0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » SİYER-İ NEBİ » Hayatın özü:Peygamber Duruşu

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Ekleyen
Mesaj
KaLBeNuR su an offline KaLBeNuR  
Hayatın özü:Peygamber Duruşu

1686 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.07.2007
En Son On: 17.08.2009 - 12:01
Cinsiyeti: Bayan 


Umutsuzluğa düştüğümüz, sadece oturup yakındığımız ve her şeyi başkalarından beklediğimiz şu günlerde, Efendimiz’e (a.s.m.) çok muhtacız. Ay’ı ikiye ayıramaz, parmaklarınızdan sular akıtamazsınız, ama umudunuzu koruyabilir, her şart altında gülümseyebilirsiniz. Efendimiz’in hayata karşı duruşu budur işte!

Siyer kitaplarının çoğu Peygamber-i Âlişan Efendimiz’i “süper adam” olarak tasvir eder ki “risalet” yönüyle, kuşkusuz O buna lâyıktır. Ne var ki, O da bir insandır. Bunu kendisi defaatle söylemiş, dikkatimize vermiştir.
***
Bir gün, Efendimiz, Hz. Ebu Hüreyre ile birlikte çarşıya alışverişe çıkmışlardı…
Bir yerde Ebu Hüreyre, yanındakinin Ahir Zaman Peygamberi olduğunu söyleyince, satıcı ellerine kapandı. İçten bir dürtü ile mübarek ellerini öpmek istedi.
Resulullah hemen ellerini çekti, satıcıya öptürmedi.
“Bunu İranlılar krallarına karşı yaparlar” dedi. “Ben kral değilim, içinizden biriyim, ben de sizin gibi bir insanım.”
Her insan gibi O da üzülmüştür, sevinmiştir, acı çekmiştir, mutlu olmuştur, yoksulluğa düşmüştür, yaralanmıştır, baskı görmüştür.
Lakin asla pes etmemiştir. (Biz çabuk pes ediyoruz.)
Asla umudunu yitirmemiştir. (Çabucak umutsuzluğa kapılıyoruz.)
İnsanlardan asla yüz çevirmemiştir. (Biz hemen yüz çeviriyoruz.)

Hayat, zaman ve zemin O’na muhtaç
Çabucak pes ettiğimiz, umutsuzluğa düştüğümüz, sadece oturup yakındığımız ve her şeyi başkalarından beklediğimiz şu günlerde, Efendimiz’e (a.s.m.) daha çok muhtacız. O’nun özellikle şartlara teslim olmayışını, olumsuzluklar karşısında bile tebessüm etmekten vazgeçmeyişini örnek almamız gerekiyor.
Nübüvvet (peygamberlik) yönüyle onu yaşamak zaten imkânsızdır. Çünkü Nübüvvet yönü, bir dizi mucizeyi de kapsar. Ay’ı ikiye ayıramazsınız, parmaklarınızdan sular akıtamazsınız ama umudunuzu koruyabilirsiniz, her şart altında gülümseyebilirsiniz, şartlardan yakınmak yerine şartları değiştirmek hususunda elinizden geleni yapabilirsiniz. Efendimiz’in (a.s.m.) hayata karşı duruşu budur işte!
En zor zamanlarda bile o kadar diri duruşludur ki, müşriklerin kontrol ettiği ticari hayatın Müslümanlar için ambargoya dönüştürülmesi sonucunda aç kalınca, karnına taş bağlamış, müşriklerin karşısına yine dimdik çıkmıştır. O’nun diri duruşunu, çabasını, umudunu örnek almak ve “insan” olarak yaşadıklarını yaşamaya çalışmak ihtiyacındayız.
Bunu başarabildiğimiz dönemde dünya örneği bir devletin dünya örneği milletine dönüşmüştük. O’nun ruhunu ruhumuza aksettirdiğimiz ölçüde büyümüş, gelişmiş, dünyaya meydan okumuştuk.
O’ndan kopunca kendimizden de koptuk. Tökezledik. Düştük.
Şimdi düştüğümüz yerden kalkmayı öğrenme vaktidir. Yine O’ndan öğreneceğiz!

Evi süpüren bir Peygamber
Efendimiz Âlişan’ın irtihalinden sonra Hz. Aişe Validemiz’e sordular:
“Efendimiz evde nasıldı?”
Hz. Aişe Validemiz dedi ki:
“İşini kendisi görmekten zevk alırdı. Elbiselerini yamar, evi süpürür, keçileri sağar, develeri bağlardı. Ayakkabılarını ve delik su kırbalarını onarırdı. Hamur yoğururdu. Çarşıdan alış veriş eder, taşımak isteyenlere izin vermez, kendi taşırdı. ‘Her mü’min taşıyabildiğini taşımalıdır’ derdi.”

Kuşu ölen çocuğa taziye
Bir çocuğun kafeste beslediği kuşu ölmüştü.
Acıyan yüreği gözlerine akmış, ağlıyordu.
Herkes çocuğun bu haline kızarken, Efendimiz (a.s.m.) çok üzüldü. Tüm işlerini bir tarafa bırakıp çocuğun evine gitti. Onu teselli etti.
“Duyarlı ümmet” olarak bu şefkatin bugün neresindeyiz dersiniz?

Sağlam duruş
Dedik ya; Peygamber-i Âlişan Efendimiz’in, olumsuz şartlar ve baskılar karşısında pes etmeyen bir duruşu var.
Bu duruş aynı zamanda, Hazret-i Âdem ile Havva’nın, yabancısı oldukları bir dünya karşısındaki duruşlarıdır.
Hazret-i İbrahim’in Nemrut ateşi karşısındaki duruşudur.
Hazret-i Hacer’in, çöl yalnızlığındaki imkânsızlıklar karşısında yılmayan duruşudur.
Hazret-i Musa’nın Firavun karşısında boyun eğmeyen duruşudur.
Hz. Meryem’in iftiralara karşı duruşudur.
Hz. Asiye’nin Firavun karşısında duruşudur.
Hz. Hatice’nin hayat karşısındaki duruşudur.
Hz. Aişe’nin, uğradığı iftiraya karşı duruşudur.
Bu duruşlarda umutsuzluk, sabırsızlık, yakınma, kahırlanma, yenilme yoktur.
Adı geçenler, ellerinden geleni eksiksiz yapmışlar ve Allah’a dayanıp ayakta kalmışlardır.
Müslüman’ca duruşun özeti de işte budur: Elden geleni eksiksiz yaptıktan sonra tevekkül etmek; yani Allah’a dayanmak.
Hatırlayalım ki, Efendimiz’in Medine’ye göçü sırasında yanında yalnızca tek kişi vardı: Hz. Ebu Bekir. Kitleler o gün için Ebu Cehil’in safında yer almışlardı. Ebu Cehil bunu delil göstererek, “Halk gerçeği gördü” derken ve Ahir Zaman Peygamberi’nin işini kesin olarak bitirdiğini zannedip sevinirken, mağara yalnızlığında Efendimiz, muhteşem yol arkadaşına şöyle fısıldıyordu:
“Korkma ey Ebu Bekir, Allah bizimledir!”
O bizimle olduğunda korkacak bir şey yok demektir!

“Cehalet”ten “Saadet”e
Komünizm ve faşizm arka arkaya çöktü. Kapitalizm ise kendini sürekli değiştirip dönüştürmekte varlık arıyor. Yine de her yer terör ve savaş. Hayat ölüm kokuyor, insanlar acı çekiyor, mutsuzluk kol geziyor! İnsanlık iyice bunaldı: Bunalan insanlığa yeni bir “yürek inkılâbı” lâzım!
Bu arayış bizi doğrudan doğruya Devr-i Saadet’e götürüp, Peygamber-i Âlişân Efendimiz’le buluşturur. Çünkü O’nun dünyayı şereflendirmesiyle, dünya büyük bir “yürek inkılâbı”na sahne olmuştu. Kin, nefret ve vahşetin hükmettiği “eski dönem”e artık “Devr-i Cehalet”; sevginin, şefkatin, saadetin ve müsamahanın hükmettiği “yeni dönem”e de “Devr-i Saadet” denecekti.
O gelir gelmez, çağ, âdeta ikiye ayrılmıştı: İnancı, ibadeti, kıyafeti, rengi, dili ve kabilesi (milleti diyelim) sebebiyle insanları ezen, horlayan, aşağılan “egemen güçler” hızla “eski”yor; kim olursa olsun insanı hayatın merkezine koyup salt “insan” olduğu için “eşref-i mahlûkat” (yaratılmışların en yücesi) sayan yeni anlayış, “yeni bir oluş” başlatıyordu.

“Sevgi”nin “nefret”le savaşı
Yeni “oluş”un temeli sevgi, şefkat ve hoşgörüydü. Aslında ta Hz. Âdem’in şeytanla mücadelesinden başlayıp tüm peygamberleri kuşattıktan sonra Peygamber-i Âlişân Efendimiz’e kadar gelen “mücadele”nin bir tarafında “sevgi”, öbür tarafında “nefret” vardı: Bu mücadele, sözün tam manasıyla, sevgi ile nefretin yüreklere hâkim olma mücadelesiydi.
Peygamber-i Âlişân Efendimiz, hayata sevgiyi hâkim kılmak için gönderildi: Yani O bir “Sevgi Peygamberi”dir. Bu vasfı o kadar belirgindir ki, ümmetini sürekli olarak hoş görmeye, affetmeye ve sevmeye yönlendirmiştir.
Kendisini taşlayanların yanı sıra sevgili amcasını katledenleri de bağışlamış, ağzına hemen hemen hiç beddua almamış, oğlu Hz. İkrime incinmesin diye, öldükten sonra Ebu Cehil’in aleyhine konuşulmasını dahi yasaklamıştı.
Sürekli tebessüm ederdi: Arkadaşları ittifak halinde, “O’nu asık suratla hiç görmedik” şeklinde, güler yüzüne şahitlik ediyorlardı.

Yeni bir yürek inkılâbına muhtacız
O hayatın tümüyle içinde bir Peygamber’di: Çocuklarla oynamaktan zevk alan, hanımlarına şaka yapan, arkadaşlarına ve fikirlerine önem veren, “Allah tarafından seçilmiş insan” olmasına rağmen herkes gibi yaşamayı seçen, bu anlamda zaman zaman acı çeken, aç kalan, yaralanan, incinen bir Peygamber…
Hayatın içinde yaşadı, ama asla sıradanlaşmadı. Asla hayatını rutinleştirmedi. Hayatın her türlü ayrıntısına dikkat eder ve dikkat çekerdi. Herkesin burnunu tutup başını çevirerek önünden geçtiği kokuşmuş bir köpek leşinin güzel dişlerini öne çıkaracak kadar hayatla barışıktı…
Hayatın getirdiği yükü taşırken, hayatta var olan güzellikleri ıskalamazdı. Dikenleri olduğu gerekçesiyle gülü sevmekten geri durmazdı. Bu tavrıyla “gül”e dönüştü ve asırlar ötesiyle buluştu. Çağlar boyu tüm insanlık için en güzel örneği teşkil etti.
Bugün savaşan, didişen, terörle yüzleşen dünyayı değiştirmek için Peygamber eksenli yeni bir projeye ihtiyacımız var.
Uygulamaya kendimizden ve çocuklarımızdan başlamalıyız. Zira bilmeliyiz ki, kendimizi değiştirmedikçe hayat değişmeyecektir.
Bu anlamda her “Kutlu Doğum”un “mutlu bir oluş”a vesile olması lâzım. Terör ve savaşların içinde bunalıp git gide tükenen dünyanın “mutlu bir oluş”a gerçekten de çok ihtiyacı var.
Hepimiz, “Cehalet Asrı”nı “Saadet Asrı”na çeviren yürek inkılâbını bekliyoruz!

Yavuz Bahadıroğlu
Moral Dünyası Dergisi


resim...zümrütüanka abimizin bir calismasindan alintidir...haberi de yok amasıkıntılı


Bu mesaj 1 kez ve en son cananberraramazan tarafından 18.03.2008 - 21:31 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 18.03.2008 - 21:28
Bu mesajı bildir   KaLBeNuR üyenin diğer mesajları KaLBeNuR`in Profili KaLBeNuR Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Forum Düzeni - imzaları göster
önceki konu   sonraki konu

Mesajlar Ekleyen Tarih
 Hayatın özü:Peygamber Duruşu
KaLBeNuR 18.03.2008 - 21:28

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1604 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
mehmet-macit (39), yaser_ekinci (39), kalan (49), gulbeyaz_66 (35), rozerin (47), talias (50), gokay3406 (59), ihl43 (37), Müptela (40), wefalidost (37), hatice eyce (37), egitmenali (42), emran (41), mazo57 (59), nursel (42), meloþ (46), baltunbas (54), saklidiyar (51), nevzat (44), alitekcan (41), abraham (35), burhan724 (39), göcmen (47), Neyzen12 (50)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.77018 saniyede açıldı