifade eder. O zaman yukarıdaki sözle bu âyet açıkça çatışmıyor mu?
Fatihayı her namazda okuyup bu anlamı hep zihnimizde diri tutmamızın bir sebebi yok mudur?
Yukarıdaki sözü Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem' e mal edenlerin yanında yer almak size ağır gelmiyor mu? Hiç düşünmez misiniz, temel görevi Kur'an'ı anlatmak olan Hz. Muhammed'in Kur'an'a aykırı bir sözü olur mu? Sonra bu sözü Hz. Muhammed'den duyan yok.Onunla birlikte ya da ondan sonra yaşayanlardan böyle bir söz söylemiş olanyok. Bunu nakletmiş sahih bir hadis kitabı da yok. Bunların hiç biri yok.
Bunu size duyuralı çok oldu ama bu konuda siz de bir şey getiremediniz. Çünkü olmayan şey getirilemez.
MÜRİT - Aclûnî'nin Keşf'ül-Hafâ adlı kitabında var ya. Onun kitabında olması bizim için yeterlidir. Aclûnî büyük bir hadis alimidir. O da İbn-i Kemâl'in el-Erbaîn'inden almış.
BAYINDIR - Aclûnî bu eserini, halk arasında hadis diye bilinen sözlerin doğrusu ile asılsız olanını ortaya koymak için yazmıştır. Bu sebeple o kitapta çok sayıda uydurma hadis vardır. Aclûnî,kitabının başında Hafız ibn-i Hacer'in şu sözünü naklediyor: "Aslı olmayan hadisi kim nakletmişse Buhârî'nin Sülasiyyat'ında rivayet ettiği,Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözünün kapsamına girer : "Kim benden söylemediğim bir şeyi naklederse Cehennem'de oturacağı yere hazırlansın. "
Sonra alfabetik olarak hazırladığı kitabında hadislerin kaynaklarını veriyor. Ama bu sözle ilgili olarak sadece "İbn-i Kemal Paşa'nın el-Erbaîn'inde böyle geçmiştir."ifadesini kullanıyor. İbn-i Kemal Paşa'nın bu eserine baktığımızda da hadis diye söylediği o söz için hiçbir kaynak göstermediğini görüyoruz .Bu sebeple aslı astarı olmayan bu sözü hadis diye nakledenlerin "Cehennem'de oturacakları yere hazırlanmaları" gerekir.
MÜRİT - Yaşayan bir insandan yardım istemiyor muyuz? Bir veli ölünce ruhu, kınından çıkmış kılınç gibi olup ve daha çok yardım yapma imkanı elde eder. Bunlar bir çok tasarruflarda bulunurlar.
BAYINDIR - Yaşayan insandan yardım isteme konusuna biraz sonra geleceğiz. Ama veli ölünce ruhunun kınından çıkmış kılınç gibi olduğunun Kur’an’dan ve Sünnetten bir dayanağı var mıdır? Hz. Muhammed de ölmüştür. Onu hatırladığımızda ve kabrini ziyaret ettiğimizde ona salat ve selam getiririz. Yani Allah’ın rahmeti ve ebedi mutluluk onun olsun deriz. Böylece Allah’tan, Peygamberimize olan ikramını daha da artırmasını isteriz.Ama hiç bir duamızda Hz. Muhammed'den bir isteğimiz olmaz. Çünkü o zaman Hıristiyanların Hz. İsa’ya yaptığını biz Hz. Muhammed'e yapmış oluruz ki; bu, yoldan çıkmaktan başka bir şey olmaz.
Ölmüş bir velinin daha çok tasarrufta bulunduğunu, yani daha çok iş çevirebildiğini ifade ettiniz. Bu konuda dayanağınız nedir?
MÜRİT - Bir veli ölünce ruhunun kınından çıkmış kılınç gibi olduğunu söyleyen bazı büyük alimler var.
BAYINDIR - Ama her şeyi bilen Allah’ın kitabında bunun böyle olmadığına dair açık âyetler vardır.
“Allah ölüm esnasında ruhları alır, ölmeyenlerinkini de uykuda alır.Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekileri belli bir vakte kadar salıverir.” (Zümer39/42)
Bu âyete göre Allah, ölülerin ruhunu, belli bir yerde, berzah aleminde tutmaktadır.
Kabirdekilerle ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Dirilerle ölüler bir olmaz. Şüphesiz Allah dilediğine işittirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin. ”(Fatır 35/22 )
Hz. İsa aleyhisselamın ahirette yapacağı konuşmayı veren şu âyet üzerinde düşünmek gerekir.
“...İçlerinde bulunduğum sürece onlara şahittim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun.Sen her şeyi görüp gözetirsin. ”(Mâide 5/117)
Büyük Peygamber Hz. İsa öldükten sonra ümmetinden habersiz oluyorsa, ölen bir velinin ruhunun kınından çıkmış kılınç gibi olması nasıl kabul edilebilir?
Herhalde şu âyet konuya nokta koyacaktır.
“Allah’ın berisinden Kıyamete kadar kendisine cevap veremeyecek olana dua edenden daha sapık kim olabilir? Oysaki bunlar onların duasından habersizdirler. (Ahqâf46/5)
Bazı meâller, âyetlerde geçen dua kelimesini ibadet diye tercüme ederek garip bir tutum içine girmişlerdir. Mesela bu âyette dua manasına iki ifade vardır. Bunlar ve kelimeleridir. Bu kelimeleri (ya'budu)ve (ibadet) diye tercüme etmek doğru olmaz.Çünkü Kur'an-ı Kerim'de o iki kelime de geçer. Her şeyi bilen ve yerli yerinekoyan Allah dileseydi burada o kelimeleri kullanırdı. Örnek olarak Hasan Basri ÇANTAY 'ın ayete nasıl meal verdiğine bakalım.
"Allah'ı bırakıp da kendisine kıyâmete kadar cevap veremeyecek kişiye (nesneye) tapmakta olan kimseden daha sapık kimdir? Halbuki bunlar, onların tapmalarından da habersizdirler. "
Bu gibi mealleri okuyanlar,âyeti puta tapanlarla sınırlayacak ve yaşadığı hayatla ilgilendirmeyecektir.
Arapça tefsirlerde duanın ibadet manasına olduğu ifade edilir.Bir Arap için böyle bir açıklamaya ihtiyaç vardır. Çünkü Hz. Muhammed sallalahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Dua ibadetin kendisidir.” “Dua ibadetin iliğidir, özüdür.” Arap o açıklamayı okuyunca duanın ibadet demek olduğunu öğrenmiş olur. Ama yukarıdaki meali okuyan bir Türk'ün böyle bir şeyi öğrenmesi imkansızdır. Bu bakımından Türkçe meal yapanların bu gibi hususlara dikkat etmesi gerekir.
Bu mealde, âyet metninde geçen " Allah'ın dunundan" ifadesi "Allah'I bırakıp da..." şeklinde tercüme edilmiştir. Bu tercüme de yanlış anlamalara yol açar. Yani bu tercümeden Allah'tan başkasına dua edenlerin Allah'ı büsbütün devre dışı bıraktıkları anlaşılabilir. Halbuki Allah'tan başka velilere tutunanlar, onların hep Allah'a çok yakın olduğuna inanmışlardır. Hiç bir kâfir veya müşrik, hiç bir gayrimüslim Allah'ın varlığını inkâr etmez. Ama Allah ile kendi arasında, yetkisi Allah tarafından verilmiş bir kısım aracıların olduğunu kabul ederek Allah'a boyun eğer gibi onlara da boyun eğerler.
Ateistler Allah'ı inkar ettiklerini söylerler ama başları daralınca Allah'a sığınırlar. Bu, onların inkarda samimi olmadıklarını gösterir.
MÜRİT- Kabirlere giderek hastalıklarına şifa bulanlar var. Bunlar en güvenilir zatların ağzından anlatılıyor, ona ne diyeceksin?
BAYINDIR- Benim bu gibi konularda bir şey söylememe gerek yok. Çünkü okuduğumuz ayetler bunun olamayacağını haykırıyor.
MÜRİT- Bir değerli büyüğümüz bayram sohbetinde şöyle demiş:
"Benim bir hemşirem(kız kardeşim) vardı, yürüyemezdi. Adana'da o zaman bulunan bütün doktorlara gittik, dışarıda hepsine gösterdik çare bulamadılar. Nihayet bize dediler ki, Toroslar’da bir zatın türbesi var, hastayı götürün orada bir gece durdurun.Allah'ın izniyle o zatın dua ve ruhaniyeti şifa vesilesi olur. Biz artık her türlü tıbbî ümidimiz kesildikten sonra oraya annemle birlikte hemşiremi sırtımızda götürdük. Geceleyin hemşirem birden bir feryad etti. Annem, acaba aklına, şuuruna bir şey mi oluyor, korkuyor mu? diye hemen yanına fırladı. Hemşirem halâ bağırıyordu. "İyi oldum, iyi oldum, yürüyorum, aman Allah'ım" diye haykırıyordu. Biz de hayretle yanına vardık. Sabahı beklemeden oradan döndük. Sırtımızda götürdüğümüz hemşirem yürüyerek eve geldi. "
Bu değerli zatın sözü ve tecrübesi bizim için önemlidir. Bu konuda sen ne diyeceksin?
BAYINDIR- Kabir ehlinden yardım istenebileceği kabul edildikten sonra arkasından ister istemez böyle şeyler gelecektir. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuyor mu ki, "İnsan ölünce ameli yani işi biter. Üç kişi bunun dışındadır. Sadaka-i câriyesi olan, yararlanılan bir ilim bırakan ve kendi için dua eden salih bir evladı olan. "
Sadaka-i câriye, cami, çeşme ve köprü gibi halkın yararlandığı şeylerdir. Bunlardan insanlar yararlandıkça bu şahsın işi devam etmiş olur ve onun sevabından alır.
Yararlanılan ilim de sadaka-icâriye gibidir. Yaptığı bir ilmî çalışmadan insanlar yararlanıyorlarsa bu şahsın işi o konuda devam ediyor demektir ve bunun sevabından yararlanır. Hayırlı evlat da böyledir. Bunların hepsi hayatta iken yaptıkları işlerin birer devamıdır. Yoksa insan ölünce yapacağı bir işi kalmaz.
Anlattığınız olayda "Allah'ın izniyle o zatın dua ve ruhaniyeti şifa vesilesi olur." Diye bir söz geçti. Ölülerin diriler için duacı olmaları diye bir şey yoktur. Bu olabilseydi herkes hastasını Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin kabrinegötürürdü. Her halde onun dua ve ruhaniyeti daha etkili olurdu.
Her türlü tıbbî ümidin kesilmesinden sonra bir ölünün kabrine gidip ondan şifa beklemek akıl kârımıdır? Hiç düşünmez misiniz, dirilerin yapamadığı şeyi ölüler nasıl yapar?
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Dirilerle ölüler bir olmaz. Şüphesiz Allah dilediğine işittirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin. ” (Fatır35/22)
Aslı astarı olmayan işleri halkın değer verdiği kişilerin yapması, üstelik iyi bir şey yapmış gibi tutuponu insanlara anlatması ne kötü.
MÜRİT- Ben bu zatın doğru söylediğine bütün kalbimle inanıyorum. Sen şimdi bunun olmadığını mı iddia ediyorsun?
BAYINDIR- Benimkisi bir iddia değildir, ayet ve hadislerin hükmüdür.
O hasta orada gerçekten şifa bulmuş olabilir. Ama bir ölünün şifaya vesile sayılması asla kabul edilemez. Dünyada sadece bu olay olmuyor ki, her türlü olaylar oluyor. Önemli olan bunların doğru yorumunu yapmaktır.
Aslında biz sırat köprüsünü bu dünyada geçiyoruz. Yanlış bir yorum ayağımızı kaydırabilir. Mesela Kadirî tarikatına mensup kişiler vücutlarına şiş batırırlar. Bazıları bunu, o tarikata mahsus bir keramet sayar. Diğer taraftan Hintliler özel dini günlerinde vücutlarına kılıç saplarlar. Keser sapı kalınlığındaki kamışları bir yanaklarından sokup diğer yanaklarından çıkarırlar. Eğer Kadirilerinki kerâmet ise bunun mucize sayılması gerekir. Aslında her ikisinin de dinle bir ilgisi yoktur.Yanlış olan onu din ile ilgilendirmektir. Bu bir hipnoz olayıdır. Hipnoz sayesinde bazı ameliyatlar uyuşturulmadan yapılıyor da hasta bundan dolayı bir acı hissetmiyor. Ben televizyonda bu şekilde bir açık beyin ameliyatı gördüm. Doktor ameliyatla meşgul iken hastaya, bir acı duyup duymadığı soruluyor, o da gıdıklanma gibi bir şeyler hissettiğini ama acı duymadığını söylüyordu.
MÜRİT -Öyleyse kabrin başında şifa bulma olayını da izah et.
BAYINDIR -Bakın Kur'an-ı Kerim'de şeytan çarpmasından bahsedilir. Şöyle buyrulur:
"Faiz yiyenler, sersemliklerinden dolayı başka değil, sadece şeytan çarpmış kimseler gibi doğrulurlar." ( Bakara2/275)
Şeytan çarpmış kimselerin nasıl doğrulduğu bilindiği için ayette bunun izahı yapılmamıştır. Şeytan çarpması elektrik çarpması gibi bir şeydir. İnsanı felç edebilir. Bazı organlar çalışamaz hale gelebilir. Tam doğrulamaz, yürüyemez, sersem gibi olur. Tıp bunaçare bulamaz.
O hanımefendiyi de şeytan yani cin çarpmış olabilir. Çünkü şeytan cinlerin kâfir olanıdır.
Şeytan onların, bir kabir başına gelip, ölüden medet umduklarını görünce hastayı bırakmış olabilir.Çünkü şeytan tecrübesiyle bilir ki kabir başları insanların duygu yüklü oldukları yerlerdir.Onlar burada kolayca saptırılabilirler.
Şeytan insanı saptırmak için her yolu kullanır. Zira o, Allah'tan yetki alınca şöyle demişti:
“İşte senin beni azgınlığa uğratmana karşılık andolsun ki, ben desenin doğru yolun üzerinde oturacağım.Sonra önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım. Sen de onların pek çoğunu artık sana şükreder bulamayacaksın." (Araf7/16-17)
Mutlaka böyle olmuştur demiyorum ama bu kuvvetli bir ihtimaldir. Fakat o ölünün dua ve ruhaniyeti ile şifa bulmanın ihtimali yoktur.
Buna benzer konulara sık sık girilecektir. Vesile ve tevessül konusu da bunlardandır.
Ekleme Tarihi: 08.06.2008 - 20:32
Bu mesajı bildir   ebubera üyenin diğer mesajları ebubera`in Profili ebubera Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
ebubera su an offline ebubera  

133 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 27.08.2013 - 11:53
Cinsiyeti: Erkek 
3 - VESİLE VE TEVESSÜL
Vesile, birini diğerineyaklaştıran şey, aracı; tevessül de bir şeyi vesile yapmak, aracı kılmakdemektir.
Bazı tarikatlarda veli ve şeyh ruhlarının Allah ile kul arasında vesile ve vasıta olduğu kabul edilerek dua sırasında onların ruhaniyetinden yardım istenir.

ŞEYHEFENDİ - Sen vesileyi kabul etmiyorsun. Vesileye dair delilimiz vardır. Bir zatın gözleri âmâ olmuştu. Hz. Muhammed sallallahualeyhi ve selleme geldi, ona dua etmesini söyledi. O da ona, "Abdest al, iki rekat namaz kıl ve"Ya Rabbi elçini vesile ederek senden şifa istiyorum.” diye dua et, buyurdu. O şahıs bu dua ile beraber“Ya Rabbi peygamberini hakkımda şefaatçi kıl.” dedi. Bu sahih hadistir. Bu hadisi kabul etmezsen biz de seni kabul etmeyiz.

BAYINDIR - Bu hadis-i şerif, hadis kitaplarından Tirmîzî’de, İbn Mâce’de ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned'inde geçer.
“Gözleri kör bir adam Hz.Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme gelir ve şöyle der:
- Allah’a dua et, bana şifaversin. Allah'ın elçisi buyurur ki,
- İstersen dua ederim, istersen durumuna sabredersin daha iyi olur. Adamder ki;
- Dua et.
Hz. Muhammed sallallahu aleyhive sellem ona, güzelce abdest almasını, iki rekat namaz kılmasını ve şöyledua etmesini emreder: “ Allah’ım senden istiyorum, rahmet peygamberi Muhammed ile birlikte sana yöneliyorum. “
- Ya Muhammed, şu ihtiyacımın görülmesi için seninle Allah’a yöneldim. Ya Rabb! onu benim hakkımda şefaatçi kıl.”
Bu bir dua isteğidir. Hermümin başkası için dua edebilir. Burada Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem o şahıs için dua etmeye söz veriyor ve onun da kendisiyle birlikte dua ederek şöyle demesini istiyor:
Nebi kelimesinin başındaki bâharf-i cerri yanıltıcı olabilir. Bu harf ilsâq anlamı verir. İlsaq yapıştırmakve bir şeyi öbürünün parçası haline getirmek demektir. Bu sebeple duanın doğru manası şudur: “ Allah’ım sendenistiyorum, rahmet elçisi Muhammed ile birlikte sana yöneliyorum. “
Aksini düşünmek şu âyeteaykırı olur:
"aglaYaMuhammed) De ki: "Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bile bir fayda ve zarar verecek durumda değilim." (Araf7/188)

ŞEYHEFENDİ - Şu âyet hakkında ne diyeceksin? Bu da tevessülün delilidir:
“... Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler ve Allah’tan bağışlanmayı dileselerdi, Resul de onların bağışlanması için dua etseydi Allah’ın tevbeleri kabul ettiğini ve merhametli olduğunu göreceklerdi. ” (Nisa4/64)
Onlar Hazreti Muhammed'e geliyorlar,Hazreti Muhammed de Allah'tan onları bağışlamasını istiyor. İşte insanlar da evliyaullaha gelir, onlar da Allah’ın onları bağışlamasını ister. Çünkü evliya Hazreti Peygamberin varisidir. Peygamberin yaptığını onlar da yaparlar.

BAYINDIR - Bilirsiniz, tevbe dönüş yapmak, istiğfar da bağış dilemektir. Kişinin yaptığı günahtan pişmanlık duyup onu bir daha işlememeye karar vermesi tevbedir.Allah’dan bağış dilemesi de istiğfardır.
Bizde, Hıristiyanlar gibi günah çıkarma yoktur. Tevbe için bir hocanın yanına gitmek de gerekmez.
Okuduğunuz âyet tevbe ve istiğfardan bahsediyor. Yanlış bir iş yaptıkları zaman onların Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme gelmeleri, pişman olmaları demektir. Bu bir tevbedir. Allah'tan bağış dilemeleri de istiğfardır. Hz. Muhammed'in Allah'tan onları bağışlamasını istemesi ise onlar için duada bulunmasıdır.Allah'ın Elçisinin duasını almak pek güzeldir.
Burada bir aracılık sözkonusu değildir. Allah'ın tevbeleri kabul ettiği ve çok merhametli olduğu zaten Kur'an-ı Kerim'in pek çok ayetinde vurgulanmaktadır.
Ayetin tamamı şöyledir:
“ Biz ne elçi göndermişsek Allah’ın izniyle sırf kendisine boyun eğilsindiye göndermişizdir. Onlar kendilerini kötü duruma düşürdüklerinde sana gelselerve Allah’dan bağış dileselerdi, Resul de onların bağışlanması için duaetseydi, Allah’ın tevbeleri kabul ettiğini ve ne kadar merhametli olduğunu elbette görürlerdi. ” (Nisa4/64)

ŞEYHEFENDİ - Siz ne derseniz deyin, biz Allah ile kullar arasında evliyâullahın ve meşâyih-i izâm hazerâtının ruhlarının vasıta olduğuna inanırız. Onların ruhaniyetinden istimdâd eder, istiânede bulunuruz.

BAYINDIR - Peki ya “ iyyâke nestaîn, = yalnız senden yardım isteriz”(Fatiha1/5) âyeti nerede kaldı? Günde en az kırk kere niçin bu âyeti okuyup duruyoruz?
Allah Teâlâ bir de şöylebuyuruyor:“ Andolsun ki, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığınıbiliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. ” (Kaf50/16)
Allah bize şah damarımızdan daha yakın olduğuna göre velilerin ve büyük şeyhlerin ruhları nerede boşluk buluyor da araya giriyorlar?

ŞEYHEFENDİ -İlahiyat Fakültesinden iki kız talebe geldi ve bana aynı şeyi sordular. Dedilerki, “Allah bize şah damarımızdan daha yakın olduğuna göre neden şeyhler arayagiriyorlar?” Ben de dedim ki, “Siz Kur‘an okuyor musunuz?” “Evet dediler.”Dedim ki, “Kur’an’ı size kim okutuyor?” “Kur’an hocası.” dediler. Allah sizeKur’an hocasından daha yakın değil mi, neden o okutmuyor da Kur’an öğrenmek için bir başkasına ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sordum, “Tamam, haklısın.”dediler.

BAYINDIR -Birisine Kur'an öğretmenin Allah ile kul arasında aracılık yapmakla ne ilgisivar? Bunun nesi tevessüldür? Bir başkasına bir şey öğreten herkes Allah ile kularasında vesile kılınmış mı olur?
Ben Kerim olan Allah'ın verdiği aklı, öncelikle dinimi anlamak için kullanmayı tercih ederim


4-EVLİYÂNIN YARDIMI

ŞEYHEFENDİ - Abdülkadir Geylânî hazretleri bir şiirlerinde buyururlar:
“Müridim ister doğuda olsun ister batıda
Hangi yerde olsa da yetişirim imdada”

BAYINDIR - Bu, Kur’an-ı kerimin çok sayıda âyetine açıkca aykırıdır.
“ Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz. .“ (Neml27/62)
Güç yetirilemeyen konularda Allah’dan başkasından yardım istenir, o da yardıma koşarsa artık kim Allah’a sığınma ihtiyacı duyar?

ŞEYHEFENDİ - Sen Abdülkadir Geylani’ye inanmıyorsan seninle konuşacağımız bir şey yoktur.

BAYINDIR - Abdülkadir Geylaniye inanmak imanın şartlarından değildir ama Kur’an-ı Kerim’e inanmak gerekir.
Bana göre bu zatlarla ilgili bilgilerin çoğu uydurmadır. Yukarıdaki şiir o uydurmalardan biridir. Allah’ın Peygamberi için milyonlarca hadis uyduranlar Abdülkadir Geylani için, Mevlânâ için, İmam Rabbânî için niye bir şeyler uydurmasınlar ki?
Ama Abdülkadir Geylani’nin kendisi gelip bu sözü söylese, bir bildiği vardır, demez tereddütsüz reddederiz. Çünkü biz ahirette Abdülkâdir Geylani’den değil, Kur‘an’dan hesaba çekileceğiz
Ekleme Tarihi: 08.06.2008 - 20:32
Bu mesajı bildir   ebubera üyenin diğer mesajları ebubera`in Profili ebubera Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
ebubera su an offline ebubera  

133 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 27.08.2013 - 11:53
Cinsiyeti: Erkek 
5-ŞEYHİN HİMMETİ
Himmet Arapça'da bir işi yapmaya azmetmek ve güçlü bir kararlılık içinde olmak anlamlarına gelir. Türkçede ruhânî ve manevi yardım ,kayırma ve lütuf anlamlarında kullanılır.Tarikatlarda şeyhin müritlerine olağan dışı yollarla yardımda bulunduğuna ve onların bazı sıkıntılarını giderdiklerine inanılır.

MÜRİT - Sen şeyhin himmetini de mi kabul etmiyorsun. İster inan, ister inanma, şeyhimin himmeti sayesinde her yerde işlerim gayet iyi gidiyor. Ben bunu görüyor ve yaşıyorum.

BAYINDIR - Şeyhinizin himmeti derken onunsize özel ilgi göstermesini kasdetmiyorsunuz her halde. Kastınız onun size olan manevi yardımıdır, değil mi?

MÜRİT - Evet doğru. Mesela ben hacca gittiğimde Arafat'tan inerken şeyhimin himmetini gördüm. Halbuki, o Türkiye'deydi.Arafat'tan o kadar kolay indim ki, Şeytanı da taşladıktan sonra sabah'ın sekizinde otelde idim.

BAYINDIR - Niye Allah’ın yardımı değil de "Şeyhinizin himmeti?”

MÜRİT - Şeyhimin Allah katındaki değerinden dolayı Allah onun müritlerine yardım ediyor.

BAYINDIR - Peki ya saat sekizden önce otele gelenlere kim himmet etti?
Bu konuda çok âyet geçti ama biraz da şu âyetler üzerinde düşünelim:
“ De ki, Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım;onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler.
Çağırıp durdukları bu şeyler de Rablarına hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı cidden korkunçtur .”(İsrâ 17/56-57)
Siz şeyhinizin ahirette size şefaat edeceğine de inanıyorsunuz.Eğer şeyhler müritlerini hem dünyada hem de ahirette kurtarabiliyorlarsa onlar için şeyhlerini memnun etmek her şeyden önemli olur. Artık Allah’a yalvarma gereği ortadan kalkar.
Bu batıl bir yoldur. Eğer hak yola gelmezseniz sonunuzun çok kötü olacağından endişe ederim


6-YÜZÜ SUYU HÜRMETİNE

MÜRİT - Bazı büyük zatların yüzü suyu hürmetine duamızı kabul etmesini Allah’tan istemiyor muyuz? “Yarabbi Hz. Muhammed hakkı için veya evliya-ikiram, şehitler ve salihler hürmetine duamı kabul et.” diye dua etmiyor muyuz?
BAYINDIR - Evet böyle dua edenler vardır. Bunlar Süleyman Çelebi’nin mevlidi gibi kitaplarda da yer alır. Ama böyle dua olmaz. Bu konuda Hanefî alimlerden İbn Eb’il-İzz şöyle diyor:
“Kişinin, Allah’tan başkasını duasının kabulüne sebep kılması ve onunla tevessülde bulunması caiz değildir
“ Rabbinize için için ve yalvararak dua edin. O, taşkınlık yapanları gerçekten sevmez.” (Araf 7/55)
Bu ve benzeri dualar, sonradan uydurulmuştur. Böyle bir dua ne Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemden,ne sahabiden, ne tabiînden, ne de imamların birinden aktarılmıştır. Allah onların hepsinden razı olsun. Bu, ancak cahillerin ve bazı tarikatçıların yazdığı tılsımlarda bulunabilir.”
Ekleme Tarihi: 08.06.2008 - 20:33
Bu mesajı bildir   ebubera üyenin diğer mesajları ebubera`in Profili ebubera Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
ebubera su an offline ebubera  

133 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 27.08.2013 - 11:53
Cinsiyeti: Erkek 
7-OLAĞANDIŞI YOLLARLA YARDIM


MÜRİT - İnsanlar birbirinden yardım istemezler mi? Bu da Allah’tan başkasından yardım istemek olmaz mı?

BAYINDIR - Yardımlaşmayı emreden çok sayıda âyet ve hadis-i şerif vardır. Ama herkesbilir ki, ruhanîlerden beklenen yardım farklıdır. Onlardan insanların güç yetiremediği konularda ve olağandışı yollarla yardım istenir. Bu, ya bir korkudan kurtulmak veya bir isteğe kavuşmak için olur.
Mesela İstanbul'da Tuzla'da bindikleri otomobille sele kapılıp sürüklenenlerden biri, "Ya Seyyidenâ Hamza!" diye Hz. Hamza 'yı yardımaçağırıyor.Eğer bu zat orada bulunan kişileri yardıma çağırsaydı yadırganmazdı. Ya da herşeyi her an görüp gözeten Allah Teâlâ'dan yardım isteseydi güzel bir şeyyapmış olurdu. Ama o, İstanbul'dan binlerce kilometre uzaktaki kabrinde yatanHz. Hamza'yı yardıma çağırıyor. Demek ki Hz. Hamza'nın çağrıyı işittiğine ve derhal oraya gelip kendisini kurtaracak güç ve kuvvete sahip olduğuna inanıyor.Yoksa dar zamanında Hz. Hamza'yı hatırlar mıydı? Demek ki, bu zat, Hz. Hamza'dabazı insan üstü sıfatların var olduğunu hayal ediyor. Bunlar hayat, ilim, semi,basar, irade ve kudret sıfatlarıdır.
Hayat dirilik demektir. Bu zat Hz. Hamza'yı diri saymasaydı yardıma çağırmazdı.

MÜRİT - Ama şehitler ölmez.

BAYINDIR - Doğru, şehitler ölmez. Ayetteşöyle buyuruluyor: "Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin, zira onlar diridirler, ama siz bunu anlayamazsınız."aglaBakara 154)
Bu, bizim anlayabileceğimizbir dirilik değildir. Eğer anlayabileceğimiz gibi olsaydı, Hz. Hamza'nın şehit olmasına Hz. Muhammed sallallahualeyhi ve sellem o kadar üzülür müydü? Çağırınca geliyorsa, zaman zaman onu çağırır ve ondan bazı şeyler isterdi.
Abdullah b. Mes'ud diyor ki;Biz Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin Hz. Hamza'ya ağladığı kadar bir şeye ağladığını görmedik. Onu kıbleye doğru koydu, cenazesinin başında durdu ve sesli olarak hıçkıra hıçkıra ağladı."
Hz. Hamza'yı şehid eden Vahşî,yıllar sonra müslüman olunca Hz. Muhammed ondan kendisine görünmemesini istemişti.
Şehitler konusuna tekrar değineceğiz.
Hz. Muhammed sallallahu aleyhive sellem ölünce, Allah ondan razı olsun Hz. Ebubekr'in yaptığı önemli bir konuşma vardır. Abdullah b. Abbas'ın bildirdiğine göre Hz. Ebubekr bu konuşmasında şöyle dedi:
"Bakın, sizden kim Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme kulluk ediyorsa işte Muhammed ölmüştür.Kim de Allah'a kulluk ediyorsa şüphesiz o diridir, ölmez. Allah Tealâ buyuruyor ki: "Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir. O ölür veya öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz? Her kim gerisin geriye dönerse, o Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenlere mükafat verecektir." (Al-iİmrân 3/144)
Abdullah b. Abbas diyor ki," Ebubekr okuyuncaya kadar Allah Teâlâ'nın böyle bir âyet indirdiğinisanki hiç kimse bilmiyordu. Artık insanlardan kimi dinlesem bu âyeti okuyordu.Saîd b. el-Müseyyeb de bana, Ömer'in şöyle dediğini bildirdi: "VallahiEbubekr'in o âyeti okuduğunu işitince öyle oldum ki, kendimden geçtim.Ayaklarım beni taşıyamaz oldu. Ayeti okuduğunu duyunca yere yığıldım. Peygambersallallahu aleyhi ve sellem gerçekten ölmüştür."
Şu iki âyet de Hz. Muhammedile ilgilidir:
"Senden önce hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü olacaklardır?" (Enbiya21/34)
"Şüphesizsen de öleceksin, onlar da öleceklerdir. "aglaZümer 39/30)
Buna göre Hz. Hamza'nınanlayabileceğimiz manada diri olduğunu kim söyleyebilir?
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Allah neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğunuzu bilir.
Allah'ın berisinden çağırdıkları ise bir şey yaratmazlar; esasen kendileri yaratılmıştır.
"Onlar ölüdürler, diri değil. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler."aglaNahl16/19-21)
Maalesef kendi kötü emellerine Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi alet edenlerbile vardır. Bunlar, insanlar üzerinde kurdukları baskının devam etmesi için habire yalan ve iftira ile meşgul olurlar. Bunca âyete rağmen Hz Peygamberinsağ olduğunu ve onunla görüştüklerini ileri sürerek insanları saptırırlar.Hatta haşa onun, baş müfettiş gibi etrafındaki insanları teftiş ettiğini ve yaptığı hizmetleri denetlediğini iddia edenler dahi vardır. Evliya ölünce ruhukınından çıkmış kılınç gibi olur, diyen veya bir kısım ruhanilerden yardım isteyen kişilerden başka ne beklenebilir?
Gözlerini hırs bürümüş bu insanların uslanması zor ama birazcık aklını kullananlar için Hz. Ömer'in şu sözünü nakletmek isterim:
"İsterdimki, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem yaşasın da bizden sonra ölsün. He rne kadar Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem gerçekten ölmüş ise de Allah aranıza bir nur koymuştur, onunla hak yolu bulursunuz. Allah Muhammed'i de onunla hak yola sokmuştur."
Onur Kur'an-ı Kerim'dir. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de veda hutbesinde konuya değinerek şöyle buyurmuştur:
"Aranızda,sıkı sarılırsanız artık sapıtmayacağınız bir şey bıraktım, Allah'ın kitabını”.
İşte hak budur. "Hakkın ötesi sapıklık değildir de yanedir?" (Yunus10/31-32)
Sözügeçen şahsın Hz. Hamza'da varsaydığı sıfatların ikincisi ilim sıfatıdır. İlim , bilmek ve kavramak demektir. İnsanda da ilim sıfatı vardır ama bu, onun öğrenebildiği ve kavrayabildiği şeylerle sınırlıdır. Onları dazamanla unutur. Allah'ın ilmi sınırsızdır. O, her şeyi en ince ayrıntısınakadar en doğru biçimde bilir ve asla unutmaz.
Istanbul'a hiç gelmemiş olan Hz. Hamza'nın çağrıldığı yere gelmesi için, olayın geçtiği İstanbul Ankarayolunun Tuzla'daki bölümünü bilmesi gerekir. Bu şahıs Hz. Hamza'nın bilgisinin,şüphesiz Allah Teâlâ'nın bilgisi gibi sınırsız olduğunu kabul etmez. Ama onu böyle bir yere çağırdığına göre Hz. Hamza'yı Allah Teâlâ'ın sınırsız bilgisininbir bölümüne ortak saymış olur.
Üçüncü sıfat semi'dir. Semi' , işitme gücüdür. Allah insanaişitme gücü vermiştir, ama bu, belli mesafeden ve belli titreşimdeki seslerinişitilmesiyle sınırlıdır. Hele Hz. Hamza gibi kabirde bulunanlara bir şeyişittirmeye bizim gücümüz yetmez. Her şeyi işiten Rabbimiz, elçisi Hz.Muhammed'e hitaben şöyle buyuruyor: “ ŞüphesizAllah dilediğine işittirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin. ”(Fatır 35/22)
Allah her şeyi işitir. Engizli sesler, hareketler, içten yakarışlar ve her şey onun tarafından işitilir. Şimdi bu zat, İstanbul'dan, "Ya Seyyidena Hamza ! " dediğizaman Hz. Hamza'nın bu sesi işittiğini hayal ettiğine göre onu Allah'ın işitme sıfatına ortak etmiş olmaz mı? Çünkü bu şekilde bir işitme, Allah'tan başkasıiçin sözkonusu değildir.
Dördüncü sıfat basar'dır. Basar , görme gücü demektir. İnsanlardada görme gücü vardır, ama bu çok sınırlıdır. Allah Teâlâ, en küçük şeyleri bile en ince ayrıntısına kadar görür.
Kilometrelerce uzakta, kabirde yatan birini yardıma çağıran kişi, onun kendini gördüğünü kabul etmiş olur.Yoksa onun durumunu nasıl kavrayıp yardım edebilir? Bu şekilde bir görme,yanlız Allah'a mahsus olduğundan bu şahıs Hz. Hamza'yı Allah'ın görme sıfatınada ortak saymış olur.
Beşincisi irade, altıncısı dakudret sıfatıdır. İrade , dilemek vetercih etmektir.
Kudret de bir şeye güç yetirme anlamına gelir. İnsanın iradeside kudreti de sınırlıdır. Ölünce bu konuda hiç bir şeyi kalmaz. Bu şahıs Hz.Hamzanın, kendi çağrısını kabul ettiğini ve gerekli yardımı yapabildiğini hayalettiğine göre Hz. Hamza'ya bu iki sıfatı da vermektedir. Bu, olağan dışı bir irade ve kudret yakıştırmasıdır. Bu anlamda irade ve kudret sahibi tek varlıkAllah Teâlâ'dır. Demek ki o şahıs Hz. Hamza'yı Allah'ın bu iki sıfatına da ortak saymış olmaktadır.
"Hiç bir şey yaratamayan ama kendileri yaratılmış olanı ortak mı sayıyorlarOysa bunların onlara yardımda bulunmaya güçleri yetmez. Bunların kendilerine bile yardımı olmaz.Onları doğru yolaçağırırsanız, size uymazlar; çağırmanız da, susmanız da sizin için birdir.Allah'ın yakınından çağırdıklarınız da, sizin gibi kullardır. Eğer haklıysanız onları çağırın dasize cevap versinler bakalım.
Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var, veya işitecek kulakları mı var? De ki: "Ortaklarınızı çağırın sonra bana tuzak kurun,hiç göz açtırmayın."."Çünkü benim velim Kitabı indiren Allah'tır. O, iyilere velilikeder."."O'nun berisinden çağırdıklarınız kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler." (Araf7/191-197)
“Belki kendilerine yardımları dokunur diye Allah’ın berisinden tanrılar edindiler.Ama onların yardıma güçleri yetmez. Oysaki kendileri onlar için hazır askerdirler. “ (Yasin 36/74-75)
"Kendilerine dayanak olsundiye, Allah'ın berisinden tanrılar edindiler.
Tam tersi; onlar bunların ibadetlerini tanımayacak ve bunlara düşman olacaklardır. "aglaMeryem 19/81-82)
İşte şirk budur. Yani Allah'ın vermediği yetkileri, bir kısım varlıklarda veya ruhanîlerde var sayıp onlardan yardım istemek şirktir.
"De ki, Allah'ınberisinden çağırdıklarınıza bakın bakalım. Gösterin bana, yeryüzünde yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı bulunuyor? Eğer doğru iseniz bu konuda bana, bundanönce gelmiş bir kitap veya bir bilgikalıntısı getirin bakalım."
“ Allah’ın yakınından kendisine Kıyamete kadar cevap veremiyecek olanı yardıma çağırandan daha sapık kim olabilir? Oysaki bunlar onların çağrısından habersizdirler. “ (Ahqâf 46/4-5)

MÜRİT - Allah istese Hz. Hamza'ya bu özellikleri veremez mi?

BAYINDIR - Allah'ın gücü her şeye yeter ama Allah'ın gücü ile delil getirilmez. Bunca âyet varken Hz. Hamza'ya özel bir güç verildiğini kim iddia edebilir? Bakın, Allah'ın elçileri de dahil hepimiz Allah'ın kulu, yanikölesiyiz. Allah da bizim Rabbımız, yani Efendimizdir. Köle efendisi karşısındahiç bir yetkiye sahip değildir. Bu sebeple elçiler de dahil hiç bir insanın Allah karşısında bir yetkisi olmaz.Allah'ın verdiği yetkiler olursa o başka. Hele yukarıdaki âyetlerde olduğu gibi Allah'ın kimseye yetki vermediğini açıkça belirttiği bir konuda bazılarını yetkili saymak affedilemeyecek bir suç olur.

MÜRİT - Ama bu zat, bir başka yerde Hz. Hamza'nın yardıma geldiğini bizzat görmüş. Diyor ki, "Cin diyebileceğimbir yaratık beni elimden tuttu ve götürmeye çalıştı. Çok bunaldım. Birden istimdad ile "Ya Hz. Hamza!" dedim. O şanlı sahabi benim davetime icabet etti ve adeta odanın içinde beliriverdi.. Cin onu görünce korkudan geri geri gitti ve duvardan süzülerek gözden kayboldu."

BAYINDIR - Her dara düşene yardım eden Allah Teâlâ, demek ki, onun da sıkıntısını giderince, Hazreti Hamza'nın yardıma geldiğini sanıyor. Yaşayan ya da ölmüş bir kişinin ruhaniyetinden yardım istemek onlara, Allah'ın vermediği bir yetkiyi vermeye kalkışmak olmazmı?
"Şunu bilin ki, göklerdekim varsa ve yerde kim varsa hepsi Allah'ındır. Allah'ın yakınından bir takım ortaklarçağıranlar neyin peşindedirler? Bunların peşine takıldığı belli bir kuruntudanbaşka bir şey değildir. Onlarınkisi sadece saçmalamadır." (Yunus10/66)
a- Gücün kaynağı

MÜRİT - "Ya Seyyidenâ Hamza"diyerek Hz. Hamza'yı çağıran kişi onunkendinden kaynaklanan bir gücü olmadığını biliyor. Onun istediği AllahTeâlâ'nın yardıma Hz. Hamza'yı göndermesidir. Bunun Allah'tan başkasını tanrı edinmekle ne ilgisi var?

BAYINDIR - O sözü inceleyelim:
1- O zat bir yerde diyor ki,"Büyük ve mukaddes ruhlardan istimdâd (yardım talebi) olabilir."
Fakat her dara düşene yardımeden Rabbimiz şöyle buyuruyor:
"De ki: "Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kurtaran kimdir? Bundan bizi kurtarırsan şükredenlerden olacağız diye ona gizli gizli yalvarır yakarırsınız."
Deki: "Allah sizi ondan ve her sıkıntıdan kurtarır, sonra da ona ortak koşarsınız." (En'am6/63-64)
2- Hz. Hamza'nın bu gücü Allah'tan aldığını hayal etmek neyi değiştirir? Çünkü Hz. Hamza'nın elindebir şey yoktur. Onun bu çağrıdan haberi bile olmaz. Ahqaf Suresinin yukarıdameali verilen 4 ve 5. âyetleri bunun delilidir.
Müşrikler, tanrılarının gücünüAllah'tan aldığını hayal ederlerdi. Ama bu, dayanaksız bir iddiaydı.Müşriklerle ilgili şu âyetleri biraz düşünmek gerekir.
"Desen ki: 'Gökten ve yerden size rızık veren kim? Ya da işitmenin ve gözlerin sahibi kim? Kimdiro diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran? Ya her işi düzenleyen kim?'Onlar: 'Allah'tır!' diyeceklerdir. Deki; 'O halde O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?'
İştesizin Rabbiniz Allah budur. Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl da çevriliyorsunuz?" (Yunus10/31-32)
Müşrikler Kabeyi tavafederken şöyle derlerdi:
"Lebbeyk lâ şerîke lekillâ şerîkun huve lek temlikuhu ve mâ melek"
"Emret Allah'ım,Senin hiçbir ortağın yoktur. Yalnız birortağın vardır ki, onun da bütün yetkilerinin de sahibi sensin."
Bunu bize nakleden İbn Abbasdiyor ki, onlar "Lebbeyk lâ şerîke lek = Emret Allah'ım, Senin hiçbir ortağın yoktur." dediklerindeHz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, "Yazıklar olsun size burada kesin,burada kesin." derdi.
Allah'ın vermediği bir yetkiyi putlarında var saymaları müşrik olmaları için yetiyordu. Puta bu yetkiyiverenin Allah olduğunu söylemeleri bir şeyi değiştirmiyordu.
Ayette şöyle buyuruluyor:
Allah'tanönce öyle şeye tapıyorlar ki,Allah onun hakkında hiçbir kanıt indirmemiştir. Onunla ilgili kendilerinin debir bilgisi yoktur. Zalimlerin yardımcısı olmaz." (Hacc 22/71)

MÜRİT - Bu zat o çağrısından sonra"Adeta Hz. Hamza odada beliriverdi." diyor. Bir de şöyle bir hatırasını naklediyor: "Eski bir dostumun hanımı rahatsızdı. Çare aramadıkları yer kalmamıştı. İçinde Bedir savaşına katılan sahabilerin isimleride bulunan bir dua mecmuasını vereyim diye kendilerine gittim. Geleceğimden kimsenin haberi yoktu.
Ben merdivenlerden çıkarken bacımız trans halinde imiş. Cinler ona, "Hoca geliyor; fakat biz onun hakkından da geliriz" diyorlarmış. Kapıyı çaldım. Arkadaşım beni karşısında görünceçok şaşırdı.
-"Bu dua mecmuasını bacımız üzerinde taşısın, mutlaka faydası olur, cinler yanına sokulamazlar." dedim ve geçtim salona oturdum.
Sonra arkadaşım, bu dua mecmuasını hanımının üzerine koymuş. Trans halindeki bacımız, "Nasıl,Hz. Hamza geldi diye kaçıyorsunuz değilmi?" diye bağırmaya başlamış."
Şimdi bütün bunlar yalan mı?

BAYINDIR - Bunlar yalan değil ama yanlış.Hem o zatın, hem de o hanımın gözüne böyle bir şey gözükmüş olabilir. Ama bu sadece şeytanın bir oyunudur.
b-Ruhânîlerinhayatı

MÜRİT - Ben hâlâ tatmin olmuş değilim. Bildiğim kadarıyla beş çeşit hayat vardır.
Birincisi bizim hayatımızdır.
İkincisi Hz. Hızır ve İlyasaleyhimesselam'ın hayatıdır. Bir vakitte pek çok yerde bulunabilirler.İsterlerse bizim gibi yerler, içerler.
Üçüncüsü Hz. İdris ve İsaaleyhimesselâmın hayatıdır. Bu, melek hayatı gibi nurani bir hayattır.
Dördüncüsü şehitlerinhayatıdır.
Beşincisi kabirdekilerinhayatıdır.
Şehitler hayatlarını Allahyolunda feda ettikleri için Allah da onlara berzah aleminde, dünya hayatınabenzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayat ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmez, daha iyi biryere gitmiş bilirler. Çok mutlu olurlar. İşte şehitlerin efendisi olan Hz.Hamza da böyle bir hayat yaşamaktadır. Kendine sığınan insanları koruması,dünya ile ilgili işlerini görmesi ve gördürmesi mümkün olabilir.

BAYINDIR - Şehitlerin bir hayatı olduğudoğru, ama Allah Teâlâ, " Siz onu anlayamazsınız." dediği haldeanladığımızı iddia etmemiz nasıl bağışlanabilir? Şehitlerle ilgili ayrı bir bölümgelecektir.
Hz. Hamza'nın, kendine sığınanlara yardım edemeyeceği konusunda hala şüpheniz varsa lütfen yukarıdakiâyetleri bir daha, yavaş yavaş ve düşünerek okuyun. Eğer inanıyorsanız böylebir şeyi aklınızın ucundan bile geçiremezsiniz.

MÜRİT - Bizim yaşadığımız hayat malum,onda bir ihtilaf yok. Şehitler konusu da anlaşıldı. Hayatın diğer üç çeşidi içinne diyeceksiniz?

BAYINDIR - Soruyu benim sormam gerekir.Siz, Hz. Hızır ve Hz. İlyas Hz. İdris ve Hz. İsa aleyhimüsselâmın hâlâ hayattaolduklarını söylerken neye dayanıyorsunuz?

MÜRİT - Bunları ben kendim uydurmuyorum. Bunları söyleyen zat,böyle bir hayatın varlığını keşif sahibi evliyanın tevatür derecesine varangözlemine dayandırmaktadır.

BAYINDIR - Gayb ile ilgili bir konu, hiçbir ilmi değeri olmayan keşfe dayandırılamaz. Keşif konusu ayrıca gelecektir,ona girmiyorum. Adı geçen dört peygamberden yalnız Hz. İsa aleyhisselamınşimdiki durumunu biliyoruz. Onu da şu ayetten anlıyoruz.
“... İçlerinde bulunduğum sürece onları gözetiyordum. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi görüp gözetirsin. ” (Mâide5/117)
BuradaHz. İsa'nın vefat ettiği ve ümmetinden habersiz olduğu bildiriliyor. Artıkonun için de bir hayat çeşidi hayal etmenin gereği yoktur.
Hz.İsa henüz hayatta iken Allah Teâlâ ona şöyle demişti: "Ey İsâ, ben seni vefat ettireceğim, seni bana yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim..." (Al-iİmrân 3/55)
c- Ölüm bir uykudur

MÜRİT - Kabir hayatı konusunda ne diyeceksin?

BAYINDIR - Allah Teâlâ ölümü uykuya benzeterekşöyle buyuruyor:
“ Allah ölüm esnasında ruhları alır, ölmeyenlerinkini de uykuda alır.Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekileri belli bir vakte kadar salıverir. ” (Zümer39/42)
Bu âyete göre Allah, ölülerinruhunu, belli bir yerde tutmaktadır.
"Geceleyinsizi öldüren ve gündüzün ne yaptığınızı bilen odur. Sonra belirli süre doluncaya kadar gündüzün sizi kaldırır." (En'am 6/60)
Kıyamet'in kelime anlamıkalkıştır. Öldükten sonraki dirilme yataktan kalkışa, Sura üflenmesi de kalkborusunun çalınmasına benzer. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Sura üflenmiştir. İşte ozaman kabirlerinden Rablerine doğru koşup giderler.
"Yazık oldu bize! Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? diyeceklerdir." (Yasin 36/51-52)
Kur'an'a göre ölüm bir uyku,kabir bir uyuma yeri, öldükten sonra dirilme de uykudan uyanmadan başka birşey değildir. Hadis-i şeriflerde belirtilen kabir azabı da uykuda görülen kötürüyalar gibi olmalıdır.
Uyuyan kişi, aradan ne kadarzaman geçtiğini anlamaz. Ölenin durumu da aynıdır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'debiri ölen, diğeri uyuyanla ilgili iki örnek vardır.
Ashab-ı Kehf mağarada tam 309yıl uyumuştu.Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
" Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri:"Ne kadar kaldınız?" diye sordu. "Bir gün, belki de daha az kaldık" dediler. " (Kehf 18/19)
Ölümleilgili âyet de şudur:
"Şuna da bakmaz mısın? O, tavanları çökmüş,duvarları üzerlerine yıkılmış bir kente uğradı da "Allah burayı ölümünden sonra nasıl diriltecek?" dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölübıraktı, sonra kaldırdı ve "Ne kadar kaldın?" diye sordu, o da "Bir gün, belki de bir günden az."dedi. Allah buyurdu ki; "Yok, tam yüz yıl kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine baksana, bozulmamışlar bile. Bir de şu eşeğine bak. Seni insanlara bir ibretyapalım diye bunu yaptık. Kemiklere bak, onları nasıl birleştirecek, sonraonlara et giydireceğiz." Bunlar apaçık belli olunca şöyle dedi; "Benartık anladım ki, Allah'ın gücü gerçekten her şeye yeter." (Bakara2/259)
Yüzsene ölü kalıp dirilen de 309 sene uykuda kalanlar da "Bir gün veya bir günden az." kaldıklarını sanıyor.
İştekabir hayatını anlamak isteyenler bu âyetlerden ders alabilirler.
Uyuyan kişi, vücudundan nasılhabersizse ölü de habersizdir. Uyuyan kişinin ruhu gelip tekrar aynı bedenegireceği için bedeni diri kalıyor. Ölenin ruhu geri dönmeyeceğinden bedeniölüyor. Ahirette yeniden yaratılan bedene gelen ruh kendini uykudan uyanmışgibi hissediyor ve "Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? " (Yasin36/51-52) diyor. Beden toprakta çürümüş, yenidenyaratılmış, ama o bunun farkında değil. O, uyuyup uyandığını zannediyor.Aradan geçen zamanın da farkında değil. İşte ölüm bize bir uyku kadar, kıyametde uykudan uyanmak kadar yakındır.
Uyku, hayatta bir kesintideğil, süreklilik için zorunlu bir dinlenmedir. Hz. Muhammed sallallahu aleyhive sellem kıyametteki kalkışın da dünya hayatının devamı gibi olacağınıbildirmektedir:
"Her kul, ne üzere öldüyse o şekilde diriltilir."
Veda Haccında birisibineğinden düşmüş boynu kırılmıştı. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellembuyurdu ki, onu su ve sidr ile yıkayın, iki parça bez içinde kefenleyin, kokusürmeyin ve başını örtmeyin. Çünkü Kıyamet günü telbiye getirir durumda kaldırılacaktır."
Bu hadis gerçektendüşündürücüdür. Burada o şahsın ölümünü ihramlı bir hacının uyuması gibi saymıştır. İhramlı koku sürünmez, uyurken başınıörtmez. Uykudan kalkınca telbiye getirir.

MÜRİT - O zaman kabrin cennet bahçelerindenbir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olmasını nasıl izah edebiliriz?

BAYINDIR - Kabirhayatını rüyaya benzetebiliriz. Güzel rüya gören rüyanın hiç bitmemesini ister. Sıkıntılı rüya görenler de uyanınca iyi ki, rüyaymış diye şükrederler. Doğrusunu Allah bilir
Ekleme Tarihi: 08.06.2008 - 20:33
Bu mesajı bildir   ebubera üyenin diğer mesajları ebubera`in Profili ebubera Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
ebubera su an offline ebubera  

133 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 27.08.2013 - 11:53
Cinsiyeti: Erkek 
8-MÜSLÜMANLARI BATIRAN ŞİRK

MÜRİT Yetmiş yıldır bu ülkede yeterli dini eğitim yapılamadığı için hocalarımız bazı yanlışlar yapabiliyor .Biliyorsunuz 1924'te şeriat kaldırıldı. Bütün yasalar batıdan alındı. Bir zamanlar din eğitimi tamamen yasaklandı. Ezan Türkçe okundu. Bunları uzatmak mümkün.

BAYINDIR - Bütün suçu başkasının üstüne at ve sen aradan çekil. Ne kolay bir yaklaşım tarzı! Yetmiş yıl önceki şartlara durup dururken mi gelindi? İslam alemi Birinci Dünya Savaşında batı karşısında niye kesin bir yenilgi aldı?

MÜRİT - Bunun siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri bir çok sebebi var. Şimdi sen bunu da mı tarikatlara bağlıyacaksın?

BAYINDIR - Bunu tarikatlara bağlamak da kolaya kaçmak olur. Bu yenilginin siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri sebeplerini uzmanlarına bırakalım. Biz burada Kur'an'a uyma yerine Kur'an'ı kendimize uydurmadan bahsediyoruz.
Kur'an'a taban tabana zıt nice özler hadis diye ortaya atılabilmiş ve müslümanlar arasında kabul görmüştür.Şu söz onlardan biridir:
“İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabir ehlinden yardım isteyiniz.” Bu sözü hadis diye ortaya atan, Yavuz Sultan Selim'in meşhur Şeyhülislamı İbn-i Kemal Paşazadedir. O, bu sözü hadis diye ortaya atmakla kalmamış, doğruluğunu ispat için felsefi izahlara girmiştir. Bu sebeple sıkıntımız ağırdır. Bu konu Kabir Ehlinden Yardım başlığı altında anlatılmıştı.
İslam alemi Kur'an'dan uzaklaşalı asırlar oluyor. Şeyhler gibi mezhep imamları da kutsallaştırılmış, onların sözleri Kur'an ve sünnetin yerini almış ve Müslümanlar Kur'an ve sünnet ışığında yeni fikirler üretmeyi büyük günahlardan sayar hale gelmişlerdir. Son bölümde, Kur'an'a Dönmek başlığı altında bu konuya da girilecektir.
Birinci Dünya Savaşı'ndaki kesin yenilgi bir başlangıç değil, bir sonuçtur. Sizin o yetmiş yıllık uygulama diye tenkit ettiğiniz şeyler de bir sonuçtur. Birinci Dünya Savaşında olan yenilgiyi bir askeri yenilgi saymak kolaycılık olur. O, kendine güvenini yitirmiş olan bir toplumun yenilgisidir.

MÜRİT- Kendine güvenden ne anlıyorsunuz? Bir Müslüman kendine değil, Allah'a güvenir. Yoksa Allah'a olan güven mi kayboldu?

BAYINDIR- Kendine güvenden maksadım, kişinin inandığı değerlere güvenmesi ve bu değerlerin kendine yüklediği görevi iyi bilmesidir. Bu çok önemlidir. Zaten inandığı değerlere güvenmeyenin imanı da olmaz.

MÜRİT - Bunu biraz daha açar mısınız?

BAYINDIR - Bakın, Hz. Muhammed Allah'ın Elçisi olduğunu söyleyince ona gülenler, deli diyenler, sihirbaz diyenler, onu alaya alanlar ve hakaret edenler olmuştu. Eğer, bu davranışlar onun inandığı değerlere olan güvenini sarssaydı da bunun etkisiyle "Ya bunlar haklıysa?" deseydi halkın içine çıkıp bir iş yapabilir miydi?
Ona salat ve selam olsun, Hz. Muhammed'in inandığı değerlere güvenmesi ve Allah'ın Elçisi olduğu konusunda kuşkuya düşmemesi için çok sayıda ayet inmiştir.Onlardan bir kısmı şöyledir:
"Hikmetle dolu Kur'an hakkı için İşte sen, kesinkes elçi olarak görevlendirilmiş olanlardansın. Dosdoğru bir yol üzerindesin." (Yasin36/2-4)

"Durma,öğüt ver; Rabbinin nimeti sayesinde sen, ne bir kâhinsin ne de bir deli. Yoksa şöyle mi diyorlar: " O bir şairdir, başına gelecekleri bekliyoruz." De ki: "Bekleyin,zaten ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim." Yoksa bunu kendilerine akılları mı emrediyor. Ya da onlar azgın bir takım mıdırlar? Yoksa "Onu kendi uydurdu" mu diyorlar? Hayır, aslında bunlar inanmıyorlar. Öyleyse bunun dengi birsöz getirseler ya. Eğer doğruysalar (getirirler)". (Tur52/29-34)

“Nun; kalem ve yazdıkları şey hakkı için, “Sen Rabbinin nimeti sayesinde deli olamazsın. Sana, tükenmek bilmeyen kesin bir ödül vardır. Sen gerçekten büyük bir ahlaka sahipsin.Yakında sen de görürsün, onlar da görürler. Deliliğin hanginizde olduğunu.Doğrusu senin Rabbin,yolundan sapanın kim olduğunu iyi bilir; o, yola gelenleri de çok iyi bilir. O halde yalanlayanlara boyun eğme.İstedikleri şudur:Keşke sen yağcılık yapsan da onlar da sana yağcılık yapsalar.” (Nun 68/1-9)

Sen Rabbinin hükmüne katlan; balığın yuttuğu (Yunus) gibi olma, hani o nefesi kesilmiş bir şekilde yakarmıştı. Eğer ona Rabbinden bir nimet yetişmiş olmasaydı boş bir yere fena bir halde atılacaktı. Ama Rabbi onu seçip iyilerden yaptı.O inkar edenler,Kuran'ı dinledikleri zaman nerdeyse seni gözleriyle devireceklerdi."O delidir" diyorlardı.Oysaki
Kuran, herkes için bir öğütten başka bir şey değildir. (Nûn 68/48-52)

Bu ayetler Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selemle daima güven tazeletiyordu.Kur'an-ı Kerim'de bu anlamda çok ayet vardır. Allah Teâlâ, geçmiş elçilerin karşılaştıkları sıkıntıları Kur'an'da dile getirerek onu teselli etmiştir. Yoksa o büyük işi nasıl başarabilirdi?
Müslümanlarda hayatın her an değişen ve gelişen olayları karşısında kendilerine umak zorundadırlar. Bunu yapmadıkları için inandıkları değerlere olan güvenleri azalmış, nefislerini ıslah etme adına kendilerini hakir görmüşler, ama kimi şahısları da olduğundan büyük görmeye ve onlar için hayali makamlar uydurmaya koyulmuşlardır.Sonra da bu şahısların kendilerine manevi yardım yapacağına inanmışlardır. Bu inanç, toplumu kanser gibi sarmış ve Birinci Dünya Savaşı'nda o koskoca gövdenin tarihe gömülme sebeplerinden olmuştur. Geride kalanlar, o yanlış inancın bağlıları olmaya devam etmektedirler.
Ayette şöyle buyrulur: " Bir millet kendinde olanı bozmadıkça Allah onlarda olanı bozmaz. Allah bir millete ceza vermek istediğimi artık onun önüne geçilemez. Zaten onların ondan başka bir koruyucuları da yoktur." (Ra'd 13/11)

MÜRİT - Yönetimde bozulma olduğu doğru.

BAYINDIR- Bana göre asıl suç alimlerindir. Onlar,Kur'an'ı anlayıp yaşadıkları çağı ona göre yorumlama yerine sırf eski alimlerin eserleri ile meşgul olmuşlardır. Eğer Kur'an'ı anlamak için uğraşsalardı zorunlu olarak Hadis-i şeriflerden de yeterince yararlanacaklardı. İşte o zaman eski alimlerin eserleri doğru anlaşılacak ve ufuk açıcı olacaktı. Çünkü müctehid islam alimlerinin yaptığı, kendi çağlarını Kur'an'a göre yorumlamaktan ibarettir.
Yaşadığıçağı Kur'an'a göre yorumlama zorunda olan bir âlim, çağının bilimsel, teknik ve sosyal gelişmelerini de iyi bilmek zorunda olur. Yapılacak yorumlar her kesitatmin edeceğinden kimse bir başka arayış içinde olmazdı.
Ama onlar, şartlarını iyi bilmedikleri bir çağı yorumlamak için yazılan kitaplarla meşgul oldukları için o kitapları bile gereği gibi anlamaktan mahrum kalmışlardı. Böylece, Kur'an'a, sünnete ve çevresine kapalı, çağın gerisindebir ilim anlayışı ile kendi intiharlarını hazırlamışlardır.
SultanII. Abdulahmid'in bu konu ile ilgili çok acı hatıraları nakledilir.
Japon İmparatorluk ailesine mensup bir Prens, kendisini ziyarete gelir.İmparatorundan özel bir mektup getirir. Ondan İslam dininin muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, felsefesini, ibadet kaidelerini açıklayacak güçte bir dînî-ilmî heyet ister. Sultan, Japonya'da İslam'ın yayılması için maddi sahada mümkün olan her şeyi yapar ama İmparator'un istediği dinî-ilmî heyeti gönderemez. O, Sultan'ın içinde hicran olmuş bir hatıradır. Bunun sebebini şu cümlelerle ifade eder:
"Düşündüm ki, Japon İmparatorunun istediği müslüman din âlimleri kendi ülkemizde olsa ve onları ben bulabilseydim Japonlardan evvel kendi milletimin ve halife olarak İslam âleminin istifadesini temin ederdim
Sultan'a göre o alimlerin ilmî kudretleri kadar dünyayı algılama tarzları da İslam'ın geleceği üzerinde bu kadar büyük etki yapacak bir konuyu ele almaya ve sonuçlandırmaya müsait değildir. O, bunun sebebini şöyle açıklar:
"Japon İmparatorunun istediği müslüman din alimlerini yetiştirecek feyyaz menbâlar da artk mevcut değildi. Medreselerimiz birer ilim-irfan kaynağı olmaktan mahrumdu. "

MÜRİT- Öyleyse tarikatlara bu kadar yüklenmek doğru olmaz. Alimlerin Kur'an'dan uzaklaştığı bir yerde tarikat mensuplarının yanlışları görmezlikten gelinebilir.

BAYINDIR - Allah'ın kabul etmeyeceği bir özrü biz kabul edemeyiz. Çünkü alim ve cahil ayırımı olmadan herkes, Kur'an'a aykırı davranışlarının hesabını Allah'a verecektir. Alimlerin suçu tabii ki, daha ağırdır.
Kur'an'dan uzaklaşmak alimleri de zamanla hurafelere alıştırmış ve onların Kur'an'a temelden aykırı nice şeyleri normal görür hale gelmelerine sebep olmuştur.Buna, şu çarpıcı örneği verelim:
Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na girmesi ile ilgili resmi belgelerde, savaşı kazanmak için Allah'ın yanında Hz.Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin de yardımı beklendiği görülmektedir. Sanki o , Allah'ın elçisi değildir de haşa, Allah'ın yanında ikinci bir tanrıdır.Sanki o, ölmemiştir de diridir. Sanki o, kendine yapılan çağrıları işitme,olayın geçtiği yeri görme ve istediğine istediği yardımı yapma yetkisine sahiptir.
AllahTeâlâ bu şekilde yardım bekleyenleri sapık sayıyor.
“Allah’ın berisinden Kıyamete kadar kendisine cevap veremiyecek olanı çağırandan daha sapık kim olabilir? Oysaki bunlar onların çağrısından habersizdirler.” (Ahkâf46/5)
Şimdi belgelerdeki ifadelere bakalım:
a-Sultan Reşad'ın savaş ilanı ile ilgili beyannâmesinin son bölümünde yer alan ifadeler:
"...Hakve adl bizde zulüm ve udvan düşmanlarımızda olduğundan düşmanlarımızıkahretmek içün Cenab-ı âdil-i mutlakın inâyet-i samadâniyesi ve Peygamber-i zîşânımızın imdâd-ı maneviyesinin bize yâr u yaver olacağında şüphe yoktur.. "
Bu ifadeyi şöyle sadeleştirebiliriz:
"Biz haklı ve dürüst, düşmanlarımız ise zalim ve saldırgan olduğundan düşmanlarımızı yere sermek için adaleti şaşmaz olan Allah'ın yüce desteğinin ve şanlı Peygamberimizin manevi yardımının bize yar ve yardımcı olacağında şüphe yoktur
b-Başkumandan vekili Enver Paşa'nın beyannamesi şu ifadelerle başlamaktadır:
"Allah'ın inayeti, Peygamberimizin imdâd-ı ruhâniyesi ve mübarek Padişahımızın hayır duasıyla ordumuz düşmanlarımızı kahredecekdir."
Beyannâme'nin orta kısımda şu ifadeler vardır:
"...Hepimiz düşünmeliyiz ki, başımızın ucunda peygamberimizin ve sahabe-i güzîn efendilerimizin ruhları uçuyor..."
Bu ifadeler şöyle sadeleştirilebilir:
"Allah'ın desteği, Peygamberimizin ruhânî yardımı ve mübarek Padişahımızın hayır duasıyla ordumuz düşmanlarımızı yere serecektir.." "
c-İslam ülkelerini cihada davet beyannamesi:
Bu beyanname Meclis-i Ali-i İlmî ((Yüksek ilim Kurulu) tarafından hazırlanmış ve Halife sıfatıyla Sultan Reşad tarafından imzalanmıştır. Beyannamenin altında en üst seviyeden toplam 34 alimin imzası da vardır. Bunların arasında üçü eski birisi görevde olmak üzere dört şeyhülislam ve Fetva Emini Ali Haydar Efendi de vardır.
Beyannamenin dördüncü paragrafı şu ifadelerle bitmektedir:
"Beyannâme'nin son paragrafı da şöyledir:
"Ey mücâhidîn-i İslâm Cenab-ı Hakk'ın nusret ve inâyeti ve Nebiyy-i muhteremimizin meded-i ruhâniyetiyle a'dây-ı dîni kahr ve tedmîr ve kulûb-i müslimîni sermedî seâdetlerle tesrîr eylemeniz va'd-ı celîl-i İlâhî ile müeyyedve mübeşşerdir."
Buifadeleri şu şekilde sadeleştirebiliriz:
"Allah'ın açık dini adına hızla savaşa çıkan müslümanları her konuda başarılı kılıp yardım edeceğine onun yüce lutuflarıyla söz verilmiştir. Hz. Ahmed'inaydınlık şeriatını yüceltmek için canını vemalını feda eden ümmet-i nâciyesine arka çıkıp elinden tutmak için Hz. Peygamberin muhakaddes ruhu hazır ve mevcuttur"

MÜRİT- Müslümanlar kafirlere karşı cihada çıkıyorlar. Bu, Hz. Peygamberi memnun edecek bir davranıştır. Elbette o, ruhaniyetiyle müslümanlara yardım edecektir. Onun seçkin sahabelerinin ruhlarının müslümanların başları ucunda uçması da yadırganamaz. Çünkü bu savaşta sahabiler de yer almak isterler.

BAYINDIR- Eğer Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve onun seçkin arkadaşları hayatta olsaydı elbette bundan çok memnun olur ve müslümanların başarısı için ellerinden gelen her şeyi yaparlardı. Ama artık onlar ölmüşlerdir. Bizim yapmamız gereken, kendi hayallerimize göre davranmayı bırakıp Hz. Muhammed'in getirdiği Kur'an-ı Kerim'e uymaktır. Allah Teâlâ kendinden başkasının yardıma çağrılmasını Kur'an'da şirk saymış ve kesinkes yasaklamıştır.
“İşte böyle. Kuşkusuz Allah haktır ve O'ndan başkasını çağırmanız ise batıldır.“ (Hac 22/62)

Zaten Allah'tan başka yardıma çağrılan kim olursa olsun onun hiçbir şeye gücü yetmez.

“İşte Rabbiniz olan Allah,hakimiyet onundur. Ondan başka çağırdıklarınız bir çekirdek zarına bile hükmedemezler.
Onları çağırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size karşılık veremezler;kıyamet günü de sizin ortak koşmanızı tanımazlar. Hiç kimse sana, her şeyi bilen Allah gibi,haber vermez.“ (Fatır 35/13-14)

Allahtan başkasını olağan dışı yollarla yardıma çağırmak şirktir. Allah böylelerine yardım etmez.

“ İnananlar ve imanlarını şirkle bulandırmayanlar var yaişte güven onların hakkıdır; doğru yolu tutturanlar da onlardır.” (En’am 6/82)

Birinci Dünya Savaşı'nda müslümanlarla savaşan İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlılarda zafer için Allah'a dua etmiyorlar mıydı sanki. Ama onlar, hırıstiyan oldukları için Allah'ın yanında Hz. İsa'yı da yardıma çağırıyorlardı. Öyleyse müslümanlarla onların ne farkı kaldı? Üstelik onların elindeki kitap bozulmuş, müslümanların Kur'an'ı hiç bozulmamıştır. Hem Kur'an'a göre Allah'tan başkasını yardıma çağırmak, doğru yola girmişken geriye çevrilmek ve açık arazide şaşkına dönmektir.

“De ki: Allah'ın berisinden bize ne bir fayda ne de zarar verecek olanı çağıralım da Allah bizi doğru yola sokmuşken ökçelerimiz üzerine geri çevrilmiş mi olalım? Tıpkı şeytanların açık araziye çektikleri şaşkın kimse gibi mi? Hem onu, "Bize gel." Diye doğru yola çağıran arkadaşları da olmuş olsun. Onlara de ki, "Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. Bize verilmiş emir alemlerin Rabbine teslim olmamız içindir.” (En'am 6/71)

MÜRİT - Müslümanlar tarih boyunca çok yenilgiler almışlardır. Bu Allah'ın onları bir imtihanıdır. Nitekim Hz.Muhammed'in ordusu da Uhud savaşında yenilmişti. Ama onun gayretleriyle dahasonra durum lehlerine çevrilmişti.

BAYINDIR - Burada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir komutan olarak büyük gayret göstermiş ve durumu lehine çevirmeyi başarmıştır. Fakat " Ben Allah'ın elçisiyim. Benim duam ve manevi desteğimle bu savaş kazanılır." dememiştir. Bütün savaşlarında, bir komutan olarak yapılabilecek her şeyi yapmıştır.
Yenilgi dedik ya, cephede yenilmek o kadar önemli değildir. Toparlanır düşmana daha büyük bir darbe vurabilirsiniz. Asıl yenilgi içten yenilgidir. İşte o zaman yapacağınız bir şey olmaz.
Müslümanlar içten yenilmişlerdir. Onlar kendi siyasi, sosyal, iktisâdî askerî düzenlerine olan güvenlerini çoktan yitirmişlerdir. Bunların yerine batılı sistemleri ikame etme çabaları hep bu güvensizliğin sonucudur. Bunu daha iyi anlamak isteyenler, Müslümanların hararetle desteklediği okullarda hangi sistemin öğretildiğine baksınlar. Büyük maddi imkanlarla desteklenip Avrupa'ya ve Amerika'ya gönderilen öğrenciler, hangi sistemi öğrenmeye gidiyorlar? Kendi sistemimizi öğretmek için harcadığımız çabayı bununla kıyaslarsak korkunç bir fark ortaya çıkar. İşte bunlar Batı karşısında kafamızı dik tutmamızı engellemektedir.

MÜRİT- Sen tarikatlardan ne istiyorsun? Türkiye'de tarikatlar resmen kapalıdır.

BAYINDIR- Halka mal olmuş sosyal bir kurumu resmen kapatmak işi bitirmez. Hurafeler yok olmaz. Burada asıl iş ilim adamlarına düşer. Onlar halkı eğitmelidirler. Zihinler hurafelerden temizlenmeli ve doğru bilgilerle donatılmalıdır. İşte bu sahada yeterli çalışma yoktur. Halkımızın önemli bir bölümünün hurafelere kanmaları bundandır. Bir de bu çalışmalar sürekli olmalıdır. Küçük bir ihmal, hurafelere kapı açmak olur.

MÜRİT - Bilgisi, sosyal ve ekonomik durumu iyi olan nice insan da bunlara katılmakta ve destek olmaktadır. Bu sizin tezinizi çürütmez mi?

BAYINDIR- Bakın bu insanlar bir çok konuda bilgili olabilirler ama dinlerini iyi bilmedikleri için kandırılmaları kolay olur. Öyleyse herkese doğru din bilgisi vermek gerekir. Bu, dindar olanların hurafelere kanmalarını önler. Dinlerini yaşamak istemeyenler de hurafe ile doğru dini ayırarak hurafeye karşı çıkıyorum diye dindar insanları üzecek davranışlara girmezler.

MÜRİT - Şimdiye kadar gelmiş geçmiş bunca alim yanlış da sen mi doğrusun? Senin ilmin onların ilimlerinden daha mı fazla?

BAYINDIR - İlmin fazlalığı veya noksanlığından çok o ilmi ne maksatla kullandığınız önemlidir. Eğer insanlar üzülecek veya size karşı gelecekler diye doğruları söylemezseniz ilminizin büyüklüğü verdiğiniz zararı artırmaktan başka bir işe yaramaz. Tanınmış bir alim bana şöyle dedi: -Abdülaziz Bey, tasavvuf ve tarikat konusu ile uğraşmayı bırak. Hurafe olmazsa tasavvuf da olmaz.

Dedim ki; -Bu hurafelerle mücadele etmek bizim temel görevimiz değil mi? Bunlar insanları şirke sokmuyor mu?

Dedi;-Doğru; şirke sokuyor ama bunlar seni dinlemezler, ıslah olmazlar.

Dedim;-İnsanlar ıslah olmaz diye mücadeleyi bırakan bir Allah elçisi var mı? Bizim örneğimiz onlar değil mi?

Dedi;-Tamam ama ben senin iyiliğin için söylüyorum. Sen gençsin, istikbalin parlak,bunlar ise çok güçlüdür. Sen bunlarla başa çıkamazsın. Senin geleceğini karartırlar.

Dedim;-Benim bunlardan beklediğim bir şey yok ki. Ben Allah'a dayanıyorum, Allah'tan güçlüsü de yoktur.

Dedi;-Ben senin için endişe ediyorum.

Dedim;-Asıl ben sizin için endişe ediyorum. Sizin durumunuz cumartesi yasağını çiğneyen Yahudilere karşı mücadeleden kaçınanların durumuna benziyor.
Bilindiği gibi Yahudilerde cumartesi günü av yasağı vardır. Davûd (a.s.) zamanında sahil kenti olan Eyle'de Yahudiler yaşıyordu. Yılın bir ayında her taraftan oraya balıklar akın ediyor, balıkların çokluğundan neredeyse su görünmüyordu. O ayın dışında ise sadece cumartesi günleri balıklar geliyordu. Derken deniz kenarında havuzlar kazdılar ve arklar açtılar. Balıklar cumartesi günü havuzlara doldu ve Pazar günü onları avladılar. Kendilerince yasağı çiğnememiş oldular. Cezalanacaklarından korka korka balıklardan yararlandılar. Zamanla evlatları babalarının yolundan gittiler. Mal mülk edindiler. Şehirden bu işi hoş karşılamayan bazı gruplar onları bundan vazgeçirmeye çalıştılarsa da vazgeçmediler. Dediler ki, "Ne zamandır biz bu işi yapıyoruz, bunun için Allah'tan hiçbir ceza gelmedi."Onlara denildi ki, "Aldanmayın, belki size bir azap gelir, yok olursunuz. "Bunlar bir sabah alçak maymunlar haline geldiler. Üç gün böyle yaşadılar, sonra helâk olup gittiler.
Bakara suresinin 65 ve 66. ayetlerinde konu ile ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır.
“İçinizden cumartesi günü taşkınlık edenleri elbette öğrenmişsinizdir. Onlara "Aşağılık maymunlara dönün" demiştik.Bunu yaptık ki, hem orada olanlar ve olmayanlar için caydırıcı bir ceza, hem de sakınanlar için bir öğüt olsun. “ (Bakara 2/65-66)

Bir bölük insan yasağı çiğneyenlerle mücadele ederken,
"Aralarından bir (başka) bölük şöyle diyordu: "Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir topluma niçin öğüt veriyorsunuz?" Öğüt verenlerin buna cevabı şöyle olmuştu: "Bu, Rabbinize, hiç değilse bir özür beyan edebilmemiz içindir, belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar"
Ayetler şöyle devam ediyor:
Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, Biz fenalıktan menedenleri kurtardık ve zalimleri, Allah' a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık.
Kendilerine edilen yasakları aşınca, onlara: "Aşağılık birer maymun olun" dedik." (Araf 7/165-166)
Sizde bu mücadelede bana destek olacağınıza, suçlulara ilişmememi istiyorsunuz.Onların başına gelenlerin sizin başınıza da geleceğinden emin olabilir misiniz?

Dedi;-Bilmem kardeşim, ben senin iyiliğini düşünüyorum.

Dedim;-Bakın, bir nefes alacak kadar ömrümün kaldığını bilsem, o bir nefesi bu gibi yanlışları düzeltmek için harcamak isterim.
Bu kitabın birinci baskısı yayınlandıktan sonra bu zat beni tebrik etti ve şöyle dedi:
"Büyük hizmet doğrusu. Böyle bir kitap yayınlamaya kimse cesaret edemez. Çok önemli bir işi başardın."

MÜRİT - Evet bu konuda haklısınız. Bazı âlimler bile bile mücadeleden kaçınıyorlar. Ama eskiden gerçek ilim sahipleri vardı.

BAYINDIR- Gerçek ilim sahibi olmak yetmez. O ilmi yerli yerinde kullanmak da gerekir. Bu konuda Allah Teâlâ bize Hz. Adem’i örnek veriyor.

Onun öğretmeni bizzat Allah Teâlâ idi. Çünkü o,
"Adem'e bütün isimleri öğretmiş ve onları (insanın yaratılmasından hoşlanmayan) meleklere göstererek "Eğer doğruysanız bunların isimlerini bana söyleyin" demişti.Onlar da "Sen yücesin, bizim senin öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz bilen de sensin hakîm olan da, demişlerdi. Allah "Ey Adem onlara varlıkların adlarını bildir." dedi. Adem onların adlarını bildirince Allah şöyle buyurdu: "Ben size dememiş miydim ki, göklerde ve yerde görünmeyeni bilirim, sizin açıkladığınızı ve gizlemekte olduğunuzu da bilirim." (Bakara 31-33)

Allah Hz. Adem'i ve eşini Cennete yerleştirmiş ve şeytanı göstererek;
"Bak Adem! Bu, senin ve eşinin gerçek düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa bedbaht olursun. Doğrusu cennette ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın; orada ne susarsın ne de güneşin sıcağında kalırsın" demişti.
Ama şeytan ona vesvese verip:"Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi? Deyince bu cazip teklif karşısında o her şeyi unuttu ve Adem ile Havva'dan "Her ikisi de o ağacın meyvesinden yedi. Hemen ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular.Adem, Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı." (Taha20/121)
Hiçbir alim Hz. Adem'den daha iyi şartlara sahip olamaz. Ebediyet ağacı ve çökmesi olmayan saltanat arzusu nasıl Hz. Adem'i yanlışa sokmuş ve yolunu şaşırtmışsa ünlü olmave dünyalık arzusu da nice alimi, yanlışa sokar ve yolunu şaşırtır.
Gerçek ilim, helâl mala benzer. Helal malıyla kötülük yapanlar gibi ilmiyle halkı saptıranlar da vardır. Gerçek alim, doğru davranan, karşı koyulacağını bilebile doğruları söylemekten çekinmeyen ve yürekten davranan alimdir. Doğruları bilen çoktur ama söyleyen azdır. Yoksa bizim söylediklerimiz kimsenin bilmediği şeyler değildir.

MÜRİT - Sen müslümanların Batı karşısında kesin yenilgiye uğradığını söyledin. Bir Batılıyı müslümandan üstün göremezsin. Allah Teâlâ, " Eğer inanıyorsanız en üstün sizsiniz ." buyurmuyor mu?

BAYINDIR - Batılıları müslümandan üstün gören de kim? Ben müslümanların Müslümanlıktan uzaklaştığından bahsediyorum. Madem gayrimüslimlerin uydusu haline gelmişiz ve bir asırdan fazladır bu böyle devam ediyor, öyleyse bu işte bir yanlışlık var. Okuduğun âyet yanlış olamayacağına göre yanlışlık bizim Müslümanlığımızda olmalıdır. İçinde bulunduğumuz durumu da Allah'ın bize verdiği bir ceza olarak kabul etmemiz gerekir.
Allah Teâlâ Kur'an'ı Kerim'de cezaya çarpılan kavimleri anlattıktan sonra şöylebuyuruyor:
Sana anlattıklarımız, o ülkelerin başından geçenlerdir. Onlardan ayakta duranlar da vardır, biçilip gitmiş olanlar da.
Biz onlara kötülük yapmadık,fakat onlar kendilerine kötülük yaptılar. Rabbinin buyruğu gelince, Allah'ın berisinden çağırdıkları tanrıları onlara hiç biriş görmedi. Onların kayıpların ıartırmaktan başka bir şey yapamadılar. (Hud 11/101-102)
Müslümanlar Allah'tan başkasından manevi yardım istemeye devam ederlerse kurtuluşlar ımümkün olmaz.

MÜRİT - Hep müşriklerle ilgili âyetleri örnek veriyorsun. Bu yaptığın doğru mu? Senin muhatapların müşrik değil ki, hepsi de müslüman.

BAYINDIR - Kur'an'ın büyük bir bölümü şirkle ilgili âyetlerle doludur. Bu konuda sadece Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selemle müşriklerden olmamayı tenbihleyen şu âyet üzerinde düşünseniz bize hak verirsiniz.

"Allah'ın âyetlerisana indirildikten sonra sakın seni onlardan çevirmesinler. Rabbine çağır,sakın ha! müşriklerden olma. Allah'laberaber başka tanrıyı çağırma. O'ndan başka tanrı yoktur. Her şey yo kolacak yalnız onun zatı kalacaktır. Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz. (Kasas28/87-88)
Bu tenbih bizzat Hz. Muhammed'e yapıldığına göre bize hak vermeniz gerekir. Her müslümanın bu konuda birbirini daima uyarması gerekir.
Müslümanlar bugün layık oldukları konumda değillerse bunun ciddi sebepleri vardır. Çünkü Allah Teâlâ hiç bir topluluğu boşuna helak etmez. Şu âyetler her şeyi ortaya koyuyor:

"Sizden önceki devirlerde yaşayanlardan birikimi olanlar, ortalıktaki kokuşmuşluğa karşı çıkmalı değiller miydi? Kendilerini kurtardığımız pek azı bunu yapmıştır. O zalimler, kendilerine verilen refahın peşine takıldılar da suçlu kimseler oldular.
Yoksa senin Rabbin, halkı iyi duruma gelmişken, o ülkeleri şirk yüzünden helak edecek değildiya?" (Hud11/116-117)
Ekleme Tarihi: 08.06.2008 - 20:34
Bu mesajı bildir   ebubera üyenin diğer mesajları ebubera`in Profili ebubera Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1469 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
husameddin (47), halk yolcusu (37), Habibetti21 (37), aysani (50), kardelen__571 (35), hasan_el_benna (42), aslanþamil (44), caylak ali osma.. (51), vural (50), mero (), ByNet (54), enginbey (49), veleye5 (28), yazitura (45), betulonur (41), NiSA (47), aliavlamaz (37), adler42 (46), 0730sahin (43), ercan58 (41)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 2.12651 saniyede açıldı