0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » SİYER-İ NEBİ » Bu yolculuk rahat koltuklara oturularak anlaşılmaz...

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Ukab su an offline Ukab  
Bu yolculuk rahat koltuklara oturularak anlaşılmaz...

575 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.01.2007
En Son On: 05.02.2010 - 15:42
Cinsiyeti: Erkek 
Hicret yolculuğu esnasında, iki arkadaş birçok olumsuzlukla karşılaşır. Caniler, onları yakalayarak başlarına konan ödülleri almak için birbiri ile yarışıyordu. Endişe, açlık ve susuzluk içinde geçen bir yolculuk…
Bu yolculuğu anlayabilmek için o günün şartlarını iyi bilmek gerek. 21. yüzyılın modern imkânları içinde Kâinatın Efendisini ve yol arkadaşının yaşadıklarını anlamak mümkün değildir. Mekke ile Medine'nin arası yaklaşık üç yüz kilometredir. Bu mesafeyi, her an düşman saldırı ile karşılaşılacak endişesi ve imkânsızlıklarla içinde geçirmek rahat koltuklarda anlaşılacak bir olay değildir.
Bu yolculukta bizim anladığımız yegane husus iki arkadaş Allah tarafından koruma altına alındığıdır.
Allah bir kulunu koruma altına al-dımı, kimin haddine ona zarar verebilmek. Ne buyuruyor Rabbimiz "onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledik." Allah Celle Celaluhu'nun ordularının âdetini kim bilebilir ki?
Örümcek ordusu, güvercin ordusu, Kum–toprak orduları, daha nice orduları vardır.


* * *
Yolculukları esnasında, bir çadırla karşılaştılar. Çadırın öngüne bir kadın oturmuş, gelip geçene, yiyecek içecek şeyler satıyordu. Hicret arkadaşları çadıra yaklaştılar. Kadına kim olduğu ve burada ne yaptığını sorduktan sonra, Ebu Bekir biraz et ve hurma istedi. Kadın istenenlerin hiçbirinin yanında bulunmadığını söyledi.
–Vallahi, yanımızda en küçül bir şey bulunsaydı, talebinizi yerine getirip size ikram ederdim.
Kâinatın Efendisi kadına sordu:
–Ey Ümmü Ma'bed! Yanında süt da yok mu?



–Vallahi yoktur! Kuraklıktan çok çektik, davarlarımız kısırlaştı.
Kâinatın Efendisinin gözüne çadırın arka tarafında bir görünüp bir gözden kaybolan çelimsiz, arık bir koyun ilişir:
– Ey Ümmü Ma'bed! Şu ileride gördüğüm koyun değil mi?
–O zayıf ve güçsüzlüğünden dolayı sürülerimizle gidemiyor.
–Onu sağmama müsaade eder misiniz?
–Onda süt yok ki, nesini sağacaksınız? Süt bulabilecekseniz koyun orada istediğiniz kadar sağın.
Kâinatın Efendisi koyunun yanına gider, "Allah'ım! Bu koyunu bereketli kıl" diye dua etti. Sonra besmele ile koyunun memesinin altıda kap koydu. Birden koyunun memesi süt ile doldu. Herkes ihtiyacını giderdi, birkaç kap da arttı.
İki arkadaş burada birkaç saat kalır, yola devam satı gelip çatmıştı, karınlarını doyurmuş, dinlenmiş olarak yola koyulurlar.


* * *
Onlar yola çıktıktan birkaç saat sonra, Ümmü Ma'bed'ın kocası Ebu Ma'bed davarları ile çıkageldi. Çadıra girip de, kaptaki sütü görünce şaşırdı. Hanımına:
–Bu süt nereden geldi?
Kadın kocasına nasıl anlatacağını bilemez, kısa bir şaşkınlıktan sonra bugün yaşadıklarını anlatır. Hanımını dinleyen Ebu Ma'bed:
–Vallahi sanırım senin haberini verdiğin zat, şu Kureyş'ın aradığı, başına yüz deve konulan kişidir. Sen onu bana bir anlat bakalım. Nasıl biriydi?
Ümmü Ma'bed'ın anlatımı kâinatın Efendisinin ilk hilye–i şerifidir. Kasın kocasına kutlu misafirini şöyle tarif eder:
–O zat öyle biriydi ki, güzelliği her bakan tarafından görülürdü. Güzelliği kadarda güzel huyluydu. Karnı büyük değil, başı da küçük değildi. Uyumlu bir bedeni, çok güzel bir çehresi vardı. Gözlerinde siyahlık, kirpiklerinden çokluk, sesinde tatlılık ve kibarlık vardı. Gözünün akı bembeyaz, karası da simsiyahtı. Kaşlarının ucu ince, saçları da simsiyahtı. Boynunda uzunluk, sakalında sıklık vardı. Sustuğu zaman, vakar ve ağırbaşlılık, konuştuğu zamanda güler yüz ve tatlı sözden başka bir şey görünmüyordu. Sözleri ağzından inci taneleri gibi, tane tane, anlaşılır, net bir şekilde dökülüyordu. Orta boylu olup, ne hoşa gitmeyecek kadar uzun, nede kısa idi."
Hanımının anlatması bitince, Ebu Ma'bed kesin kanaat getirdi ki; bu başına yüz deve konulan zattır:
–Ey Ümmü Ma'bed! Bu Mekke'de bana anlatılan Kureyş'ın sahibi olan kişidir. Eğer ben ona rastlamış olsaydım, ondan beni arkadaşlığına kabul etmesini isterdim. Yine de bir fırsatını bulup onun arkadaşı olacağım.(1)


* * *
Kâinatın Efendisinin, Mekke'den hareket ettiği haberi Medine'de duyulmuş, yaptıkları hesap ile Medine'ye girmeleri gelip çatmıştı. Bunun içinde her gün yollara çıkıp onları gözlüyorlardı. Güneş tepeye gelene kadar, bekliyorlar, güneş dayanılmaz olunca herkes evlerine çekiliyordu. Yine aşırı sıcak günlerden birinde Medine'de öğlene kadar beklenmiş, sonra da güneşten korunmak için evlerine çekildiklerinden, bir Yahudi'nin sesi duyuldu. Ufukta bir karartıyı görmüş ve bu karartının beklenen misafir olduğunu tahmin ederek bağırıyordu:
–Ey Beni Kayle,(2) işte dedeniz geldi.(3)


* * *
Rasûlallah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine'ye bir saat mesafedeki; Küba mevkiinde gelmişti. Bir hurma ağacının gölgesine oturdu. Ebu Bekir ayakta duruyordu. Karşılamaya gelenler hurma ağacının altında biri ayakta, biride oturur vazıyette iki kişi ile karşılaştılar. Önce bu iki kişiden hangisinin peygamber olduğunu anlayamadılar. Bir kimsi ayakta duran Ebu Bekir'i peygamber zannetti.
Kâinatın Efendisi karşılamaya gelenlerle ilgilendi, sohbet etti ve onlara bu köyle birkaç gün dinlendikten sonra Medine'ye geleceğini söyledi.
Küba'da kaldıkları zaman içinde Hazreti Ali'de Mekke'de ki görevini tamamlamış ve Rasûlallah'a katılmıştı. Mekke'den son çıkanlarda biride Suheyb Rûmî'ıydı. Oda Küba'da peygamber efendimize katıldı. Peygamber efendimiz Mekke'den yola çıktığı sırada, muhacirler Küba'da küçük bir mescit yapmış, namazlarını burada kılmaya başlamışlardı. Kâinatın Efendisi de Küba'ya geldiğinde ilk namazı bu küçük mescit niyetine yapılan mekânda kıldı. Sonra da evinde kaldığı Külsüm bin Hidm'ın arazisini satın alarak, İslam tarihinde mescit niyeti ile inşa edilen ilk mekânı yaptı.


* * *
Küba mescidinin plan projesi, peygamber efendimiz tarafında çizildi. İnşaatına başlanacağı zaman, peygamberimiz Harre mevkiindeki taşlardan getirmelerini söyledi. Taşlar getirildi, sonra da mescidin kıblesi tespit edildi ve ilk taşı peygamber efendimiz koydu. Ebu Bekir'e:
–Sende bir taş al ve benim taşımın yanına koy, dedi. Sonrada Hazreti Ömer'e dönerek:
–Sende bir taş ve Ebu Bekir'in taşının yanına koy, dedi. Sonra da Hazreti Osman'a seslenerek:
–Sende bir taş al ve Ömer'in taşının yanına koy, dedi. Osman'da denileni yaptı. Bu defa da orada bulunanlara seslenerek:
–Herkes bir taş alsın ve şu çizgi üzerine koysun. Orada bulunanlar denileni yaptı ve kısa surede Küba mescidi tamamlandı.(4)
Mescit tamamlandıktan sonra, İslam tarihinin ilk Cuma namazı bu mescitte kılındı.


* * *
Kâinatın Efendisinin hicret yolculuğunda insanlığa önemli mesajlar vardır. Bunlardan biride Hazreti Ebu Bekir'in diğer insanlara karşı olan üstünlüğü, hicrette açıkça ortaya çımıştır. Hazreti Muhammed'in Ebu Bekir'i yol arkadaşı olarak seçmesi bir rastlantı değildir. Bu hadise basit bir yol arkadaşlığı olmuş olsaydı, kendisine daha iyi yol arkadaşlığı yapabilecek birini bulabilirdi. Yol arkadaşlığı için kendisine can güvenliği sağlayacak birini seçebilirdi. Yada yiğitlik ve kahramanlıkları Arap yarım adasında nam salmış, Hazreti Hamza ve Hazreti Ömer'i de yanlarına alarak yola çıkabilir, bu onlar için daha güvenli ve sağlıklı olurdu. Yolculukta tek bir kişiyi tercih etti. Bu tercihi ile Ebu Bekir'in değerini, İslam ümmetine göstermek istiyordu. Bu konuda Tefsir–i Kebir'de şöyle denilmektedir:
Hazreti Peygamber Aleyhisselam Medine'ye girerken, yanında Hazreti Ebu Bekir vardı. Ensâr, Hazreti Peygamber'in yanında Ebu Bekir'den başka birini görmedi. İşte bu durum, Hazreti Peygamber'in, gerek yolculukta, gerek mukim iken ashabı içinden Ebu Bekir'i kendisi için arkadaş seçtiğine delalet eder. Âlimlerimiz buna şu hususu da ekleyerek, şöyle demişlerdir; "Bu yolculuğunda Peygamber Aleyhisselam'in yanında. Ebu Bekir'den başka hiç kimse olmadığına göre, faraza bu yolculukta Peygamber Aleyhisselam'in vefat etmiş olduğunu düşünsek, bu takdirde, Ebu Bekir'den başka hiç kimse O'nun emrini yerine getiremezdi. O'nun ümmetine olan vasiyetini ondan başkası ulaştıramaz ve bu yolculuk esnasında Peygamber'e inen vahiyleri, ondan başka hiç kimse haber veremezdi. Bütün bunlar, Ebu Bekir'in faziletinin çok yüksek ve derecelerinin çok yüce olduğunu gösterir."agla5)


* * *
Kâinatın Efendisi Ebu Bekir'e verdiği değeri daha iyi anlamak için aşağıdaki hadiseye dikkatle incelememiz gerekir. Ebu'd–Derdâ Radıyallahü anh anlatıyor:
"Ben Rasûlallah'ın yanında oturuyordum. Derken, Ebu Bekr elbisesinin eteğini tutarak çıkageldi. Öyle ki, dizleri açılmış durumdaydı. Aleyhissalâtu vesselâm onu bu halde görür görmez:
–Arkadaşınız biriyle çekişmiş olmalı! buyurdular. Ebu Bekr selam verdi ve:
–Ey Allah'ın Resulü! Benimle İbnu'l–Hattâb arasında bir tatsızlık oldu. Üzerine yürüdüm, sonra da pişman oldum. Beni affetmesini talep ettim, kabul etmedi. Bunun üzerine sana geldim!, dedi. Rasûlallah da:
–Ey Ebu Bekir! Allah sana mağfiret etsin! buyurdu ve bunu üç kere tekrar etti. Sonra da Ömer davranışından pişman oldu. Ebu Bekir'in evine gitti ve:
–Ebu Bekir evde mi? diye sordu.
–Hayır! Cevabını alınca, o da doğru Rasûlallah'ın yanına geldi ve selam verdi. Rasûlallah renk renk olmaya başladı. Bu hal, Ebu Bekir 'ı korkuttu. Derhal diz çökerek:
–Ey Allah'ın Resulü! Bu meselede hata benim, ben zulmettim! dedi. Rasûlallah hepimize dönerek:
–Allah beni size peygamber olarak gönderdi. Size tebliğ ettiğim zaman hepiniz bana: "Sen yalancısın" dediniz. Ebu Bekr ise: "Doğru söyledin" dedi ve bana canıyla, malıyla yardımcı oldu. Siz arkadaşımı bana bırakırsınız değil mi? buyurdular ve iki veya üç kere, bu sözü tekrar ettiler.
Ebu'd–Derdâ der ki:
"Bundan sonra, Rasûlallah'ın hatırı için Ebu Bekir'e hiç eziyet edilmedi."agla6)


* * *
Peygamberimiz Ebu Bekir'in arkadaşlığı konusunda yeri gelmiş hareketlerle yeri gelmiş sözle uyarmıştır. Peygamberin arkadaşı olarak anlaşılmıştır ki; Rasûlallah'ın söz ve davranışları Ebu Bekir'in faziletinin mükemmelliğine delalet eder. Hüseyin b. Fudayl el–Becelî şöyle demektedir:
"Kim Ebu Bekir'in, Peygamber'in arkadaşı olduğunu kabul etmezse kâfir olur. Çünkü Hak Teâlâ'nın, "Peygamber o zaman arkadaşına... diyordu" ifadesindeki "arkadaş" ile, Ebu Bekir'in kastedildiği hususunda ümmetin ittifakı vardır. Bu ifade, Cenab–ı Hakk'ın, Ebu Bekir'i, Peygamber Aleyhisselam'ın arkadaşı olarak tavsif ettiğini gösterir.(7)


* * *
Bu hadisede Şia'nın içine düştüğü yanılgı ve hata gündeme gelmektedir. Malum olduğu üzere Şia, hilafet meselsinde başta Hazreti Ebu Bekir olmak üzere Hazreti Ömer'e düşmandır ve onlara karşı bitmek tükenmek bilmeyen bir kin beslemektedirler. Hazreti Ali'yi sevmek ve onun haksızlığa uğradığını söylemek, hiçbir zaman Ebu Bekir ve Ömer gibi iki mümtaz şahsiyete hakaret ettirmeyi gerektirmez.
Allah biri kulunu diğer kuluna arkadaş olarak tayın etmişse, bunu Kur'an ayeti ile de müminlere bildirmişse, bunun üzerine kim söz söyleyebilir?
Kur'an da şöyle buyruluyor:
"…hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu…"agla8)
Rasûlallah'ın arkadaşına, hem de Kur'an'ın teyit ettiği bir arkadaşına söz söylemek, ondan nefret etmek, ona kin beslemek, abesle iştigaldir. Rasûlallah'ın hatıratına saygısızlıktır. Kim bilerek, Rasûlallah'ın hatıratına bilerek saygısızlık yaparsa imanı tehlikededir. İmanı çıkmıştır diyen âlimlerde olmuştur.



EsSelam Aleykum...



DİPNOTLAR:
1. M. Asım Köksal, "İslâm Tarihi", Şamil Yayınları, İstanbul 1987, c. 6, s. 173
2. Benu Kayle Medinelilere verilen bir isimdir. Medine ileri gelenlerinden bir gurubun ninesi Kayle isminde bir kadındı. Onlar da ninelerinin ismi ile anılırdı. Ninelerine çok değer verdikleri için, yine değerli biri gelince ona da değer ifade etmesi açısından dedeniz geldi diye hitap etti.
3. Siret-i İbn-i Hişam, İslâm Tarihi", Terc. Hasan Ece, Kahraman Yayınları, İstanbul 1985, cilt. 2. sh.160
4. M. Asım Köksal, "İslâm Tarihi", Şamil Yayınları, İstanbul 1987, c. 7, s. 10
5. Fahruddin er-Râzîı, "Tefsir-i Kebir", Huzur Yayınevi, Çev. Suat Yıldırım, Lütfullah Cebeci, Sadık Kılıç, Sadık Doğru
6. Buharî, Fezailu'l-Ashab 5, Tefsir, A'raf 3
7. Fahruddin er-Râzîı, "Tefsir-i Kebir", Huzur Yayınevi, Çev. Suat Yıldırım, Lütfullah Cebeci, Sadık Kılıç, Sadık Doğru
8. Tevbe Suresi;09/40

Ekleme Tarihi: 26.04.2007 - 02:35
Bu mesajı bildir   Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an 1 üye ve 1350 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
sefa46 (70), sa71bo (53), hacý46 (39), talathoca (68), volkanadar (46), abcesam (66), ~YaSeMeN~ (40), Yavuz Selim Hay.. (54), sezerarzumanogl.. (40), mhakanavci (43), mevlüt01 (43), ravza dila (41), cartel02 (43), CANBULUT (48), mbitis (39), nurkelebek (56), lokmanyavuz1959 (65), mke55 (40), Seymaa (51), veyselkarani (51), a_musab (38), uyuz (45), tugbil (60), Guldemet (49), Fatih Erus (38), Nedim06 (59), Yusra (36), a_Sena_a (49), abdullah acar (47), M HAKAN AVCI (43), kral (48)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.64584 saniyede açıldı