0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » DİĞER KONULAR » MEZHEPSIZLIK DINSIZLIGE KÖPRÜDÜR.   Cevap ekle

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 6 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Gast Fakiri  
MEZHEPSIZLIK DINSIZLIGE KÖPRÜDÜR. Alıntı yaparak cevapla

Misafir

Kayıt Tarihi: 26.11.2024
En Son On:
Cinsiyeti: ----- 
Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür

Sual: 1-(Muhaddis olmayanın hadis kitabından hadis alması caiz olmaz, günah olur.)
Bu konudaki deliliniz nedir? Tabii sizin delilden anladığınız bir alimin görüşü ise ben bunu kast etmiyorum.
CEVAP
Dinimizde dört delil vardır: Kitap, sünnet, icma kıyası fukaha. Kıyas, alimlerin ictihadıdır. Siz peşinen bunu kabul etmiyorsunuz. Kuran-ı kerimde Allah (alimlere sorun) buyururken, Peygamber efendimiz, (Alimler benim varislerim) buyururken, 1400 yıldır alimlerin ictihadı delil olarak gelmişken, bunları kabul etmemek mezhepsizliktir. Mezhepsizliği vehhabiler başlatmıştır. Kurucuları her ne kadar Abdulvehhab ise de, asıl fikir babaları İbni Teymiyyedir. 25 yıldır mezhepsizlerle mücadele ediyorum. (Başlangıcından bugüne mezhepsizler) isimli iki ciltlik kitabım vardır. Sorduğunuz ve soracağınız bütün soruların cevapları o kitapta vardır. Alimler (Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür) buyuruyor. Türkiyedeki vehhabiler, kendilerine selefi diyorlar. Güya selefin yolunda imişler. Adam kendine peygamberi dese peygamberin yolunda mı olur? Ayet ve hadisten başka delil kabul etmeyen, kim olursa olsun mezhepsizin daniskasıdır. Zaten onlar hadislerin çoğunu da kabul etmezler. Kimine zayıf derler, kimine mevzu derler. Hiç bir islam aliminin kitabında uydurma hadis yoktur. Mezhepsizin biri çıkıyor, ben o hadisi Kurana ölçtüm, Kurana aykırı buldum ve o hadis uydurmadır diyor. İmamı Gazali, İmami Rabbani, Seyyid Abdülkadiri geylani hazretleri o hadislerin Kurana aykırı olduğunu bilmeyecek kadar cahil kimseler miydi? Siz biliyorsunuz da onlar Kuranı bilmiyorlar mıydı? Alimlere bu ne biçim çirkin iftiradır?
Mesela Türkiyede Mason Efganiyi, mason Abduhu ve çömezleri Reşit rızayı savunan biri, İmamı Gazali hazretlerinin ihyasındaki (İlim Çinde de olsa alınız) hadisi şerifine uydurma diyor. Halbuki bu hadisi şerif, bir çok hadis kitabında vardır. İmamı Gazali ve hadis alimleri bunun uydurma olduğunu bilememişler de bu mezhepsiz mi bilmiş?
Mezhepsizler mirac mucizesini de inkar ederler. Mesela Hamidullah, o zaman Mescidi aksa yoktu diyor, bir nevi miracın hayal olduğunu söylüyor. Bu Hamidullahı da Türkiyedeki mezhepsizler el üstünde tutuyorlar.
Sizin bana yazdığınız ifadelerden son devirde yetişen mezhepsizlerin kitaplarından alıntılar olduğunu gördüm.. Mevdudi, Mısırlı birkaç mezhepsiz, Kardavi, Elbani, Sıddık Han, Seyyid Sabık bunlar katıksız mezhepsiz kimselerdir. Bunlara Mezhepsizler kitabımda yeterli cevaplar verdim.
Mezhepsizlerin çoğu da Hıristiyan ve Yahudilerin cennete gideceğini savunurlar. Sizin onlardan farkınız nedir? Mezhepsizler namazı bizim kıldığımız gibi kılmazlar. Mesela tehiyyat okumazlar, salli barikleri okumazlar, sübhaneke okumazlar, çünkü bunlar Kuranda yokmuş.
2-Zaten tanıdığım bütün alimler kişinin, Alimin delilini bilmeden onun görüşünü almasının caiz olmadığını söylüyorlar.
CEVAP
Mezhepsizlere verdiğim cevabı size de söyleyeyim. Peki sen delillerini biliyor musun? Mesela, namazda imam arkasında Fatiha okuyor musun? Mezhebin nedir? Hangi mezhebe göre namaz kılıyorsun? Diyelim ki hanefiye göre kılıyorsun. Son teşehhüdde oturmak farz, tehiyyat okumak vacibdir. Sen bunun delilini biliyor musun? Senin alimlerin, yani mezhepsizler, delilini bilmeden bir şeyi yapmanın caiz olmadığını söylüyorlar, o zaman sen bunların delilini biliyor musun? Salli barikleri okumak hanefide sünnet, şafiide farzdır. Sen salli barik okuduğuna göre, delilini biliyor musun? Ben altmışdört yaşındayım, hep bu işlerle meşgul olduğum halde ben bilmiyorum, senin bilmen de imkansızdır. Sen akıntıya kürek çekiyorsun. Orucun farzları vardır. Niyet üç mezhepte, imsakta yapılır, hanefide öğleye bir saat kalıncaya kadar yapılır. Sen bunların delilini biliyor musun? bilmeden oruç tutuyorsun, mezhepsizlerin dediğine göre delilini bilmeden iş yapıyorsun? Delilini bilmek demek alim olmak demektir. Alim kim biz kimiz? Biz onların kitapların anlamaktan aciz kimseleriz. Herkes haddini bilmelidir. İmamı azam gemisini, arabasını nereye götürürse oraya giderim. Hangi yollardan gidiyor, nerelere uğrayacak gibi delillerini bilmeme gerek yok. Gerek olmadığını islam alimleri söylüyor. Ayeti kerimeye rağmen, Alim adam yerine koyulmazsa, koymayanlarla işimiz yoktur.
3-Örnek mi istiyorsunuz; Ebu Hanife, İmam Şafii, İbn Hanbel, İbn Kayyim ve buraya yazmadığım diğerleri.
CEVAP
Son yazdığınız kimse, İbni Teymiyyenin mezhepsiz bir talebesidir, onun mezhebi yoktur. Fakat o bu sözü söylerken, kendisini İmamı azam gibi müctehid ve mezhep sahibi kabul ediyor. İmamı azam hazretleri, (Benim delilimi bilmeden fetva vermek caiz değildir) buyuruyor. Bunu İmamı Ebu Yusuf, İmamı Muhammed gibi, sözü dinde senet olan müctehidler için söylüyor. Yoksa avam için söylemiyor. Avam delilden ne anlar. O, müftü ne fetva verirse onunla amel eder. Mezhepsizler hariç, avama hiç bir alim, delilini öğren dememiştir, demez de. Sana sordum birkaç mesele delillerini her mezhebe göre yaz ve gönder. Malikide namazda sübhaneke okumak mekruhtur, niye mekruhtur, hanefide sünnet niye sünnettir? İmam arkasında Fatiha okumak iki mezhebe göre farzdır, Hanefiye göre ise harama yakındır. Delilleri ne bunların? Öyle ya namazda ya fatiha okuyoruz veya okumuyoruz. Okuyorsak da okumuyorsak da delilini bilmemiz gerekir. Niçin okuyoruz niçin okumuyoruz? Hanefi kitapları okunmaz dediği için biz imam arkasında fatiha okumayız, şafiiler de farz dediği için şafiiler okur, delillerini bilmesi gerekmez. Zaten buna da imkan yoktur. Kurandan ayet almaya da yetkimiz yok, bu iş yetki işidir. Müctehidlerin işidir. Biz ancak islam alimlerinin kitaplarından alırız.
4-Bir kişinin alim olduğuna nasıl karar veriyorsunuz?
CEVAP
Biz karar vermeyiz, buna yetkimiz de yoktur. Alime alim diyebilmek ona diploma vermek gibi bir şey, yani ondan üstün olacağız veya onun kadar bileceğiz ki onun alim olduğunu söyleyebilelim. Alimlerin kimler olduğu asırlardır bildirilmiştir. Mesela dört mezhep imamı ve o mezheplere bağlı alimler. Mesela imamı Süyuti, imamı Gazali, imamı Rabbani, Abdulkadiri Geylani, birer büyük alim olduğu bildirilmiştir. Biz onların biri diğerinden daha üstündür diyemeyiz. Buna ilmimiz de yetmez.
5-Alimlerin çeliştiği konularda hangisinin görüşünü alacağınızı nasıl belirliyorsunuz?
CEVAP
Herkes kendi mezhebine göre hareket eder. Şafiiler yüksek sesle amin der, hanefiler gizli söyler. Biz mezhebimize uyarız. Alimlerin farklı ictihadının rahmet olduğunu da biliriz. Onu farklı ictihadından dolayı ayıplamayız, rahmet ayıplanmaz. Şafiiler fatiha okumak farz derken, hanefiler öyle demiyor. Herkes kendi mezhebine uyarsa problem kalmaz. Sonra alimlerin ictihadına görüş diyorsunuz, bu çok yanlış bir ifade, zaten bütün mezhepsizler görüş derler. İctihad da görüştür ancak, dinde senettir. Görüş ise senet olmaz, ictihad delil olur.
İslam alimi kime denir
Sual: Resulullahın varisi olduğu bildirilen İslâm âlimleri kimlerdir? Bugün bir profesöre İslâm âlimi denebilir mi, sözü fetva olur mu?
CEVAP
Resulullahın varisi olan ve kendilerine Ulema-i rasıhin denilen âlimler eskiden çok idi. Şimdi yeryüzünde böyle âlim yoktur. Mutlak müctehid bulunmadığı gibi, mezhebde müctehid de yoktur. Şevahid-ül-hakta buyuruluyor ki:
Hicri dördüncü asırdan sonra, dünyada ictihad edebilecek âlim hiç kalmadı. Şimdi bütün müslümanların, bilinen dört mezhebden birine uymaları gerekir.
Din âlimi olmak için, 8 yüksek din bilgisini, bütün inceliğiyle öğrenmek, fen bilgisinde de kâfi ilme sahip olmak gerekir.
İslâm âlimlerinden müfessir, muhaddis, mütekellim, mütesavvıf ve fakih denilen zatlar, din imamıdır. Bunların her sözü, her beyanı, Kur'an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin açıklamasıdır. Her sözleri sabit ve müsellem ve muhakkak doğrudur. Müfessir, tefsir kitabı yazan demek değildir. Müfessir, kelam-ı ilahiden, murad-ı ilahiyi anlayandır. Tefsir, ancak Fahr-i âlemin mubarek lisanından, Sahabe-i kiram ve onlardan Tabiin ve Tebe-i tabiine ve böylece sağlam, kıymetli insanların söylemesi ile, tefsir kitabı yazanlara, daha doğrusu fıkh ve kelam âlimlerine gelen haberlerdir.
Müctehid olmak için
(Eshab-ı kiram) kitabında da buyuruluyor ki:
Müctehid olmak için Arabi ilimleri ve Kur'an-ı kerimi ezbere bilmek, her ayet-i kerimenin manay-ı müradisini, manay-ı zımni ve iltizamisini bilmek ve ayet-i kerimelerin geldikleri zamanları ve gelme sebeplerini ve ne hakkında geldiklerini, külli ve cüzi olduklarını, nasih veya mensuh olduklarını, mukayyed veya mutlak olduklarını ve kıraet-i seba ve aşereden ve kıraet-i şazzeden nasıl çıkarıldıklarını bilmek, hadis kitablarındaki, yüzbinlerce hadisi ezberden bilmek ve her hadisin ne zaman ve ne için irad buyurulduğunu ve manasının ne kadar genişlediğini ve hangi hadisin diğerinden önce veya sonra olduğunu ve bağlı bulunduğu olayları ve hangi vaka üzerine buyurulduğunu ve kimler tarafından nakil ve rivayet olunduğunu ve nakledenlerin ne hâlde ve ne ahlâkta olduklarını bilmek, fıkıh ilminin üsul ve kaidelerini tanımak, 12 ilmi ve Kur'an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin işaretlerini, rumuzlarını ve açık ve kapalı manalarını kavramak ve bu manalar kalbinde yer etmiş olmak, kuvvetli iman sahibi olmak ve itminan ile dolu, nurlu ve saf bir kalbe ve vicdana malik olmak gerekir. Bütün bu üstünlükler, ancak Eshab-ı kiramda ve sonra, 200 yıl içinde yetişen, bazı büyüklerde bulunabildi. Daha sonraları, fikirler, reyler dağılıp, bid'atler çıkıp yayıldı. Böyle üstün zatlar azala azala, 400 yıl sonra, bu şartlara haiz olan, yani mutlak müctehid olarak meşhur olan görülmedi.
Yüksek din bilgileri, tefsir, usul-i kelam, kelam, usul-i hadis, ilm-i hadis, usul-i fıkıh, fıkıh, ilm-i tasavvuftur. Bu 8 ilmi öğrenebilmek için gerekli alet ilimleri ise 12 dir. Bunlar, sarf, iştikak, nahv, kitabet, iştikak-ı kebir, lügat, metn-i lügat, beyan, meani, bedi, belagat, inşa ilimleridir. (Hadika)
Mevduat-ül-ilim kitabının (Tefsir İlminin Dalları) bölümünde, Kur'an-ı kerim ilmi, içinde şaşılacak, akıllara durgunluk verecek sayısız acayip haller bulunan engin bir denizdir. Öyle yüksek ve metin bir dağdır ki, ondaki hayret veren şeyleri öğrenmek, her sırrına erişmek imkansızdır. Bu ilmin sayılmayacak kadar dalı vardır, denilerek altmışın üstünde tefsir ilminin kolları bildirilmiştir.
Fetva ne demektir?
Fetva, bir hususun dine uygun olup olmadığını, hangi fıkıh kitabının neresinden alındığını bildiren hüküm demektir. Mehazını göstermeden caiz veya caiz değil demek fetva olmaz.
Müftinin müctehid olması gerekir. Müctehid olmayan kimse müftü yapılırsa, bunun müctehidlerin bildirdiklerini okuyup, öğrenerek bunları söylemesi gerekir. (İbni Hümam)
Müctehid olmayan kimse bir hadis işitince, bu hadisten kendi anladığına uyarak amel edemez. Mezhebindeki müctehidlerin verdiği fetva ile amel etmesi gerekir. (Kifaye)
Cengiz Han, Fatımiler ve hatta Abbasiler zamanında, haramlara caiz diyen müftü adını taşıyan devlet memurları vardı. Bunların yanında bir kısmı da gerçekten islâm müftüsü idi. Bir kısmı ise, o zamanki hükümdarın arzusuna göre konuşurlardı. İslâm müftüleri, Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını bildiren âlimlerdi. Müftü denilen devlet memurları ise, zaten dini bilmezlerdi. Allahü teâlânın yasak ettiği bir şeyi, hükümdar emr etmiş ise, (Bunu yapmak caiz değil) demezlerdi. Yahut bir zâlim, Allahü teâlânın emrettiği bir şeyi yapmamış olsa, (Bunu yapmak gerekir) diyemezlerdi. Böylece müslümanları günaha ve büyük felaketlere sürüklemişlerdi. Böyle uydurma fetvaların verildiği zamanlarda, dinini kayıran müslümanlar, âlimlerin yazdığı fıkıh ve ilmihal kitaplarına uyup dinlerini kurtardılar.
Nassa, dayanan hükümler zamanla değişmez
Sual: "Yeni fen vasıtaları çıktı, devir değişti. Yeni olaylarla karşılaşıyoruz. Din görevlileri toplanmalı, bir şura kurulmalı, alacağı kararlarla, yeni tefsirler, yeni ictihadlar yapılmalı, bazı farzlar azaltılmalı, kolaylıklar getirilmeli, âlimleri, mezhebleri taklid devri kapanmalıdır!" deniyor. Dinde değişiklik yapmak caiz midir?
CEVAP
Dürer-ül hükkam şerhinde, (Zamanın değişmesi ile, örf ve adete dayanan hükümler değişebilir. Nassa, dayanan hükümler zamanla değişmez) deniyor. İmam-ı Rabbanî hazretleri de buyuruyor ki: Bazı kimseler, yapacakları değişikliklerle dini düzelteceklerini zannediyor, ortaya bid'at çıkarıyorlar. Bid'atlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Yaptıkları değişikliklerle dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değildir. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Bugün sizin için dininizi ikmal eyledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmiyeti vermekle razı oldum.) [Maide 3]
Dinimiz noksan değildir
Dinimiz, kıyamete kadar hayat şekillerinde ve fen vasıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şamil olan hükümleri bildirdi. Müctehidler de bunların hepsini açıkladı. Sonra gelen müceddid âlimler bu hükümlerin yeni olaylara nasıl tatbik edileceklerini, tefsir ve fıkıh kitaplarında birdirdi. Müceddid âlimler kıyamete kadar mevcuttur.
Dini değiştirip yıkmak isteyen reformcuların kuracakları şuradakiler, ya İmam-ı a'zam hazretleri gibi birer müctehiddir veya değildir. Eğer müctehid iseler, ictihadlarını birleştirmezler. Mesela İmam-ı a'zam hazretlerinin üç talebesi müctehid oldukları ve hocalarından farklı ictihadda bulundukları hâlde, hocalarının ictihadının yanlış olduğunu söylememişlerdir. Çünkü ictihad, ictihadla nakzedilmez, yani hükmü ortadan kaldırılmaz. En mühimi de farklı ictihadların rahmet olmasıdır. Hadis-i şerifte, (Müctehid âlimlerin farklı ictihadları rahmettir) buyuruluyor. (Beyhekî)
Bu rahmeti ortadan kaldırmak caiz olmaz. Reformcuların kuracakları şurada 5 reformcu guslün farzının 2 olduğuna, 7 reformcu da 4 olduğuna karar verse, 5 müctehid, 7 müctehidin kararına uymaya mecbur mu edilecektir? Hâlbuki, her müctehid kendi ictihadı ile hareket eder. Başka müctehide uyması caiz değildir. Sonra gusül ile namaz ile fen vasıtalarının ilerlemesinin ne alakası olur? Zamanla farzlar değişmez.
Reform şuraı, ittifakla namaz vakitlerini, rekat sayılarını azaltsalar, zekât 1/40 iken 1/100e indirseler, yaptıkları bu reform, dine hizmet mi olur, yoksa dini yıkmak mı olur?
Şuradaki reformcular müctehid değilse, o zaman alacakları kararların ne kıymeti olur? Her iki hâlde de yapacakları iş, dini değiştirmekten başka birşey değildir. Şura sözünü ağzına alanların cahil değilse, sapık olduğu apaçık meydandadır.
M.Hadimi hazretleri buyurdu ki:
(Edille-i şerıyyenin 4 olması, müctehidler içindir. Mukallidler, yani dört mezhebden birinde olanlar için delil, senet, bulunduğu mezhebin hükmüdür. Çünkü, mukallidler, nasstan [ayet ve hadisten] hüküm çıkaramaz. Bunun için, bir mezhebin bir hükmü, nassa uymuyor gibi görünse de, yine o mezhebe uymak gerekir. Çünkü Nass, ictihad isteyebilir, tevili gerekebilir, neshedilmiş olabilir. Bunu da ancak müctehid anlar.) [Berika s.94]
Hatalı inanış ve kanaatleri yayanlar kimler
M.Şevket Eygi, Milli Gazetedeki yazısının ilk iki paragrafında diyor ki:
(Bir ilahiyat profesörü çıkıyor, Ehl-i Sünnet Müslümanlığına savaş açıp, *Kuran Müslümanlığı* safsatası altında masonik bir hümanizmanın propagandasını yapıyor. Bir başka reformcu, *Allah göktedir* diyen aşırı bir adamın mezhebini ülkemizde yaymak istiyor. Bir ötekisi, imanın şartlarını altıdan beşe indiren ve Amentü formülünden kadere iman maddesini kaldıran Pakistanlı bir yazarın metodunun Türkiyeyi kurtaracağını iddia ediyor. Velhasıl ortalıkta bir sürü yamuk, bozuk, çarpık inanç görüş dolaşıyor. Peki bu hatalı inanış ve kanaatleri yayanlar kimlerdir? Bunlar kendilerine İslâmcı diyorlar ama peşlerinden gittikleri adamlar genellikle 19. ve 20. asırda zuhur etmiş on kadar malum ve mahut şahıstır. Hâlbuki İslâm dünyasında, bahusus Ehl-i Sünnet dairesi içinde binlerce büyük din âlimi, fakih, mürşid, allame, imam, rehber yetişmiştir. Bizim reformcuların hiçbiri Gazalînin, Süyutînin, Şaranînin, Birgivinin, Ebülleysin, Ebussuudun, Fahreddin Razinin, Cüveyninin, İmam-ı Rabbanînin eserlerinden bahsetmez. Onlar ehl-i sünnet imamlarıdır. Bizimkiler ise selefi, mezhebsiz, Necdi, telfikçi, reformcu, aktivist birkaç kişinin peşine takılmıştır.)
Not: M.Şevket Eyginin kaderi inkar eden Pakistanlı yazar dediği kimse, Mevdudidir. Necdi dediği de vehhabidir. Allah gökte diyenler de vehhabilerdir.
Dinde olmayan birşey meydana çıkarılırsa
Sual: Allaha daha iyi kulluk etmek için ibâdetleri değiştirmek uygun olur mu?
CEVAP
Allahü teâlâ, kullarını kendisine ibâdet etmek için yarattı. İbadet, züll ve zillet demektir. Yani, insanın Rabbine, mabuduna, hakir olduğunu, aciz, muhtaç olduğunu göstermesidir. Bu da, her aklın ve adetlerin güzel ve çirkin dediklerine uymayıp, Rabbin güzel ve çirkin dediklerine teslim olmak ve Rabbin gönderdiği Kitaba ve Peygamberlere inanmak ve bunlara tabi olmak demektir. Bir insan, bir işi, Rabbinin izin verdiğini düşünmeden, kendi görüşü ile yaparsa, Ona kulluk yapmamış, müslümanlığın icabını yerine getirmemiş olur.
Bu iş, itikadda, inanmakta ise ve inanılması gerektiği sözbirliği ile bildirilmiş olan şeylerden ise, bu inanışı küfre sebep olan bidat olur. Gayrı müslimlerin ibâdet olarak yaptıkları şeyleri müslümanların yapması caiz olmaz. Mesela papazlar, ibâdet niyetiyle bellerine zünnar kuşanırlar, boyunlarına haç takarlar. Müslümanların, böyle yapmaları caiz olmaz. Bidat, itikadda olmayıp da, amele ait işte kalırsa, fısk, büyük günah olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dinde olmayan birşey meydana çıkarılırsa, o şey reddedilir.) [Buharî]
Âdetlerde yenilik olur
Bu hadis-i şerif gösteriyor ki, dinden olmayan bir itikad, bir söz, bir iş, bir hâl ortaya çıkarılır ve bunun din ve ibâdet olduğuna inanılırsa, yahut islâmiyetin bildirmiş olduklarında bir ziyadelik veya noksanlık yapılırsa ve bunu yapmakta sevab beklenirse, bu yenilikler, değişiklikler, bidat olur. İslâmiyete uyulmamış, ona iman edilmemiş olur.
İbadette olmayıp, adette olan yenilikler, yani yapılırken sevab beklenilmeyen değişiklikler bidat olmaz. Mesela, yemekte, içmekte, binme ve taşıma vasıtalarında yapılan yenilikleri, değişiklikleri dinimiz reddetmez. Bunun için, masada, ayrı tabaklarda, çatal kaşık ile yemek, otomobile, uçağa binmek, her çeşit bina, ev ve mutfak eşyası kullanmak ve bütün fen ile ilgili bilgi ve aletler dinde bid'at değildir. Bunları yapmak ve faydalı yerlerde kullanmak günah değildir.
Enes bin Malik hazretleri, birgün ağlıyordu. Sebebi soruldukta, (Resulullahtan öğrendiğim ibâdetlerden, değiştirilmemiş bir namaz kalmıştı. Şimdi, bu da elden gidiyor, yani insanların çoğu, namazın şartlarını, vaciplerini, sünnetlerini, müstehaplarını yerine getirmiyor, mekruhlarından, müfsidlerinden, bidatlerinden sakınmıyorlar. Onun için ağlıyorum) dedi. Bunlar, Peygamberlerin, Evliyanın, salih ve sadık müminlerin büyüklüklerini anlıyamayanlardır. Onların yollarını bırakıp, kendi görüşlerine göre ibâdetleri değiştiriyorlar.
Bidat, selef-i salihin zamanında olmayıp, sonradan ortaya çıkarılan herşeye denir. Adet ve ibâdetlerde yapılan değişiklikler bidattir. Bidatin ıstılah manası ise şöyledir: Resulullah efendimizin ve Onun 4 halifesinin zamanlarında dinde bulunmayan bir inanışı, bir işi, bir sözü veya ahlâkı, sonradan ortaya çıkarmak, sonradan ortaya çıkan böyle bir bozukluğu yaymak ve bundan sevab beklemek, yasak edilen bidat olur.
Adet, sevab beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Yiyip içmekte, giyinmekte, ev yapmakta, bineklerde zamanla değişen adetler, bir ibâdeti bozmadıkça veya dinin yasak ettiği birşeyi işletmedikçe yasak edilen bidat olmaz. Mesela çatal-kaşık günah olan bid'at değildir. Eğer bir adet, ibâdeti bozuyorsa veya dinin yasak ettiği birşey ise, bunu işlemek haram olur. İbadetlere bidat karıştırmak büyük günahtır.
Bidatin Büyük Zararı
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Her bidat dalalettir ve her dalalet ehli de ateştedir.) [İ.Asakir]
(Bidat ehlinin namazı, orucu, sadakası, haccı, umresi, cihadı, farzı, nafilesi kabul olmaz, yağdan kılın kolayca çıktığı gibi İslâmiyetten çıkması, kolay olur.) [İ.Mace]
(Bidat ehlinin tövbesi, bidati bırakana kadar kabul olmaz.) [Taberânî]
Tövbesi kabul olmaz demek, bid'at ehli, bid'atinden sevab beklediği, iyi bir iş yaptığını sandığı için tevbe etmeyi düşünmez. Bu bid'atten vazgeçmediği için de ibâdeti kabul olmaz, demektir.
Âlimler, bidati, bidat-i hasene ve bid'at-i seyyie diye ikiye ayırmışlar, okul, kitap gibi sonradan yapılan şeylere (bid'at-i hasene) demişlerdir. Hadikada, (Böyle bir bidat, bir ibâdetin yapılmasına yardımcı olduğu için, dinimiz buna izin vermiştir) buyuruluyor. İmam-ı Rabbanî hazretleri ise, dinin izin verdiği böyle faydalı şeylere bid't denmemesini, bidat kelimesinin bunlara bulaştırılmamasını ve bunlara sünnet-i hasene, yani iyi iş denmesini istemektedir. Sünnet, burada yol, iş demektir. Yolun, işin iyisi de, kötüsü de olur. Müslimdeki hadis-i şerifte, sünnet-i hasene [iyi çığır] açanlar övülmekte, sünnet-i seyyie [kötü çığır] açanlar ise kötülenmektedir.
Sünnete yapışmak ne demektir
Sual: Sünnete yapışmak ne demektir?
CEVAP
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim arasında ayrılık olunca, benim sünnetime ve Hulefa-i raşidinin sünnetine yapışın!) [Tirmizî]
Bu hadis-i şerif, bu ümmette çeşitli ayrılıklar olacağını haber veriyor. Bunlar arasında, Resulullahın ve Onun 4 halifesinin yolunda olana sarılınız diyor. Sünnet, Resulullahın, sözleri, bütün ibâdetleri, işleri, itikadları, ahlâkı ve birşey yapılırken görünce, mani olmayıp susması demektir. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Fitne fesad yayıldığı zaman, sünnetime yapışana yüz şehid sevabı verilir!) [Hakim]
Yani nefse ve bid'atlere ve kendi aklına uyarak islâmiyetin hududu dışına taşıldığı zaman, benim sünnetime uyana, kıyamette yüz şehid sevabı verilecektir. Çünkü fitne fesad zamanında islâmiyete uymak, kâfirlerle harb etmek gibi güç olacaktır. Bir hadis-i şerif meali:
(İslâm dini garip olarak başladı. Sonu da garip olacaktır. Bu gariplere müjdeler olsun! Bunlar, insanların bozduğu sünnetimi düzeltir.) [Müslim]
Yani, islâmiyetin başlangıcında, insanların çoğu, müslümanlığı bilmedikleri, onu yadırgadıkları gibi, ahır zamanda da, dini bilenler azalır. Bunlar, benden sonra bozulmuş olan sünnetimi ıslah ederler. Bunun için, emr-i maruf ve nehy-i münker yaparlar. Sünnete, yani islâmiyete uymakta başkalarına örnek olurlar. İslâm bilgilerini doğru olarak yazıp, kitaplarını yaymaya çalışırlar. Bunları dinleyenler az, karşı gelenler çok olur.
Sizi dalalete, fitneye düşürmesinler
Sual: Peygamber efendimiz, (Allahın kulları, kardeş olun) buyurduğuna göre, birbirlerinin hatalarını görmeyip Ehl-i sünnet ile bid'at ehli niçin birleşmiyor?
CEVAP
Bu hadis-i şerifin manası, (Kardeş olmanızı sağlayacak şeyleri yapın) demektir. Buna göre, bid'at sahiplerinin, hak yolda bulunan müslümanlarla kardeş olabilmeleri için, bid'ati terk etmeleri ve sünneti kabul etmeleri gerekir. Bid'ate devam edip de, Ehl-i sünnet olanları kendileri ile kardeş olmaya çağırmaları, açık sapıklık ve çirkin bir hiledir. (Umdet-ül-kari)
Bid'at ehli ile görüşmeyi yasaklayan hadis-i şeriflerden birkaçı:
(Bid'at ehline sert davran! Allah, onlara düşmandır.) [İbni Asakir]
(Onlardan kaçın! Sizi dalalete, fitneye düşürmesinler.) [Müslim]
(Hasta olurlarsa, ziyaretlerine gitmeyin!) [Ebu Dâvud]
(Karşılaşınca, onlara selam vermeyin!) [İbni Mace]
(Onlarla birlikte bulunmayın, birlikte yiyip içmeyin!) [Ukayli]
(Onların cenazelerine gitmeyin, onlarla birlikte namaz kılmayın!) [İbni Hibban]
(Ben onlardan değilim, onlar da benden değildir. Onlara karşı cihad etmek, kâfirlerle cihad etmek gibidir.) [Deylemî]
(Bid'at ehli, bid'atini Allah rızası için terk etmedikçe, hiçbir ameli kabul olmaz.) [İ.Neccar]
Yani itikadda veya amelde veya sözde yahut ahlâkta bid'at olan birşeyi yapmaya devam edenin bu cinslerden ibâdetleri sahih olsa da, hiçbiri kabul olmaz. İbadetlerinin kabul olması için, bu bid'ati terk etmesi gerekir.
İslam âlimlerine nasıl tabi olunur
Sual: Yazılarınızda İslâm âlimlerinin kıymetinden, onlara tabi olanların hidayete kavuşacaklarından bahsediyorsunuz. İslâm âlimlerine nasıl tabi olunur?
CEVAP
Âlimlere tabi olmak, dört mezhebden birine uymak demektir. Asırlardan beri bütün İslâm âlimleri, dört mezhebden birine uymuşlar ve müslümanların da uymalarının gerektiğini bildirmişlerdir. Bunlara uymakta İcma hasıl olmuştur. İcmadan, cemaatten, birlikten, topluluktan ayrılan helak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İki kişi, bir kişiden, üç kişi, iki kişiden iyidir. O hâlde cemaatle birlikte olsun! Allahın rızası, rahmeti, yardımı cemaatten ayrılan Cehenneme düşer.) [İbni Asakir]
(Cemaatten ayrılan, yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberânî]
(Ümmetimin âlimleri, hiç bir zaman dalalette birleşmezler. İhtilaf olunca sivad-i a'zama [âlimlerin ekseriyetinin bildirdiği yola] tabi olun!) [İbni Mace]
(O gün her fırkayı imamları ile çağırırız.) mealindeki İsra suresinin 71. ayet-i kerimesini Kadi Beydavi hazretleri (Her ümmeti peygamberleri ve dinde uydukları imamları ile çağırırız.) şeklinde açıklamıştır. Ruh-ul beyan ve Tefsir-i Hüseynide ise, (Herkes mezhebinin imamı ile çağırılır. Mesela "Ya Şafiî" veya "Ya Hanefi" denir.) şeklinde açıklanmaktadır. Bu açıklamalar da, her müslümanın dört hak mezhebden birine uyması gerektiğini açıkça bildirmektedir.
İcmadan ayrılmak caiz değil
Medarik tefsirinde (Müminlerin [itikad ve ameldeki] yolundan yarılan Cehenneme gider.) mealindeki Nisa suresinin 115. ayet-i kerimesi bildirdikten sonra, (Kitab ve sünnetten ayrılmak gibi icmadan da ayrılmak caiz değildir.) buyuruluyor. Beydavi tefsirinde ise aynı ayet-i kerimenin açıklamasında (Bu ayet, icmadan ayrılmanın haram olduğunu göstermektedir. Müminlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola uymak da vacip olur, şart olur.) buyuruluyor.
Ahmed bin Muhammed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki:
(Kur'an-ı kerimdeki (Allahın ipi)nden maksat, cemaattır. Cemaat da, fıkh ve ilm sahipleridir. Fıkh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer. Sivad-ı A'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, peygamber aleyhisselamın ve Hulefa-ı raşidinin yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Kurtuluş yolu, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkada bulunanlara, gazabı da bu yoldan ayrılanlaradır. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhebde toplanmıştır. Bu dört mezhebde toplanmıştır. Bu dört mezheb, Hanefi, Maliki, Şafiî ve Hanbelidir. Bu zamanda bu dört hak mezhebden birine tabi olmayan, bid'at sahibi olup Cehenneme gider.) [Tahtavi]
Abdülgani Nablüsi hazretleri de (Bugün dört mezhebden başkasına uymak caiz değildir.) buyuruyor. (Hadika)
İmam-ı Rabbanî hazretleri de, (Mezhebden ayrılmak, mezhepsiz olmak ilhaddır.) buyuruyor. (Mebde ve Mead)
[İlhad, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği doğru yoldan ayrılmak demektir.]
Not :Bu yazı huzuradoğru.com dan alınmıştır.


Bu mesaj 1 kez ve en son Fakiri tarafından 01.12.2003 - 12:41 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 01.12.2003 - 12:38
Bu mesajı bildir   zum Anfang der Seite
cem_80 su an offline cem_80  
Selamın Aleyküm Alıntı yaparak cevapla

51 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 06.05.2003
En Son On: 03.09.2009 - 00:15
Cinsiyeti: Erkek 
Allah (c.c.) razı olsun kardeşim..
Ekleme Tarihi: 01.12.2003 - 12:51
Bu mesajı bildir   cem_80 üyenin diğer mesajları cem_80`in Profili cem_80 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
feyza27 su an offline feyza27  
Alıntı yaparak cevapla

350 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 10.12.2003
En Son On: 05.05.2009 - 09:13
Cinsiyeti: Bayan 
Mezhebler tarihi ve mezheblerin ortaya çıkışı ile ilgili eserler okumadan bu tür yazıları kimsenin irdelemesi doğru olmasa gerek diye düşünüyorum.Mezheb hiçbir zaman din diye algılanmamalı,dinin hükümlerinin yorumları olarak algılanmalıdır.
-------------------------------------------------
MEZHEB, MEZHEBLER

Sözlük anlamı gitmek, izlemek, gidilen yol demektir. Mecazi olarak kişisel görüş, inanç ve doktrin karşılığında da kullanılır. Terim olarak bir müctehidin, dinin ayrıntılarına ilişkin, kendine özgü kural ve yöntemlerle oluşturduğu inanç ya da hukuk sistemini dile getirir.

İslâm tarihinde, mezheb kelimesi genel olarak itikadi, siyasi ve fıkhi görüşlerin hepsi için kullanılmıştır. Buna karşılık siyasi ve itikadi mezhepler daha çok Fırka, Nihle, Makale kelimeleriyle ifade edilmiştir. Fırka (çoğulu fırak), farklı görüşlere sahib insan topluluğu demektir. Nihle (çoğulu nihal), görüş, inanış ve kabul ediş tarzı demektir. Makale (çoğulu makalat), fikir, inanış, görüş ve söz demektir. Çeşitli dinleri belirtmek için de Milel (tekili mille) kelimesi kullanılmıştır.

Bazı mezheb tarihçileri, İslâm mezheblerini Hz. Peygamber'den rivayet edilen bir hadise göre taksim etmişlerdir. Bu hadiste Yahudilerin yetmiş bir, Hristiyanların yetmiş iki, fırkaya ayrıldığı, İslâm ümmetinin ise yetmiş üç fırkaya ayrılacağı, müslümanlardan Cehennem'den kurtulacakların Rasulullah'ın ve ashabının yolunu takib eden fırka (başka bir rivayette de birlik ve beraberlikten ayrılmayan cemaat) olduğu beyan edilmektedir (Tirmizi, İman, 18; Ebu Davud, Sünnet, 1; İbn Mace, Fiten 17; ed-Dârimî, Siyer, 75. Bu hadisin çeşitli rivayetleri için bk. Abdulkahir el-Bağdadi, el-Fark beynel-Fırak, Kahire, t.y. s. 4-10.).

Bazı mezheb tarihçileri bu hadiste söylenen rakamın çokluktan kinaye olmayıp hakiki sayı olduğuna inanarak yazdıkları eserlerde ana mezhebleri tesbit etmiş ve bunları da kendi aralarında kollara ayırarak mezheblerin sayısını yetmiş üçe ulaştırmışlardır. Yetmiş üç sayısını doldurmak isteyen bu âlimler, ne ana fırkaların, ne de kollarının sayısında ittifak edebilmişlerdir. Abdulkahir el-Bağdâdî (v. 429/1037) "el-Fark beynel-Fırak" isimli eserini, Ebul-Muzaffer el-Esferayînî (v.471/1078) "et-Tabsir fi'd-Din"isinıli eserini bu şekilde yazmışlardı. Bazı âlimler de hadiste bildirilen rakamın yalnızca çokluğu ifade ettiğini kabul ederek, eserlerini mezheblerin sayısına önem vermeden yazmışlardır. Ebul-Hasen el-Eş'arî (v.324/936) "Makalatü'l-İslamiyyin"i, Fahrettin er-Râzî (v.606/1210) "İtikadatü Fırakıl-Müslimîn vel-Müşrikîn"i bu tarzda yazmışlardır. İbn Hazm da (v. 456/1064) sahih olmadığını iddia ederek bu hadisi reddetmiş ve "el-Fasl fil-Milel ve Ehvai ve'n-Nihal" isimli eserinde tesbit edebildiği mezhebleri yazmıştır.

İslâm Tarihinde Mezheblerin Çıkış Sebebleri

Müslümanlar arasında mezheblerin çıkışını etkileyen başlıca sebepler şunlardır:

1- İnsanların anlayış ve idrak seviyelerinin farklı oluşu, arzu ve isteklerinin uyuşmazlığı.

2- Metod ve ölçülerin farklı oluşu. Mesela; Mu'tezile aklı esas almış ve nakli buna tabi kılmış, Ehl-i Sünnet nakli esas almış ve aklı bunu destekleyici mahiyette kullanmış, İslâm filozofları sadece aklı esas almışlardır.

3-Arab ırkçılığı. Hz. Peygamber zamanında ortadan kalkan Hz. Osman'ın hilafetinin son yıllarında yeniden açık bir şekilde ortaya çıkarak anlaşmazlıklar üzerinde etkili oldu.

4- Hilafet münakaşaları ve bunun neticesinde ortaya çıkan fitne ve iç savaşlar. Bu savaşlarda müslümanlardan ölenlerin ve öldürülenlerin durumu, öldürme (katl), büyük günah işleyenlerin (mürtekib-i kebirenin) durumu meselesi, büyük günah işleyenin kâfir olup olmaması, kader, cebir ve kulun iradesi meselesi, bu iç savaşlarda kaderin rolü, gibi meseleler müslümanlar arasında farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

5- Karşılaşılan eski kültür ve inançların etkisi. Fethedilen ülkelerin değişik kültür ve dinlere mensub halkının bir kısmı samimi olarak ve bir kısmı da zahiren müslüman olmuşlardı. Bunlar eski din ve inanışlarının etkileri altında cebir, ihtiyar, Allahın sıfatları hakkında fikirlerini ortaya koşmuşlar ve bir kısım müslümanları da tesirleri altına almışlardı. Selef alimlerinin bunlara cevap vermekte yetersiz kalması sebebiyle Mutezile mezhebi ortaya çıktı. Bu mezhebin salikleri de akaidde akla önem veren bir metod geliştirmişlerdi.

6- Eski Yunan, Hind ve İran felsefesinin Arapçaya tercüme edilmesi. Eski felsefenin pek çok hükümleri İslam akaidi ile uyuşmuyordu. Bazı müslümanlar İslam Akaidini felsefenin tesiri altında kalarak mütalaa etmişler ve çeşitli görüş ayrılıklarına sebep olmuşlardır. Mutezile, felsefe ile meşgul olmuş, İslam akaidini açıklamada felsefi metodları uygulamışlardır.

7- Bir takım kıssacı ve hikayeciler, İslamla uyuşmayan asılsız hikayeleri nakletmişler ve müslümanlar arasında yaymışlardır. İsrailiyat denilen ve İslâmla bağdaşmayan bu hikayeler tefsirlere ve İslâm tarihlerine girmiş ve bu da müslümanlar arasında ihtilaflara yol açmıştır.

8- İslâmın tanıdığı fikir hürriyeti. Hicri I. asrın sonlarından itibaren herkes istediği gibi düşünür ve görüşünü söylerdi. Açıkça zarurat-ı diniyyeden birini veya birkaçını inkâr etmek hâriç, fikirler ve kanâatler üzerinde baskı yoktu. İlim adamları ortaya atılan meseleler üzerinde deliliyle birlikte hakikati arar, fikir ve kanaatını serbestçe beyan ederdi.

9- Nassların karakteri. Kuranda muhkem ve müteşahih ayetlerin bulunması. Müteşabih nasların belirlenmesi ve bunların tefsir ve te'villeri ihtilafa yol açmıştır.

10- Hadislerin, zabt edilme ve senedi konusunda konulan şartlar sebebiyle sahih, hasen ve zayıf kısımlarına ayrılması, zayıf hadisle amel edilip edilemeyeceği de ihtilaflara yol açmıştır.

11- Arabçanın gramer ve belâgatını bütün incelikleriyle bilememek. İslâmın maksadını anlamamak, hüküm çıkarırken cehalet sebebiyle Kur'ân'ın bütünlüğüne riayet edememek.

12- Heva ve nefse uymak, arzulara tabi olarak delilsiz hüküm vermek, başkalarını delilsiz taklid etmek.

13- Örf ve âdetlerin değişik olması da mezheblerin çıkış sebeplerinden birisidir.

Mezheplerin Çıkışı

Hz. Peygamber (s.a.s), hayatta iken sahabiler arasında herhangi bir ihtilaf' yoktu. Dinin usul ve füruunda sahabilerden bazısının anlamadığı bir mesele çıkarsa, Hz. Peygamber'e sorar, o da açıklardı. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer devirleri ile Hz. Osman'ın hilafetinin ilk yıllarında da herhangi bir ihtilaf çıkmamıştı. Sahabe ve tabiin devirlerinde akaidde bir mesele çıkarsa, hemen güvenilir alimlere müracaat olunur, hükmü alınır, ihtilafın çıkmasına fırsat verilmezdi. Akaid konularında vukua geldiği zaman ihtilaf ve çekişme ümmet için zararlı olur. Sahabe ve tabiin zamanlarında Ferâiz meseleleri gibi amele ait bazı ayrıntılarda görüş ayrılıkları olmuşsa da ameli sahadaki ihtilafın, çekişmeye sebep olması şöyle dursun İslâm toplumu için bir rahmet olmuştur. Hz. Osman'ın şehadetinden sonra tehlikeli olan siyasi ihtilaflar çıkmaya başladı. Özellikle hakem olayından sonra İslâm'da ilk siyâsî ayrılık ve bid'at mezhebleri kendilerini gösterdiler. İlk çıkan mezhebler siyası mahiyette olup bunlar dini bir kisveye bürünmüşlerdi.

Müslümanlar arasında zuhur eden iç savaşlarda Hz. Ali'nin yanında yer alan sahabe ve tabiine Şia-i ûlâ denilmişti. Daha sonra ortaya çıkan Hz. Ali taraftarı mutaassıb grubların da Şia diye anılmaları sebebiyle Şia-i Ûla'ya bu "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat" denilmiştir.

Hakem olayına itiraz edip Hz. Ali'nin ordusundan ayrılanlara Havâric (hariciler) veya Marika veyahut Muhakkime-i Ülâ denilirdi. Diğer taraftan Hz. Osman'ın katillerinin yakalanıp kısas yapılmasını isteyenlere Şia-i Osman denilmişti. Hz. Osman'a sevgi besleyip Muaviye tarafını tutanlara da Nasıba deniliyordu. Emeviler devletinin yıkılmasından sonra Nasıba tamamen silinip gitmiştir.

Hz. Ali'nin vefatından (40/660) sonra İbn Ömer, İbn Abbas gibi daha bir kısım sahabe hayatta iken akaidde meydana gelen ilk bid'at mezhebi, Kaderiyye olmuştur. Kader kulun ihtiyar ve iradesi hakkında ilk konuşan, Ma'bed el-Cüheni (80/699), sonra bunun görüşlerini yayan Gaylan ed Dımeşki (126/743) olmuştur. Ma'bed, kulun tam ve mutlak bir iradesi olduğunu, kaderin bulunmadığı fikrini ortaya atınca, o zaman hayatta olan İbn Ömer ve İbn Abbas, bu fikirlere karşı çıkarak onu şiddetle kınamışlardı. Sonra Ca'd b. Dirhem (v. 118/726 cebir fikrini ortaya atmış, talebesi Cehm b. Safvan (v. 128/745) Ermenilere karşı bir ayaklanmaya katıldığı için öldürülünceye kadar bu fikrin yanında Allah'ın sıfatları hakkında görüşlerini yaymıştı.

Hz. Ali'nin şehid edilmesinden (40/660) sonra, ashabın yolunda giden Ehl-i Sünnetin karşısında olan beş ayrı ana bid'at mezhebi ortaya çıkmıştır ki bunlar ileride zuhur edecek diğer bid'at mezheplerine kaynaklık etmişlerdir. Bu beş ana bid'at mezhebi Havaric, Kaderiyye, Cebriyye (Cehmiyye), Şia (Keysaniyye, Zeydiyye, İmamiyye) ve Mürcie'dir.

İslamda Mezheplerin Hükmü

Usul-i dinde (akaidde) ihtilaf zararlıdır. Akaidde ihtilaf, bid'at ve sapıklığa götürür. Sapıklık da büyüdüğü zaman küfre kadar iletir. Akaidde ihtilaf, İslam ümmetinin birliğini bozar, dinde tefrika doğurur. Bu sebeple, sahabe ve bunlara güzellikle tabi olan selef alimleri Usul-i dinde (akaidde) ihtilafı haram saymlş1ar ve buna asla cevaz vermemiş1erdir. Çünkü ümmetin birlik ve dayanışmasını aynı iman esasları etrafında ittifak etmek sağlar. Kamil imanın mü'minleri birbirleriyle birleştirdiği kadar başka hiç bir şey birleştiremez: "Ve (Allah) onların gönüllerini (iman ve Allah sevgisiyle birleştirendir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi harcamaz olsaydın yine onların (müslümanların) gönüllerini bu derece kaynaştıramazdın Çünkü Allah onların aralarını (iman ile) birleştirip kaynaştırdı. Çünkü O mutlak galibtir, yegane hüküm ve hikmet sahibidir" (el-Enfal, 8/63).

İslam birliğini parçalayıcı nitelikteki akide ayrılıklarının haram olduğuna delalet eden ayetler çoktur: "Hepiniz toptan Allah'ın ipine sarılınız. Ayrılıp parçalanmayınız." "Siz kendilerine apaçık deliller geldikten sonra ihtilaf ederek dağılıp parçalananlar gibi olmayın"aglaAlu İmran, 3/103,105). Hz. Peygamber'in Allah tarafından' getirmiş olduğu kesin delillerle sabit olan bir hükmün kendisi ihtilaf konusu yapılamaz. Dinden olduğu kesin delillerle bilinen esaslardan (zarurâtı diniyyeden) birini veya birkaçını inkâr eden bir mezhebin İslâm ile alakası kesilir.

Fıkıhtaki ihtilaflar, itikattaki ihtilaflar gibi bid'at ve delâlete götürmez. Usul-i din ile füru-ı dindeki (amelî hükümdeki) ihtilaf arasında büyük fark vardır. İslâm dininin akaidinde kesin delilsiz ihtilaf haram, bid'at ve dalalet sayılırken fıkhi meselelerde içtihadların farklılığı rahmet sayılmıştır. Böylece zaman ve mekânlara göre Muhammed ümmetine geniş imkânlar sağlanmış olur. Hz. Peygamber (s.a.s.) Muaz İbn Cebel'i (v.19/640) Yemen'e vali olarak gönderirken ona sordu. "Ne ile hükmedeceksin?" O da "Allah'ın kitabıyla" "-Onda bulamazsan." Muaz: "Rasulullah'ın sünnetiyle hükmederim" dedi- "Bunların herikisinde de bulamazsan ne yaparsın." diye sorunca, Muaz: "O zaman re'yimle içtihad ederim." dedi. Rasulullah bu cevaptan memnun kalarak

"Rasulünün elçisini, rasulünün razı olacağı bir şeye muvaffak kılan Allah'a hamdolsun " dedi (Ebû Dâvûd, el-Akdiye, 11; Ahmed b. Hanbel,Müsned, V, 230, 236). Böylece Rasulullah Kitab ve Sünnet'te hükmü bulunmayan meseleler hakkında ictihad etmesine izin verdi. Fakih sahabiler de Muaz b. Cebel'in yolunu takip ettiler.

Yalnız "mevrid-i nas'da içtihada mesağ yoktur" yani Kitab ve Sünnet'te hükmü bulunan bir mesele içtihad konusu olamaz. Nasslardaki hükmü ne ise onunla hüküm verilir. Hadisler mütevatir, meşhur, ahad, muttasıl, munkatı, mürsel gibi kısımlara ayrılır. Mütevatir (bunun sayısı çok azdır) ve meşhur hadisi her müctehid delil olarak alır. Hanefiler hadis hususunda titiz davrandıkları için çoğu zaman ahad haberi delil olarak kabul etmezlerdi. Şâfiî, ahad haberi kıyasa tercih ederdi.

Tabiin ve Tebe-i Tabiin devrinde Hicaz'da hadis bilenler çok olduğu için Hicaz fukahasına "Ehlül-Hadis" denmiştir. Irak'ta daha çok rey, kıyas ve içtihad yoluyla hüküm verildiği için, Irak fakihlerine de "Ehl-i Rey" denilmiştir.

Hicri I. asrın sonlarından itibaren mezheblerin kurucuları, akaid ve fıkıhtaki görüşlerini beyan ederler, meselelerin hükümlerini açıklarlardı. Bunlardan okuyanlar ve yazanlar, sözlerini ve içtihadlarını duyan insanlar, bunların görüş ve açıklamalarına uyarlardı. Böylece bu zatların görüş ve içtihadları halkın anlayışlarında bir mezheb olarak yerleşir kalır. Mezheb sahibi olan bu büyük âlim ve imamlar hiç bir zaman, biz bir mezheb kuruyoruz, bize uyunuz, diye halkı görüşlerine uymaya çağırmazlardı. Hükümdar, emir gibi kimselerin davet ve emriyle de bir mezheb kurmaya yeltenmemişlerdi.

Fıkhi ihtilafın cevazıyla beraber mezhebi içtihadın Kur'ân'ın ruhuna uygun olması gereklidir. Yani içtihat tevhid, mahlukata şefkat, başkalarının can, namus ve mal haklarına hürmet, iffet, adalet, eşitlik, istikamet, emanet ve vazifelere riayet, iyilik ve bunda yardımlaşma esaslarına aykırı olmamalıdır. Peygamberimiz, müctehidin içtihadında isabet ederse, iki sevab, iyi niyetle Allah rızası için yaptığı içtihadında hata ederse, bir sevab alacağını söylemiştir (Buhari, el-İ'tisam, 21; Müslim, el-Akdıye, 6).

Bid'at Mezheplerinin Özellikleri

Bid'at; bazı kimselerin dinde olmayan bir şeyi sonradan ortaya atıp bunu şer'î imiş gibi göstermeleri ve bununla Allah'a ibadeti kasdetmeleridir. Bid'atlar, küfre götüren ve küfre iletmeyen olarak iki kısımdır. Mesela; Bahaîlerin Hz. Muhammed'in son peygamber olmayıp ondan sonra rasullerin geleceğini iddia etmeleri. Nusayrîlerin Hz. Ali'ye ulûhiyyet isnad etmeleri küfürdür. Mu'tezile'nin Kelâmullah'ın mahlûk olduğu görüşünde olmaları ise, küfre götürmeyen bir bid'attir.

Acaba akaidde hangi ihtilaf sünnet dairesinde, yani Rasulullah ile ashabının takib ettiği yola uygun, hangisi Rasulullah'ın akide sünnetinin dışındadır. Küfre giren bir mezhebi tesbit etmek kolaydır. Fakat akaid sahasında ortaya atılan bütün bid'atları tesbit etmek, imkânsız değilse de çok zordur. Bid'at mezheblerinin bütün alâmetlerini tam olarak vermek zor ise de bunların açık ve genel özellikleri şöyle sıralanabilir.

1- Müslümanların büyük kalabalığından, ehl-i İslâmın büyük çoğunluğundan ayrılmak. Sahabiler ve büyük müçtehid imamların yolundan gidenler, müslümanların büyük kalabalığını teşkil ederler. Bunlara da sünnîler denilir.

2- Kendi heva ve heveslerine tabi olmak. Delilsiz takib edilen yollar eğridir ve bid'at yoludur.

3-Mütevatir hadisten başkasını kabul etmemek küfre götürmezse de sahih hadisleri kabul etmemek eğrilik ve sapıklığa götürür.

4-Kitab ve Sünnet'te bulunmayan bir kavli veya bir fiili şer'î ve dini olarak ortaya attıklarında, halkı bunu kabul etmeye zorlamak, halkı buna uyması için baskı yapmak.

5- Kur'an'ın muhkemini bırakıp müteşabihlerine tabi 6lmak ve muhkem âyetleri de delilsiz keyfi olarak te'vil etmek.

6- Hüküm çıkarırken Kur'anın bütünlüğüne riayet etmemek. Halbuki Kur'an'ın birbirleriyle çelişen hiç bir âyeti yoktur. "Eğer o (Kur'an) Allah'tan başkası tarafından olsaydı, elbette içinde birbirini tutmayan pek çok şeyler bulurlardı" (en-Nisa, 4/82).

7- Zarurat-ı diniyyeden birini veya bir kaçını inkâr etmek, iman esaslarının zıddı olan bir takım inançlar taşımaları sebebiyle bazı mezhebler küfre düşmüşlerdir.

Mezheblerin genel tasnifi

slâm tarihinde zuhur etmiş mezhebler başlıca üç kısımdır:

A) Siyasi mezhebler: Bunlar önceleri siyasi bir maksatla ortaya çıkmış, sonraları itikadî bir kisveye bürünmüşlerdir. İlk önce zuhur eden siyâsî mezhebler üçtür. Nasıba: Hz. Osman ve Muaviye taraftarları, Şia: Hz. Ali taraftarları; Havaricde: Hz. Ali ve Muaviye'ye karşı çıkanlardır.

B) İtikadi Mezhebler (akaid mezhebleri): İkiye ayrılır:

1- Ehl-i Sünnet mezhebleri: Bunlar da ikiye ayrılır: a) Eh1-i Sünnet-i hassa denilen Selefiyye. Selefiyye'nin mütekaddimini ve müteahhirini vardır. b) Eh1-i Sünnet-i amme: Matüridiyye, Eş'ariyye. Bunlara Halefiyye de denir.

2- Ehl-i Bid'at: Ehl-i Bid'at mezhebleri de ikiye ayrılır:

a) Küfre düşmeyenler. İki kolu dışında Hariciye, Kaderiyye, Mutezile, Cebriyye (sorumluluk yoktur diyenleri hariç), Zeydiyye, İmamiyye (İsna Aşeriyye), Kerramiyye, Naccariye, Haseviyye.

b) Küfre düşen bid'at mezhebleri: Haricilerden Acâride'nin Meymuniyye kolu, Yezidiyye, Batıniyye-i Nizariyye (ki bu mezheb hicri 5. asrın sonlarına doğru Hassan Sabbah tarafından kurulmuştur), Nusayriyye, Dürziyye (Dürzilik), Babilik ve Behailik (Behaiyye).

C) Fıkhî mezhepler: Fıkıh mezheblerinin hepsi de Kur'an ve Sünneti esas alırlar. Bunlar da ikiye ayrılır:

1- Bugün tabileri bulunan mezhebler: Hanefiyye, Şafüyye, Malikiyye, Hanbeliyye, Caferiye, Zeydiye ve Zahiriyyedir. Bu sonuncusunun müntesibi pek az kalmıştır. Hindistan taraflarında Zahiri mezhebine bağlanan pek az kimse vardır.

2- Tabileri kalmamış olanlar: Bugün tabi ve müntesibleri kalmamış ve fıkıh tarihine geçmiş olan mezheblerin imamları şunlardır: Abdullah b. Şübrüme (v.h. 144), Abdurrahman el-Evzai (v. 157), Süfyan es-Sevri (v. 161), Muhammed b. Abdurrahman b. Ebi Leyla (v. 148), İshak bin Rahuye (Raheveyh, v. 238), Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi (v. 310), Leys b. Sa'd (v.175), Müzeni (v. 264), Ebu Sevr İbrahim b. Halid Muhammed b. İshak b. Huzeyme (v. 311).

Akaid mezheblerin muhtelif açılardan taksimi:

A) Allah'ın sıfatları. Allah'ın sıfatlarını, zat-ı Bari ile kaim, hakiki ve vücudi olarak kabul edenlere Sıfatiyye denilir. Ehl-i Sünnet mezheblerinin hepsi, Hişâmiyye ve Kerramiye gibi. Yalnız Hişamiyye ve Kerramiyye Mücessime (Allah'a cismiyet isnad edenler) ve Müşebbihe'den (Allah'ı başkalarına benzetenlerden) idi.

Allah'ın zatından başka sıfatları yoktur, O'nun sıfatları zatının aynıdır, zatının tealluk ettiği şeylere göre bir durumudur diyenler; Cehmiyye ve Mu'tezile'dir. Bunlar, Allah bilir, âlimdir ama onun zâtına zaid hakiki bir ilim sıfatı yoktur, zatının bilme hali (alimiyyet = biliciliği) vardır, derler. Allah'ın sıfatlarını zatının aynı kabul edenlere, sıfatları nefy ettikleri için "muattıla" denilir.

B) İmanın hakikatı konusunda mezhebler. İman edilecek konular mü'menün bih veya imanın müteallakı denilir. Mü'menün bih, Hz. Peygamber'in Allah tarafından getirip tebliğ etmiş olduğu kesinlikle bilinen esas ve hükümlerdir. Bunlara zarurat-ı diniyye de denilir. Namaz kılmak, zinadan kaçınmak gibi zarurat-ı diniyyenin neler olduğunda -bunlar hem subutu, hem de manaya delaleti kat'i nasslar ile sabit olduğu için, küfre düşen mezhebler hariç- bütün İslâm mezhebleri ittifak etmiştir. Mü'menun bihe inanmak keyfiyetine imanın hakikatı denilir. İmanın hakikatı konusunda başlıca 5 mezheb vardır:

1- Cumhur-ı Muhakkikin. Bunlar Matüridiyye'nin çoğunluğu ve Eş'ariyye'nin bir kısmıdır. Bunlara göre; irnan kalb ile tasdiktir. Mü'menün bihi kalbiyle kabul edip doğrulamaktır. Bir kimseye diliyle ikrar, müslüman olduğunun bilinip ona İslâm muamelesinin uygulanması için lazımdır.

2- Kavl-i Meşhurcular. Bunlar Şemsül-Eimmeti's-Serahsi, Muhammed Pezdevi gibi bir takım Hanefiyye fukahasına uyanlardır. Bunlara göre iman, kalb ile tasdik ve dil ile ikrardır. Bunlar, "öldürülmek veya evinin yakılması korkusu gibi bir mazereti olmadan diliyle de ikrar etmeyen, mü'min olmaz" diyenlerdir.

3- Hariciler, Mu'tezile, Zeydiyye. Bunlara göre, iman kalb ile tasdik, dil ile ikrar, farzları ile ifa etmek ve haramlardan kaçınmaktır. Büyük günahına tevbe etmeden ölen kimsenin ebediyyen cehennemde kalacağına inandıkları için bu mezheblere bağlı bulunan kimselere Va'idiyye de denilmiştir.

4- Kerramiyye. İman sadece dil ile ikrardır, diyenlerdir. Bu mezheb zamanla ortadan kalkmıştır.

5- Mürcie. "İman Allah'ı bilmektir. Kâfire yaptığı iyilik fayda vermediği gibi mü'mine de günah zarar vermez. Günahkâr mü'min cehenneme girmez, hasenâtı kabul edilir, seyyiâtı affedilir" diyenlerdir. Böyle diyenlere, mezhebler tarihinde "Mürcie-i ehl-i dalal" da denilir. Bu mezheb de zamanla yok olmuştur.

C- Kulun ihtiyarı ve kader konusunda çıkmış olan başlıca üç mezheb vardır.

1- Cebriyye: Kulun ihtiyar ve iradesinin olmadığını iddia edenlerdir.

2- Kaderiyye ve Mu'tezile: Kulun mutlak hür olduğunu ve işini kendisi dinleyip yarattığını iddia edenlerdir.

3- Ehl-i Sünnet mezhebleri: Kulun hür olduğunu kabul etmekle beraber kadere de saygılı olan kimselerin mezhebidir.
Ekleme Tarihi: 01.12.2003 - 13:57
Bu mesajı bildir   feyza27 üyenin diğer mesajları feyza27`in Profili feyza27 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Gast Muvahhid  
SELAM OLSUN RABBİM ALLAH DİYENLERE Alıntı yaparak cevapla

Misafir

Kayıt Tarihi: 26.11.2024
En Son On: 05.05.2009 - 09:13
Cinsiyeti: ----- 
Allah’ın Koyduğu Kurallar

Haramlar ve helaller, günah-mübah, sevab vb. nin TEK ve biricik kaynağı Kur'an'dır (=Allah sözü). Yani Kur'an'dan helal ve haramlar çıkarımsanabilir ve başka bir yol ASLA yoktur (Allah'a şirk olur). Örneğin Ayet şöyle der: "Namazda Kur'an’dan kolayınıza geleni okuyunuz (kıraat ediniz). Bu Ayetten "Kıraat=Namazda okumak FARZ" deriz ve bunun aksini söyleyen din dışı kalır. Ayete yeniden göz atalım: KIRAAT namazın 12 farzından biridir. Bu farzı dosdoğru uygulamayan da din dışına itilir (namazı iade ile terslenir). Örneğin Ayette, "Kur'an'DAN KIRAAT EDİNİZ" diyor. Kur'an'dan okuyacaksınız. Sübhaneke, Ettehıyyatü vb. okunursa, Kur'an'dan olmadığı için NAMAZINIZ MAUN ile yüzünüze çarpılır. Farz olan namazda Kur'an'dan okumaktır.


“Ettehıyyatü (Oturduk) lillahi (Allah ile dizdize)”... Bunun yerini gösteriniz... Bu işleri ekstremlerde arayacağımıza Kur’an'dan kolayımıza geleni okuyalım. Diğerlerini de selam verip namazdan çıkınca "Amin" diye dua ederken okuyalım. “Rabbena”ları ve “Sübhaneke”yi... Bunlar namazı bozar, DUA'yı bozmaz elbette.

Bakara 201. “Ve minhüm mey yekulü rabbena atine fid dünya hasenetev ve fil ahırati hasenetev ve kına azaben nar”

Eğer "Ve minhüm mey yekulü rabbena atine fid dünya hasenetev ve fil ahırati hasenetev ve kına azaben nar" derseniz, yani başına "Ve minhüm mey yekulü" korsanız “Rabbena atina” olacaktır. Ayrıca bir başka önemli nokta da şu: “Rabbena atina” ve “Rabbenağfirli” İKİ ayrı yerde geçen İKİ AYRI pasajdır. Yani birbirinin devamı, yaması değildir. Bunları namaz içinde ardarda okumayınız. Selam verip namazdan çıktıktan sonra okuyunuz. Önemli olan NAMAZI bozmamaktır. En iyisi kolayımıza gelen bir Ayeti okumaktır. Riske etmeden... Diğerleri ise namazın dışında okunabilir, çünkü dua kapsamındadır. Özellikle "Kul (Hüvellahü ehad gibi) başlayanları KOLAYIMIZDAN kabul etmekteyiz. Böylece FARZ'ın dosdoğrusunu ve sakıncalı olanını size iletmek için bu konuyu açmıştım.

Haramları da Kur'an denen tek mercii belirler. Belirteç Allah'ın sözü ve değişmez hükmüdür. Kur'an'da haramlar bellidir tek kelimedir. Harame ve Hurrema.

En'am 150. Şunu da söyle: "Allah şunu haram etmiştir diye tanıklık edip duran şahitlerinizi getirin." Eğer tanıklık ederlerse sakın onlarla birlikte tanıklık etme! Ayetlerimizi yalanlayanlarla âhirete inanmayanların keyifleri ardınca gitme! Onlar, kendi Rab'lerine başkalarını denk tutuyorlar.

Haram olmayanı haram etmek, EBEDİ CEHENNEMİ SATIN ALMAKTIR. Domuz eti haramdır. Helal diyen dinden çıkar. İçki, kumar ve fal oklarından UZAK DURULMALIDIR; ama bu üçüne HARAM diyen Allah'ı hiçe sayarak bir şirk gibi "Bu da benim haramım" demiş olur ve dinden çıkar.



Tahrim 1. "Ey Peygamber! Allah'ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek neden haramlaştırıyorsun?"

Evet peygamber kendi sünnetini Allah’a şirk koşamaz. Sünneti Muhammedi ile Sünnetullah asla düello edemezler....
Şafiilikte anne-kızkardeş-özkızınız-halanız sizin abdestinizi bozuyor... Şafiilik ve Hanbelilik kadın için "Necis=Pislik" diyor (açıkça ilmihallerinde yazılıdır). Erkek cenazeyi 50 cm; kadını ise 85 cm. derine gömdürüyor. Gerekçesi şöyle :"Kadın pisliktir, cesedi bile çok kokar!". Şimdi bizim doktorlara soruyorum. İNSAN (Kadın ve erkek değil) cesedi EŞİT HIZDA bakteryel dezentagrasyona uğramaz mı? Bu durumda kadını aşağılayan ve hatta ensest paranoyalar kokan bu sapık mezheblere hak mezhebi falan demeyelim. Köpek=Şeytan diye yazıyorlar ilmihallerine. Bunlar İslamdan değildir, bidattır, inanılmamalıdır. Ne demek yani, ben annemin elini öpeceğim ve ABDEST alacağım. Ne demek bu? Kızım benim elimi öpecek ve namaz abdestim bozulacak! Bırakalım bu işleri artık. Yezidiliğin dört mezhebi var (Aslında Malikilik ve Hanefilik mezheb değil, mezhebleştirilmiş, öyle sunulmuştur). Süfyaniliğin iki mezhebini bize HAK MEZHEBİ diye yutturdular Ve de yuttuk! Hep Ebu Süfyan-Muaviye-Yezid kazandı... Hep Ehli Beyt kaybetti. Şafii ilmihalinde şöyle yazıyor: "Anne-bacı-hala-teyze vb. den sonra tokalaşanlar namaz abdesti alırlar. TERCİHAN BOY ABDESTİ almalıdırlar. "Eğer sizi yanlışlıkla bir köpek yalarsa" BOY ABDESTİ ALMANIZ GEREKİYOR. Buyrun hak mezheblerimizi... Muaviye bu işleri böyle yaptı. Ve o Ayeti anımsadınız mı? "İntikamlarını aldılar". Şuara Suresi’nin en sonuncu Ayetleri... Orada bildirilen Muavite ve Yezid'dir. 221. Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? 222. Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üzerine inerler. 223. Onlar, kulak verirler ve onların çoğu yalancıdır. 224. Şairler(e gelince), onlara da sapıklar uyar. 225-226. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi? 227. Ancak iman edip iyi ameller işleyenler, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar müstesna; haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.

“Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar müstesna; haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir”. Oradaki kelime "Haksız iftira atanlara karşı İNTİKAMLARININ alınacağı yazılmıştır (Dünya’da yani tarih boyunca)., Yezidi vb. de "haksızlık” edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir, bunu öğreneceklerdir.

...
İbrahim babamız kadınlara çok önem veriyordu. Zaten ANNE sevgisini (öksüzdü) ararken Allah arayışına girmişti. 13 yaşındaydı ama ARŞ'ı sallıyordu. Sara ve Hacer, iki hanımına çok düşkündü. İbrahim döneminde 100 yaş şimdiki 60 yaş gibiydi. Erkeğin bir andropozu olmadığından ve sürekli androjen üretimi yapıldığından heryaşta çocuk sahibi olması olasıdır. Nuh 600 yaşındaydı Tufan sırasında, dedesi ona "çocuksun" diyordu. Adem 950 yaşında vefat etti. Ebedi çocuktu ve hiç büyümedi... Ebediyen de büyümeyecek (Safiyullah asla büyümez, hep çocuktur).
Ekleme Tarihi: 05.12.2003 - 22:47
Bu mesajı bildir   zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

  Cevap ekle Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1726 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
YaHaMeS (39), ideal900 (47), Seher gülü (53), gözbebeðim (38), cemhan06 (45), sarikayamusa (45), kelamm (39), mkurban (40), isranur (41), kevserr (41), zemhari (52), omerkartal (54), salihaaydinoglu (43), Yasin57 (51), IslamExplorer37 (36), czenem (65), padem22 (39), Gülgüzeli (41), kucuk_ahmet (25), tesisat (44), mavi_maske (39), fakir58 (42), yasuaki01 (50), meryembebek (), hcryky (39), ymucur (43), hasno (46), rahmiz (40), bihter (54), nursen79 (45)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.77795 saniyede açıldı