0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » BÜYÜK ŞAHSİYETLER » ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 2 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
recepholding su an offline recepholding  
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI

1613 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.07.2006
En Son On: 12.03.2007 - 11:46
Cinsiyeti: Erkek 
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI

Anadolu'da yaşayan evliyânın ve âlimlerin büyüklerinden. Babası Osman Efendi de velî bir zâttı. İbrâhim Hakkı

1703 (H.1115) senesinde Erzurum'un Hasankale kasabasında doğdu. İbrâhim Hakkı hazretleri kendisini kısaca

şöyle anlatmaktadır:

"Hicrî bin yüz on beş tarihinde bir bahar günü, İbrâhim Hakkı, Hasankale kasabasında doğdu. Bin yüz kırk

senesine kadar ilim öğrenmek için çalıştı. Ârif olup dünyâyı unutarak, Allahü teâlânın aşkıyla yanıp kavruldu. İşini,

gücünü, malını, mülkünü her şeyini bırakarak cenâb-ı Hakka yöneldi."

İbrâhim Hakkı, yedi yaşına geldiğinde annesi SeyyideHanîfe Hâtun'u kaybetti. Babası Osman Efendi, İbrâhim'i

amcasına emânet etti ve tasavvufta kendisini yetiştirecek bir rehber, âlim aramak için sefere çıktı. Kısa sürede

Siirt'in Tillo kasabasında İsmâil Fakîrullah hazretlerinin büyüklüğünü, Allahü teâlâ katındaki yüksekliğini anladı.

Ondan ilim öğrenmek ve hizmet etmek için geceli-gündüzlü çalıştı. Dokuz yaşına basan öksüz İbrâhim Hakkı,

babasının hasretiyle yanıyordu. Amcası Molla Ali Efendi, İbrâhim Hakkı'yı alarak Tillo'ya babasının yanına götürdü.

İbrâhim Hakkı hazretleri Tillo'da babasına kavuşmasını şöyle anlattı: "Ben dokuz yaşında idim. Ali amcam beni

babamın yanına götürdü. Bir ikindi vaktinde Tillo'ya girdik. Dergâha vardığımızda, babam ile hocası namaz

kılıyorlardı. İlk bakışta İsmâil Fakîrullah hazretlerinin mübârek yüzü, bana, pederimden daha yakın geldi. O anda

yüzünün cezbesi gönlümü aldı. Aklım, onun güzelliğine, duruşundaki heybete ve olgunluğa hayran kaldı.

Gönlümü ona kaptırdım. Babam beni kendi odasına götürdü. Şefkat ile ilim öğretip, lütf ile terbiye etmeye

başladı."

İbrâhim Hakkı; babasından, tefsîr, hadîs, fıkıh gibi zâhirî ilimleri öğrendi. Babasının arkadaşı

MollaMuhammedSıhrânî hazretlerinden de, astronomi, matematik gibi zamânın fen ilimlerini tahsîl etti. Allahü

teâlânın zâtında ve sıfatlarında mârifet sâhibi olmak, hasta kalbine şifâ bulmak için de İsmâil Fakîrullah

hazretlerinin sohbeti ve hizmetiyle şereflendi.

İbrâhim Hakkı hazretleri, Tillo'ya geldiği günlerde gördüğü bir rüyâyı şöyle anlattı: "Rüyâmda gökyüzünü beyaz

serçelerle dolu hâlde gördüm. Bir ara serçeler hep birden halkın üzerine doğru saldırdılar. Bana saldıranları

babam uzaklaştırdı. Ancak bir serçe fırsat bulup, sağ koltuğuma sokuldu. Sabahleyin rüyâmı babama anlattım.

Babam koltuğumun altına baktıktan sonra, orada tâûn, vebâ hastalığının belirtilerini gördü. Hastalığa

yakalandığım ilk beş gün kendimden habersiz olarak yattım. Altıncı gece gözümü açtığımda babamı başucumda

ağlar gördüm. Muhterem hocamız İsmâil Fakîrullah hazretleri de yanındaydı. Mübârek ellerini kaldırdı. Bana uzun

uzun duâ ettikten sonra babama; "İbrâhim'in işi bitmiş iken Allahü teâlâ ihsân ederek onu yeniden diriltti."

buyurarak müjde verdi."

Yine şöyle anlatmıştır:

Yaz mevsimiydi. Bir Cumâ gecesi babam murâkabe yapıyordu. Ben de yatıp uykuya dalmıştım. Rüyâmda

Tillo'nun harman yerine bir anda binden çok süvâri ve piyâde asker geldi. Atlılar inerek bir yere toplandılar.

Boyları iki adam yüksekliğinde olan bu askerler, at ve diğer malzemelerini harman yerine bırakıp, üstâdımız İsmâil

Fakîrullah hazretlerinin dergâhı kapısında saf saf dizildiler. Ben kalabalığı seyrederken, dergâh kapısının sağ

yanında duran saftan birisi eğilip beni kucağına aldı. Tebessüm ederek öptü ve sol tarafında olanın kucağına

verdi. O da alıp muhabbetle öptü ve solunda duranın kucağına verdi. Bu şekilde sıra ile sekizinci kimsenin

kucağına geldim. O da beni öptü, onun solunda dergâhın kapısı vardı. Beni yavaşça şefkatle yere bıraktı. Kapı

açıktı, içeri girdim. Mübârek hocamız Fakîrullah hazretlerinin huzûrunda sekiz seçilmiş zâtın ayakta durduğunu

gördüm. Hocamız da ayağa kalktı ve onlarla müsâfeha edip sarıldılar. Bu hâle şaşırmıştım. O sırada uyandım. Bu

rüyânın lezzeti canıma can katmıştı. Sevincimden rüyâmı hemen babama anlattım. Meğer babam, uyanık olduğu

hâlde, benim rüyâda gördüklerimi görmüş, hâdiseye muttalî olmuş ve onlarla konuşmuştu. Babam bana şöyle

tenbih etti ve; "Bu rüyâyı kimseye söyleme. Bu rûhlar için iyi olmaz." buyurdu. Sabah oldu Cumâ namazından

sonra dergâhın kapısı önünde oturmuş duruyordum. Siirt tarafından at üzerinde ak sakallı bir ihtiyâr geldi. Kapının

önüne gelince atından indi. Benim yanıma gelip elimi tuttu ve öptü, şaşırdım kaldım. Zîrâ bu kimseyi

tanıyamamıştım. Hocamızın huzûruna girmek için izin istedi. Verdiği hediyeleri içeri götürdükten sonra hocamın

yanına gittim ve; "Kapıda yaşlı bir kimse huzûrunuza çıkmak için izin istiyor efendim." dedim. "Gelsin." buyurdular.

Misâfiri buyur ettim. İçeri girince oturması işâret edildikten sonra; "Ve aleykümselâm ey Seyyid Hamza! Bu Cumâ

gecesi bize çok misâfir geldi." buyurdu. Hocamızın bu tatlı hitâbından Seyyid Hamza çok şaşırdı. İlk defâ gördüğü

bu kimse kendi ismini nereden bilmişti. Ve gece gelen misâfirlerin arasında olduğunu nasıl anlamıştı. Bunları hem

düşündü, hem de kalkıp hocamın elini öptü. Bir müddet ağladı. İzin isteyip dışarı çıktı. Bizim odaya buyur ettim.

İçerde babama hâlini şöyle anlattı: "Ben Siirt'in ileri gelenlerinden Seyyid Hamza'yım. Bu âna kadar Tillo'ya hiç

gelmedim. Bu büyük âlim ve velîyi de hiç ziyâret etmemiştim. Bu gece rüyâmda beş yüz kadar nûr yüzlü atlı âlim

ile beş yüz piyâde evliyâya Siirt önünde karıştım. Onlarla birlikte Şeyh İsmâil Fakîrullah hazretlerini ziyarete

geldik. Bu kasabayı ve yolunu rüyâda görerek öğrendim. Harman yerine geldiğimizde atlılar atından indi.

Beraberce bu dergâhın kapısına saf saf dizildik. Sıra ile mübârek hocanızı ziyâret ettik. Bu dergâhın kapısı önünde

şu küçük oğlunu gördüm. Evliyâlar kucaklarına alıp sıra ile sevdiler. Kapının önüne gelince çocuk içeri girdi. Ben

de kapının önüne geldiğimde uyandım. Hâlâ o rüyânın tesiri altındayım, duyduğum o lezzet hâlâ devâm ediyor.

Sabah olunca atıma binip rüyâda geldiğim yol ile doğru buraya geldim. Kimseye sormadan dergâhı bulup, sizleri

tanıdım. Hazret-i Şeyh'e geldim. Bu gördüğüm rüyâyı anlatacaktım. Bir gün sonra da ona talebe olup hizmetiyle ve

sohbetiyle şereflenecektim. Ben daha anlatmadan; "Ey Seyyid Hamza! Bu gece bize çok misâfir geldi." diyerek

hem ismimi hem de rüyâda olanları anlattı. Şaşırıp kaldım." Seyyid Hamza'nın bu şaşırmasına babam şöyle cevap

verdi: "Senin bu gördüğün rüyânın aynısını bu oğlum da gördü. Lâkin avâmın gördüğü rüyâları, seçilmiş evliyâ

uyanık iken görüp müşâhede etmiştir. Allahü teâlânın ihsanları sonsuzdur."

İbrâhim Hakkı hazretleri on yedi yaşında yetim kalmasını şöyle anlattı: 1719 (H.1132) senesinde, benim çok

sevdiğim babam ve anam, dert ortağım, üzüntülerimin gidericisi, hücredaşım, gurbet yoldaşım Derviş Osman

Efendi, Cumâ gecesi sabaha yakın dünyâdan âhirete göçtü. Hak yolunda can verip Allahü teâlâya kavuştu.

Maksadına ulaşarak rahmet deryâsına daldı. Bu yetim o gece başka misâfir odasında yattı. Sabahleyin kalkıp,

hasta babamı görmek istediğimde, oradakiler bana; "Git, önce namazını kıl, sonra gel. Hasta şimdi rahatladı."

dediler. Bu söze inanıp mescide gittim. Herkes burnunu tutuyordu. Hepsinin nezle olduğunu sandım. Namazdan

sonra odamıza geldiğimde babamın vefât ettiğini gördüm. Benim de rahatım gitti. Gönül evim karardı. Bir anda

babamın ayrılık hasretiyle virânelerdeki kuşlara döndüm. Öyle feryâd etmek istedim ki, sesim göklere çıkacaktı.

Ben bu hâlde iken o merhamet menbâı mübârek hocam geldi. Benden o üzüntü ve elemi aldı. Ben de kalkıp kendi

kendime; "Şimdi ayıptır, sabredeyim. Hocam gittikten sonra nasıl ağlayacağımı ben bilirim." dedim. Mübârek

hocamız herkese selâm verip, garîb oğlu Derviş OsmanEfendinin başı ucunda oturdu. Şehid rûhuna bir Fâtiha

okuyup, sevâbını bağışladı ve murâkabeye daldı. Ben hocamın karşısında babamın da ayak ucunda idim. Bir

anda Allahü teâlânın ihsânlarına kavuştum. Vefât eden babam, mübârek başını kaldırdı. Kimyâ tesiri olan

nazarıyla yüzüme bakıp, tebessüm ederek tâziyede bulundu. O anda mübârek göğsünden şimşek gibi bir nûr

parladı. Kalbim titredi, üzüntü ve elem gidip, yerine sürûr ve lezzet doldu. Babamı bu hâlde görünce,

bayramlıklarını giymiş bir çocuk gibi sevindim. Üzüntülü duran ahbablar bu sevincime bir mânâ veremeyip hayret

ettiler. Allahü teâlânın ihsânı ve mübârek hocamın himmeti bereketi ile olan bu hâdiseyi oradakiler görememişti.

Hocamız oradan ayrıldıktan sonra babamın yüzünü açıp baktım. Güler gibi bir hâli vardı. Yüzü nûrlu, bedeni

sıcak ve yumuşak idi. Sanki uyuyordu.Cenâze namazına çevre köyler ve bütün Siirt halkı geldi.Namazını hocamız

kıldırdı. Onun vefâtına benden başka herkes üzüldü. Âlemin babası olan hocamız, bu yetimine şefkat edip iltifât

eylediğinden, merhum babamdan sonra onun hizmetleri bize mîras kaldı. Mübârek hocam, bu bozuk huyluyu nice

hikmet şurupları ile terbiye eyledi. Kalb hastalıklarından beni kurtardıktan sonra, kendi muhabbeti ile yaktı.

Böylece bende, âhiret hâllerinde yakîn hâsıl oldu. Tevekkül etme, dert ve belâlara, ibâdete ısrarla devâm etmeye

tahammül, her işe rızâ gösterme hâli hâsıl oldu. Pek kıymetli, lezîz nîmetler ihsân edildi. Hepsinden daha evlâsı ve

kıymetlisi ise,Allahü teâlânın zâtında ve sıfatlarında bilgi sâhibi olmaya, mârifetullaha kavuştum.

İbrâhim Hakkı hazretleri, babasının vefâtından sonra hocasının emriyle Erzurum'a gitti. Amcalarının da

teşvikleriyle sekiz sene ilim tahsîl etti. Burada tahsîlini bitirdi, fakat gönlü, hocası İsmâil Fakîrullah hazretlerinin

ateşiyle yanıyordu. 1728 (H.1140) senesinde yirmi beş yaşında iken tekrar Tillo'ya geldi. Burada hocasının 1734

(H.1147) senesinde vefâtına kadar hizmetiyle şereflendi. Sonra Erzurum'a döndü. Küçük yaşta ayrıldığı

Hasankale'ye gelip, yerleşti.

İbrâhim Hakkı hazretleri, Hasankale'de evlendi, sonra İstanbul'a gitti. Mahmûd Han ile görüştü ve saray

kütüphânesinde çalışmalar yaptı. Bir sene sonra talebe yetiştirmek için Abdurrahmân Gâzi Zâviyesine tâyin

edilerek Erzurum'a geldi.Talebe yetiştirmek için, uzun ve yorucu bir çalışmaya girdi. Hanımı Firdevs Hâtun'dan,

İsmâil Fehim ve Ahmed Naîmî isminde iki oğlu dünyâya geldi.

1755 (H.1169) senesinde tekrar İstanbul'a gitti. Sarayda, dîvân kâtibi Ali Efendi başta olmak üzere, pekçok

kimselerle dost oldu. Sultan Üçüncü Mustafa Han zamânında da Abdurrahmân Gâzî zâviyesinin berâtı yenilendi.

İbrâhim Hakkı hazretleri, 1763 (H.1177) senesinde hâtıralara bağlılığı ve vefâ duygusunun çokluğundan,

hocasının memleketi olan Tillo'ya gitti. İsmâil Fakîrullah hazretlerinin torunu Fâtıma Hâtunla evlendi. Orada kaldı.

Talebe yetiştirmeye burada da devâm eden İbrâhim Hakkı bir sene sonra hacca gitti. Dönüşünde tekrar talebe

okutmaya devâm etti.

İbrâhim Hakkı hazretleri, zaman zaman Tillo'da, "Cebel-i Ra'sil Kuvâ" ismindeki tepeye çıkardı. Talebelerine

de; "Bu tepe, yakında büyük bir nâma kavuşacaktır." derdi. Bu tepeye bir musallâ taşı yaptırdı. Her uğradığında

oraya otururdu. Ölümü, âhireti ve hesâbı düşünürdü. Yine bir gün üç talebesi ile bu tepeye çıktı. Üçünün de ismi

Mahmûd'du. Onlara; "Sübhânallah! Hepinizin adı da Mahmûd. Herbiriniz de amcalarınızın kızı ile evleneceksiniz.

Fakat sâdece biriniz Allahü teâlânın evliyâ kulları arasında yüksek derecelere sâhib olup; "Memduh" lakabıyla

isimlendirilecektir. Ona her taraftan akın akın talebe ilim öğrenmeye gelecektir. O, bu tepeye bir ev yaptırıp

herkesin hidâyete kavuşmasına vesîle olacaktır." buyurdu. Talebeler de kendi kendilerine; "Mübârek hocamızın

müjde verdiği o kimse ben olsam." diye temennî ettiler. Bir müddet sonra içlerinden ikisi ayrıldı. İbrâhim Hakkı

hazretleri yanında kalan Mahmûd'a; "Biraz önce müjde verdiğim Mahmûd sensin. Fakat bu sırrı, ben sağ olduğum

müddetçe kimseye söyleme." buyurdu.

1778 (H.1192) senesinde ömrünün sonlarına yaklaşan İbrâhim Hakkı, vasiyetnâmesini yazdı. Sık sık

hastalanması sebebiyle bizzat kendisi kitap yazmak için uğraşamıyordu. Ancak yazdırmak sûretiyle kalan ömrünü

bereketlendirmek istiyordu. Bu sebeple oğullarının kâtib olarak yardım etmelerini istedi. Kendisi söyleyip oğulları

yazdılar. Nihâyet 1781 (H.1195) târihinde bir Perşembe günü vefât etti. Tillo'da, hocası İsmâil Fakîrullah

hazretlerinin kabrine komşu olacak şekilde defnedildi. Ölümü için de; "Hudâyı bilmeye ancak cihâne geldi

sultânım." mısraı târih olarak düşürüldü.

Hayâtını ilim öğrenmek, öğretmek ve kitap yazmakla geçiren İbrâhim Hakkı hazretlerinin vefâtında, iki oğlu ve

iki kızı vardı. Oğulları, İsmâil Fehim ve Muhammed Şâkir'dir. Babasının neslinin devâmını Muhammed Şâkir

sağladı. Kızları Şemsî Âişe ile Hanîfe Hâtun'dur.

İbrâhim Hakkı hazretleri, tefsîr, hadîs, fıkıh gibi naklî ilimlerin yanında, aklî ilimlerle de uğraşmış, canlılar

hakkında çeşitli teoriler ileri süren Fransız doktoru Lemarck, İngiliz Ch. Darvin, Hollandalı Hugo de Vries gibi batılı

ilim adamlarından çok önce, canlılar hakkında, en basitinden en mükemmeli olan insana kadar düzgün bir

tekâmül bulunduğunu yazmıştır. Bu konuyu ele alırken, bu tekâmülde arada görülen belli noktaları, husûsî

özellikleri ve her birinin hudutlarını tesbit etmiş, hepsinin ayrı ayrı cinsler olduğunu ayrıca belirtmiştir. O sâdece

biyoloji ilmi ile değil; fizikten kimyâya, matematikten astronomiye kadar, devrindeki bütün ilimlerle uğraşmış, bir

ilim ve mârifet hazînesi olan Mârifetnâme'sinde, bütün bunlara yer vermiştir. Mevâlîdi, yâni canlı cansız bütün

varlıkların yaradılış sırrını bilmek ve irfânı tahsîl etmek, onda pek açık olarak görülmektedir.

Hayâtında hiçbir zaman okumayı ve okutmayı elden bırakmayan İbrâhim Hakkı hazretleri, ideal insan tipi

olarak, ârif insanı göstermiştir. Kendisi de bu ölçü içinde kalmıştır. Ona göre, ârif; gönülle ve akılla bilendir. Fakat

gönülle bilmek ârifin yegâne husûsiyetidir. Bu yüzdendir ki o, gönüle, eserlerinde büyük yer vermiştir. Gönül,

sevgilinin mekânıdır. Aşk sâyesinde bu sevgi vardır. Bu yollarda hikmet (fen ve sanat) vardır. Mevâlîd (varlıkların

sırrını anlama) bu yolla olmaktadır. Kısaca söylemek gerekirse İbrâhim Hakkı; gönül sâhibi olan, fen ve sanata yer

veren büyük bir âlim, hakka rızâ gösteren bir velîdir. Eserlerinin ismine ve mahlasına bakınca, bütün bunların

hepsi görülür. Dîvânının adı İlâhînâme' dir. Bu ismi boşuna koymamıştır. Hakîkaten hepsi ilâhîdir. Mârifetnâme ise

ârifîn kitabı demektir.
Ekleme Tarihi: 05.09.2006 - 21:45
Bu mesajı bildir   recepholding üyenin diğer mesajları recepholding`in Profili recepholding Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
PRENSES_0656 su an offline PRENSES_0656  
recepholding arkadaş

155 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.06.2006
En Son On: 14.01.2007 - 17:41
Cinsiyeti: Bayan 
bu bilgiyi bizle paylaştığın için allah senden razı olsun
Ekleme Tarihi: 05.09.2006 - 21:48
Bu mesajı bildir   PRENSES_0656 üyenin diğer mesajları PRENSES_0656`in Profili PRENSES_0656 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1454 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
husameddin (47), halk yolcusu (37), Habibetti21 (37), aysani (50), kardelen__571 (35), hasan_el_benna (42), aslanþamil (44), caylak ali osma.. (51), vural (50), mero (), ByNet (54), enginbey (49), veleye5 (28), yazitura (45), betulonur (41), NiSA (47), aliavlamaz (37), adler42 (46), 0730sahin (43), ercan58 (41)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.93083 saniyede açıldı