0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » DİĞER DİNİ KONULAR » VAHDETTEN UZAK VE MÜCADELESİZ BİR HAYAT, MÜSLÜMANLAR İÇİN BÜYÜK BİR MUSİBETTİR

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
ebu_hanzala su an offline ebu_hanzala  
VAHDETTEN UZAK VE MÜCADELESİZ BİR HAYAT, MÜSLÜMANLAR İÇİN BÜYÜK BİR MUSİBETTİR

395 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 26.12.2007
En Son On: 14.06.2008 - 17:49
Cinsiyeti: Erkek 

Çünkü kuvvet, keskin bir kılıç gibidir. Hak ehlinin elinde olur ve hak için kalkarsa, zulüm ve fitneyi susturur, adaleti işletir. Ancak ehli küfür elinde olur ve küfür için kalkarsa, adaleti susturur, zulüm ve fitneyi işletir.



Allah’ın (cc) adıyla !
Düşünüyorum da; bir aylık mesafeden düşmanlarının kalbine korku salan bir peygamberin (sav) ümmeti ne hale gelmiş.
Müslümanlar düşmanlarına karşı birlik içinde ve caydırıcı bir güce sahip olduğundan dolayı, Asr-ı Saadet döneminde İslam düşmanları, İslam ve Müslümanlara karşı herhangi bir saldırı veya zarar vermekten çekinir ve bunun neticesinden korkarlardı. Günümüzdeki Müslümanlar ise; İslam düşmanlarının her an kendilerine saldırmasından endişe etmekte, bu nedenle onların yaptıklarına karşı çıkmaktan ve karşı tavır almaktan yada inkılabi Müslümanlara destek vermekten korkmaktadırlar.
O zamandan günümüze, Allah’ın (cc) İslam ile Müslümanlara bahşettiği üç temel dinamik maalesef kaybolmuştur. Bunlardan birincisi; Müslümanların İslam bayrağı altında vahdet içinde bulunmalarıydı. İkincisi; İslam’a ve Müslümanlara zarar veren veya verecek olan düşman unsurlara karşı caydırıcı bir güç halinde bulunmalarıydı. Üçüncüsü; İslam dinini ve davasını yüceltmek ve bütün insanlara ulaştırmak için sürekli bir mücadele ve mücahede içinde olmalarıydı. Bunları formüle edecek olursak; hak sancağı altında VAHDET, KUVVET ve CİHAD.
Eğer Müslümanlar vahdetlerini yitirirlerse, kuvvet olmaları mümkün olmaz. Ve eğer Allah (cc) yolunda mücadele olmazsa, İslam ve Müslümanlar korumasız ve savunmasız kalır. İşte o zaman da hak ve adalet insanlar arasından çıkar ve toplumu terk eder, işlemez olur.
Hak, yani İslam; kuvvetten mahrum bırakılırsa, toplum içinde yaşanması, yaşatılması ve savunulması zorlaşır, hatta bazen imkansız hale gelir. Yok eğer kuvvet (insanların sahip oldukları maddi imkanlar ve insan potansiyeli); haktan, yani İslam’dan uzak olursa, o zaman da toplumun her kesimini zulüm, fitne ve fesat sarar. İslam ve Müslümanlar her açıdan baskı altında olur.
Çünkü kuvvet, keskin bir kılıç gibidir. Hak ehlinin elinde olur ve hak için kalkarsa, zulüm ve fitneyi susturur, adaleti işletir. Ancak ehli küfür elinde olur ve küfür için kalkarsa, adaleti susturur, zulüm ve fitneyi işletir, Müslümanların kanını akıtır. Bu nedenle; hakkı kuvvetsiz, kuvveti haktan uzak bırakmamak gerekir.
Bu üç hususu günümüz Müslümanları maalesef kaybetmişlerdir. Çünkü;

Vahdet içinde hareket etmemekte, olması gereken yerde, olması gereken zamanda ve olması gereken şekilde İslam düşmanlarına karşı aynı safta yer almamaktadırlar. Bu noktada elbette ki çaba içinde olan ve gayret sarf edenler vardır, ancak bunlar yetersiz kalmakta ve Müslüman camiada istenilen neticeyi vermemektedir.
İslam’a ve Müslümanlara düşman olan unsurlara karşı, gerektiği şekliyle topyekün olarak İslami mücadeleyi vermemektedirler. Verenler de çoğu kere terör ve şiddet yanlısı diye dışlanmakta ve desteksiz bırakılarak adeta düşmana yem haline getirilmektedir.
Kendi aralarında; mezhep, hareket metodu, siyasi düşünce, fikir, ırk, dil, coğrafya gibi nedenlerle ihtilafa düşmüş ve çok farklı gruplara ayrılmışlardır. Bütün bu ihtilaflar olağan şeyler iken, ihtilafları tefrikaya dönüştürerek kendi aralarında kalın duvarlar örmüş ve birbirlerine yabancılaşmışlardır.
Tüm bunlar, Müslümanların kendi aralarında birlik olmalarına engeldir. Dolayısıyla inanç birliği, fikir birliği ve eylem birliği gerçekleşmemekte, bu da Müslümanları düşman unsurlar karşısında her bakımdan zayıf düşürmektedir. Öyle ki, her biri çok kolay yutulabilen küçücük bir lokma haline gelmektedir. Günümüz Müslümanlarının içinde bulunduğu bu bariz hali, bakın Rasulullah (sav) 14 asır önce nasıl bildirmiştir : “Sevban (ra) anlatıyor : Rasulullah (sav) buyurdular ki: “Size çullanmak üzere, yabancı kavimlerin tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi birbirlerini çağıracakları zaman yakındır. Orada bulunanlardan biri: O gün sayıca az olacağımızdan mı? diye sordu. (sav) buyurdular ki: Hayır, bilakis o gün siz çoksunuz. Fakat sizler selin getirip yığdığı çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan durumda olacaksınız. Allah (cc), düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak. Zaaf nedir ey Allah’ın Rasulü ? denildi. Dünya sevgisi ve ölüm korkusu! diye buyurdular.” (Ebu Davut, Melahim)
Halbuki yüce Allah (cc) Kur’an’ı Kerim’de Müslümanların terfrikaya düşmelerini ve birbirleriyle çekişmelerini yasaklamıştır. Birlik içinde bulunmalarını ise emretmiştir. “Hep birlikte Allah'ın ipine (İslam'a) sımsıkı tutunun, aranızda tefrikaya düşerek parçalanmayın…..” (Al-i İmran 103)
“Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 46)
Bununla birlikte; İslam’ı hakim kılmak ve kaim tutabilmek, ahkamını hakkıyla tatbik edebilmek, Müslümanların hak ve hürriyetlerini koruyabilmek için de, İslam düşmanlarına ve zarar verecek olan unsurlara karşı sürekli hazırlık ve teyakkuz içinde bulunmalarını, gerektiğinde de bu uğurda cihad edip savaşmalarını emretmiştir. “Onlara (İslam düşmanlarına karşı) gücünüz yettiğince kuvvet ve besili atlar hazırlayın ki bununla, Allah’ın düşmanı, sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup caydırasınız……..” (Enfal 60)
“Ey iman edenler! Düşmana karşı her türlü savunma tedbirinizi alın. Onlara karşı (duruma göre) ya küçük birlikler halinde hareket edin veya topyekün seferber olun.”(Nisa 71)
Ancak; İslam’a ve Müslümanlara zarar vermeyen ve savaşmayanlara karşı sulh içinde bulunmayı emreder ve onlara zarar vermeyi yasaklar. Hatta onlara karşı adaletli davranarak iyilik yapmayı emreder. “Ancak, sizinle kendileri arasında anlaşma olan bir millete sığınanlar yahut sizinle savaştan veya kendi milletleriyle savaşmaktan bıkarak size başvuranlar müstesnadır. Allah dileseydi onları üzerinize çullandırırdı da sizinle savaşırlardı. Eğer sizden uzak durur, sizinle savaşmaz, size barış teklif ederlerse Allah onlara dokunmanıza izin vermez.”(Nisa 90)
“Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever. Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.”(Mümtehine 8,9)
Çünkü amaç, sırf İslam’ı kabul etmeyenlerle ve Müslüman olmayanlarla savaşmak değildir. Çünkü dinde zorlama yoktur ve hiç kimse Müslüman olmaya zorlanamaz. Buradaki amaç, fitnenin ortadan kaldırılmasıdır. Yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere, İslam’ın emrettiği cihad ve mücadele, İslam ve Müslümanlara zarar verenlere ve bu hususta fitne olan bütün unsurlara karşıdır. “Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.” (Bakara 193)
Bir an durup şöyle düşünelim; bu gün itibariyle Müslümanlar eğer vahdet içerisinde bulunsalardı, kendi aralarında olmasa bile en azından İslam ve Müslümanlara yönelik her türlü saldırı ve oyunlara karşı vahdet içinde hareket etselerdi, dolayısıyla da Müslümanların askeri olarak caydırıcı ve güçlü bir yapıları bulunsaydı, acaba ABD, İngiltere ve İsrail şer ittifakı başta olmak üzere, onların müttefikleri ve onlarla işbirliği içinde bulunan tüm şer güçler, hiçbir hukukun kabul etmediği şekilde ve canlarının istediği gibi Müslümanlara yönelik bu kadar korkusuz ve rahat hareket edebilirler miydi? Acaba bu gün Müslümanlar bu şekilde sürekli işgal, talan, sürgün, zindan, mahkumiyet gibi halleri yaşarlar mıydı? “Ey iman edenler! Kafirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir.” (Tevbe 123)
Evet, eğer Müslümanlar vahdet içinde bulunsalardı ve caydırıcı askeri güçleri olsaydı, bununla birlikte İslam düşmanlarına karşı sert ve çetin olsalardı, o zaman İslam dini de, Müslümanlar da, Müslümanların devlet veya vatanları da garanti altında olur ve kimse bunlara saldırmaya cesaret edemezdi.
Başta ABD, İngiltere ve İsrail şer ittifakı olmak üzere, onların müttefik ve işbirlikçilerinin, İslam coğrafyasında bulunmaları tamamen İslam düşmanlığından ve Müslümanların bir gün gelip özlerine dönerek büyük bir iktidar gücü olmalarından duyulan kaygıdan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Müslümanlar birinci tehlike olarak görülmekte, düşman olarak kabul edilmekte ve daha büyümeden tamamen kontrol altına alınmaları gerektiğine inanmaktadırlar. Çünkü İslam coğrafyasının her tarafındaki inkılabi Müslümanlar mücadele edip gün geçtikçe taraftar budukları ve güçlendikleri için, ABD, İngiltere ve İsrail’in başını çektiği bu şer ittifakı büyük telaş içindedirler. Bu nedenle büyük Ortadoğu projesi hazırladılar ve yedi ülkeyi kapsayan büyük bir operasyona girişmiş bulunmaktadırlar. Bütün bu ülkelerdeki İslami mücadeleyi tasfiye etmek, Müslüman kitleyi toptan kontrol altına almak ve İslam coğrafyasındaki yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarını onların elinden alarak maddeten de güçlenmelerinin önünü almak için. Bu cümleden olmak üzere; İran’ı da büyük bir düşman olarak görmekte ve yönetiminin değişmesini istemektedirler. İran’ın daha kolay bir lokma haline gelmesi için de, müttefiki olan Suriye ile şu an için anlaşma yoluna giderek İran’dan ayırma, Lübnan’daki Hizbullah hareketini etkisizleştirme, Irak’taki Şiiler’i de İran’ın etkisi ve nüfuzundan koparmak için şimdilik onlarla iyi geçinmeye çalışmak ve anlaşma yoluna gitmek suretiyle İran’ı uluslar arası arenada yalnız bırakmaya çalışıyorlar. Bununla birlikte; ortadoğuda İslami geçinen bazı grupları, mezhep ayrılıklarını körükleyerek, para vererek ve rahat hareket etme imkanı tanıyarak işbirliğine zorlamak suretiyle İran ve Lübnan Hizbullahına karşı kullanma yoluna gitmektedirler. Bu hususta, Suudi Arabistan başta olmak üzere Mısır, Ürdün ve Yemen gibi ülkelerin iktidar sahiplerini yanlarına almış ve bu işleri bunlar vasıtasıyla yapmaya çalışmaktadırlar. Çünkü bu laik yöneticiler de kendi iktidar ve geleceklerini inkılabi Müslümanlardan dolayı tehlikede görüyorlar. Onlar da biliyorlar ki İslam’ın taraftar bulup güç kazanması, beraberinde kökten değişimi getirecektir, Kral Abdullah’lar, Mübarek ve diğer laik yöneticilerin dönemleri sona erecektir. Bunların; ABD, İngiltere ve İsrail şer ittifakıyla işbirliği sanıyorum ki bu yüzdendir. Ayrıca bunların ismi Müslüman olsa da, zaten İslam ile bir alakaları yoktur ve Müslüman halkın derdine de düşmemişlerdir. Bundan başka, Suudi Arabistan’ın, İran ve Lübnan Hizbullahı ile mezhebe dayanan bir düşmanlığı vardır.
İslam coğrafyasındaki bu işgaller, zulümler, oynanan oyunlar vs hep bu yüzdendir. Afganistan’a ve Irak’a girmek de bu temel nedene dayanmaktadır. Bakın bu konuda Amerikan Ordusu Generali Wesley Clark, neler söylemektedir. Bu şahıs, önümüzdeki seçimlerde ABD Başkanlığı'na aday olmayı düşünen isimlerden biri olarak ABD'nin Ortadoğu planlarını şöyle anlatıyor: “Beş yıl içinde yedi ülkeyi ele geçireceğiz: Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan, İran......” “11 Eylül’ün hemen ardından Pentagon’daydım. Generallerden biri beni içeri çağırdı. Meşgulsünüz dedim. Hayır, hayır, dedi. Irak’la savaşa girmeye karar verdik, dedi. Birkaç hafta sonra onu tekrar görmek için gittim, o sıralar Afganistan’ı bombalıyorduk. Hala Irak’la savaşa girme durumunda mıyız diye sordum. Daha da kötüsü, dedi. Masasına uzandı, bir kağıt aldı. Bunu az önce yukarıdan aldım (Savunma Bakanı’nın ofisinden anlamına geliyordu) Beş yıl içinde, Irak’la başlayan, sonrasında Suriye, Lübnan, Libya, Somali ve Sudan’la devam edip İran’la bitecek yedi ülkeyi nasıl ele geçireceğimizi anlatan bir nottu. Gizli mi diye sordum. Evet efendim, dedi. Peki, bana gösterme dedim…..(Kanada Merkezli Düşünce Kuruluşu Democracy Now Global Research'dan Amy Goodman'ın röportajından alınmıştır. 05.04.2007) Bunlar, İslam coğrafyasına istedikleri gibi şekil vermeyi ta o zamandan beri planlamışlar. Şimdi ise bu planı uygulamakla meşguldürler.
Bugün İran’a saldırma düşüncesinin altında da aynı temel neden yatmaktadır. Yoksa geçerli bir sebep ve haklı bir hukuki veya siyasi nedenleri yoktur. Nükleer enerji konusu gündeme gelmeden önce, teröre destek vermekle suçlanan İran, şimdi daha çok nükleer enerji elde etmekle ve bunu silah yapımında kullanmakla suçlanıyor. Halbuki; nükleer enerjiyi kendileri ürettikleri gibi, İran’da da şah döneminde buna bizzat öncülük etmişlerdi. Bakın İran’ın Türkiye büyükelçisi Golam Rıza Mukaddem bu konuda zaman gazetesi muhabirine neler söylüyor :
Zaman Muhabiri : Nükleer programınız çok kapsamlı. Gerçekten milyarlar dökülmüş. Madem amaç barışçıl, bu paraların onda biri ile piyasadan çok kolaylıkla yakıt alınabilirdi. Neden bu emniyetli yol izlenmedi de İran kendisini hedef ülke haline getirdi?
İran Büyükelçisi : Bu programın başlangıcı elli yıl önceye dayanıyor ve bunu bize yapan Amerika'dır. O zaman İran'ın durumunu, gelecekteki ihtiyaçlarını göz önüne alarak İran yönetimi ile oturup bir program yapmışlar. Ve o doğrultuda da Fransızlar, Kanadalılar, Almanlar bu programı uygulamakla ilgili İran'da kontratlar yapmışlar. Tahran'da bulunan reaktörümüzü Amerika yapmıştır. Bunun mantıklı bir nedeni olmasaydı neden gelip yaptılar? Neden kendileri öncülük yaptılar bu programa? Demek ki bunun bir nedeni vardı. Ama İslam devriminden sonra bunlar kontratlarından ve taahhütlerinden vazgeçmeye başlamışlar. Ve Almanlar attıkları temelleri Buşehr'de bırakıp gitmişlerdir. Neden böyle yaptılar, size soruyorum.
Z.M. : Bir İslam Cumhuriyeti'nin elinde böyle bir güç olsun istenmedi herhalde. Acaba şu anki program, o eski programla aynı mı?
İ.B. : Günün şartlarıyla bazı düzeltmeler olabilir. Elli yıl önce yapılan programla bugünkü uygulanan projeler A'dan Z'ye kadar uymayabilir. Ama temeli odur. İran'ın yakıtını kendisinin üretmesine neden karşı çıkılıyor? Neden bu teknolojiyi vermek istemiyorlar? Biz Fransızların enerji alanında faaliyet gösteren, yakıt üreten bir şirketinin ortağıyız. Yüzde 25 civarında payımız vardır. Buna rağmen hiçbir şekilde imkanlarından yararlanamıyoruz. İzin bile vermiyorlar gitmemize oraya. Biz neden bağımlı olmalıyız onlara? Kendi yapacağımız işi neden ona buna bırakalım?
Z.M. : Uranyumu zenginleştirmeye başladığınız zaman bu işin ucu ister istemez nükleer bomba yapmaya gidecektir. Bütün endişe bu.
İ.B. : Bunu yapanlar ve kullananlar söylüyorlar. İngiltere geçen hafta nükleer silahların yenileştirilmesine yirmi milyar fon ayrılması isteğinde bulundu meclisten. Kimse itiraz etmiyor buna? Nükleer bomba üretmek, rezerv yapmak suçsa onlar neden yapıyorlar? Neden İran'ı işlemediği bir günah ile mahkum ediyorlar?......... (İran’ın Türkiye büyük elçisi Golam Reza Bagari Mogaddam ile zaman gazetesinin yaptığı röpotajdan alınmıştır 02.04.2007)
ABD, İngiltere ve İsrail şer ittifakı, beraberindekilerle bütün bunları yaparken, sürekli Müslümanları suçlu göstermeye çalışıyor ve terörist olarak damgalıyor.
Afganistan ve Irak’ta vatanlarını işgalden kurtarmak için mücadele edenler ve işgalcilerin zulümlerine karşı direnenler terörist, Çeçenistan’da vatanlarını, din ve namuslarını Rus zulmünden kurtarmak ve korumak için savaş ve mücadele verenler terörist, Cezayir’de seçimleri kazanlar terörist, Mısır’da Müslüman kimlikle seçimlere girenler yüksek oy alanlar terörist, Somali’de, Sudan’da İslam dininin gereklerini yerine getirmeye çalışanlar terörist, Türkiye’de İslam’ı yaşamaya çalışmayı bir tarafa bırakın, İslam’ın emri olan tesettürü savunanlar dahi terörist olmaktadır. Bütün bunların ötesinde, bütün dünyanın kabul ettiği demokratik seçim usulleriyle, yani halkın oylarıyla Filistin’de iktidara gelen Hamas, halka rağmen terörist. Yani Müslümanların, Allah’ın ve Rasulünün (sav) emri gereği yaptıkları her şey bu çerçevede değerlendirilmektedir. Şiddete teşvik etmek, şiddete baş vurmak, şiddeti bir araç olarak kabul etmek vs bahanelerle sürekli Müslümanlar kötüleniyor, karalanıyor, eleştiriliyor ve dolayısıyla yaptıklarının terörizm olduğu söyleniyor. Dünyanın hiçbir yerinde Müslümanların güçlenmesini ve söz sahibi olmasını istemiyorlar. Peki buna karşılık; bütün bunları iddia edenler, dünya barışı, demokrasi ve insan haklarından dem vuranlar, daha açıkçası bu İslam ve Müslüman düşmanları ne yapıyor?
Bir örgütün yaptığını iddia ettiği 11 eylül eylemine karşılık, Afganistan gibi kadimi bir ülkeyi tamamen işgal etti. Teröristlere yardım ediyor ve aynı zamanda kimyasal silah üretiyor diye Saddam’ı ve yaptığı zulümleri bahane ederek Irak’ı işgal etti. Bu konuda delil diye bizzat zamanın Amerika eski dışişleri bakanı Colin Powel, BM Güvenlik Konseyi'nde bir film gösterdi. Irak'ta bakın nasıl kimyasal silahlar yapıyorlar, şunu yapıyorlar, bunu yapıyorlar diye. Sonunda hepsi yalan çıktı. Şu ana kadar, iddia edilen herhangi bir delil bulunamadığı gibi, bizzat ABD’li yetkililerce de delilin olmadığı itiraf edildi. Şu an hem Afganistan ve hem de Irak’ta ABD ve İngiltere öncülüğündeki şer güçleri, her gün masum halkı katletmekte, insanlara tarihin en vahşi zulümlerini uygulamaktadırlar. İsrail, her gün Filistin’in bir çok yerinde, hiçbir hukuk kaidesinin kabul etmeyeceği tarzda terörist eylemlerle insanların kanını akıtmakta, topraklarını işgal etmekte, karşı çıkanları öldürmekte veya tutuklayıp işkencehanelerine atmaktadır. Ruslar, her gün Çeçen halkının kanını akıtmakta, işgal ettiği topraklarında istediği gibi zulmünü sergilemektedir. Ve hakeza! ….bu konuların detayına girme gereği duymuyorum, çünkü olup bitenler her gün basına yansımaktadır. Ancak bütün bunların hiç biri terör eylemi sayılmadığı gibi, bunları yapanlar da terörist damgası yemiyorlar. Neden? Çünkü bütün bunlara karar verenler, haklı ve haksızı belirleyenler yine kendileri de ondan. İşte bu noktada Müslümanların durup çok düşünmesi gerekir. Hak nedir, hakikat nedir, haklı kimdir, haksız kimdir, bunlar hangi kriterlerle belirlenir, kimler hangi haklara sahiptir ve olabilir, Müslümanların kendi toplumlarında dini ve insani hak ve hukukları nelerdir?……..Bütün bunları kim veya kimler belirleyip tayin etme hakkına sahiptir? Bunları tayin edip istediği gibi hareket edenler, hakikatinde bu yetki ve ehliyete sahip olmadıkları halde, Müslümanların bunlara karşı tavrı ne olmalıdır? ……
Bu gün bütün Müslümanlar, vahdeti ve mücadeleyi sürekli gündemlerinde tutmakla ve bunun için çaba sarf etmekle öncelikli olarak sorumludurlar. Bu konuda her Müslüman, yapabileceği şeyleri düşünüp katkıda bulunmaya çalışmalıdır. Müslümanların hak sancağı altında vahdet oluşturmaları ve i’la-i kelimetullah için mücadele etmenin gerekliliğini sürekli gündemde tutmaları, bu konuda Müslüman halkımızda bir bilinç ve hassasiyet oluşmasına azami çaba sarf etmeleri gerekir.
Müslümanlar, vahdet aleyhine olacak her türlü sözlü ve fiili hareketlerden kaçınmalıdırlar. Müslümanlar, birbirlerinin aleyhinde sözlü veya fiili hiçbir çaba içinde olmamalıdır. İslam düşmanlarının sözlü veya fiili saldırısına maruz kalan Müslümanlar, diğer Müslümanlarca (imkanlarına göre) sözlü veya fiili desteklenmeli ve sebep ne olursa olsun sessiz kalınmamalıdır. Gerekçe ne olursa olsun, hiçbir Müslümana karşı gayri Müslimlerle beraber hareket etmek, onlarla aynı safta yer almak, iman ve İslam ile bağdaşmayan bir haldir.
Unutulmamalıdır ki, ameller niyetlere göredir. Her kes, niyetine göre hareket eder. Kimin derdi ne ise, o derdinin peşinden koşar, onun için çaba sarf eder. Derdi dünya mal ve makamı olan kimse; dünya mal ve makamının peşinde koşar, bütün enerjisini o yolda sarf eder. Derdi İslam ve Müslümanlar olan kimse; İslam ve Müslümanlar’ın derdiyle dertlenir, lehlerinde olan iş ve icraatlar peşinde koşar, zararlarına olan şeyleri yapmadığı gibi, bu zararları def etmeye çalışır, daima yanlarında olur, düşmanlarına karşı onlarla aynı safta yer alır.
“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tağut (batıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.”(Nisa 76)
Not: İran bu yılı, “ittihad-i milli ve insicam-i İslami” yılı olarak ilan etmiş bulunmaktadır. (Yani, ülke içinde vahdet, ülke dışındaki Müslümanlarla uyum). Bunu yerinde bir karar görüyor ve kutluyorum. Umarım ki, bütün dünya Müslümanları arasında vahdet ve insicama vesile olur.



Bu mesaj 1 kez ve en son ebu_hanzala tarafından 05.02.2008 - 08:58 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 05.02.2008 - 08:55
Bu mesajı bildir   ebu_hanzala üyenin diğer mesajları ebu_hanzala`in Profili ebu_hanzala Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1452 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
Gönülbagi (36), zekiyem (40), sofican2006 (42), gülsena (47), gül_ (50), ~~nur~~ (40), yunus07 (37), zaza_kral (45), Fenerli_1907 (32), semedani (46), farukk (46), talebe- (61), miluji (37), m_celik (31), tamer038 (51), dadas recep (45), alain (40), olgunol (52), efkanaksoy (57), Hasannn (43), Sedat IÞI.. (39), m.salih fidan (37), fuheyre (44)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.64570 saniyede açıldı