0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » EDEBİYAT / MAKALE / ŞİİR » MAKALELER » KUR'AN in GÖLGESİDE

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Yusuflu su an offline Yusuflu  
KUR'AN in GÖLGESİDE

428 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 16.06.2005
En Son On: 25.11.2007 - 19:27
Cinsiyeti: ----- 
Arkadaslar biliyorum oldukca uzun bir yazi ama okunmasinda buyuk faide goruyorum sabirla okumanizi tavsiye ederim . . .


Gözler Nasil Korunur?


Kurân, bütün olarak kâinati yaratanin, kâinat içinde insani yaratanin ve insana görecek gözler verenin Allah oldugunu hatirlatir; ve iste o Allahin ezelî kelâmi olarak emirler getirir: Gözlerini haramdan korusunlar. Bu emri veren, insani bu fitratla yaratandir. Insan için en fitrî ve en uygun hali, Fâtir-i Hakîmden baska kim bilebilir? Kim o fitrati verenin üstünde söz söyleyebilir?




HAYATIN EN AÇIK gerçeklerinden biri, kuralsiz yasanmadigidir. En basta, hayat, bir kuralin meyvesidir. Içinde yasadigimiz kâinat, her zerresiyle, bir kuralla birlikte vardir. En küçük zerreden en büyük galaksilere kadar her bir sey, bir düzene tâbidir. Tüm mevcudlar ve tüm canlilar, varoluslariyla, kural denilen evrensel bir gerçegin varligini fisildar.

Öte yandan, insan, sair mahluklarin aksine, duygu ve tutkularina sinir konulmamis bir canlidir. Karni doymus bir aslan, yanindan geçen en körpe ceylana bile yan gözle bakmaz. Bir agaç ihtiyaci kadar suyu alir, biraz daha almaya kalkmaz. Oysa insan, had konulmamis duygulariyla, hep daha fazlasini ister. Dünyayi da yutsa, yine tok olmaz. Karni doysa, yarin için saklar. Yarin için saklasa, önümüzdeki hafta için biriktirir. Isi aylara, yillara, çoluk-çocuguna ve sonraki tüm nesillere kadar uzatir; durmaksizin yigar, durmaksizin biriktirir. Duygularina sinir konulmadigi için, s1k s1k, diger insanlarin hakkina da göz diker. Hatta, diger tüm varliklarin hukukuna ilisir.

Dolayisiyla, bir kuralin varligi kadar küllî bir gerçek daha vardir: duygularina fitraten had konulmayan insan için, onu sinirlayan belli kurallar koyma zarureti.

Bunun alternatifi bazi insanlarin baska insanlarin hakkina saldirmasidir. Hatta, su asirda yasanan ekolojik ve nükleer felâketlerin açikça gösterdigi gibi, tüm canlilarin ve tümüyle kâinatin varolusunu tehlikeye atmasidir.

Insan için bir kural koyma geregi anlasildiktan sonra, karsimiza yeni bir soru çikar: Kurali kim koyacak?

Insanlik tarihinin belki de en can alici sorusudur bu. Insan, tek bir Yaraticinin varligini anlayarak Hüküm Onundur mu diyecektir? Yoksa, o Yaraticiya ortaklar kosmasiyla birlikte, kural koymada da ortaklar mi icad edecektir? Meselâ, tüm kâinatta geçerli kurallari tabiat, tesadüf, zaman ve kuvvetlere mi mal edecektir? Keza, beserî hayatta ben,toplum,çag, ulusal çikarlar, devletin bekasi gibi kural koyucular mi öngörecektir? Veya, bu unsurlardan sadece birini, meselâ kendisini kural koyucu ilan ederek biricik bene mi tapacaktir? Yahut, kural koyuculuk payesini fasizm ile devlete, sosyalizm ile isçi sinifina, kapitalizm ile sermayedar kesime, aristokrasi ile asillere, milliyetçilik ile irka mi verecektir?

Bir bütün olarak insanlik tarihine sekil veren en can alici hususlardan biri budur. Bütünüyle düsünce tarihi, bastan sona, bu eksende döner durur. Ve dönüp kendi hayatimiza baktigimizda, o kisacik ömür içinde en temel konularimizdan biri olarak, yine bu husus çikar karsimiza.

Öte yandan, bu sorunun, insan, âlem ve kâinat anlayisimiz ile dogrudan bir ilgisi vardir.

Insani kendiliginden var olmus varsayan birinin, kurali ben koyarim demesi, herhalde beklenen bir durumdur. Onu var eden devlet ise, kural koyma hakki elbette devletindir. Keza var eden irk ise, kurali koyan da irk olacak; yok eger toplum ise, kurali toplum koyacaktir.

Bu bakimdan, Kurali ben koyarim diyen bir kisinin, bunu temellendirmesi, yani kendi kendine varoldugunu isbat etmesi gerekir. Keza, Kurali toplum koyar diyen birinin varolusunu topluma borçlu oldugunu göstermesi kaçinilmaz bir zorunluluktur. Var eden baska, kural koyan baska ise, açik bir çeliski sözkonusudur.

En basta insan fitrati, bu çeliskiyi berrak bir sekilde ortaya çikarir. Bir anne, kendisi çocugunu dövüyorsa bile, baskasinin en ufak bir fiskesine razi olmaz: Sen benim çocugumun terbiyesine karisamazsin. Esinin kendisine kulak asmayip baskalarini dinleyerek hareket etmesini normal karsilayan bir koca yoktur. Sahibi oldugu fabrikayi, kendisinin görevlendirmedigi birilerinin kendi akillari uyarinca yönetmesine ses çikarmayan bir patron; memurlarinin emri kendinden degil, baskalarindan almasina izin veren bir müdür hayal bile edilemez.

Insanlik tarihine mührünü vuran ve de gündelik hayatimizda içiçe yasadigimiz böylesi hakimiyet mücadeleleri bir gerçegin altini çizer: Malikiyet kiminse, hâkimiyet onundur. Diger bir deyisle, birseye iliskin kurali, o seyin sahibi koyar.

Iste bu sirdan olsa gerek, Kurân sayfalari arasinda, insana s1k s1k sahibi ve maliki hatirlatilir. Tesadüfen var olmadigi, onu yapan Biri oldugu uyarisi yapilir. Meselâ Sems sûresi, günese, aya, gündüze, geceye, semaya ve yeryüzüne dikkat çekerek baslar ve birdenbire insanin yaratilisina geçer. Baska birçok sûrede insana anilmaya deger birsey degil iken, degersiz bir sudan asama asama insan sûretini alisi; dogumundan sonra acizler acizi bir vaziyette iken en saf gidayla beslenisi; keza, bizatihî yürümeye ve karnini doyurmaya bile kâdir degilken hadsiz nimetlere mazhar edilisi s1k s1k vurgulanir. Kimi âyetler insana atimlik bir sudan yaratildigini unutmama konusunda uyarida bulunur; kimileri yaslanip tâkatten düsüsü ile... Veya bir felâketle karsi karsiya kaldiginda, çarçabuk unutuverdigi acziyetini derkedip tir tir titreyisi ile...

Tüm bunlar içinde, tekrar tekrar, su soru sorulur: Insan basibos birakilacagini mi sanir?

Cevap bellidir. En küçük bir sinegi bile birçok hikmetle yaratan, insani elbette basibos birakacak degildir. Kâinati seriksiz ve nazirsiz idare eden, elbette insani baska ellere teslim etmeyecektir.

Mâlik-i Zülcelâl Odur. Mülk Onundur. O halde, hüküm de Onun olacak; lâf olsun diye yaratmadigi ve basibos da birakmadigi insan için, varedis amaci uyarinca belli kurallar koyacaktir.

Nitekim, Kurân, bir yanda insana kâinatin mâlikini ve kendi sahibini hatirlatirken, öte yandan kurallar koyar. Bu kurallarin sakaciktan konulmadigi konusunda da çok net uyarilarda bulunur. Gelen emri kulak ardi eden kimi geçmis kavimlerin akibetine dikkat çeker sözgelimi. Yahut, Kurali ben koyarim diyen Nemrut, Kârun veya Firavunun hüsraniyla uyarir.

Gelen her bir emir, açik bir imanî talim de tasir. Kurânla gelen her bir kural, imanî bir hatirlatma da yüklüdür. Meselâ, duygularina had konulmayan insan, midesini doldurma pahasina ona buna saldirabilir. Oysa Kurân, o midenin ve ona giren nimetlerin Rabbi namina konusur: Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz. Insan iki ayagini sokaktan bulmus degildir. O ayaklar adi birsey olup, baskalarinca verilmis de degildir. Kurân, ayagi veren Biri namina hitap eder: Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Kadinlara daha latif bir hal verilmistir. Ama ola ki sahiplenir, ve nefisleri namina kullanirlar. Meselâ, sair insanlari kendilerine râm edecek yürüyüsler icad ederler. Kurân, o latif biçimi veren Biri namina konusur: Cahiliye kadinlari gibi, vücudunun hatlarini belli edecek sekilde yürüme. Keza, bir kudret harikasidir göz. Bütün bir kâinati küçük bir noktaya sigdirir, aklimizin önüne koyar. Ama insan o gözü, malikini unutup, nefsine mal edebilir. Kurân, o gözün sahipsiz olmadigini, insanin da mali olmadigini hatirlatarak, gözü veren Biri namina konusur: Gözünü kaydirma. Gözünü haramdan koru.

Böylesi tüm emirler, açik bir mesaj tasir: Malikiyet kimin ise, hâkimiyet onundur. Mülk kimin ise, hüküm de onundur.

Açikçasi, böylesi âyetler bizi yasadigimiz çeliskiyi gidermeye davet eder. Çeliski, mülkü baskasina, kurali bir baskasina vermemizdir. Insan, gerçekten gözünün asil sahibi ise, onu istedigi gibi kullanir burada bir çeliski yoktur. Ama o göz ona emaneten verilmis ise, asil sahibi baskasi ise, o gözü ancak o Mâlik-i Hakikînin izni ve emri uyarinca kullanabilir. Emaneten verilmis olan, asil sahibi olmadigi gözü kendi keyfince kullanamaz çeliski buradadir. Bu çeliskiyi asmanin ise yalnizca bir yolu vardir: gözü, onu verenin veris amacina göre kullanma.

Iste Kurân, bütün olarak kâinati yaratanin, kâinat içinde insani yaratanin ve insana görecek gözler verenin Allah oldugunu hatirlatir; ve iste o Allahin ezelî kelâmi olarak emirler getirir: Gözlerini haramdan korusunlar.

Bu emirler, bir yönüyle celâl yüklüdür. Çünkü, emre kulak asmayanlar için, çok açik tehditler de içerir. O emri veren emanet sahibinin herseyden haberdar olan, izzetli, hesabi çabucak gören bir Rab oldugunu da bildirir; emrine uymayanlari vadedilen azabla müjdeler! Atesin azabini tadacagi gün konusunda uyarir.

Öte yandan, celâl yüklü bu emirler, bir cemal de içerir. Onlar, meselâ su azametli gökyüzünü ürpertici ama son derece güzel bir manzara sûretinde gözümüze arzeden; daglarin ve dag gibi dalgalarin azameti içinde essiz bir güzellik ve son derece hayatî faydalar derceden bir Rabbin emirleridir. Dolayisiyla, nefse agir gelen tüm bu emirler, esasen insan içindir. Hatta, nefsin tüm duygular üzerindeki tahakkümünü kirdigi halde, nefsin de hayrinadir. Zira sefkat haddi asmis bir hirsiza seyirci kalmayi degil; Vazgeç, haddini bil. Cezadan kurtul diye uyarmayi gerektirir.

Kurânda yer alan tüm emirlerin hem celâl, hem de cemal barindiran bir muhtevasi vardir.

Kurânî emirlerden özellikle biri ise, açik-saçikligin kol gezdigi, çiplak bacaklar karsisinda akillarin bastan gittigi, hayasizca gözler önüne serilen vücut hatlari karsisinda kalblerin nefislere esir edildigi bir vasatta, akil, kalb ve ruhuna ragmen gözlerini adi bir röntgenci durumuna düsüren bizler için manidar dersler tasir:

Mümin erkeklere söyle: Gözlerini harama kapasinlar, irzlarini da korusunlar. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranistir. Süphesiz Allah onlarin yapmakta olduklarindan haberdardir.

Bu âyetin ardindan, hanimlara yönelik bir âyet gelir. Bu âyette de, her iki emir tekrarlanir.

Her iki âyetin baslangiç hitabi manidardir: Mümin erkeklere söyle... Mümine kadinlara söyle...

Açikçasi, iki âyet de iman vurgusu tasir. Devamla gelen emre uymanin imanla ilgisini açikça gözler önüne seren bir vurgudur bu. Her iki âyet, gözünü haramdan korumanin ancak mümin için sözkonusu oldugunu; onun da bunu imani derecesinde basarabilecegini ihsas eder. Saniini ve Sahibini tanimayan biri, gözün kendisine Rabbi tarafindan verilmis bir emanet oldugunu hiç mi hiç tanimaz. Gözü emanet olarak tanimayan biri, elbette, onu emanet sahibinin emir ve izni dairesinde kullanma yükümlülügünü de derketmez. Bunu derketmeyen biri, elbette, aksi halde emanete hiyanet edecegini de düsünmez. Sonuç olarak, böyle birinin gözünü haramdan korumasi sözkonusu olamaz.

Ayni sekilde, bir Yaraticiya inandigi halde, o inanci hayatina tasimayan; yalnizca kendini darda hissettigi anlarda bir emniyet sübabi veya bir yedek lastik olarak o imana müracaat eden bir gaflet ehli de bu emre kulak asmayacaktir. Istese bile, asamayacaktir. Çünkü, iç dünyasini her daim o Yaraticinin huzurunda olma suuruyla diri ve uyanik kilmayan biri, vitesi bosalmis bir araba yahut dümensiz bir kayik misalidir. Egime ve akintiya uyar, nefis ve hevasi onu nereye sürüklerse, oraya sapar. Vicdani onu Yaraticinin emri ve de âhiret konusunda uyarsa bile, bunun bir faydasi olmaz. Çünkü, âhiret o gaflet âninda çok uzaklarda gözükür. Oysa, önünde nefsinin istihasini kabartan bir manzara vardir. Ve nefis tam bir miyoptur; yalniz önündekini görür. Ileriyi görmez, âhireti düsünmez.

Ayni sekilde, bir Yaraticiya inanan, ama onu esma-i hüsnasiyla tanimayan biri de bu emri uygulamakta zorlukla karsilasacaktir. Sözgelimi o Yaraticiyi Hakîm ismiyle tanimayan; her bir mevcuda birçok hikmetler yükledigini; meselâ bir ele veya bir agaca binlerce vazife gördürdügünü bilmeyen biri, o emirde de hikmet görmeyecektir. Görmedigi için de, o hikmetli emre râm olmayacaktir.

Keza, meselâ Rahîm ve Hannân ismini tanimayan biri de bu emre uymakta zorlanacaktir. Kâinat, her bir mevcuduyla, küllî bir rahmet ve sefkat hakikatini fisildar. Her âciz, acziyetine mukabil, essiz bir merhamet ve sefkatle doyurulur herseye, en halis, en safi, ihtiyacina en uygun rizki hazirlayan essiz bir Rahman-i Rahîmdir O. Hem, acziyetin büyüklügü ölçüsünde, muhatap olunan merhamet ve sefkat de ziyadelesir. Bebekler ve yavrular, bunun en açik örnegidir. Böylesi bir merhamet sahibi, elbette, essiz bir pirlantayi demirciler çarsisinda hurda fiyatina satmaya kalkisan insani rahmeti ve sefkati geregi uyarir. Ona verdigi gözün ne kadar da degerli oldugunu; onu harama kaydirmanin benzersiz bir elmasi basit bir cam parçasi, essiz bir mücevheri bir hurda demir yerine koymak anlamina geldigini bildirir. Oysa, o göz, haramdan uzak kilinsa, Rabbi namina bakacagi sayisiz güzelligin yaninda, yine Rabbi namina kendi helâline de bakacaktir. Ama, bu helâl-haram, bu emir-nehiy dengesi içinde gözün Sanii ve Sahibi her zaman hatirda olacaktir. Çiçege de baksa, esine de baksa, bakisini emr-i ilahî belirledigi sürece, Onu hatirda tutarak, Onun namina, Onun sanatini takdir ve tefekkür hesabina bakmis olacaktir. O göz, bütün kâinati sayisiz hikmet ve güzellikler içinde yaratan bir Rabbe nisbetle essiz bir deger kazanacak; otuz senede sönmeye yüz tutan basit bir et parçasi hükmünde olmayacaktir. Ki, herseye gücü yeten bir Kadîr-i Rahîm, verdigi gözü Onun namina kullanan bir kuluna, bütün o sanatli yaratisindaki sayisiz güzelligi Onun namina temasa etmesi için, ebedî cennetlere lâyik gözler de verir! Buna muktedirdir.

Öte yandan, o emrin sahibini Rahman, Rahîm ve Hannân isimleriyle tanimayan biri, tüm bu anlamlardan uzak olacaktir. Emrin içerdigi rahmet ve sefkati göremedigi için de ya emre zoraki uymaya çalisacak; açikçasi, pek de uyamayacaktir.

Bu bakimdan, her iki âyet, daha en basta mümin erkekler ve mümine kadinlar tanimiyla, meselenin kilidini açmis olur. Gerçi çogu kez bu kilit nokta gözümüzden kaçar. O yüzden, kapiyi zorlayarak açmaya çalisiriz. Açamadigimiz, gelen emre lâyikinca uymayi basaramadigimiz için de, içimizi hem suçluluk, hem de ümitsizlik duygusu kaplar. Oysa, daha en bastaki iman anahtarina hakkini versek, gerisi çok kolay gelecektir tipki, bir emir vahyolundugunda, tereddütsüz uyan sahabiler gibi. Sahabilerin emri duymalari ile emre uymalari arasinda, bizim yasadigimiz gibi uzun zaman fasilalari olmadigi bilinen bir vâkiadir. Çünkü, onlar Kurân-i Hakîmin verdigi iman dersini, Resul-i Ekremin (a.s.m.) sundugu marifetullah ve muhabbetullah talimini hakkiyla özümsemislerdir. Vahiyle gelen her emri, tüm âlemleri ve insani yaratan; hikmeti, rahmeti, sefkati ve kudreti sonsuz; bütün güzel isimler Onun olan bir Rabb-i Rahîmden bildikleri için, teslimiyette ne bir tereddüt, ne bir gevseme, ne bir zorluk göstermislerdir.

Hem, o emri veren, insani bu fitratla yaratandir. Insan için en fitrî ve en uygun hali, Fâtir-i Hakîmden baska kim bilebilir? Kim o fitrati verenin üstünde söz söyleyebilir?

Fâtir-i Hakîm, bu emriyle, bizi fitratimizin geregi olan bir duruma davet eder. Gözünü haramdan sakinmama, her önüne gelene bakma, fitratla çelisen bir durumdur. Çünkü, insana verilmis hadsiz duygulari tek bir duygunun emrine verir. Iradesini hükümsüz birakir. Su çagda örnekleri çok açik biçimde görüldügü gibi, bütün hayatini, bütün dünyasini ve bütün düsüncesini uçkurunun hizmetine veren insan bozmasi kisilikler ortaya çikarir. Nitekim, bugün nice göz harama bakarken, nice el, nice dil, nice akil, nice ayak, nice hâfiza da ona eslik etmektedir. Biraraya geldikleri anlari, gördükleri haram manzaralarin sözünü ederek geçiren; yalniz kaldiklari zamani da yine o haram manzaralarin hayaliyle harcayan nice insan mevcuttur. Nice gözler, nice akillar, nice ömürler bu yolda heder olup gitmektedir. O kadar ki, bu ruh hali içinde, gördügü her insani yalniz maddî bir sûrete indirgeyen, hatta o maddî sûretin de yalnizca belli kisimlarina bakan marazî kisilikler ortadadir. Baska bir amaçla söylenen sözlerden dahi cinsel çagrisimlar çikaran marazi tipler mevcuttur.

Gözlerin harama kaymasinin, imanî bir zaafin eseri olup bu zaafi giderek beslemesinin yani sira, insani insanliktan sukut ettiren böyle bir boyutu da vardir. Insani, bütün kâinati ihata edecek duygu ve kabiliyetlerle donanmis oldugu halde, herseyini uçkurunu hasrettiren; karsi cinsten olan insanlari da yalniz belli organlardan ibaret gösteren; insan tarifini bu denli bayagilastiran bir yönü vardir. Bu halin aile ve toplum hayatinda getirdigi olumsuzluklar ise, isin ayri bir yönüdür.

Bu açidan aslinda tüm insanlari ilgilendiren bu konuda Kurân neden yalnizca müminleri muhatap almaktadir? Çünkü, insan ancak imaninin derecesi nisbetinde bu emrin içerigini anlayabilir. Ancak imani derecesinde, gözünü Rabbinin yarattigi güzellikleri Rabbi namina ve Rabbinin izni uyarinca kullanma yükümlülügünü kavrayabilir. Ancak imani ile, gözünü nefsin elinde adi bir röntgenci kilan her tavrin emanete hiyanet anlami tasidigini bilebilir.

Ve ayrica, insan ancak imani derecesinde gözünü haramdan koruma iradesi gösterebilir.

Yoksa, her insanin hayatinda, imandan nasiplenmeyen en iradeli, en mert ve makamca en yüksek insanlarin bile gözünün önüne bir haram ilistiginde nasil basitlestigine dair nice hafiza kaydi vardir.

Her iki âyetle gelen gözünü haramdan koruma emrinin manidar bir veçhesi de, öncelikle içe dönük bir çabayi emrediyor olmasidir. Gerek mümin erkeklere, gerek mümine kadinlara söylenen ilk söz Gözünüz önüne gelen haramlari ortadan kaldirin degildir: Sen gözünü koru.

Bu, Kurânin önceligi insana veren, dügümü fertlerde çözen genel üslubunun manidar bir yansimasidir. Çünkü, problemin kökü, dis dünyada degil; içimizdedir. Iç dünyasi muhkem, iman kalesi saglam olan biri, tüm dünya haram tablolarla dolu olsa bile, sarsilip sapmayacaktir. Dis dünyada nice haram mevcut olsa bile, imanin içerdigi haya, suur ve uyaniklik hali içinde, Rabbinin huzurunda oldugundan gaflet edip, kendini pazarlayan süflîlerin pesine düsmeyecektir. Hayasi, edebi, sabri ve sebati buna izin vermeyecektir.

Nitekim, Yusuf (a.s.) kissasi, bunun bir örnegidir. Önünde kendini tüm zinetleriyle sunan bir dünyalar güzeli karsisinda, Yusufun tavri, gözünü ve sirtini dönmek olmustur. Yusuf aleyhisselâm, Kurânda övgüyle aktarilan bu haliyle, tüm insanliga su dersi vermektedir: Insan, eger gözünün sahibini tanir ve Onun emrini hakkiyla bilirse, en bastan çikartici manzara bile onu bastan çikartamaz.

Zaten, Yusuf kissasinin bir örnegini olusturdugu tüm peygamber kissalari, gün gelip koca bir toplumu kendi yolunun yolcusu kilan nebilerin, yola tek basina koyulduklarini açik açik ortaya koymaktadir. Her bir nebi, fitratlarin bozuldugu, Allahin ve âhiretin unutuldugu, insanlarin nefislerinin istedigi gibi davrandigi bir ortamda gelmislerdir. Ortam onlari degistirmemis, bozulmus bir ortamda birer iman abidesi olarak sarsilmadan kalmis; sergiledikleri imanî suur ve irade ile onlar ortami degistirmislerdir.

Ortada bir haram varsa, bundan uzak durmanin asil yolu, o harami kaldirmaktan degil, kendini o harama karsi korumaktan geçer. Tepeden inme halledilmis hiçbir ser hali yoktur. O takdirde belki ser zahiren ortadan kalkmakta, yeraltina çekilmekte, ama içten içe, alttan alta varligini sürdürmektedir. Aslolan, sokak manzaralarina el atmak degil, gözlerimizi bu haramlardan korumamizi mümkün kilan bir imanî donanima ulasmaktir. Bu yol digerine göre daha zor ve uzun gözükür. Oysa kisa ve kolay olan, iste bu yoldur. Digerinde yalnizca görüntü kurtarilmakta; hastalik satih altinda öylece kalmaktadir. Yusuf misali bir imanî donanima erisip Rabbin emaneti olan gözleri Rabbin rizasina uygun bir sekilde kullanip haramdan koruma cehdiyle yasanirsa, haram tüm dünyada kol gezse dahi, gözler ondan sakinacaktir.

Kaldi ki, haram manzaralar esasen gözlerin harama bakmaya talip oldugu bir ortamda arz edilir. Züleyhayi hidayete getiren, Yusufun onun sergiledigi harama karsi gözünü sakinmasi degil midir? Meselâ kadin çiplakligini ele alalim: Erkekler imanî bir suura erisip gözünü haramdan korudugunda, hangi kadin açilip saçilarak sokaga çikar? Onun sokaga o vaziyette çikisinin ardindaki dürtü, gözünü haramdan korumayan erkekler tarafindan zinetlerine bakilmasi degil midir? Demek, mümin erkekler gözlerini haramdan korudugunda, kadinlarin açilip saçilmamasi yolunda en temelli adim da atilmis olmaktadir.

Bu bakimdan, tesettür emrinin, mümin erkeklerin gözünü haramdan sakinmasini emreden âyetin ardindan gelmesi elbette manidardir.

Nur sûresinin 30. âyeti, mümin erkeklere gözlerini haramdan sakinmayi emrettikten sonra, ikinci bir emir daha verir: ferclerini [irzlarini] koruma. Bu da, manidar bir husustur. Zira, ferclerin zinaya düsmesinin ilk basamagi, gözlerin harama bakisidir. Göz harama kaydiginda, irade hükümsüz kalmis ve akil nefsin çekim alanina girmis demektir. Gözü harama kaydiran nefis, bu haram yolculuk nihayete ulasmadan teskin olmayacaktir. Gözü Rabbinin emaneti bilip öylece kullanmaktan uzaklasmanin varacagi yer, fercin de, Rabbin emaneti oldugundan gafletle, bir zina aleti derekesine düsürülmesidir. Isra sûresindeki Zinaya yaklasmayin emrinin de dikkat çektigi gibi, tüm sehvanî seylerde en kritik husus, yaklasmaktir. Nefsin hosuna giden, sehveti kabartan hususlarda, bir esik noktasi vardir: o geçildi mi, gerisi çorap sökügü gibi gelir. Meselâ, açik bacaklara bakan bir göz, onunla yetinmez, daha fazlasinin izini sürer. Daha fazlasina eristikçe, teskin olmak bir yana, daha da azginlasir. Ardindan, hayal ve heves gibi duygularin da tahrikiyle, zina gibi bir son duraga dogru hizla yol alir. Çünkü, gözü haramdan korumama gibi esiklerde, artik iradeyi devre disi birakan, insani kalben ve vicdanen istemese bile günahin son kertesine sürükleyen seytanî bir çekim vardir. Sonuçta, bugün gözünü haramdan sakinmayan, yarin fercini de koruyamaz. Nitekim, bir bütün olarak su çag ve su toplum, bunun asikâr örnekleriyle doludur. Öte yandan, göz haramdan sakindiginda, ferc de harama bulasmayacaktir.

Rabbimizin, öncelikle gözünü haramdan sakinmayi emredisinde, su çagda ve su toplumda bilfiil gözlenen bir boyut daha vardir.

Son bir asir içinde, gazete ve dergi sayfalari, sinema filmleri, TV programlari ile insanlarin giyimleri ve yasayislari arasinda, söyle bir baglanti karsimiza çikar: Bütün sefahet, rezalet ve müstehcenlikler, ilk olarak dar bir kesimde kendini ifade imkâni bulmustur. Bu kesim ya sosyetedir, ya sanatçilar zümresidir, yahut her ikisidir. Bu dar zümre içinde dahi, herkes ayni açik-saçikligi ayni anda irtikap etmez. Bir baloya o güne dek kimsenin giymedigi kadar açik bir kiyafetle gelen bir sosyete kadini, belki ilk anda yadirganir; ama bir esik asilmis olur. Içinde böylesi bir meyil olanlar, yapilabilir oldugunu görür ve yapma cesaretini daha dogrusu cüretini bulurlar. Dar kesimde sergilenen bir asirilik, gazete ve dergi sayfalariyla umuma arzedilir. Diger yandan, film karelerine de benzer dozajda bir asirilik tasinir. Bu kitle iletisim araçlariyla sözkonusu asiriligi seyreden toplum, göre göre, zaman içinde bunu kaniksar. Ilk anda ahlâksizlik olarak görüp tepki verdigi sey, göre göre normallesir. Normallesince, kendisi de öyle yapar. Bu esnada, sözünü ettigimiz dar kesimde daha ileri bir asirilik sergilenmekte; o, bu kez ona tepki vermektedir. Ama üç-bes yil sonra, göre göre onu da normal görür hale gelip, sonunda uygulayacaktir.

Nitekim, gözünü haramdan sakinmayan, kural koyuculuk makamina çagi, toplumu ve kendini de oturtan insanlarin üç-bes yil sonra nasil giyinip nasil dolasacagini bugünün filmlerinden, sosyete sayfalarindan, sanatçi kostümlerinden, TV sunucularinin kiyafetinden.. çikarmak mümkündür. Bakan kaniksar, kaniksayan normal görür, normal gören uygular!

Yüzyil önce tiyatro Islâm topraklarina girdiginde, artistler yalnizca boynu açikta birakan bir türbanla sahneye çikmislardir. Göre göre bu tarza alisilmis; boynun açikta kalmasi tesettür emrine aykiri oldugu halde, gözü haramdan koruma emri çignendigi için, bu noktadaki hassasiyet asinmistir. Ardindan türban da atilarak saçlar tamamen açilmistir. Ayni sekilde, kolu bilegine kadar örten elbiselerin yerini yarim kollu elbiseler almis; bir adim sonra kolsuz elbiseler gelmistir. Mini etege giden yolun basinda, topugun yalnizca bir karis üstüne çikilan modeller vardir. Onu diz boyu modeller, onu da dizin bes parmak üstüne gelen modeller almistir. Kisalma adim adim devam etmektedir.

Kisacasi, hususî bir hayasizligin umumîlesmesi görme yoluyla gerçeklesir. Göz göre göre, kural-disi olan kural haline gelir; anormal olan normallesir. Gerek mümin erkeklere, gerek mümine kadinlara yönelik gözlerin haramdan korunmasi emri, iste bu umumî yozlasmayi ta basindan kesmektedir.

Gözlerin haramdan korunmasi, Allah böyle emrettigi içindir. Böyle emreden Allah ise, Hakîm ve Kerîm bir Rabbdir. Her emri gibi, bu emrinde de bir hikmet, rahmet, kerem ve terbiye vardir.

Içki, Allah haram kildigi için haramdir. Bu haram kilmada ise, çok hikmetler ve rahmetler sakli oldugu görülür. Irademizi iptal eden, duygularimizi uyusturan, düsüncemizi dumura ugratan, aklimizi hükümsüz kilan birseydir içki. Bizi tüm kâinatta sergilenen ilahî sanatin nâzenin bir nâziri olmaktan çikarip, aklini ve suurunu yitirmis bir bakar kör durumuna getirmektedir. Gözlerin harama bakisinda da ayni durum sözkonusudur. Nitekim, ciddi bir tefekkür içinde iken gözüne ilisen haram bir manzaraya bakmayi sürdürdügünde, o tefekkür halini devam ettiren biri var midir? Yolda yapiyor oldugumuz bir tesbihat, okudugumuz bir vird, gözümüzü haram manzaralardan alikoymadigimiz ölçüde, aklimizdan kayip gitmektedir.

Duygulari manen uyusturma, bizi Allahin sanatini ve isimlerini tefekkürden alikoyma noktasinda, harama bakmanin, alkol veya uyusturucudan bir farki yoktur. Harama nazar da, onlar gibi, tertemiz duygulari nefsin kirli emellerine alet etmektedir. Rabbine muhatap olmak üzere yaratilmis insana emanet edilmis göz gibi harika bir organi, gayrimesru tatminler pesinde kullandirmaktadir.

Âyet, bir sonraki cümlede, gözün harama kapanmasi ve fercin korunmasinin, ezkâ yani asil temiz olan davranis oldugunu belirtir. Ki bu temizlik, tezkiye çagrisimiyla da düsünülürse, esasen manevî bir temizliktir; düsünce ve duygu noktasinda bir temizlenme halidir. Bu temiz davranis tercih edilmezse, tüm kâinati Rabbi adina tefekkür ve tenezzühe vesile olan essiz bir cihaz hükmündeki göz, süflî hevesler çukuruna atilarak degersiz ve kirli kilinmaktadir.

Âyet, bir uyariyla son bulur: Muhakkak ki Allah, onlarin yaptiklarindan çok iyi haberdardir. Genel olarak, böylesi âyetlerin sonunda yaptiklari anlamini karsilamak üzere yamelûn veya yefalûn ifadesi kullanilir. Oysa bu âyette yesneûn denilir. Dikkatli bir Kurân talebesi, bu nüanstan söyle bir anlam çikarir: Yesneûn ifadesi, gözlerin harama bakmasi noktasinda yapilanlarin sanatla yapilanlar cinsinden olduguna, keza bunun bir sanayi haline gelecegine isaret eder.

Gerçekten, ilahî emre ve insanin fitratina aykiri düsen açik-saçiklik, her zaman sanat adi altinda mesruiyet kazanma çabasinda olmustur. Hatta buna erotizm gibi iç gidiklayici ama dokunulmaz bir kilif bulunmustur. Bugün ortalik, vücudunu bir metaya dönüstüren, bedeninin açik kalacagi yerin oranina göre fiyat belirleyen sanatçilarla doludur.

Gariptir, sanat adina baslanan is, çok geçmeden sanayiye dönüsmektedir. Nitekim, bugün afislerden gazete sayfalarina, film karelerinden TV reklamlarina, sahnelerden sokaklara, yayinci raflarindan magaza vitrinlerine kadar her yeri istila eden açik-saçiklik en basta sanatla gelmis, sonra dev bir sanayi halini almistir. Resim, heykel, fotograf, dans, sinema, tiyatro gibi sanatlarin son asirlardaki seyri, bu sürecin tarihini de ele verir. Ve bugün, basin-yayin, TV, giyim, reklamcilik gibi pek çok sanayinin hakim unsuru, açik-saçikliktir. Tekerlek yahut pirinç gibi bir nesne dahi açik-saçik bir kadin imaji esliginde sunulmaktadir.

Nur sûresinin 30. âyeti, bu karanlik tablo karsisinda bize imanî bir suurlanmaya dayali aydinlik bir çikis yolu sunuyor. Ve son olarak Rabbimizin tüm bunlardan haberdar oldugunu bildirerek, kalb, ruh ve vicdanin uyarilari karsisinda hâlâ daha harama bakmakta direnen nefislerimize, bir uyari daha gönderiyor: Mahkeme-i Kübra.

Insan bu dünyada kendiliginden var olmadigi gibi, bu dünyada kalici da degildir. Bu dünyadan hiçlige gidici de degildir. Onu yaratan, resuller ve nebiler araciligiyla yaratilis amacina uygun yasamanin ölçülerini ona veren Mâlik-i Zülcelâl, gerek fitratlarinin sesini, gerek vahyin sesini, gerek nebilerin çagrisini kulak ardi edenleri basibos birakmayacagini müjdeliyor.

Kabir adli daragacinin ötesinde, bir Mahkeme-i Kübra bekliyor hepimizi. Bu büyük mahkeme, Rabbini taniyip, nefis ve malini Ona satanlar için Cennete açilan bir kapi olacak elbet. Rabbini tanimayan, tanisa da unutan, âhireti de düsünmeyerek nefis ve malini haram bakislar ile heba edenler için ise, Cehennem agzini açmis, bekliyor.

Ve, esasinda çözülmesi zor bir problemle yüzyüze degiliz. Nur sûresinin 30. âyeti, meseleyi yeterince aydinlatiyor.

Metin Karabasoglu

( Kur'an Okumalari 1 Adli Kitabindan Alintidir )




Kurân, bütün olarak kâinati yaratanin, kâinat içinde insani yaratanin ve insana görecek gözler verenin Allah oldugunu hatirlatir; ve iste o Allahin ezelî kelâmi olarak emirler getirir: Gözlerini haramdan korusunlar.
Bu emri veren, insani bu fitratla yaratandir. Insan için en fitrî ve en uygun hali, Fâtir-i Hakîmden baska kim bilebilir? Kim o fitrati verenin üstünde söz söyleyebilir?


Fâtir-i Hakîm, bu emriyle, bizi fitratimizin geregi olan bir duruma davet eder. Gözünü haramdan sakinmama, her önüne gelene bakma, fitratla çelisen bir durumdur. Çünkü, insana verilmis hadsiz duygulari tek bir duygunun emrine verir. Iradesini hükümsüz birakir. Bütün hayatini, bütün dünyasini ve bütün düsüncesini uçkurunun hizmetine veren insan bozmasi kisilikler ortaya çikarir.

Gözlerin harama kaymasinin, imanî bir zaafin eseri olup bu zaafi giderek beslemesinin yani sira, insani insanliktan sukut ettiren bir boyutu da vardir. Zira, bütün kâinati ihata edecek duygu ve kabiliyetlerle donanmis olan insani, tek bir organin esiri kilmakta; karsi cinsten olanlari da yalniz belli organlardan ibaret göstermektedir. Insan& tarifini bu denli bayagilastirmaktadir.


Her iki âyetle gelen gözünü haramdan koruma emrinin manidar bir veçhesi de, öncelikle içe dönük bir çabayi emrediyor olmasidir. Gerek mümin erkeklere, gerek mümine kadinlara söylenen ilk söz Gözünüz önüne gelen haramlari ortadan kaldirin degildir: Sen gözünü koru.


Bu, Kurânin önceligi insana veren, dügümü fertlerde çözen genel üslubunun manidar bir yansimasidir. Çünkü, problemin kökü, dis dünyada degil; içimizdedir. Iç dünyasi muhkem, iman kalesi saglam olan biri, tüm dünya haram tablolarla dolu olsa bile, sarsilip sapmayacaktir.

Nitekim, Yusuf (a.s.) kissasi, bunun bir örnegidir. Önünde kendini tüm zinetleriyle sunan bir dünyalar güzeli karsisinda, Yusufun tavri, gözünü ve sirtini dönmek olmustur. Yusuf aleyhisselâm, tüm insanliga su dersi vermektedir: Insan, eger gözünün sahibini tanir ve Onun emrini hakkiyla bilirse, en bastan çikartici manzara bile onu bastan çikartamaz.

Tüm sehvanî seylerde en kritik husus, yaklasmaktir. Esik noktasi geçildi mi, gerisi çorap sökügü gibi gelir. Meselâ, açik bacaklara bakan bir göz, onunla yetinmez, daha fazlasinin izini sürer. Çünkü, gözü haramdan korumama gibi esiklerde, artik iradeyi devre disi birakan, insani kalben ve vicdanen istemese bile günahin son kertesine sürükleyen seytanî bir çekim vardir. Sonuçta, bugün gözünü haramdan sakinmayan, yarin fercini de koruyamaz. Öte yandan, göz haramdan sakindiginda, ferc de harama bulasmayacaktir.

Hususî bir hayasizligin umumîlesmesi görme yoluyla gerçeklesir. Göz göre göre, kural-disi olan kural haline gelir; anormal olan normallesir. Gerek mümin erkeklere, gerek mümine kadinlara yönelik gözlerin haramdan korunmasi emri, iste bu umumî yozlasmayi ta basindan kesmektedir.

Nur sûresinin 30. âyeti, nice müminin kalb hanesini yandiran açik-saçiklik fitnesi karsisinda, bize imanî bir suurlanmaya dayali aydinlik bir çikis yolu sunuyor

Ekleme Tarihi: 26.11.2006 - 22:12
Bu mesajı bildir   Yusuflu üyenin diğer mesajları Yusuflu`in Profili Yusuflu Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1402 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
selimabi (48), secdeet (52), SEVGI HERYERDE (52), merve11 (35), Hilal76 (48), ebuliz (52), mah_sa (46), ceylantepesi (56), MüslümaniM (35), muhammedgazi (37), Gurbetci kiz (35), Pucca (43), haticetorun (36), siper2004 (38), sofi315 (54), selahattincam (52), yadiguzel (54), ibg (48), bambam (44), RepLiK (39), lula (62), fatihmaster (36), turanmho (52), bilvanis1 (40), selahattincam20.. (52), Engin17 (37), latifterlemez (42), murat147 (41), serseri_mayin_2.. (39), ismail orman (46), TUTKU_DK (45), Mesutol (60), ay-han (44), selim18 (39)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.77595 saniyede açıldı