0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » EDEBİYAT / MAKALE / ŞİİR » MAKALELER » Ölümü çok hatırlamak lâzımdır:

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 3 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Yusuflu su an offline Yusuflu  
Ölümü çok hatırlamak lâzımdır:

428 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 16.06.2005
En Son On: 25.11.2007 - 19:27
Cinsiyeti: ----- 
Ölümü çok hatırlamak lâzımdır:

Ölümü çok hatırlamak lâzımdır:
Kâinatın Efendisi Aleyhissalâtü vesselâmın lâl ü güher beyanları içinde, lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikretmek gerekir. Bundan maâda, yine Efendimiz bizzat kabirleri ziyaret etmiş ve ziyaret tavsiyesinde bulunmuşlardır. İnsan, ölümün hakikatına inandığı gibi, onu his, duygu ve aklına nakşederek, hayâl ve düşünce dünyasına da hakim kılar ve kıyamete kadar sürecek olan kabir hayatına da kendini ikna ederse, bu takdirde dünyaya ve ukbaya bakışı ve davranışları farklılaşır ve değişik olur. Onun içindir ki, söz Sultanı, “Benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” buyurmuşlardır.

Ölüm düşüncesi, insanın mânevî damarlarında meydana gelebilecek ülfet ve vesveseyle birlikte, şeytanın süslü gösterdiği günah virüsünün ve benzeri mikropların en azından tesirlerini ve zararlarını giderecek bir antikor gibidir. “Madem öleceğim ve öldükten sonra da hesaba çekileceğim; öyleyse, şu fani dünyânın elemli lezzetlerine kapılıp, günah işlemenin ne manâsı var!” düşüncesi içinde ölüm, bir yönüyle güçlü bir vazgeçirici, bir yönüyle de coşturucu bir tesire sahiptir. Fakat, eğer mânevî damarlarımız, antikorların hiç fayda temin etmeyeceği ölçüde günahlarla, dünyânın haram lezzetleri olan mikroplarla dolmuş ve artık vücudun her yanında bir hücre anarşisi meydana gelmiş ve ölüm antikorlarının bile tesir edemeyeceği bir duvar teşekkül etmişse, o zaman ne ölüm, ne de ölüp gidenler ruhta hiç bir şey uyandırmayacak ve yakınlarımızın birer birer göçüp gidişi, bizde sadece bir kaç günlük geçici bir elem hasıl edecektir. Sonra da, “Canım, ölenle ölünmez ki! Hepimizin yeri de orası; Allah iman, Kurân nasip etsin!” şeklindeki klişeleşmiş teselli ve temennilerle bütün göz ve gönüller yeniden gaflete gömülüp gidecektir.

Niçin hatırlanmaz ölüm? Nefsin hoşuna giden pek çok haram lezzetleri acılaştırarak ağzın tadını kaçırdığı, keyfi bozduğu, insanı nefsanî isteklerden vazgeçmeye, bir kısım bedenî haz ve alışkanlıklardan kopmaya zorladığı, peşin lezzetlere rağmen ruha öteler hesabına zâhidlik aşıladığı, dünyaya bakan yönüyle kalbi daralttığı ve düşünceyi buğulandırarak süslü, toz-pembe dünyâları kararttığı içindir ki, ölüm hatırlanmak istenmez.

a) Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak, ölümü unutturur:
Ölüm neden tesir etmez? Tevehhüm-ü ebediyetten.. hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanmaktan ve yaşamak için yaşamaktan.. çocuk oyuncakları mesabesindeki peşin ücretlerle avunmaktan.. kalb ve fikrin geçmiş ve geleceğe dönük gözlerini kapamaktan...

Bir insan düşünün; her tarafı altı cihetten de komple endam aynalarıyla kaplı bir odaya giriyor. Bulunduğu istikamette geriye dönüp bakıyor; gerilere doğru upuzun uzayıp giden iç içe bir aynalar koridoru, yani yaşanmış koca bir ömür.. evet, şu kadar yaşamıştım, şu kadar görmüş-geçirmiştim duygularıyla kanatlı hâtıraların atlas iklimlerinde dolaşma... Bir de ileriye dönüp bakıyor; aynı şekilde o kadar da ileriye doğru uzayıp giden bir ömür. “Yaşım ne ki, daha gencim! Emsallerime göre fena da sayılmam! Malım mülküm var; gelirim yerinde; eşim, dostum ve çevrem.. makamım.. mesleğim...” Esasen, küçücük bir odada, dört duvar arasında sıkışıp kalmış bulunmasına rağmen, kendini dev aynalar arasında, renkli bir hayatın içinde görüyor ve yüzü soğuk olduğundan ölüme soğuk bakıyor; onu görüyor, ona uzak duruyor. Bunun da ötesinde, ölüm düşüncesini günlük düşünceleri arasında boğmak ve öldürmek için nice çılgınlıklar yapıyor; akla hayâle gelmeyen yiyecek, giyecek çeşitlerinde teselli arıyor; içki âlemlerine, müzik çılgınlığına, moda ve model dünyalarına, uyuşturucu alemlerine sığınıyor..

Bizim müslümanca hayatımızda edîbâne, nezihâne ve dünyâ ve ukba adına çok faydaları tekeffül eden iki bayramımız vardır: Ramazan ve Kurban Bayramları. Şimdi bir bunlara, bir de meselâ Almanların bir yıl içinde kutlamaya çalıştıkları -biz bayramlarımızı tesîd ederiz- eğlence günlerine bakınız! İki hafta, hattâ bir ay geçer, bilmem ne yortusu; bir ay sonra bir faşing, arkasından bir başkası, arkasından bir diğeri... Bu insanların her birini tek tek psikolojik bir tahlil ve tetkikten geçirecek olsanız görürsünüz ki, hepsi birer eğlence insanı ve sanırsınız ki, son derece neşeliler.. gülmek ve gülüşmek için yaratılmışlar... Oysa ki bu ve benzeri hâdiseler, ölümü öldürme düşüncesi ve onu unutmaya çalışma gayretinden başka bir şey değildir. Evet, müslümanın da kendi çizgileri içinde ve meşrû dairede dünyâ adına bir sevinç ve neşe hayatı vardır; ne var ki, onun neşe dünyasında bile ölüm ve ölüm ötesine ait ürpertici, fakat aynı zamanda imrendirici esintiler, manâlar ve buğular bulunur. Sonra, müslümanın iç dünyâsı ve ruhî saadeti, dünyalık eğlencelere ihtiyaç bile hissettirmez.

b) Ebedi saadet saraylarının kapısı ölümle açılır:
Ölümün alnından öperiz biz: “Sen ne mübârek arkadaş ve refakatçisin” deriz ölüme. Varsın, başkaları sana dikenli nazarıyla baksın, sen gülün ta kendisisin. Bırak, bazıları sana “kara yüz” yakıştırmasında bulunsun, sen, bizim için bizi aydınlık ülkelere uçuran ötelerden iki ışık kanatsın. Bakma sana “soğuk yüz” dediklerine; sen bizim için, müjde çiçekleriyle kar gibi beyaz ve berraksın. Onlar sana “çukur” derler, “dehliz” derler; fakat biz, “ebedî saadet saraylarına açılan koridorsun” deriz. “Ayıran” da derler sana; fakat sen, haddizatında, ebedî âlemlere intikal etmiş binlerce ahbaba, dost ve yârâna kavuşturansın. Başta, sîmalarına meleklerin hayran olduğu nebîlere, sonra Sahâbeye, salihlere, hısım ve akrabaya bizi ulaştıransın. Cemalullaha yaklaştıransın!...

Evet, ayıransın da, fakat, elemli, sıkıntılı ve ayrılık hasreti yüklü şu dünyâ talimgâhından, hayatların en hası hakiki hayata intikal ettiren bir terhis tezkeresisin! Sen, bizi Gönderene dönme anında, cismimizi nura garkedecek bir ebed şerbetisin! Ve sen, bir son değil, sonun sonusun; sonsuzluğa eş ve baş olabilecek son bir sonsun. Son ile sonsuzluğu dudak dudağa getiren bir ufuk ve Cemale açtığın gözlere çekilen bir sürmesin.. Ve yine sen, dertli bir neslin dert yüklü Tercümanına, “Eyvah, bugün yine ölmemişim” dedirtensin. İşte ölümün iki yanı: Önce terhib düşüncesiyle ölüm, sonra da terğib düşüncesiyle ölüm...

Ölüm düşüncesi, arzettiğimiz gibi hem caydırıcı, hem de teşvik edici yönleriyle bir yandan seyyiatımız, mesuliyet hissimiz ve Rabbimize karşı yaptıklarımızdan hesap verme endişesiyle bizi iki büklüm ederken, bir yandan da ümit-reca münasebeti içinde kalbimizi hoplatıp bizi canlandırmakta, şahlandırmakta ve kalbimizle beraber duygularımız ve düşüncelerimizle beraber davranışlarımız üzerinde müsbet tesir icra etmektedir. Rabıta-ı Mevt denilen ölümü sürekli hatırlama ameliyesiyle, kabirleri ziyaret ve hastalarla sakatlardan ibret almakla -İnşaallah- ülfetten kurtulmuş, iç gerilimimizi ve canlılığımızı muhafaza etmiş ve şeytan ve günahların zararından korunmuş olacağız.

Bu Makale, Fethullah GÜLEN Hoca efendinin “İnancın Gölgesinde- 2” adlı eserinden alınmıştır.
Ekleme Tarihi: 05.12.2005 - 15:36
Bu mesajı bildir   Yusuflu üyenin diğer mesajları Yusuflu`in Profili Yusuflu Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Gast ahmet gunay  

Misafir

Kayıt Tarihi: 21.12.2024
En Son On: 25.11.2007 - 19:27
Cinsiyeti: ----- 
Ölüm deyince hep aklıma şukısa dörtlük gelir

Minarede hoş bir sela
saf saf namaz ne ala
böyledirde ölüm
inanmazlar hala
ne mezarı kazan
nede tabutu taşıyan.

Aklımda kaldığı kadarıyla yazdım şaşırmış olabilirim.Necip Fazıl üstaddan
Ekleme Tarihi: 05.12.2005 - 23:38
Bu mesajı bildir   zum Anfang der Seite
Yusuflu su an offline Yusuflu  
AZRAİL'E TEBESSÜM EDEN ŞAİR

428 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 16.06.2005
En Son On: 25.11.2007 - 19:27
Cinsiyeti: ----- 
AZRAİL'E TEBESSÜM EDEN ŞAİR

Ölüm fikri edebiyat tarihi boyunca birçok esere konu oldu. Şair ve yazarlar için ölüm daima düşündüren ve yazdıran bir temadır. Herkes, ölümü anlatmaya çalıştı kalemince.. kimi ölümden korktu, kimi ölüme koştu.. kimi özledi ölümü, kimi penceresini kapattı, ‘sela sesi’ duyduğunda. Ölümsüz sanatçıların hiçbiri ölümü düşünmeden edemedi..


Ölümü eserlerinde en yoğun işleyen şairlerden biri hiç şüphesiz Necip Fazıl Kısakürek’tir. O, şiirlerinde kendi mezar taşının da birgün oyulacağının bilincinde bir mermerci hassasiyetini taşır. Ölümü kendi üzerinde tutarak yorumlamış ve onu kendine yakıştırmıştır.Şiirlerinde Allah’ın varlığını sorgularken ölüm gerçeğini unutmaz; bu 'var'lığı eserlerinde sık sık vurgular:

“Bu dünyada nakış, lezzet, ne varsa küsüm;
Gözümde son marifet, Azrail’e tebessüm.”


O, zamanlar üstü bir zamana inanmış ve ömrü boyunca kendini yarım hissetmişti. Kuvvetli inancı onda bir 'öte' düşüncesi oluşturuyordu. Ölümü, öteye gitmiş ahbap ve akrabasına ve bilhassa peygambere kavuşma olarak görüyordu. Necip Fazıl için dünya hayatı bir ‘gurbet’, ahiret ise ‘sıla’ demekti.

“Büyük randevu.. bilmem nerede,saat kaçta?
Tabutumun tahtası bilmem hangi ağaçta?”


Necip Fazıl’ın hayatında bir milad olduğu ve yaşam biçiminin büyük ölçüde değiştiği onu tanıyanlarca malumdur. Önceden dine uzak olan, bohem bir hayatı tercih eden, hatta kötü alışkanlıkları olan bir insandır. Bu dönemde yazdığı şiirlerinde müthiş bir yalnızlık, başıboşluk ve korku hissedilir. 1940’lı yılların başında ‘hayatımın dönüm noktası’ dediği bir insanla tanışır. Gayesiz, buhranlarla ve çilelerle geçen hayatı bırakıp bambaşka ve huzur dolu bir düşünceyi benimser. Artık eserlerinde ‘ilahi aşkın’ yansımalarını rahatlıkla hissedilir. Bu değişimin ardından Necip Fazıl, şiiri; “Allah’ı sır ve güzellik yolunda arama işi” olarak tarif eder. Bunu en güzel ifade eden şiirlerinden biri şudur:

“Seni aramam için beni uzağa attın;
alemi benim, beni kendin için yarattın.”


O, ölümü güzel görmüş, güzel hissetmiş ve güzel anlatmıştır. Necip Fazıl’ın büyük zekasıyla sanatçı ruhu bir sentez oluşturmuştur:
“Ölüm güzel şey, budur perde arkasından haber.
Hiç güzel olamsaydı ölürmüydü peygamber?”

Üstad Necip Fazıl, günü geldiğinde Azrail’i “hatırlı bir misafir” gibi karşılama niyetindedir:

“ O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrail’e hoş geldin diyebilmekte hüner.”


Necip fazıl’ın kendine has üslubu yazdığı tüm eserleri birer ‘klasik’ haline getirmiştir. Şiirlerindeki hece ve kafiye uyumuyla fikri derinlikteki yoğunluğu bazı kavramlar için ‘Necip Fazıl’a aidiyet’ kazandırmıştır. Kelimeler, onun kaleminde yeni anlamlar kazanmışlardır. ‘Ölüm’ kavramı onun kaleminde şekillenmiş ve "büyük randevu, bayram, o dem, müjde, kapı ve güzel şey" kelimelerinde farklı bir boyut kazanmıştır. ‘Kabir’ onun için; has oda ve dipsiz kuyu; tabut’ zafer arabası ve tahta at;‘amel’ ise mezarda geçer akçe ifadelerine bürünmüştür.

Üstad, uzun süre ölümsüzlüğü arar ancak sonunda ölümlülüğe teslim olur. Fani ve geçici olduğunu anladığı an tüm yazılarındaki vurgusu bu olmaya başlar. ‘Hikayelerim’ kitabındaki ‘Ses’ ve ‘Yolcu’'da ölümü ‘dağın arkasından gelen ses’ olarak tanımlar. Ölümü anlamlandırmaya başlar. Bu arayışına ‘Yolcu’ hikayesinden şu satırlar güzel örnektir:

“Hintli devam ediyor:
'Hindistan’da bir adam; eski, tarih kadar eski bir adam, sizinkine benzer bir iş yapmış. Bir ömür, ölümün olmadığı bir memleketi aramış. Bakmış ki; her köye mezarlıktan giriliyor ve her köyden mezarlık yoluyla çıkılıyor. Ölümsüz yer yok. Gitmiş, az gitmiş, dere tepe düz gitmiş, nihayet mezarlıksız bir köye rastlamış. Sormuş:
-Burada ölenler yok mu?
Demişler;
-Ölmek de ne demek?
Dünyanın en büyük keşfine ermişcesine sevinen adam yine sormuş:
-Görüyorum ki, aranızda fazla ihtiyar yok, sizde insanlar yaşlandıktan sonra nereye gidiyor?
Gülmüşler:
-Ha, evet. Şu dağın arkasından bir ses gelir ve köylülerden birinin ismini haykırır. O da sesin geldiği tarafa doğru kaybolur ve bir daha geri dönmez.
Ve hemen o anda, ölümsüz memleketi arayan insanın, dağ arkasından adı haykırılmış. Adam da başı önünde, ölümsüzlüğü arayıp da bulur gibi olduğu yerde Allah’ın kanununa teslim olmuş...'
-Müthiş!
-Demek ki, insan kendisini saran kudrete karşı dışından hiçbir çare sahibi değildir.
-Çare ne öyleyse?
-Teslim olmak..."


Necip Fazıl’ın ölümü adeta sevinçle beklediği şu satırlarda nasıl da aşikardır: br>

“Ölüm ölene bayram, bayramda sevinmek var,
Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var.”


Ve yine;

“O dem çocuklar gibi sevinçten zıplar mısın?
Toprağın altındaki saklambaçta var mısın?”


Şair, "Çile" sinin hacimli bir bölümüne ‘ölüm’ ismini verirken, ölümden şöyle bahsetmiştir;

“Minarede ‘ölü var’ diye acı bir sela.
Er kişi niyetine saf saf namaz.. Ne ala!
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hala!
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan.”


Şair, ölüm üzerine düşünürken onun ötesini de düşünüyordu;

“Ben ölünce etsin dostlarım bayram;
Üstüste tam kırk gün, kırk gece düğün,
Açı doyurmaksa kabirdeki meram,
Yemeğim Fatiha, günde beş öğün.”


Yalnızca şiir ve romanlarında değil, hemen hemen bütün eserlerinde ölümü tema olarak işleyen Necip Fazıl, ‘Reis Bey’ isimli tiyatro eserinde de merhametle ölümü yan yana işlemiştir. Senaryoda Reis Bey, merhametten yoksun, kararını kolaylıkla verip kalemi kırabilen bir hakimdir. Cinayetle suçlanan ama aslında masum olan bir gencin idamına acımasızca karar verir ve eser bu konu üzerinde yoğunlaşır.

Genç, inançlı biridir ve idam kararını büyük bir metanetle karşılar. Reis, genci odasına çağırır ve ona “Yarın sabah idam sehpan kurulacak.”, der. Genç de; “Reis Bey, buz çölünde yol alıyorsunuz. Mühürlü kalbinizin açılmasınıdilerim.” şeklinde dua eder. Çocuk idam edilir ve kısa bir süre sonra gerçek katil bulunur ve suçunu itiraf eder. Reis Bey, başta ölüm ve merhamet olmak üzere birçok kavramı sorgulamaya başlar. Merhameti öğrendiğinde ölüm de onun için daha anlamlı olmaya başlar. Kolayca insanların idamına karar veren Reis gitmiş, yerine hayata ve ölüme değer veren Reis gelmiştir artık. Gencin annanesinden çok etkilenir ve Allah’ı tanır. Artık Reis Bey’in ömrünün geri kalan kısmı ölüme hazırlıkla geçer; bu hazırlığı da ‘amel’ anlamına gelen ‘Geçer Akçe’ şiirinde şöyle anlatır;

“Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir!
Mezarda geçer akçe neyse, onu biriktir..!”


Necip Fazıl, ölümü ve onun için yapılan maddi hazırlığı “İnanmaz” şiirinde şöyle özetler:

“Ticaretin tüm ziyan! Diye bir ses rüyada;
Mezarına birlikte girecek şeyi kazan;
Seni gözleyen eşya, bitpazarı dünyada,
Patıska kefen, çürük teneşir,isli kazan.”


Tabut, ölü odası, mezar gibi ölüme dair ayrıntıları da şair sık sık işlemiş ve onlara özel bir felsefe yüklemiştir:

“Tahtadan yapılmış bir uzun kutu,
Baş tarafı geniş, ayak ucu dar.
Çakanlar bilir ki bu boş tabutu,
Yarın kendileri dolduracaklar
Cılız vücuduma tam görünse de,
İçim, bu dar yere sığılmaz diyor.
Geride kalanlar hep dövünse de,
İnsan birer birer yine giriyor.
Ölenler yeniden doğarmış; gerçek
Tabut değildir bu, bir tahta kundak
Bu ağır hediye kime gidecek?
Çakılır çakılmaz üstüne kapak?”


Necip Fazıl, hayatı doğarken ve ölürken okunan iki ezan arasındaki çizgi olarak tanımlar. İnsanın doğmadan önceki ana rahmindeki halinin, hayatının ve ölümden sonrasının ardı ardına açılan kapılar olduğunu söyler. Necip Fazıl’a göre; bir daha ölmemek için ölünür. Ve ruhun bedenden ayrılışı sonsuzluk kapısınn aralanışıdır.

İskender Pala der ki; “Sen ölmekten değil, yaşayamamaktan kork dostum ve Azrail elma derse çık git hayattan, ardıan hiç bakmadan.”

Ve...25 Mayıs 1983 günü Azrail üstada “elma” der.. o da hiç tereddütsüz Azrail’e “hoş geldin” diyerek son bir tebessümle ruhunu teslim eder.

Yüsra Mesude
Ekleme Tarihi: 06.12.2005 - 22:55
Bu mesajı bildir   Yusuflu üyenin diğer mesajları Yusuflu`in Profili Yusuflu Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1049 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
(a.yasir) (57), alihaydar02 (48), cantanem (51), burakburak (52), FiLiZ-NL (48), sonsuzluk38 (54), zümrüdüanka (49), Rumeysa1980 (44), ruhneraz (51), EREN12 (60), cihat25 (67), sidika (49), bir dost (51), serdar81 (59), Gayemiz : ALLAH (36), ebu-abdurrahman (49), basrikaya (49), sahaf (51), [melike] (34), Eibo (), Sonofgavs (44), Fuat Özgürlük (58), Cueneyt88 (36), hüzünlü (45), burak_22 (40), alperen_66 (46), aliosmanpolat (44), islam_2005 (34), TuRkMeNkIzI__Mi.. (34), gunesm (54), moslem (34), mustafa karaba&.. (56), sivasli58 (42), yusuf_islam (34)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.72923 saniyede açıldı