0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » Militer cumhuriyetten, demokratik cumhuriyete

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 8 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Militer cumhuriyetten, demokratik cumhuriyete

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Militer cumhuriyetten, demokratik cumhuriyete!
Abdurrahman Dilipak - Vakit

Bu iş böyle olmayacak. Terörün arkasındaki ve yargının içindeki Ergenekonu deşifre etmeden olmayacak.. Eşzamanlı olarak hem Kürt Ergenekonunu ve hem de bu yapının yargıdaki uzantılarını deşifre edeceksiniz.. Arkası gelecek, siyaset, bürokrasi, iş dünyası, Media, STK, Baro, odalardaki Ergenekonu deşifre edeceksiniz. Hatta Hariciye içindeki uzantıları. Bizim monşerlerin özellikle Localar, Yahudi lobisi ile öteden beri yakın ve sıcak ilişkisi olmuştur.. Daha monşerlere sıra gelmedi.. Daha İngilizce telefon görüşmeleri yayınlanmadı.
Terör ve Ergenekonun arka planında CIA, MI5, Alman istihbaratı BND ve MOSSAD ilişkisini, bu işin perde gerisindeki petrol ve uyuşturucu kaçakçılığı, arazi mafiasına kadar uzanan karanlık ilişkileri deşifre etmeden bir yere gidemezsiniz.. Kayıtdışı ekonomi ve kayıtdışı siyaset buradan besleniyor.. Ekonomik kaynaklar ve dış destek.. Bu iki kanal kontrol altına alınmalı. Ve ille de İsrail..
Bu kanlı ve kirli oyun bugün ortaya çıkmadı. Hep olageldi. Cumhuriyetin ilanından beri isyanlar bitmedi.. Kürt ayaklanması, Dersim.. Tenkil, tedip, tehcir.. Hatta bu işi Osmanlı’nın son dönemine kadar uzatabilirsiniz..
CHP hep bu işin odağında yer aldı.. Baykal’ın Ergenekonun avukatlığına soyunması boşuna değil..
Ya da Ergenekon için can simidi olan ve tahliye ile sonuçlanan karar ile bu saldırıların denk gelmesi sıradan bir raslantı değil..
CHP’nin savunduğu rejimin adı Cumhuriyet değil, Monarşik bir diktatörlüktür.. İsmet Paşanın elinde Tek Adam rejimi, Cumhuriyetle maskelenmeye çalışılmıştır..
Türkiye hâlâ darbe anayasalarından kurtulamadığına ve hâlâ bir darbe anayasası ile yönetilmeye devam ettiğine ve darbeciler yargılanamadığına göre, Türkiye yarı askeri bir rejimdir. Yani militer bir Cumhuriyet rejimi sözkonusu..
Derin devlet, Ergenekon, çete, kayıtdışı siyaset.. Adına ne derseniz diyin; bu yapı, bu rejimin gayrimeşru çocuğudur..
Açık oy gizli tasnif olmayınca, CHP’nin seçim kazanma şansı da kalmadı. Onun için darbe bir ara çözüm gibi gözüktü..
Zaten tek parti var. Ama parti de seçmiyor adayları, sofrada tek adam tarafından aday belirleniyor. Oy kullanacakları da parti.. Sandığın üzerinde CHP bayrağı var, başında da süngüsünü takmış bir jandarma bekliyor.. Sahi bu şartlarda, açık oy gizli tasnife ne gerek vardı?
Muhalefetin muhatabı ilk dönemde İstiklal Mahkemeleri idi. Bugün de yargı içindeki bazı unsurlar kendini aynı konumda görüyor sanki. Nitekim, söz konusu olan rejimse gerisi teferruattır.. Mahkeme dedikse öyle temyizi, savcısı, avukatı olan bir mahkeme değil. Yargılama da kanuna göre yapılması gerekmiyor. Verdikleri karar kanun sayılıyor. Normal bir mahkeme değil, TBMM adına yargılama yapıyorlar. Yani Parti adına.. Yani Tek Adam ya da 2. Adam adına.. Savcı, hakim, müşteki, infaz memuru, temyizi hepsi kendileri.. Usul şartı da aranmıyor..
CHP’nin o günden beri kimyası bozuldu, bir türlü de düzen tutturamadı.. İktidar olamadı ama muhalefeti de beceremiyor.. Hâlâ kendini tek parti, devletin, rejimin, sahibi ve koruyucusu sanıyor..
Son olarak kentsel dönüşüm yasasında askeri arazilerin şehir planlamasında yeniden yapılandırılması ile ilgili olarak safını seçti.. CHP askercil cumhuriyetten yana..
Hakimlere devam eden bir dava ile ilgili hukuk dışı yollarla mahkûmiyet kararı verenler; suçluların, darbecilerin üzerine giden savcıları cezalandıran yüksek yargı kurulları; darbecileri, çetecileri kurtarmak için nasıl bir çaba içindeler hep beraber gördük.. Bu yargı bu!
Yaptığı iş, 2. iş olan bir sürü adam var her meslekte, galiba yargıçlık da birilerinin 2. işi.
Aslında iyi oluyor bunlar.. Kimin kim olduğunu öğreniyoruz, dahası bu adamların gerçek niyetlerini, de öğrenmiş oluyoruz. Hukukun yargıçlar tarafından “icabında” nasıl ayaklar altına alındığını görüyoruz.
Bugün Ergenekoncuları, bütün hukuk kurallarını çiğneyerek kurtarmaya çalışanlar, dün, bütün hukuk yollarını çiğneyerek beni mahkûm ettirmek için çalışıyordu. Ben bunları tanıyorum. Aslında yargıdaki bu yürek burkan, tuzu kokutan gerçekler, mahkemeye yolu düşen herkesin bildiği bir “sır”dır.. İnsanlar boşuna, “Avukat tutma, hakim tut” demiyorlar galiba. Sorun sadece cüzdan-vicdan arasına sıkışma meselesi de değil..
Son olarak Çetin Doğan’ı kurtardılar.. Haberal’ı, Cihaner’i kurtarmak için neler yapıyorlar..
Bu durum; ortada, bunların korktukları ya da kariyer için peşine takılanlar bu gelişmeler karşısında şimdi durumlarını bir defa daha gözden geçireceklerdir..
Ben yazmadığım yazıdan mahkûm oldum. Üstelik yazanı, yazıya konu olan sözleri söyleyeni berat ettirdiler, ben mahkûm oldum. İtiraz ettim, mütebessim bir çehre ile dinlediler, ama oy birliği ile yine mahkûmiyet kararını onayladılar.. Erkaya davasında, beni bulamadıkları bir yana, beni mahkûm ettikleri, daha doğrusu bana atfettikleri sözlerin bir kısmı da bana ait değil. Ama olsun, vicdan sorunlular bastılar kararı.
Hep diyorum ya, bir insana yapılan bir haksızlık, bütün bir topluma yöneltilmiş bir tehdittir..
Adalet Bakanlığı kanun yararına bozma talebinde bulundu. Yargıtay Başsavcısı “evet hukuksuzluk var” dedi, ama yine de aynı daire kararı bir defa daha tasdik etti..
Ben bunları tanıyorum. İlk derece mahkemesi de böyle, son derecesi de. İstedikleri hakime davalarını nasıl düşürdüklerini Doğan davasında gördük. Onun için kendilerinden çok eminler. Arkalarına TSK’yı, önlerine yargıyı aldıklarını düşünüyorlar. Millete, milletin inanç ve değerlerine karşı onun için bu kadar pervasızca, topyekun savaş ilan edebiliyorlar.. “Ben yaptım oldu” kafasındalar.. Bizden kimse hesap soramaz, ama “biz herkesi gerekirse olduğu yerden alır, içeri tıkarız” havasındalar.. Askerin yargı, bürokrasi ve siyaset, hatta sermaye ve media içindeki uzantılarının da deşifre edilmesi gerek. Ve tabii yabancı ülke ve istihbarat örgütleri, mafia ve derin yapılarla ilişkisinin de deşifre edilmesi gerek..
Derin devlet yapılanması, Ergenekondan ibaret değil. Bunlar devede kulak..
Ama, bana kalırsa şimdi yeni bir hamle için tam zamanı.. Suçüstü oldular. Deşifre oldular.. Hukuk dışına çıktılar..
Beni yıllarca Askeri mahkemede yargıladılar. Sadece beni değil, Cuma dergisinin yazarları da sanık oldu. Dergi kapandı.. Şimdi dava zaman aşımından düştü. Peki geçmişte yaşananların hesabını kim verecek?. Biz haklıydık. Bizim eleştirdiklerimiz şimdi sanık sandalyesine oturuyor. Birileri de yargıdan sanık kaçırma oyunu oynuyor. Bizi mahkûm etmek isterken kendileri sanık oldular.. Eee, “etme bulma dünyası” bu dünya. “Alma mazlumun ahını” denmiştir.. Kazdıkları kuyuya düştüler. Şimdi kurtulmak için çırpınıyorlar.. Çırpındıkça da batıyorlar..
Siyaset ve yargı içindeki, mafia ve terör örgütü içindeki Ergenekon uzantılarını kurtarmak için niçin bu kadar canla başla çalıştıklarını şimdi daha iyi anlıyorum. Sıra kendilerine gelmeden birileri bu süreci durdurmak istiyor. Kendi geleceklerini kurtarma adına, içeridekileri kurtaracaklar ki, onlar da kendilerini kurtarsınlar. Bu, al gülüm - ver gülüm bir suç ortaklığı. Herkes aslında kendini kurtarma çabasında. Ama bu arada tamamen deşifre olduklarının farkında bile değiller.. Yaptıkları ile koşar adım, kendi cehennemlerine, kendi sırtlarında odun taşıyorlar.
Sahi, bu olayların tam da ağustos öncesine denk gelmesi, Gazze olaylarının ardından, bu son yargı kararları, İskenderun’daki saldırı, hepsi tesadüfle açıklanabilir mi?
Yolunuz açık olsun.. Durmak yok, yola devam! Herkes kendi akıbetine koşar, kaçtığını zannederken bile..
Selâm ve dua ile..

Ekleme Tarihi: 20.06.2010 - 01:40
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
kolye7 su an offline kolye7  
Hangi Demokratik Cumhuriyet ????

309 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.12.2004
En Son On: 04.10.2010 - 20:47
Cinsiyeti: Erkek 
Merhabalar,

Düşünceme ve bugün AKP nin yapmak istediği şeyi anlatma konusunda oldukça anlamlı bulduğum sağduyulu bir vatandaşımıza ait bir alıntı yazı veriyorum. Lütfen başlık yazıdan sonra bunuda bir zahmet okuyunuz. Kararı sonra verirsiniz.
*********************************
akp adlı siyasi örgütün sekiz yıllık iktidarı boyunca yaptıklarıyla kanıtladığı gerçektir.

şöyle ki, söz konusu parti demokrasiyi yalnızca kendi amaçlarını gerçekleştirmek, kendi gücünü herkese hakim kılmak, kendi düşüncesini türkiye'ye zorla kabul ettirmek ve uygulatmak, kendisini desteklemeyen her çevreye saldırmak için kullanmıştır ve kullanmaktadır.

akp'yi yöneten rte zihniyeti demokrat değildir ve olamaz. kendisi de bunu her fırsatta belli etmektedir. rte'nin demokrasi düşmanlığı öylesine büyüktür ki kendi anladığı demokraside, eğer hükümette akp varsa hükümet aleyhine meşru yollarla kampanya yapılamaz, hükümet aleyhine gensoru açılamaz, gazete yazarları hükümeti tenkit edemez, hükümeti eleştiren gazeteler hakkında her türlü siyasi ve mali baskı uygulanır. yetmeeez. rte'nin demokrasisinde hukuk kurumlarından adam satın alınır, sahte belgelerle sahte çeteler kurulur sonra cadı avları başlatılır. hükümeti eleştiren herkes çeteci ilan edilir ve hapse tıkılır. aradan iki yıl geçmiş olsa bile yargılanmazlar.

rte öyle demokrattır ki,partisinde bile kimse o'nu eleştiremez. rte her tarafta demokrasi nutukları atar ama seçim sistemi alabildiğine antidemokratiktir, %10 barajı adı verilen garabet ortada durmaktadır. rte darbelerin karşısında demokrasi havarisi kesilmiştir. ama herşeyini 12 eylül darbesine ve o'nun beş generaline borçlu olduğunu bilir. rte anayasayı değiştirmek ister, ancak yeni anayasa için kendi istediği kimseler çalışmalıdır. işçi ve emekçiler rte'nin demokrasi düzeninde bütün özlük hakları ayaklar altına alınarak 11 ayda bir kapı dışarı edilecek mevsimlik ırgatlar haline getirilir. rte demokrasisinde üniversite özerk değildir, devlet radyo televizyonu partinin yayın organıdır.

demokrasi düşmanı akp, kürt yurttaşlarımıza özgürlük ve demokrasi vaad eder, ama suya sabuna dokunmaz. doğu ve güneydoğu'daki ağalık beylik düzeninin en büyük savunucusu büyük demokrat akp'dir. ülkeye demokrasi getireceği yalanını utanmadan söyleyen akp, demokrasinin tamamen dışındaki tarikatçılığın, şeyhliğin, şıhlığın teminatıdır. akp zaten bir tarikattır.

akp adlı partinin demokrasi düşmanlığı türkiye'yi adım adım felakete sürüklemektedir. türkiye'de demokrasi ordunun veya sözde cuntaların, eylem planlarının, ergenekon'un değil tek başına akp'nin tehdidi altındadır.

akp'nin demokrasiden anladığı seçim bile değildir, akp'nin anladığı demokrasi sadece ve sadece seçimlerde akp'nin iktidarda durmasıdır. akp halka yalan söyleyerek, halkı allah ile, halkı hukuk ile aldatarak, halkı kullaştırarak iktidara gelmiştir ve bunu sürdürmektedir. din bezirganlığının demokraside yeri yoktur. ama akp seçim meydanlarında bütün kutsal değerleri sömürmekte bir sakınca görmemektedir. türkiye işgal altında, ülke felakete sürükleniyor. ancak bu oyun bozulacaktır. akp yalana ve talana dayalı iktidarını artık sürdüremeyecektir. türk halkı elbet bunların farkına varacaktır. muhalefet partileri şimdi demokrasiye daha fazla sarılmalıdır ve ülkeyi açık bir faşizme götüren bu demokrasi düşmanı örgüt yok edilmelidir. demokrasilerde yalancıların, düzenbazların, din tüccarlarının, tarikatların yeri yoktur ve olamaz.

Volkan

Ekleme Tarihi: 20.06.2010 - 12:20
Bu mesajı bildir   kolye7 üyenin diğer mesajları kolye7`in Profili zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Eksen kayması ya da yargıçların intiharı!

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Eksen kayması ya da yargıçların intiharı!
Abdurrahman Dilipak - Vakit

Türkiye’de eksen kaymasından söz edenleri anlamakta güçlük çekiyorum.. Daha düne kadar nereye gittiği belli olmayan zikzaklarla dolu siyasi bir geçmişten, rotası ve ilkeleri belli bir siyasi döneme geçişin neresi eksen kayması?.
Ekseni mi vardı ki Türkiye’nin?. En iyi ihraç malımız ordumuzdu. “Ucuz asker deposu” diye bakıyorlardı bize, “3 sente muhtaç bir ülke” değil miydik? “Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülke” değil miydi? “Oltaya takılan balık yem istemezdi” değil mi?
“Bizim çocuklar”ın, hani şu “iyi çocuklar”ın ülkesi.. “Küçük Amerika” olma hayalleri kurduğumuz, şu batı demokrasisinin arka bahçesi, adam edilmesi, çağdaşlaştırılması, elinden tutulması gereken ülke... 10 yılda bir askerlerin yönetime el koyduğu, halkın resmi ideolojinin baskısı altında yarı askeri bir rejimle yönetilen ülke.. Dünkü Türkiye’den söz ediyorum.. Herkesin fişlendiği, laiklik adına dinin ve dindarların baskı altına alındığı, fikrin suç, kitabın suç aleti, düşünen adamın potansiyel suçlu, sivil örgütlerin tehdit olarak algılandığı ülke!
Ne güzel gül gibi geçinip gidiyorduk.. Artık ağız tadı ile bir fişleme bile yapılamayacak.. Çünkü Türkiye’de eksen kayması var.. Artık darbecilerden hesap sorulabilecek.. Sadece kağıtlarda kalmayacak “hukuk devleti” ve “insan hakları”, “demokrasi” iddiaları.. Laiklik din düşmanlığı şeklinde yorumlanamayacak..
Olacak şey mi bu!
Darbeciler nasıl yargılanır? Onlara destek veren yargıçlar nasıl suçlanabilir?. Kayıt dışı ekonomi ve kayıt dışı siyaset nasıl yasal denetim altına alınabilir?. Bu bir eksen kaymasıdır işte.
Bana sorarsanız bu eksen kayması değil, işlerin yoluna girmesi, rayına girmesidir..
Irmak kendi yatağına dönüyor..
Devlet, vatandaşı ile barışıyor. Toplum, geçmişiyle yüzleşiyor.. Aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerinde kendilerine iktidar ve servet üretenlerin çanına ot tıkanıyor.. Toplum, farklılıklara rağmen barış içinde bir arada yaşama idealinden söz ediyor. ADALET, BARIŞ, HÜRRİYET istiyor insanlar. Darbe anayasalarına, darbecilere hayır diyor..
Birilerinin eksen kayması dediği şey bu olsa gerek..
Tarihimizle yüzleşiyoruz. Komşularımız, tarihte bir ve beraber olduğumuz ülkeler ve halklarla el ele veriyoruz.. Doğru olan da bu zaten. Bu geç kalmış bir proje..
Birileri yargının siyasallaşmasından söz ediyordu. “Seyfi Oktay Olayı” yargının kimler tarafından, niçin ve nasıl istismar edildiğini bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor.. Sen neymişsin be Seyfi amca.. Seni CHP nasıl o makama getirmiş. Baykal o zaman bu bakanlıkta yaşananlardan habersiz miydi? Hiç insaf sahibi kimse kalmamış mıydı o bakanlıkta, bu gidişe dur diyecek? Barolar Birliği, HSYK, Yargıtay, Danıştay, neden kimsenin sesi çıkmadı!
Korku, dağları tutmuş demek ki!
Yargıtay’ı da gördük, Danıştay’ı da.. İlk derece mahkemelerinde neler yaşandığını da.. AYM’nin nasıl baskı altına alınmaya çalışıldığını da bilmeyen kalmadı..
Bu işler bu kadar ortaya çıkmasa, bu kadar tartışılmasaydı gerçek bu kadar net anlaşılmayacaktı.
İyi ki CHP’liler direndiler.. Bu vesile ile içinde şüphe bulunanlar, bu süreçte işin farkına vardılar.. Ortada dolaşıp, vicdanı ile farklı yerde dursa da kariyerini ve geleceğini düşünüp aklı ile bunlara yakın duranlar, artık vicdanlarının sesini dinleyebilirler.. Çünkü artık çetenin avukatlığına soyunarak kariyer beklentisi içinde olmanın zamanı geçti..
Darbecilerin güdümündeki, brifinglenmiş yargı ve yargıçlar suçüstü oldular.. Şecaat arzedeyim derken, aslında kendilerini ele verdiler. Bir bakıma intihar ettiler..
Bir albay ya da tuğgeneralin bir kahve içimlik sürede rejim sorununa ilişkin ricaları ile oylarını değiştirenlerin, o zaman belki de, kendilerini oraya getiren iradenin taleplerine boyun eğmekten başka bir çıkış yolu olmadığını, bu işlerin böyle gelmiş böyle gideceğini düşünüyor olmaları mümkün. Ama artık bitti..
O kahve içmeye gelenler bile artık aynı şeyleri savunmuyorlar. O yargıçların da artık, bırakıldıkları yerde durmamaları gerek. Yoksa kendilerine yazık etmiş olurlar ve yarın kendilerini savunacak bir dost da bulamazlar. Rejimi koruma refleksi ile yapacakları şeyler kendilerini gün gelir yargıç koltuğundan sanık koltuğuna oturtur. En azından kamu vicdanında öyle bir mahkum olurlar ki, kimsenin yüzüne bakacak mecalleri kalmaz..
Yargının çetenin avukatlığına soyunması “tuzun koktuğu nokta” olur herhalde..
Seyfi Oktay, Mehmet Moğultay dönemleri, CHP’nin hukuku nasıl karikatür haline getirdiğinin, nasıl çetelere açık hale getirdiğinin, nasıl derin, kapalı ve karanlık ilişkilerle bu işin sulandırıldığının açık bir göstergesi. Rejim maskesi altında şebeke, çete, uyuşturucu sanıkları, arazi yağmaları, cinayet gibi mafiavari kriminal olaylara da el atmış, iş üstlenmiş..
Baykal’ın niçin “Ergenekon’un avukatlığı”nı üstlendiği şimdi daha iyi anlaşılıyor..
Hani, eğer birileri bununla da yetinmeyecek olursa, yargıdaki skandallarla ilgili daha mübtezel olayları ihtiva eden dosyalar da yok değil.. Hazine arazisi yağmasında kim hangi ünlü gazeteci ile ortak İstanbul’un merkezinde arazi yağmaladı.. Askeri, sivili, siyasisi, hakimi, gazetecisi yok bu işin.. Ortak paydaları para, kadın, güç..
Bu işin rezilliği çıksın istenmiyorsa, olan oldu, bundan sonra işler bir düzene girsin, dün dünde kalsın, şimdi önümüze bakalım isteniyorsa, herkes kendine bir çekidüzen vermek zorunda.. Bu dürüstlüğü, cesareti önce yüksek yargı mensuplarından beklemek gerek.. Hâlâ birilerinin tehdit ve şantajından korkuyor olabilirler.. Geçmişteki işbirliklerinin faturasını birileri masaya koyabilir diye düşünebilirler.. Tamam bu şantaj ve tehditler mümkün, ama biraz da Hakk’tan ve halktan korksunlar.. Bu işlerin hesabının kendilerinden sorulacağından korksunlar..
Ötekilerin yapacak, söyleyecek fazla bir şeyleri yok.. Hani derler ya, bir adam ötekine, “Benim anam, senin ananı bilmem nerde görmüş” demiş de o da, “Senin anan orada ne geziyormuş” demiş ya.. Adama sorarlar “Sen orada ne geziyordun” diye.. Deşifre olmaktan korkarlar.. Geçti Bor’un pazarı. Borularının öttüğü zaman dünde kaldı.. Şimdi derin bir korku, çaresizlik ve yalnızlık içine düştüler.. Suçluluk duygusu beyinlerini ve vicdanlarını kemiriyor.. Söyleyecekleri her sözün ve atacakları her adımın aleyhlerinde bir delil olarak kullanılabileceğini biliyorlar.
AYM üyeleri vicdanlarının sesine kulak vermeli.. Telefondaki sese değil.. Sesleri artık telefondaki kadar güçlü çıkmıyor gerçek hayatta.. Onlar da köprülerin altından çok sular aktığının farkındalar.. Peki ya yargıçlar bunu biliyor mu? Ama yine de kendileri bilirler.. Halep ordaysa arşın burada.. Herkes yaptığı işin ve söylediği sözün sorumluluğuna katlanmalı..
Selam ve dua ile..



Ekleme Tarihi: 21.06.2010 - 03:46
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
kolye7 su an offline kolye7  
Hangi demokrasi, kime hizmet eden demokrasi ??

309 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.12.2004
En Son On: 04.10.2010 - 20:47
Cinsiyeti: Erkek 
Erdoğan'ın Örtülü Başkanlık Sistemi...
Alev Coşkun

Aslında bugün Türkiye’de uygulanan “Parlamenter Başbakanlık” sistemi değil, Erdoğan’ın her şeye egemen olduğu, kendine özgü BAŞBAKANLIK sistemidir.

Son günlerde gün yüzüne çıkan yürütme - yargı arasındaki savaş bu zihniyetin bir görünüşüdür. Bu savaşın gerçek nedeni, siyasal iktidarı ele geçirmiş olan

AKP’nin yüksek bürokraside olduğu gibi yargı içinde de kesin kadrolaşmasını sağlamak amaçlarını taşımaktadır.

Temsili demokrasilerde, başlıca iki çeşit hükümet şekli vardır. Parlamenter hükümet sistemi ve başkanlık sistemi.

Başkanlık sistemi en belirgin biçimle ABD’de uygulanır. Temel nitelikleri şöyledir:

• Devlet başkanı belli bir zaman dilimi için (4 yıl) doğrudan halk tarafından seçilir.

• Başkan kendisine bağlı hükümetini istediği gibi oluşturur. Hükümetteki bakanların başkana bağlılığının belirtilmesi için onlara “sekreter” adı verilir.

• Başkan ve hükümetinin meclisle bir ilişkisi yoktur ve meclisin oyuyla düşürülemez.

Bu sistemde yasama, yürütme ve yargı kesin ve sert çizgilerle birbirlerinden ayrılmışlardır ve birbirlerini denetlerler. “Denetim ve denge” yöntemi tüm sistemin işleyişini sağlar.

Başkan halk tarafından seçilir ama her şeyi de istediği biçimde yapmaya muktedir değildir. Meclis, başkanın gönderdiği yasa tasarılarını kabul edip etmemekte özgürdür.

Ayrıca başkanın atadığı yüksek dereceli memurların (müsteşar, genel müdür, büyükelçi gibi) meclis tarafından onaylanması gerekir. Başkanın gönderdiği Bütçe Yasası mecliste değiştirilebilir veya reddedilebilir.

Yargıya gelince yargı tamamen bağımsızdır ve meclisten geçen yasaların anayasaya uygun olup olmadığını denetleme yetkisine sahiptir. Zaten yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi dünyada ilk kez 1802 yılında ABD Yüksek Mahkemesi’nin verdiği bir kararla başlamıştır.

Parlamentarizm


Temsili demokrasinin, diğer bir biçimi “parlamentarizm”dir.

Parlamenter sistemde, mecliste çoğunluğu elde eden siyasal partinin başkanı ilke olarak devlet başkanı tarafından başbakanlığa atanır. Başbakanın oluşturduğu Bakanlar Kurulu’nun göreve başlaması için meclisten güvenoyu alması gerekir. Meclis, ayrıca hükümeti her an denetleme yetkisine sahiptir. Mecliste milletvekilleri başbakana ve bakanlara yazılı ya da sözlü soru önergelerini yöneltebilirler. Ayrıca milletvekilleri “Meclis araştırması”, “genel görüşme”, “gensoru” ve “meclis soruşturması” yollarını kullanarak hükümeti her an denetleyebilirler.

Gensoru önergesi meclis tarafından gündeme alınır ve kabul edilirse, meclisin tam sayısından bir oy fazlasıyla hükümet düşürülebilir. Hükümet, çoğunluk oyu alırsa “güvenoyu” alarak görevine devam eder, çoğunluk oyunu alamazsa “güvensizlik oyu” ile düşmüş sayılır.

Parlamenter hükümet sisteminde yargı organı, yasama ve yürütme organlarından tamamen bağımsızdır. Hükümet kararları idari yargı yoluyla denetlenir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, yasama organının kabul ettiği kanunların, anayasa açısından denetimini yapar, anayasanın temel ilkelerine aykırı olan kanunları iptal edebilir.

Parlamenter kral


Parlamenter sisteme, siyaset bilimi ve anayasa hukuku açısından yapılan en önemli eleştiri, iktidarı ele geçiren partinin erkler üzerinde elde ettiği büyük güç konusu üzerinde toplanmaktadır.

Şöyle ki:

Seçimlerle mecliste çoğunluğa sahip olan parti lideri başbakan olmakta; hükümeti kurmakta ve yürütme gücünü elinde tutmaktadır. Buraya kadar bir sorun yok.

Ancak parti lideri meclisteki sayısal çoğunluğuna dayanarak aynı zamanda yasama organını kontrol etmektedir. Böylece çoğunluk partisinin lideri olarak başbakan tek başına hem yürütme organını hem de yasama organını denetim altına alabilmektedir. Bu durumda kuvvetler ayrılığı ilkesi zedelenmekte, giderek yürütme ve yasama güçleri başbakanın kişiliğinde birleştiği için adeta bir parlamenter “kral” ortaya çıkmaktadır, orantısız büyük bir güç oluşmaktadır.

Bu durumda yasama ile yürütme birleştiği için, buna siyaset biliminde “fusion” (erime, birleşme) adı verilmektedir.

Burada anlatılmak istenen “yasama”nın, “yürütme” gücünün etkisi altına girerek “birleşmesi” ya da “erimesi”dir.

Değerli siyaset adamı, eski Dışişleri Bakanı merhum Prof. Dr. Turan Güneş, doçentlik tezinde bu yakıcı konuyu, “Parlamenter Rejimin Bugünkü Manası ve İşleyişi” adlı kitabında derinlemesine incelemiştir. (1)

Batı demokrasilerinde, parlamenter hükümet sisteminin bu sakıncalarını gidermek için çeşitli anayasal mekanizmalar yaratılmıştır. Her şeyden önce mecliste, anayasaya dayanarak yaptıkları yeminlerine bağlı kalan ve özgürce yasama görevlerini yerine getiren milletvekilleri, kendi parti başkanları da olsa grup toplantılarında yaptıkları konuşmalar ve aldıkları önlemlerle yasadışı uygulamaları önlemekte ve başbakanların güçlerinin sınırlanmasını sağlamaktadırlar.

Bu genel çerçeve içerisinde Türkiye’nin bugünkü durumu hiç de iç açıcı değildir.

Evet, Türkiye’de yargı güvencesinde gizli oy-açık seçim esasına bağlı olarak özgür ve demokratik seçimler yapılıyor.

Mecliste sayısal çoğunluğu elde eden partinin lideri başbakan oluyor, hükümeti kuruyor ve meclisten güvenoyu alıyor.

Buraya kadar bir sorun yok... Ancak Türkiye’de başbakan olan kişi, tek başına yürütme ve yasama gücünü denetleyecek bir konuma geçince “milli irade” söylemine dayanarak kendisini her istediğini yapmaya “muktedir” görüyor.

Başkanlığa kayış


Türkiye’de partiler ve seçim yasaları bir türlü demokratikleştirilemedi. Her gelen lider bu yasalardan çok memnun. Çünkü bu yasalar lidere yasama organındaki parti grubunu tek başına atama yetkisi veriyor. Parti lideri olan başbakan adeta tek seçici olarak seçimler için partinin il listelerini düzenlemek yetkisine sahiptir.

Böylece meclis çoğunluğuna sahip olan Başbakan Erdoğan hem yürütmeyi, hem de yasamayı denetlemekte, her iki gücü elinde tutmaktadır. Bu durumda neler oluyor özetle görelim:

• AKP grubunda hiçbir milletvekili gidişe karşı eleştiri yapamıyor; sesini çıkaramıyor. Eğer ses yükseltilirse, biliniyor ki bir sonraki seçimde o milletvekili liste dışı bırakılacaktır... (Bunun 2007 seçimlerinde birçok örneği görüldü.)

• Başbakan Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanlığı’ndan gelen alışkanlıkla, Türkiye’de başkanlık sistemi uyguluyor. Bakanlar için “Benim bakanım”, “benim valim”, “benim genel müdürüm” söylemini kullanıyor. Bakanları dahi, halkın önünde azarlayabiliyor...

Oysa bakan bir partinin üyesidir ama TC’nin bakanıdır. Valiler başbakanın değil, “devletin valisi”dirler.

• Başbakan, seçimlerden önce valilere seslenerek devlet eliyle kömür dağıtımını şöyle yönlendirdi: “Valiler kamyonun ön koltuğuna oturup kömür dağıtmalılar, bunu yaparlarsa Türkiye’yi uçururuz.”

Başbakan aslında bu sözleri inanarak söylüyordu. Çünkü Başbakan Erdoğan’ın demokrasi anlayışı budur. Oysa bu söylemiyle Başbakan 248 sayılı Seçim Yasasına göre suç işliyordu. Nitekim, seçimler sırasında beyaz eşya dağıtan Tunceli Valisi Mustafa Yaman bu nedenle suçlu görüldü ve ceza aldı.

• Başbakan bir ay kadar önce, 81 ilin valisini topladı, yine aynı biçimde partizan yönlendirmeler yaptı. O valiler, başbakanın valileri değildirler, “benim valim” söylemi demokrasinin ve hukuk devletinin temel ilkelerine aykırıdır.

• Başbakan tek seçici olarak adeta tayin ettiği milletvekillerine önem vermiyor, biraz eleştiri yapmak isteyen hemen gözden düşüyor.

• Başbakan hükümet işlerini koordine eden bir siyaset adamıdır. Ancak Erdoğan örneğinde görülüyor ki, Başbakan en küçük ayrıntıya kadar iniyor, en küçük ayrıntıda kendisi karar vermek istiyor. Başbakan, örneğin İstanbul’da yapılacak köprünün geçiş yollarını (güzergâhı) da kendisi saptıyor. Bu iş başbakanın işi değil ki, hatta İstanbul Belediye Başkanı’nın da işi değil. Bu önemli karar teknik bir karardır, Başbakan ise mühendis değildir...

• Yeni kurulan Türkiye İletişim Daire Başkanlığı yasasına bir madde konuluyor, oraya atanacak başkan ve tüm memurları tek başına Başbakan’ın seçmesi kabul ediliyor. Bu durum, Türk kamu yönetimi ilkelerine aykırı olduğu halde sürdürülüyor. Ayrıca bilindiği gibi bu kuruluş herkesi dinliyor.

Arkadaşımız Gül


• Başbakan her istediğini yapabilir düşüncesindedir. Nitekim 2007 seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı’nı kendi seçti, “Arkadaşımız Abdullah Gül cumhurbaşkanı olacak” dedi ve sayısal çoğunluk, hiçbir uzlaşma gereğini duymadan Cumhurbaşkanı’nı seçti. Ama bu durum Meclis’teki muhalefet partileriyle diyalog kuramayan, uzlaşma sağlayamayan bir Cumhurbaşkanlığı makamı yarattı. Kuşkusuz iyi de olmadı... Oysa Gül bir uzlaşma ile seçilseydi bugünkü konumu daha güçlü olurdu.

• Başbakan bugünlerde çok sinirli. Meclis’teki müzakerelerde kızıyor, Meclis Başkanı’nın odasına giderek müdahale ediyor. Eleştiri gelince de, “Ben oraya başbakan olarak değli, AKP Grup Başkanı olarak gittim” diyor. Aslında, özrü kabahatinden büyük bir durum yaratıyor. Kendisini frenleyemiyor, Meclis kürsüsünden, Meclis Başkanı M. Ali Şahin’e “müdahale” ediyor, “Sen susturamazsan ben susturmasını bilirim” diyor. Bu sözler, TBMM zabıtlarına ve tarihe Başbakan Erdoğan’ın demokrasi zihniyetini gösterecek sözler olarak geçiyor. Meclis Başkanı M. Ali Şahin de bir şey söyleyemiyor. Çünkü kendisi AKP’nin çekirdek kadrosundan, karşılık veremiyor. Meclis Başkanlığı’na gelişi AKP grubunun gerçek bir tercihi ile değil, Başbakan’ın işaretiyle oldu. (Not: Meclis Başkanlığı için AKP grubunda yapılan eğilim yoklamasında Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun daha fazla oy aldığı söylenmektedir.)

• Başbakan 4 yılda bir yapılan seçimleri demokrasinin tek şartı görmektedir. Mademki Meclis’te çoğunluktadır, kendisi de başbakandır, öyleyse her istediğini yapacağına inanmaktadır. Oysa genel seçimler demokrasinin olmazsa olmaz şartlarından sadece birisidir. Demokrasi hukukun üstünlüğünün kabul edildiği ve her olayda uygulandığı bir rejimdir.

Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Aslında bugün Türkiye’de uygulanan “parlamenter başbakanlık” sistemi değil, Erdoğan’ın her şeye egemen olduğu, kendine özgü BAŞBAKANLIK sistemidir.

Son günlerde gün yüzüne çıkan yürütme - yargı arasındaki savaş bu zihniyetin bir görünüşüdür. Bu savaşın gerçek nedeni, siyasal iktidarı ele geçirmiş olan AKP’nin yüksek bürokraside olduğu gibi yargı içinde de kesin kadrolaşmasını sağlamak amaçlarını taşımaktadır.

AKP şimdi, yüksek yargı organları, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nin yapısını değiştirmek için yasa tasarıları getirecektir. Bunları da yargıda reform diye tanıtacaktır. Aslında bu yasa tasarıları Başbakan’ın yasama ve yürütmeyi tam anlamıyla denetlemesinin sonuçlarıdır. “Mademki Meclis’te sayısal çoğunluğu ele geçirdim, öyleyse yargı organı da tam olarak bana bağlanmalıdır” zihniyetinin bir göstergesidir.

Bu tavırlar demokrasiye bir şey kazandırmaz. Yargıya karşı hareket demokrasi dışıdır ve gerek Başbakan için gerekse AKP için sakıncalar doğurur...

Eğer AKP gerçekten demokratsa neden Siyasi Partiler Yasası’nı değiştirmiyor, neden önseçimi getirmiyor, neden barajı aşağıya çekmiyor? Neden dokunulmazlıkları kaldırmıyor?..



(1) Bkz: Turan Güneş, Parlamenter Rejimin Bugünkü Manası ve İşleyişi, İstanbul Hukuk Fakültesi yayını, 1956.

Alev Coşkun



Bu mesaj 1 kez ve en son kolye7 tarafından 21.06.2010 - 11:01 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 21.06.2010 - 11:00
Bu mesajı bildir   kolye7 üyenin diğer mesajları kolye7`in Profili zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Askere selâm dur, Hükümet’e vur... Bu mu gazetecilik?

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 

Askere selâm dur, Hükümet’e vur... Bu mu gazetecilik?
Hasan Karakaya - Vakit.
2010-06-22

Şu hâle bakın, “asker”e tek lâf etmiyorlar ama, “Başbakan” sözkonusu olduğunda, “ağızlarına geleni” söyleyip, “hakaret”e varan ifadeler kullanıyorlar... “Kudüs’te namaz kılacağınıza Kandil’e Türk Bayrağı dikin” demekten tutun da, “Gazze Kahramanı!.. Filistin Fatihi!.. Neredesin?.. Ya terörün kökünü kazıyın, ya da çekip gidin!” demeye kadar, akıllarına gelen her şeyi söylüyorlar... Bu arkadaşlar, “Genelkurmay” karargâhı ile “Başbakanlık” makamını birbirine karıştırıyorlar galiba... “Komutan”larla “bakan”ları da birbirine karıştırıyor olmalılar ki; “asker”e söylenmesi gereken sözü, kalkmışlar “Hükümet”e söylüyorlar!..
Ulan gerzek, ulan embesil; bir “Başbakan”ın, ya da “bakan”ların ellerine “silah” alıp da “dağlara” çıktığı nerede görülmüş?..
Başbakan mı binecek “savaş uçağı”na, Başbakan mı binecek “helikopter” veya “tank”ın üzerine?..
Başbakan mı silah sıkacak PKK’nın üzerine?..
NE İSTEDİLER DE VERMEDİ BAŞBAKAN?
Haa, hakkını teslim edelim;
İş başa düştüğünde onu da yapar Tayyip Erdoğan... Çıkarır “kravat”ını, giyer “postal”ları, eline alır tüfeği, çıkar dağlara!..
Ama, o zaman sorarlar adama;
“Bu işi Başbakan yapacaksa, Genelkurmay Bakanı ne işe yarar?”
Öyle ya; bu işleri “sevk ve idare” etmek, gerekli “emir”leri vermek Genelkurmay Başkanı’nın işi değil midir?..
Ne yapmış Başbakan?..
“Uçak” istemişler de almamış mıdır?..
“Helikopter” ve “tank” istemişler de, “hayır” mı demiştir?..
“Silah” ve “mermi” istemişlerdir de, geri mi çevirmiştir?..
“Fırsat ve imkan” istemişlerdir de, “olmaz” mı demiştir?..
Cümle alem biliyor ki;
Hükümet, “terörle mücadele” için, kesenin ağzını sonuna kadar açmış, bu “gariban millet”in ödediği “vergi”lerden aldığı paranın büyük kısmını “asker”e vermiştir!..
Yani, “para”ysa para!..
“İmkan”sa, imkan!.. Hepsini vermiştir!..
“Milyar dolarlar” ödeyip “Heron”lar da almış, “helikopter”ler de almış, “gece görüş dürbünleri” de almış, “termal kameralar” da almıştır!..
Bunca “teçhizat”a rağmen, “yaklaşan terörist örgüt mensupları”nı, “çoban, köylü veya kaçakçı” zannedip de ateş etmemişlerse, Başbakan ne yapsın?..
Öyle demiş ya; Tümgeneral Gürbüz Kaya... Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’na “bölge haritası” üzerinde “brifing” verirken, şöyle demiş ya;
“İlk alınan görüntülerde; ateşe karşılık verilmediği için, bu görüntülerin çoban, köylü ya da kaçakçı olabileceği düşünülmüştür!”
Heyy, Hükümet’e saldıran kalemşör, Tümgeneral Gürbüz Kaya’ya niye sormuyorsun;
“Bu kadar çoban veya kaçakçı hiç bir arada bulunur mu?.. Hem siz; çoban zannettiğiniz insanlara böyle toplarla, ağır silahlarla mı ateş edersiniz?..”
Bunları Tümgeneral Gürbüz Kaya’ya sor, ondan sonra da dön, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’a sor:
“Şemdinli’deki karakola, 250 kişilik bir terörist grubun saldırdığı bildirildi... Siz ise 250 kişinin değil, 57 kişilik bir terörist gruptan 23 tanesinin saldırdığını söylüyorsunuz!..
250 kişi ise, bu kadar kalabalık bir grubun sınırdan girdiğini niye göremediniz?.. Yook, 23 kişi ise; bu kadar şehit neden?.. Dün ise saldıran terörist sayısının 100 civarında olduğu söylendi... Bir karar verin artık; 250 mi, 57 mi, yoksa 100 mü?..”
Hadi, soruları bir tarafa bırakalım...
Söyleyin Allah aşkına;
Bu iş, “Başbakan”ın işi mi?..
Bu iş, “Genelkurmay Başkanı”nın işi değil mi?..
Bütün bunları bile bile;
“Başbakan’a ağır şekilde saldırmayı” maharet sayıp, “Genelkurmay Başkanı”na tek laf bile etmiyorlar ya, işte bunu bir türlü anlayamıyorum!..
Tamam, “postal yalamayı” çok sevdiklerini biliyorum, “dondurma” yalar gibi “asker postalı” yalayıp da karın doyurduklarını da biliyorum ama askeri “tabu” haline getirip, neredeyse önünde “secde” ettiklerini görünce, hafakanlar basıyor beni!..
Askere söz söylemek mi?..
Mümkün değil!..
Hiç “askere toz kondurmuyor”lar!..
Askerin burnundan kıl aldırtmıyorlar!..
Ama “Hükümet”e gelince;
Saldır saldırabildiğin kadar!..
Oysa, Org. Başbuğ’a sormalılar değil midir;
“Devletin zirvesi Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanıp, teröre karşı alınması gereken tedbirleri görüşürken, o zirvede Genelkurmay Başkanı niye yok?.. 11 erin şehit edilmesinden sonra toplanan zirve mi önemli, Çanakkale’deki seminer mi önemli?.. O seminer, 2-3 saat sonraya ertelenemez miydi?.. Şu hale bakın; bir Genelkurmay Başkanı Terör Zirvesi’ne katılmıyor da, Çanakkale’ye gidip, İpek Yolu General/Amiral seminerine katılıyor!.. Zirve mi önemli, seminer mi?..
Terörle böyle mi mücadele edilecek?”
ŞAHİN, AZICIK DOKUNUNCA!
Alın işte, “terörün kökünü sanki hükümet kazıyacakmış” gibi, “Fırsat bu fırsat” deyip Hükümet’e yüklenenler, Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin; Karabük’te konuşup;
“Her şehid haberinden sonra ‘Allah rahmet eylesin, başınız sağ olsun, vatan sağ olsun, milletimizin başı sağ olsun’ demek adet haline geldi. Bu değerlendirmeler, açıklamalar, vatandaşımızı artık tatmin etmiyor. Bugün verdiğimiz 11 şehidimizle ilgili ben Genelkurmay’dan tatmin edici bir açıklama bekliyorum. Şehid babalarının hislerine tercüman olacak, tatmin edecek açıklama bekliyorum. Kamuoyu da bekliyor.”
Deyiverince, “koltuklarına raptiye konulmuş gibi” başladılar zıplamaya;
“Olmadı M. Ali Bey!”
Olmayan ne?..
Sen Hükümet’e, ağzına her geleni söyleyeceksin ama, bir Meclis Başkanı çıkıp, “Genelkurmay’dan tatmin edici açıklama bekliyorum” deyince, başlayacaksın ciyaklamaya!..
“Milli iradenin tecelligâhı” olan Meclis’in başkanı, “millet” adına elbette cevap bekleyecek!..
Hatta, bana kalırsa “hesap sormalı”ydı!..
“Bunca askerî modernizasyon yaptık!.. Bu modernizasyonlar için İsrail’e milyarlarca dolar para verdik!.. O halde bu başarısızlık niye?.. Askerin mevcudu mu yetersiz, yoksa yanlış giden bir şey mi var?
Yeni bir yapılanmaya neden gidilmiyor?.. 2007’de söz verildiği gibi, profesyonel orduya niye geçilmiyor?..
Eskiden Özel Harekât polisleri vardı, dağ-taş dolaşırlar, bakılmadık yer, girilmedik mağara bırakmazlardı!.. Ya profesyonel birlikler oluşturun, ya da Özel Harekât’ı yeniden devreye sokalım!”
Gelin görün ki;
Günümüz Türkiyesi’nde, vazgeçtik “askere hesap sormak”tan, “askerin burnundan kıl almak” bile mümkün değil!..
Öyle ya;
Onlar, “terörle mücadele” ediyor!..
NİYE HİÇ İSTİFA ETMEZLER?
İyi de babam;
Bu ne biçim “terörle mücadele”dir ki, 30 yıldır terörle mücadele edildiği halde, “terörün kökü” bir türlü kazınmadı?..
Her gün şehit, her gün şehit!..
İşin enteresan tarafı;
Hükümetler “başarısız” oldukları zaman, bu halk hiç olmazsa “sandıkta” soruyor hesabını ve indiriyor aşağı!..
Ya da, “istifa”ya zorluyor!..
Sorarım size;
Bugüne kadar “40 bin civarında şehit verdiğimiz” halde, herhangi bir komutanın “Başarılı olamadım” deyip de “istifa” ettiğini duydunuz mu hiç!..
Duyamazsınız!..
Çünkü komutanlar “dokunulmaz”dır..
Dokunmaya kalkınca da, hemen “embedded”ler ve “postal yalayıcıları” girer devreye;
“Olmadı M. Ali Bey!”
Peki, olan ne?..
Hemen her seferinde “Terörün kökü kazınıncaya kadar mücadele edeceğiz” nutukları atıldı da, 30 yılda terörün kökü mü kazındı?..
Ya da; asker “terörün kökünü kazımaya kararlı”dır da, “siviller” mi engel oluyor kendilerine?..
Yapmayın Allah aşkına...
Tamam, anlıyorum “postal aşkı, bir başka”dır!.. Ama bu kadar da “aptallık” etmeyin ne olur...
Başbakan “Filistin Fatihi” olabiliyorsa, Genelkurmay Başkanı da keşke “Sınır Fatihi” olabilmeli değil mi?..
Ama, olamıyorlar işte!..
Terör, 30 yıldır sürüyor!..
Sınırlar “kevgir”e döndü!..
Gelen geçiyor, giden geçiyor!..
Gelen vuruyor, giden vuruyor!..
Olan “fidan”larımıza oluyor!..
================
Bak “Ana”sına, gör “Tay”ını!
Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin; Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ve “örgüt arkadaşları” hakkında verdiği “tahliye” kararı hâlâ tartışılıyor...
Diyorlar ki; “11. Ceza Dairesi yetkisini aşmıştır... 11. Ceza, sadece evrakta sahtecilik ve görevi kötüye kullanma suçlarına bakar... Ergenekon üyeliği suçuna kesinlikle bakamaz!.. Ergenekon üyeliği gibi ağır suçlara, 9. Ceza Dairesi’nin bakması gerekir... Dosyaların jet hızıyla birleştirilmesi ve tahliye kararı verilmesi yetki gaspıdır!”
Eleştiriler doğru... Ama, hiç yadırgamadım...
Öyle ya; “Ana”sı ne ki, “Tay”ından farklı tavır bekleniyor?..
Hele hatırlayın, “Ana-yasa Mahkemesi” de aynısını yapmamış mıydı?.. “Kılık-kıyafet değişikliği” ile ilgili “Anayasa değişikliği”ne itiraz eden “CHP’nin başvurusu” üzerine; “Şekil yönünden inceleme yapacağım” demiş de, “Esas”tan inceleme yapıp, “kanun koyucu”nun yerine kendisini koymamış mıydı?..
Eee, “Ana”sı böyle yapar da, “Tay”ı ondan geri kalır mı?..
Yargı-Tay da, “görev”den başlayıp “terör”e giriverdi işte!..
Ne demişler, “Ana”sına bak, “Tay”ını al da git!..




Ekleme Tarihi: 22.06.2010 - 10:19
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Mavi Marmara'nın açtığı yol

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Mavi Marmara'nın açtığı yol
Hakan Albayrak
halbayrak@yahoo.com

Orta halli bir Telaviv süpermarketinde 10 bin çeşit ürün bulunurmuş; ama Hamas'ın 2006'daki seçim zaferi üzerine ilan edilen ambargo yüzünden Gazze'ye sadece 4000 çeşit ürün girebiliyordu. 2007'de Gazze'deki İsrail işbirlikçileri tasfiye edilip idare tümüyle Hamas'ın eline geçince ambargo ablukaya dönüştürüldü ve Gazze'ye girişine izin verilen ürün sayısı daha da düşürüldü. 3000'e değil… 2000'e değil… 1000'e değil… 100'e de değil…100'ün de altına!
İsrail 'İnsani kriz yok, sadece Hamas'a baskı yapıyoruz' deyip duruyordu, güya Hamas'ın askeri gücünü kırmaktan başka bir gaye gütmüyordu, fakat ambargoya ilaç ve süt tozunu bile dahil ediyordu.
Üç senedir devam ediyordu bu zulüm. Dünyadan yükselen itirazlar -cılız itirazlar- İsrail'in bir kulağından girip öbür kulağından çıkıyordu. Ablukanın kalkacağına, kalkabileceğine dair en ufak bir işaret yoktu. Bilakis, İsrail'in Gazze'ye karşı yeni bir saldırı hazırlığı içinde olduğuna ve Gazze'deki hayat şartlarının daha da çekilmez hale geleceğine dair işaretler vardı.

Meğer Gazze'nin ufkunun aydınlanması Akdeniz'de bir sabah namazı vakti dokuz kardeşimizin şehit olmasına bakıyormuş…

Mavi Marmara hadisesinin yankıları üzerine İsrail ipleri gevşetmek zorunda kaldı. Gazze'ye girişine izin verdiği ürünlerin sayısını 120'ye çıkardı. 'Artık kahveye bile müsaade ediyoruz' dedi ( Bugüne kadar niye müsaade etmediğini izah etme gereğini duymadan). Fakat Mavi Marmara depremini bu kadarcık bir tedbirle atlatamazdı. Bunu idrak etmekte gecikmedi. Geçen Pazar günü, askeri malzemeler ve askeri amaçlarla kullanılması muhtemel bazı malzemeler dışında hiçbir şeyin Gazze'ye girmesini engellemeyeceklerini, ayrıca Gazzelilere seyahat imkânı da sağlayacaklarını ilan etti. Haaretz gazetesinin yorumu: 'Özgürlük Filosu'nda yer alan dokuz kişi öldü ve gemiler Gazze'ye varamadı, ama Türkiye bu hamlesiyle yine de İsrail siyasetini değiştirdi ve ablukayı yardı.'
Mavi Marmara depremi devam ediyor. Siyonist rejimin geri adımları da bu kadarla kalmayıp devam edecek inşaallah. İsrail, şimdilik, Gazze'ye gidecek bütün malların Aşdod limanı üzerinden gitmesinde ısrar etmeyi sürdürse de, kendisini dışlayan çözüm önerilerini er veya geç kabul etmek zorunda kalacaktır. Malum; deniz yoluyla Gazze'ye doğrudan yardım götürülmesi ve yardım gemilerinin Akdeniz'de Avrupa Birliği tarafından kontrol edilip silah dışında hiçbir şeye rezerv konulmaması şeklinde bir formül var gündemde. Filistin'in meşru Başbakanı İsmail Heniye geçen hafta Euronews'a verdiği beyanatta bu formüle sıcak baktıklarını söyledi. Bu veya benzeri bir formül yakında hayata geçecektir inşaallah.
Kısa vadede bununla iktifa edebiliriz. Orta ve uzun vadede nelerin olabileceğini / olması gerektiğini nasipse başka bir yazıda tartışırız.
--------------------------------------------------------------------------------
Kaynak: http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=22848&y=HakanAlbayrak

Ekleme Tarihi: 22.06.2010 - 10:26
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
kolye7 su an offline kolye7  
Mavi Marmara ile hesapta Gazze için yola çıkıp Kürdistan'a doğru yol alanlar...

309 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.12.2004
En Son On: 04.10.2010 - 20:47
Cinsiyeti: Erkek 
Aşağıda vermiş olduğum yazı benim endişelerimi ve bu anlamda bugün ve önümüzdeki süreç için olabilecek gelişmeler hakkında sahip olduğum görüşleri bir anlamda taşıdığından sizlerde okuyun istedim.
Bu yazı yine sağduyulu ve akıl penceresinden ülke gerçeklerini görebilen bir vatandaşımızın yazısı.
Yazı 14 HAZİRAN 2010 da yazılmış yani bu yazının içinde son sekiz günün felaketleri bile olmadan çok şey anlatıyor.

Konuşma dili size biraz ağır gelebilir. Fakat lütfen bu yazıyı benim ön yazımla birlikte iyi okun.

Bana bu süreç Saddamın Kuveyte girmek için ABD yi yoklamasından ve olumsuz bir şey yok kanısına vardıktan sonra Kuveyti işgalini hatırlatıyor.

Hepiniz bilirsiniz ki ABD Saddamın işgalinden kısa bir süre sonra Irakı perişan etmiş, Kuveytten çıkarıp atmış ve daha sonra bu işgalide basamak olarak kullanarak bugün hala devam ettiriyor olduğu işgali yapmıştı.

İşte o Irak bugün sahip olduğu içler acısı halle tüm bölge ülkeleri için çok büyük bir tehlike arzediyor. Ve o tehlike gün geçtikçe büyüyor.

Şimdi diyeceksiniz ki ABD ile Saddam birbirine düşmandı. Evet çok haklısınız. İşte oyunun en çirkin yanlarından biride bu. Erdoğan ya bilerek yada bilmeyerek ABD nin kendisine müsamaha gösterdiği var sayımıyla adeta bir kürt isyanının ve kürt devletine yolculuğun kapısını GAZZE ye yardım konvoyu ile ve sonrasında yaptığı hatalarla aralamış oldu.

Olayları iyi takip ediniz. Gazze olayı ile birlikte patlak veren bu olaylar bu kanlı kalkışma provaları sizce başka neyin işareti olabilir. Erdoğan ya bir oyuna getirildi yada bilerek bu fitili ateşledi.

Şunuda unutmayınız ki tüm bu olayların hizmet ettiğibir BOP projesi var ki arkasında ABD ve İSRAİL var. Yine öyle bir Başbakanımız var ki her yerde bu BOP projesinin EŞ BAŞKANI olduğunu hala gururla haykırabiliyor.

Yoksa en dar görüşlü politikacı bile bilirki İSRAİL demek ABD demektir. İsraille kapışan ABD ile kapışmıştır. Bunu anlamadan İsraili alt edeceğini düşünenler ya bu dünyada yaşamamaktadırlar yada hiç kimsenin tahayyül dahi edemeyeceği kadar safdillidirler.

Birileri diyor ki Öcalan bu fitili ateşledi. Fitne ve terörün ortakları bazen aynı anda düğmeye basarlar. Bu kanlı zalimi bize teslim edip özel ada tesis ettirenlerde ABD ve İSRAİL di. Maksat zaten işte bugünler içindi. Can emniyeti devlet tarafından sağlanan bir bölücübaşı katillerine özel adasından emir verecekti yani.
Ne demişti rahmetli Ecevit "Öcalanı bize niye teslim ettiklerini hala anlayabilmiş değilim."

İşte şimdi bu yapılıyor. BOP projesinden asla vazgeçmeyecek olanlar, zaten bir ABD projesi olan AKP yi istedikleri gibi kullanıyorlar hatta buda yetmiyor işte böyle kahramanlık ve insanlık gösterileri ile puan toplamasına izin verip, sonrada çaktırmadan hem ona hem onun idare ettiği ülkeye vuruyorlar.

ABD ve İSRAİL birer teröristtir. Biri dünyanın en büyük teröristidir, diğeri ise onun her anlamda kader arkadaşı ve çok sevdiği asla vazgeçemeyeceği küçük evladıdır. İşte başta Türkiye olmak üzere İslam ülkelerinin yönetimlerinin okuyamadıkları ve karşılarında kendilerini sağlama alamadıkları gerçekte bu. Aslında araplar anlıyorda, her nedense Erdoğan bunu bir türlü anlamıyor yada anlayamıyor.
Yada ABD için İSRAİL in yerini alabileceğini yada en azından itilemeyeceğini deliğe süpürülemeyeceğini zannediyor.

Gazzeye yardım asil bir hareketti. Fakat Erdoğan zihniyeti onu akıl almaz hatalarla bir kürt ayaklanmasının fitili haline gelecek provokasyona çevirdi.
İŞTE BUGÜN YAŞADIĞIMIZ VE DAHA ÇOK DAHA ÇETİNLERİNİ YAŞAYACAĞIMIZ GAZZE KAZANIMIDA GERÇEKTE BUDUR.

Şimdi birileri istediği kadar Gazzeye önceden şu kadar bin kalem mal giriyordu Mavi Marmara dan sonra şu kadar bin arttı diye kendini avutup dursun. Gazzede 9 kişi öldü peki senin ülkende Mavi Marmara olayından sonra İsrail ve ABD destekli PKK kaç kişi öldürdü sayın Erdoğan. Ülkenin her yeri alev alev yanmaya başladı, doğuda karakollara her gün baskınlar yapılıyor. Bir BDP li bu en son kürt isyanıdır diyerek artık emellerini apaçık söyleyebeiliyor. Peki siz ne yapıyorsunuz bu durumda ve nasıl söndüreceksiniz bu ateşi ?

Bir lider kendi ülkesi dışındada misyonlar yüklenebilir, riskler alabilir. Fakat bunu yaparken hesaplarını çok iyi yapmalı ve ülkesi her anlamda güvence barış içinde olmadan bir macera sayılabilecek hareketlere hele hele oy hesabı için hiç kalkışmamalıdır. Yoksa Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan dahi olmanız hiç kaçınılmaz olabilir.

Bu kadar arap ülkesinin hele hele burnu dibindeki Mısırın bile yapmadığını yapmak, Erdoğanın arap dünyası liderlerine ben hepinizden daha müslümanım ve sizin soyunuzu bile ben korurum mesajını vermezmi ?
Peki o Kıbrısı bile tanımayan arap seni bir tehlikede yapayalnız bırakmazmı ?

Hadi onuda bırakalım senin ülken hem etnik hem siyasi hem ekonomik açıdan fokur fokur cadı kazanı gibi kaynarken hangi akılla gidip pisliğin ve şeytanlığın en reziline yani İsraile bulaştın ? Kime güvenerek yaptın bunu ? Beni deliğe süpürme diye yalvardığın ABD yemi ? İşte oda şimdi sana ne kadar güvenilir olduğunu ispatlıyor. Bakalım daha ne kadr dahada ispatlayacak.

*******************************************************
Mavi Marmara ile Kürdistan'a yolculuk

--------------------------------------------------------------------------------

Baştan beri söylüyorum;
ABD ve İsrail birbirinden habersiz ve plansız iş yapmazlar. Figüran ve uşak rolü, maşa rolü Erdoğan hükümetine biçilmiş bir roldür. Mavi Marmara'da olanların altından Kürdistan çıkacaktır.

Olaylar bu yönde gelişmeye devam ediyor. Referandum konusunda hükümetin Anayasa Mahkemesi'ne karşı, öyle imalı falan değil doğrudan, açık bir şekilde saldırısı sürüyor.

AKP, Gazze'yi sürekli kaşıyarak bir yandan içerdeki islamcı, çakma müslümanlara, bir yandan da olayı bir çeşit Cihat olarak, "İslam adına hizmet" olarak gören, masum ve kandırılmış müslümanlara oynuyor.

Öte yandan İsrail karşılık olarak RESMEN Kürtlere "insani yardım göndereceğini" açıkladı. Bunu öğrencilerden oluşan bir sivil toplum örgütü üzerinden gerçekleştirecekler. Dünya basınında PKK bir "özgürlük savaşçısı örgüt" olarak görülüyorken, bu olay manşetlere taşınacak. Güneydoğu'da çekilen ve o harap köyleri, bakımsız "ekmeğe muhtaç Kürt kızlar" fotoğraflarını görmeye kendinizi hazırlayın.

Bu olay dünya basınında kullanılacak ve eminim ki yeterli malzeme toplamaya daha Mavi Marmara yola çıkmadan önce başlanmıştı, senaryo başarıyla uygulanıyor.

Bir yandan da İran olaydan kendine pay çıkarmaya, boykot kararına hayır diyen Türkiye'ye destek olmaya (!!!) karar verdi. Bir konvoy da onlar gönderecek Gazze'ye.

Çizilen tabloya bakılırsa; Türkiye, ABD, İsrail, İran, ve geçenlerde Ankara'ya gelen Barzani, yani Kürdistan ile hain bir planı uygulamaya koymuşlar.

Uzun süredir "açılım" diyen Erdoğan, BOP kapsamındaki yükümlülüklerini tek tek yerine getiriyor. Ve Adalet Divanı'nda yargılanıp asılmadan, ya da en iyi ihtimalle hapse atılmadan önce, "deliğe süpürülmeyip kullanılıyor".

ABD, küçük bir kınama mesajı ve Filistin'e para yardımı yapma sözü dışında birşey yapmadı. Türkiye'nin 9 can kaybı konusunda ciddi bir adım atmadı.
İsrail, bana kalırsa daha önceki plana uygun şekilde, göndereceği yardım konvoyu ile Kürdistan'ı dünya gündemine taşıyor.
Barzani, bu olayların sıcaklığı içinde Ankara'yı ziyaret ediyor ve senaryodaki ağız birliği konuları görüşülüyor.
İran, ABD kendisine saldırmadan önce İsrail üzerinden mesaj veriyor.

Yani sonuçta, Türkiye bu işten hiçbir çıkar elde etmediği gibi, Kürdistan'ı tanımakla sonuçlanacak bir süreci hızlandırmış oluyor.

Erdoğan, PKK'ya karşı savaşan ve şehit olan askerlerimize kelle derken, Filistin'e acıyormuş gibi görünürken, aslında tüm bunların Kürdistan sürecini hızlandırmak adına yapıldığı ortada.

CHP toparlanır ve AKP'nin oyları son derece hızlı bir şekilde düşerken AKP'den ciddi bir çıkışı bekliyordum, ancak bu kadar ileri gideceklerini düşünmemiştim doğrusu.

"Devletimizin bekası" adına yapılan soysuzluklar, yakında bekası savunulacak bir devlet bırakmayacak ortada...



Bu mesaj 1 kez ve en son kolye7 tarafından 22.06.2010 - 12:17 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 22.06.2010 - 12:16
Bu mesajı bildir   kolye7 üyenin diğer mesajları kolye7`in Profili zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Faşizm! Yani şu lânet olası ırkçılık!

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Faşizm! Yani şu lânet olası ırkçılık!
Abdurrahman Dilipak - Vakit
2010-06-22

Kırgız-Özbek çatışması karşısında söyleyecek bir söz bulamıyorum..
İslam dünyasının en büyük sorunu Siyonizm değil, faşizm.. Siyonizm, faşizmin bir ileri karakolu sadece.. Faşistler kendi içinde de çatışan “lanetli bir savaş ve terör ideolojisi”dir.. “Hayata karşı kurulmuş şeytani bir pusu”dur.. Kavmiyetçilik faşizmin merkez karakolu olmasına rağmen, din, ideoloji, siyaset, felsefi kanaat her şeyi kullanır..
Sağ-sol, Alevi-Sünni çatışması aynı günahın eseri değil miydi? DP dönemindeki “Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir, her görüldüğü yerde ezilmelidir” diyen zihniyet aynı zihniyet değil miydi?
Peki “CHP ulusalcılığı” neyin nesi idi? Tek parti, İstiklal Mahkemeleri, kargaları bile gülmekten öldürecek seçim sistemi, Yavru Kurtlar, “Türkün dini Kemalizmdir” maskaralığı, dinde reform çabaları..
Hitler’i boşuna Cumhuriyetin 10. Yıl Albümü’ne almadılar.. Musolini’ye boşuna övgüler dizip, İtalyan faşizmini “terbiye diktatörlüğü” diye selamlamadılar..
Kapitalistler para babalarının ırkçılığını, komünizm sınıfsal bir ırkçılığı savunuyordu.. Kimi toprağa dayalı, kimi en çarpıcı örneğini Siyonizmde gördüğümüz gibi dine, kimi kana dayalı ırkçılık yaptı..
Sünni ya da Alevi olduğu için öldürülenler, hangi sebeblerle öldürüldüler sizce..
Vehhabilik veya benzer bir akımın İslam dünyasında en küçük akımlardan biri olsa bile, kendini dinin en doğru yorumu kabul edip, başkalarını tekfir ederek, ya da onları kendine boyun eğmeye zorlaması ne anlama gelir?..
Pozitivistlerin dindarları, ya da modernistlerin gelenekçileri baskılaması nereden besleniyor acaba?.
Birileri başkalarının üzerinde İlahlık ve Rablik taslamış olmuyor mu?
Faşizm bana göre bu anlamda müşrik geleneğin ihyasından başka bir şey değildir ve en büyük günahtır.. Hakk’ı inkar rejimidir.. Adaletin yerine “ulusal çıkar” önemlidir onlar için. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı durmayacaktır. Bir kavme ya da topluluğa olan düşmanlığının onu onlar hakkında adaletsizliğe sevketmesine mani olmayacaktır..
Hedefi ve yöntemi bellidir. Öldürecek. Zulmedecek, terör estirecek. Yıldırmak, bastırmak, caydırmak, korkutmak isteyecektir.. Başkalarını yurtlarından çıkartacak, kendinden olmayanları tenkil, tedip, tehcir planları yapacaktır..
Faşizm işte böyle Allah’ın belası bir şey..
Faşist, sonunda kendi kendine düşman olur ve kendi zehiri ile kendini öldürür.. Elde zulmedecek ahali kalmayınca kendi halkına zulmeder.. Dinleştirdiği resmi bir ideolojisi vardır.. Kurgulanmış bir resmi tarihi ve bu yalanı öğreten okulları, yalan bir dinin ve yalan tarihin misyonerlerinin elinde o ülkenin çocukları birer biyonik robota, sistematik geri zekalılara dönüşürler.. Halk papağanlaşır, toplum rejime itaat ve sadakate zorlanır ve bunu dini ayinlere benzeyen birer yemin törenine dönüştürürler..
Cehalet kol gezer o ülkede.. Ve cehaletin bu kadarının ancak eğitimle mümkün olduğunu görürsünüz..
Alın size ne için çıktığı bile belli olmayan şu Kırgız-Özbek çatışması.. Yüzlerce ölü, on binlerce yurdundan çıkartılmış insan.. Gürcülerle Çerkezlerin alıp veremedikleri neydi?. Sırp faşistler, Boşnakları neden katlettiler?
Be hey zalimler, doğduğunuz ana-babayı, toprağı, zamanı, cinsiyetinizi, derinizin rengini siz mi seçtiniz?. Sizin din seçme özgürlüğünüz varsa başkasına bunu niye tanımazsınız?.
Allah cahil ve zalim bir kavme hidayet nasib etmez..
Beyaz insan Kızılderilileri yok etti, kara derilileri köleleştirdi, sarı ırkı teslim aldı.. Topraklarını işgal etti. Doğal zenginliklerini sömürdü..
Bugün 23 Arap ülkesi var? Din, dil, tarih, kültür, gelenek, toprak, her şey bir.. Peki bazı Arap liderlerini, Hamas’a karşı ABD ve İsrail’le işbirliğine iten sebeb ne? Bu 23 ülkenin arasındaki sınırları kim çizdi? Yönetici aşiretler nasıl o makama geldiler ve ideolojilerini kim tayin etti?.
Profesyonel sporlardaki taraftar psikolojisine bakın, nedir o! Bana göre faşizm işte bu bataklıklardan besleniyor.. O vahşi kapitalizmin yıkıcı rekabet kuralları da aynı bataklığa su basıyor.. Çılgın bir iktidar ve servet tutkusu, zevkçilikle beslenen bir dünya bu..
Feministler neyi savunuyor? İşçi sınıfını savunduğunu söyleyenler, ya da sadece çıkarlarını savunanlar neyi savunuyorlar? “Atalarının dini”ni savunanlar, “ya ataları bir şey bilmeyen, zalim, kara cahiller olsa da” savunacaklar mı yine?.. Öyle ya, “insan insanın kurdu” değil mi? Gücü yeten yetene. Bu iddia, bir savaş ideolojisinin ürünüdür.. İnsanlar ya dinde kardeş, ya tende bir eştir.. Aynı ana-babanın çocuğudur. Kadın, anne-eş, kardeş değil mi? Erkek, baba, eş, kardeş.. İnsan “ünsiyet peydah eden” değil mi? Adalet, barış ve hürriyet için farklılıklarımıza rağmen bir arada yaşamanın bir yolunu bulmamız gerekmiyor mu?
Vatan, yurt, kavim, millet, ulus, milliyetçilik, milletçilik, ümmetçilik üzerinde düşünmemiz gerek.. “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Garp Medeniyetindenim” şeklinde Ziya Gökalp tarafından, Kemalist rejimin ilk dönemdeki siparişi ile formüle edilen, “3 tarz-ı siyasetten çalınma” formülün pratik hiçbir geçerliliği yok.. Bunu görelim artık..
”Türk doğdum, batılı gibi düşünür ve yaşarım, ama Müslüman gibi inanırım” ne demek? Beyni ile yüreği savaşan bir insan düşünün, bedeni savaş alanına dönmüş..
Tekinalp’in Kemalizmini, Türkocağını, Osman Nuri Çerman’ı, Halkevleri’ni, resmi tarih ve resmi ideolojiyi bilmeden bu sorunun cevabını bulamazsınız..
Sahi, Kırgızlar Özbekleri niye öldürüyor? Ha! Tamam.. Şu dış güçler hikayesi.. Güldürmeyin insanı, onların hileleri varsa, sizin aklınız ve vicdanınız yok mu? Şeytan “dış güç” değil, içimizdeki güç. İnsan “Belhum adal” olduğunda şeytan bile onun yaptıkları karşısında şaşırır.. Şeytanın varlığı nasıl günah işlememizin gerekçesi/bahanesi olamazsa, dış güçlerin varlığı da bu vahşetin gerekçesi olamaz..
Ben bu kavgada nerede mi bulunuyorum, mazlumların yanında. Zulme uğrayanların, bu kan davasının kurbanı olan, yurtlarından çıkartılanların. Bu Özbek de olabilir, Kırgız da.. Dökülen Kırgız ve Özbek kanlarını tartarak kimin daha zalim olduğunu söyleyecek değilim. Kan tartılarak adalet sağlanmaz..
Bu konu burada bitmeyecek, yarın da bu konuya devam edelim en iyisi.
Selam ve dua ile..


Ekleme Tarihi: 23.06.2010 - 01:16
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1370 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
Yalvac (61), kmurrad (59), endulus (57), ercan_sw (51), erhanseyfi (64), B e t u l (52), h.t (62), zisan_gul (41), hasretkafesi (53), ahmetkb (52), mustakar01 (62), tövbekargenç (44), mekoc66 (56), ahmet_k22 (39), Abdullah-10 (57), maruf-1 (59), GuelSevdasi81 (43), inci-2 (61), maxsibilyan (45), enesny (42), ramadan48 (42), fatmaavci (62), FIRTINA 50 (56), kaptan67 (61), menzil38 (57), Hacer -72 (52), Guel (39), A H M E T (45), msk02 (47), Mehmet_Ank (63), yusufgezer (41), Aydýn Vu.. (55), Sezer (), oguzlarx27 (55), M.Riza Sekerli (54), kamanliadem (59), eva_maria (36), musab b. ümeyr (42), nurfatih (46), AhmetBayrak (56), ali öz (48), köln42 (58), xAhmetx (49), sadullahyusuf (40), abdülhamit (231), tigrisriver (45), sürmeli (41), enesertugrul (52), medsav (67), Turan64 (61), GCc_EEi (42), ahmetsait (44), alidogan1 (64), ayhanisik42 (51), sedi güngörmü&t.. (59), baha1903 (40), bünyan (59), Orbay1 (56), kaymakli-50 (58), cagri67 (52), HAKAN ERGÜT (50), ravda dostu (40), fatiha42&07 (54), mavipýna.. (59), efrailakcay (51), Bekir 38 (39), selva sehito&et.. (40), Mursid (60), turkish wolf (52)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.10312 saniyede açıldı