 |
|
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193 |
|
|
|
|
|
Ekleyen |
|
|
|
1613 Mesaj -
|
|
Kayıt Tarihi: 09.07.2006
|
En Son On: 12.03.2007 - 11:46
|
Cinsiyeti: Erkek
|
|
MERSEDESLİ TOİKA
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, siyah kıtanın ortalarında bir yerde Şilan isminde bir köy varmış.
Çağdaş giyimli insanların gözüyle bakacak olsanız, onlara "ilkel" diyebilirmişsiniz. Çünkü yüzlerine sürdükleri
boyalar, giydikleri iki parçalı kumaş parçaları, yalınayak gezmeleri, inandıkları ilâha toplu halde tapınmaları hiç de
çağdaş insanlarınkine benzemiyormuş. Aslında civardaki köylerde yaşayan insanlar da Şilan köyünden pek farklı
değilmiş. Ama neredeyse bütün köyleri de içine alan o garip olaylar önce Şilan'da başladığı için, biz masalımızda
Şilanlıları anlatacağız.
Şilan köyü, diğer köyler gibi uçsuz bucaksız bir ormanın içindeymiş. Köy, ağaçlardan ve çalılardan yapılan
evlerden oluşuyormuş ve tam ortasında da büyücek bir meydan varmış. Şilanlılar geceleri bu meydanda kocaman
bir ateş yakar; kimi zaman ayin yapar, kimi zaman şarkı söyler, kimi zaman da kabilenin yaşlılarından geçmişe ait
hatıraları dinlerlermiş. Belli zamanlarda yarışmalar düzenleyip, kabilenin en güçlüsünü ve en çeviğini ilan
ederlermiş.
Köydeki en büyük ve en güzel kulübe elbette ki şefe aitmiş; Şef Toika'ya. Bilgeliği, gücü ve cesareti ile
meşhurmuş Toika. Aslında yaşı da gençmiş. Daha otuzundaymış. Önceki şef, yani babası aniden ölünce kabilesi
onu şef seçmiş. Böylece, bu genç yaşında kabilenin sorumluluğu onun üzerine kalmış. Görevleri arasında, kabile
üyeleri arasındaki dirlik ve düzeni sağlamak, anlaşmazlık durumlarında hakemlik yapmak, evlenecek gençlere
yardımcı olmak da varmış. Ama en önemli görevi, hayatlarının bağlı olduğu ormanın zararlardan korunmasıymış.
Çünkü, orman onlar için maddeten bir rızık kaynağı olduğu gibi, inanışlarına göre de diğer canlı kardeşleriyle
birlikte yaşadıkları kocaman kutsal bir evmiş.
İhtiyaç duydukları kadar avlanırlar, zevk için kesinlikle hayvan öldürmezlermiş. Şilanlılar o kadar basit yaşarmış
ki, gece yatağa girdiklerinde "medenî" insanlar gibi bir o yana bir bu yana dönüp paralarının azlığını veya
borçlarını düşünmezlermiş. Zaten, köyde para diye hayvan kemikleri kullanırlar, çoğu zaman ihtiyaç duydukları
eşyaları birbirleriyle değiştirirlermiş. Kimi zaman eğer ihtiyaçları yoksa eşyalarını ihtiyaç duyan başka bir
kardeşlerine hediye ederlermiş. Televizyon, gazete, sinema, araba vs. gibi şeyleri bilmezlermiş. Aslında bunları,
uzak köylerden birinin şefinin Avrupa'ya okula gidip de dönen oğlunun ballandıra ballandıra anlattığını duymuşlar,
ama kulak asmamışlar...
İşte, Toika'nın kabilesi Şilanlılar böylesine basit ama rahat, "ilkel" ama mutlu bir hayat sürüp gidiyorlarmış.
Şimdi isterseniz, Şilanlıları ulu ağaçların gölgesindeki kulübelerinde bırakıp uzaklara, ağaçlar yerine gökdelenlerin
yükseldiği, caddelerini koşuşturarak yürüyen kravatlı erkeklerin ve mağaza vitrinlerinin önünde salınan süslü
kadınların doldurduğu çağdaş bir Avrupa şehrine uzanalım.
Göğe meydan okurcasına yükselen bir binanın üst katlarından birinde puro ve sigara dumanları arasında
toplantı yapılıyormuş. Toplantıya katılanların hepsi takım elbiseli, kravatlı "çağdaş" Avrupalılarmış.
"Peki, sayın profesör," demiş masanın en başında oturan şişman adam. "İşler dediğiniz gibi gelişirse, o
bölgedeki diğer yamyam kabilelerinin de istediğimiz gibi pazar oluşturması mümkün olacak mı?"
Ufak tefek görünen, ama gözlerinden kurnazlık fışkıran profesör öksürerek boğazını temizleyip cevap vermiş:
"Efendim, sosyolojik gerçekler çok açık ve seçiktir. Zaten ilkel toplulukların modernleşmesi ancak modern
tüketim kalıplarına ulaşmalarından geçer. Bu uygulama bizim için de çok önemli. Sosyolojik olarak küçük ölçekte
büyük bilimsel önem taşıyan bir deney gerçekleştirmiş olacağız. Başarılı olduğumuz takdirde, bunu dünyanın diğer
geri kalmış bölgelerinde de uygulayacağız.”
“Yapılacak şey gayet basit,” diye söze karışmış profesörün yanında oturan genç bilim adamı ve anlatmaya
başlamış... Bu “bilimsel” araştırmayı ve uygulamayı finanse edecek şirketin ise başka hesapları varmış...
Toplantıdan iki ay kadar sonra Şilanlılar su aygırı homurtusunu andıran bir gürültü duymuşlar başlarının
üstünde. Hepsi gözlerini göğe çevirmiş ve tepelerinde demirden yapılmış, pervane böceğine benzeyen kocaman
bir şey görmüşler. Önce telaşlanmış ve korkmuşlar, ama daha sonra içindeki beyazların kendilerine dostça el
salladığını görünce biraz rahatlamışlar. Helikopter köy meydanına ortalığa toz-toprak savurarak inmiş ve içinden
takım elbiseli beyazlar atlamış yere. Yanlarında Şilanlıların dilini konuşan, ama dış görünüşü onlardan çok
beyazlarınkine benzeyen bir adam, onların konuşmalarını tercüme etmeye başlamış.
“Bu bir dostluk ziyaretidir” diyormuş beyaz yabancılar. “Kabilenizin reisiyle tanışmak ve ona bir hediye vermek
istiyoruz.”
Toika biraz daha öne çıkmış ve “Reis benim” demiş. Ellerini sıkmışlar Toika’nın ve eğer kabul ederse kendisine
harika bir hediyeleri olduğunu söylemişler. Bir an gururu okşanmış Toika’nın, “Bir görelim bakalım” diyecek olmuş,
ama hemen sözü toparlayıp:
“Bunu neden yapıyorsunuz? Amacınız nedir?” diye sormuş.
Takım elbiseli adamlar, büyük bir gösterişle, kırmızı renkli, üstü açık, son model bir Mercedesi Toika’ya takdim
etmişler, “Bu civarın en cesur ve zeki reisinin siz olduğunu duyduk ve bu yüzden size yakışacak bu arabayı
vermek istedik” demişler.
Toika arabanın şa’şaasından aslında çok etkilenmiş, ama bunu belli etmemeye çalışmış ve:
“Ne işe yarar bu şey?” diye sormuş.
Avrupalıların cevabı kısa ve net olmuş:
“Bu araba bir üstünlük ve ayrıcalık simgesidir.”
Toika bu defa:
“Burada araba sürecek yolumuz, dahası böyle şeylere ihtiyacımız yok ki bizim” demiş. “Ben bunu ne yapabilirim
ki?”
Bunun üzerine adamlar atılmışlar:
“İsterseniz size yollar da yaparız. Ama iyi bilin ki, bizim ülkemizde insanlar böyle bir arabaya sahip olmaya can
atarlar ve bunun için de yıllarca çalışıp dururlar. Gördüğünüz gibi, biz arabayı size hediye ediyoruz.”
Tüm konuşmaları dinleyen kabilenin bilgesi ve yaşlıları memnuniyetsizlikle yüzlerini buruşturmuşlar. Hele hele,
Şef Toika hediyeyi kabul edip de onu kulübesinin önüne koydurunca, memnuniyetsizlikleri iki katına çıkmış.
Ancak, Avrupalıların önünde reislerine karşı çıkmak istememişler.
Adamlar saygı ve sevgi sözcükleriyle helikopterlerine binip köyü terkettikten sonra, köyde toplantı
düzenlenmiş. Başta bilge olmak üzere, yaşlılar Toika’ya itiraz etmişler:
“Bu işin içinde başka bir iş olmalı. Yüzleri gülen, ama gözleri tilkiler gibi açgözlülükle parlayan bu beyaz
adamlar çıkarları olmadan insana bir çöp bile vermezler. Sonunda bize bir oyun oynamalarından korkarız.”
Toika ve kabilenin gençleri ise aynı görüşte değilmiş:
“Bu kadar şüpheci olmaya gerek yok. ‘Araba’ dedikleri bu demirden ne tehlike gelebilir ki. Olduğu yerde
duruyor işte.”
Konu böylece kapanmış. Ama aslında Toika ve kabilesinin macerası yeni başlıyormuş.
Ertesi sabah, Toika, ilk iş olarak kulübesinin önündeki arabaya heyecan ve gururla kurulmuş. O civarın en
hızlı, en çevik ve en güzel atına biniyormuş gibi hissetmiş. Her ne kadar bu demir at yerinden kımıldamıyorsa da,
Toika’nın umrunda değilmiş bu. Hele önünden geçen gençler ona imrenerek bakınca, içindeki “ayrıcalık ve
üstünlük” duygusu daha da kabarmış. Arabanın başında nöbet tutması için bir Şilanlı görevlendirilmiş.
Her sabah Mercedesinin üstüne kollarını kavuşturarak oturmak, Toika için artık bir alışkanlık haline gelmiş.
Hatta, bu işten, dinî ayinlerdekinden bile daha fazla zevk aldığı söylenebilirmiş. Gençler ise gıpta, kıskançlık ve
benzer bir arabaya sahip olma hevesiyle doluymuş.
Bir-iki ay sonra, gökyüzü Avrupalıların helikopteri gürültüsüyle dolmuş yeniden. Aynı riyakâr tavırlarla Toika’ya
yaklaşıp hediyeden memnun kalıp kalmadığını sormuşlar ve eklemişler:
“Bu araba en hızlı attan bile daha hızlı koşar. Neden bu zevki tatmayasınız?”
Toika bunun nasıl mümkün olacağını sorunca:
“İzin verirseniz köyün etrafında asfalt bir yol inşa ederiz. Siz de o yolda arabanızı sürersiniz” cevabını vermişler.
Köyün yaşlılarının bütün itirazlarına rağmen, Toika yüzlerce ağacın kesilmesine ve köyün etrafında 2-3
kilometrelik asfalt yolun yapılmasına izin vermiş. Avrupalılar yolun inşası için hiçbir ücret almamışlar. Köylülerin
meraklı bakışları altında, homurtulu makinelerle yolu kısa sürede bitirmişler ve Toika’ya araba sürmesini
öğretmişler.
O günden sonra, Şilanlılar sabahları Toika’nın Mercedesinin hırıltısıyla uyanmaya başlamışlar. İlk günler
acemice, daha sonraları ustaca, köyün etrafında turlar atmış Toika. Kimi zaman, iltifat olsun diye gözde
adamlarını yanında gezdirmiş. Hep aynı yolda dönüp durmasına aldırmamış. Ancak, zamanla, daha uzaklara daha
hızlı biçimde gitme arzusu içinde büyüdükçe büyümüş...
Birkaç ay sonra köye tekrar gelen Avrupalılar Toika’nın gözünden anlamışlar bu arzuyu. Ve hemen teklifte
bulunmuşlar:
“Bu bizim için çok kolay bir iş. Ancak takdir edersiniz, biraz maliyetli. Sizinle kolayca anlaşabiliriz. Sizden para
istemiyoruz. Sadece köyün ilerisinde toprağı kazmamıza izin verin, yeter. Size yapacağımız yollarla başka köylere,
hatta başka ülkelere bile gidebilirsiniz.”
Toika, önce anlamamış bu teklifi. Biraz düşününce, dedelerinden ilerideki dağın eteklerinde parlak taşlar
bulunduğuna dair sözleri duyduğunu hatırlamış.
“Bu taşların bize hiçbir faydası yok” diye düşünmüş kendi kendisine. Sonra da, köyün yaşlılarının karşı
çıkacağını bildiği halde, kabul etmiş bu teklifi.
Gerçekten de şiddetle karşı çıkmış yaşlılar ve özellikle de bilge:
“Bu adamlar Şeytan’ın uşakları” diye ısrar etmiş. “İçimize şeytanın tohumlarını saçmak istiyorlar Toika,
görmüyor musun, anlamıyor musun?” Bilge, Toika’nın fikrinden dönmeyeceğini bildiği için, tane tane son uyarısını
yapmış:
“Toika, bu kararından daha sonra pişman olacağından korkuyorum. Ama o zaman ne yazık ki çok geç olacak.
Bu hırs ve gereksiz araba tutkusu herkesi sardığında, ağaçlarımız teker teker kesildiğinde, ormandaki hayvanlar
yersiz-yurtsuz kaldığında, temiz ruhlar önce senin vicdanına musallat olacaklar, bunu bilesin.”
Gelgelelim, bilgenin tahmin ettiği gibi, Toika kararını çoktan vermiş aslında. Köyün yaşlılarıyla konuşmasının tek
nedeni, belki onları da ikna edebileceği ihtimaliymiş...
Birkaç hafta sonra, Şilan köyüne gökten makineler indirilmiş. Yollar yapılmış, yol yapımında çalışmaları şartıyla
köyün gençlerine eski model arabalar verilmiş. Gençler bu teklifi gözü kapalı kabul etmişler. Yüzlerce, binlerce
ağaç kesilmiş. Yaşlılar olup-bitenleri kederli gözlerle izlemişler, ama ellerinden birşey gelmemiş.
Şilan, artık sadece kuş cıvıltılarının duyulduğu sakin ve huzurlu bir köy olmaktan çıkıp araba homurtularının
duyulduğu, çocukların egzos gazlarının içinde oynadığı tuhaf bir yer haline gelmiş.
Bu arada, Avrupalılar o dağın yamacındaki kazılara çoktan başlamışlar. Yaptıkları araştırmalardan orada bir
elmas madeninin bulunduğunu biliyorlarmış ve o zamana kadar yapılan harcamaları üstlenen şirketin amacı orada
bir elmas madeni kurmakmış zaten.
Madende çalışacak işçi bulmakta hiç zorlanmamışlar. Arabaları için yedek parça, benzin vs. alabilmek için,
dahası her geçen gün karşılaştıkları Avrupaî mallara kavuşmak için Şilan gençleri madende de çalışmayı kabul
etmişler.
Avrupalılar artık eskisi gibi saygılı ve mütevazi davranmamış onlara. Derilerinin renginden ötürü aşağılamışlar
hatta. Günler, aylar geçtikçe, Toika yaptığı hatanın farkına varmış. Ama bilgenin kehaneti doğru çıkıyormuş.
Avrupalıların kendisine uzattıkları ve “sözleşme” dedikleri şeye mürekkepli parmağını bastığı andan itibaren iplerin
artık elinden çıkıp onların eline geçtiğini çok iyi biliyormuş. Artık çok geçmiş.
Dedelerinden miras kalan ve torunlarına miras bırakacakları bu cennet beldeyi makinelerin homurtularıyla dolu
bir cehenneme, kısa bir zaman öncesine dek cesur savaşçılar olan kabile üyelerini birer maden işçisi haline
getiren kendisinden başkası değilmiş.
İşin kötüsü, Avrupalılar zaman zaman alaylı bir dille onlara:
“Bize ne kadar teşekkür etseniz, azdır. Size medeniyeti getirdik, vahşilikten kurtardık” diyorlarmış...
Şilan’ın bugünkü halini soracak olursanız, arabası olan köylü sayısı artık sıfıra inmiş. O zamanın gençlerinin
çocukları ve torunları bugün elmas madenlerinde yine ucuz işçiler olarak çalışmaya devam ediyorlar. Hafta
sonları, televizyon seyrediyorlar, ya da hamburgerciye gidip bol baharatlı köftelerden yiyip kola içiyorlar. Ve elden
düşme bir araba alma düşü kuruyorlar! Arada sırada reis Toika’nın esrarlı kayboluşundan sözediyorlar. Toika,
kimine göre, vicdan azabından kurtulamayıp uzaklara kaçtı; kimine göre ise, hatasını telafi etmek için faaliyetlere
giriştiği için beyaz adamlarca gizlice öldürüldü...
Toika’nın kırmızı Mercedesine gelince, torunları, sağa sola çarpa çarpa hurdaya benzeyen ve rengi siyaha
dönen bu arabayı hatıra olarak bahçelerinde hâlâ saklıyorlar.
|
Ekleme Tarihi: 13.09.2006 - 19:45 |
|
|
|
 |
|
Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
Ahmedin oglu (53), adem_koese (49), anadolu1071 (62), osmanlý_2009 (44), muslimrose (45), ygnahmetcakir (55), imsak (49), enestalha (50), sahinnj (48), h.arslan (35), isatoprak (46), Silici2 (41), memolix (52), MveG (52), ilham (70), ZÜMRAL (40), Maryem kiz (40), toprak_6306 (40), ceylansukru (63), akasya (40), erenname (48), ZavalliDervis (38), Halil Efe (51), ibrahim-akabe (49), mebelozoglu (64), kel (229), adems25 (46), GeCe_MaViSi (47), estergon (45), sarýgül (61), nuysal (55), ibrahimdemirci (42), Alpagu (44), bir ümmet (37) |
|
|
|
 |
|
|