 |
|
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193 |
|
|
|
|
|
Ekleyen |
|
|
|
1613 Mesaj -
|
|
Kayıt Tarihi: 09.07.2006
|
En Son On: 12.03.2007 - 11:46
|
Cinsiyeti: Erkek
|
|
ŞEYH ŞAMİL
Rusların, Kafkasya'da ortadan kaldırmak istediği İslâmiyeti, tekrar ihyâ etmek, yaymak
için uğraşan, Kafkas-Rus mücâdelesinin en unutulmaz simâsı ve düzenli Rus ordularını dize
getiren büyük mücâhid , Kafkas kahramânı, âlim ve velîdir . 1797 (H.1212) senesinde
Dağıstan'ın Gimri köyünde doğdu. Babası Muhammed, ona Ali ismini verdi. Küçük yaşta ağır
bir hastalığa yakalanan Ali'ye, âdetlerine uyarak, Şâmil ismini de verdiler ve o isimle
çağırmaya başladılar.
Küçük yaşından îtibâren ilim tahsîl edip âlim olması için, zamanın ulemâsından okudu.
Şâmil, otuz yaşına kadar; tefsîr, hadîs, fıkıh ilimlerini, edebiyât, târih ve fen
bilgilerini öğrenerek, büyük bir âlim, gönül sâhibi bir velî oldu. Rusların,
Kafkasya'daki müslüman Türkleri esâret altına almak, kalblerindeki îmânı söküp atmak ve
İslâmiyeti yok etmek için maddî ve mânevî bütün güçleri ile uğraştığını görünce,
gönlündeki îmânın tezâhürü olarak cihâd aşkıyla ortaya atıldı. Kafkasya'da yaşayan
Türkler, onu başlarına imâm, rehber seçtiler. İmâm Şâmil, daha önce Rusların esâretini
kabûl etmiş kabîleleri de saflarına katarak, düzenli küçük bir ordu kurdu. Bu küçük
ordusuyla yirmi beş sene, İslâmiyeti yok etmek, müslümanları ortadan kaldırmak isteyen
Ruslara kan kusturdu. Nice generallerini harp meydanlarında öldürüp, nicelerini de
çarlarına karşı küçük düşürdü, onları âciz bıraktı. Eşsiz bir mücâdele ile hayâtını
geçiren Şeyh Şâmil, 1870 (H.1287) senesinde Medîne-i münevverede vefât etti.
Zâhirî ilimleri Saîd Herekânî'den, tasavvuf ilimlerini ise aynı zamanda kayınbabası
ve mürşidi olan Seyyid Cemâleddîn Gazikumûkî hazretlerinden öğrendi.
Şeyh Şâmil, daha gençlik yıllarında Şeyh Mansûr ile başlatılan hürriyet
mücâdelesindeki yerini aldı. Mansûr'dan sonra, Gâzi Muhammed, Kafkaslıların başına
geçerek imâm oldu. O da gönül sâhibi bir velî idi. Şeyh Şâmil'in çocukluk arkadaşı olan
Gâzi Muhammed, Ruslarla yaptığı Gimri muhârebesinde şehîd olmadan önce; "Kardeşim Şâmil!
Bu savaşta şehîd olsam gerektir. Benden sonra Hamzat imâm olacak. Onun kısa süren
imâmlığından sonra sen başa geçecek, senelerce Kafkasya'ya hükmedeceksin. Nâmın cihânı
tutacak. Çar ordularını perişân edeceksin. Bu savaştan sonra Gimri'den gitsen bile yine
kurtarıp, mezârımı düşman çizmeleri altında bırakmazsın inşâallah" demişti. Çarpışmanın
şiddetlendiği bir an, Gâzi Muhammed şehîd düştü. Bu hâle çok üzülen Şeyh Şâmil, büyük bir
hızla düşmana saldırdı. Birçok düşman öldürdü. Bu arada ağır yaralandı. Şeyh Şâmil'in
yaralandığını gören Gimri Câmiinin müezzini Mehmed Ali, onu tâkib ederek, savaş alanı
dışındaki bir mağaraya sakladı. Şeyh Şâmil pekçok yerinden yaralanmış, kaburga
kemiklerinden bazıları ve köprücük kemiği de kırılmıştı. Asıl yara, göğsünde ve sırtında
olup, her tarafını kan kaplamıştı.
Müezzin, oraya iki saat mesâfede bir köyde oturan Dağıstan'ın meşhûr cerrâhı, aynı
zamanda Şeyh Şâmil'in kayınpederi olan Abdülazîz Efendiye durumu bildirdi. Abdülazîz,
şifâlı otlarla yaptığı ilâçları Şeyh Şâmil'e tatbik ederek tedâviye başladı. Birkaç gün
mağarada, daha sonra Unsokul köyünde tedâvi edilen Şeyh Şâmil, yirmi beş gün baygın
yattı. Kendine geldiğinde annesini baş ucunda görünce, güçlükle; "Anacığım! Namazımın
vakti geçti mi?" diye sordu. Namazlarını îmâ ile kılarak, aylarca yatakta yatan Şeyh
Şâmil sıhhate kavuştu.
1832 (H.1248) senesi şehîd düşen Gâzi Muhammed'in yerine, Hamzat Bey imâmlığa seçildi.
Üç sene kadar faâliyet gösteren Hamzat Bey, 1835 (H.1251) senesinde Hunzah Câmiinde bir
Cumâ günü şehîd edildi. Onun şehâdetinden sonra imâmlık, yâni liderlik vazifesi Şeyh
Şâmil'e teklif edildi. Şeyh Şâmil, tevâzu göstererek daha ehliyetli birinin seçilmesini
istedi. Hattâ namzetler de gösterdi. Gohlok'ta toplanan âlimler ve milletin ileri gelen
temsilcileri, her türlü yetkiye hâiz olarak, Şeyh Şâmil'e imâmlığı kabûl ettirdiler.
Rusları dize getirmenin ancak düzenli bir orduyla mümkün olacağını, teşkilâtlanılırsa
çar ordularıyla baş edebilecek durumda olduklarını, dışardan hiçbir yardımın
gelmeyeceğini, bu sebeple iş başa düştüğünü her gittiği yerde îzâh ediyordu. Tesirli
hitâbetiyle halkı cezbediyor, müslüman olarak yaşamak aşkıyla yanan bu insanların
kalblerine birer kıvılcım salıyordu. Bu uğurda şehîd olmanın mükâfâtının Cennet olduğunu
bildiriyor, dînin emirlerine uymanın, yasaklarından kaçınmanın ancak hürriyet ile mümkün
olabileceğini herkesin kalbine nakşediyordu. Şeyh Şâmil, kısa zamanda kısmen de olsa
nizamlı bir ordu ve mülkî teşkilâtı kurmaya muvaffak oldu. Tecrübeli ve değerli
yardımcıları, vekîlleri, ordunun ve mülkî idârenin başına getirdi. Bu nâiblerin en
meşhûrları şunlardı: Şuayb Molla, Taşof Hacı, Duba, Hâcı Sadu, Ahverdili Muhammed, Kabet
Muhammed, Hitinav Mûsâ, Nûr Muhammed, Muhammed Emîn, Hâcı Murâd. Yararlık gösterenlere
altın ve gümüşten yapılmış nişanlar veriyor ve bu nişanlara; "Sonunu düşünen hiçbir zaman
cesur olamaz.", "Kuvvet ve yardım ancak Allahü teâlâdandır.", "Cesûr ve yüksek rûhlu
olana..." şeklinde cümleler yazdırıyordu. Şeyh Şâmil'in seçtiği bu nâibler, memleketin
olduğu kadar, askerî birliklerin de sevk ve idâresinde üstâd idiler.
Çar Birinci Nikola, yıllardır Kafkasya'da yapılan savaşlarda başarılı olamadığını ve
Şeyh Şâmil'in düzenli ordu kurarak hücumlarını sıklaştırdığını görünce, bu memleketi bir
de sulh yoluyla elde etmeyi denemek istedi. Şâyet Şeyh Şâmil'i elde edebilirse, bu işin
çabucak biteceğine inanıyordu. Kafkasya'daki müslümanları bir bayrak altında toplama
sevdâsından vazgeçerse, kendisine en büyük makamların, rütbelerin verileceğini, başına
krallık tâcı giydirileceğini, Çarlık hazînelerinin ayakları altına serileceğini bildiren
göz kamaştırıcı şeytânî bir teklif hazırlatıp, en güvendiği generallerinden Viyanalı Kluk
Von Klugenav'a verdi ve Şâmil'i sarayına dâvet etti. General, Şeyh Şamil'in huzûruna
çıkmak için aracılar koydu. Güçlükle Şeyh Şâmil ile görüşmeye muvaffak oldu. 1837
senesinde Çar'ın gönderdiği elçiyi, maiyetiyle berâber, Sulak Nehri civârında kabûl etti.
İmâm, Generale yere serdiği Kafkas yaygısında yer gösterdiği zaman, bir bacağı bir
müslüman güllesiyle sakat kalan topal General, Şeyh Şâmil'i büyük bir tâzimle selâmladı
ve istemeyerek bu yamalı yaygıya oturdu. Çar'ın sonsuz vâd ve pek parlak teklifleriyle
dolu mektubunu okuyan General susar susmaz, İmâm hızla ayağa kalkarak; "Namazım geçiyor."
diye heybetle geri çekildi. Namazını kıldıktan sonra gelen Şeyh Şâmil, sapsarı kesilen
Generale kesin cevâbını şöyle bildirdi: "General! O Nikola'ya git ve de ki: Senin yerinde
şu anda kendisi olsa ve bu alçakca teklifleri bana bizzat yapmak cesâretinde bulunsaydı,
ona ilk ve son cevâbı şu kırbacım verirdi." İyice hiddetlenen Şeyh Şâmil şöyle devâm
etti: "Ona söyle! Kahraman tebeamın kalblerinde kök salan bu eşsiz zafer inancını
kökünden kazımadıkça, bu mübârek vatan topraklarını en son kaya parçasına kadar karış
karış müdâfaa etmekten bizi men edemeyeceksiniz. Dînim ve vatanım uğrunda, bütün
çocuklarımı ve âilemi kılıçtan geçirseniz, zürriyetimi kurutsanız, en son tebeamı
öldürseniz, tek başıma son nefesimi verinceye kadar sizinle savaş edeceğim. Nikola'yı
tanımıyorum. Son cevâbım budur." Daha sonra ayağa kalktı. Hiçbir şey söylemeye cesâret
edemeyen General, huzurdan ayrılıp, Çar'ına durumu bildirdi. Çar, hazır bu yol
açılmışken, ikinci bir teşebbüs olmak üzere Kafkas orduları başkumandanı General Feze'yi,
İmâm Şâmil'e tekrar gönderdi. Onun da aldığı târihî cevap şudur:
"Ben, Kafkas müslümanlarının hürriyete kavuşmaları için silaha sarılan gâzilerin en
aşağısı Şâmil! Allahü teâlânın himâyesini, Çar'ın efendiliğine fedâ etmemeye yemin eden,
özü sözü doğru bir müslümanım. Daha önce Çar Birinci Nikola'yı tanımadığımı, emirlerinin
bu dağlarda geçersiz olduğunu General Klugenav'a anlayacağı şekilde tekrar tekrar
söylemiştim. Bu sözleri sanki taşa söylemişim gibi, Çar, hâlâ görüşmek için beni Tiflis'e
dâvet ediyor. Bu dâvete icâbet etmeyeceğimi bu mektubumla son defâ size bildiriyorum. Bu
yüzen fânî vücûdumun parça parça kıyılacağını ve sırtımı verdiğim şu vatan topraklarında
taş üstünde taş bırakılmayacağını bilsem, bu kesin karârımı hiçbir zaman
değiştirmeyeceğim. Cevâbım bundan ibârettir. Nikola'ya ve onun kölelerine böylece mâlûm
ola!"
Şeyh Şâmil, teşkilâtlandırdığı yiğitleri hem din bilgilerinde yetiştirir, hem de
askerî eğitimden geçirirdi. Köylerde bulunan bütün çocukların Kur'ân-ı kerîm okumasını
sağlar, büyüklerin; tefsîr, hadîs, fıkıh gibi dînî ilimlerin yanısıra, zamânın fen
bilgilerinde de yetişmesi için uğraşırdı. Din bilgisi olmayan câhillerin Ruslara
aldanacağını, vatanını koruyamayacağını, böylece hem dünyâda esâret altında kalacağını,
hem de âhirette acı azâblara dûçâr olacağını buyururdu. Bu sebeple, emri altındaki her
köy, kasaba ve şehirde medreseler açtırır, hem din, hem de fen ilimlerinin okutulması
için uğraşırdı. Kendisi bizzat bu derslere katılır, talebelerine ders verirdi. Başarılı
talebelerine mükâfâtlar dağıtırdı. Medresede okutulan dersler yanında, silâh kullanmak,
kılıç çekmek, ok atmak, ata binmek gibi konularda eğitimler yaptırır, savaş ânında
herbiri birer komutan olacak şekilde yetiştirirdi. Bundan dolayı Şeyh Şâmil, hem
milletinin, askerinin devlet reîsi, kumandanı, hem de hocası, imâmı idi. Bu sebeple
Kafkasyalı müslümanlar, onu canları gibi çok severler, her emrine şartsız itâat
ederlerdi. Vatanlarını Ruslara karşı müdâfaa etmek ve bu uğurda şehîd olup Allahü
teâlânın rızâsını kazanmak, her Kafkasyalı müminin yegâne arzusu idi. Çocuklarını, Allahü
teâlânın dostlarını sevecek, düşmanlarından da nefret edecek şekilde yetiştirirlerdi.
Onlar için Rusları sevmek, onlara boyun eğip emirlerine girmek kadar tehlikeli bir şey
olamazdı. Her çocuğa, İmâm Şâmil'in ve diğer âlimlerin muhabbeti, Ruslara olan düşmanlık
anlatılırdı. "Hubb-i fillah ve buğd-ı fillah"ın (Allahü teâlânın dostlarını sevmek,
düşmanlarından nefret etmek), îmânın asıl sebebi, şartı olduğu, bu olmadıkça hiçbir
ibadetin cenâb-ı Hakk'ın katında makbûl olmadığı öğretilirdi.
Rus kuvvetleri hep hezimete uğradı. Yenileri birbirini takib etti. Çar Birinci Nikola,
bu hezîmetlerden sonra, bütün Kafkasya'yı fethetmek, Şeyh Şâmil'i ele geçirip bütün
müslümanlara kötü günler yaşatmak maksadıyla, ordularının en seçkin generallerini bu işte
vazifelendirdi. Napolyon'u mağlub eden bu meşhûr generaller; Fraytag, Svarts, Klugenav,
Argutinski idi. Kalelere bıraktıkları ihtiyat kuvvetleriyle birlikte elli bini bulan bu
seçme ordu, dört koldan harekete geçti. Netice yine Rus ordularının hezimeti ve bir avuç
müslümanın zaferi idi.
Şeyh Şâmil'in, bu kadar kısa sürede, harp târihinde ender rastlanan bir zaferi
kazanması ile, Avaristan baştanbaşa düşman çizmelerinden temizlendi. Rusların yirmi beş
müstahkem mevkii zapt ve tahrîb edildi. İki binden ziyâde Rus askeri esir alınıp,
binlercesi öldürüldü. En mühimi, yenilmez sanılan Rus ordularını çok az bir müslüman
Türk'ün îmân gücü ile nasıl perişân ettiğine Rus Çarı dahî hayretle şâhid oldu. Rus
kaynakları 1843 senesinde yapılan bu harplerin netîcesi hakkında şöyle demektedir:
"Şâmil, Avaristan'da taş üstünde taş bırakmadı. Unsokul, Balakan, Moksok, Ahalçi,
Tsanah, Hassat, Gergebil, Burunduk, Hunzah, Nizovaye, Ziran, Gimri gibi en önemli
üslerimizi, mevzilerimizi kâmilen ele geçirip temelinden tahrib etti. Rusya'ya çok
pahalıya mal olan bu Avaristan muhârebelerinde yaptığımız müthiş masrafları, verdiğimiz
korkunç insan ve malzeme zâyiatını hesab edecek olursak, bu savaşın Kafkasya'da
yaptıklarımızın en kanlı ve zararlısı olduğu meydana çıkar."
Bu savaşlar netîcesinde Kafkasya'da yaşayan müslüman Türklerin mâneviyâtı yükseldi.
Ruslara karşı müthiş bir direniş başladı. Şeyh Şâmil'e karşı olan güvenleri çoğaldı.
Canla başla ona yardıma karar verdiler. Bu savaş, Çar Birinci Nikola'nın gururunu kırdığı
gibi, plânlarını da alt üst etti. Napolyon'a karşı gâlip gelen meşhûr Rus generalleri,
iki kolorduya yakın büyük bir kuvvet ile Avaristan'a saldırdıkları hâlde, Şeyh Şâmil'in
bir avuç ordusu karşısında tutunamamışlar, felce uğramışlardı.
Çar Nikola, bu hezîmetten sonra da, Şeyh Şâmil'in karşısına General Vorontsof'u
çıkardı. Onu Kafkas Orduları Başkumandanlığına getirerek; "Bütün ordularım bu uğurda fedâ
olsun. Hazînelerimin bütün kapıları Kafkasya için ardına kadar açıktır. İstediğin her
şeyi bol bol alabilirsin. Bunun karşılığında sizden Şeyh Şâmil'i ölü veya diri olarak ele
geçirmenizi ve Dargo denilen yuvasını kasıp kavurarak çiğnemenizi istiyorum" dedi.
General Vorontsof, Kafkasya'yı bir uçtan bir uca fethetmek için altmış bin kişilik bir
kuvvetle harekete geçti. Şeyh Şâmil'in yok denecek kadar az bir askeri karşısında perişân
olup şaşkına döndü. Bir buçuk ay içinde elindeki bütün cephânelerini, güllelerini İmâm
Şâmil'in yaptırdığı sahte istihkamlara, boş siperlere günlerce atarak bitirdi. Hakîkî
muhârebelere daha girişemeden cephânesiz kaldı. Geriden gelen mühimmat ve askerin
yiyeceğini, erzakları Şeyh Şâmil'in yaptığı baskınla kaybetti. Şeyh Şâmil'in iki ay süren
çok mahâretli ve kanlı yıpratma muhârebeleri karşısında mevcûdunun büyük bir kısmını ve
üç generalini kaybetti.
Şeyh Şâmil, yeni bir gazâ için hazırlanmaya başladı. Ordusuna, Rusların müslümanlara
yaptıkları katliamları, ettikleri işkenceleri ve zulümleri anlatıyordu. Dînini yayabilmek
için, vatanlarını korumanın en büyük ibâdetlerden olduğunu, bu uğurda şehîd olmanın
öneminden ve Cennet'teki yüksek derecesini haber veriyordu. Peygamber efendimizden ve
Eshâb-ı kirâmdan misâller getiriyor, onların hiç rahat yüzü görmediklerini, hayatlarının
sonuna kadar İslâmı yaymak için diyar diyar dolaştıklarını, çok az bir kuvvetle pek büyük
düşman sürülerine gâlip geldiklerini anlatıyordu. Halk heyecanla dinliyor, o anlattıkça
Allahü teâlânın düşmanı olan Ruslara karşı nefretleri artıyordu. Ruslar harp
meydanlarında devamlı yenilince ova köylerinde mezalime başladılar. Bu köylerden gelen
iki kişi halkın çâresiz hâline Rusların kadın çocuk demeden yaptıkları mezâlimi Şeyh
Şâmil'in annesine anlattılar. Annesi, Şeyh Şâmil'i yanına çağırdı. Annesinin en küçük
arzusunu kendisine büyük bir emir telakkî eden muhterem İmâm, annesinin yanına gitti.
Biraz önce dinlediği vahşetten gözleri yaşla dolan heybetli ana, oğluna; "Evlâdım! Uzak
Çeçen köylerinde Rusların yaptığı anlatılmaz işkenceleri ve öldürülen yiğitlerin haberini
öğrendim. Kendilerini müdâfaa edemeyen bu köylüleri boş yere kırdırmasan ve Ruslarla
belirli bir müddet için mütâreke yapsan olmaz mı?" deyiverdi. Bu sözleri anasından işiten
kahraman İmâm, beyninden vurulmuşa döndü. Şeyh Şâmil, bir tarafta vatanın selâmeti ve bu
uğurda Ruslarla kanının son damlasına kadar mücâdeleye karar vermiş insanlar, bir tarafta
da incitilmesi büyük günahlardan olan ana gibi iki müthiş ateş arasında kaldı.
Senelerdir, İslâm düşmanı olan Ruslarla mücâdele etmişti. Hattâ vücûdunda yara almadık
yeri kalmamış gibiydi. Bu uğurda; eşi, hemşiresi, oğlu, amcası ve binlerce müslüman Türk
şehîd olmamış mıydı? Bu sebeple düşmanla anlaşmaya kalkanlar için kânunlar konulmuş,
onlara şiddetli cezâlar verileceği bildirilmişti. Şeyh Şâmil'in bu istek karşısında bir
anda sararıp gül gibi solduğunu gören ana, oğlunun kalbine fecî bir hançer sapladığını
anlayarak yaptığına pişmân oldu ve; "Dilim tutulsaydı da oğluma böyle bir şefâatte
bulunmasaydım. Müslümanların kâfirlere boyun eğmesi gibi büyük bir günâhı işletmeye sebep
olmak ne kötü. Elbette oğlum bunu kabûl etmeyecektir. Yâ Rabbî! Bu işin hâlledilmesi için
oğluma yardım eyle, beni de affettiklerinin arasına al!" dedi. Sonra kimsenin yüzüne
bakamadan evine girdi. İmâm Şâmil ise güç durumlarda namaza durur, günlerce yemeden
içmeden o işin hâlledilmesi için Allahü teâlâya yalvarırdı. Yine öyle yaparak mescide
halvete çekilen Şeyh Şâmil, gözyaşları arasında namaza durdu. Kur'ân-ı kerîm okudu.
Allahü teâlânın sevgili kullarından, başta hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî ve diğer
büyüklerden yardım diledi. Onları vesîle ederek cenâb-ı Hakk'a niyâzlarda bulundu.
İmâm'ın korktuğu tek şey, müslümanların kalblerindeki düşmanla mücâdele azminin
kaybedilmesi, îmânlarının sarsılması idi. Halkın Ruslarla anlaşmaya meyletmesi demek,
esâreti kabûl edip, İslâmın emirlerini yapamamak, yasaklarından kaçınamamak, en mühimi
îtikâdlarının bozulması demekti. Üstelik bu korkunç isteğe şefâatçı olan anasıydı. Din ve
vatan için, bir değil binlerce ana, oğul fedâ olmalıydı. Şeyh Şâmil, günlerce mescidde
Allahü teâlâya yalvarıp, nefs muhâsebesi yaptıktan sonra karârını verdi. Sabırla
kendisini kapıda bekleyen halkın huzûruna çıktı. Onlara; "Muhterem anam cezâsını
çekecektir!..." emrini bildirdi. Emir büyüktü. Şimdiye kadar İmâm'larının bir istediğini
iki etmeyen nâibler, ananın huzûruna çıktılar ve durumu bildirdiler. Yaralı ana, adâlet
dîvânının önüne geldi.Halk toplanmış, nefes almadan bekliyordu. Mahkûm mevkiinde, şimdiye
kadar Kafkasya'da yetişen âlimlerin, velîlerin en büyüklerinden olan Şeyh Şâmil'in anası
vardı. Omuzları çökmüş, yaptığı hatânın üzüntüsü ile rengi solmuş bir hâlde oğluna baktı.
Sonra yürekleri parçalayan bir sesle; "Oğlum! Allahü teâlânın emrinden kıl ucu kadar
ayrılırsan, emzirdiğim sütü helâl etmem! Verilecek cezâyı şimdiden kabûl ediyor,
adâletten zerre kadar şaşmamanı istiyorum." dedi. Dargolular, Şeyh Şâmil gibi mübârek bir
zâtın anasından böyle bir cevâbı bekledikleri için hiç şaşırmadılar.
Herkes pür dikkat, İmâm'ın vereceği karârı heyecanla bekliyordu. Ana ise; "Yâ Rabbî!
Oğlum, merhamet duygusu sebebiyle doğru yoldan ayrılmasın" diye duâ ediyordu. Şeyh Şâmil
nâibleriyle istişâre ederek netîceyi bildirdi: "Yüz sopa!.." Metânetle ortaya yürüyen
ana, acabâ bu cezâya dayanabilecek miydi? Herkes bunu düşünürken, senelerce ünlü Rus
generallerine diz çöktürmüş kahraman İmâm'ın, anasının yanına varıp diz çöktüğünü sonra
da ellerine sarılıp öptüğünü gördüler. Anasıyla helâllaşan Şeyh Şâmil, Dargolular'a
dönerek; "Anamın bu meselede, merhametinin çokluğu sebebiyle başkalarına şefâat
etmesinden başka hiçbir hatâsı yoktur. Bu yaptığı hatânın cezâsını da mânevî olarak şu
âna kadar çektiği ızdıraplarla ödemiştir. Maddî cezâyı da onun her şeyine vâris olan oğlu
çekecektir." buyurduğunda, herkes yerinde dona kaldı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.
Çünkü, İmâm'ın verdiği karardan döndüğü görülmemişti. Şeyh Şâmil, sopayı vuracak
kimselerin yanlarına varıp, belden üst tarafını soyunduktan sonra; "Emri yerine
getirmekte bir an bile tereddüd edip elleri titreyenlere yazıklar olsun! Bütün gücünüzle
vurmanızı emrediyorum!" diyerek sırtını döndü. Vazifeliler ilk sopaları vurdukları zaman
herkesin gözleri yuvalarından fırlamış, bağırmamak için kendilerini güç zaptetmişlerdi.
Her sopa indikçe İmâm'ın mübârek vücûdunda derin izler meydana geliyor, sopa yerlerine
kan oturuyordu. Aynı yere ikinci üçüncü sopalar isâbet ettiğinde de, oralardan kan
fışkırıyordu. Şeyh Şâmil ise vazifelilerin önünde dimdik duruyor, en küçük bir inleme ve
sopadan sakınmaya teşebbüs etmiyordu. Nefsin istemediği bu hareket ile pek güzel bir
mücâhede hâsıl olup nefsi inliyor, bu sebeple rûhu yükselip, vilâyet makâmlarında üstün
derecelere kavuşuyordu. Bu görülmemiş manzara karşısında, bâzı nâibler ileri atılarak
sopanın kendilerine vurulmasını istemişlerse de, Şeyh Şâmil'in kararlı bakışlarından
korkup geri çekilmişlerdi. Nihâyet yüz sopa vuruldu. Şeyh Şâmil vücûdundan sızan kanlara
bakarak, Allahü teâlânın, kendisine verdiği metânet ve sabır için şükür secdesine
kapandı. Sonra ayağa kalkıp ellerini açtı ve Rus zulmünden müslümanların muhâfazası için
Cenâb-ı Hakk'a duâ etti. Hâdiseyi ibretle seyreden halk, bir taraftan ağlayıp gözyaşları
döküyor, bir taraftan da Allahü teâlânın, böyle adâletli mübârek bir zâtı başlarına imâm
yaptığına şükrediyordu. Artık halk iyice şahlanmış, Ruslarla anlaşma yapmanın ne büyük
bir tehlike olduğunu iyi anlamıştı. Onlarla mücâdele etmenin din ve vatan borcu olduğuna
yakînen inanmışlardı. Şeyh Şâmil, anasının cezâlanmasına sebeb olanların kim olduğunu
sordu. Herkes; "Kim?" diye birbirine bakarken, iki elçi huzûra geldi. Halk, onların
üzerine yürümek istiyor, fakat edebe aykırı bir hareketten de çekiniyorlardı. İmâm
onlara; "Köylerinize dönünüz. Sizi gönderenlere gördüklerinizi anlatınız. Dînimizi yıkmak
isteyen İslâm düşmanlarına verilecek cevâbımız budur." buyurdu.
Bundan sonraki günlerde Şeyh Şâmil, Kafkasya'ya musallat olan Rus ordularına sık sık
baskınlar yaptı, akınlar düzenledi. Onları memleketlerinden çıkarmak için geceli gündüzlü
çalıştı. Fırsat buldukça, Çar Birinci Nikola'yı can evinden vuruyor, hiç beklemediği
yerlere saldırıyordu. Hiçbir devletten yardım görmeden, tam yirmi beş sene Ruslarla
mücâdele ederek vatanını savundu.
Yeni Rus çarı İkinci Aleksandr başa geçtikten sonra, Şeyh Şâmil meselesini hâlledip
Kafkasya'yı baştanbaşa fethetmek için, Prens Baryatinski kumandanlığında beş ordu
hazırlattı. Bunlardan biri Şeyh Şâmil'in karargâhını, ikinci Lezgi, üçüncü Hazar Denizi
civârını, dördüncü ve beşinci ordu da Çerkezistan'ı hedef aldı. Fakat asıl hedef Şeyh
Şâmil idi. Îcâb ederse beş ordu birleşip hep birden hücum edebilecekti. Bu sebeple,
birinci orduyu bizzat Başkumandan Prens Baryatinski idâre ediyordu. Onun ordusunda elli
bine yakın seçme asker ve elli civârında ağır top mevcuttu. Bu muazzam kuvvete karşı,
Şeyh Şâmil de beş bine yakın süvârisiyle Ruslarla çarpışmaya başladı. Uzun ve kanlı
çarpışmalardan sonra, Şeyh Şâmil, Gunip Dağına çekildi. Bu dağda beş yüz kadar fedâisi
ile bir buçuk ay süreyle koskoca ordu ile savaştı. Ellerinde atacak barutları, yiyecek
bir şey kalmadı. Etrâfındaki yiğit askerlerinin dört yüz kadarı da şehîd olmuştu. Yiyecek
yerine karınlarına taş bağlayarak düşmanla mücâdeleye devâm ediyorlardı. Başkomutan
Baryatinski, Şeyh Şâmil'i canlı ele geçirmek istiyordu. Bu sebeple Şeyh Şâmil'e beyaz
bayraklı elçiler göndererek teslim olmasını teklif etti. Şeyh Şâmil'in çocukları ve
askerleri bu ümitsiz mücâdelede İmâm Şâmil'in de şehîd olacağını, sonunda Kafkas
Türklerinin başsız kalacağını düşündüler. Şimdi bir anlaşma ile teslim olurlarsa, ilerde,
Allahü teâlânın yaratacağı yeni imkânlara göre hareket edebileceklerini Şeyh Şâmil'e
bildirdiler. Şeyh Şâmil, dîni, vatanı için canını seve seve vermeye hazırdı. Fakat,
müslümanlara yardım etmek zâhiren sağ kalmakla mümkündü. Bu sebeple gelen elçilerle
anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya göre; "Türklerin dinlerine karışılmayacak, onlardan asker
alınmayacak, vergi toplanmayacak, Türkler iç işlerinde serbest bir devlet olup,
idârecilerini kendileri seçecekler. Şeyh Şâmil, âile efrâdı ve mevcut kırk kadar askeri
ile, silâhları dahî ellerinden alınmadan Türkiye'ye gidebilecekti." 1859 senesinde
yapılan bu anlaşmadan sonra silâhlar sustu. Başta Başkomutan Baryatinski, diğer
generaller ve bütün Rus askerleri, yirmi beş senedir bir avuç fedâisi ile koskoca Rus
ordularını perişân eden, akla havsalaya sığmayan menkıbeler sâhibi kahraman Şeyh Şâmil'i
bir an önce yakından görmek istiyordu. Şeyh Şâmil, kendisine hayranlıkla bakan Rus
askerlerinin aralarından geçerek, Başkomutan Baryatinski'nin çadırına gitti. Baryatinski,
anlaşma şartlarının geçersiz olduğuna, kendisinin ve âile efrâdının Çar İkinci
Aleksandr'ın esîri olup, misâfir muâmelesi yapılacağını bildirdi. Artık iş işten
geçmişti. Sözünden dönen bu alçak Ruslara karşı yapılacak bir şey yoktu.
Çar kendisine bir konak ve hizmetçiler verdi. Şeyh Şâmil, Kaluga'da kaldığı on sene
zarfında kendini kitaplara verdi. Ancak bu şekilde teselli bulabiliyordu. Artık oldukça
yaşlanmış, esâret hayâtı onu iyice çökertmişti. Bir defâsında, ziyârete gelen Rus Çar'ına
Hacca gitmek istediğini bildirdi. Rus Çar'ı bunu kabûl etti. Fakat oğullarının rehin
olarak kalması gerektiğini söyledi. Bunu kabûl eden Şeyh Şâmil, 1870 senesinde İstanbul'a
hareket etti. Bu haberi işiten İstanbullular heyecanla İmâm'ın gelmesini beklediler.
SultanAbdülazîz Hân, sarayında hazırlıklar yaparak, senelerdir Ruslara kan kusturan İmâm
Şâmil hazretlerini beklemeye başladı. Kafkasya'da, İslâmiyeti yok etmeğe uğraşan Ruslara
karşı verdiği amansız mücâdeleyi iftihar gözyaşlarıyla tâkib eden müslüman Türk milleti,
Şeyh Şâmil'e hayran idi. Onun esâretten kurtulup İstanbul'a geldiği gün, yer yerinden
oynamış, halk sâhile dökülmüştü. Rus vapuru Dolmabahçe Sarayı önüne demirlediğinde,
Sultan Abdülazîz'in saltanat kayıkları, İmâm Şâmil ve âile efrâdını saraya getirdiler.
Abdülazîz Hân, onu sarayın kapısında karşılayıp, büyük bir hürmetle; "Babam kabrinden
kalksaydı ancak bu kadar sevinebilirdim" diyerek, çok iltifâtlarda bulundu. Sarayda hâl
hatır sohbetleri arasında Sultan Abdülazîz, her türlü emrine hazır olduğunu bildirdi.
Bunun üzerine Şeyh Şâmil; "Pâdişâhım! Hayâtımın şu son günlerini aşkıyla yandığım sevgili
Peygamberimin huzûr-ı şerîflerinde geçirmek istiyorum. Bunun teminini zât-ı âlinizden
istirham ediyorum" dedi. Bu arzuyu büyük bir îtinâ ile yerine getirmek için Rus sefirini
saraya çağırttı. Durumu anlatıp, Çar'a bildirmesini emretti. Rus Çarı İkinci Aleksandr
kabûl edip, Şeyh Şâmil'in Rusya'ya geri dönmemesini bildirdi. Buna ziyâde memnun olan
Şeyh Şâmil, İstanbul'da kısa bir müddet kaldı. Başta Sultan Abdülazîz'in ve
İstanbulluların gösterdiği yakın alâkaya, misâfirperverliğe hayran oldu. Bu kadar ilgiye
rağmen bir an önce Hicaz'a gitmek istediğini pâdişâha bildirdi. Abdülazîz Hân onun için
en mükemmel vapurunu hazırlatıp teşyî eyledi.
Vapurun her uğradığı yerde, halk görülmemiş bir heyecanla Şeyh Şâmil'i karşılıyor,
onun duâsını almak yarışına giriyorlardı. Mısır'a geldiklerinde, Hidiv İsmâil Paşa, onu
şânına lâyık karşıladı. O sırada İsmâil Paşa'nın yanında, Cezâyir'i Fransız istilâsından
kurtarmak için çok gayret gösteren büyük âlim, mücâhid, gâzî, Abdülkâdir Efendi de
misâfir bulunuyordu. İki kahraman âlimin sohbetleriyle şereflenen İsmâil Paşa,
onları Kâhire'de bir ay kadar misâfir etmek bahtiyarlığına kavuştu. Sonra İskenderiyye'ye
kadar giderek Cidde'ye uğurladı. Peygamberimizin ve Kâbe'nin hasretiyle yanan Şeyh
Şâmil'in heyecânı, oralara yaklaştıkça artıyordu. O sırada Mekke emîri olan Şerîf
Abdullah da, Şeyh Şâmil'i çok seviyordu. Onu büyük bir îtibarla karşıladı. Hicaz'da, onun
büyük bir âlim ve kahraman olduğunu işiten herkes, onu görmeye can atıyor, ilgi ve hürmet
gösteriyordu.
Şeyh Şâmil, büyük bir îtinâ ile bütün şartlarına âzamî titizliği göstererek haccını
yaptıktan sonra, ömrünü O'nun sünnet-i seniyyesini yaymak için uğraştığı, bu uğurda ölümü
göze aldığı, sevgili, muhterem, mübârek Peygamberi, iki cihânın efendisi Muhammed
aleyhisselâmın huzûr-ı şerîflerine gitmek için, nûrlu Medîne yollarına düştü. Her an
aşkıyla yandığı efendisine yaklaşıyor, şimdiye kadar içinde kopan fırtınalar her geçen
sâniye daha da şiddetleniyordu. Peygamber Efendimize olan aşkının çokluğundan ve O'na
kavuşmanın heyecânından dolayı gözünden sel gibi gözyaşı akıtan Şeyh Şâmil, Resûlullah'ın
huzûr-ı şerîflerine geldi.
Başta Medîne muhâfızı Hâfız Paşa, seyyidler, dünyânın dört bucağından gelmiş hacılar,
onu heyecanla tâkib ediyordu. Kabr-i saâdetlerinin kıble tarafına geçip, mübârek ayak
uçlarından Resûlullah'a, gönlünün en derin köşelerinden coşup gelen vecd ile:
"Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Resûlallah!
Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Habîballah!"
Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Seyyidel evvelîne vel-âhirîn!" diyerek selâm verince,
Resûlullah'ın, selâmına mukâbelesi ile şereflendi. Orada bulunanların şâhid olduğu bu
hâdiseden sonra Şeyh Şâmil, uzun müddet duâ edip gözyaşı dökerek hasretini giderdi,
gönlündeki fırtınaları dindirdi.
Şeyh Şâmil, Medîne-i münevvereye geldiğinde hastalandı. Kısa süren bu hastalığında
âile efrâdı, berâberinde gelip kendisine hizmet edenlerle ve ziyâretine gelenlerle
vedâlaştı. Sultan Abdülazîz'e, Rus Çarı'nda rehin bıraktığı çocuklarının kurtarılmasını,
Devlet-i aliyye-i Osmâniye'de vazife verilmesini bildiren bir mektup yazdırdı. Sonra
başında okunan Kur'ân-ı kerîm tilâvetleri arasında, 1870 (H.1287) senesi Zilka'de ayının
yirmi beşinci gününde Kelime-i şehâdet söyleyerek vefât edip, sevdiklerine kavuştu.
Cennet-ül-Bakî' Kabristanı'na defnedildi.
|
Ekleme Tarihi: 05.09.2006 - 22:31 |
|
|
|
791 Mesaj -
|
|
Kayıt Tarihi: 16.08.2005
|
En Son On: 10.06.2009 - 11:40
|
Cinsiyeti: Erkek
|
|
recepholding ABİ PAYLAŞIMIN İÇİN
Selam ve DUA İle...
|
Ekleme Tarihi: 06.09.2006 - 10:48 |
|
|
|
 |
|
Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
akinzen (51), CAHÝT (61), yilmazbalci54 (57), hpolat (58), neandria (48), DeLiAsIk (40), halliti (56), KARAR (57), endülüs (42), Aðlayan Gö.. (55), levent757 (50), Rumeysaa (56), alevkapan&yacut.. (55), aysunur (52), gencosman (57), CEPiSCH (44), ^Sessiz^ (36), ATAK (46), Eyup Altunsoy (61), laçin (49), X-MAN (49), kursatist (52), ahsez (53), albay (42), haci ömer (47), mustafagocer (64), kayserim (47), Bgok67 (30), kararlar34 (57), kozluklu ký.. (55), güven asa (60), MeHmEtSiN03 (36), Alim Demir (54), Icericumra (51), shoes4 (51), erolcilek (55), albatros (118), Muslumanim (38), babacan71 (56), refik yýlm.. (67), server21 (46), /)SeyfullaH(\ (34), bostancý (60), gulse (37), Cennet Yeþ.. (39), haktanotomotiv (55), bursar03 (47), hkursat (47), MISRA (55), tunsat (36), tolga01 (50), Rasim0735 (56), enes_malik (39), birol arol (60), yufkayurek43 (55), Turan35 (55), bayram66 (63), omer-108 (37), Tevfik (81), garip hasan (45), ferhat0612 (45), mercan__61 (51), serefk (66), imdat AYDIN (57), mehmetilhan (45), merdiye (43), Sefa_19 (55), saygili (66), shoes2 (51), yafes (57), yaasir (51), Allapiran (46), kralpire (60), baharali (51), BERCESTE68 (53), s.sariyildiz (62), kanadaturk (55), gurbetcihacidag (66), ÝSMA&Yac.. (48), tuaz (44), sin ü seydo&tho.. (52), nacimert (50), Senfoni (46), <<Ercan>> (51), muspak (53), tekto01 (42), ciminliErdem (37), tayfunsan (39), lokman15 (32), peehhhh (42), saltuk77 (47), Beyda (56), m.asýk (68), efza (48), MAHÝR (51), GozyasiGeceleri (39), ebu-ali (76), ovakentli66 (64), nekder (46), suskunsu (45), hartmania (39), metin karga (50), A1A1 (47), fatih010378 (47), Ademtalha (40), Adem Ýna.. (56), koesker (52), tuna (46), lazrail (40), skoldere (39), benhur kemal (), ozden7804 (56), MehmetHakim (60), birolpekel (68), ozaki (47), mazlumi (64), fatmayildiz (), BenyamiN (39), alieren (44), sahin23 (43), elvan_71 (46), X-MEN (49), taliha (53), Magicmoon (52), SELAMÝKA.. (64), metin_cholet (61), demun (60), @isra@ (45), berat (60), mehmettah&yacut.. (40), %seccade (47), malkoc (65), müjber (69), pamuk can (63), dekora (62), nursan12 (40), kocak07 (41), Hasan_52 (42), omeroz (52), derya deniz (), bayramalin (48), salih esen (50), orhann (61), DeliOrmanli (45), MEKÝN (45), lekalem (60), Tayyar (40) |
|
|
|
 |
|
|