0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » D U A L A R » HIZIR ALEYHİSSELAM VE MUSA ALEYHİSSELAM

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Ônder23 su an offline Ônder23  
HIZIR ALEYHİSSELAM VE MUSA ALEYHİSSELAM

569 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 27.10.2006
En Son On: 17.11.2016 - 13:20
Cinsiyeti: Erkek 
Hak teâlâ Kur’ânda onu zikreylemiştir.

Âlimler, (Ya Peygamber, ya velîdir) demiştir.



Hazret-i Zülkarneyn"in teyzesinin oğluydu.

Ve onun ordusunun baş komutanı oydu.



O eğer otursaydı otsuz, kuru bir yere,

Yemyeşil olurdu hep, orası birdenbire.



Güzel ahlâk sâhibi bir zât idi çok cömert.

İnsanlara karşı da, merhametliydi gâyet.



Kerâmet gösterirdi Allahın izni ile.

Bilirdi “Kimyâ”yı da O'nun bildirmesiyle.



“Ledünnî ilmi”ne de vâkıf idi tamâmen.

Garîplerin işine yardım eder o hâlen.



Allahın sevgili bir kulu idi o gâyet.

O da doğdu, büyüdü, vefât etti nihâyet.



Lâkin onun rûhuna, ona mahsûs olarak,

Bâzı husûsiyetler vermiştir cenâbı Hak.



Şöyle ki, onun rûhu girip “İnsan" şekline,

Yetişir darda kalan kimselerin işine.



Mûsâ aleyhisselâm, sordu bir gün: (Yâ Rabbî!

Var mı benden daha çok böyle ilim sâhibi?)



(Evet var) buyurunca, sordu yine: (O kimdir?)

Buyurdu ki: (O kimse, Hızır diye bilinir.)



Nerde bulacağını öğrenip daha sonra,

Gidip, deniz yanında vâsıl oldu "Hızır"a.



“Esselâmü aleyke yâ Hızır!” dedi hemen.

O da, (Aleykesselâm yâ Mûsâ) dedi aynen.



Hayret edip sordu ki, ona Mûsâ Peygamber:

(Sen, Mûsâ olduğumu nereden aldın haber?)



Hızır aleyhisselâm dedi ki: (Beni sana,

Bildiren, seni dahî bildirdi işte bana.)



Mûsâ Nebî buyurdu: (Yâ Hızır, iznin ile,

Birlikte bulunmayı isterim az seninle.



Bundan da, asıl gâyem şu ki benim yâ Hızır!

İlminden, bana dahî öğretesin bâzı sır.)



O dedi ki: (Yâ Mûsâ, bende bir ilim var ki,

Bilemiyebilirsin sen onu tabii ki.



Ve lâkin sende olan ilmi de bilmez Hızır.

Sen benimle olunca, edemezsin hiç sabır.)



Mûsâ aleyhisselâm buyurdu ki o zaman:

(İnşallah bulacaksın beni sabırlılardan.)



Hızır dedi: (Yâ Mûsâ, gel benimle ve lâkin,

Bir şey sormıyacaksın yaptığım işler için.)



Bu şartla başladılar birlikte gezintiye.

Bir müddet yol yürüyüp, bindiler bir gemiye.



İyi tanıdığından "Hızır"ı gemiciler,

Onları, bilâ ücret gemiye bindirdiler.



Böyle gemi içinde ederken yola devâm,

Hasar verdi gemiye, Hızır aleyhisselâm.



Mûsâ Peygamber ise, çok şaşırdı bu hâle.

Hemen onun işine eyledi müdâhale.



Dedi: (Bizi ücretsiz bindirdi bu insanlar.

Sen, onların malına yaparsın böyle hasar.)



Hızır dedi: (Ya Mûsâ, ben sana demiştim ya.

Sabır gösteremezsin benim ile olmaya.)



Mûsâ aleyhisselâm buyurdu: (Doğru, evet.

Lâkin dalgınlığımdan oldu bu muhâlefet.)



Bu özrü kabûl edip Hızır aleyhisselâm,

Yine "Mûsâ Nebî"yle o yola etti devâm.



Musa Peygamber ile, Hızır aleyhisselam,

O gemiden inerek, ettiler yola devam.



Bir kasaba içinden geçerlerken, bir ara,

Rastladılar ilerde oynayan çocuklara.



Hızır aleyhisselam, onların içlerinden,

Birisini ayırıp, öldürdü onu hemen.



Musa Nebi, buna da dayanamayıp yine,

Dedi: (Niçin öldürdün, çocuğun günahı ne?)



Hızır aleyhisselam dedi: (Ben demiştim ya.

Hiç sabredemiyorsun benim ile olmaya.)



Buyurdu ki: (Haklısın, bundan sonra ben artık,

Karışırsam, benimle yapma hiç arkadaşlık.)



Buna da peki deyip Hızır aleyhisselam,

Onunla yolculuğa eyledi yine devam.



Yolları bir beldeye uğradıysa da, fakat,

İnsanlar, hiç onlara etmediler iltifat.



Yiyecek bulmak için dolaşırken bir miktar,

Gördüler yıkılacak hale gelmiş bir duvar.



Bir işaret ederek Hızır aleyhisselam,

O duvarı doğrultup, eyledi sapa sağlam.



Musa Nebi, buna da etmeyip yine sabır,

Dedi: (Niçin düzelttin o duvarı ey Hızır?



Onlar bize bakmayıp, davrandılar çok kaba.

Sen iyilik yaparsın, hikmet nedir acaba?



İsteseydin, bir miktar ücret alabilirdin.

Onlardan para bile almadın, acep niçin?)



Hızır aleyhisselam ona dedi: (Ya Musa!

İşte bu, bir sebeptir artık ayrılmamıza.



Lakin senin gördüğün bu garip hadiseler,

Hakkında, açıklama yapayım birer birer.



Evvela, bindiğimiz o gemi vardı ya bir,

İşte o, on kardeşe aitti gayet fakir.



Karşı sahilde ise, zalim bir kral vardı.

Sağlam gemi görürse, gasbedip el koyardı.



Gemiye, bunun için zarar verdim ki derhal,

Bunu hasarlı görüp, el koymasın o kral.



Çocuğu öldürmemin hikmetine gelince,

O, mürted olacaktı büluğuna erince.



Çünkü yaratılıştan kâfir tabiatliydi.

Ebeveyni için de, gayet tehlikeliydi.



Salih kimseler idi lakin ebeveyni de.

Bu, küfre sokacaktı onları ileride.



Ben onu öldürünce, kurtuldu çocuk esas.

Anne babası dahi, oldular ondan halas.



O duvara gelince, eğikti, ben düzelttim.

O, iki çocuğundu gayet fakir ve yetim.



Babaları, salih bir müslüman idi, fakat,

Ölünce, yetim kaldı ortada iki evlat.



Bu duvarın altında, büyük bir define var.

Lakin bu defineden, kimse değil haberdar.


Eğer düzeltmeseydim o duvarı ben yine,

Yıkılıp, çıkacaktı ortaya o define.


Çocuklar henüz küçük yaştadır, bundan sebep,

Bu servete, gayriler sahip çıkacaktı hep.



Düzeltince, çökmekten halas oldu o duvar.

Çocuklar büyüyünce, ona malik olurlar.)





"Hızır aleyhisselâm", Mısır’ın çarşısında,

Giderken, bir "Dilenci" belirdi karşısında.



Ve Hızır’a dedi ki: (Bana bir sadaka ver.

Allah da versin sana hayır ve iyilikler.)



Buyurdu: (Hak teâlâ eylesin sana ihsân.

Benim sana verecek bir şeyim yoktur şu an.)



Lâkin yine isteyip o ikinci olarak,

Dedi: (İyilik versin sana da cenâbı Hak.)



Hızır aleyhisselâm, cevâbında dedi ki:

(Hak teâlâ herşeye kâdirdir elbette ki.



Sana yardım etmeyi pek ziyâde isterdim.

Lâkin sana verecek bir şeyim yoktur benim.)



O, üçüncü olarak yalvardı ki bu sefer:

(Allah rızası için, bana bir sadaka ver.)



Buyurdu ki: (Yanımda bir şeyim yoktur, fakat,

Tut benim elimden de, götürüp pazarda sat.)



Dilenci “Peki”deyip, alıp gitti pazara.

“Dörtyüz dirhem”e satıp, o kadar aldı para.



O alan da götürdü "Hızır"ı hânesine.

Üç gün geçti, hiçbir iş vermedi kendisine.



Hızır aleyhisselâm buyurdu ki: (Efendim!

Bana bir iş emret de, onu îfâ edeyim.)



Efendisi, Hızır’a şöyle dedi o vakit:

(Yaşlısın, sana göre iş yoktur öyle basit.)



Buyurdu ki: (Ama ben yorulmam, sen iş emret.)

Dedi: (Mâdem şu taşı, şu filân yere naklet.)



Kalktı ve bir hamlede o taşı nakledince,

O kişi, bunu görüp hayret etti bir nice.



Zîrâ taş ağır olup, kuvvetli altı kişi,

Ancak yapabilirdi bir sâatte o işi.



Sonra ona dedi ki ileriki günlerde:

(Sefere gidiyorum, sen vekîl kal bu evde.)



Hızır aleyhisselâm buyurdu: (İyi, ancak,

Bir iş ver de öyle git bana da uğraşacak.)



Dedi: (Köşk yapacağım, hazırlığım yoktur hiç.

Ben gelinceye kadar, yap bâri biraz kerpiç.)



O sefere gidince, Hızır aleyhisselâm,

Kerpiç döküp, o köşkü yaptı ve etti tamâm.



Efendi, o seferden döndüğünde evine,

Eskisinden daha çok hayrette kaldı yine.



Çünkü köşk yapılmıştı, gâyet zarîf ve muhkem.

Bu kısacık zamanda, bu, mümkün değildi hem.



"Hızır"ın karşısında adam döndü şaşkına.

Ve sordu ki: (Sen kimsin, söyle Allah aşkına.)



Dedi ki: (Soruyorsun mâdem ki “Allah için”,

Öyleyse söyliyeyim doğrusunu bu işin.



Sen beni, “Köle” diye satın almıştın, fakat,

Köle değil, “Hızır”ım, işte budur hakîkat.



Biri, benden sadaka istemişti geçende.

Lâkin ona verecek hiçbirşey yoktu bende.



O ise, “Allah için” isteyince sadaka,

Dedim ki: “Götür beni, köle diye sat halka.”



O da beni götürüp, sana sattı bu sefer.

Böylece beni görmek, oldu sana müyesser.)



O adam ağlıyarak, öptü iki elini.

Dedi ki: (Bilemedim, ne olur affet beni.)



Kâfirdi hem o kişi, bir şey oldu gönlünde.

Hemen cân-ü gönülden îmân etti o günde.


RESÛLE SELÂM SÖYLE



"İbrâhîm-i Havvâs"tan nakledilir ki şöyle:

Kâbe yolculuğunda, yolum düştü bir çöle.



Öyle susamıştım ki çölün harâretinden,

Sonunda baygın hâlde, yıkıldım yere birden.



Gözlerimi açınca biraz sonra ben fakat,

Gördüm ki, su serpiyor yüzüme nûrlu bir zât.



Ve o sudan içince, geliverdim kendime.

O nûrlu zât dedi ki: (Sen de gel, bin terkime.)



İkimiz berâberce gidince çölde biraz,

Bir de baktım, ilerde göründü bize "Hicâz".



Bana dedi: (Kâbeye vâsıl olduk işte bak.

Haydi in, kabûl etsin haccını cenâb-ı Hak.



Hac’dan sonra, Ravda’yı edeceksen ziyâret,

Benim de selâmımı, Resûlullaha arz et.



Hattâ şöyle söyle ki, olsun daha âşikâr.

De: “Kardeşin Hızır’ın size selâmları var.”)



Ebû Bekr Hemedânî anlatır ki bir gün de:

Pek fazla acıkmıştım hem de Hicâz çölünde.



Düşündüm ki: “Şu anda, evimde olsa idim,

Tâze pişmiş sıcacık ekmek ve bakla yerdim.”



Lâkin kendi kendime dedim ki sonra da ben:

“Şu anda bir çöldeyim, çok uzağım evimden.”



Ben böyle düşünürken, baktım ki tam o anda,

Birisi yaklaşıyor, hem “Köylü” kılığında.



Elindeki tepsiyle, bana doğru gelerek,

Dedi ki: (İster misin sıcacık bakla ekmek?)



Ben hayretle bakarken elindeki tepsiye,

O önüme koyarak, dedi: (Buyur, haydi ye!)



Ben doyuncaya kadar yedim ise de onu,

Lâkin çok merak ettim onun kim olduğunu.



Dedim ki: (Ben bu çölde, yapayalnız ve garip,

Yolcu iken, açlıktan olmuştum çok muzdarip.



Az önce "bakla ekmek" geçirdim hâtırımdan.

Tam o anda baktım ki, sen göründün karşıdan.



Ben bilmek istiyorum hikmetini bu işin.

Bana, kim oluğunu beyân et Allah için.)



Ben ona bu suâli sorunca, o âniden,

(Ben Hızır’ım!) diyerek kayboldu göz önünden.



Velîlerden biri de, "Hızır"ı görüp bizzât,

Dedi: (Eder misiniz bana biraz nasîhat.)



Buyurdu: (Yumuşak ol, hiddete olma yakın.

Ve hep güler yüzlü ol, hiç surat asma sakın.



Allahın kullarına faydalı olmaya bak.

İşte budur Allahın sevdiği güzel ahlâk.



Kusûrundan dolayı, kötüleme kimseyi.

Örtücü ol, büyütme ufak bir meseleyi.)



Eshâbdan birisi de, gördü bir mübârek zât.

Tanımadı ve lâkin istedi bir nasîhat.



Buyurdu ki: (Kardeşim, nasîhat için, sana,

Yalnız “Ölüm” kâfîdir, lüzûm yok başkasına.)



(Yine söyle!) deyince, buyurdu ki: (Dinle bak!

Yalnız kabri düşünmek, yeter tasa olarak.)



O sahâbî, bu hâli söyleyince Resûle,

Buyurdu: (O Hızır’dı, söyledi sana böyle.)



HERKES ASLINA DÖNER



Pâdişah emretti ki bir gün baş vezîrine:

(Hızır’ı bul ve getir, emrim gelsin yerine!)



Dedi ki: (Onu bulmak çok zordur, kolay değil.

Bu iş için siz bana tanıyın kırk gün mehil.)



Fakîr bir müslümân da var idi ki o yerde,

Sultânın bu emrini duymuştu o fakîr de.



Ve kendi kendisine düşündü ki: “Gideyim.

Baş vezîre, “Hızır’ı ben bulurum” diyeyim.



Lâkin kırk gün, sultâna âit olsun nafakam.

Hiç olmazsa bu kırk gün, sâkin olsun şu kafam.



Biraz râhat edeyim, sonra da Allah kerîm.

Hızır’ı bulamazsam, cezâm neyse çekerim.”



Gitti bu düşünceyle baş vezîrin yanına.

Dedi ki: (Çıkar beni sultânın huzûruna.)



Çıktı ve arz eyledi sultâna bu fikrini.

Sultân buna sevinip, verdi her isteğini.



Otuz dokuzuncu gün, sultân, o müslümâna,

Hâtırlattı: (Yârın son, Hızır’ı getir bana!)



Sonra gönderdiyse de ertesi gün iki at,

Lâkin bulamamıştı "Hızır"ı bu fakîr zât.



Güzel bir abdest alıp, iki rekât bir namâz,

Kılarak, Yaradan'a yalvarıp etti niyâz.



Dedi ki: (Habîbinin hürmetine yâ Rabbî!

Sultânın zararından sen koru bu garîbi.)



Sonra saraya gidip, çıkarıldı huzûra.

Dedi ki: (Çok aradım rastlamadım Hızır’a.)



Sultân sinirlenerek, dedi: (Ey baş vezîrim!

Ne dersin, bu adama nasıl cezâ vereyim?)



Dedi ki: (Parça parça edelim bedenini.

Her sokağın başına, asalım etlerini.)



O sırada bir "Çocuk" girip aralarına,

Dedi: (Herşey, sonunda dönecektir aslına.)



İkinci vezîrine sorunca bu suâli,

Dedi: (Bunu, dibekte dövelim un misâli.)



O "Çocuk", cevâbını şöyle verdi onun da:

(Her şey, kendi aslına dönecektir sonunda.)



Üçüncü vezîre de sorunca bunu sultân,

Dedi ki: (Affetmektir sultânlara yakışan.)



O "Çocuk", buna dahî şöyle dedi bu sefer:

(Sonunda herşey yine, aslına rücû eder.)



Sultân, o müslümâna dönüp şöyle sordu ki:

(Şu yanındaki çocuk, senin neyin olur ki?)



Dedi: (Tanımıyorum, haberim yok benim de.

Sizin bir hizmetçiniz sanmıştım geldiğimde.)



Bu sefer o çocuğa sordu sultân: (Ey çocuk!

Sen kimsin, böyle neler diyorsun, söyle çabuk.)



Dedi: (Şu başvezîrin, oğludur bir “Kasab”ın.

Onu, “Kasap başı” yap, et kesip parçalasın!



İkinci vezîrinse bir “Aşçı”nın oğludur.

Onu, “Aşçı başı” yap, onun da işi odur.



Üçüncü vezîrinin babası da “Vezîr” dir.

İşte sen, bu vezîri yap kendine "Başvezîr".



“Hızır”la görüşmeyi isterdin zannederim.

Görmek arzû ettiğin o "Hızır" işte benim.



Ey sultân, sen bağışla bu garip müslümânı.

Devâm ettir kendine yaptığın o ihsânı.)



Sultân, hayret içinde dinlerken onu, birden,

Kayboldu o arada gözlerinin önünden.



O, HIZIR İDİ



Bir gün “Sultân Süleymân”, boğaz gezintisine,

Çıkmıştı ki, uğradı Ortaköy sâhiline.



Kayığını sâhile yanaştırıp bir müddet,

“Yahyâ Efendi”yi de kayığa etti dâvet.



O da, bir ahbâbiyle, pâdişâh kayığına,

Gelip oturdu hemen, “Kânûnî”nin yanına.



Ahbâbı da, sultânın karşısına oturdu.

Lâkin Sultân Süleymân, onu ilk görüyordu.

Hem giderken, devâmlı, o karşıda duran zât,

Sultânın parmağına bakıyordu pür dikkat.



Çok kıymetli bir "Yüzük” var idi ki Sultânda,

O zât da, o yüzüğe bakıyordu o anda.



Onun böyle bakışı, çekiyordu dikkati.

Yüzüğe baktığını anladı Sultân dahî.



Çıkarıp verdi ona ve dedi: (İsterseniz,

Şöyle daha yakından bakıp inceleyiniz.)



Sultândan o yüzüğü alan o kimse ise,

Evirip çevirerek, atıverdi denize.



Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunanlar,

Onun bu yaptığına hep hayrette kaldılar.



Hâdise üzerinden geçince yarım sâat,

İnmek istediğini söyledi birden o zât.



Pâdişâhın kayığı yanaşınca sâhile,

O, eğilip denizden su aldı avcu ile.



Ve onu, pâdişâha uzanıp sunduğunda,

Gördüler ki, o "Yüzük" duruyor avucunda.



Yahyâ Efendi hâriç, yine kayıktakiler,

Buna dahî şaşırıp, çok hayret eylediler.



Kânûnî, o yüzüğü eline aldı, fakat,

Gözlerinin önünden kayboldu birden o zât.



Sultân yine şaşırıp hem Yahyâ Efendi'ye,

Suâl etti: (Ağabey, neler oluyor?) diye.



Yahyâ Efendi ise, dedi ki: (Sultânımız!

O, "Hızır"dı ve lâkin sizler tanımadınız.)



Şemseddîn-i Attâr da, "hazreti Hızır" ile,

İlgili bir kıssayı nakleder bize şöyle:



Celâleddîn-i Rûmî, bir gün va'z ediyordu.

Cemâat da oturmuş, zevk ile dinliyordu.



Hazreti "Mûsâ" ile "Hızır" hikâyesini,

Dinlerken, kesmişlerdi hepsi nefeslerini.



Zîrâ anlatırdı ki öyle fasîh dil ile,

Dinliyordu cemâat, onu can kulağıyle.



Yanımda biri vardı, o dahî dinliyordu.

Baktım, kendi kendine bir şey söyleniyordu.



Kulak verip dinledim, şöyle diyor idi ki:

(Nasıl da anlatıyor, yanımızdaymış gibi.)



Düşündüm ki: “O mâdem, söylüyor böyle kelâm,

Öyleyse bu olmalı, Hızır aleyhisselâm."



Yanına sokularak, dedim ki: (Bildim, evet.

Sen, hazreti Hızır’sın, lütfen bana ihsân et.)



Buyurdu ki: (Burada işte var ya Mevlânâ.

Sen ona ricâ et ki, ihsân etsin o sana.)



Sonra kayboluverdi ortadan birden bire.

Ben bunu "Mevlânâ"ya gittim haber vermeye.



Ben söze başlamadan, buyurdu ki o ilkin:

(Hızır’ın söylediği doğrudur ey Şemseddîn.)


NE İÇİN AĞLIYORSUN?



Hadîs âlimlerinden o "Hakîm-i Tirmizî",

İlk "hazreti Hızır"dan aldı ilim ve feyzi.



Küçükten yanıyordu kalbi “İlim aşkı”yle.

Anlaşmıştı genç iken, iki arkadaşıyle.



"Tirmîz"den ayrılarak, o ve diğer ikisi,

Gidip yapacaklardı üçü ilim tedrîsi.



Onun, yaşlı ve hasta annesi vardı fakat.

Her türlü hizmetini, o yapıyordu bizzât.



Gelip, bu karârını ona haber verince,

Annesi çok üzülüp, sitem etti bir nice:



(Ey yavrum, ben yaşlı ve hastayım, biliyorsun.

Beni, kime bırakıp sefere gidiyorsun?)



O böyle söyleyince, vazgeçti o seferden.

İki arkadaşıysa, çıktılar yola hemen.



"Muhammed bin Alî"ydi bu zâtın adı asıl.

Seferden kaldığına çok üzüldü velhâsıl.



Zîrâ bu “İlim aşkı” çıkmıyordu gönlünden.

Perîşân, üzüntülü, çok şaşkın oldu birden.



Bu ilim tedrîsinden mahrûm kaldığı için,

Tenhâlara gider ve ağlardı için için.



Bir gün de, mezârlıkta oturmuş ağlıyordu.

Ve kendi kendisine, şöyle söyleniyordu:



“Ben, burada ilimden mahrûm, câhil kalmışım.

Âlim olup dönecek o iki arkadaşım.”



O böyle düşünerek ağlarken gözyaşiyle,

Âniden karşılaştı "nûr yüzlü bir kişi"yle.



Ona şöyle sordu ki o sevimli ihtiyar:

(Oğlum, niçin ağlarsın, yoksa bir derdin mi var?)



O zâta anlatınca başından geçen hâli,

Şefkatle sordu ona, o zât da şu suâli:



(İki arkadaşını ilimde geçmen için,

Sana, her gün ben gelip ders versem, ister misin?)



Işıldadı gözleri, kalbine doldu sevinç.

Dedi: (Elbet efendim, arzû etmez miyim hiç?)



O, "hazreti Hızır"dı, her gün gelip üç sene,

Bilcümle ilimleri öğretti kendisine.



Hızır aleyhisselâm, ona, bu derin ilmi,

Öğretince, oldu o büyük hadîs âlimi.



Bu geniş ilmi ile çok kitap yazdı, ancak,

Yoktu o gün onları okuyup anlıyacak.



Talebeden birini çağırıp huzûruna,

Yazdığı kitapların, hepsini verdi ona.



Buyurdu ki: (Bunları götürüp Ceyhun’a at!)

O ise kıyamayıp, atmadı o gün fakat.



Kitapları götürüp, gizliyerek evine,

Hakîm-i Tirmizî’nin yanına geldi yine.



(Attın mı?) dediğinde, dedi: (Attım efendim!)

(Ne gördün?) buyurunca, dedi: (Bir şey görmedim.)



Buyurdu: (Sen onları atmamışsın ey evlât!

Haydi git, evden al da, götürüp Ceyhun’a at.)



“Peki efendim!” deyip, götürüp attı artık.

Su, ikiye ayrılıp, gördü bir açık "Sandık".



Attığı o kitaplar, düştü sandık içine.

Hayretle hocasının yanına geldi yine.



Ve ona, gördüğünü verince aynen haber,

Buyurdu ki: (Atmışsın kitapları bu sefer.



Hızır aleyhisselâm istemişti onları.

Bir ehline verecek sonra o kitapları.)


Bu mesaj 1 kez ve en son Önder Adam tarafından 17.08.2007 - 18:52 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 17.08.2007 - 18:42
Bu mesajı bildir   Ônder23 üyenin diğer mesajları Ônder23`in Profili Ônder23 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 2032 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
alaatalay (64), oemer36 (54), Harun_Yahya (39), By_ExCalibuR (39), beyzanur68 (41), ekemen (55), emstuh (38), Belamir (27), bilgen (43), hasretpamuk (42), murat tilki (45), hatýce02 (33), phonexx1 (38), islamin Gulu (33), sepultura (45), _-cigdem-_ (36), _Dua_ (36), sairadnan (46), zz0102 (52), nur.nurani (41), x_ebr@r_x (37), mumino (37), meryemcevahir (40), güldali (64), happyman (48), gencmcucahid (38), ak0571 (47), efrail (43), emel_hanim (48), Gülkurusu (48)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.47915 saniyede açıldı