0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » D U A L A R » Hacet Namazı ve Salât-ı Tefriciye Duası

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 7 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
sekerim su an offline sekerim  
Hacet Namazı ve Salât-ı Tefriciye Duası

11 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.12.2005
En Son On: 27.12.2005 - 19:26
Cinsiyeti: ----- 
Mevcut durumumuz sebeplere müracaatın yanında Müsebbibü'l-Esbab olan Allah’a dua dua yalvarmalarımızı artırmamızı icap etmektedir. Bunun için hep beraber, bir yürek, tek gönül halinde Mevla-yı Müteal’in huzuruna gidip, gözyaşlarımızı ceyhun edelim. Rahmet Arşı’nı velveleye verelim. Umulur ki, Rahmet ihtizaza gelir ve hakkımızda düzenlenen oyunları ters yüz eder. Çünkü “Allah, oyun bozanların en hayırlısıdır.” Neticede O’nun dediği olacak ve meşieti galebe çalacaktır.

Devr-i Risalet Penâhî’de başa gelen bela ve musibetler karşısında Efendimiz (sav) hacet namazı kılmış ve dua etmişlerdir. Dua Mecmuası’nın 70-73. sayfalarında tamamen sahih rivayetlere istinât ederek anlatılan hacet namazı ve duası şöyledir:

Hâcet Namazı ve Duası

Hacet namazı ile alâkalı iki rivayet vardır: İkisini de teferruatıyla arzetmeye çalışalım:

1) Abdest alınır. İki rekat namaz kılınır, namazdan sonra Allah’a hamd u sena tesbihat ve takdisatta bulunulur. “Subhanallahi ve bihamdihi Subhanallahil azim” gibi.

Daha sonra makbul bir dua olan Peygamber Efendimiz’e (sav) bol bol salat u selam getirilir ve şu dua okunur:



"La ilâhe illallâhul halîmul kerim subhanallâhi Rabbil arşil azîm. Elhamdulillahi Rabbil âlemîn. Es'eluke mûcibâti rahmetike ve azaime mağfiretike vel ismete min külli zenbin vel ganimete min külli birrin vesselâmete min külli ismin lâ teda’lî zenben illâ ğafertehu velâ hemmen illa ferrectehû velâ hâceten hiye leke rıdan illâ gazaytehâ yâ Erhamerrahimîn. Allahumme ente tahkumu beyne ibâdike fîmâ kânû fîhi yahtelifûn. La ilâhe illallâhul aliyyul azîm. Lâ ilâhe illallâhul halîmul kerîm Subhâne rabbis semâvâtis-seb'i ve Rabbilarşil azîm. Elhamdulillahi Rabbil alemin. Allâhümme kâşîfe'l-gammi müferrice'l-hemmi mücîbe da’veti'l-muztarrîne izâ deavke. Rahmâne'd-dünya ve'l-âhireti ve rahîmehuma ferhamni fi hâceti hâzihî bi kadâihâ ve necâhihâ rahmeten tuğnîni biha an rahmeti men sivak.”

Bu duanın akabinde şu dua okunur:

“Allahummehfeznâ vahfaz ümmete Muhammed fi enhâil âlemi min külli şerrin ve darr. Allâhümme aleyke bi a’dâike ve a’dâina ve a’dâiddîn. Allahümme şettit şemlehum ve ferrik cem’ahum ve mezzikhum külle mümezzak. Vec’al be’sehum beynehum.”

2) Her iki rekatta selam verilmek suretiyle 12 rekat namaz kılınır. 12. rekatta teşehhütten sonra selam vermeden önce Allah’a hamdu sena, Peygamberimiz’e (sav) salat u selam getirilir. Sonra tekbir alınarak secdeye gidilir. Secdede 7 defa Fatiha, 7 defa Ayet’el Kürsi, 7 defa İhlas Suresi, 10 defa da:

"La ilahe illallâhu vahdehu la şerikeleh. Lehul mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadir.” duası ve müteakiben şu dua okunur:

“Allâhumme innî es’eluke mekâidel izzi min arşike ve münteharrahmeti min kitâbike ve’smike'l-a’zami ve ceddike'l-a’la ve kelimâtike’t-tâmmeti.”

Bu duanın peşinden de esas hacet ile ilgili şu dua okunur:

“Allâhummehfeznâ vahfaz ümmete Muhammed fi enhâil âlemi min külli şerrin ve darr. Allâhümme aleyke bi a’dâike ve a’dâinâ ve a’daiddîn. Allahümme şettit şemlehum ve ferrik cem’ahum ve mezzikhum külle mümezzak. Vec’al be’sehum beynehum.”

Bütün bu dualar okunduktan sonra baş secdeden kaldırılır ve selam verilir.

Bu hacet namazı ve duasına 40 gün devam edilmeli.

Salât-ı Tefriciye Duası

Ayrıca dua kitaplarında geçen aşağıdaki Salât-ı Tefriciye duasına da 11 gün boyunca devam edilmeli ve bu dua her gün 4444 defa okunmalıdır.




"Allâhumme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ Seyyidinâ Muhammedinillezî tenhallü bihil ukadü ve tenfericu bihil-kürebü ve tukdâ bihil-havâicu ve tünâlü bihir-reğâibü ve hüsnül-havâtimi ve yusteskal ğamâmu bivechihil Kerîmi ve alâ âlihî ve sahbihi fî külli lemhatin ve nefesin bi adedi külli ma'lûmin lek."

"Kendisiyle düğümlerin çözüldüğü, sıkıntıların açılıp zâil olduğu, ihtiyaçların yerine getirildiği, arzu, istek ve güzel neticelere ulaşıldığı, kerim yüzü suyu hürmetine yağmur istendiği Efendimiz Muhammed'e, Onun âl ve ashabına her göz açıp kapama, her nefes alıp verme, Sana ma'lum herşey sayısınca kâmil salât ve eksiksiz selâm et Allahım."

Kaside-i Bürde'den Bir Bölüm

Kaside-i Bürde'den aşağıdaki bölüm okunduktan sonra ise



- Hüve'l-habibüllezî türca şefaatühü, Li külli hevlin mine'l-ehvali muktehimi
Mevlâye salli ve sellim dâimen ebedâ, Alâ Habibike hayri'l-halki küllihimi.


"O öyle sevgili bir peygamberdir ki, (kıyamet günü) dehşetli korkulardan herhangi biri hücum ettiği zaman onun şefaati umulur.

Mevlâm! Dâima ve ebediyen salât ve selâm eyle; bütün varlıkların en hayrırlısı olan habibine."



- Yâ kâdiye'l-hâcât, yâ dâfia'l-beliyyât ikdî havâicenâ, ved'fa' anna'l-belâyâ.

"Ey İhtiyaçları yerine getiren, belâları uzaklaştıran Allahım! İhtiyaçlarımızı gider ve belâları bizden uzak eyle."

duası okunmalıdır.

Nusret ve Galebe Duası, Hizb-i Hasîn, Hizb-i Masûn ve Ashab-ı Bedr

Bütün bunların yanında, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin derlediği Dua Mecmuası'nda yer alan


  • Nusret ve Galebe Duası (Duau'n-Nasr-ı ve'l-Galebe)
  • Hizb-i Hasîn (El-Hizbü'l-Hasîn)
  • Hizb-i Masûn (El-Hizbü'l-Masûn)
  • Ashab-ı Bedr


evradının okunmasında da fayda mülâhaza edilmektedir.

Ayrıca



1) Allâhümme yâ men lâ terâhu'l-uyûnu ve lâ tuhîdu bihi'l-ezhânu ve'l-ebsâru ve'z-zunûn.

Ey gözlerin göremediği, zihinlerin, zan ve bakışların ihata edemediği Allahım!

2) Nes'elüke en tudhilenâ fî hısnike'l-hasîni min şerri a'dâinâ küllihim ecmâîn.

Ehl-i imana düşmanlık yapanların şerlerine karşı bizleri Senin o zarar verilemeyen, ulaşılamayan himayene dahil etmeni diliyoruz…

3) Vekfinâ yâ Erhame'r-Râhimîne mekre'l-mâkirîne vedfa' annâ utuvve'l-keferati ve'l-fecerati ve tecâvüze'l-münafikîn.

Ey merhametlilerin en merhametlisi, düzenbazların entrikalarından bizi koru; kâfirlerin küstahlıklarını, facirlerin komplolarını ve münafıkların saldırılarını başımızdan defet.

4) Yâ men yekfî bi külli şey'in ikfinâ emra'd-dünya ve'l-âhireti ve ferric annâ külle dîkin yâ Erhame'r-Râhimîne yâ ze'l-celâli ve'l-ikrâm.

Ey her şeye yeten, koruması hiçbir himayeyle kıyaslanamayan, bütün ihtiyaçları gideren Rabbimiz, dünya ve ahiret ihtiyaçlarımızı karşıla ve her türlü sıkıntıdan bizleri halâs eyle, tasa ve kederden kurtararak gönlümüze inşirah ver. Ey merhametlilerin en merhametlisi, ey celal ve ikram sahibi!..

Duası da okunabilir.

Duada zaman ve mekanın da kendine göre bir ehemmiyeti vardır. Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi gibi yerlerde, Cuma günü icabe-i saatte ve cemaat halinde yapılan duaların kabule karin olacağına dair rivayetler vardır. Bütün bunların yanında en önemlisi gece, alemin sessizliğe gömüldüğü teheccüt vaktinde kalkıp, kılınan bir hacet namazı ve iç ıstıraplarına, gönül rikkatine, ruh saffetine delalet eden göz yaşlarıyla takdim edilen bir duanın Arş-ı Rahmet tarafından reddedilmeyeceğini ümit ediyoruz. Cenab-ı Hakk, Âlem’i İslâm’ı muhafaza eylesin… Amin…
Ekleme Tarihi: 05.12.2005 - 23:24
Bu mesajı bildir   sekerim üyenin diğer mesajları sekerim`in Profili zum Anfang der Seite
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
..

163 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.11.2005
En Son On: 25.12.2005 - 19:44
Cinsiyeti: ----- 
Bismillâhirrahmânirrahîm



Yüce Rabbimiz bir kardeşimizin hacet namazı itirazına cevap vermeyi bize ihsan ettiği için Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükrederiz.

Allahû Tealâ Ahzab Suresinin 21. âyet-i kerimesinde Hz. Muhammed (S.A.V). Efendimiz’i örnek gösteriyor:



33/AHZAB-21: Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ(kesîren).

Andolsun ki, sizin için ve Allah’a ve ahiret gününe (Allah’a ulaşma gününe) ulaşmayı dileyen

Allah’ı ve ruhun Allah’a ulaşma gününü dileyenler ve Allah’ı çok zikredenler için Resûlullah en güzel örnektir.



Öyleyse Kur’ân’a nüfuz edebilmek Allah’a ulaşmayı dilemekle başlıyor. İnsanla Allah arasında Allahû Tealâ’nın dizayn ettiği 28 basamaklık bir İslâm merdiveni var. Hanif dîniyle Allahû Tealâ insanların kemâle ulaşmasını öngörmüştür. İnsanın kemalât basamaklarında ulaşabildiği seviyeye paralel Allahû Tealâ kişiye ahiret ve dünya saadetini mükâfat olarak vermeyi vaadetmiştir.

Birinci basamakta herkes olayları yaşar olayları değerlendirir. İkinci basamakta Allah’a isyan eden, kalbi hasta olan, kalbinde zeyg olanları Allahû Tealâ seçmez. Çünkü bunlar insanları hidayetten men edenlerdir. Nisa Suresinin 167, 168 ve 169. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ bunların doğruluğunu açıklıyor bizlere.



4/NİSA-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).

Muhakkak ki onlar, kâfirdirler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar (menederler) (kendileri de Allah’ın yolunda değillerdir). Andolsun ki onlar, uzak bir dalâlet içindedirler.



4/NİSA-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).

Muhakkak ki onlar, kâfirdirler ve zalimdirler (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptırdıkları için). Allah, onlara asla mağfiret etmez (günahlarını sevaba çevirmez) ve yola (Allah’a ulaştıran yola, Sıratı Mustakîm’e) ulaştırmaz.



4/NİSA-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîren).

Sadece cehennem yoluna ulaştırır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. Ve bu, Allah için kolaydır.



Seçilmeyenlerin dışındaki insanların %90’dan fazlasını Allahû Tealâ Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesine göre seçiyor:



42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

Dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldık. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine hidayet eder (ulaştırır).



Seçilenleri Allahû Tealâ imtihana tâbî tutuyor:



29/ANKEBUT-2: E hasiben nâsu en yutrekû en yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn(yuftenûne).

İnsanlar, “amenna (îmân ettik)” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?

Andolsun onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah sadıkları da doğru söyleyenleri de tekzip edenleri, yalancıları da bilir. Yani Allah bu seçilenleri de imtihan ediyor. Seçilenlerden Allah’a ulaşmayı dilemeyenler Ankebut 4’te açıklanıyor:



29/ANKEBUT-4: Em hasibellezîne ya’melûnes seyyiâti en yesbikûnâ, sâe mâ yahkumûn(yahkumûne).

Yoksa seyyiat işleyenler (kötülük yapanlar), Bizim imtihanımızı geçeceklerini mi sandılar? Hüküm verdikleri şey ne kötü!



Demek ki seçilmesine rağmen Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, ıslâh edici amellere başlamayarak seyyiat işlemeye devam edecekleri için Allah “bunlar imtihanımızı geçemezler” buyuruyor.

Ve Ankebut-5’te Allahû Tealâ buyuruyor:



29/ANKEBUT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).

Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O, en iyi işiten, en iyi bilendir.



Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o gün mutlaka gelir. 3. basamakta Allah’a ulaşmayı dileyenlere Allah 4. basamakta Rahîm esmasıyla tecelli eder:



12/YUSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahîme rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).

Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret (günahları sevaba çeviren) edendir, Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye eden).



Rahîm esmasıyla Allah’ın tecelli etmediği nefsler sadece şerr işleyen nefslerdir. Kötülükle hemhal olanlardır. Bunlar tebliğe muhatap olduğu halde, ilgisiz kalmış, tebliği yalanlamış veya reddetmişlerdir. Sonra akılları başlarına gelmişse Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilemişlerdir Allah da Rahîm esmasıyla üzerlerine tecelli etmiştir. Furkanlar vererek 5. basamakta baş gözlerindeki hicab-ı mestureyi ve hicab-ı mesture ismindeki perdeyi almıştır. 6. basamakta kulaklarında işitmeyi engelleyen vakrayı alıp ve sem’î hassasının mührünü açmıştır. 7. basamakta idrake mani olan kalpteki ekinneti ve fıkıh hassasının mührünü açarak, ihbatı koymuştur ve kişi âmenû olmuştur.

Âmenû olan kişiye Tegabun Suresinin 11. âyet-i kerimesine göre Allahû Tealâ buyuruyor:



64/TEGABUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).

Allah’ın izni olmadan (kimseye) bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah’a âmenû olursa Allah, onun kalbine ulaşır (hidayet eder). Ve Allah, herşeyi bilendir.





Allahû Tealâ hidayetle kalbe ulaşır:



50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîb(munîbin).

Kim gaybte (görmeden) Rahmân’a huşû duyarsa, (onun kalbine ulaşan Allah, o kişinin kalbini Kendine çevirir, bu sebeple) O’na dönük bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelir.



Şeytana dönük olan nefsin manevî kalbini Allah Kendisine çevirir:



6/EN’AM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).

Artık Allah kimi hidayete erdirmeyi dilerse onun göğsünü teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.



Allahû Tealâ kişinin göğsünü şerheder, yarar, teslimlere açar. Göğsünden nefsin manevî kalbine rahmet yolunu açar. Böylece kişi 6 tane kalp şartının sahibi olur:

Allah;

1- Kişinin kalbindeki ekinneti almış, kalbin mührünü açmıştır.

2- Fıkıh hassasının mührünü açmıştır.

3- Kalbe ihbat koymuştur.

4- Kalbe hidayetle ulaşmıştır.

5- Kalbi Kendisine çevirmiştir.

6- Kalbe giden rahmetin yolunu açmıştır.

Altı tane kalp şartının sahibi olan bu insan, zikretmeye başladığı an Allah’ın katından fazl ve rahmet göğsüne gelir, Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesine göre:



39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).

Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur. Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlettedirler.



Gelen fazl ve rahmetten, fazl henüz içeriye giremez. Çünkü kalbe îmân yazılmamıştır. Ama rahmet içeriye sızar. Bu kişi Hadid Suresinin 16. âyet-i kerimesine göre huşû sahibi olmuştur.

Allahû Tealâ, İslâm’ın 2. safhası olan mürşide tâbî olmayı farz kılmıştır. 14 asır evvel, Resûlallah’ın sünnetine uygun olarak, sahâbenin hepsi Mürşidlerin Hası olan Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz’e biat etmişler, tâbî olmuşlardır (Fetih-10). Mumtehine Suresinin 12. âye-t-i kerimesine göre hanımlar da biat etmişlerdir. Bizim için örnek olan Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz ve sahâbeye uygun olarak Allahû Tealâ da mürşidimizi hacet namazı ile Allah’tan isteyerek bu farzı yerine getirmemizi, sormamızı emretemektedir.

Mürşid kimdir? Mürşid, Kur’ân’daki İslâm’ı 7 safha 4 teslimi yaşayarak iradesini de Allah’a teslim eden, Allah tarafından irşada memur ve mezun kılınan kişidir.

22 basamakta ruhunu,

25. basamakta fizik vücudunu,

26. basamakta nefsini,

28. basamağın 5. kademesinde de iradesini Allah’a teslim etmiştir.

İşte Allahû Tealâ’nın irşada memur ve mezun kıldığı kişi Allah’a ulaştıran bir yol üzerindedir. Allahû Tealâ onu hidayetle vazifeli kılarak insanları Allah’a davet etmesini emretmiştir.

Mu’min Suresinin 38. âyet-i kerimesini görelim:



40/MU’MİN-38: Ve kâlellezî âmene yâ kavmittebiûni ehdikum sebîler reşâd(reşâdi).

Âmenû olan adam şöyle dedi: "Bana tâbî olun ki sizi irşad yoluna ulaştırayım."



Mürşide tâbiîyet, İslâm’ın ikinci safhasıdır. Ve bu safhaya ulaşan kişi, Mu’min-39’da açıklanıyor:



40/MU’MİN-39: Yâ kavmi innemâ hâzihil hayâtud dunyâ metâun ve innel âhirete hiye dârul karâr(karâri).

Ey kavmim! Bu dünya hayatı, sadece (geçici) bir metadır (faydalanmadır). Ve muhakkak ki ahiret karar kılınacak (devamlı kalınacak) yerdir.



Yunus Suresinin 7. Âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:



10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ

vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.



Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, dünya hayatından razı olanlar, Allah’ın âyetlerinden gâfildirler, dünya hayatından mutmaindirler. Ama Allah’a ulaşmayı dileyenler, ahiret hayatının sahipleri olan kişilerdir. 40. âyet-i kerimeye göre Allah’a ulaşmayı dilemekle ne olur?



40/MU’MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).

Kim bir seyyiat (kötülük) işlerse, onun mislinden başkası ile cezalandırılmaz. Kadın veya erkeklerden kim salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, (işte) o mü'mindir. İşte onlar cennete alınırlar (konulurlar). Orada hesapsız rızıklandırılırlar.



Allah’a ulaşmayı dileyen kişi eğer bir seyyiat işlerse misliyle cezalandırılır. Ama altı tane kalp şartının sahibi olarak zikretmeye başladığı an mutlaka kişiyi Allahû Tealâ huşû sahibi kılar. Ve mürşidine ulaştırır. Ve mürşid bakın ne diyor:

“Ey kavmim! Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz ise beni ateşe çağırıyorsunuz.”

Hanif Dostlardaki kardeşlerimiz!

Biz, sizi kurtuluşa çağırıyoruz, Allah’a davet ediyoruz siz ise buna mani oluyor, ateşe çağırıyorsunuz.

Mu’min Suresi 42. âyet-i kerime:



40/MU’MİN-42: Ted'ûnenî li ekfure billâhi ve uşrike bihî mâ leyse lî bihî ilmun ve ene ed'ûkum ilel azîzil gaffâr(gaffâri).

Siz beni, Allah’ı inkâra ve hakkında ilmim olmayan bir şeyi, ona ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ve ben, sizi Azîz ve Gaffar olana (Allah’a) çağırıyorum.



Allah’a ulaşmayı dileyin diyorum.

Mu’min-43:



40/MU'MİN-43: Lâ cereme ennemâ ted’ûnenî ileyhi leyse lehu da’vetun fîd dunyâ ve lâ fîl âhireti ve enne mereddenâ ilâllâhi ve ennel musrifîne hum ashâbun nâr(nâri).
Beni kendisine çağırdığınız şeyin bir hükmü yoktur. Onun, dünyada ve ahirette bir daveti (yetkisi) de yoktur. Muhakkak ki bizim dönüşümüz Allah'adır. Ve muhakkak ki müsrifler (haddi aşanlar), onlar, ateş ehlidir.



Biz, sizi Allah’a çağırıyoruz.

Mu’min-44 , Ve mürşid diyor ki:



40/MU’MİN-44: Fe se tezkurûne mâ ekûlu lekum, ve ufevvidu emrî ilâllâh(ilâllâhi), innallâhe basîrun bil ibâd(ibâdi).

Bundan sonra size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız (anlayacaksınız). Ve ben, işimi Allah'a havale ederim (bırakırım). Muhakkak ki Allah, kullarını görendir.



Çünkü iradesini Allah’a teslim eden kişi Allah’ın koruması altındadır.

Mu’min-45’te ise:



40/MU’MİN-45: Fe vekâhullâhu seyyiâti mâ mekerû ve hâka bi âli fir’avne sûul azâb(azâbi).

Böylece Allah, onların yaptığı hilelerin kötülüklerinden onu korudu. Ve firavun ailesini, azabın kötüsü kuşattı.



Ve sizin gibi Hidayet Çağı’nda Kur’ân hakikatlerinden habersiz olanların, Allah’a ulaşmayı dilemedikleri taktirde mutlaka azabın kötüsüyle cezalandırılacaklarını hiç unutmayın.

Fatiha Suresi Kur’ân’ın anahtarıdır. Günde 5 kere namazda sadece Allah’a kul oluruz istiane denilen yardımı sadece Alllah’tan isteriz. Kul olabilmek için Allah’a ulaşmayı dilemek gerekir 14. asır evvel cahiliyye dönemini yaşayan sahâbe şeytanın kuluydular. Ancak Resûlallah’ın davetine uyarak Allah’a yöneldiler, Allah’a ulaşmayı dilediler ve kendilerini şeytana kul olmaktan kurtardılar:



39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya'budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).

Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinab ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar) çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!



İşte Allah’a ulaşmayı dileyerek Allah’a kul olanlara Allahû Tealâ da onlara birtakım ihsanlarda bulunuyor. Bu ihsanların sonucu olarak o kişi on birinci basamakta huşû sahibi sahibi oluyor. Bakara Suresinin 45. âyet-i kerimesine göre:



2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).

(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Fakat muhakkak ki bu (hacet namazı ile Allah’a ulaştıran mürşidi sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.



Neden mürşid? Çünkü istianeyi istiyoruz. Bu istianeyle, bu yardımla bizi Sıratı Mustakîm’e ulaştır diyoruz. Bu yardımın bizi kesinlikle Sıratı Mustakîm’e ulaştırması gerekir. Ama bu Sıratı Mustakîm başlarının üzerinde ni’met bulunanların yoludur. Öyleyse bu birinci Sıratı Mustakîm değil. Yani İbrâhîm Suresinin 1. âyet-i kerimesinde ifade edildiği gibi Sıratı Azîzil Hamid değil, Sıratı Seviyye’dir. Birinci Sıratı Mustakîm, Allah’a ulaşmayı dilemekle; İkinci Sıratı Mustakîm, mürşide tâbî olmakla gerçekleşir.

Allahû Tealâ Meryem Suresinin 43. âyet-i kerimesinde İbrâhîm (A.S)’ı bize misal veriyor, buyuruyor ki:



19/MERYEM-43: Yâ ebeti innî kad câenî minel ilmi mâ lem ye’tike fettebi’nî ehdike sırâtan seviyyâ(seviyyen).

Ey babacığım, muhakkak ki; bana, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir! Öyleyse bana tâbî ol. Seni, Sıratı Seviye’ye (düzgün, seviyeli, Allah’a ulaştıran yola) hidayet edeyim (ulaştırayım).



İşte istianeyi isteriz, bizi Sıratı Mustakîm’e ulaştırman için.



1/FATİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).

O (Sıratı Mustakîm) ki; üzerlerine ni’met verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.



Ni’met nedir? Devrin imamının ruhudur.

Allahû Tealâ Secde Suresinin 24. âyet-i kerimesinde buyuruyor:



32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû

bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).

Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.



Bu ikinci Sıratı Mustakîm’de olanlar başlarının üzerinde devrin imamının ruhunu bir ni’met olarak taşıyanlardır. Yani devrin imamının ruhu başlarında olmayanların hiçbirisi ikinci Sıratı Mustakîm’e ulaşamaz. Neden Allah’tan soracağız? Çünkü Allahû Tealâ buyuruyor:



16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).

Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.





Allah’a giden yolun tayini Allah’a aittir. Allah’a ulaştıran yolun dışında cehenneme götüren iblisin gayy yolu, Allah’a ulaştırmaz. Meselâ kişi Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa dünya kadar hacet namazı kılsa, Allah hiçbir zaman mürşidi göstermez. Eskiden yaşayan Allah’ın bir evliyası ne güzel buyurmuş; diyor ki:



“Demek ki bu zamanda bir kâmil mürşid var mı acep?

Bu sözü söyleyen henüz olmamış ehl-i edep” (henüz Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi değil).

Her halükârda hacet namazı Bakara Suresinin 45. âyet-i kerimesine göre kılınır. Hz. Muhammed (S.A.V). Efendimiz buyuruyor ki:

“Hz. Cebrail kardeşim, bana iki çeşit namaz öğretti. Bunlardan bir tanesi istihare, diğeri hacet namazı.”

İstihare namazı, bilinmeyen gaybî bir bilgiye ulaşmak için kılınan bir namazdır. Perşembeyi cumaya bağlayan gece boy abdesti alınarak kılınır.

<!--[if !supportLists]-->1. <!--[endif]-->rekât: Subhaneke + Fatiha + Kâfirun

<!--[if !supportLists]-->2. <!--[endif]-->rekât: Fatiha + İhlâs



Sağ taraf üzerine zikirle yatılır. Gerçekten o gece rüyasında kişiye beyaz ve yeşil renk gösterilmişse dileğinin pozitif istikamette olduğunu, siyah ve kırmızı renk gösterilmişse talebinin geçerli olmadığını Allahû Tealâ kendisine anlatır.

Hacet namazı, bir gaybî bilgiyi öğrenmekten ziyade ötesine geçerek hacetin yerine gelmesini istiyorsa, tıpkı mürşid gibi, hem mürşidini öğrenecek hem ona ulaşmayı gerçekleştirecekse, o zaman hacet namazı kılınır. Hacet namazı 4 rekâtlık bir namazdır.



<!--[if !supportLists]-->1. <!--[endif]-->rekât: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsi + İhlâs + Felâk + Nas, yanlıs?

<!--[if !supportLists]-->2. <!--[endif]-->rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nas

<!--[if !supportLists]-->3. <!--[endif]-->rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nas

<!--[if !supportLists]-->4. <!--[endif]-->rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nas



Kişi huşû sahibi ise Allahû Tealâ kişiye mürşidini göstereceğini garanti ediyor:



2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
Sabırla ve namazla (hacet namazı ile Allah’tan) istiane (mürşidinizi) isteyin. Ve muhakkak ki o, zor bir iştir ama huşû sahipleri hariç (onlar için zor değildir).



Allahû Tealâ Nisa Suresinin 59. âyet-i kerimesinde buyuruyor :



4/NİSA-59: Yâ eyyuhellezîne âmenû atîûllâhe ve atîûr resûle ve ulil emri minkum fe in tenâza’tum fî şey’in fe ruddûhu ilallâhi ver resûli in kuntum tu’minûne billâhi vel yevmil âhir(âhiri), zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ(te’vîlen).

Ey îmân edenler! Allah’a, Resûl’e ve sizden olan idarecilere (emir verme yetkisinin sahiplerine) itaat edin. Eğer bir hususta ihtilâfa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız onu, Allah’a ve Resûl’üne götürün. Bu, hem hayırlıdır, hem de tevîl (yorum) bakımından en güzelidir.



Allah’a arz etmek istihare ve hacet namazıyla gercekleşen bir olgudur. Resûl’e arz etmek konusunda ise Allahû Tealâ “bilmiyorsan ehli zikre sor” diyor.



21/ENBİYA-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler) den başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.



Yunus Emre bir kıtlık zamanında Hacıbektaş kasabasına gidiyor, Hacı Bektaş Velî’den buğday almak üzere… Hacı Bektaş Velî “Himmet mi dilersin, buğday mı?” dediğinde, kafasında sadece buğday olan Yunus Emre, “buğdayı verin, gideyim” diyor. Ve yola çıkıyor. Bir müddet sonra “Bana iki teklifte bulundu himmet mi buğday mı diye, acaba himmet ne ola ki?” diyor. Ve kalbine Allah’ın verdiği ilhamla geri dönüyor:

“Efendim böyle bir şey söylediniz himmetin ne olduğunu bilmiyordum. Şimdi soruyorum himmet nedir? Benim koyunlarımı güder mi? Bakmakla yükümlü olduğum kişilerin karınlarını doyurur mu?” Hacı Bektaş Velî:

“Himmet seni güder, sen de onlar için çalışıp karınlarını doyurursun.” buyuruyor.



Öyleyse her halükârda kesinlikle ve kesinlikle İslâm’ın ikinci safhasını Allah üzerimize farz kılmıştır ki, bu da mürşide tâbiiyettir. 14 asır evvel sahâbenin hepsi Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz’e tâbî olmuştur. Ve Kur’ân-ı Kerim, tâbiiyetini gerçekleştirmeyen hiç kimsenin nefs tezkiyesini gerçekleştiremeyeceğini, nefs tezkiyesi olmadan dünya saadetine ulaşamayacağını bize bildirmektedir. Allah sadece ahiret hayatında cennetine gitmemizi değil, hem ahirette cennete gitmeyi hem bu dünyada cenneti yaşamayı ister.

Allahû Tealâ’nın izahı gayet açık. Kur’ân-ı Kerim’de mürşide tâbî olmayı farz kılmış. Hangi resûl varsa mutlaka Allah’a davet etmiş. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes mutlaka ona tâbî olmuş. Ve Allah’ın bütün insanlar için seçtiği hanif dînini, 7 safha ve 4 teslimi yaşamıştır.

Hanif Dostlardaki kardeşlerimiz biz, sizin hidayetinizi dileriz, sizi de çok seviyoruz. Umarız ki Efendimiz’den öğrendiğimiz, sizlere ulaştırdığımız bu açıklamalarımızdan gerekli öğüdü alır da, Allah’a ulaşmayı dilersiniz. Dilerseniz bu, sizin için bir kurtuluştur. Dilemediğiniz taktirde Allah’ın emrettiği dizayn içerisinde, Allah’ın Resûl’ü, Mehdi (A.S), sizin üzerinizde muhafız değildir.

Allah razı olsun.





__________________
NUR TV:
Frekans: 12693
Symbol Rate: 2285
Fec: 7/8
Polarizasyon: Horizontal/ Yatay
Ekleme Tarihi: 19.12.2005 - 18:28
Bu mesajı bildir   tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
NurBahcesi su an offline NurBahcesi  
tarıkyılamaz kardeşim sen mehdi rasül derken hakikaten sapıtıyorsun bu özel degil ravda net uyarı

2687 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.08.2005
En Son On: 16.01.2010 - 22:25
Cinsiyeti: ----- 
yorumlarına dikkat ediyorum ALLAH rasülü derken ifade ettiğin kimsemi Allahın rasülü yoksa rasülullah sas.bir öğrenelim
Ekleme Tarihi: 19.12.2005 - 19:17
Bu mesajı bildir   NurBahcesi üyenin diğer mesajları NurBahcesi`in Profili NurBahcesi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
..

163 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.11.2005
En Son On: 25.12.2005 - 19:44
Cinsiyeti: ----- 
Iskender Ali MİHR Hazretleri hicbir zaman hicbir yerde sizin de bildiginiz gibi !!!peygamber oldugunu iddia etmedi.
Sahte peygamber diyorsunuz. Peygamber iddiasinda bulunulmadiki sahtesi olsun!
Iskender Ali MIHR Hazretleri her zaman ve her yerde sadece Kur'ani Kerimden konusur.Ayet konusur!

1) Son peygamber, yani son nebi Peygamber Efendimiz SAV’dir. Peygamber Efendimiz SAV, Ahzab Suresi 40. ayete göre nebilerin sonuncusudur.
2) Peygamber Efendimiz SAV, Ahzab Suresi 40. ayete göre nebilerin sonuncusudur. Resul kavramını güvendiğiniz arapça bilen biriyle Kur'an-ı Kerim'den tetkik ediniz! Her resulun peygamber olmadığını öğreniniz ve bu konudaki yanlış bilgilerinizi düzeltiniz! Aksi taktirde yanlış yönlendirdiğiniz insanların vebalini de yüklenirsiniz!Ancak resullerin sonuncusu değildir. Bunu da izah ettiler konferansta ama siz isitmediniz!Idrak etmediniz! Hemde ayetler vererek!!! Sizin elinizde ise 1 tane iddialarinizi destekleyecek ayet yok.
Size tekrar yazili veriyorum ayetleri:

Kur’an tefsirlerinde bugüne kadar her resul kelimesi geçen yere parantez açılıp “peygamber” yazılmıştır. “Resul, eşittir peygamber” şeklini almıştır. Bu da hepimize öğretilen bir yanlıştır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’deki resul kavramını yansıtmamaktadır. Her resul, peygamber değildir.


Kur’an-ı Kerim, peygamber olmayan, sıradan bir haberci için bile “resul” kelimesini kullanmaktadır. Yusuf Suresi 50. ayette, Firavun’un Yusuf AS’a gönderdiği haberci ve Neml Suresi 35. ayette henüz iman etmiş olmayan Sab’a Melikesinin Hz. Süleyman’a gönderdiği elçi, Kur’an’da resul adıyla yer almıştır. Bunlar, peygamberlikle ilgisi olmayan resullerdir.


Yine Kur’an-ı Kerim, Enam Suresi 130. ayette cin-resullerden, Hac Suresi. 75. ayette melek-resullerden söz etmektedir. Bunlar da peygamber olmayan resullerdir.


Kuşkusuz Allahu Teala, Kur’an’da peygamberler, yani nebiler için de “resul” kelimesini kullanmıştır. Ancak bugün insanlardan saklanan, örtbas edilmeye çalışılan gerçek şudur ki, Allah’ın peygamber olmayan, ama her devirde, her ülkede ve her zamanda, Allah’ın kendilerine görev verdiği evliya resulleri vardır. Peygamber resullerle evliya resuller, bir başka ifade ile “nebi-resullerle” “veli-resuller” arasındaki başlıca farklar şunlardır:


1- Peygamberler arasında yüzlerce yıllık zaman farkı vardır. Ancak evliya resuller, her ülkede ve birbiri arkasından vazifeli kılınır. Müminun Suresi 44. ayet ve Bakara Suresi 87. ayette Allahu Teala “resullerimizi ardarda göndeririz”, diyor.

2- Peygamberler, İsrailoğullarının ve Arap kavminin içinden seçilmiştir. Ama evliya resuller, Fatır Suresi 24. ve Nahl Suresi 36. ayete göre, her kavimde, her ümmette ve her zaman diliminde mevcutttur.

3- Her kavimdeki bu resuller, İbrahim Suresi 4. ayete göre o kavmin lisanı ile görev yapmaktadırlar.

4- Nübüvvet, yani peygamberlik Ahzab Suresi 40. ayete göre Peygamber Efendimiz SAV ile son bulmuştur. Ama risalet, yani evliya resuller, bugüne kadar varolduğu gibi, kıyamete kadar da varolmaya devam edecektir.(Bakara 87, Müminun 44, İsra 15)



Düne kadar biz de akaide göre “resuller, kendisine kitap verilen peygamberlerdir; nebiler, kitap verilmeyen peygamberlerdir” diye biliyorduk. Halbuki Allah, Alî İmran Suresi 81. ayette sadece “nebilere” kitap verdiğini söylüyor.


“Kendini peygamber ilan ediyor”diye iftira atmak; bir fitnedir. “Her resul peygamberdir” demek, Kur’an-ı bilmemektir. Bu, bir cehalet itirafıdır. İnsanların hidayetine engel olmak için bir tuzaktır. Allah’ın nurunu ağzı ile söndürmeye çalışmaktır!!!

3) "Kur'an da 3 bin ayet vardır'. Bunu da söylemedi!!! O konferansta dediler ki ayet sayısını toplamak lazım! Şu an bunu yapacak imkanım yok. 3 binden fazla ayet vardır dediler. 3 bin ayet değil. Bu konuyu da çarpıttınız! Bilerek iftira attınız! Bu konferansın kayıtları bilgisayarda mihr.com sayfasında mevcut. Sizin yalan söylediğiniz ortada.

4) 'Allah ile konuşuyor!' Evet doğru!
Kur'an-ı Kerime aykırı şekilde bizlere öğretilen bir kavram da vahiy konusu.
Allah peygambelerinin dışında pek çok evliyasıyla şeriat hükmü taşımıyan konuşma yapmıştır ve yapmaktadır.
Kur'an-ı Kerimde Allah'ın peygamberlerinden başkasına vahyetmediğine dair bir ayet gösterebilirmisiniz??? Gösteremezsiniz!Ama ben size bu konu ile ilgili Kur'an ayetleri vereceğim:
Allah Peygamberlerden Başkasına Da Vahyeder.



· Şura Suresi 51. ayete göre “Allah’ın hiçbir insanla konuşması olmamıştır ancak vahy ile.”



Vahiy, Allah’ın, kişinin kalp kulağını açarak o kişi ile konuşmasıdır. Kalp kulağı herkeste vardır. Ancak kalp kulağı, kişinin Ali İmran Suresi 190- 191. ve Nisa Suresi 103. ayetlere göre daimi zikre ulaşması ve nefsin kalbinin karanlıklardan, (cehalet, cimrilik, dedikodu, fitne ve fesat, haset, hırs, isyan, iptilalar, kin ve düşmanlık, kibir, küfür, mürayilik, nankörlük, öfke ve gayz, vefasızlık, sabırsızlık, yalan, zan ve zulüm) tamamen temizlenmesi ile çalışır duruma gelir. Allah dilerse, daha önce de kişinin kalp kulağını hediye olarak açabilir.



· Nahl Suresi 68. ayete göre Allah bal arısına vahyediyor.

· Zilzal Suresi 5. ayete göre Allah yere vahyediyor.

· Maide Suresi 111. ayete göre Allah havarilere vahyetmiştir.

· Tahâ Suresi 38. ayete göre Hz. Musa’nın annesine vahyetmiştir.

· Araf Suresi 175. âyette Allahû Tealâ, peygamberlerden başkasına, bırakınız Allah’ın bir evliyasına, sonradan şeytana uyacak olan bir takım insanlara bile ayet verdiğini söylüyor. „Habibim sen o kişiden bahset ki onlara, biz ona ayetler vermiştik de, sonra o şeytana uymuş ve sapıklardan olmuştu“



Vahiy denince biz sadece Allah’ın peygamberlerine verdiği kitapları ve sayfaları anlıyoruz. Bunlar vahyin bir bölümünü, tilavet edilen vahyi, yani “vahy-i metlû”yu oluşturur. Herkesi ilgilendiren Allah’ın emir ve yasaklarını içerir.



Bir de Allah’ın kalp kulağını açtığı kişi ile olan konuşması vardır. Şura Suresi 51. ayete göre bu da vahiydir. Ancak tilavet edilmeyen vahiy, yani “vahy-i gayrimetlû”dur. Başka insanları bağlayan hükümler içermez. Allah’ın, sadece o kişi ile yaptığı konuşmadır. Allah’ın pekçok evliyası ise bu vahiyden kitaplarında şöyle bahsediyorlar:



· Abdülkadir Geylâni Hazretleri’nin “sohbetler” kitabı 578. sayfa: “Allah’ın verdiği şeylerden kopup O’na yönelen ve meleklerle ünsiyeti neticesi onların sözlerini işitmeye ve muhtelif suretlerde kendilerini görmeye başlayan kişi meleklerin sözlerine iyice alıştığı ve yüzlerini görmeye iştiyak duyduğu anda kendisi ile onlar arasında perde kaldırılır. Kalp bu safhaya geldikten sonra tekrar Allahû Tealâ onu perdeler. Kendi yakınlarının durumuna getirir. Burada ise suhuttan sonra olanlar olur. Allah onun kalbine vahyedeceğini vahyeder. Tıpkı Musa (A.S)’ın annesine vahyettiği gibi.”



Demek ki Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne göre de Allah’ın sözlerini işitmek, emir almak sadece peygamberlere has bir olgu değildir.



· Eşref Rumi Hazretleri:

“Ol dost sultandır, ben ona kul/ Her dem yeni yeni nüzul”

(Her an Allahû Tealâ’dan inen, nüzul eden yeni şeyler)

“Andandır bu cümle usul” / “Ondandır her bahsimiz”



Görülüyor ki, Allahû Tealâ her an söylediklerini bu büyük veliye işittiriyor ve ondan inen, Allah’tan inen, nüzul eden bu sözler bir esas, usul oluşturuyor. Ve bu usul ile Eşref Rumi Hazretleri, “Divan”ını vücuda getiriyor. Yani Divan’ın esası, hep Allah’tan nüzul eden, indirilen sözler.



· Yunus Emre:

“Çalaptır (yani Allah’tır) söylettirir /Yunus bilmez kendi hal

Düşmüş idik Hak kaldırdı, birliğini bize bildirdi.”

Allah bize söylettiriyor, “Allah bize birliğini bildirdi.” Diyor.



· Ahmet Yesevi Hazretleri:

“Garip, fakir, yetimleri kıl sen şamdan / Parçalayıp aziz canın eyle kurban

Yiyecek bulsan cemil ile kıl sen ihsan / Hak’tan işitip bu sözleri dedim işte.”

Bunların hepsini Allah’tan işittiğini söylüyor Ahmet Yesevi Hazretleri.



Demek ki Allah’ın sözlerini işitmek, Allah’tan emir almak sadece peygamberlere has bir olgu değildir. Allah’ın velileri de böyle söylüyor. Kur’ân-ı Kerim de böyle söylüyor. Secde Suresi 24. ayette Allahû Tealâ, Allah’tan emir alan ve bu emirle insanları hidayete erdiren imamlardan söz ediyor.



“Onlardan, insanlardan imamlar kıldık, emrimizle (yani Allah’tan alacağı emirlerle) insanları hidayete erdirsinler diye, sabrın sahibi olmalarından ve ayetlerimize yakin hasıl etmelerinden dolayı.”



Yunus Suresi 2. ayete göre insanlara, kendi yaşadıkları zaman diliminde Allah’ın bir başkasını, kalp kulağını açarak, ona vahyederek görevlendirdiğini kabullenmek, her devirde zor gelmiştir.



“Onlardan bir adama insanları uyarması, âmenû olanları (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenleri), müjdelemesi için vahyetmemiz insanlara acaip (garip) mi geldi?”



“Resul” kavramı gibi “vahiy” kavramı da bugün, Kur’an’daki muhtevasını kaybetmiş kavramlardan bir tanesidir. “Allah peygamberlerden başkasına vahyetmez” demek, Allah’ın her devirde vazifeli kıldığı evliya resullerinin Allah’tan aldığı emir ve yetkiyi ortadan kaldırmak ve insanları hidayetten alıkoymak demektir!

RESÛLLER

Nebî ve resûl kavramlarının üzerinde pekçok ihtilâflar vardır. Allahû Tealâ’ya hamdeder şükrederiz ki; bir tek Kur'ân-ı Kerim var. Eğer insanlar biraraya gelseler, Kur'ân-ı Kerim’i açsalar ve onun üzerinde anlaşmaya varmaya çalışsalar birbirlerinden ayrı hiçbir fikirleri olmayacak. Çünkü bir tane Kur'ân-ı Kerim var.
Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim’de “nebî” kelimesini sadece peygamberler için kullanmıştır. Resûl kelimesini ise hem peygamber resûller için hem de peygamber olmayan velî resûller için kullanmıştır.
Ne var ki; Kur'ân-ı Kerim’de Allah’ın anlattığı kavramlarla insanların insanlara öğrettiği kavramlar birbirinden farklı. Bu ilim sahipleri Kur'ân-ı Kerim’deki kavramların gerçek manalarını Kur'ân-ı Kerim’e dayalı olarak değil, emaniyye kitaplarının kendilerine öğrettiği şekliyle insanlara öğretiyorlar.

Resûller ve nebîler için akaidin dört temel kaidesi vardır:
1. Bütün nebîler resûldür.
2. Bütün resûller nebîdir.
3. Resûller kendilerine kitap verilen peygamberlerdir.
4. Nebîler kendilerine kitap verilmeyen peygamberlerdir.
Bu kaidelerden sadece birincisi Kur'ân-ı Kerim’e göre doğrudur. Geri kalan 3’ünün Kur'ân-ı Kerim’e göre ne kadar hatalı olduğunu ve bu küçük gibi görünen hatanın ne kadar büyük yanlışlıklara sebebiyet verdiğini açıklamalarımızda siz de göreceksiniz.
Önce Kur'ân-ı Kerim’de sık sık geçen resûl konusunu aydınlığa kavuşturalım.
“Her resûl peygamber midir?” sorusuna Kur'ân-ı Kerim’le cevap verelim.
Kur'ân-ı Kerim’de resûl kelimesinin geçtiği âyetler incelendiğinde görüyoruz ki temelde resûller, görevleri itibariyle iki ana grupta toplanıyor.


3-1- RİSALETLE GÖREVLİ
OLMAYAN RESÛLLER

Allahû Tealâ’nın Kur'ân-ı Kerim’de sadece alelâde haber ulaştırmakla görevli olan kişilere resûl dediğini görüyoruz.
12/YUSUF-50: “Ve kâlel meliku’tûnî bih(î), fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetilletî katta’ne eydiyehunn(e), inne rabbî bi keydihinne alîm(un).”
Ve melik (firavun) dedi ki: “Onu bana getirin.” Resûl (haberci, ulak) (Yusuf’a) geldiği zaman dedi ki; “Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kestiler.” diye sor. Muhakkak ki Allah onların hilelerini bilir.
Buradaki resûl Allah tarafından görevlendirilen, Allah’ın bir evliyası değil, firavunun gönderdiği bir habercidir.
Peygamberlik şöyle dursun, Bu âyet-i kerimeye göre Allah’ın görevlendirmediği alelâde elçilere de Kur'ân-ı Kerim’de resûl denebîliyor.


3-2- RİSALETLE GÖREVLİ
OLAN RESÛLLER

Bu bölümde alelâde sadece elçilik görevini yapan resûlleri konumuzun dışında tutalım ve biz Allah’ın risaletle görevlendirdiği resûlleri inceleyelim.
Risaletle görevli olan, Allah’ın emirlerini tebliğ eden resûllerin en önemli özelliği; onların Allah tarafından görevlendirilmesidir. Onlar bu dünya üzerinde Allah’ın elçileridir.
Ancak Allah’ın risaletle görevli kıldığı Allah’ın resûllerinin hepsini aynı kategoriye koymak da çok yanlış olur. Resûllerin, risalet görevlerinin kapsamı ve sorumlulukları itibariyle aralarında farklılıklar vardır. Meselâ Allah’ın bütün peygamberleri en üst seviyede resûllerdir. Ama onların dışında onların zamanında da Allah başka ülkelerde daha birçok resûlleri görevli kılmıştır.
Bugün İslâm dünyasındaki yanlış bir anlayış; bütün resûllerin peygamber olduğudur. Bu, küçük gibi görünen saptırılmış gerçek, insanoğlunun hayatında hayal bile edemeyeceği büyüklükte tahribat yapmıştır. Her resûlün peygamber olarak değerlendirilmesi, meallerde her resûl için peygamber denmesi, Allah’ın âyet-i kerimelerde verdiği mesajı değiştirmiş, Allah’ın aramızda yaşamakta olan resûlleri gizlenmiştir. Birçok âyet-i kerime peygamber olmayan resûllerden, onların görevlerinden bahsederken bu, meallerde peygamberlere atanarak peygamber olmayan resûllerin insanlarla ilişkisi engellenmiştir.
Kur'ân-ı Kerim’deki risaletle görevli resûller başlıca ikiye ayrılır:
1. Nebî resûller.
2. Velî resûller.
Her iki grup resûl de Allah tarafından görevlendirilmiştir.
Belki de resûller bölümünde size verebileceğimiz en önemli bilgi insanın kurtuluşunu direkt olarak ilgilendiren “her resûlün peygamber olmadığı” gerçeğidir. Ehemmiyet derecesinin büyüklüğü göz önünde tutularak bu konuyu aydınlığa kavuşturacak Kur'ân-ı Kerim âyetlerini detaylarıyla sunmak, gerçeği yine Allah’ın gerçekleriyle (âyetleriyle) ispatlamak gereğini duyuyoruz.
Rabbimize bu istikamette gösterdiğimiz gayretlerimizde bizlere ve sizlere yardımcı olması için dua ederiz.
Bu konu yukarıda kısaca bahsetmiş olduğumuz gibi günümüzde çok yanlış değerlendirilen bir konudur. Kur'ân-ı Kerim’deki peygamber olmayan Allah’ın elçilerine ait âyetlerin değiştirilmesi insanların Allah’ın hidayetçilerine ulaşmalarına engel olmaktadır. Günümüzde hiç kimse Allah’ın bir resûlüne ihtiyacı olduğunu düşünmemektedir. Tam aksi insanlar artık aralarında Allah’ın evliyalarının dahi yaşamadıklarını düşünüyorlar, hatta bundan eminler. Yardıma muhtaç olan ve Allah’ın bir evliyasına ulaşmak isteyen, buna ihtiyaç duyan insanlar bugün aramızda yaşamayan, rahmetli olmuş evliyalardan meded ummaktadırlar. Çünkü okunmakta olan Kur'ân mealleri Allah’ın aramızda yaşayan evliyalarından, onların vazifelerinden bahsetmemektedir. Meallerde Allah’ın evliyaları gizlenmiş, örtülmüştür. Bütün resûl âyetleri onlara göre peygamberler devrine aittir. Bu kaide üzerine meal vermektedirler. Daha da acısı bugün Allah’ın aramızdaki sevgililerinin inkâr edildiği, onlarla alay edildiği bir dünyada yaşıyor olmamızdır.
İblis şu gerçek üzerine tuzağını kurmuştur: “Peygamber Efendimiz (S.A.V) Son Peygamber'dir.” Ve “O'ndan sonra Peygamber gelmeyecektir.” İnsanlar için başka bir peygamber beklentisi olmayacaktır. Kıyâmet kopana kadar, bu devre insanların peygamber beklemediği bir devredir. İblis burada devreye giriyor. Peygamberin gelmeyeceği gerçeğini tüm Allah’ın resûllerine mal ediyor. “Madem artık hiç peygamber gelmeyecek, onlar her resûl peygamberdir.” diye düşündükleri için: “Bu durumda dünyaya artık resûl de gelmeyecektir.” diyorlar.
Peki Allah’ın risaletini insanlara kim tebliğ edecek? Kim insanlara dîni öğretecek, Kur'ân-ı öğretecek, Kur'ân’ın 7 ruhunu öğretecek, onları hidayete erdirecek?
Rabbimizin Secde Suresi 24. âyet-i kerime ve Enbiya Suresi 23. âyet-i kerimede bahsettiği imam resûller olmadan insanlar nasıl hidayete erecekler?
32/SECDE-24: “Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû, ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(e).”
Onlardan (insanlardan) imamlar (mürşidler) kıldık, emrimizle insanları hidayete erdirsinler (Allah’a insanların ruhlarını ulaştırsınlar) diye, sabırlarından dolayı ve âyetlerimize (Allah’ın âyetlerine) yakîn hasıl ettikleri için.
21/ENBİYA-23: “Lâ yus’elu ammâ yef’alu ve hum yus’elûn(e).”
O, yaptığından sorumlu değildir. Onlar ise sorumludurlar.
İblis diyor ki: “Kur'ân, insanı hidayete erdiren imamdır. İnsan Kur'ân-ı açıp okuyarak anlayacak, hidayete erecek.” Bu yalana, zanna tâbî olanlar Al-i İmran Suresi 7. âyet-i kerimedeki Kur'ân-ı Kerim gerçeğine küfretmiş, onu yalanlamış oluyorlar.
Al-i İmran Suresi 7. âyet-i kerimede Rabbimiz: “İlimde kökleşmiş rasihun da Kur'ân-ı Kerim’in tevîlini yapamaz.” Diyorsa:
3/AL-İ İMRAN-7: “Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhub tigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ılmi yekûlune âmennâ bihî, kullun min ındi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).”
O (Allah) ki; Kitab’ı sana O indirdi. O'ndan bir kısmı muhkem (mânâsı açık, yorum götürmez, şüphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar (Levhi Mahfuz’daki) ümmülkitapta (yer alan açık ve kesin âyetler)dir. Diğerleri ise müteşabih (mânâsı kapalı, açıklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde eğrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çıkarmak ve (kendi yararına uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab’)ın müteşabih olan kısmına uyarlar. Halbuki onların tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olan RASİHUN (rüsuh sahipleri) ise derler ki: “O’na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katından (indirilme) dir.” Bunu kimse tezekkür edemez ancak ulûl'elbab tezekkür edebilir.
Al-i İmran Suresi 7. âyet-i kerimede ilim sahibi kimselerin ilimlerinin, Allah’ın Kur'ân-ı Kerim’ini açıklamak için yeterli olmadığını söylüyorsa,
Hac Suresi 3. âyet-i kerimede Allah’ın dîni, Allah’ın ilmini bu dünya ilminden kesinlikle ayırıyorsa,
22/HAC-3: “Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ılmin ve yettebiu kulle şeytânin merîd(merîdin).”
İnsanların kimi, ilmi olmadığı halde Allah konusunda mücâdele eder ve her azgın şeytana tâbî olur.
O zaman hâlâ bu konuda ısrarla konuşan: “Biz bu dînin ilmini aldık yıllarca okuduk, öğrendik.” diyen rasihun için Allahû Tealâ diyor ki: “Onların gönüllerinde ulaşamayacakları bir kibir vardır.”
40/MU'MİN-56: “İnnellezîne yucâdilûne fi âyâtillâhi bigayri sultânin etâhum in fî sudûrihim illâ kibrun mâ hum bi bâligîh(i), festeiz billâh(i), innehu huves semîul basîr(u).”
Muhakkak ki Allah’ın âyetleri üzerinde kendilerine gelen bir sultan olmadan tartışanların gönüllerinde (o sultana) ulaşamayacakları bir kibir vardır. Öyleyse Allah’a sığın. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
“Allah’ın âyetleri üzerine kendilerine Allah’ın ilmi Allah tarafından verilmediği halde tartışırlar.” Yüce Rabbimiz bu insanların zanna tâbî olduklarını söylüyor.
53/NECM-28: “Ve mâ lehum bihî min ilm(in), in yettebiûne illaz zann(e), ve innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey’â(şey’en).”
Onların bu sözler hakkında hiçbir bilgileri yok. Onlar sadece zanna ittiba ederler. Muhakkak ki zan, hakkı bilmek mecburiyetinden hariç tutamaz (müstağni kılamaz).
Ve Allahû Tealâ zanna tâbî olan gurur ve kibirleriyle kendi ilimlerinin yeterli olmadığı sahada konuşan bu insanlara âyetlerini açıklamıyor.
7/A’RAF-146: “Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hak(hakkı), ve in yerev kulle âyetin lâ yu'minu bihâ, ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).”
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler onu yol edinirler. Bu onların âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.
Onlar yeryüzünde âyetleri bilmedikleri halde bildiklerini söyleyerek bu konuda kendilerini yetkili görerek (Allah’ın vermediği bir yetki) yeryüzünde haksız yere dolaşıyorlar.
Ve insanları sahip oldukları faydasız ilimle Allah’ın yolundan, Allah’ın âyetlerinin gerçek manalarını gizleyerek saptırıyorlar.
18/KEHF-103: “Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlânegatif.”
De ki: “Sizlere amellerini hasara uğratanları haber vereyim mi?”
18/KEHF-104: “Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â.”
Onların dünya hayatındaki amelleri sapmıştır ve onlar amellerin en iyisini yaptıklarını hesap ediyorlardı.
Bakınız değerli okuyucular Allahû Tealâ bu dînde ileri gelenler için, yaşadıkları devirlerde onları destekleyen devrin büyükleri için Ahzap Suresi 66, 67, 68. âyet-i kerimelerde ne buyuruyor:
33/AHZAB-66: “Yevme tukallebu vucûhuhum fîn nâri yekûlûne yâ leytenâ eta’nallâhe ve eta’ner resûlâ.”
O gün fizik vücutları ateş içinde çevrilirken: “Vah biz de, keşke Allah’a ve resûlüne itaat etseydik!” derler.
Dikkat ediniz; o gün fizik vücutları ateşte çevrilen insanlar sadece peygamberler devrinde yaşayan değildir. Onlar her devirde yaşayan insanlardır. Ve aralarında onlarla birlikte yaşamakta olan Allah’ın görevli resûlünü inkâr etmiş olmaları sebebiyle pişman olanlardır.
33/AHZAB-67: “Ve kâlû rabbenâ innâ eta’nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnes sebîl(sebîlâ).”
Cehennemde olanlar derler ki: “Yarabbi, muhakkak ki biz devrin sâdatlarına (dînde ileri gidenlerine) ve küberasına (büyüklerine) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sıratı Mustakîm’inden) saptık.”
33/AHZAB-68: “Rabbenâ âtihim dı’feyni minel azâbi vel anhum la’nen kebîrâ(kebîren).”
Rabbimiz onlara iki kat azap ver. Onları büyük bir lânetle lânetle.”
Bu insanlar gurur ve kibirleri sebebiyle Al-i İmran Suresi 7. âyet-i kerimede Allah’ın Kur'ân-ı Kerim’i açıklama yetkisini verdiği ulûl’elbab kullarını, Allah’ın resûllerini (peygamber olmayan), Allah’ın imamlarını gizlemişler ve gizlemeye devam etmektedirler. O resûllerle alay etmişlerdir ve alay etmeye devam etmektedirler.
18/KEHF-106: “Zâlike cezâuhum cehennemu bimâ keferû vettehazû âyâtî ve rusulî huzuvânegatif.”
Onların cezaları cehennemdedir ki onlar Allah’ın âyetlerini küfretmişler (örtmüşler, bilerek gizlemişler) ve Allah’ın âyetleriyle ve resûlleriyle alay etmişlerdir.
4/NİSA-150: “İnnellezîne yekfurûne billâhi ve rusulihî ve yurîdûne en yuferrikû beynellâhi ve rusulihî ve yekûlûne nu’minu biba’dın ve nekfuru biba’din yurîdûne en yettehızû beyne zâlike sebilâ(sebîlen).”
Muhakkak ki; Allah’ı resûlünü inkâr eden kişiler, Allah ve O’nun resûlleri arasında ayırım yapmak isterler. Ve de: “Bir kısmına inanırız, bir kısmını inkâr ederiz.” derler. Ve bunların (küfürle îmânın) arasında bir yol ittihaz etmek isterler.
4/NİSA-151: “Ulâike humul kâfirûne hakkâ(hakkan), ve a‘tednâ lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).”
İşte onlar gerçek kâfirlerdir. Ve Biz de kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.
Allah’ın Yüce Kitabı Kur'ân, Allah’ın sırlarını muhafaza etmektedir. Allah, Kur'ân-ı Kerim’deki sırlarını insanların arasından seçtiği kişilere bırakıyor. Sırların sahibi anlamına gelen “lübb”lerin sahibi ulûl’elbaba bırakıyor.
35/FATIR-32: “Summe evresnel kitâbellezînastafeynâ min ıbâdinâ, fe minhum zâlimun li nefsih(i), ve minhum muktesıd(un), ve minhum sâbikun bil hayrâti bi iznillâh(i), zâlike huvel fadlul kebîr(u).”
Sonra kullarımızdan seçtiklerimize kitabı miras bıraktık. Onların bir kısmı nefslerine zulmeder, bir kısmı muktesittir (yemin sahibidir). Bir kısmı ise Allah’ın izniyle hayırlarda yarışanlardır. İşte büyük fazl budur.
Bunun manası; Kur'ân-ı anlama ve anlatma yetkisinin ancak Allah’tan alınması demektir. Eğer insan bu yetkiyi Allah’tan almamışsa isterse yüzlerce din üniversitesini bitirsin, binlerce emaniyye dîn kitabı okusun, hergün Kur'ân-ı Kerim’i hatim etsin, o kişinin ilminin ne kendisine, ne de bir başkasına hiçbir faydası yoktur. Bu ilim onları ancak cehenneme götürür.
Kur'ân-ı Kerim geçmişten geleceğe bütün devirlerden örneklere sahiptir. Bu örneklerin verilmesinin sebebi insanların düşünmelerini ve ders almalarını sağlamak içindir.
O halde anlatmaya çalıştığımız bu fevkalâde ehemmiyetli konunun Kur'ân-ı Kerim’de yaşanmış örneklerine bakalım:
16/NAHL-36: “Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budullâhe vectenibût tâgût(e), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(tu), fesîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(e).”
Ve andolsun ki Biz bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûller beas ettik, (hayata getirdik, vazifeli kıldık) taguttan kurtulsunlar ve Allah’a kul olsunlar diye. Onlardan bir kısmı hidayete erdi ve bir kısmının üzerine dalâlet hak oldu. (Resûllere tâbî olanlar hidayete erdi, tâbî olmayanların ise üzerine dalâlet hak oldu). Yeryüzünde gezin, yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğunu görün.
Allahû Tealâ bütün ümmetlerde (geçmiş, gelecek) onların içinden resûl beas ediyor. Risaletle yetkili kılıyor. Ama o resûlü inkâr edenlerin durumunu, yalanlayanların akıbetini gezin görün diyor.
57/HADİD-16: “Elem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(e).”
Âmenû olanların kalplerinde Allah’ın zikri ile (ve bu zikirle) Hakk’tan inen şeyle (nurla) huşûya ulaşmak (huşû sahibi olmak) zamanı gelmedi mi? Kendilerine kitap verilen ve sonra aradan uzun zaman geçen (ve bu zaman zarfında Allah’ı zikretmedikleri için) kalpleri kasiyet bağlayan (kalpleri zikirsizlikten kararan ve sertleşen ve hastalanan) kimseler gibi olmasınlar (zikretsinler ki kalpleri kararmasın). Onların çoğu fasıklardır (hidayete erdikten sonra yoldan çıkanlardır).
Birinci âyet-i kerime, insanları Allah’ın kulu yapmakla vazifeli resûllere tâbî olmayarak dalâlette kalanların akıbetlerini göstermektedir.
İkinci âyet-i kerimede de Allah’ın kutsal kitabı olduğu halde o kitaptan doğruları alamayan ve bu sebepten dolayı kalpleri kararanlar yer alıyor. Bütün kutsal kitaplar, Kur'ân-ı Kerim hariç, iblis tarafından değiştirilmiştir. Ve insanların artık o kitaplardan Allah’ın emirlerini öğrenmeleri mümkün değildir. Bugün İslâm dünyasında bizim durumumuz da onlara benzemektedir. Allah’ın korumasında olan Kur'ân’a iblis yaklaşamamıştır ama insanları kullanarak Kur'ân meallerinde Allah’ın birçok gerçeğini saklamayı başarmıştır. İşte saklanan gerçeklerden bir tanesi resûller konusudur. Allah her devirde, her kavmin içinde resûller vücuda getirirken o, resûllerin peygamber olduğu söylenerek insanların Allah’ın hidayetçilerine ulaşmaları engellenmektedir. Resûllerin görevlerini yapmalarına mâni olunmaktadır.
Bu dîn; son peygamber, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'den sonra sahâbe tarafından, daha sonra sahâbeye tâbî olanlar tarafından ve herkesin bildiği Mevlâna Celâleddin Rumi, Emir Sultan, Akşemseddin, Yahya Efendi, Hacı Bektaş Velî, Yunus Emre ve daha binlercesi gibi Allah’ın resûllerince öğretildi.
Onlar insanları Hakk’a davet ettiler. Onlar insanları hidayete ulaştırdılar, irşad ettiler. Peygamber değillerdi. Ama Allah’ın tayin ettiği, yetki verdiği, risaletle görevli resûlleriydi. Bütün insanlar için mutlaka Allah’ın tayin ettiği bir hidayetçi vardır. Ve toplumlardaki adaleti yerine getiren, bütün resûllerin de tâbî olduğu her devrin imamı vardır. Dünya durdukça bu düzen bozulmayacaktır. Bu düzeni kuran Allah’tır. Bu düzeni bozmak isteyenler Allah’ı aciz bırakamazlar.
46/AHKÂF-32: “Ve men lâ yucib dâıyallahi feleyse bimu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâ’(u),ulâike fî dalâlin mubîn(in).”
Allah’a davet edene icabet etmeyen (tâbî olmayan) kişi dünya üzerinde Allah’ı aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah’tan başka dostu da yoktur. Onlar (Allah’ın davetçisine tâbî olmayanlar) açık bir dalâlet içindedirler.
Bugün dünya yine Allah’ın başka isimlerdeki evliyalarıyla aydınlanmaktadır. Ancak insanlar dînlerini onlardan değil, bu dünya ilmiyle ilimlenmiş dîn öğreticilerinden öğreneceklerini zannetmektedirler. Allah’ın dostlarının unutulmuş olmasının sonucunu hepimiz görmekteyiz; adaletsizlik, zulüm, kin, nefret, huzursuzluk, mutsuzluk.
10/YUNUS-47: “Ve likulli ummetin resûl(resûlun), fe izâ câe resûluhum kudıye beynehum bil kıstı ve hum lâ yuzlamûn(yuzlamûne).”
Her ümmetin bir resûlü vardır. Onlara resûlleri geldiği zaman onların aralarında adaletle hükmolundu. Onlara zulmedilmez.
İnsanlar dînlerini Allah’ın evliyalarından, mürşidlerinden, resûllerinden, öğrenemedikleri için bugün dünya üzerinde İslâmiyet yaşanmaz olmuş. Kur'ân terkedilmiş.
25/FURKAN-30: “Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmît tehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûren).”
Resûl dedi ki: “Yarab, kavmim Kur’ân’ı terkettiler.”
Resûl kavramının neden bu kadar üstünde durduğumuz diğer kavramlar açıklandıkça, konular anlatıldıkça daha iyi anlaşılacak, yerli yerine oturacaktır.
Kur'ân-ı Kerim’deki her resûl peygamber kabul edilince, insanlar zannediyorlar ki: “Peygamber Efendimiz'den sonra artık resûl de gelmeyecek. O halde Kur'ân’daki resûllerle ilgili olan âyet-i kerimeler hep peygamberleri anlatıyor. Hepsi bundan 14 asır önce ve daha önceki devirlere ait bilgilerdir. Allah’ın insan ve resûl arasındaki ilişkileri anlattığı âyetler 14 asır öncesine ait, bizleri ilgilendirmiyor. Çünkü zamanımızda Allah’ın resûlleri olan hidayetçileri, elçileri yaşamıyor. O halde resûle tâbiiyet, itaat konuları bize bir sorumluluk getirmiyor.” diye düşünüyorlar. Allah’ın insanları kurtuluşa ulaştıracak âyetleri hiçe sayılıyor, yok farzediliyor.
Bu bilgiler bid’attir. Allah’ın bütün devirlerde tayin ettiği resûller saklanarak, gizlenerek insanların bu resûllere ulaşması engellenmektedir. Ve insanları yoldan saptıran bu kimseler küfürdedirler.
Kur'ân, bu insanları yalanlamaktadır.

4/NİSA-167: “İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).”
Onlar ki kâfirlerdir ve Allah’ın yolundan saptırırlar (kendileri de Allah’ın yolunda değillerdir). Andolsun ki; onlar uzak bir dalâlet içindedirler (mürşidlerine ulaşmamış ve yola girmemiş oldukları için).
4/NİSA-168: “İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).”
Muhakkak ki; onlar küfür üzeredirler ve zalimdirler (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptırdıkları için). Allah onlara asla mağfiret etmez (günahlarını sevaba çevirmez) ve yola (Allah’a ulaştıran yola, Sıratı Mustakîm’e) ulaştırmaz.
4/NİSA-169: “İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alallâhi yesîrâ(yesîren).”
Sadece cehennem yoluna ulaştırır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. Ve bu Allah için kolaydır.
Kur'ân-ı Kerim’de resûl sözü ne zaman geçse peygamber olarak açıklama getiriliyor. Kur'ân meallerinin hepsinde istisnasız “resûl ­= peygamber” olarak geçmiştir. İşte bu acımasızca ortaya konan büyük bir yalandır. Konular ilerledikçe ve âyet-i kerimeler açıklandıkça, âyetler diğer Kur'ân mealleriyle karşılaştırıldıkça mananın nasıl gizlendiğini ve farzların yerine getirilmesine nasıl engel olunduğunu göreceksiniz
Atılan ok büyük, çok büyük yaralar açmıştır.
Bu yanlışın zihinlerden silinmesi, Kur'ân-ı Kerim’in, bu yanlış düzeltildikten sonra tekrar gözden geçirilmesi neticesinde, İslâm’ın tatbikatında çok şeylerin değişmesi gerektiği gerçeği ile karşılaşacağız.
Allah’ın dîni tektir. Allah bütün insanlar için bu dîni seçmiştir. Bütün kitaplar, bütün resûller (peygamber olan ve peygamber olmayan) İslâm’ı anlatır, İslâm’a davet eder, İslâm’ı yaşatır. Bu din “hidayet”i, “takva”yı, “teslim”i, kul olmayı, âmenû olmayı, Allah’ın rızasını kazanmayı, felâha ulaşmayı, Allah’ın bize olan bu vasiyetlerini emreder. Öğrenebilmek, yaşayabilmek için kitaba sahip çıkmak gerekir. Kendimize mal etmek gerekir. Bunu başarmak mümkün müdür? Hem mümkündür, hem mümkün değildir. Allahû Tealâ: “Kâinatı emrinize musahhar kıldım.” diyor. Allah’ın bu sözüne göre kâinata ne kadar sahipsek, her yerde kolayca bulabildiğimiz Kur'ân-ı Kerim’e de o kadar sahibiz, malikiz. Ne dersiniz, kâinatı emrinizde hissediyor musunuz?
Sevgili okuyucular, “Her resûl peygamberdir” dediğimiz zaman insanın Kur'ân-ı Kerim ile bağlarını tamamen koparmış oluyoruz. Resûl olmadan Kur'ân-ı Kerim insanlar için nedir? Tıpkı malik olamadığımız emrimizdeki kâinat gibi, sırrını muhafaza eden, asla hayatımıza tatbik edemeyeceğimiz, ama kütüphanelerin en üst raflarını süsleyen bir kitaptır. Âlimler Kur'ân’ı değil, el yazması kitapları, emaniyyeyi anlatmaya devam etsinler .
Bakın, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in bugünleri işaret ettiği hadîs-i şerifi acı gerçeği bir defa daha nasıl yüzümüze vuruyor!…
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki; İslâm’ın yalnız ismi, Kur'ân’ın ise resmi kalacaktır. Mescidler dış görünüşleri ile mamur fakat hidayetten mahrum kalacaktır. Onların âlimleri, gök kubbe altındakilerin en şerrlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir.”
Bu şerrli insanlar, insanlara yaptıkları büyük kötülük sebebiyle lânetlenmişlerdir:
2/BAKARA-79: “Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlune hâzâ min ındillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ(kalîlen). Fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn(yeksibûne).”
Yazıklar olsun onlara ki; elleriyle kitap yazıp, sonra da (emaniyye bilgiler içeren) bu yazdıklarını az bir bedel (para) karşılığında satmak için: “Bu Allah'ın indindendir.” derler. Yazıklar olsun onlara, elleriyle (böyle şeyler) yazdıklarından dolayı... Yazıklar olsun onlara, kazandıkları şeylerden dolayı…
2/BAKARA-159: “İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fil kitâbi ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâınûn(e).”
İndirdiğimiz o beyyinelerden olan şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaştırılmasını) kitapta Allah insanlara açıkladıktan sonra gizleyenler (var ya); onlara, hem Allah lânet eder, hem de lânet ediciler lânet eder.
2/BAKARA-161: “İnnellezîne keferû ve mâtû ve hum kuffârun ulâike aleyhim la’netullâhi vel melâiketi ven nâsi ecmaîn(e).” Muhakkak ki (Allah’a ruhun ölmeden ulaşmasını, yani hidayeti) küfredip de (örtüp de, gizleyip de) kâfir olarak ölenler var ya: İşte Allah’ın, meleklerin ve insanların hepsinin lâneti onların üstünedir.
2/BAKARA-175: “Ulâikellezîneşteravud dalâlete bil hudâ vel azâbe bil magfirati, femâ esberahum alen nâr(ı).”
İşte onlar; onlar ki, hidayet karşılığında dalâleti, mağfiret karşılığında da azabı satın almışlardır. Bunlar ateşe karşı ne kadar sabırlıdırlar!


3-2-1- NEBÎ RESÛLLERLE, VELÎ
RESÛLLER ARASINDAKİ
FARKLAR.

Allah’ın Kur'ân’daki dîn öğretimi, insanların bugünkü dîn öğretiminden çok farklı hatta bir kısmı taban tabana zıttır. Bugün insanlar başka insanların yazdığı kitaplardan dîni öğrenmeye başlamışlar. Bunu tabii neticesi olarak da Kur'ân’daki gerçeklerden uzaklaşmışlar.
Öyleyse emaniyye kitaplarının (insanların el yazması kitaplarının) yazdığı gibi iddia ettiği gibi bütün resûller peygamber midir?
Kur'ân-ı Kerim’e göre bir kısım resûller peygamber hüviyetindedir. Bir kısım resûller, peygamber hüviyetinde değillerdir. Hatta Allah’tan bir emir alacak durumda olmayan insanlara da bazen Kur'ân-ı Kerim “resûl” kelimesini kullanarak hitap etmiştir. (Konumuzun başında bu ayırım yapılmıştı.)
Bütün resûller peygamber değildir.
Bütün nebîler peygamber midir? Evet, bütün nebîler peygamberdir. Kur'ân-ı Kerim’de nerede “nebî” kelimesi geçiyorsa, “nebî” kelimesinin geçtiği her âyeti teker teker taradık. Gördük ki; kesinlikle nerede “nebî” kelimesi geçiyorsa onların hepsi mutlaka peygamberdir.
İşte Allahû Tealâ’nın Al-i İmran Suresi 81. âyet-i kerimedeki ifadesi nebîlerin peygamber olduğu konusunu, ama kendilerine kitap verilmeyen değil tam aksine kendilerine kitap verilen peygamberler olduğunu kesinleştiriyor.
3/AL-İ İMRAN-81: “Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurun neh(nehu), kâle e akrertum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû ekrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).”
Hani o zaman ki; Allah Nebîlerin (Peygamberlerin) MİSAK’ini (yeminini) almıştı: “Andolsun ki; size kitap ve hikmet verdim, sizlerden sonra sizinle beraber bulunanı (Allah’ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl gelince, O'na mutlaka îmân edecek ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi, bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.” dediler. “Öyle ise şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.
Akaidin: “Nebîler kendilerine kitap verilmeyen peygamberlerdir.” demesine rağmen, demek ki Allahû Tealâ bütün nebîlerine kitap vermiş.
Herşeyden önce risaletle görevlendirilmiş Allah’ın resûllerinin hepsine peygamber demekten vazgeçmeliyiz. Bu bir açıdan bütün resûlleri aynı seviyeye getirmek anlamına geliyor ki; Allah’ın hiyerarşi kanununa ve bu kanuna göre düzenlenmiş Kur'ân’daki âyetlere ters düşüyor. Bütün resûllere “peygamber” demek ikinci açıdan; peygamber olan resûlleri kabul edip, peygamber olmayan resûllere inanmamak ve onları yok saymak, reddetmek anlamına geliyor ki; bu da Nisa Suresi 150. ve 151. âyet-i kerimelere göre o kişileri kâfir durumuna sokuyor:
4/NİSA-150: “İnnellezîne yekfurûne billâhi ve rusulihî ve yurîdûne en yuferrikû beynellâhi ve rusulihî ve yekûlûne nu’minu biba’dın ve nekfuru biba’din yurîdûne en yettehızû beyne zâlike sebilâ(sebîlen).”
Muhakkak ki; Allah’ı resûlünü inkâr eden kişiler, Allah ve O’nun resûlleri arasında ayırım yapmak isterler. Ve de: “Bir kısmına inanırız, bir kısmını inkâr ederiz.” derler. Ve bunların (küfürle îmânın) arasında bir yol ittihaz etmek isterler.
4/NİSA-151: “Ulâike humul kâfirûne hakkâ(hakkan), ve a‘tednâ lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).”
İşte onlar gerçek kâfirlerdir. Ve Biz de kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.
Nebîler, peygamberler Allah’ın tayin ettiği en üst seviyedeki resûllerdir. Peygamber olmayan diğer bütün resûllerden farklılıkları vardır. Bu farklılıkları Kur'ân-ı Kerim âyetlerine göre 10 grupta toplayabiliriz.



3-2-1-1- PEYGAMBERLER BELİRLİ KAVİMLERDE YAŞAMIŞLARDIR. PEYGAMBER OLMAYAN RESÛLLER DÜNYADA BULUNAN BÜTÜN KAVİMLERDE YAŞAMIŞLARDIR.

3-2-1-2- PEYGAMBERLER BÜTÜN DÜNYA HATTA KÂİNAT İÇİN VAZİFELİDİRLER.
PEYGAMBER OLMAYAN RESÛLLER SADECE KENDİ KAVİMLERİ İÇİN VAZİFELİDİRLER.

Yukarıda belirttiğimiz 2 farkla ilgili Kur'ân-ı Kerim âyetlerini inceleyelim:
16/NAHL-36: “Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budullâhe vectenibût tâgût(e), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(tu), fesîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(e).”
Ve andolsun ki Biz bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûller beas ettik, (hayata getirdik, vazifeli kıldık) taguttan kurtulsunlar ve Allah’a kul olsunlar diye. Onlardan bir kısmı hidayete erdi ve bir kısmının üzerine dalâlet hak oldu. (Resûllere tâbî olanlar hidayete erdi, tâbî olmayanların ise üzerine dalâlet hak oldu). Yeryüzünde gezin, yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğunu görün.
Bahsedilen resûller, peygamberler olsaydı “bütün ümmetlerin içinden” ifadesi kullanılmazdı. Peygamberler zamanında da peygamberlerin olmadığı zamanlarda da her ümmette, her kavimde bir resûl o kavim içinde tebliğ ile görevlidir. Bu resûller peygamber olamaz. Çünkü peygamberler kavimlerin bir kısmından çıkmışlardır. Bütün dünyaya hatta kâinata dîni öğretmekle ve yaşatmakla görev almışlardır.
2/BAKARA-129: “Rabbenâ veb'as fîhim resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtike ve yuallimuhumul kitâbe vel hıkmete ve yuzekkîhim inneke entel azîzul hakîm(hakîmu).”
Rabbimiz, onların içinden (birini), onların içinde (arasında) onlara Senin âyetlerini tilâvet edecek (okuyup açıklayacak), onlara kitabı ve hikmeti öğretecek ve onların (nefslerini), tezkiye (ve tasfiye) edecek resûl (olarak) beas et (hayata getir). Muhakkak ki Sen (evet) Sen; AZÎZ’ul HAKİM’sin.
Bu âyet-i kerimede de her kavmin içinden onların aralarında görev yapacak ve sadece o kavimlere âyetleri öğretecek resûller deniliyor. Peygamberlerin görevi bütün kavimler için, dünya içindir. Hatta kâinat içindir. Bu sebeple bu resûller peygamber resûller olamazlar. Burada bahsi geçen resûller, peygamber olmayan, her kavimde görevli olan resûllerdir.
13/RAD-7: “Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(i), innemâ ente munzirun ve likulli kavmin hâd(in).”
Ve kâfirler derler ki: “O’nun üzerine Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” Sen sadece bir uyarıcısın ve bütün kavimler için hidayetçi vardır (zamanın her parçasında ve bütün kavimlerde).
Yukarıdaki âyet-i kerimede Peygamber Efendimiz’e Allahû Tealâ bütün dünya için, daha doğru bir ifadeyle kâinat için görevli olduğunu söylüyor. Ama her kavmin içinde onların arasında görevli olan resûllerin de ayrıca bulunduğunu açıklıyor. Her kavmin içinde bulunan ve sadece içinde bulundukları kavme öğretmekle görevli olan bu resûller, peygamber resûller değildir.
39/ZUMER-71: “Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeren), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ elem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).”
Kâfirler zümre zümre cehenneme sürülürler, kapılara geldikleri zaman kapılar açılır. Cehennem bekçileri onlara derler ki, “Size sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki size (üzerinize) Allah'ın âyetlerini okusun (anlatsın izah etsin) ve sizi bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın, ikaz etsin. (Cehenneme girenler) dediler ki; “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
Cehenneme ºüphesiz her devirde yaºayan insanlar gidecektir. Hepsine “Rüsulan minküm”, “sizin içinizden resûller gelmedi mi?” diye soruldu?una göre bu resûllerin her devirde yaºad??? ve her kavimde yaşadığı muhakkaktır.
Oysa peygamberler, Lut, Semut, Ad, Arap, İsrail gibi belirli kavimlerden çıkmışlardır.
Her devirde peygamberler yaºamad???na göre ve buradaki resûllerin peygamberlerin yaºamad??? devirlerde de her kavimde yaşad?klar? muhakkak olduğuna göre, peygamber olmadıklar? kesinlik kazanmaktad?r.
10/YUNUS-47: “Ve likulli ummetin resûl(resûlun), fe izâ câe resûluhum kudıye beyne hum bil kıstı ve hum lâ yuzlamûn(yuzlamûne).”
Her ümmetin bir resûlü vardır. Onlara resûlleri geldiği zaman onların aralarında adaletle hükmolundu. Onlara zulmedilmez.
İşte Allahû Tealâ: “Her ümmetin resûlü vardır.” dediği halde insanlar kendi içlerinde yaşayan resûlü görmez, yalanlar, reddederse, o toplumda adaletsizlik hüküm sürer.
Bugün adaletsizlik ve zulüm varsa bu, Allah’ın resûllerinin gizli tutulmasındandır. Onların inkâr edilmesindendir. Öyleyse bütün kavimlere resûller gönderiliyor. Halbuki peygamberler bir tek kavmin içinden gelir. Tek bir kavimdendir. O, bütün dünyanın peygamberidir. Ama resûller ait oldukları kavmin resûlleridirler. Ve peygamber varken bütün diğer kavimlerde de resûller vardır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) peygamberken gene aynı devirde başka kavimlerde de resûller vardı.
Allahû Tealâ’nın Kur'ân-ı Kerim’deki ifadesi budur.
Peygamberler bir tek kavimden çıkarlar veya herhangibir kavimden çıkarlar. Ama bütün kavimlerin peygamberidir.
Peygamber olmayan resûller, her kavme gönderilir. Sadece içinde bulunduğu kavim için resûldür.


3-2-1-3- NEBÎ OLAN RESÛLLER ARASINDA UZUN FETRET DEVRELERİ VARDIR. (PEYGAMBERLER ARDARDA GELMEZLER.)
NEBÎ OLMAYAN RESÛLLERDE İSE DEVAMLILIK SÖZ KONUSUDUR. BU VELÎ RESÛLLER ARDARDA GELİRLER.

57/HADİD-27: “Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi îsebni meryeme ve âteynâhul incîle ve cealnâ fî kulûbillezînettebeûhu re’feten ve rahmeh(rahmeten), ve rehbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illebtigâe rıdvânillâhi femâ reavhâ hakka riâyetihâ, fe âteynellezîne âmenû minhum ecrehum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).”
Onların arkalarından da resûllerimizi ardarda gönderdik. Meryemoğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik ve ona İncil’i verdik. Ona tâbî olanların kalplerine refet ve rahmet kıldık. Ve üzerlerine farz kıldığımız, fakat kendilerinin güya Allah’ın rızasını kazanmak için icat ettikleri ruhbanlığa bile hakkıyla riayet etmediler. Biz de içlerinden âmenû olanlara (yaptıklarına karşılık olarak) mükâfatlarını verdik. Çoğu ise fasıklardı.
Bu âyette resûllerin ardarda (arası kesilmeden, devamlı olarak birbirinin ardından) gönderildiği, resûller arasında fetret devri bulunmadığı anlatılıyor.
17/İSRA-15: “Menihtedâ fe innemâ yehtedî linefsih(i), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlânegatif.”
Kim hidayete ererse kendi nefsi için hidayete erer, kim de dalâlette ise dalâlette olmak onun aleyhinedir. Nezirin (ikaz edenin) nezrettiğini (ikazını, uyarısını) yerine getirmeyenlerin (bu sebeple günah yüklenenlerin) günahlarını başkaları yüklenmez. Bir resûl göndermedikçe (hiçbir kavme, hiç kimseye) azap etmeyiz.
Allahû Tealâ: “Resûl göndermedikçe Allah’ın insanlara azap etmesi söz konusu değildir.” buyuruyor. Rabbimiz her toplumun içine, bütün zamanlarda yaşayan resûller göndererek onları ikaz ediyor, uyarıyor.
13/RAD-7: “Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(i), innemâ ente munzirun ve likulli kavmin hâd(in).”
Ve kâfirler derler ki: “O’nun üzerine Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” Sen sadece bir uyarıcısın ve bütün kavimler için hidayetçi vardır (zamanın her parçasında ve bütün kavimlerde).

Her kavime gelen bu resûller, aralıksız olarak gelirler. Hiçbir kavim resûlsüz bir devre geçirmez. Çünkü Allah: “Resûl göndermedikçe azap etmeyiz.” diyor. İşte aşağıdaki âyetler de bu konuya tam bir açıklık getirmektedir:
2/ BAKARA-87: “Ve le kad âteynâ mûsal kitâbe ve kaffeynâ min ba'dihî bir rusuli ve âteynâ îsabne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi ûhil kudus(kudusi). E fe kullemâ câekum rasûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumus tekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferikan taktulûn(taktulûne).”
Andolsun ki; Biz, Musa'ya kitap verdik ve ondan sonra da, birbiri ardından (araları kesilmeksizin, peşpeşe) resûller gönderdik. Ve Meryem'in oğlu İsa'ya beyyineler (açık kanıtlar) verdik ve onu RUH'ÛL KUDÜS ile destekledik. Her ne zaman size bir resûl, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle (emirle) geldiyse, hemen kibirlendiniz. Bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürdünüz.
23/MU’MİNUN-44: “Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etba’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(e), febu’den likavmin lâ yu’minûn(e).”
Sonra Biz resûllerimizi ardarda (arası kesilmeden, peşpeşe) gönderdik. Hangi kavme resûlü gelse hepsi onu tekzip ettiler (yalanladılar, reddettiler). O zaman Biz birbiri ardından onları yok ettik ve onları efsane kıldık. Mü’min olmayan kavim artık uzak olsun.
Tıpkı bugün insanların içinde görevlerini yapmaya çalışan resûllerin yalanlandığı gibi, o zamanlardan ibret olaylar vererek Allahû Tealâ bizleri ikaz etmektedir.
O halde konumuzu tamamlayalım; peygamberler zamanın bütün parçalarında yokturlar. Peygamberlerin arasında fetret devreleri vardır. İşte Hz. Musa, ondan kimbilir kaç yüz sene sonra Hz. Davud, arkasından birçok asırlık bir zaman aralığı ve Hz. İsa, Hz. İsa’dan 600 sene sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V). O'nun vefat etmesiyle beraber 1400 seneden beri dünyada peygamber yok. Olması da mümkün değildir. Demek ki peygamberler arasında fetret devirleri var. Ama Allah’ın âyet-i kerimelerde söylediği resûllerin birbiri ardından gönderildikleri, arada boşluk olmadığı, bu boşluk olmaması sebebiyle de fetret devirlerinin mevcut olmadığını görüyoruz. Öyleyse bunlar peygamberler gibi fetret devirleri olmayan resûllerdir. Bu sebeple peygamber olmaları mümkün değil.
Öyleyse bütün kavimlere resûller gönderiliyor. Halbuki peygamberler bir kavmin içinden gelir. Tek bir kavimdendir. O bütün dünyanın peygamberidir. Ama resûller ait oldukları kavmin resûlleridirler. Ve peygamber varken bütün diğer kavimlerde de resûller vardır.
Allahû Tealâ’nın Kur'ân-ı Kerim’deki ifadesi budur.
Peygamberler bir tek kavimden çıkarlar. Ama bütün kavimlerin peygamberidir.
Peygamber olmayan resûller her kavme gönderilir. Sadece içinde bulunduğu kavim için resûldür.


3-2-1-4- ALLAHÛ TEALÂ CİNLERE VE MELEKLERE, CİN PEYGAMBERLER MELEK PEYGAMBERLER GÖNDERMEMİŞTİR.
AMA KUR’ÂN-I KERİM’DE CİN VE MELEK RESÛLLERDEN BAHSEDİLMEKTEDİR.

CİN RESÛLLER:

6/EN’AM-130: “Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).”
Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular.
Bu âyet-i kerimede gene resûl kelimesi kullan?lmakta ve cinlere de “kendi içlerinden resûller (Rüsulun minküm) gelmedi mi?” diye sorulmaktad?r.
Cinler için peygamber olmayacağına göre, burada geçen resûl kelimesinin peygamber olmadı?? muhakkaktır. Cinlere tebliğ yapan resûllerdir. Öyleyse insanlardan resûller olduğu gibi cinlerden de resûller olduğunu görüyoruz. Bu cinlerden olan resûllerin elbette peygamber olması mümkün değildir. Bir cin peygamberin, Kur'ân-ı Kerim’e göre peygamber olarak görev yapması hiçbir zaman mümkün değildir. Öyleyse cinlerin arasında da resûller var. Kendi kavimlerine Allah’ın hakikatlerini tebliğ etmek için vazifelidirler. Ama hiçbirisi peygamber hüviyetinde değildir.

MELEK RESÛLLER:

22/HAC-75: “Allahu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs(nâsi), innallahe semîun basîr(basîrun).”
Allah meleklerden ve insanlardan resûller seçer. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
Görülüyor ki;; Allah meleklerden de, insanlardan da, cinlerden de resûller seçiyor. Ancak peygamberleri, yalnız insanlardan seçiyor. Bu yüzden de her resûlün peygamber olması mümkün değildir.

3-2-1-5- NEBÎ RESÛLLER HANGİ KAVMİN İÇİNDEN ÇIKMIŞSA SADECE O KAVMİN LİSANINI KONUŞARAK
BÜTÜN DÜNYAYA HİTAP EDERLER.
AMA NEBÎ OLMAYAN RESÛLLER
HER KAVMİN İÇİNDEN ÇIKTIĞI İÇİN
HER KAVİMDE O KAVMİN LİSANIYLA KONUŞAN RESÛLLER VARDIR.

Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim'inde her kavme kendi dilleri ile aç?klama yapacak resûller gönderdi?ini beyan ediyor.
İbrâhîm Suresi 4. âyet-i kerimede ºöyle buyrulmaktadır:
14/İBRAHİM-4: “Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bilisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(u), ve huvel azîzul hakîm(u).”
Hiçbir resûlümüz yoktur ki Biz onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah dilediğini (resûllere tâbî olmayanları) dalâlette bırakır. Dilediğini (resûllere tâbî olanları) hidayete erdirir. Ve O Azîz’dir, hikmet sahibidir.
Peygamberler tarihi boyunca konuşulan lisan İbranice ve Arapça olmuştur. Her kavme peygamber gönderilmemiºtir. Meselâ Türk kavmi için Türkçe aç?klama yapacak peygamber gönderilmemiştir. Buradan kesin bir noktaya ulaº?yoruz. Allahû Tealâ, bu âyet-i kerimede resûl kelimesini kullanm?ştır ama bu resûl peygamber değildir.


3-2-1-6- KUR'ÂN-I KERİM; NEBÎ RESÛLLERİN GÖREVLERİNİ 5 GRUP OLARAK, NEBî OLMAYAN RESÛLLERİN GÖREVLERİNİ İSE 4 GRUP OLARAK AÇIKLAMIŞTIR.

Nebî Olan Resûllerin Görevleri
2/BAKARA-150: “Ve min haysu harecte fevelli vecheke şetral mescidil harâm(i), ve haysu mâ kuntum fevellû vucûhekum şetrahu liellâ yekûne lin nâsi aleykum huccetun, illellezîne zalemû minhum fe lâ tahşevhum vahşevnî ve li utimme nı’metî aleykum ve leallekum tehtedûn(e).”
Nereden (yola) çıkarsan çık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Nerede olursanız olun, yüzlerinizi o yöne çevirin ki; insanların sizin aleyhinizde (kullanabilecekleri) delil olmasın. Onlardan zulmedenler hariç. Öyleyse onlardan korkmayın, Benden (sizin üzerinizdeki sevgimin azalacağından) korkun ki; sizin üzerinizdeki ni’metimi tamamlayım da böylece hidayete eresiniz.
2/BAKARA-151: “Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hıkmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(e).”
Nitekim size; içinizde (görev yapmak üzere) sizden bir resûl (peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup, açıklasın) ve sizi (nefslerinizi) tezkiye etsin, size kitap ve hikmet öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.

Bu resûl;
1- Onlar?n üzerine Allah’ın âyetlerini tilâvet eder.
2- Onlar?n nefslerini tezkiye eder.
3- Onlara kitap öğretir.
4- Onlara hikmet öğretir.
5- Hikmetin ötesini onlara öğretir.
Görülüyor ki; peygamber resûllerin 5 görevi vardır.
Nebî olmayan resûllerin görevleri ise:
62/CUMA-2: “Huvellezî bease fîl ummiyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(te), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(in).”
Onlara onların içinde Allah’ın âyetlerini okusun, onları tezkiye etsin ve onlara kitap ve hikmeti öğretsin diye, ümmîler için onların aralarından resûl beas eden (vazifeli kılan, hayata getiren) O Allah’tır. Ondan evvel (bu Resûl’e tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler.
Al-i ?mran Suresinin 164. âyet-i kerimesinde ise ºöyle buyrulmaktadır:
3/AL-İ İMRAN-164: “Lekad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).”
Andolsun ki; mü’minlerin (başlarının) üzerine bir ni’met olmak üzere kendi zamanlarında, kendi içlerinden bir resûl beas ederiz. Onların aralarında (her kavmin içinde) onlara âyetleri tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (bu mürşid resûllere tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler.
Görülüyor ki; peygamber olmayan resûllerin dört görevi vard?r. Bunlar peygamber olmadıklar? için, peygamberlere has olan hikmetin ötesini ö?retmeye ehil ve yetkili k?l?nmam?ºlard?r.
Bu resûllerin her devirdeki insanların içinde vazifeli olduklar? bellidir. Çünkü:
1- Bu resûller her devirde yaşayan insanların arasında yaşamakta olmal?d?r ki onlara fiilen âyetleri okuyabilsin.
2- Onun için Yüce Rabbimiz onlar?n arasında fiilen görev yap?ld???n? anlatmak üzere “Filümmiyyîne” kelimelerini Cuma Suresi 2. âyet-i kerimede “Fîhim” kelimesini de Al-i ?mran Suresi 164. âyet-i kerimede kullanm?ºt?r. Bu iki kelime ümmîlerin içinde, onlar?n içinde anlamlar?na gelmektedir.
3- Yüce Rabbimiz her iki âyet-i kerimede de “resûlen minhüm” kullanmaktad?r. Onlardan, o kavimden bir resûl demektir. Her devirde yaºayan insanların arasında bir resûl vardır.
4- Resûl olan peygamberin 5 görevi vard?r.
Buna karşılık peygamber olmayan resûllerin dört görevi vard?r:
1- Kur'ân-? Kerim'i tilâvet etmek.
2- Nefsleri tezkiye etmek.
3- Kitap öğretmek.
4- Hikmet ö?retmek.
Görülüyor ki; peygamberlerin,
5-Hikmetin ötesinde bilinmeyen şeyleri öğretmek görevi, peygamber olmayan resûllere verilmemiºtir. Çünkü onlar bu konuda yetkili değillerdir.
Bu resûllerin görevinin her devirde yaşayan insanlar? hidayete ulaºtırmak olduğu aç?ktır. Çünkü Allahû Tealâ buyuruyor:
“Ondan önce (resûle tâbî olmadan önce) onlar aç?k bir dalâlet içinde idiler.” Resûle (mürºide) tâbî olabilmeleri için resûlün mevcut olması, var olması gerekir.
Yüce Rabbimizin burada mürºidler için kulland??? “bease”, beas etmek hayata getirmek (hayy etmek) demektir. Onlar?n (her devirde yaşayan insanların) devrinde do?an resûller olduğu anlaº?lmaktad?r.
Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V). zaman?nda yaºayanlara hitap etti?i zaman “küm” (siz) kelimesini kullan?yor. Bu âyetlerde ise “hüm” (onlar) kelimesini kullan?yor. Âyet-i kerimelerin Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinden evvelki ve özellikle sonraki dönemleri kapsad??? aç?ktır. Öyleyse bu aç?dan da bunlar peygamber olamazlar.
Görülüyor ki; Yüce Rabbimiz Cuma Suresi 2. âyet-i kerimede ve Al-i İmran Suresi 164. âyet-i kerimede “resûl” adını kullanmakla peygamberleri değil, peygamber olmayan Allah’a ulaºt?r?c? resûlleri kastetmektedir. O halde görevleri itibariyle de resûller; peygamber resûller ve peygamber olmayan resûller olarak ayrılıyor.
Bakara Suresinin 151. âyet-i kerimesinde resûl olarak adı geçiyor ama Allahû Tealâ görevlerini sıraladığı zaman bu görevlerin 5 tane olduğunu görüyoruz.
Öyleyse 28 basamakta olayları yerli yerine koyarsak farklılığı hemen göreceğiz. Bütün resûllerin görevleri 28. basamağın 6'ncı mertebesine kadardır. Peygamber resûllerin görevi ise 7'nci mertebeyi “tasarruf mertebesini” ihata eder.
Bu açıdan meseleye bakalım:


1. görev : Allah’ın âyetlerinin tilâveti
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in ve bütün peygamber olmayan resûllerin Allah’ın âyetlerini tilâvet etmesi tam 14 basamak sürüyor.
1. basamakta olaylar yaşanır.
2. basamakta Allah insanların arasında hayır gördüklerini seçer.
3. basamakta kişi, Allah’a ulaşmayı diler.
4. basamakta kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah da onu Kendisine ulaştırmayı diler ve 4. basmakta onun üzerine Rahîm esması ile tecelli eder.
5. basamakta Allah, o kişi ile irşad makamı arasındaki hicab-ı mestureyi alır.
6. basamakta Allah, o kişinin kulaklarındaki vakrayı alır.
7. basamakta nefsinin kalbindeki ekinneti alır. Kişi âmenû olur, ilk yedi basamağı aşar. Bütün bu safhalar Allah’ın âyetlerinin tilâvetidir. Allah’ın âyetlerinin okunması ve anlatılmasıdır.
8. basamakta Allah, o insanın kalbine hidayeti koyar.
9. basamakta Allah’ın bu hidayeti o kişinin kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir.
10. basamakta Allah o kişinin göğsünden kalbine bir nur kapısı açar ( nur yolu, nur tüneli) .
11. basamakta bu kişi zikir yapar. Ve Allah’tan gelen rahmetle fazl isimli iki tane nur göğsüne, göğsünden kalbine ulaşır. Kalbinde mühür olduğu için o kalpten içeriye sadece rahmet sızabilir. Onuncu basamağa kadar hiç kimsenin kalbine bir damla bile nur giremiyor. Hâlâ tilâvet devam ediyor. Kur'ân-ı Kerim’in ruhuna geçmek, Allahû Tealâ’nın evliyası olmadan mümkün değildir. Kişinin kalbinde %2 nur birikiyor ve huşû sahibi oluyor.
12. basamakta tilâvet devam ediyor.
13. basamakta hacet namazı kılıp mürşidini Allah’tan soruyor. Mürşidini görüyor.
14. basamakta mürşidine ulaşıyor, önünde diz çöküp tövbe ediyor. Ve Allah’ın yoluna; Sıratı Mustakîm’e giriyor.
Başının üzerine ni’met veriliyor (devrin imam resûlünün ruhu). Ruhu vücudundan ayrılıyor. Kalbindeki mühür açılıyor, içindeki küfür alınıyor. Yerine îmân yazılıyor.

2. görev : Nefsleri tezkiye etmek
Bu kişi nefs tezkiyesine başlıyor. Dalâletten kurtulmuş, hidayete adım atmıştır. Nefsi tezkiye olmuş mudur? Hayır. Henüz sıfır tezkiye noktasındadır. Lâfz müessesesi itibariyle tilâvet, nefs tezkiyesiyle birlikte devam ediyor.
1. basamak Nefs-i Emmare
2. basamak Nefs-i Levvame
3. basamak Nefs-i Mülhime
4. basamak Nefs-i Mutmainne
5. basamak Nefs-i Radiye
6. basamak Nefs-i Mardiyye
7. basamak Nefs-i Tezkiye
Her kademe kalpte %7 nur birikimini sağlıyor. Nefsini tezkiye eden kişinin kalbinde başlangıçtaki %2 nurla birlikte %51 nurlanma gerçekleşiyor.
Resûller peygamber olsunlar veya olmasınlar, onların ikinci görevi nefsi tezkiye etmektir. Nefsin tezkiye olduğu basamağa kadar Kur'ân-ı Kerim’in lâfzı öğretilmeye devam eder. Ama nefs de yavaş yavaş afetlerden kurtulmaya başlar. 21. basamakta 2 görev tamamlanmış olur. Burada artık Allah’ın nurları hakim duruma geçmiştir. O kişinin ruhu Allah’a ulaştı, nefsi tezkiye oldu. Fizik vücudu Allah’a kul oldu. Ve kişi Allah’ın cennetine ehil oldu. Allah’ın evliyası oldu. Peki resûl ne yaptı? Peygamberse 5 görevden ikisini yaptı. Peygamber olmayan bir resûl ise 4 görevden ikisini yaptı.

3. görev : Kitap öğretmek
1. Fenâ Makamı: Kişi Allah’ın evliyası oldu. Fenâ makamının sahibi. Ruhu Allah’a teslim oldu. Kitap öğretiliyor. Kitabın öğretilmeye başlanması 21. basamaktan sonra gelen 7 velâyet makamının 1. (fenâ) makamındadır. Artık o kişi Allah’ın evliyası olmuştur. Kur'ân-ı Kerim’in ruhunu anlayabilecek boyuta ulaşmıştır. Velâyetle birlikte Kur'ân-ı Kerim’in ruhuna geçiş başlamıştır.
Bu, velâyetin tamamlanmasıyla beraber kitap öğretilmesi adı altında ruhun birinci basamağı tahakkuk eder. Fenâ makamı kitabın öğretilmesinin 1. makamıdır.
2. Beka Makamı : Sonra bu kişiye Allahû Tealâ taht ihsan eder. Ruhu sonsuza o kadar o tahtta olacağı için ikinci makamın sahibi olacaktır. Beka makamı, kitabın öğretilmesinin ikinci basamağı, ikinci makamıdır.
3. Zühd Makamı : Kitabın öğretilmesinin üçüncü makamı zühd makamıdır. Ne zaman o kişinin zikri günün yarısını aşarsa önemli bir yere gelmiştir. O kişi artık zahiddir. Zikirsizliğe karşı zahid olmuştur. Ve Allah’a zühd sahibi olduğunu ispat etmiştir.
4. Muhsinler Makamı : Daha sonra o kişi fizik vücudunu Allah’a teslim edip fizik vücudu Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik kazanmıştır.
İşte burası kitabın öğretilmesinin sonudur. 4. ruha girilir. Hikmetten evvelki Kur'ân-ı Kerim’in ruhunun öğretildiği 4 tane makam; fenâ, beka, zühd ve teslim makamlarıdır.
Burası kitap öğretmek görevinin sonudur.

4. görev : Hikmet öğretmek
Bundan sonra o kişi artık hikmet sahibidir. Çünkü daimî zikre ulaşmıştır.
Ulûl’elbab makamı, velâyetin 5. makamıdır. Kişi burada daimî zikrin sahibidir. Allah derhal hediyelerini verir:
Kalp gözünüzü açar. Artık siz sadece baş gözünüzle şu fizik âlemi değil kalp gözünüzle, Allah’ın size gösterdiği fiziğin ötesini de görmeye başlarsınız. Ve bu görüntüler, zemin kattan 7. katın sonuna kadar devam edecektir.
1-Ulûl’elbab olduğunuz zaman kalp gözünüz açılır.
2-Hemen arkasından hikmet sahibi olursunuz.
İşte hikmetin birinci makamı burasıdır: Ulûl’elbab makamı, daimî zikre ulaştığınız makam.
3/AL-İ İMRAN-191: “Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılen), subhâneke fe kınâ azâben nâr(nârı).”
O (ulûl’elbab) ki; (lübblerin, Allah’ın sır hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki); “Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi ateş azabından koru.”
Ve kalp gözü ve kalp kulağı açıldığı için, hayır sahibi olduğu için, hüküm sahibi olduğu için ve tezekkür sahibi olduğu için kişi hikmet sahibi oluyor. Allah’ın söylediklerini işitiyor. Ve gösterdiklerini de görüyor. Bu makamın ötesi “ihlâs”tır. İhlâs makamı, hikmetin üst tarafı, hikmetin ikinci bölümüdür. Ulûl’elbab da hikmet sahibidir, muhlis de hikmet sahibidir. Ama muhlisler hikmetin aslî unsurlarını görürler. Zemin kattan itibaren 7 kata kadar olan bütün katları görürler. Ulûl’elbab makamına geldiği anda kişi, sadece zemin katı görebilir. Ama ihlâs makamına geçen birisi artık ondan sonra 7 tane kat görecektir. Birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci gök katlarında Sıratı Mustakîm boyunca ruhlara hangi işlemlerin yaptırıldığını birer birer görecektir. Burada hikmet müessesesi devam ediyor. Sonra kişi bu ihlâsta yedi tane gök katının hepsini görecektir. Nereye kadar? Sidret-ül Münteha’ya kadar.
Bir insan daimî zikre ulaşmadığı sürece ilmin bütününe vakıf olsa bile o sadece ilm’el yakînin sahibi olabilir, hikmet sahibi olamaz.
Kim hikmet sahibidir?
Hayır, hüküm ve tezekkür sahibi olan kişi.
Kalp gözü açılan ve kalp kulağı açılan kişi. İşte onlar ilm’el yakîni aşmışlardır, ayn’el yakînin sahibi olmuşlardır. Ayn’el yakîn nereye kadar devam eder? 7. gök katının 7. âlemine, Sidret-ül Münteha’ya kadar bütün âlemlerin görülmesiyle kişi ayn’el yakîni tamamlar.
Dikkat edin! Ulûl’elbab makamı da hikmet makamıdır, ihlâs makamı da hikmet makamıdır. İkisi de hikmetin ötesi değildir. Hikmetin muhtevası içindedirler. Ve hikmetin öğretilmesi de burada bitiyor.
Demek ki fenâ makamı, beka makamı, zühd makamı, muhsinler makamı dört makamdır ki; bunlar “kitabın öğretilmesi”dir. Kur'ân-ı Kerim’in ruhunun öğretilmesidir. Beşinci ve altıncı makamlar, ulûl’elbab ve ihlâs makamı hikmet makamlarıdır. Kitabın öğretilmesini kişi geçti ve burada hikmete geldi. Ve burada hikmetin öğretilmesi ile peygamber olmayan resûllerin görevleri tamamlanıyor. Hikmet makamının sonu peygamber olmayan resûllerin görevlerinin tamamlandığı yerdir. Bundan hariç olan, peygamber olmayan resûller var mı? Sadece devrin imamları.
Öyleyse Kur'ân-ı Kerim’in muhtevası içinde sonuca gittiğimiz zaman ne görüyoruz? Allahû Tealâ’nın, öğretimine tâbî tuttuğu insanların irşad makamları tarafından irşadlarında hep bu basamaklar söz konusudur. Şu geldiğimiz son nokta, hikmetin öğretilmesi noktası, peygamber olmayan resûllerin görevlerini tamamladı.
Peygamber olmayan resûllerin görevleri burada tamamlanıyor. Geriye bir basamak kalıyor. İşte orası hikmetin de ötesidir. Peygamber resûllerin görevi oradadır.

5. görev : Hikmetin ötesinin öğretilmesi
O ilmi öğrenen ama öğretmek yetkisine sahip olmayan, peygamber olmayan resûller hikmetin ötesini öğretemezler. Ama kendileri hikmetin bittiği yerden öteye geçecektir. Kim Allah’ın tayin ettiği bir mürşid olacaksa, o mutlaka bu hikmetin ötesine geçecektir ki; başkalarına hikmeti öğretebilsin.
Bir seher vakti, Allahû Tealâ onları Tövbe-i Nasuh’a davet eder. Tahrim Suresi 8. âyet-i kerimede Allahû Tealâ’nın söylediklerini tek tek tekrar eden insan ihlâs makamını aşar.
Salâh makamına kadar Yunus Emre’nin ifadesi şöyle: “İim nurla doldu.” Salâh makamını yaşarken: “İçim dışım pür nur oldu.” diyor. Burada insan daire şeklinde bir nurun sahibi oluyor. Ne zaman Tövbe-i Nasuh’u gerçekleştirir de salihlerden olursanız, o zaman Allahû Tealâ başınızın üzerinde oluşturduğu o nurla dışınızı da nurlandırıyor. Bu nur salâh nurudur. Ulûl’elbab ve ihlâs makamlarında kişinin nefsinin kalbi; 1 kademe ulûl’elbab makamında, 7 kademe ihlâs makam
Ekleme Tarihi: 19.12.2005 - 19:21
Bu mesajı bildir   tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
ABDULHAK su an offline ABDULHAK  

16 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 18.12.2005
En Son On: 22.12.2005 - 11:03
Cinsiyeti: ----- 
Salatı tefriciye duasının delili var mıdır ?
Sahih hadis ise kaynagını yazar mısınız ?
Ekleme Tarihi: 19.12.2005 - 20:55
Bu mesajı bildir   ABDULHAK üyenin diğer mesajları ABDULHAK`in Profili zum Anfang der Seite
tarıkyılmaz72 su an offline tarıkyılmaz72  
..

163 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.11.2005
En Son On: 25.12.2005 - 19:44
Cinsiyeti: ----- 
İNAN Kİ BİLMİYORUM KARDEŞİM
Ekleme Tarihi: 19.12.2005 - 22:07
Bu mesajı bildir   tarıkyılmaz72 üyenin diğer mesajları tarıkyılmaz72`in Profili tarıkyılmaz72 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
NurBahcesi su an offline NurBahcesi  
OLMASA NE ZARARI VAR FAZİLETLİ DEĞİL Mİ DUA ETMEK

2687 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.08.2005
En Son On: 16.01.2010 - 22:25
Cinsiyeti: ----- 
.düsün
Ekleme Tarihi: 20.12.2005 - 13:50
Bu mesajı bildir   NurBahcesi üyenin diğer mesajları NurBahcesi`in Profili NurBahcesi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1833 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
alaatalay (64), oemer36 (54), Harun_Yahya (39), By_ExCalibuR (39), beyzanur68 (41), ekemen (55), emstuh (38), Belamir (27), bilgen (43), hasretpamuk (42), murat tilki (45), hat&yacute;ce02 (33), phonexx1 (38), islamin Gulu (33), sepultura (45), _-cigdem-_ (36), _Dua_ (36), sairadnan (46), zz0102 (52), nur.nurani (41), x_ebr@r_x (37), mumino (37), meryemcevahir (40), güldali (64), happyman (48), gencmcucahid (38), ak0571 (47), efrail (43), emel_hanim (48), Gülkurusu (48)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.52848 saniyede açıldı