0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » SİYER-İ NEBİ » peygamberimizin mucizeleri

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 6 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
katre16 su an offline katre16  
peygamberimizin(sav) mucizeleri

43 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.09.2006
En Son On: 10.02.2008 - 14:55
Cinsiyeti: Bayan 

BEREKET MUCİZELERİ

Babalarımız veya dedelerimiz, yemek yiyen insanları gördüklerinde, onlara: "Bereketli olsun" derlerdi. Bu söz, "Yemeğiniz, gözle görünenden fazla olsun ve mesela ancak üç dört kişiye yetecek gibi görünüyorsa da, sekiz on kişiyi bol bol doyursun" mânâsına gelirdi.
Müslümanlar, İslâmiyetin ilk yıllarında son derece fakirdi ve karınlarını doyurmakta zorlanıyordu. Bazen günde bir kaç tane hurma bulmak bile mümkün olamıyordu. Daha önceden de dediğimiz gibi, mucizelerin önemli bir bölümü ihtiyaç vaktinde meydana gelmişti. Bu yüzden de Peygamberimizin bereketle ilgili mucizeleri çok sayıdaydı. Ve birçoğu, yüzlerce kişinin gözleri önünde gerçekleşmişti.
Şimdi bunlardan bazılarını görelim.

* * *

Bereketle ilgili harikalara, Peygamberimizin Hazreti Zeynep validemizle olan nikâhı sırasında gösterdiği mucizesinden başlayalım. (Büyük zatlar, Efendimizin eşleri için, anne mânâsına gelen "valide" kelimesini kullanmayı tercih etmişlerdir. Bu bir saygı ifadesidir.)
Bu nikâh sırasında, Hazreti Enes'in annesi olan Ümmü Süleym, bir iki avuç hurmayı yağ ile kavurmuş ve bir kaba koyup Peygamberimize göndermişti. Efendimiz, hurmaları getiren Enes'e bazı isimleri saydıktan sonra, ferman etti (dedi) ki: "Filan filanı çağır. Hem kimleri görürsen davet et."
Enes de kime rast geldiyse çağırdı. Üçyüz kadar sahabi gelip, Efendimizin evini ve evin duvarlarla çevrili olan bahçesini doldurdular. Peygamberimiz:
"Onar onar halka olunuz" buyurarak misafirlerinin küçük gruplar halinde toplanmasını istedi ve mübarek elini, o az miktardaki hurmanın üzerine koyarak dua ettikten sonra: "Buyurun" dedi.
Evi ve bahçeyi dolduran üçyüz adam, iki avuç hurmadan yapılan o bir kap yemekten doyuncaya kadar yediler.
Misafirlerin karnı doyduktan sonra, Peygamberimiz Hazreti Enes'i çağırarak yemeği kaldırmasını istedi.
Enes dedi ki:
— "O hurmalar, misafirlerin önüne koyduğumda mı çoktu, yoksa onları önlerinden kaldırdığım zaman mı çoktu, anlayamadım."

* * *

Üçyüz kişinin gözü önünde meydana gelmiş olan yukarıdaki mucizede, ancak bir kişiye yetecek olan bir kap yemekle yüzlerce kişinin karnı doymuş, üstelik de o kaptaki hurmalardan hiçbir şey eksilmemişti. Hatta Enes'in dediği gibi, belki de yemekten sonra kalan hurmaların sayısı daha fazlaydı.
Peygamberimiz, İslâm düşmanlarının zulümlerinden dolayı birçok müslümanla birlikte Medine'ye hicret (göç) ettiğinde, kendi evi yapılana kadar Hazreti Eyyüb'e misafir olmuştu. Bu büyük sahabi, Efendimizle olan bir hatırasını şöyle anlatıyordu:
"Peygamberimizin misafirliği sırasında, kendisine ve Hazreti Ebubekir'e iki kişilik bir yemek yaptım. Peygamberimiz ferman etti (dedi) ki: "Ensarın (yani Medine'ye hicreti sırasında peygamberimize kucak açan sahabilerin) ileri gelenlerinden otuz kişiyi çağır." Çağırdık ve otuz adam gelip yediler. Sonra ferman etti: "Altmış kişi çağır." Altmış adam daha davet ettim, geldiler, karınlarını doyurdular. Sonra tekrar ferman etti: "Yetmiş kişi çağır." Yetmiş kişi daha davet ettim, geldiler, tok oluncaya kadar yediler ve o kaptaki yemeğin hâlâ bitmediğini görünce, bu mucize karşısında İslâmiyete girdiler."
İşte size, yine yüzlerce kişinin şahit olduğu (tanıklık ettiği) bir mucize daha.

* * *

Bereketle ilgili olan ve koca bir ordunun gözleri önünde meydana gelen başka bir mucizeyi, Hazreti Ömer, Ebu Hureyre ve Seleme gibi büyük sahabiler şöyle anlatıyorlar:
"Bir gazvede (yani peygamberimizin de çarpıştığı bir harpte) ordu aç kaldı. Peygamberimize gelerek durumu anlattılar. Efendimiz ferman etti ki:
— Heybelerinizde kalan yiyecekleri toplayınız.
Herkes, yiyecek torbalarındaki hurmaları alıp getirdi. En fazla hurmaya sahip olan sahabide bile ancak dört avuç hurma bulunuyordu.
Bütün hurmaları bir kilim üzerine koydular Hazreti Seleme: "Ben toplanan bütün hurmaların oturmuş bir keçi yavrusu kadar olduğunu tahmin etmiştim diyordu.
Peygamberimiz, hurmaların toplanma işi bittikten sonra bereketle dua etti ve daha sonra:
"Herkes kabını getirsin" dedi.
Bütün sahabiler koşarak geldiler ve ellerinde ne kadar kap varsa hepsini doldurdular. Kilim üzerine konan ilk hurmalar, daha da fazlasıyla aynen duruyordu. Bu mucizeyi gören sahabelerden biri şöyle dedi:
"O bereketten anladım ki, eğer dünyadaki bütün canlılar gelseydi, o hurmalar hepsine bol bol yetecekti."

* * *

Değerli kardeşlerim. Şu ana kadar farkettiyseniz, sahabilerin isminden bahsederken "hazret" kelimesini kullanıyorum. Mesela sadece "Seleme" değil de "Hazreti Seleme" diyorum. Bu bir saygı ifadesidir. Bir valiye veya belediye reisine bile elbette ki "Ahmet!." veya "Mehmet!." diye hitap edilemez. En azından "Ahmet Bey!." veya "Mehmet Bey!." denir, öyle değil mi? Ya da "Vali Bey" ve "Reis Bey".
İşte sahabilere, yani Peygamberimizi hayatta iken görmüş olan müslümanlara da saygılı bir şekilde hitap edilir. Çünkü en küçük bir sahabi bile, peygamberimizin yaşadığı asırdan sonra gelen en büyük evliyalardan daha büyüktür. (Allah katında değerlidir) Diğer bir deyişle, Peygamberimizi hayatta iken görmemiş, yani O'nun zamanında yaşamamış bir insan ne kadar dindar, kahraman veya fedakâr olursa olsun; Efendimizin yanında yer alan, O'na etiyle kemiğiyle kalkan olan, İslâmiyetin yayılması için canını ve malını feda eden ve sonunda milyarlarca müslümanın Cennet'e gitmesine vesile olan bir sahabinin derecesine asla yükselemez. Ve Allah nazarında hiç bir müslüman, İslâm âleminin yıldızları olan sahabiler kadar kıymetli olamaz.
Hazreti Ebubekir'in oğlu olan Hazreti Abdurrahman anlatıyor:
"Biz yüzotuz sahabi, bir seferde (harpte) Peygamber Efendimizle birlikteydik. Dört avuç miktarındaki bir undan ekmek yapıldı ve yanına da bir keçi yavrusu kesildikten sonra, hayvanın ciğer ve böbreklerinden kebap pişirildi. Ben kasem (yemin) ederim ki, o kebaptan yüzotuz sahabeden herbirisine bir parça kesti, verdi. Sonra Efendimiz, keçi yavrusunun pişmiş etini iki kâseye koydu. Bütün ordu, tok oluncaya kadar o etten yedik. Fakat, ortaya ilk konulandan daha fazla miktarda et kaldı. Ben de onları deveye yükledim."
Sevgili kardeşlerim.
Hepiniz bir keçi yavrusunun ne kadar büyüklükte olduğunu az çok bilirsiniz. Bazı insanların da bir oturuşta bir kuzu veya oğlak (keçi yavrusu) yediğini duymuşsunuzdur. Bu yüzden, sekiz on kiloluk bir hayvanın yüzotuz kişi tarafından yenmesi, üstelik de yendikten sonra hiç eksilmeyip daha fazlasıyla bir deveye yüklenmesi, gerçekten olağanüstüdür ve ancak Peygamberimize has bir mucizedir.

* * *

Peygamberimizin ekmek ve etle ilgili başka bir mucizesi de, Hendek Savaşı sırasında ve bin kişinin gözleri önünde gerçekleşmiştir.
Hazreti Câbir anlatıyor:
"O gün, dört avuç miktarındaki undan bir arpa ekmeği yapılmış ve yanına da bir oğlak kesilmişti. Yemek benim evimde pişirildi ve bin adam, ondan tok oluncaya kadar yediği halde yemekten hiç birşey eksilmedi. O küçücük hamurdan devamlı olarak ekmek yapılıyor, tencere içindeki et de hiç eksilmeden kaynıyordu. Çünkü Peygamberimiz, o hamura ve tencereye mübarek ağzının suyunu koyduktan sonra bereketle dua etmişti."
Evet, Peygamberimizin mübarek ağzının suyu, her değdiği şeyi güzelleştirmiş ve bereketlendirmişti.
Hudeybiye Harbinde yaşanmış olan buna benzer bir mucize de, Hazreti Berâ ve Seleme tarafından şöyle nakledilmişti:
"Hudeybiye Gazvesinde bir kuyuya rastgeldik. Biz, bindörtyüz kişi idik. Fakat kuyunun suyu, ancak elli kişiye yetecek kadardı. Suyu çektik, kuyunun içinde bir şey bırakmadık. Peygamber Efendimiz geldi, kuyunun başına oturdu, bir kova su istedi. Getirdik. Kovanın içine mübarek ağzının suyunu bıraktı ve dua etti. Sonra da o kova içindeki suyu kuyuya döktü. Birden kuyu coştu ve kaynadı, ağzına kadar doldu. Ordudaki bütün sahabiler kana kana içtiler, hayvanlarını suladılar, ellerindeki bütün kapları da doldurdular."

* * *

"Allah'ın Aslanı" lakabıyla tanınan Hazreti Ali Efendimiz anlatıyor:
"Peygamberimiz, Abdülmuttalip oğullarından kırk kişiyi topladı. Onlardan bazıları bir oturuşta bir deve yavrusunu yer, beş litre süt içerdi. Efendimiz, onların tamamına sadece bir avuç kadar bir yemek yaptı, hepsi tok oluncaya kadar yemelerine rağmen yemek bitmedi ve ilk pişirildiği gibi kaldı. Sonra, ağaçtan yapılmış bir kap içinde, üç dört adama ancak yetecek kadar süt getirdi. O kırk adam doya doya içtiler. Süt, ilk getirildiği gibi kaldı."

* * *

Hazreti Ali Efendimiz, Peygamberimizin kızı olan Hazreti Fâtıma ile evlenmişti. Efendimiz, nikâh sırasında Hazreti Bilâl'i çağırarak: "Dört beş avuç undan ekmek yapılsın ve bir deve yavrusu kesilsin" diye rica etti.
Hazreti Bilâl şöyle der:
"Ben yiyecekleri getirince, Peygamberimiz mübarek elini onların üzerine değdirdi, sonra da sahabiler akın akın gelerek onlardan yediler, gittiler. O yemekten geriye kalan miktara yine bereketle dua etti ve bütün validelerimize birer kâse göndererek: "Hem yesinler, hem de yanlarına gelenlere yedirsinler." dedi.
Evet.. Böyle güzel bir evlilik, böyle güzel bir mucizeyle kutlanmıştı.

* * *

Hazreti Enes'in amcası olan Ebu Talha anlatıyor: "Peygamber Efendimiz, Enes'in koltuğu altında getirdiği küçücük bir ekmekten, yetmiş seksen adamı tok oluncaya kadar doyurdu. "O küçük ekmeği parça parça ediniz" buyurduktan sonra bereketle dua etti. O kişiler, oda küçük olduğu için onar kişilik gruplar halinde gelerek karınlarını doyurdular."

* * *

Hazreti Câbir anlatıyor:
"Bir zat, Peygamber Efendimize gelerek ailesi için yiyecek istedi. O da kendisine yarım yük (yarım çuval kadar) arpa verdi. Adamın ailesi, hem kendileri hem de misafirleri için o arpayı uzun bir süre kullandılar. Ve arpanın bir türlü bitmediği görerek hayrete düştüler. Sonunda dayanamayarak onun kaç kilo geldiğini ölçmeye kalktılar. Bunun üzerine bereket kalktı ve çuvaldaki arpa eksilmeye başladı. Adam, Peygamberimize gelerek durumu anlatınca, Efendimiz şu cevabı verdi:
— Eğer kilo ile tecrübe etmeseydiniz (yani onu tartmasaydınız), o yiyecek size hayatınız boyunca yetecekti."
Büyüklerimiz, Peygamber Efendimizin bu mucizesinden ötürü evlerindeki yiyecekleri tartıp ölçmekten çekinmişler, aksi taktirde bereketin kaçacağını ifade etmişlerdir.
Rabbimizin ve Peygamberimizin emirlerine uygun şekilde yaşayan insanlar, bereketle alâkalı birçok hadiseyi bizzat yaşamış ve bunları bize anlatmışlardır. Bu durum, Peygamberimize ait mucizelerin ondört asır sonraki bir uzantısı sayılabilir.

* * *

Hazreti Semure anlatıyor:
"Efendimize bir kâse (kap) et gönderilmişti. O'nun daveti üzerine sabahtan akşama kadar akın akın insanlar geldiler ve o yemekten yediler."

* * *

Peygamber Efendimiz, Hazreti Ömer'e:
"Ahmes Kabilesinden gelen dörtyüz atlıya yolculuk için yiyecek ver." diye rica etti:
Hazreti Ömer: "Ya Resulullah, dedi. Elimizdeki bütün yiyeceğimiz, sadece sekiz on kilodur. Bir araya yığıldığında, ancak oturmuş bir deve yavrusu kadardır"
Peygamberimiz tekrarladı: "Git ver!.."
Hazreti Ömer, Efendimizin emrine itaat ederek atlıların yanına gitti ve yarım yük hurmadan, o dörtyüz kişiye yetecek kadar yiyecek verdi. Atlılar gittikten sonra da şöyle dedi: "O hurmalar, sanki hiç verilmemiş gibi eski hâlinde kaldı."

* * *

Hazreti Câbir'in babası vefat ettiği zaman, Yahudilere çok borcu bulunuyordu. Hazreti Câbir, bu borca karşılık babasının tarlalarını onlara vermeyi teklif etti. Fakat Yahudiler, bu teklifi kabul etmediler ve babasının borcunu, o tarlalardan çıkacak olan meyvalarla ödemesini istediler. Hazreti Câbir, bu işe çok üzüldü. Çünkü uzun seneler boyu Yahudiler için çalışması gerekecekti.
Peygamberimiz durumu öğrenince, ferman etti:
"Bağın meyvalarını koparınız, harman ediniz (bir araya toplayınız)"
Hemen denileni yaptılar. Efendimiz, toplanan meyvaların arasında gezip dua etti ve Hazreti Câbir'e, Yahudilere olan borcunu ödemesini istedi. Meyvalar toplandıkça, herkes hayretler içinde kalıyordu. Çünkü uzun yıllar boyu toplanarak ödenmesi gereken miktardan çok daha fazlası vardı. Yahudiler, büyük bir şaşkınlık içinde alacaklarını aldılar. Geriye de aldıkları kadar meyve kaldı.

* * *

Meşhur sahabilerden Selman-ı Farisî, müslüman olmadan önce Yahudilerin kölesiydi. Yahudiler, onu azat etmek için adeta imkânsız bir şey isteyerek: "Üç yüz hurma fidanı dikecek ve onlar meyva verdikten sonra, bize kırk okiyye (50 kilo kadar) altın ödeyeceksin" dediler.
Hazreti Selman, büyük bir üzüntü içinde Efendimiz'e gelerek durumu anlattı.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, üç yüz hurma fidanı alarak Medine dışına çıktı ve bunlardan bir tanesi hariç hepsini kendi elleriyle dikti. O sene içinde Peygamberimizin diktiği bütün fidanlar meyva verdi. Ama başkası tarafından dikilen o tek fidanda meyva yoktu. Efendimiz bu fidanı yerinden çıkartarak tekrar diktiğinde, o da meyva verdi.
Efendimiz, daha sonra bir avuç kadar altına mübarek ağzının suyunu sürdü ve Selman-ı Farisî'ye uzatarak:
"Git Yahudilere ver!.." dedi.
Selman-ı Fârisî, Yahudilere o altından vermeye başlayınca, hiç azalmadığını gördü. Onların hayret dolu bakışları arasında verdikçe verdi, kırk okiyyelik borcunu ödedi ve elindeki altın, hiç azalmamış vaziyette kaldı. Benim nurlu kardeşlerim.
Selman-ı Fârisînin bütün ömrünce şeref duyduğu bu hadise, elbette ki bir mucizedir. Fakat bu hâdisede dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta; o büyük peygamberin, bir insana; üstelik de Yahudilerin kölesi olarak bilinen bir insana ne kadar değer verdiğidir. Efendimiz, son derece ağır olan Peygamberlik vazifesinin arasında, bir insanın müslüman olması ve Cehennemden kurtulması için, kendi elleriyle üçyüz fidan dikecek kadar fedakârlık gösteren bir rahmet peygamberidir.
O halde bizler de O'nun gibi olmalı, insanları sevmeli ve onların kurtulmaları için her fedakârlığı göze almalıyız.
O şefkatli Peygamberi sevenlere ve O'nun tarafından sevilenlere ne mutlu...

* * *

Kedileri çok sevdiği için, Peygamber Efendimiz tarafından kendisine Ebu Hureyre (Kedi Babası) adı verilen yüce sahabi anlatıyor:
"Tebük Harbinde ordu aç kaldı. Peygamberimiz ferman etti:
— (Yenecek) Bir şey var mı? Ben:
— Ya Resulallah, on onbeş tane hurma var, dedim.
— Getir!., dedi.
Getirdim. Mübarek elini, hurmaların bulunduğu heybeye (torbaya) soktu, bir avuç kadarını çıkardı, bir kaba koydu ve bereketle dua ettikten sonra, bütün askerleri onar onar çağırdı. Hepsi doyuncaya kadar yediler. Sonra bana ferman etti:
— Getirdiğin kadarını al, sakla, fakat sakın ölçme!.. (yani ne kadar olduğuna bakma, sayma veya tartma)
Ben, hurmaların bulunduğu heybeyi aldım, elimi içine soktum, ilk önce getirdiğim kadarı (on onbeş tanesi) elime geçti. O hurmaları, Peygamber Efendimizin hayatı boyunca yediğimiz gibi, O'nun vefatından sonraki Hazreti Ebubekir zamanında ve daha sonra da Hazreti Ömer ve Osman döneminde sürekli olarak yememize rağmen bitiremedik. Hatta o hurmalardan, Allah rızası için çuvallar dolusu dağıttık. Fakat Hazreti Osman şehit edildiği gün, o hurmalar heybesiyle birlikte yağma edildi."

* * *

Ümmü Mâlik adındaki bir hanım sahabi (sahabiye), "ukke" adı verilen küçük bir yağ tulumundan Peygamberimize yağ hediye ederdi. Efendimiz, o ukkeyi geri verirken ferman etti:
"Bunu boşaltıp sıkmayınız"
Ümmü Mâlik, ukkeyi alarak evine döndü ve çocukları ne zaman yağ istediyse, Peygamberimizin bereketi sayesinde o tulumda yağ buldu.
Ukkeyi uzun süre kullandılar. Fakat daha sonra peygamber emrine uymayarak sıktılar, bereket kesildi.

* * *

Daha önce de belirttiğimiz gibi, İslâmiyetin ilk yıllarında büyük bir fakirlik vardı, ilk müslümanlar, Allah uğruna akılalmaz işkencelerin yanısıra açlığa da dayanmak zorundaydı. Bunlardan biri olan Ebu Hureyre, aç kaldığı bir gün, Peygamberimizin arkasından O'nun evine gitti. Ve hediye olarak Efendimiz'e bir bardak süt gönderildiğini gördü. Peygamberimiz, diğer sahabelerin de aç olduğunu biliyordu. Bu yüzden de sütü onlarla paylaşmak istedi.
Gerisini "Kedi Babası"ndan, yani Ebu Hureyre'den dinleyelim:
"Peygamberimiz: "Ehli Suffe'yi (kendini Allah yoluna adayan ve Efendimiz'in etrafından ayrılmayan gençleri) çağır!.." diye emretti. Ben kalbimden dedim ki: "Bu sütün tamamını ben içebilirim, çünkü onlardan daha fazla muhtacım." Fakat Efendimizin emri üzerine onları topladım, getirdim. Yüz kişiden fazlaydılar. Peygamberimiz dedi ki:
— Onlara içir!..
Bardaktaki sütü, gençler arasında dolaştırıyordum. Verdiğim kişi, sütü doyuncaya kadar içtikten sonra, bardağı diğerine uzatıyordum. Hepsi teker teker içip doyduktan sonra, Peygamberimiz:
— İkimiz kaldık. Sen de iç, dedi. Ben sütü içerken, Efendimiz:
— İçtikçe iç, diyordu.
Sonunda dayanamayıp: "Seni peygamber olarak gönderen Zat-ı Zülcelâl'e (Allah'a) yemin ederim ki, içecek bir yerim kalmadı" dedim.
Sonra bardağı kendisi aldı, "Bismillah" deyip hamdederek (Allah'a şükrederek) gerisini içti. Yüz bin afiyet olsun."
Sevgili kardeşlerim.
Yine yüz kişiden fazla bir sahabinin şahit olduğu bu mucize, Peygamberimizin etrafını saran sizin gibi genç kahramanların ne büyük zorluklara katlandığını gösteriyor. Çünkü, gözlerinde hiçbir zaman dünya sevgisi olmayan bu gençler için bir bardak süt veya bir kaç tane hurma, mükemmel bir ziyafet yerine geçiyor. Eğer o gençler, İslâmiyetin güzelliğini gördükten sonra, birçoğu putperest olan anne ve babalarını terketmeselerdi, bir elleri yağda, bir elleri balda olacak ve diğer müşrikler (putperestler) gibi, hiç bir zorlukla karşılaşmayacaklardı. Ama o kahramanlar, Allah'a ve Peygambere hizmet etmeyi bütün şereflerin ve güzelliklerin üzerinde gördüler.
Ve sonunda da dünyayı satıp Cennet'i alarak, fâni (geçici) olan hayatlarını, ebedî (sonsuz) bir hayata ve mutluluğa dönüştürdüler.

* * *

Sırası gelmişken, dünyayı satıp Cennet'i alan bir başka sahabiden daha bahsedeyim sizlere.
Efendimiz, Hayber Kalesinin kuşatılması sırasında, Yesar adlı bir çobanı İslâmiyete davet etmiş ve ona şehitlik makamını anlatarak Cennetten bahsetmişti.
Peygamberimizi görür görmez İslâmiyeti kabul eden Yesar, yaşadığı çevredeki insanların makam ve zenginliklerine göre itibar (hürmet) gördüklerini bildiği için:
— Ya Resulallah, diye sordu. Ben siyah tenli, çirkin yüzlü, köle ve fakir bir insanım. Bu hâlimle savaşır ve ölürsem, yine de Cennet'e girer miyim?
Efendimiz:
— Evet, diye cevap verdi. Girersin.
Yesar, içini kaplayan sonsuz bir sevinçle, biraz sonra başlayan muharebede cesaretle savaştı ve kaleden atılan taşlarla, bir vakit namaz kılma fırsatını bile bulamadan şehit oldu.
Yesar'ın cenazesi, daha sonra karargâha getirilerek yere yatırıldı.
Cenazeye bakan Allah Resulünün bir ara yüzünü çevirdiğini gören sahabeler:
— Ya Resulallah, diye sordular. Neden ondan yüzünüzü çevirdiniz? Efendimiz:
— (Biraz önce müslüman olduğu için) Allah'a hiç secde etmediği halde, Cennet hurilerinden ikisinin, onun başucuna gelip yüzündeki toprakları sildiğini gördüm, diye cevap verdi. Benden haya etmemeleri (utanmamaları) için yüzümü çevirdim.
Şu ana kadar öğrendiğimiz mucizeler, Peygamberimize olan sevgimizi daha da arttırdı, öyle değil mi?
Efendimizin, bereketle ilgili mucizelerini bilen bahtiyar insanlardan birçoğu, yaptıkları duaların arasına şu duayı da katmışlardır:
"Ya Rab!.. Şu Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselamın bereketi hürmetine, bizlere ihsan ettiğin maddî ve manevî rızkımıza bereket ihsan et!.."
Bu duayı, şu şekilde açıklamak da mümkündür:
"Ya Rabbi. Peygamber Efendimizin gösterdiği bereket mucizelerinin hatırı için, bize hediye ettiğin (yiyecek, içecek ve mal gibi) maddî nimetler ile; (îman, ahlâk, akıl, sağlık ve güzellik gibi) manevî nimetlere bereket ver, onları (kendimize ve diğer insanlara faydalı olacak şekilde) çoğalt"




Bu mesaj 1 kez ve en son katre16 tarafından 30.01.2008 - 10:42 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 30.01.2008 - 10:34
Bu mesajı bildir   katre16 üyenin diğer mesajları katre16`in Profili katre16 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
katre16 su an offline katre16  
Suyla ilgili mucizeler

43 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.09.2006
En Son On: 10.02.2008 - 14:55
Cinsiyeti: Bayan 

Mucizelerin genellikle ihtiyaç vaktinde gerçekleştiğini ve böylelikle henüz îmana gelmemiş olanlara Allah'ın varlığı konusunda bir ipucu verilirken, müslümanlarm îmanlarının kuvvetlendiğini belirtmiştik.
Şimdi ise, Peygamberimizin suyla ilgili mucizelerini ele alacağız.

* * *

Peygamberimizin özel hizmetinde bulunan Hazreti Câbir anlatıyor:
"Buvat Gazve'sinde (harbinde), Peygamber Efendimiz ferman etti:
— Abdest almaları için (sahabilere) seslen.
Ben, denileni yapınca, suyun olmadığı söylendi.
Peygamberimiz:
— Bir parça su bulunuz, dedi.
Çok az miktarda vardı, getirdik. O su üzerine elini kapadı, birşeyler okudu, bilemedim ne idi. Sonra ferman etti:
— Kafilenin (yola çıkan grubun) kullandığı büyük tekneyi getir.
Bana getirildi, ben de Peygamberimizin önüne koydum. Efendimiz, teknenin içine elini soktu, parmaklarını açtı ve biraz önce dua ettiği o az miktardaki suyu, elinin üzerine dökmemi istedi. Ben o suyu dökerken gördüm ki, mübarek parmaklarından çeşme gibi su akarak o tekneyi dolduruyor. Suya muhtaç olanları çağırdım, ordudaki bütün sahabiler geldiler, o sudan bol bol içip abdest aldılar, ihtiyaçları bitince: "Kimse kalmadı Ya Resulallah" dedim. Elini kaldırdı. Tekne, ağzına kadar dolu kaldı."

* * *

Peygamberimizin sadece bir tek kişiye gösterdiği mucizeleri de vardır. Fakat parmaklarından suyun akmasıyla ilgili mucize, bir ordu kadar kalabalık olan insanların gözü önünde ve üstelik de üç defa gerçekleştiği için çok meşhur olmuştur. Bu yüzden de elbette ki bizlere yanlış ulaşması (veya olmadığı halde olmuş gibi haber verilmesi) mümkün değildir. Çünkü, yalandan öldürücü bir zehir gibi nefret eden ve doğruluk için canlarını, ailelerini ve kavimlerini feda eden binlerce sahabinin, herhangi bir yalan karşısında susması veya bir yalan haber üzerinde ittifak etmesi (söz birliği etmesi) düşünülemez.
Hazreti Enes anlatıyor:
"Üçyüz kadar sahabi, Zevra adı verilen yerde Peygamber Efendimizle birlikteydik. İkindi namazı için abdest alınmasını emretti. Ama su bulunamadı. Yalnız bir parça su istedi, getirdik. Mübarek ellerini suyun içine batırdı. Gördüm ki parmaklarından çeşme gibi su akıyor. Emrindeki üçyüz adam geldiler ve hepsi de kana kana içip abdest aldılar."

* * *

Hazreti Câbir anlatıyor:
"Bin beşyüz kadar sahabi, Hudeybiye Gazvesinde susamıştık. Peygamber Efendimiz, "kırba" adı verilen bir deri tulum içindeki sudan abdest aldıktan sonra elini onun içine soktu. Gördüm ki, parmaklarından oluk oluk su akıyordu. Daha sonra bin beşyüz kişi sırayla geldi ve doya doya içip, kaplarını o kırbadan doldurdular."
Hazreti Salim, bu mucizeyi gören Hazreti Câbir'den sormuş: "Kaç kişiydiniz?"
Câbir demiş ki: "Yüzbin kişi de olsaydı, o kırba içindeki su yetecekti. Fakat biz, bin beşyüz kişiydik."

* * *

Değerli kardeşlerim
Hazreti Musa Aleyhisselam da su ile alâkalı mucizeler göstermiş ve elinde taşıdığı asası (değneği) ile vurduğu taşlardan su çıkarmıştır. Ancak bu mucize, Peygamber Efendimizin on parmağından on musluklu bir çeşme gibi su akıtması derecesine çıkamaz. Çünkü bugün bazı sondaj (toprağı delme) aletleriyle taşa vurulduğunda (yani sert zeminler kazıldığında) suyu çıkartmak mümkün olabilmektedir. Ama bir elden, yani et ve kemik arasından su akıtmak, sadece Peygamberimize has bir mucizedir ve bu da O'nun "Peygamberler Peygamberi" olduğunun bir işaretidir.

* * *

Hazreti Muaz anlatıyor:
"Tebük Savaşında bir çeşmeye rastgeldik. İncecik bir ip gibi, güçlükle akıyordu. Peygamberimiz emretti ki:
— O sudan bir parça toplayınız.
Sahabiler, avuçlarında bir parça topladılar.
Efendimiz, toplanan suyla elini yüzünü yıkadıktan sonra, o suyu tekrar çeşmeye koymamızı istedi. Bu işi yapınca, çeşmenin merkezi (suyun çıktığı yer) birden açıldı ve su gürül gürül akarak bütün orduya kâfi geldi (yetti)"
Aynı mucizeye şahit olan imam İbni İshak der ki: "O çeşmenin suyu, toprak altından gök gürültüsü gibi ses çıkartarak akınca, Peygamberimiz, Hazreti Muaz'a şunları söyledi:
— Bu su, bir mucize eseri olarak buraları bağa çevirecek, ömrün varsa göreceksin.
Efendimizin bu sözü de aynen gerçekleşmiş ve o çorak yerler, çeşmeden kaynayan sularla, ileriki yıllarda meyva ağaçlarıyla dolu bahçelere dönüşmüştür.

* * *

Ebu Katâde anlatıyor:
"Meşhur Mute Gazvesinde (harbinde), bende bir kırba (su tulumu) vardı. Yolda giderken, Peygamberimiz bana dönerek şöyle dedi:
— Kırbanı sakla, onun büyük işi var. (yani ona önemli bir vazife düşecek)
Biraz sonra susuzluk başladı. (Taberî'ye göre İslâm ordusu üçyüz kişi idi.) Ve nihayet bütün sular bitti. Peygamber Efendimiz
— Kırbanı getir!., buyurdu.
Hemen getirdim. Mübarek ağzını, kırbanın ağzına yaklaştırdı, içine nefes etti mi, etmedi mi bilemedim. Daha sonra bütün sahabiler geldiler, o kırbadan içtiler, bütün su kaplarını doldurdular. Sonra ben aldım. Verdiğim gibi doluydu."

* * *

Hazreti İmran anlatıyor:
"Bir seferde (yolculukta), Peygamber Efendimizle birlikte susuz kaldık. Bana ve Hazreti Ali'ye ferman etti ki:
— Filan yerde bir kadın, iki kırba (tulum) suyu hayvanlarına yüklemiş vaziyette gidiyor. O kadını alıp buraya getiriniz.
Hemen Ali ile beraber yola koyulduk ve Peygamberimizin tarif ettiği o yerde, kadını aynı şekilde bulup getirdik.
Sonra emretti:
— Bir kaba bir parça su boşaltınız.
Kadına ait kırbalardan az miktarda su ayırdık. Ve Peygamberimiz bereketle dua ettikten sonra, o suyu tekrar aldığımız yere boşalttık.
Peygamberimiz, daha sonra ferman etti:
— Herkes gelsin, kabını doldursun.
Bütün kafile, bol bol içip kaplarını doldurduktan sonra, Efendimiz:
— Kadın için birseyler toplayınız, dedi. Toplanan hediyeleri kadının eteğine doldurduk. Ben, o kırbalardaki suyun gitgide fazlalaştığını tahmin ederken, Peygamberimiz o kadına şöyle dedi.
— Senin suyundan almadık. Cenâb-ı Hak, bize kendi hazinesinden içirdi.

* * *

İşte, koca bir ordunun gözü önünde cereyan eden bir mucize daha:
Hazreti Ömer anlatıyor:
"Tebük Savaşında susuz kalmıştık. Bu yüzden bazı sahabiler, vücutlarında depoladıkları suyu içmek için develerini kesiyordu. Bunun üzerine Hazreti Ebubekir, yağmur duası yapması için Efendimize ricada bulundu. Peygamberimiz, ellerini kaldırıp dua etti ve ellerini henüz indirmeden bulutlar toplanıp öyle bir yağmur yağdı ki, bütün kaplarımızı doldurduk. Sonra su çekildi. Yağmur, sadece ordumuzun bulunduğu yere yağmıştı."

* * *

Peygamberimiz, Hazreti Enes'in evinde bulunan kuyuya mübarek tükürüğünü bıraktıktan sonra dua etti. Medine'deki en güzel ve en tatlı su o oldu.

* * *

Efendimize bir kova Zemzem Suyu getirdiler. Bir parça ağzına aldıktan sonra, o suyu tekrar kovaya boşalttı. Kova misk gibi kokmaya başladı.

* * *

Peygamberlikten önceki yıllardı. Efendimiz, amcası Ebu Talip ile birlikte Arafat civarındaki Zilmecaz Bölgesine gelmişlerdi. Bu arada yanlarındaki su da tükenmişti. Ebu Talip çok susadığını söyleyince, Peygamberimiz devesinden indi ve ayağını yere vurarak oradan su çıkardıktan sonra, amcasına ikram etti.
Bu hadiseden bin sene sonra, Efendimizin ayağını vurduğu yerden meşhur Arafat Suyu çıkmıştır ve bu su hâlâ kullanılmaktadır.


Ekleme Tarihi: 30.01.2008 - 10:37
Bu mesajı bildir   katre16 üyenin diğer mesajları katre16`in Profili katre16 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
katre16 su an offline katre16  
Ağaçlarla İlgili Mucizeler

43 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.09.2006
En Son On: 10.02.2008 - 14:55
Cinsiyeti: Bayan 



Peygamber Efendimizin diğer bir türdeki mucizesi de, ağaçların bir insan gibi O'nun sözünü dinlemesi ve yerlerinden çıkıp O'nun yanına gelmesidir.
Bir çok sahabinin şahit olduğu bu mucizelerden en meşhurlarını görelim isterseniz:
Hazreti Ali, Enes ve Hazreti Ömer, üçü birlikte haber veriyorlar ki:
"Peygamber Efendimiz, kâfirlerin kendisini yalanlamasından ötürü çok üzgün olduğu bir sırada, Cenâb-ı Hakka şöyle duada bulundu:
— Ya Rabbi!.. Bana öyle bir mucize göster ki, ondan sonra artık beni yalanlayanlar için üzülmeyeyim.
Dört büyük melekten biri olan Cebrail Aleyhisselam, o sırada Efendimizin yanındaydı. Peygamberimiz, Cebrail'in kendisine bildirmesiyle, vadideki bir ağacı çağırdı. Ağaç, Peygamberimizin yanına geldi.
Efendimiz daha sonra: "Git" dedi. Ağaç gitti, yerine yerleşti."

* * *

Hazreti Abdullah anlatıyor:
"Bir seferde (yolculukta) Peygamber Efendimizin yanına bir bedevî (çölde yaşayan bir göçebe) geldi. Peygamber Efendimiz ona sordu:
— Nereye gidiyorsun? Bedevî:
— Ehlime (yani ailemin yanına), diye cevapladı. Efendimiz:
— Ondan daha iyi bir hayır istemiyor musun? diye sordu.
Bedevî: "Nedir?" deyince, Efendimiz:
— Allah'tan başka bir ilah olmadığına, O'nun bir olduğuna, ortağı bulunmadığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik etmendir, dedi.
Bedevî sordu:
— Böyle bir şahitliğe şahit nedir? (Yani Allah'ın bir olduğuna ve seni de elçi olarak seçtiğine inanmam için, göstereceğin delil nedir?)
Efendimiz ferman etti:
— Vadi kenarındaki şu ağaç, şahit olacak.
Hazreti Ömer der ki: "O ağaç, yerinden sallanarak çıktı, toprağı yardı ve Peygamberimizin yanına kadar geldi. Efendimiz, bedevîye söylediği sözlerin doğru olup olmadığını o ağaca üç defa sordu ve ağaç her seferinde Allah'ın bir olduğuna ve Peygamberimizin de O'nun elçisi olduğuna şahadet etti. (söyledi)
Efendimiz daha sonra emretti. Ağaç, topraktan çıktığı yere gidip yerleşti."

* * *

Yukarıdaki mucizeye şahit olanlardan biri de Hazreti Büreyde idi. O da aynı mucizenin farklı yönlerine şahit olmuş ve Efendimizle bedevî arasında geçen konuşmaları duymuştu.
Bakın, o da şöyle anlatıyor:
"Biz Efendimizin yanında iken, bedevî bir Arap gelerek Allah Resulünden mucize istedi. Peygamberimiz, o adama:
— Şu gördüğün ağaca : ''Allah Resulü seni çağırıyor diye seslen" dedi.
Bedevî denileni yapınca, Efendimiz o ağaca işaret etti. Ağaç, bunun üzerine sağa sola sallanarak köklerini topraktan çıkardı ve Peygamberimizin huzuruna gelerek: "Esselamu aleyke Ya Resulallah (selam sana ey Allah'ın Peygamberi) dedi. Bedevî, ağacın yine yerine gitmesini isteyince, Peygamberimiz yine emretti ve ağaç eski yerine giderek yerleşti. Bedevi, şaşkınlık içindeydi. Peygamberimize: "Müsaade et, sana secde edeyim" dedi. Ancak Efendimiz, Allah'tan başkasına secde edilemeyeceğini hatırlatarak:
— Hiç kimseye izin yok, dedi. Bunun üzerine bedevî:
— Öyle ise senin elini ayağını öpeceğim, dedi. Efendimiz izin verdi."

* * *

Hazreti Câbir anlatıyor:
"Bir seferde (yolculukta), Peygamber Efendimizle birlikteydik.
Efendimiz, tuvalet ihtiyacı için üzeri kapalı bir yer aradı, ama bulamadı. Bunun üzerine ileride bulunan iki ağacın yanına gitti. Birisinin bir dalını yakaladı, çekti. Ağaç, Peygamberimizle birlikte gitti. Efendimiz o iki ağacı, her isteneni yapan bir devenin yularını çeker gibi çekerek bir araya getirdi. Ve sonra onlara:
— Üstümde birleşiniz, dedi.
Ağaçlar, peygamber emri karşısında birleşerek Efendimizin üstünü örttüler.
Daha sonra onlara emretti. Yerlerine gittiler."

* * *

Hazreti Üsâme anlatıyor:
"Bir seferde, Hazreti Peygamberle birlikteydik. Tuvalet ihtiyacı için üstü kapalı bir yer bulunmuyordu. Ferman etti ki:
— Etrafta ağaç veya taş var mı?
— Evet var, dedim. Peygamberimiz, bana şöyle buyurdu:
— Ağaçlara de ki: "Allah Resulünün ihtiyacı için birleşiniz". Ve taşlara de ki: "Duvar gibi toplanınız.
Ben gittim, söyledim. Yemin ederim ki, ağaçlar birleştiler ve taşlar üst üste gelerek duvar oldular.
İhtiyacını gördükten sonra dedi ki:
— Ayrılmalarını söyle.
Ben, herşeyi kudret elinde tutan Cenâb-ı Hakka yemin ederim ki, ağaçlar ve taşlar ayrılıp eski yerlerine gittiler."
Hazreti Câbir ve Üsâme'nin anlattığı yukarıdaki iki mucize, Huneyn Gazvesi (harbi) sırasında cereyan etmiş olup; Hazreti Yâle, Hazreti Gaylan ve Ibni Mesud tarafından da aynen anlatılmıştır.

* * *

İmam-ı ibni Fûrek haber veriyor:
"Taif Gazvesinde idik. Gece at üstünde gitmek zorunda olduğumuzdan, Efendimizin uykusu geliyordu. Peygamberimiz o halde giderken, bir sidre ağacına rastgeldi. Ve ağaç, ona yol vermek ve atını incitmemek için iki parçaya ayrıldı, Peygamberimiz atıyla birlikte içinden geçti.
O ağaç, zamanımıza kadar ikiye ayrılmış bir vaziyette kalarak hürmet gördü."

* * *

Hazreti Yâlâ anlatıyor:
"Bir seferde, talha veya semure denilen bir ağaç geldi, Peygamber Efendimizin etrafında tavaf yapar gibi (Kabe'nin etrafını dolaşırcasına) döndü. Sonra yine yerine gitti.
Efendimiz onu görünce şöyle dedi:
— O ağaç, Cenâb-ı Haktan istedi ki, bana selam etsin."

* * *

İbni Abbas anlatıyor:
"Efendimiz, yanına gelen bir Arap'a şöyle dedi:
— Ben, şu ağacın dalını çağırsam ve o da yanıma gelse, îman edecek misin? (Yani Allah'ın bir, ve benim de O'nun Peygamberi olduğuma inanacak mısın?)
Adam: "Evet" dedi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz o dala emretti. Dal, ağaçtan kopup Peygamberimizin yanına geldi. Efendimiz tekrar emredince de yerine döndü."
Değerli kardeşlerim.
Ağaçlar bile Efendimizin emirlerini dinleyerek itaat ettikleri halde, kendilerine "insan" diyen bir kısım akılsız mahluklar, O'nu tanımaz ve îman etmezlerse, acaba kuru ağaçlardan daha değersiz hâle gelip ateşe atılmaya (yani Cehennem'e girmeye) lâyık olmazlar mı?



Ekleme Tarihi: 30.01.2008 - 10:38
Bu mesajı bildir   katre16 üyenin diğer mesajları katre16`in Profili katre16 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
katre16 su an offline katre16  
kuru direk mucizesi

43 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.09.2006
En Son On: 10.02.2008 - 14:55
Cinsiyeti: Bayan 

Efendimizin "Hanin-ül Çiz" adıyla bilinen mucizesi, sahabelerin en meşhurları tarafından görülüp anlatıldığı için çok meşhur oldu. Bu yüce sahabeler arasında Hazreti Enes, Hazreti Câbir, Hazreti Ömer'in oğlu olan Hazreti Abdullah, Hazreti Sehl, Hazreti Ebu Said, Hazreti Übey, Hazreti Büreyde ve Hazreti Abbas'ın oğlu olan Hazreti Abdullah gibi kahramanlar vardı.
"Hanin-ül ciz" ifadesi, "kuru direğin ağlaması" mânâsına geliyordu. Ve sahabilerin bir çoğu, bu mucize'nin değişik yönlerine şahit olmuşlardı.
Hazreti Câbir, bu mucizeyi anlatırken şöyle diyordu:
"Peygamberimiz, İslâmiyetin esaslarını müslümanlara ders verirken (hutbe okurken), önceleri kuru hurma ağacından yapılmış olan bir direğe dayanıyordu. Daha sonra hutbe için özel bir bölüm (minber) inşa edildi ve Efendimiz, sohbetlerini burada yapmaya başladı. Fakat daha önce dayandığı o kuru direk, Efendimizden ayrılmaya dayanamayıp hâmile bir deve gibi inleyerek ağladı."
Hazreti Enes ise, o sesi daha başka bir hayvanın sesine benzettiği için:
"Sığır (veya manda) gibi ağladı ve o ses, mescidin sallanmasına yol açtı" diyordu.
Hazreti Sehl, mucizenin bir başka yönüne açıklık kazandırarak:
"O direğin ağlaması üzerine, mescitteki müslümanlar da ağlamaya başladı" dedi.
Hazreti Übey, şahit olduğu bir başka özelliği şöyle ifade etti:
"Hem öyle ağladı ki, sonunda iki parça oldu (ortasından yarıldı)."
Peygamber Efendimiz, o kuru direkle alâkalı olarak şunları söyledi:
"O direk, hemen yanıbaşında okunan ilahî zikirlerden (Allah'ı anmak ve yüceltmek için söylenen sözlerden) uzak kaldığı için ağladı"
"Eğer ben onu kucaklayıp teselli vermeseydim, o direk; Allah resulünün (peygamberinin) yanından ayrılmasından ötürü kıyamete kadar öyle ağlayacaktı.'' Hazreti Büreyde, Efendimizin o kuru direkle yaptığı konuşmaya yakından şahit olan sahabilerden biriydi. Bu yüzden o konuşma ile ilgili ayrıntıları şöyle anlattı:
"Peygamberimiz, o kuru direğin ağlaması üzerine elini onun üstüne koydu ve:
— İstersen seni, daha önce içinde bulunduğun bahçeye geri döndüreyim kök salasın, yetişip büyüyesin, yeni yaprak çıkarasın, meyva veresin. İstersen seni Cennette dikeyim. Allah'ın dostları, meyvalarından yesin" dedi.
Hazreti Büreyde, şahit olduğu konuşmayı anlatmaya devam ederken, şunları söyledi:
"Sonra peygamberimiz, o direğin ne diyeceğini bekledi. Kuru direk, arkadaki adamların bile işiteceği bir şekilde konuşarak şöyle dedi:
— Beni Cennette dik ki, meyvalarımdan Cenâb-ı Hakk'ın sevgili kulları yesin. Hem o Cennet öyle bir yerdir ki, orada ölmek ve çürümek yoktur.
Peygamberimiz, o kuru direğin isteğini kabul etti ve sahabilerine şunları söyledi:
— Baki yurdu, fâni dünyaya tercih etti/' (Yani, ölümlü ve geçici olan dünya yerine, ölümsüz ve ebedî olan Cennet'i seçti.)
Hazreti Ubey, daha sonraki durumu şöyle anlattı:
"Peygamberimiz, kuru direk mucizesinden sonra, o direğin minber altına konulmasını emretti. Kuru hurma direği, mescidin tamirinden sonra, Hazreti Ubey tarafından çürüyünceye kadar muhafaza edildi."
Meşhur Hasan Basri Hazretleri, bu mucizeyi talebelerine anlatırken gözyaşlarını tutamaz ve:
— Bir ağaç bile Peygamber Efendimize sevgi ve hasret duyarsa, sizin daha fazlasını duymanız gerekmez mi? diyerek ağlardı.
Evet, kuru direkler bile Peygamberimizin ayrılığına dayanamamıştı.
O kuru direk, ebedî olan Cenneti, ölümlü olan dünyaya tercih etti. Bu yüzden de tekrar dünyaya dönerek yeşermeyi istemedi.
Bizler de elbette Cennet'i tercih edeceğiz. Ve Rabbimizin insanıyla, O ebedî ülkede bir araya gelip Efendimizle sohbet etme şerefine ulaşacak ve Cennet bahçelerinde gezinirken, o bahçelerde yeşererek meyva verecek olan o kuru direkten hurma toplayacağız.
Bunun için yapmamız gereken şey, dünya hayatımızı Allah'ın emir ve yasaklarına dikkat ederek geçirmek veya diğer bir ifâdeyle: Peygamberimiz nasıl yaşamışsa, öyle yaşamaktır.

* * *

Sevgili kardeşlerim.
Biraz önce, ebedî olan Cennet'i, ölümlü olan dünyaya tercih etmemiz gerektiğini söyledik. Bu söz, tabî ki dünyaya hiç önem vermemek, çalışmamak ve bir an önce ölmeyi istemek mânâsına gelmez. Bu ifadeyle söylenmek istenen şey, sadece dünya için değil, bu dünyadan sonra gideceğimiz ebedî âlem (âhiret) ve Cennet için de çalışmamız gerektiğidir. Hatta her bir günü yirmidört saat olan dünya hayatımızın yirmiüç saatini dünyaya, sadece bir saatini (namaz ve diğer ibâdetlerimiz için) Cennet'e ayırmak bile yeterli olabilir.
Yukarıdaki sözden çıkartacağımız diğer bir ders de, dünyada başımıza gelecek olan hastalıklar, ölümler, kazalar, belâlar ve fakirlik gibi haller için fazla üzülmemektir. Çünkü iyi bir müslüman, elli altmış yıllık hayatı boyunca ne kadar sıkıntı çekerse çeksin, sonunda mutlaka Cennet'e gidecektir. Zaten dünya hayatımız bin sene de olsa, o sonsuz Cennet hayatının yanında bir saniye kadar bile tutmaz. Demek ki bir saniye gibi kısa olan dünya hayatında Allah'ın ve Peygamberin istediği gibi yaşayanlar, ebedî (hiç sona ermeyecek) bir Cennet'i kazanır. Ve orada peygamberlere komşu olur.
Dünya hayatında çektiği sıkıntılara önem vermeyen insanların başında, elbette ki Peygamberimiz gelmektedir.
Hazreti Ömer, Efendimizin odasını anlatırken, bu hakikati şöyle dile getirmektedir:
"Bir ziyaretimde, beni evindeki küçük odasına davet etmişti. Üzerinde beyaz bir elbise (ihram) vardı. Odanın bir köşesinde çıplak bir sedir, onun üzerinde de deriden bir yatak göze çarpıyordu. Odanın diğer köşesinde ise; bir avuç yulaf, bir post ve boş bir su tulumu bulunuyordu.
Bu durum karşısında ağladığımı farkedince, sebebini sordu:
— Ya Resulallah, dedim. Üzerinde yattığınız yatak, sertliğinden dolayı vücudunuzda iz bırakmış. Diğer bütün mallarınız ise, odanın bir köşesine sığmış. Kayserler ve kisralar (diğer ülkelerin başındaki padişahlar ve krallar) dünyanın bütün nimetlerine sahip olduğu halde, siz Ahirzaman Peygamberi (son ve en büyük peygamber) olarak neden böyle bir hayat geçiriyorsunuz?
Peygamber Efendimiz, beni teselli ederek:
— Ya Ömer, diye tebessüm etti. İstemez misin ki dünya nimetleri onların, âhiret (Cennet) nimetleri de bizlerin olsun?
İşte Peygamberimiz böyle bir insandı. O, miraç mucizesiyle göğe yükseldiğinde, bütün âlemlerle birlikte Cennet'i de gezmişti. Bu yüzden de dünyaya ait güzellik ve zenginliklerin, Cennet güzelliklerinin yanında hiç bir değer taşımadığını çok iyi biliyordu.


Ekleme Tarihi: 30.01.2008 - 10:40
Bu mesajı bildir   katre16 üyenin diğer mesajları katre16`in Profili katre16 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
katre16 su an offline katre16  
hayvanlarla ilgili mucizeleri

43 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.09.2006
En Son On: 10.02.2008 - 14:55
Cinsiyeti: Bayan 


Peygamber Efendimizin bu tür mucizeleri, saymakla bitmez. Bu yüzden, çok bilinenleri görmemiz yeterli olacaktır.
Bilindiği gibi Efendimiz, Mekke'li putperestlerin müslümanlara karşı yaptığı zulüm üzerine ilk önce ümmetinin (kendisine bağlı olan müslümanların) Mekke'yi terketmesini istemiş, daha sonra da Medine'ye gitmek üzere, Hazreti Ebubekir'le birlikte gizlice yola çıkmıştı. (Bu hâdise "hicret" adıyla bilinir.)
Mekke'li müşrikler, durumu öğrendiklerinde onları öldürmek için peşlerine düştüler. Efendimiz ve sadık arkadaşı, bu hainlerin takibinden kurtulmak için Hira (veya Sevr) Mağarasına sığınmak zorunda kaldılar. Mekke müşrikleri, kısa bir süre sonra mağarayı buldular. Fakat onlar gelmeden biraz önce iki güvercin mağara kapısına yuva yapmış, Allah tarafından görevlendirilen bir bahçe örümceği de, mağaranın ağzını kalın bir ağ tabakasıyla örtmüştü. Kureyşliler mağaraya girmek istediklerinde, onların reislerinden olan Übeyy bin Halef (ki bu adam, Bedir Harbinde Efendimiz tarafından öldürülmüştür) şu cevabı verdi:
"Girmemize gerek yok. Ben burada, Muhammed doğmadan önce yapılmış bir ağ görüyorum. Hem içerde insan olsa, o güvercinler orada durur mu?"
Evet... Mekke'nin gururlu putperestleri, küçücük bir örümceğin oyuncağı olup, onun tuzağına düşen sineklerden farksız hâle geldiler.
Mağara kapısına yuva yapan mübarek güvercinler ise, Mekke'nin fethi sırasında, Efendimizin üzerinde gölge yaparak büyük bir şeref daha kazandılar.

* * *

Efendimizin eşi Hazreti Ayşe validemiz anlatıyor: "Evimizde "dâcin" adı verilen ve güvercine benzeyen bir kuşumuz vardı. Peygamberimiz evde bulunduğu sırada, o kuş (O'nu rahatsız etmemek için) hiç ses çıkartmadan ve kımıldamadan beklerdi. Fakat Efendimiz dışarı çıktığında, o kuş hareket etmeye başlardı, giderdi, gelirdi, hiç durmazdı."

* * *

Ebu Saidil Hudri, Hazreti Seleme, İbni Ebî Vehep ve Ebu Hureyre gibi büyük sahabilerin yanısıra, hâdiseyi bizzat yaşayan çoban Uhban tarafından da anlatılan "kurt hâdisesi", hayvanlarla ilgili mucizeler arasında çok şöhret bulmuştur.
Bir kurt, çoban Uhban'a ait keçilerden birini parçalamak üzere yakaladığında, Uhban o keçiyi kurtarmış.
Kurt, çobana dönerek şöyle demiş:
"Allah'tan korkmadın mı ki benim rızkımı (yiyeceğimi) elimden aldın."
Çoban, kurdun konuşması karşısında hayrete düşüp:
"Acayip, demiş. Kurt konuşur mu?"
Kurt cevap vermiş:
"Acayip senin hâlindir ki, şu tepenin arkasında bulunan ve sizi Cennete çağıran bir peygamberi tanımıyorsun."
Ebu Hureyre, mucizenin gerisini şöyle anlatıyor:
"Çoban kurda demiş:
— Ben, o Peygamberi görmeye gidersem, benim keçilerime kim bakacak? Kurt demiş:
— Ben bakacağım.
Çoban Uhban, kendi görevini kurda bırakmış, Efendimizin yanına gitmiş, ona îman ederek müslüman olmuş ve geri geldiğinde, kurdu sürünün başında bir çoban gibi vazife yaparken bulmuş. Sürüdeki hiç bir hayvan eksik değilmiş. Çoban, kurda bir keçi kesip ikram etmiş. Çünkü kurt, onun Allah Resulünü tanımasına ve müslüman olmasına vesile olmuş."

* * *

Bir ceylanın peşinden koşarak Harem-i Şerife (Kabe'ye) giren bir kurt, Kureyş Reislerinden Ebu Süfyan ve Safvan'ın yanına geldi ve konuşarak Efendimizin peygamberliğini haber verdi.
Ebu Süfyan, bunun üzerine Safvan'a şöyle dedi: "Bu hâdiseyi kimseye anlatmayalım. Aksi taktirde bütün Mekke'liler müslüman olur."

* * *

Ebu Hureyre (kedi babası), Hazreti Salebe, Hazreti Câbir ve Hazreti Abdullah gibi büyük sahabiler tarafından anlatılan "Cemel" (deve) Hâdisesi de çok meşhur olmuştu.
Kızgın bir deve, bir bağın altını üstüne getirip herkese hücum ediyor ve kimseyi yanına yaklaştırmıyordu. Efendimiz bunu haber alınca devenin yanına gitti. Deve, hemen Peygamberimizin yanına geldi, büyük bir hürmetle diz çöküp yanına oturdu. Peygamberimiz ona bir yular taktı. Deve, Peygamber Efendimize :
"Beni çok zor işlerde çalıştırdılar, şimdi de kesmek istiyorlar, onun için kızdım" dedi.
Peygamberimiz, deve sahibine sordu: "Böyle midir?" (devenin anlattıkları doğru mudur?) Deve sahibi, gerçeği söylemek zorunda kalarak: "Evet, doğrudur" cevabını verdi.
Peygamber Efendimizin Adba isminde bir devesi vardı. Bu deve, Efendimizin vefatından sonra üzüntüsünden hiç birşey yemedi ve içmedi. Kısa süre sonra da öldü.
Hazreti Câbir'in devesi, bir yolculuk sırasında çok yorulmuştu. Adım atacak hâli bile kalmadığı için titriyordu. Peygamberimiz, o deveye biraz dokundu. Deve, bir anda öyle bir çeviklik kazandı ki, hızından ötürü kimse ona yetişemiyordu.

* * *

Hayber Gazvesinde (harbinde) iken, bir Yahudi kadını bir keçi pişirmiş ve onu hediye olarak sahabilere göndermişti. Fakat et, son derece tesirli bir zehirle zehirlenmişti. Sahabiler onu yemeğe başlayınca, Efendimiz birden şöyle buyurdu:
"Kaldırın ellerinizi!.. O keçi bana zehirli olduğunu söylüyor."
Herkes yemeği bıraktı. Fakat Hazreti Bişr, bir lokma yemiş bulunduğu için vefat etti.
Peygamber Efendimiz, hemen o Yahudi kadını buldurarak getirtti ve ona sordu:
"Neden böyle yaptın?"
O kadın dedi ki: "Eğer peygamber isen, o zehir sana tesir etmeyecekti. Ama sadece bir padişah isen, insanlar senden kurtulmuş olacaktı."

* * *

Bir gece, Medine'nin dışından düşman askerlerinin geldiğine dair bir haber yayıldı. Bunun üzerine en cesur sahabiler, atlarına binerek keşfe (neler olup bittiğini anlamaya) gittiler. Biraz sonra o taraftan bir atlının gelmekte olduğunu gördüler. Bu, Peygamber Efendimizdi ve kendilerine şöyle dedi.
"Bir şey yok, (merak etmeyin)"
Efendimiz, o eşsiz cesaretiyle herkesten önce hareket etmiş ve Ebu Talha'nın atına binerek durumu araştırmıştı. Döndükten sonra Ebu Talha'ya şöyle dedi:
"Senin atın sarsmıyor ve çok hızlı gidiyor"
Halbuki o at, son derece yavaş yürüyen bir hayvandı. Ama o geceden sonra, yürüyüşte bütün atları geçti.

* * *

Efendimiz, bir yolculuk sırasında namaz kılmak istediğinde, atına: "Dur!" dedi.
At, Efendimizin namazı bitene kadar hiç bir yerini oynatmadı.

* * *

Hazreti Ömer haber veriyor:
"Çölde yaşayan bir göçebe, Efendimizin yanına geldi. Ve elindeki kertenkeleyi göstererek:
— Eğer bu hayvan, senin Allah Resulü olduğunu söylerse îman getiririm (müslüman olurum) yoksa getirmem, dedi.
Peygamberimiz o hayvana, kendisinin kim olduğunu sorduğunda, o kertenkele gayet anlaşılır bir dille Efendimizin peygamberliğine şehadet etti."

* * *

Değerli kardeşlerim.
Hayvanlarla ilgili mucizelere son verirken, isterseniz şu soruyu soralım kendimize:
"Kertenkele, kurt ve aslan gibi vahşî hayvanlar bile Efendimizi tanıyıp emirlerine boyun eğdiklerine göre, bizim o emirleri dinlemeyip hayvanlardan geri kalmamız canavarlık olmaz mı?"



Ekleme Tarihi: 30.01.2008 - 10:41
Bu mesajı bildir   katre16 üyenin diğer mesajları katre16`in Profili katre16 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Maksat kelam olsun su an offline Maksat kelam olsun  

1463 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 23.03.2007
En Son On: 09.05.2011 - 10:25
Cinsiyeti: Erkek 
Elinize Saglik güzel bir paylaşı molmuş


selametle
Ekleme Tarihi: 31.01.2008 - 08:42
Bu mesajı bildir   Maksat kelam olsun üyenin diğer mesajları Maksat kelam olsun`in Profili Maksat kelam olsun Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1776 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
Takoral (54), zemve (61), acercis (55), iboþ-medin.. (61), adalat (45), kenandekan (42), murat_88 (36), aysebusra (39), yitik sevda (35), ozenoglu (45), semerkand1 (46), Zuhur (51), RaSuLuMe_hAsReT.. (39), Þükrü Ö&e.. (60), yarin_81 (41), fatihomer68 (44), hatice.y (30), Cici Kiz Tuba (36), kuala (53), cafeerciyes (39), Mehmetcebe (43), JonTÜRK (43)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.86636 saniyede açıldı