0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » DENEME TAHTASI » MUHAMMED’İ SEVDA*

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 2 mesaj mevcut
Ekleyen
Mesaj
ebu_hanzala su an offline ebu_hanzala  
MUHAMMED’İ SEVDA*

395 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 26.12.2007
En Son On: 14.06.2008 - 17:49
Cinsiyeti: Erkek 

Abdullah, derin düşünceler ile evden çıkmış, sokakta yürüyordu. Günah ve kötülüklerin had safhada olduğu sokaklarda zihnindeki sorunlarla boğuşuyordu.

Gençlik yıllarını İslam’a hizmet yolunda feda olan yiğit kardeşlerini hatırladı ve içinden onlara karşı bir özlem duydu… “Ne fedakâr mü’minlerdi?” diye mırıldandı…

Bu düşüncelerle ana caddeye varmıştı ki, duyduğu ses onu daldığı düşüncelerden uyandırdı…

“Duydunuz mu? Resulullah(s.a.v.) şehrimize gelmiş.”

İnanılır gibi değildi. Evet, köşe başında toplanan 5-6 kişilik guruptan geliyordu bu ses.

“Neler söylüyor bunlar?” diyerek yanlarına yaklaşıp sordu:
“Şehrimize Resulullah (s.a.v.) mi gelmiş dediniz?”
“Evet, şehrin her tarafından bu konuşuluyor duymadınız mı?”

Abdullah, bir an kendini heyecan denizinde hissetti. Söylentiler gerçek mi diye araştırmaya başladı. Her köşe başında belirli aralıklarla toplanan kalabalıklar aynı haberi heyecanla birbirlerine anlatıyorlardı.

“Demek ki söylenenler doğruymuş” diye söylendi. İçi içine sığmıyor, aynı şeyleri duydukça sevinç ve heyecanı daha da artıyordu.

Evet, ilahi bir nimet ve ihsan ile karşı karşıya idi. İçindeki his ve coşkunun tesiriyle mahbubunu yani peygamberini aramaya başladı. Bitmeyen, yorulmayan bir enerjiyle her yerde Resulullah’ı arıyordu. Her önüne gelene Onu soruyor, Ondan haber almaya çalışıyor, Onun yeri ile ilgili en küçük bilgileri bile gözden kaçırmıyordu.

İçinden inanılmaz bir sevinç ve mutluluk coşkusu oluşmuş, mıknatıs misali çekim merkezine hızlı adımlarla yürüyor ve içinden şunları mırıldanıyordu:

“Önderim, serverim, habibim Resulullah (s.a.v.) şehrimize kadar gelip teşrif etmişse; ne yapıp edip de Onu bulmalı ve Ona ulaşmalıyım. Bu fırsatı bir daha bulmam imkânsız. Eğer değerlendiremezsem kaybedenlerden olacağım. Allah’ım! Ne olur beni Ona kavuştur…!”

Abdullah arıyor ve araştırıyordu. Kâinatın efendisini, rahmet, şefkat ve heybet peygamberini arıyordu. Vuslata ulaşma aşkıyla yanıp tutuşuyordu. Yürümüyor, adeta uçuyordu. Şehrin tüm mekânlarını didik didik ediyor ve Ona kavuşma yolunda tüm çabasını gösteriyordu. Şuna inanmıştı ki, Allah için yapılan çaba ve arayışlar asla boşa gitmeyecekti.

Neticede; arayışları sonunda, Resulullah’ın son olarak şehrin büyük zindanına girdiğini haber aldı. Abdullah, Ona kavuşma ümidiyle Şehir Zindanı’nın kapısına kadar gelmişti. Zindan kapısının önü çok kalabalıktı, ana-baba gününü andırıyordu. Büyük bir izdiham ve gürültü yaşanıyordu. Muhammed âşıkları, Onu görebilmek için, her sıkıntıya katlanma pahasına Zindan kapısına dayanmışlardı. Onlar içeri girmek istiyor, fakat kapıdaki nöbetçiler ve askerler kimseyi içeri bırakmıyordu.

Abdullah, kalabalığa ve engel teşkil eden askerlere aldırış etmeden kapıya yaklaştı ve içeri girmek istedi. Ama zulmün bekçileri, onu da içeri bırakmama kararında idi. Onlar zorbalık ve zulüm erleriydi. Abdullah ise mazlum idi, mustaz’af idi, mazlumların rehberine kavuşma aşkıyla yanıyordu. Ona kavuşma arzusunda öyle azimli ve kararlı idi ki; askerlerin engelleme çabaları boşa çıktı ve bir yıldırım gibi ablukayı yarıp zindan koridorlarına daldı. Hücrelerde Onu aramaya başladı. Bu sırada kalp atışları ve nabzı daha bir artmış, adeta benlik halinden uzaklaşmış ve anlatılmaz bir sevinç duygusu taşıyordu.

Derken koridorda kendisine doğru gelen birisinin işaret ettiği odaya yöneldi. Odaya yaklaştıkça heyecanı daha bir artıyordu. Cesaretini toplayıp kapıyı açtı. Kapının açılmasıyla içerden yayılan bir nur ile adeta kendinden geçti. Odadan yayılan bu nur ve ışık onu madde âleminden koparmış ve mana âlemine götürmüştü.

“Aman Allah’ım! Bu ne hoş koku! Bu ne müthiş bir nur! Bu ne mübarek bir mekân!”

Ve Abdullah, bu vuslat anında daha bir yakın olmak istedi mahbubuna. Bütün dikkatini toplayıp odanın ortasından gelen nura doğru yürüdü. Bu nur, halka biçiminde oturan bir cemaatin ortasından geliyordu. Kendisi nura doğru yaklaşınca halkadakiler halkayı açıp ona yol verdiler. O da Mahbubuna doğru yol aldı.

Ve Abdullah, Muhammedi Sevda’nın doruk noktasında Onun mübarek yüzünü görme şerefine nail oldu. Seviniyor, seviniyor ve içi içine sığmıyordu. Çünkü maksuduna ulaşmıştı. Mutluydu, çünkü muradına ermişti.

Hemen Onun ellerine, ayaklarına kapanmak istedi. Fakat Resulullah(s.a.v.) buna izin vermedi. Bir baba şefkatiyle kollarını açıp Abdullah’ı bağrına bastı, kucaklaştı ve ona tebessüm edip yanına oturttu. Abdullah ise heyecanın zirvesinde, sevincinden adeta donmuştu. Konuşamıyor, hareket edemiyor sadece seyrediyordu. Bu sırada Resulullah (s.a.v.) ayağa kalkıp şu tavsiyelerde bulundu:

“Ben aranızdan ayrılacağım. Benim size tavsiyem şu ki; bütün dünya ve bütün insanlar bu dini, İslam’ı terk edip ona sırt çevirseler bile, siz asla sırt çevirmeyin. Dünya ve ahiret saadeti ve kurtuluşunuz ancak İslam’a sarılmanız ve ona hizmet etmeniz ile mümkündür. Eğer her şeye rağmen Allah’ın kitabına ve benim sünnetime tabi olursanız; Havz-ı Kevser’de buluşacağımızı taahhüt ediyorum. Sakın şeytan taifesine meyletmeyin ve ayrılığa düşmeyin ve asla İslam’a sırt çevirmeyiniz.”

Resulullah(s.a.v.) öyle kararlı bir biçimde söylemişti ki, orada bulunanlar derin bir tefekküre daldılar. Ve Resulullah (s.a.v.) sözü uzatmadan kalktı. Cemaatle vedalaşıp gitmeden önce döndü:

“Ben gidiyorum, ama benden sonra şu zata tabi olun” dedi ve eliyle işaret etti. Abdullah, işaret edilen tarafa baktı. Nur yüzlü, ilmi ile amil bir âlim duruyordu ve cemaate tebessüm ediyordu. Yani Allah’ın Resulü, kendisinden sonra âlimlere uymayı tavsiye ediyordu.

Abdullah, yüzünü Resulullah (s.a.v.)’a çevirince Onu göremedi ve ayrılık acısı hissetti. Bu vuslat anı ne de kısa sürmüştü.

Bu sırada uzaktan gelen ezan sesini duymuş; “Haydi namaza, haydi felaha” nidasıyla ayağa kalkmak isterken, yatağından fırlamıştı.

Şaşkındı, neler görmüştü. Bütün bu gördükleri bir rüya idi. Ama sıradan bir rüya değildi. Diğerlerine benzemiyordu. Çünkü içinde tarif edilmez bir sevinç vardı ve kendini çok hafif ve rahat hissediyordu. Belki de hayatının en mutlu halini yaşıyordu.

Avucunu açıp Rabbine sonsuz hamd ve şükürde bulundu. Gördüğü rüya üzerinde tefekkür ediyor ve yorumlamaya çalışıyordu. Bütün bu olanların bir anlamı ve hikmeti olmalıydı diye düşündü. Gördükleri ilahi rahmetin mesajıydı ve mesajını almalıydı. Ömrünün bu en mutlu hatırasından dersler almalıydı.

Abdullah derin düşünceler âleminde kalbinin derinliklerinde şu neticelere ulaşmıştı;

Ahir zamanın Müslümanları olarak Resulullah (s.a.v.)’ı iyi tanımalıyız. Ona bağlılığımızı yenilemeli, Onun izini takip etmeliyiz. Onu aramalı, Ona doğru yol almalıyız. O, hayatın içinde olmalı, Onunla adım atmalı, Ona danışmalı, Onun rehberliğinde mücadele etmeli, Onun adalet çizgisi takip edilmeli, İslam kardeşliğini ve İslam birliğini Onun gibi tesis etmeli, Onun yolunda her zahmete katlanmalıyız. Onun sünnetini diri tutmak için çaba göstermeli, Onun davasına sahip çıkmalı, Onun emanetini muhafaza etmeli, Onun mahbuplarıyla kenetlenmeli, ihanet ve fesat çemberlerini yarmalı, Onun gibi mazlumların yaranı ve zalimlerin düşmanı olmalıyız. İlim, irfan ve hikmet mektebine sarılmalı; cehalet ve atalet zincirlerini kırmalıyız.

Ve hep beraber Muhammediler kervanına katılmalıyız.
*2002 yılında bir kardeşimizin gördüğü rüyadan yola çıkılarak kaleme alınmıştır.

Abdullah, derin düşünceler ile evden çıkmış, sokakta yürüyordu. Günah ve kötülüklerin had safhada olduğu sokaklarda zihnindeki sorunlarla boğuşuyordu.

Gençlik yıllarını İslam’a hizmet yolunda feda olan yiğit kardeşlerini hatırladı ve içinden onlara karşı bir özlem duydu… “Ne fedakâr mü’minlerdi?” diye mırıldandı…

Bu düşüncelerle ana caddeye varmıştı ki, duyduğu ses onu daldığı düşüncelerden uyandırdı…

“Duydunuz mu? Resulullah(s.a.v.) şehrimize gelmiş.”

İnanılır gibi değildi. Evet, köşe başında toplanan 5-6 kişilik guruptan geliyordu bu ses.

“Neler söylüyor bunlar?” diyerek yanlarına yaklaşıp sordu:
“Şehrimize Resulullah (s.a.v.) mi gelmiş dediniz?”
“Evet, şehrin her tarafından bu konuşuluyor duymadınız mı?”

Abdullah, bir an kendini heyecan denizinde hissetti. Söylentiler gerçek mi diye araştırmaya başladı. Her köşe başında belirli aralıklarla toplanan kalabalıklar aynı haberi heyecanla birbirlerine anlatıyorlardı.

“Demek ki söylenenler doğruymuş” diye söylendi. İçi içine sığmıyor, aynı şeyleri duydukça sevinç ve heyecanı daha da artıyordu.

Evet, ilahi bir nimet ve ihsan ile karşı karşıya idi. İçindeki his ve coşkunun tesiriyle mahbubunu yani peygamberini aramaya başladı. Bitmeyen, yorulmayan bir enerjiyle her yerde Resulullah’ı arıyordu. Her önüne gelene Onu soruyor, Ondan haber almaya çalışıyor, Onun yeri ile ilgili en küçük bilgileri bile gözden kaçırmıyordu.

İçinden inanılmaz bir sevinç ve mutluluk coşkusu oluşmuş, mıknatıs misali çekim merkezine hızlı adımlarla yürüyor ve içinden şunları mırıldanıyordu:

“Önderim, serverim, habibim Resulullah (s.a.v.) şehrimize kadar gelip teşrif etmişse; ne yapıp edip de Onu bulmalı ve Ona ulaşmalıyım. Bu fırsatı bir daha bulmam imkânsız. Eğer değerlendiremezsem kaybedenlerden olacağım. Allah’ım! Ne olur beni Ona kavuştur…!”

Abdullah arıyor ve araştırıyordu. Kâinatın efendisini, rahmet, şefkat ve heybet peygamberini arıyordu. Vuslata ulaşma aşkıyla yanıp tutuşuyordu. Yürümüyor, adeta uçuyordu. Şehrin tüm mekânlarını didik didik ediyor ve Ona kavuşma yolunda tüm çabasını gösteriyordu. Şuna inanmıştı ki, Allah için yapılan çaba ve arayışlar asla boşa gitmeyecekti.

Neticede; arayışları sonunda, Resulullah’ın son olarak şehrin büyük zindanına girdiğini haber aldı. Abdullah, Ona kavuşma ümidiyle Şehir Zindanı’nın kapısına kadar gelmişti. Zindan kapısının önü çok kalabalıktı, ana-baba gününü andırıyordu. Büyük bir izdiham ve gürültü yaşanıyordu. Muhammed âşıkları, Onu görebilmek için, her sıkıntıya katlanma pahasına Zindan kapısına dayanmışlardı. Onlar içeri girmek istiyor, fakat kapıdaki nöbetçiler ve askerler kimseyi içeri bırakmıyordu.

Abdullah, kalabalığa ve engel teşkil eden askerlere aldırış etmeden kapıya yaklaştı ve içeri girmek istedi. Ama zulmün bekçileri, onu da içeri bırakmama kararında idi. Onlar zorbalık ve zulüm erleriydi. Abdullah ise mazlum idi, mustaz’af idi, mazlumların rehberine kavuşma aşkıyla yanıyordu. Ona kavuşma arzusunda öyle azimli ve kararlı idi ki; askerlerin engelleme çabaları boşa çıktı ve bir yıldırım gibi ablukayı yarıp zindan koridorlarına daldı. Hücrelerde Onu aramaya başladı. Bu sırada kalp atışları ve nabzı daha bir artmış, adeta benlik halinden uzaklaşmış ve anlatılmaz bir sevinç duygusu taşıyordu.

Derken koridorda kendisine doğru gelen birisinin işaret ettiği odaya yöneldi. Odaya yaklaştıkça heyecanı daha bir artıyordu. Cesaretini toplayıp kapıyı açtı. Kapının açılmasıyla içerden yayılan bir nur ile adeta kendinden geçti. Odadan yayılan bu nur ve ışık onu madde âleminden koparmış ve mana âlemine götürmüştü.

“Aman Allah’ım! Bu ne hoş koku! Bu ne müthiş bir nur! Bu ne mübarek bir mekân!”

Ve Abdullah, bu vuslat anında daha bir yakın olmak istedi mahbubuna. Bütün dikkatini toplayıp odanın ortasından gelen nura doğru yürüdü. Bu nur, halka biçiminde oturan bir cemaatin ortasından geliyordu. Kendisi nura doğru yaklaşınca halkadakiler halkayı açıp ona yol verdiler. O da Mahbubuna doğru yol aldı.

Ve Abdullah, Muhammedi Sevda’nın doruk noktasında Onun mübarek yüzünü görme şerefine nail oldu. Seviniyor, seviniyor ve içi içine sığmıyordu. Çünkü maksuduna ulaşmıştı. Mutluydu, çünkü muradına ermişti.

Hemen Onun ellerine, ayaklarına kapanmak istedi. Fakat Resulullah(s.a.v.) buna izin vermedi. Bir baba şefkatiyle kollarını açıp Abdullah’ı bağrına bastı, kucaklaştı ve ona tebessüm edip yanına oturttu. Abdullah ise heyecanın zirvesinde, sevincinden adeta donmuştu. Konuşamıyor, hareket edemiyor sadece seyrediyordu. Bu sırada Resulullah (s.a.v.) ayağa kalkıp şu tavsiyelerde bulundu:

“Ben aranızdan ayrılacağım. Benim size tavsiyem şu ki; bütün dünya ve bütün insanlar bu dini, İslam’ı terk edip ona sırt çevirseler bile, siz asla sırt çevirmeyin. Dünya ve ahiret saadeti ve kurtuluşunuz ancak İslam’a sarılmanız ve ona hizmet etmeniz ile mümkündür. Eğer her şeye rağmen Allah’ın kitabına ve benim sünnetime tabi olursanız; Havz-ı Kevser’de buluşacağımızı taahhüt ediyorum. Sakın şeytan taifesine meyletmeyin ve ayrılığa düşmeyin ve asla İslam’a sırt çevirmeyiniz.”

Resulullah(s.a.v.) öyle kararlı bir biçimde söylemişti ki, orada bulunanlar derin bir tefekküre daldılar. Ve Resulullah (s.a.v.) sözü uzatmadan kalktı. Cemaatle vedalaşıp gitmeden önce döndü:

“Ben gidiyorum, ama benden sonra şu zata tabi olun” dedi ve eliyle işaret etti. Abdullah, işaret edilen tarafa baktı. Nur yüzlü, ilmi ile amil bir âlim duruyordu ve cemaate tebessüm ediyordu. Yani Allah’ın Resulü, kendisinden sonra âlimlere uymayı tavsiye ediyordu.

Abdullah, yüzünü Resulullah (s.a.v.)’a çevirince Onu göremedi ve ayrılık acısı hissetti. Bu vuslat anı ne de kısa sürmüştü.

Bu sırada uzaktan gelen ezan sesini duymuş; “Haydi namaza, haydi felaha” nidasıyla ayağa kalkmak isterken, yatağından fırlamıştı.

Şaşkındı, neler görmüştü. Bütün bu gördükleri bir rüya idi. Ama sıradan bir rüya değildi. Diğerlerine benzemiyordu. Çünkü içinde tarif edilmez bir sevinç vardı ve kendini çok hafif ve rahat hissediyordu. Belki de hayatının en mutlu halini yaşıyordu.

Avucunu açıp Rabbine sonsuz hamd ve şükürde bulundu. Gördüğü rüya üzerinde tefekkür ediyor ve yorumlamaya çalışıyordu. Bütün bu olanların bir anlamı ve hikmeti olmalıydı diye düşündü. Gördükleri ilahi rahmetin mesajıydı ve mesajını almalıydı. Ömrünün bu en mutlu hatırasından dersler almalıydı.

Abdullah derin düşünceler âleminde kalbinin derinliklerinde şu neticelere ulaşmıştı;

Ahir zamanın Müslümanları olarak Resulullah (s.a.v.)’ı iyi tanımalıyız. Ona bağlılığımızı yenilemeli, Onun izini takip etmeliyiz. Onu aramalı, Ona doğru yol almalıyız. O, hayatın içinde olmalı, Onunla adım atmalı, Ona danışmalı, Onun rehberliğinde mücadele etmeli, Onun adalet çizgisi takip edilmeli, İslam kardeşliğini ve İslam birliğini Onun gibi tesis etmeli, Onun yolunda her zahmete katlanmalıyız. Onun sünnetini diri tutmak için çaba göstermeli, Onun davasına sahip çıkmalı, Onun emanetini muhafaza etmeli, Onun mahbuplarıyla kenetlenmeli, ihanet ve fesat çemberlerini yarmalı, Onun gibi mazlumların yaranı ve zalimlerin düşmanı olmalıyız. İlim, irfan ve hikmet mektebine sarılmalı; cehalet ve atalet zincirlerini kırmalıyız.

Ve hep beraber Muhammediler kervanına katılmalıyız.
*2002 yılında bir kardeşimizin gördüğü rüyadan yola çıkılarak kaleme alınmıştır.

Ekleme Tarihi: 13.05.2008 - 17:34
Bu mesajı bildir   ebu_hanzala üyenin diğer mesajları ebu_hanzala`in Profili ebu_hanzala Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Forum Düzeni - imzaları göster
önceki konu   sonraki konu

Mesajlar Ekleyen Tarih
 MUHAMMED’İ SEVDA*
ebu_hanzala 13.05.2008 - 17:34
 MUHAMMED’İ SEVDA*
pembe_PAPATYA 14.05.2008 - 07:59

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1206 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
VuSlaT_ZaMbaK (40), HAMAS (41), cilekesh (34), Umuda_Dogru (35), muhammed yakub (53), -selenay- (38), kiciman (53), -Dushi- (37), melike_ (44), 271277sedat (47), katade_58 (42), samimikul (52), sansarselim (39), omerbicak (47), rajaahmet (48), BETÜL SULTAN (44), Toprakkiz (38), perteviyat (54), azra aksu (51), esiir (47), eminem (44), cihann4 (41), merve987 (38), ceylan (43), byberk (39), mehmetaliakti (45), serkanberber20 (50), FTK (38), p.celik (39), keklik (38), nazan (38), GREY (54), ketcapm (39), faruk1987 (37), semanurnl (54)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.62849 saniyede açıldı