0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » İman Erozyonu

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
osmanlı_2009 su an offline osmanlı_2009  
İman Erozyonu

79 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.02.2006
En Son On: 10.03.2009 - 08:10
Cinsiyeti: Erkek 
Müslümanlar olarak karşılaştığımız bir olumsuzluk, karşılaştığımız bir musibet varsa bir Müslüman olarak öncelikle kendimi suçlamayı, kendimi sorgulamayı tercih ediyorum. Hata üstüne hata yapması her an mümkün olabilen bir Müslüman olarak, karşılaşılan bu olumsuzluk veya bu musibette kendi hatamı, kendi yanlışımı, daha doğrusu kendi payımı bulmaya çalışıyorum.
Tabi ki bir özeleştiri oluyor bu!.
Geçenlerde okuduğum bir fıkra, yine kendime yönelmeme, yine kendimi eleştirmeme neden oldu. Fıkra şöyleydi.
Elektrik tamiratıyla uğraşan bir dükkanın telefonu çalar. Telefonu açan ustabaşı, iki gün önce bildirilen zil tamiratının yapılmadığını ve söz konusu evde zillerin çalmadığını öğrenir. Bu tamiratı yapması için gönderdiği çırağı azarlayarak, zili neden tamir etmediğini sorar. Çırak ise bu azarı haksız bularak şöyle cevap verir.
Usta beni niye azarlıyorsun!. Ben tamirat için o eve gittim, evin zilini uzun uzun çaldım, kimse kapıyı açmayınca ben de geri döndüm!.
Bu fıkrayı okuyunca, çırağın acemiliğine benzer bir acemiliğin, kendimde bulunup-bulunmadığını düşündüm!
Müslümanların bazı ortak sorunlarını değerlendirirken, bir çok sorunun iman zafiyetinden kaynaklandığını belirtiyor ve yine bu Müslümanları imani düzlemde muhatap alarak, iman boyutundan dürtmeye uğraşıyordum. Kalplerin katılaşmasından söz ediyor fakat yine de yumuşacık parmaklarımla bu kalplere dokunmaya çalışıyordum!.
Acaba ben de, fıkrada zikredilen acemi zil tamircisi gibi miyim? Bozuk olduğunu söylediğim zili tamir etmek için, yine bozuk olan zile mi basıyordum?
İyi ama başka ne yapabilirim ki!
Kapıları tokmaklar gibi, kafaları tokmaklamaya mı kalkışayım? Yoksa akıllı birer insan olarak sadece ve sadece akılları mı muhatap alacağız!.
İyi ama, kalpleri göz ardı ederek sadece akılları muhatap almak, başlı başına bir akılsızlık, başlı başına bir fikirsizlik değil midir?
Sadece ve sadece imanla anlaşılacak, imanla elde edilebilecek olan değerlerin, imandan başka bir yolla, imandan başka bir yöntemle elde edilmesi mümkün müdür? İslam adına uyarıp-korkutmamız gereken insanları, cehennem ile değil de, açlık, kıtlık ve enflasyonla mı korkutacağız? Böyle bir yol, böyle bir yöntem, şeytanın yolu şeytanın yöntemi değil mi?
İnsanları açlık, kıtlık ve fakirlikle korkutan lanetli yaratık, şeytan aleyhillanenin ta kendisi değil mi? Cennet ile değil de, dünyevi bolluk ve refah ile mi müjdeleyeceğiz? Korkutmak için cehennem azabı, müjdelemek için cennet nimetleri yetmiyor mu?
Yazıklar olsun, binlerce kez yazıklar olsun ki yetmiyor!.
Hatta yetip- yetmemek bir yana, ilgi bile duyulmuyor! Nitekim müslümanım diyenlere dahi cennet ve cehennemden bahsetmeye kalkıştığım zamanlar, ilgiden ve heyecandan uzak gözlerle yüzüme bakıyorlar!
Sanki bunlara bu nefes alan canlılara değil de, kabirdekilere konuşuyor, kabirdekilere talkın veriyorum!.
Oysa daha önceleri böyle değil di! Cehennem denilince kalplere cehennem korkusu, cennet denilince gözlere cennet arzusu temas edebiliyordu. Bu kısmi temas ile gözler aralanıyor, bu kısmi temas ile kalpler titreşebiliyordu. Ancak kalpler katılaşmaya başladı!. Hak ile yumuşamasına rağmen bu hakkın gereğini yapmayan kalpler, dünyevi kaygılarla kararmaya, nefsi yönelişlerle katılaşmaya başlamıştı!.
Bir erozyon yaşanıyordu!.
Bu erozyon toprak veya kültür değil, iman erozyonuydu! Toprak kaybından çok daha önemli olan bu iman kayması, bu iman kaybı, bir insan için değerli olan her şeyin kaybı demekti!. Çünkü kalıcı olan bütün değerler, kalıcı olan bütün güzellikler, iman ile başlayıp, iman ile gelişen değerler, iman ile gelişen güzelliklerdi.
Kendisine vuran dalgalarla taşını ve toprağını yitiren dağlar nasıl ki dümdüz oluyorsa, dağ gibi Müslümanlar da bu iman erozyonuyla dümdüz oluyorlardı!.
Cahili dalgalar, iman direncini yitiren Müslümanları önce yumuşatıyor ve sonra bu yumuşak taraflarını kopararak alıp-götürüyordu!. Bu durumdan muzdarip olan bazı kimseler ise kurtuluşu televizyonlardaki evliya filmlerinde arıyorlarmış.
Efendime söylemeyim, televizyondaki bu gibi filmler ve bu filmlerdeki kerametler, imanı hassasiyetleri fazlalaştırıyormuş!. Filme konu olan zatın, ilk kez karşılaştığı kişinin kim olduğunu, nerden ve ne için geldiğini hiç sormadan söylemesi, bütün Müslümanların imanlarını kuvvetlendirecek, imani duygularını fazlalaştıracak hadiselermiş!.
İslam'ın kalbi yönünden bunu anlayan ve çareyi böylesi keramet (!) vadilerinde arayan bu arkadaşlara "Söz konusu filmler beni hiç de müspet etkilemiyor!." Dediğimde ise benim gibi bir nasipsize acıyarak bakmışlar ve neden etkilenmediğimi sormuşlardı!.
Bu saçma soru benim canımı sıkmış, bu saçma soru beni heyecanlandırmıştı!. Ve kalbimi saran bu sıkıntıyla, bu heyecanla bir süre susmuş ve daha fazla dayanamayarak konuşmaya başlamıştım.
Bu gibi filmler beni neden etkilesin ki! Ben Nuh tufanına şahit oldum!. Ben Hz.İbrahim (a.s)'ın ateşe atılışına ve bu ateşten salimen çıkışına şahit oldum!. Ben Hz. Musa (a.s)'ın asasını atışına ve bu asanın bir ejderha oluşuna şahit oldum!. Ben Kızıldenizin yarılışına, Musa (a.s) ile israiloğullarının geçişine ve firavun ordusunun helakına şahit oldum. Ben gökten kudret helvası ve bıldırcın etinin inişine şahit oldum. Ben bir kısım israiloğullarının aşağılık maymunlara dönüştürülmesine şahit oldum!. Ben Hz. İsa (a.s)'ın babasız doğuşuna ve bebek iken konuşmasına şahit oldum!. Ben Kabe'yi yıkmayan gelen Ebrehe ve ordusunun, Ebabil kuşlarıyla helak edilmesine şahit oldum!.
Şimdi soruyorum sizlere!. Bütün bunlara şahit olan bir müslümanın, söz konusu filmlerden etkilenmesini nasıl bekliyorsunuz?
Yüz ifadeleri ve bakışları allak bullak olmuştu!.
Beni herhalde deli sanmışlar ve benim gibi bir deliden umut kesmiş olacaklar ki, büyük bir olgunlukla susmayı tercih ettiler!.
Bense acemi zil tamircisi gibi hala zile basıyor ve kapının açılmasını bekliyordum. Bu mucizelere sizlerde şahit olsaydınız, bahsettiğiniz ufak tefek şeyleri abartır, bu gibi şeylere itibar eder miydiniz?
Sadece bir ağız açıldı ve ağızdaki kurtlu bakla ortaya çıkıverdi. "Biz o mucizelere şahit olmadık ki!."
Evet, büyük bir yanlışı ifade eden küçük bir doğru sözdü bu!. Zaten meselenin düğüm noktası da buydu. Müslümanlar bu mucizelere şahit olmamışlardı ki!. Bu mucizelere şahit olsalar, yaşadığımız dünyaya ve dünya yaşantısına böyle mi bakarlardı?
Bu mucizelere şahit olsalar, çağdaş nemrutları güç ve kudret sahibi görürler miydi?
Bu mucizelere şahit olsalar, çağdaş firavunlardan korkarlar mıydı?
Bu mucizelere şahit olsalar, Allah'ın yardımını muğlak, Allah'ın yardımını uzak görürler miydi?
Kızıldenizin yarılışını ve firavun ordusunun suda boğuluşunu bizzat görselerdi, yaşadığımız çağda dimdik ayağa kalkarak "Ey İnsanlar, ey Müslümanlar!. Allah'a isyan eden bu çağdaş firavunlardan hiç korkmayın. Biz bunlar gibi firavunların, bunlar gibi müstekbirlerin ilahi kudret karşısında bir hiç olduklarını ve suların arasında bir çöp gibi savrulduklarını gördük!" demezler miydi?
İyi ama söyleyin bana, bu mucizelere şahit olmaları için illa ki o dönemlerde mi yaşamaları lazımdı? Büzlere bütün bu mucizeleri hak ve doğrunun gerçek sahibi olan şanı yüce Rabbimizin bildirmesi yetmiyor mu?
Bütün bu mucizelerin ilahi kelamda yer alması, bu mucizeleri bizzat görmüş, bizzat yaşamış gibi iman etmemize yeterli değil mi?
Bir mümin için, bu mucizelere bizzat şahit olmak ile bu mucizelerin Allah tarafından bildirilmesi arasında önemli bir fark var mıdır?
Alemlerin Rabbi olan Allah'ın varlığına ve birliğine hiç kuşkusuz şehadet ettiğimiz gibi, Rabbimizin bildirdiği bu mucizelere de hiç kuşkusuz şehadet etmemiz ve bu şehadeti yaşarmışçasına hissetmemiz gerekmez mi?
Kur'an'ı kerim de yer alan bu mucizeler, bizler için bir hikaye, bir dede korkut masalı mı?
Bütün bu mucizelerin bizlere ilahi kelamla bildirilmesi, bu mucizeleri yaşamışçasına iman etmemiz ve bu imanla doğrulmamız için değil mi?
O halde ne oluyor? Nedir bu iman kaybı, nedir bu iman kayması!. Ve neden, neden çalmıyor kapıların zilleri ve neden açılmıyor kapılar!.. Yoksa sizde, siz de duymuyor musunuz bu acemi çırağın zil sesini!..
Ekleme Tarihi: 31.10.2007 - 08:04
Bu mesajı bildir   osmanlı_2009 üyenin diğer mesajları osmanlı_2009`in Profili osmanlı_2009 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1640 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
YaHaMeS (39), ideal900 (47), Seher gülü (53), gözbebeðim (38), cemhan06 (45), sarikayamusa (45), kelamm (39), mkurban (40), isranur (41), kevserr (41), zemhari (52), omerkartal (54), salihaaydinoglu (43), Yasin57 (51), IslamExplorer37 (36), czenem (65), padem22 (39), Gülgüzeli (41), kucuk_ahmet (25), tesisat (44), mavi_maske (39), fakir58 (42), yasuaki01 (50), meryembebek (), hcryky (39), ymucur (43), hasno (46), rahmiz (40), bihter (54), nursen79 (45)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.06209 saniyede açıldı