0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » BÜYÜK ŞAHSİYETLER » İMAM-I EBÛ YÛSUF

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
recepholding su an offline recepholding  
İMAM-I EBÛ YÛSUF

1613 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.07.2006
En Son On: 12.03.2007 - 11:46
Cinsiyeti: Erkek 
İMAM-I EBÛ YÛSUF



İmam-ı A'zam Hazretleri'nin bir numaralı talebesi olan Ebû Yusuf'u Hanefi fıkhının

yegâne yayıcısı olarak görmek mübalâğalı değildir. Zira Ebû Yusuf, üç halifenin

zamanında Başkadılık etmiş, sahip olduğu bu imkânı da Hanefi fıkhının yazılıp okunması

yolunda kullanmıştır. Bu bakımdan, ilâhi hükümleri Âyet ve Hadis'ten alarak açıklığa

kavuşturmakla hizmetini tamamlayan Ebû Hanife, kitap yazarak bu hükümleri

sabitleştirmeye muktedir olamamışsa da, sağ kolu sayılan Ebû Yusuf, çıktığı makamın

imkânlarını bu hükümlerin tesbit ve tamimi yolunda azamî derecede kullanmış, böylece

İslâm hukukuna en büyük hizmeti yapmıştır.

Ebû Yusuf, hicri 113'te doğmuş. (M. 731). altmış dokuz senelik fevkalâde verimli bir

ömürden sonra, 182'de Bağdad'da vefat etmiştir. Halifelerden Mehdi, oğlu Hâdî, sonra

da. Hârun Reşid'in zamanında olmak üzere, tam 3 tane halifeye Başkadılık yapmış, bu

müddet zarfında hukuktaki eşsiz liyakat ve istidadını da icraatıyla bizzat ortaya

koymuştur. Ebû Yusufun zamanına kadar ilmiye sınıfının giyimi ayrılmamışken, o,

ulemâya ayrı bir giyim tarzı getirmiş; böylece ilmiye sınıfının kıyafetini değiştirerek
onlara ayrı bir resmiyet ve ciddiyet kazandırmıştır.

Gariptir ki, kıyamete kadar isminden bahsettirecek bir itibar ve makama kavuşan Ebû

Yusuf, başlangıçta hiç de böyle bir itibar ve hürmete lâyık halde değildi.

Mahrumiyetler ve hayatın musibetleri, küçük yaşta onun belini bükmüş, babası o henüz

çocukken vefat etmesi üzerine bu mahrumiyet had safhaya çıkmıştı. Hatta annesi hayatta

kimsesiz kalınca, onu bir çamaşırcının yanına hizmetçi vererek, oradan kazandığı

gündelikle geçinmek zorunda bile kalmışlardı. Ebû Yusuf ise, çalışmak üzere gittiği

çamaşırcının yanından kaçıp Ebû Hanîfe'nin Kûfe Mescidindeki meclisine gelir, orada

okunan hadîsleri, onlardan çıkarılan hükümleri dinler, burada âdeta kendinden geçer,

hatta sık sık annesi gelip de kulağından tutup kaldırıncaya kadar da kimseden haberi

olmazdı. Kendisi bu devresini şöyle anlatır:

"Ben sık sık kaçıyor, Ebû Hanife'nin ilim meclisine katılıyordum. Annem de gelip

beni yakalayarak çamaşırcının yanına götürüyordu. Bir gün yine gelip de beni derste

yakalayınca, Ebû Hanîfe'ye çıkıştı: "Senin ekmeğin pişmiş, aşın hazırlanmış. Halbuki

biz, bir dânik kazanmak için çalışıyoruz ki, karnımızı doyuralım" dedi. Ebû Hanife ise

şu karşılığı verdi: Sen bu çocuğa dokunma! O, şu anda fıstık yağıyla kavrulmuş pelte

yemeyi öğreniyor!

Annem bu söze fena halde kızdı: İhtiyar, sen iyice şaşırmışsın, bizimle alay mı

ediyorsun? Neresinde bunun fıstık yağıyla kavrulmuş pelte? Baksana bu çocuk

çamaşırcının yanında bir dânik (o günkü paranın adı) kazanmak için gündelikçi olarak

çalışıyor, dedi.

Bundan sonra Ebû Hanîfe bana sık sık para yardımında bulundu, çamaşırcının yanında

çalışmak ihtiyacından kurtardı. Ne zaman ki Hârun Reşid'in sarayında Başkadı iken

sofraya oturdum, işte o zaman Ebû Hanife'nin anneme söylediği sözü aynen zuhur etti.

Sofraya buyur eden Halife, şöyle diyordu:

- Yâ Yâkub, bugünkü yemeğimiz biraz farklıcadır.

Ben:

- Bu farklı yemek nedir yâ Emîre'l-Mü'minîn? dedim.

O şöyle cevap verdi.

- Bu yemek, fıstık yağıyla kavrulmuş peltedir....

Bu cevap beni düşündürünce, Halife tefekkürümün sebebini sordu. Ben de Ebû

Hanife'nin vaktiyle anneme verdiği cevabı söyleyince, Hârun Reşîd şöyle dedi:

- Allah'a yemin ederim ki, ilim hem dini, hem de dünyayı imar eder. Ebû Hanife baş

gözüyle göremediği hususları akıl gözüyle görmüş, gördüğünü de aynen ifade etmiştir.

İşte;onun haber verdiği yemek budur

İmam-ı A'zam'ın oğlu Hammad, babasının ilim meclisinden bahsederken Ebû Yûsuf'la

Züfer'in durumunu şöyle anlatır:

"Bir gün Mescidin ders yerinde oturuyorlardı. Babam kendisine mahsus yerde, Ebû

Yusuf sağında, Züfer de solundaydı. Diğerleri dersi biraz gerilerden takip

etmekteydiler. Ebû Yûsuf bir mes'eleyi izah ediyor, Züfer eksiğini buluyordu. Züfer

izah ediyor, Ebû Yûsuf eksiğini çıkarıyordu. Derken, öğle ezanı okundu, mes'elenin son

şekli ise Ebû Yusuf'un dediği gibi karara bağlandı. Bu sırada elini Züfer'in dizlerine

koyan babam, tebessüm ederek dedi ki: Sakın Ebû Yûsuf'un kadılık ettiği beldede bir

makama talip olmayasın."

Hammad sözünü şöyle bağlar:

"Gerçi Züfer, Ebû Yûsuf'a yetişemiyordu. ama Ebû Yûsuf'tan gayrı hiçbir kimse de

Zûfer'i geçemiyordu."

Ebû Yûsufta zekâ, mantık had safhadaydı. Çoğu zaman mantığını işletir; akli delille

mes'elenin nakildeki hükmünü bulurdu. Bununla beraber etrafına saygılıydı. Yalnız

kendinin değil, başkalarının da konuşmasını isterdi. Bir gün meclisinde hep susan bir

adama iltifat etti:

- Hep biz konuşuyoruz, sen susuyorsun. buyur sen de konuş.

Adam sanki fırsat bekliyormuş gibi hemen sualini sordu:

- Oruçlu insan ne zaman orucunu açar?

- Akşam güneş batınca...

Adam bu defa da sualini şöyle tekrarladı:

- Ya o güneş batmazsa?

Sualin saçmalığı meydandaydı. Ebû Yûsuf adama ne kızdı, ne de öfkelendi. Sadece

gülerek şu cevabı verdi:

- Birader, sen konuşmamakta isabet etmişsin, ben ise seni konuşturmakta hata

etmişim!.. Sen yine susmaya devam et...

Ebû Yûsuf mektup yazıyordu. Biri de yazdığına göz ucuyla bakıyordu. Mektubu

bitirdikten sonra, göz hırsızlığı yapan adama sordu:

- Yazıda bir hatam oldu mu?

- Hayır, ne bir hata ne de bir harf eksik olmadı.

Adamın hâlâ utanmadığını görünce, oradan kalkıp giderken şöyle söylendi:

- Adam sanki fena ahlâk mektebinden mezun olmuş. Hiç de renk vermiyor. Mektubumu

kontrol ediyor, yine de utanmıyor?

İbn-i Hallikan, Ebû Yûsuf için şunları kaydeder:

"Ebû Yûsuf. Ebû Hanife'den sonra ilmin nihayeti, fıkhın sonudur. Asrında ondan

ilerde kimse yoktur. Hanefi mezhebi üzerine usulü fıkhı ilk defa yazan O'dur. Ebû

Hanife'nin ilmini yeryüzüne yayan de Ebû Yûsuf tur. Bunu İmam-ı A'zam Hazretleri de

ifade buyurmuştur."

Hastalığı yüzünden derslere bir ara gelemeyen Ebû Yûsuf u ziyarete giden Ebû Hanife.

ziyaret çıkışında. eşikte iken şöyle konuşmuştur:

"Bu genç vefat ederse, bilin ki yeryüzünün en âlimi vefat etmiştir."

Ebû Yûsuf bu kadar ilmi nasıl elde etmiştir acaba? Sadece yaratılışındaki farklı

zekâ ve kabiliyetiyle mi, yoksa kendi gayret ve cehdinin de bir neticesi midir bu? Bunu

anlamak pek zor değildir. Bakın şu söz Ebû Yûsuf'a aittir. Diyor ki:

"İlim öyle bir şeydir ki, sen ona kendinin tümünü vermezsen o sana yarısını bile

vermez! Sen ilme gayretinin tamamını vereceksin ki o da sana yarısını versin."

Demek, Ebû Yûsuf tamamını vermiş ki, ilmin bu kadarını alabilmiş. Sadece

yaradılıştaki kabiliyet ve istidatla işi bitirmemiş. Anlâşılan bu ölçüyü de hocasından

almış...
Ekleme Tarihi: 05.09.2006 - 22:05
Bu mesajı bildir   recepholding üyenin diğer mesajları recepholding`in Profili recepholding Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1699 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
Rabia324 (65), sampiyon77 (47), nazar17 (38), Yusuflu (40), sarý çiçek (55), cdemiral (45), gönüll (39), ugurerturk (38), komando (44), mdt (38), rabis_03 (38), Cinay (42), haktan30 (49), mubikaan (46), rüzgar_kervani (36), Kaptanaydin (43), ebu ismail (53)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.94412 saniyede açıldı