0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » SİYER-İ NEBİ » Siyer

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 14 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Siyer

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Başlarken

Sevdası insan olan sevgili Peygamberimizi kendimize önder kılmalıyız. Endişesi yalnız dünya olmuş bir toplumda, sonu cennet olan bir dönüş yapmalıyız. Hayatımızı anlamlandıracak ve en güzel örnek oluşuyla bizi dünya ve ahirette mutlu kılacak güzelliği yakalamalıyız. Bizler çağdaş dünyada Peygambersiz bir hayata alıştırıldık. Ne pahasına olursa olsun, sonu hüsran olacak bu durumdan derhal kurtulmalıyız. Siyer-i Nebi’yi öğrenmek bu gün çok daha büyük bir önem kazanmıştır. Zira insanların şaşkınlığı ve bunalımı artmış, toplum huzura muhtaç bir hale gelmiştir. Müslümanların sayılarının çokluğuna rağmen etkinlik ve örnekliklerinin olmayışı, Nebi’nin Siyerine duyulan ihtiyacı açıkça göstermektedir. Üzüntüyle ifade etmemiz gerekir ki Peygambersiz bir hayat Müslümanları kuşatmış ve onları perişan bir hale getirmiştir. İçine düştüğümüz bu acıklı durum, örneksiz ve lidersizliğimizin bir sonucudur. Kur’ân-ı Kerim’in bizlere en güzel örnek olarak takdim ettiği sevgili Peygamberimizi tanıtmak, O’nun mesajını insanlığa ulaştırmak ve O’nun barış ve sevgi davetini iletmek, O’na karşı en büyük görevimizdir. Âlemlere rahmet olan yüce Nebi’yi anlamaya ve anlatmaya çalışmak bir müminin yaşayabileceği en büyük mutluluktur. Sevgili Peygamberimizin hayatını tüm yönleriyle size ulaştırabilmenin zorluğunu elbette ki biliyoruz. Yeryüzünün en yüce insanını anlatabilmek, taşınması oldukça zor olan bir sorumluluktur. Birkaç öğretmen olarak başladığımız ve tüm yüreğimizle ulvi olduğuna inandığımız bu çalışmamıza destek vereceğinizi umuyoruz. Başta öğrencilerimiz olmak üzere hepinizi yazılarınız, yapıcı eleştirileriniz ve sitemiz http://www.siyerinebi.com ’u tanıtmanız suretiyle yardıma davet ediyoruz. Bu çalışmalarımızda Rabbimizin gönlümüze genişlik vermesini ve çabalarımızı bereketli kılmasını diliyoruz. Sanal âlemde hoş bir seda olma dileğiyle… Osman SÜNGÜ Kategori: PEYGAMBERİMİZİN HAYATI, Çok Okunanlar Facebook Share Twitter Share [Yorum Yap] ‘BAŞLARKEN’ adlı yazıyı neden en başa değilde en sona koydunuz? yasemen Okuyucularımızın kolay ulaşmasını sağlamak için, siteye eklediğimiz yazılarda en son eklenen yazının listenin en başında yer almasına dikkat ettik. Dolayısıyla ilk koyduğumuz yazılar listenin altında yer almakta, son eklenenler de liste başında..ALINTI

Ekleme Tarihi: 27.01.2011 - 23:07
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Siyer-i Nebi
Siyer-i Nebi, Rabbini en iyi tanıyan ve insanlara en güzel şekilde tanıtan Efendimizin mübarek hayatıdır. Rabbinin terbiye ettiği yüce ahlak sahibi, canımızdan ziyade sevdiğimiz ve O’nu sevmekle Rabbimizin sevgisini kazanabileceğimiz sevgilinin, hayat hikâyesidir. Efendimiz aleyhisselam, Allah’a ve ahiret gününe iman eden ve Rabbini çokça zikreden müminlerin en güzel örneği, önderi ve rehberidir (Ahzab sûresi, 21). O, Kaf dağının ardında yaşayan bir masal kahramanı değil bizden içimizden biridir. O, babasını hiç görememiş bir yetim, annesini çölün ıssız bir köşesine gömmek zorunda kalan ve mezarı başında gözyaşı döken, henüz altı yaşında öksüz kalmış bir çocuktur. O mübarek yetim, anne ve baba sevgisinden mahrum yaşayanların gözlerinde canlanır. Geçinmek için dağlarda koyun güden kimsesiz bir çoban, dürüstlükten başka sermayesi olmayan genç bir tüccardır O. Hayatın zorluklarıyla mücadele eden ve ekmeğini taştan çıkaran yiğitlerin yüreğinde, O’nun sabrı ve direnci vardır. O, çevresindeki kötülük ve çirkinliklere karşı kendisini koruyan, bataklığın ortasında tertemiz kalabilmenin mücadelesini veren faziletli bir kimsedir. Asrın manevi çöküntüsüne güzel ahlakıyla meydan okuyanların ve gençliğini Allah yolunda harcayan müminlerin dayanağı, sığınağı ve ideali O’dur. Efendimizi bir yetim olarak bulup da himaye eden yüce Allah (Duha sûresi, 6), Kureyşin en zengin ve en temiz kadınını O’nun karşısına çıkarmıştır. Evlenmeye imkânı olmayan, evliliği aklından dahi geçiremeyen ahlak abidesi, herkesin evlenmek istediği ancak kapısından geri çevrildiği bir hanım efendiyle, Hz. Hatice’yle evlenmiştir. Allah Teâlâ kendisini seven ve sadece kendisine güvenen kullarını hiçbir zaman yalnız ve yardımcısız bırakmamıştır. O, hanımı Hatice’nin ardından gözyaşı döken ve ölünceye kadar onu hayırla yâd eden vefalı bir eş, çocukları kucağında vefat eden acılı bir baba, namazda omuzlarına çıkan torunlarını rahatsız etmemek için secdesini uzatan nur yüzlü bir dededir. O kızlarını ayakta karşılayan, torunlarını mescidin kapısında gördüğünde koşup onları kucaklayan, sarılıp bağrına basan, Medine’nin yetim çocuklarına öz babalarını aratmayan sevgi Peygamberidir. Efendimiz, oğulları Kasım ve Abdullah vefat ettiğinde çok üzülmüş, soyunun kesileceğini ve adının yok olmaya mahkûm olacağını söyleyenlere karşı sabır göstermiştir. Oğlu kadar çok sevdiği Zeyd bin Harise şehit düştüğünde hıçkıra hıçkıra ağlamış, kızları ve torunları gözleri önünde can vermiştir. Ömrünün son günlerinde üzerine titrediği ve çok sevdiği küçük yavrusu İbrahim can çekişirken Uhud dağına bakmış: “Ey Uhud dağı, şu yaşadığım acı ve ızdırabı sen taşıyamaz ve paramparça olurdun.” diyerek yüreğindeki yarayı ifade etmiştir. Ancak hiçbir zaman Rabbine isyan etmemiş, Uhud dağından çok daha güçlü olmanın mücadelesini vermiştir. Aradan geçen yıllar O’na ebter diyenleri tarihin karanlıklarına gömmüş, yetişen nesiller, minarelerden yükselen sesler Rabbini çok seven aziz Peygamberi hiçbir zaman unutmamıştır. Yavrularını, sevdiklerini, kendilerini hayata bağlayan şeylerini kaybedenler hep O’nu düşünmüş, Allah’tan geldik ve O’na döneceğiz demişlerdir. O, Allah’ın mesajını kullarına anlatan ve açıklayandır. “Siz ateşe düşmek istiyorsunuz, Ben ise kuşaklarınızdan tutup sizi korumaya çalışıyorum.” diyendir. Kendisine taş atanlara, dişlerini kıranlara ve işkence edenlere dua eden, onların bağışlanması için geceleri gözyaşı dökendir. O, bizim içimizden biri, sıkıntıya uğramamıza üzülen, bizim için endişe eden, bize şefkat ve merhamet gösterendir. O, “Ben sizin babanız gibiyim,” diyerek bizi kendisinden ayırmayan, omzunda kerpiç taşıyan, açlıktan midesine taş bağlayandır. O, Allah’ın üzerine yemin ettiği yüce hayatın sahibi, ilahi kelamın ete kemiğe bürünmüş halidir. O’nu sevmek, O’na tâbi olmak, O’nun davasını anlayabilmek, O’nun hayatını en güzel şekilde öğrenmekle mümkündür. Siyer-i Nebi, Rabbimizin rahmetine ve Efendimizin şefaatine ulaştıran pek mübarek bir ilimdir. Ashâb-ı Kiramı takip eden nesil, Efendimiz ve arkadaşlarının hayatını Kur’ân öğrenir gibi öğrenmiş ve çocuklarına titizlikle öğretmişlerdir. Zira O’nu tanımayan, mücadelesini bilmeyen kimseler pek çok hayırdan mahrum kalmıştır. Hz. Peygamber, vefat ettiği günün sabahında ayağa kalkıp namaz kılmakta olan ashâbını seyretti. Onların namaz kılışı ve cemaate verdikleri önem, O’nun gül yüzünü tebessümle doldurdu. Müslümanların aklında kalan son görüntü işte o gülümseme oldu. Siyerinebi.com, O’nun yüzündeki bu tebessümü bir nebze daha arttırmak üzere hazırlandı. Mutlu BİNİCİ Kaynakça: 1. İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 139t 2. Müslim, Fezâil 19; Rikâk 26. 3. Tirmizî, Edeb 82 4. Sünen-i Ebû Davûd, c. l, Hadîs No: 8. 5. Muvatta, Kıble 1. 6. Ahmed İbn-i Hanbel, II, 247, 250

Ekleme Tarihi: 27.01.2011 - 23:08
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Siyer-i Nebi Dersleri-1: Hz. İbrahim’in Duası

“İbrahim ve onunla birlikte olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır.”[1] O, ince ruhlu, yumuşak huylu, gözü yaşlı bir peygamberdir.[2] Bütün insanlığın atası, merhamet sahibi babası: O’dur.[3] “Allah’a teslim olup da iyilik yapan ve tüm kalbiyle İbrahim’in yolunu takip eden kimseden daha üstün kim olabilir? Allah, İbrahim’i kendisine dost edinmiştir.”[4] İbrahim, Rabbinin Halil’idir. İnsanlara daima iyilik eden, yaptıklarının karşılığını Rabbinden isteyen ve kimseden hiçbir şey beklemeyendir.[5] Kendini bilmezlerden başka, İbrahim’in dininden kim yüz çevirebilir? O, insanlığın lideri, ahiretin salihidir. Rabbi ona Müslüman ol dediğinde, o hemen, “âlemlerin Rabbine teslim oldum,” demiştir.[6] Babasını Allah’a davet eden, onun cehenneme gitmesine gönlü razı olmayan, gözyaşları içerisinde “Babacığım babacığım” diyerek Müslüman olması için yalvaran vefa ve merhamet sahibidir. Babasının azarlamasına, taşlayarak evinden kovmasına karşılık, babası için dua eden, hidâyete ermesi için Rabbine niyazda bulunan hayırlı bir evlattır.[7] Hiç babamız için dua ediyor muyuz? Onlar bizim için bunca çile çekerken, biz onlar için neler yapıyoruz? Sabah vakti babamızı namaza kaldırıyor muyuz? Okuduklarımızı, öğrendiklerimizi, Allah’ın kitabındaki âyetleri babamızla paylaşıyor muyuz? Babamız bir kusur işlediğinde onun için endişelenip tatlı bir dille onu uyarıyor muyuz? Sahi, biz babamızı gerçekten seviyor muyuz? İbrahim (as), kavminin içinde bulunduğu sapıklıktan rahatsızlık duyan, onların putlara tapmasından muzdarip olan ve onların hidayete ermesi için elinden geleni yapan, kameri, yıldızları, güneşi misal veren, sonra sözü Rabbine getiren ve O’na çağıran mükemmel bir davetçidir.[8] Halkını uyarmak, onları ateşin azabından korumak için putları kıran, kavmine doğru yolu göstermek için canını hiçe sayan fedakâr bir kahramandır.[9] O, zalim hükümdar Nemrud’un karşısına çıkarıldığında Hakkı haykırmış, muhataplarının delillerini en güzel bir şekilde çürütmüş eşsiz bir İslâm mücahididir. Ateşe atılırken en küçük bir endişe dahi hissetmeyen, canını kurtarmak için kimselere yalvarmayan, Rabbine sığınan, O’na tevekkül eden, kızgın ateşlerin yakamadığı mucize bir kimsedir.[10] Ben Rabbime gidiyorum diyerek yurdunu terk eden, diyar diyar dolaştığı hicret yollarında, hanımı ve yeğeninden başka kimsesi olmayan yalnız bir yiğittir.[11] Rabbinden bir evlat isteyen, bir oğlu olduğunda ise onu tevhid üzere kurulacak bir şehirde muvahhid bir neslin yetişmesi için çöllere terk eden, tevhid hareketinin merkezinin mimarı, akılların alamayacağı inanılmaz bir insandır.[12] Ömrümüzün sonlarında sahip olduğumuz biricik çocuğumuzu çöle terk edebilir miyiz? Ondan aylarca, yıllarca uzak kalabilir miyiz? Bu hadiseyi okurken ya da dinlerken Hacer’in ve oğlunun macerasını merak ediyoruz da, yaşlı bir adamın teslimiyetini ve duygularını neden hiç hesaba katmıyoruz? Gözünün nurunu, yaşlılığında kendisine verilen paha biçilmez armağanı, canının parçası oğlunu Allah için kurban etmeye gidene ve O’na Rabbinin rızası için itaat eden on üç yaşındaki sabır dolu çocuğa selam olsun.[13] Çocuklarının dünyalarını düşündükleri gibi ahiretlerini de hesaba katan, Onlara Allah ve Resûlü’nü anlatan, karanlık gecelerde namaza kaldıran ve bizim çocuğumuz da Rabbine davet eden güzel bir davetçi olsun diyen annelere ve babalara da selam olsun. Onlar oldukça İbrahim aleyhisselam’ın fedakârlığı unutulmayacak, O’nun tevhid mücadelesi var olmaya devam edecektir. İbrahim (as), âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olan, müminler için inşa edilen yüce mabedin, Kâbe’nin mimarıdır. İnsanları Allah’ın emriyle hacca, felaha ve rahmete çağırandır.[14] Binlerce yıldır insanlar, İbrahim’in davetine uymakta, yeryüzünün her köşesinden Kâbe’ye koşmaktadır. O, tek başına bir ümmet,[15] meşakkatli dünya imtihanını başarıyla aşmış, bütün müminlerin önderi olmuş yüce bir peygamberdir.[16] O, İslâm’ın sancaktarı, hayatı boyunca batılla mücadele etmiş bir tevhid sembolüdür. İbrahim (as) ailesi, Allah’ın (cc) mübarek kıldığı, milyarlarca müminin namazlarında duada unutmadığı pek bahtiyar bir ailedir. Ailenin babası Harran’da, Suriye’de, Filistin’de, Ürdün’de, Mısır’da ve Arap yarımadasında tevhid üzere nice şehirler kurmuş, Hakka dayalı bir medeniyet tesis etmek için ilerlemiş yaşına bakmadan köy köy, kasaba kasaba dolaşmıştır. Yeğeni Lut (as) Ürdün’de, oğlu İshak (as) Suriye ve Filistin’de, diğer oğlu İsmail (as) Mekke’de tevhid hareketinin lideri olmuştur. Yalnız başına ben ne yapabilirim sorusuna en güzel cevap İbrahim aleyhisselam’dır. “Hakka tapan bir hanif olan İbrahim’in dinine tabi ol. O hiçbir zaman Allah’a ortak koşanlardan olmadı.”[17] “Kitapta İsmail’i de an. Çünkü o sözüne sadık bir kimseydi. Resûl ve peygamberdi. Ailesine namazı ve zekâtı emrederdi. O, Rabbinin rızasına ermişti.”[18] Önceleri Hacer, Firavunun sarayındaki sayısız hizmetçiden sadece birisiydi. Sonra Allah’ın dostunun hanımı oldu. Bir gün kendisini kucağındaki yavrusuyla, uçsuz bucaksız bir çölde, kuş uçmaz kervan geçmez, kimselerin görmek istemediği, otun dahi bitmediği kayalık bir yerde belki de dünyanın en mütevazı yerinde buldu. Siyahi mütevazı kadın, mütevazı topraklarda ailesiyle birlikte Mekke şehrini kurdu. Hacer, Zemzemle ve Safa ile Merve arasında koşan müminlerin dillerindeki dualarla ölümsüzlüğe erdi. Mekke, İbrahim’in Kâbe’siyle, müminlerin sevgilisi, ilk fırsatta gidilen, her daim özlenen bir şehir oldu. Mütevazı olanlar Allah’ın (cc) kudretiyle yüceliğe ulaştı. Muhammed aleyhisselam işte bu ailenin çocuğudur. İbrahim (as) gibi Allah’a Halil olan bir kulun torunu ancak Allah’ın habibi olabilir. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail, Kâbe’yi inşa ettikleri sırada Rablerinden Muhammed aleyhisselam’ı istemişlerdir. “Rabbimiz içlerinden, onlara Senin âyetlerini okuyan, kitabı ve hikmeti öğreten, onları her türlü kötülükten arındıran bir peygamber gönder. Doğrusu güçlü ve hâkim olan yalnızca Sensin.”[19] Bir İslâm Peygamberi olan Efendimiz Hz. İsa, İsrail oğullarına O’nu müjdelemiştir.[20] Hz. İbrahim’in duası ve Hz. İsa’nın “Ahmed” diyerek müjdelediği peygamber, genç yaşında dul kalmış Kureyşli bir hanımın rüyalarını süslemektedir. Mutlu BİNİCİ [1] Mümtehine sûresi, 4. [2] Tevbe sûresi, 114. [3] İbrahim ismi Süryanice’de ‘merhametli baba’ manasına gelmekte olup İbranice’de de ‘insanlığın atası’ anlamını taşımaktadır. [4] Nisa sûresi,125. [5] Tecrid-i Sarih, IX, 102. [6] Bakara sûresi, 130-131. [7] Meryem sûresi, 41-45. [8] Enam sûresi, 74-83. [9] Enbiya sûresi, 51-67. [10] Enbiya sûresi, 67-71. [11] Saffat sûresi, 99; Ankebut sûresi, 26. [12] İbrahim sûresi, 37; Bakara sûresi, 128. [13] Saffat sûresi, 99-113;Hz. İsmail’in kurban edileceği sıradaki yaşı için bkz: İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, 290; Mevdudi, Tevhid Mücadelesi ve Hz Peygamberin Hayatı, 531. [14] Al-i İmran sûresi, 95-97; Bakara sûresi, 127. [15] Nahl sûresi, 120. [16] Bakara sûresi, 124. [17] Nisa sûresi, 123. [18] Meryem sûresi, 54. [19] Bakara sûresi, 129. [20] Saf sûresi, 6.

Ekleme Tarihi: 27.01.2011 - 23:10
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Siyer-i Nebi Dersleri-2: Bir Yusuf Misali –

Abdullah b. Abdülmuttalib Belki de Mekke’nin tüm genç kızları onunla evlenmek isterken, Abdullah kendisine eş olarak Âmine’yi seçti. Abdullah, çevresinde bir Yusuf misali hayranlık uyandıran, üzerine şiirler okunan, sevilen ve sayılan bir gençti. O, Abdülmuttalib’in oğluydu. Abdülmuttalib, Kureyşin güngörmüş efendisi, hürmet edilen bilgesiydi. Hz. İsmail’den hatıra kalan ve sonraları Cürhümiler tarafından gizlenen yeri belirsiz olan Zemzem kuyusunu o bulmuştu.[1] Mekkeliler, zemzemi bulduğu sırada onu tehdit etmişler, yalnız, kimsesiz, bir tek oğluyla güçsüz olduğunu söylemişlerdi. “Eğer bir gün on oğlum olursa, Rabbim için birisini kurban edeceğim.” dedi. Yıllar geçti, Abdülmuttalib’in on oğlu oldu. Sonra verdiği sözü hatırladı. Oğulları arasında kura çekti ve kurada çıkan Abdullah’ı kurban etmeye götürdü. Binlerce yıl önce yine aynı yerde İsmail (as) babasına nasıl itaat etti ise, Abdullah da hiç itiraz etmeden öylece itaat etti. Abdullah’ın kurban edileceğini duyanlar, şehri ayağa kaldırdı. Eğer o kurban edilirse bu bir âdet olur, insanlar her vesileyle çocuklarını kurban ederlerdi. Araya girildi, meselenin çözümü için Medine’ye kadar gidildi. Nihayet Abdullah’ın yerine yüz deve kesildi.[2] Sevgili Peygamberimiz bu olayı hatırlatarak kendisine “iki kurbanlığın oğlu” diye hitap edenlere, hem babasını hem de dedesi İsmail aleyhisselam’ı hatırlatanlara tebessüm etti.[3] Abdullah kurban edilmekten kurtulup evine giderken güzellik ve servet sahibi kadınlar, genç bir erkeği cezp edecek tekliflerle karşısına çıktılar. Hani Züleyha’nın teklifini reddeden Hz. Yusuf nasıl Allah’a sığındıysa, Abdullah da günah işlemekten işte öylece Rabbine sığındı.[4] Abdülmuttalib, Zühre oğulları kabilesinin lideri Vehb b. Abdimenaf’ın evine giderek kızını oğluna istedi. Abdullah, Vehb’in kızı Âmine ile evlendi. O vakitler, bir erkek evlendiğinde hanımının evinde üç gün kalırdı. Abdullah da öyle yaptı.[5] Mekke’de huzur dolu, nurlu bir yuva kurulmuştu. Âmine ve Abdullah pek bahtiyar olmuştu. Bir gün Abdullah evinden ayrıldı. Ticaret yapması, evini geçindirmesi lazımdı. Şam’a giden bir kervana katıldı. Şam uzak, yol uzun ve güçlüklerle doluydu. Henüz iki ay önce evlenen gençler, aylarca ayrı kalacaklardı. Kervan Şam’daki işlerini bitirip Mekke’ye dönmek üzere yola çıktığında Abdullah hasta düştü. Yolu tamamlayamayacağını, Mekke’ye varamayacağını anlayınca “Siz gidin, ben dayılarımın yanında Medine’de kalacağım.” dedi. Abdülmuttalib’in annesi Selma Medineliydi. Oğlu Abdullah da hastalanınca Medine’ye sığındı. Kervan Mekke’ye ulaşıp genç Abdullah’ı getiremediğinde Haşimoğullarının yurduna ama ille de Âmine’nin yüreğine hüzün çöktü. En sevdiği oğlunun hastalığını öğrenen Abdülmuttalib, büyük oğlu Haris’i Medine’ye, dayılarının yurduna gönderdi. Haris, kuş olup Medine’ye uçtu ama takdirin önüne geçemedi. Abdullah ölmüş, Adiy b. Neccar oğullarından Nabiğanın bahçesine gömülmüştü. Kardeşini değil onun ölüm haberini Mekke’ye getiren Haris’in sözleri, yaşlı babasını, ailesini ama ille de Âmine’yi hüzne boğdu.[6] Genç kadın, kocası için günlerce gözyaşı döktü, okuduğu mersiyelerle onun ne kadar merhametli ve cömert olduğunu ve onu ne kadar sevdiğini söyledi.[7] Abdullah, vefat ettiğinde belki on sekiz[8] belki de yirmi beş yaşındaydı.[9] Geride kalanlara Ümmü Eymen adlı bir cariye, beş deve, birkaç koyun, bir kılıç ve biraz gümüşten başka hiçbir dünyalık bırakmadı.[10] Ama bıraktığı bir hatıra var ki onunla yeryüzü selamet buldu. Genç yaşında gurbet diyarlarda can veren Kureyşli hiçbir vakit unutulmadı. Mutlu BİNİCİ [1] İbn Hişam, Sîre, I, 151-154;İbn Sa’d, Tabakat I, 83. [2] İbn Hişam, a.g.e., I, 164; Yakubî, Tarih, I, 252. [3] Hakim, Müstedrek, II, 604. [4] İbn Hişam, a.g.e., I, 164; Süheyli, Ravzu’l-Unuf, II, 141. [5] İbn Sa’d, a.g.e., I, 95. [6] İbn Sa’d, a.g.e., I, 99. [7] İbn Sa’d, a.g.e., I, 100. [8] Zürkanî, Şerhu’l-Mevahib, I, 109. [9] İbn Sa’d, a.g.e., I, 99; İbn Esîr, el-Kamil, I, 10. [10] İbn Esîr, Üsdü’l-Ğabe, I, 21.

Ekleme Tarihi: 27.01.2011 - 23:11
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Siyer-i Nebi Dersleri-3: Fil Vakası

Haşimoğullarının genç yaşta dul kalan gelini, Abdullah’ın yetiminin doğumunu beklediği sırada Kâbe ve çevresi putlarla doldurulmuştu. Mekke zulmün, Kâbe ise şirkin esiri olmuştu. Oysaki Mekke, Nemrutlarla, Firavunlarla savaşmış mücahit bir peygamberin şehri, Kâbe ise tevhid inancının sembolü, Allah’ın evi ve İbrahim’in hatırasıydı. Şimdi ise Nemrutlar Mekke’ye egemen olmuş, Kâbe put haneye dönüşmüştü. Arap yarımadasının dört bir yanından insanlar her mevsim Mekke’ye geliyor, Kâbe ve çevresindeki putlarını ziyaret ediyorlardı. Mekke yakınlarında panayırlar kuruluyor, yarımadanın ticari ve kültürel hayatı burada şekilleniyordu. Kureyş kabilesi ise bu durumdan en iyi bir şekilde yararlanıyor, ekonomik gücünü sürekli arttırıyordu. Kâbe’nin Mekke ve Kureyşlilere sağladığı ayrıcalık o sırada Habeşistan’ın Yemen valisi olan Ebrehe’yi rahatsız etti. Ebrehe, Kâbe hakkında yaptığı araştırmada onun dört duvardan ibaret basit bir bina olduğunu öğrenmiş, Kâbe’ye alternatif muhteşem bir bina yapmaya karar vermişti. Ebrehe, gerek Habeşistan hükümdarının gerekse Bizans İmparatorunun yardımıyla başkent Sana’da Kulleys adında ihtişamlı bir kilise inşa etti. Araplar artık Kâbe’ye değil Kulleys’e gelecek, Mekke değil Yemen zenginleşecek, yarımadanın sermayesi Ebrehe’nin eline geçecekti. Ayrıca herkes kısa zamanda Hıristiyan olacaktı. Arap yarımadasının her köşesine elçiler gönderildi, haberler salındı. Kulleys’in ihtişamı, Ebrehe’nin dillere destan kudreti anlatılarak bütün Araplar Yemen’e davet edildi. Ancak Arapların bu davete tepkisi hiç de Ebrehe’nin umduğu gibi olmadı. Araplardan bazıları gizli gizli Kulleys’e giriyor, orayı kirletiyor, hayvan leşleriyle dolduruyorlardı. Nihayet Kureyşli bazı gençler Kulleys’i yakmaya dahi teşebbüs etti. Olup bitenleri öfkeyle takip eden Ebrehe, Kulleys’e ve kendisine yapılan hakaretlere karşılık Kâbe’yi yıkmaya karar verdi. Kâbe var oldukça yaptığı binanın hiçbir kıymeti olmayacak, Ebrehe amacına ulaşamayacaktı. Bu sebeple Arapları tahrik etmiş, onların öfkeyle Kulleyse yaptıklarını, Kâbe’yi yıkma arzusuna bahane göstermişti.[1] Habeşistan hükümdarının gönderdiği filler ve askerlerle güçlenen Ebrehe, ordusunun başında Mekke’ye doğru harekete geçti. Altmış bin askerin önünde on üç tane fil bulunuyor, hiçbir gücün bu orduya zarar verebileceğine ihtimal verilmiyordu. Bazı Arap kabileleri ataları Hz. İbrahim’in mirasını korumak üzere harekete geçmiş ancak hiçbir varlık gösteremeyip esir alınarak canlarını zor kurtarmışlardı.[2] Ebrehe’nin ordusu Taif önlerine geldiğinde şehirde yaşayan Sakif kabilesi, Kâbe’den çoktan vazgeçmiş, putları Lat’ı korumanın derdine düşmüştü. Ebrehe’yi memnun etmek amacıyla onu en kısa yoldan Kâbe’ye ulaştıracak bir kılavuz vermişlerdi. Ne var ki Ebû Riğal isimli kılavuz Mekke yakınlarındaki Muğammis denilen yerde vefat etti. Araplar yüzyıllar boyunca zavallı adamın mezarını taşa tutmuşlardı.[3] Ebrehe’nin ordusu Mekke’ye yaklaştığında öncü birlikleri, Kureşlilerin mallarına, develerine el koydular. Efendimizin dedesi Abdülmuttalibin de iki yüz devesini aldılar. Kureyşliler yaklaşan felaketi görüyor ama ellerinden hiçbir şeyin gelemeyeceğini de biliyorlardı. Nihayet Ebrehe’nin elçisi Hunata el-Himyeri Mekke’ye girerek hükümdarın mesajını Kureyşlilere iletti. Ebrehe, Mekke halkına dokunmayacak, Kâbe’yi yıktıktan sonra şehri terk edecekti. Elçi, Mekkelilerin lideri olan Abdülmuttalib’le görüştükten sonra onu Ebrehe’nin yanına götürerek huzura çıkardı. Kureyş lideri Abdülmuttalib ilerlemiş yaşına rağmen görenleri kendisine hayran bırakan heybet dolu, yakışıklı bir kimseydi. Ebrehe, onu gayet iyi karşılamış ve bir isteği olup olmadığını sormuştu. Abdülmuttalib, askerlerin iki yüz devesine el koyduklarını belirterek develerin kendisine geri verilmesini istedi. Onun bu sözlerine çok şaşıran Ebrehe, hayretini şu sözlerle iade etti: “Seni ilk gördüğümde heybetin beni çok etkilemişti. Ancak bu sözlerin seni gözümden düşürdü. Atalarının mabedinin yıkılmaması için bana yalvarman gerekirken sen develerinin derdine düşmüş, onları istiyorsun.” Abdülmuttalib’in bu sözlere cevabı oldukça sert ve kesin oldu: “Ben develerimin sahibiyim. Develerimi istiyorum. Kâbe’ye gelince; onun sahibi Allah’tır ve Allah evini kesinlikle koruyacaktır.”[4] Bu sözler ancak yüreği iman dolu bir kimse tarafından söylenebilir ki Efendimizin dedesi işte böyle bir kimsedir. Abdülmuttalib, Ebrehe’yi Kâbe’yi yıkmaması için ikna etmeye çalışıp, ona çeşitli tekliflerde bulunduysa da herhangi bir sonuç alamadan Mekke’ye geri döndü. Kureyşlilere; kendilerini korumalarını, çevredeki vadi ve dağlara sığınmalarını emretti. Kâbe’de Kureyşlilerin ibadet ettikleri 360 tane put vardı ama hiçbir Kureyşli onlara yalvarmıyor, başlarındaki felaketten kurtarması için Allah’a dua ediyorlardı. İnsanlar Kâbe’nin sonunu izlemek amacıyla dağların başına gittikleri vakit, Abdülmuttalib Kâbe’nin kapısına yapışarak şöyle dua etti: “Ya Rab, bir kul dahi kendi evini korur. Sen de beytini koru. Ya Rab, onlara karşı ümit bağladığım Senden başka hiçbir kimsem yoktur. Sen onlardan kendi beytini koru. Bu evin düşmanı Senin de düşmanındır. Onları beytini yıkmaktan alıkoy.”[5] Ebrehe ve askerleri bütün hazırlıklarını tamamlayıp Mekke’ye girecekleri sırada, merhameti her şeyi aşmış olan Rabbimiz onlara son bir fırsat daha verdi. Ordunun önünde bulunan ve Kâbe’yi yıkacak olan büyük fil durarak yere çöktü. Fili ayağa kaldırmak için çok uğraştılarsa da fayda etmedi. File baltalarla, mızraklarla işkence ettilerse de fil kıpırdamadı. Filin yönünü güneye çevirdiklerinde fil kalkıp koşuyor, Kâbe’ye yönelttiklerinde ise fil hareket dahi etmiyordu.[6] Yemenden Kâbe’ye kadar gelmiş bir hayvanın bu şekilde durmasının bir sebebi olduğunu düşünebilselerdi, Ebrehe ve askerleri helak olmaktan belki de kurtulacaklardı. Ancak kendisine çok fazla güvenen insanlar etraflarında yaşananlardan hiçbir ders almazlardı. Fili hareket ettiremeyen Habeş ordusu kısa bir süre sonra ilahî azapla, büyük felaketle karşılaştı. Kızıldeniz tarafından gelen Ebabil kuşları attıkları taşlarla Yemen ordusunu perişan etti. Her kuş biri gagasında, ikisi de ayaklarında üçer taş taşıyordu. Kuşların attıkları taşlar askerlerin vücutlarını parçalıyor, Habeş ordusu Yemen’e doğru kaçmak için çabalıyordu. Ama Allah’tan nasıl kaçılabilirdi? Ebrehe de atılan taşlar sebebiyle yaralanmış, güçlükle Yemene ulaşabilmiş ve burada zavallı bir halde yok olup gitmiştir.[7] Kur’ân-ı Kerim, Fil ashabını ve onların ibret dolu sonunu şu şekilde anlatmaktadır: “Rabbinin fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine pişirilmiş çamurdan taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderdi. Nihayet onları hayvanlar tarafından yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı.”[8] Fil vakasından sonra Mekke ve Kâbe’nin kıymeti, Arapların nezdinde daha da artmıştır. Kâbe’nin Allah tarafından korunması sebebiyle Kâbe çevresinde yaşayan Kureyş kabilesi, Ehlullah ve Carullah olarak nitelendirilerek yarımada halkı tarafından sevgi ve itibar görmüşlerdir.[9] Kureyşliler, Fil vakasından ciddi şekilde etkilenmişlerdir. Onların bu olay sebebiyle yedi ya da on yıl Allah’tan başkasına ibadet etmedikleri ve putları terk ettikleri rivayet edilmektedir. Yeryüzünün en kuvvetli orduları ve en güçlü silahları dahi Allah (cc)’nin koruması altında bulunanlara hiçbir zarar veremez. Altmış bin kişilik düzenli bir ordu, önlerinde kurşun dahi işlemeyen filler olduğu halde, hiçbir savunması olmayan Kâbe’yi yıkmaya güç yetirememiş, Rabbimiz gökten indirdiği ordularla değil, bildiğimiz kuşlar vesilesiyle onları mahvı perişan etmiştir. Ateşlerin yakamadığı Peygamberin hatırasına Ebrehe’nin gücü nasıl yetebilir? Efendimiz aleyhisselam, Fil Vakasından 50-55 gün sonra yeryüzüne teşrif buyurdu.[10] O’nun büyüyüp yetişeceği toprakları hangi güç işgal edebilir? Ebrehe’nin ordusu Muhammed’in (as) annesinin yüreğine nasıl korku salabilir? Fil vakası Kureyş kabilesine değil gerçekte Efendimize verilen bir ikramdır. O’nun veladetinin müjdecisidir. Hz. Musa, doğduğunda Rabbimiz onu muhafaza etti. Musa kendisini öldürmek isteyen Firavun’un sarayında yaşadı. Efendimiz İsa aleyhisselam, İsrailoğullarının karşısına çıkan annesi Meryem’i korumak üzere kundakta iken konuştu. Rabbimiz onları birçok mucizeyle destekledi. Muhammed aleyhisselam’a gelince mucizeler o daha doğmadan geliyor, Âlemlerin Rabbi O’nun hatırına Ebrehe ve askerlerini yerin dibine geçiriyordu. Fil ordusu yok olmuş, ömrünün son günlerinde mucizelere şahit olmuş nurlu bir dedenin, gözyaşları kurumayan Âmine’nin beklediği daha büyük bir mucize yaklaşmıştı. Bir aydınlık beliriyor, Busra saraylarının ışıkları görülüyor, sahibi meçhul bir ses Muhammed Muhammed diye haykırıyordu.[11] Âmine Muhammed’i, âlemler Muhammed’i bekliyordu. Mutlu BİNİCİ [1] İbn Hişam, Sîre, I, 45; Süheyli, Ravdu’l-Unuf, I, 115. [2] Süheyli, a.g.e., I, 116; A. Lütfi Kazancı, “Ebrehe”, DİA, X, 79. [3] Ezraki, Ahbaru Mekke, I, 142. [4] İbn Sa’d, Tabakat, I, 92; İbn Esîr el-Kamil, I, 444. [5] Süheyli, a.g.e., I, 121; İbn Kesîr, el-Bidaye, II, 173. [6] İbn Hişam, a.g.e., I, 52; Beyhaki, Delail, I, 99. [7] İbn Hişam, a.g.e., I, 52; Süheyli, a.g.e., I, 123; Ezraki, I, 147. [8] Fil sûresi, 1-5. [9] İbn Hişam, a.g.e., 57; Mustafa Fayda, Fil Vakası, XIII, 70. [10] İbn Habib, el-Muhabber, 10. [11] İbn Sa’d, a.g.e., I, 102.

Ekleme Tarihi: 27.01.2011 - 23:12
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Siyer-i Nebi Dersleri-4: Efendimizin Doğumu

Allah (cc)’ın ve meleklerin medhettiği,[1] Rabbimizin hayatı üzerine yemin ettiği,[2] âlemlere rahmet olarak gönderdiği,[3] yüce ahlak sahibi,[4] içimizden birisi, canımızdan daha sevimlisi,[5] bizi pek seven, üzerimize titreyen, şefkat ve merhamet dolu Efendimiz,[6] uyarıcımız, müjdecimiz,[7] en güzel örneğimiz,[8] Allah’a davet eden nur yüzlü kandilimiz,[9] Âdemoğulları’nın önderi Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam, Fil Vakası’ndan 50-55 gün kadar sonra Halil olan dedesi İbrahim’in kurduğu şehirde, Mekke-i Mükerreme’de dünyaya geldi.[10] Pazartesi Günü Peygamberimiz, pazartesi gecesi sabaha yakın bir saatte yeryüzüne teşrif etti.[11]Arkadaşlarından birisi pazartesi günü oruç tutmanın önemini sorduğunda Allah Resûlü şu cevabı vermiştir: “O gün, benim doğduğum ve vahyin bana inmeye başladığı gündür.”[12] Allah Resûlü genel kabule göre Rebiyülevvel ayının 12. gecesi doğmuştur. Bununla birlikte Efendimizin doğum tarihini belirlemeye çalışan Mısırlı astronomi âlimi Mahmut Felekî, Peygamberimizin oğlu İbrahim’in vefat ettiği günü meydana gelen güneş tutulmasından hareketle 20 Nisan 571 (9 Rebiyülevvel) tarihini tespit etmiş, Muhammed Hamidullah ise Cahiliyye Arapları arasında uygulanmakta olan Nesî Takvimini dikkate alarak 17 Haziran 569 tarihine ulaşmıştır.[13] Kutlu Doğum Peygamberimizin doğumu sırasında Osman b. Ebi’l-Âs’ın annesi Fâtıma binti Abdullah ve Abdurrahman b. Avf’ın annesi Şifâ Hatun, Hz. Âmine’nin yanında bulunmuş, yeryüzünün bu en kutlu doğumuna nezaret etme şerefine nail olmuşlardır.[14] Allah Resûlü’nün doğduğu gece olağanüstü pek çok hadisenin gerçekleştiği rivayet edilmektedir. Buna göre İran hükümdarının sarayının on dört burcu yıkılmış, İranlıların taptıkları ve bin yıldan beri yanmakta olan ateşleri sönmüş, Sâve gölü kurumuş, Semâve nehri taşmış, Kâbe’de bulunan putlar yüzüstü yere düşmüş, birçok Yahudi ve Hıristiyan âlimi o gece Ahmed aleyhiselam’ın yıldızının doğduğunu ifade etmiştir. Ancak bu hadiselerin önemli bir kısmı ilk dönem siyer ve hadis kaynaklarımızda yer almamakta olup bu rivayetlere ihtiyatla yaklaşılması gerekmektedir.[15] Efendimizin Ailesi Efendimizin babası Abdullah b. Abdülmuttalib, Kureyş kabilesinin Hâşimoğulları koluna mensup olup ticari bir seyahatin dönüşü sırasında rahatsızlanmış ve oğlunu göremeden, yirmi beş yaşında Medine’de vefat etmiştir.[16]Abdullah’ın babası Mekke’nin bilge lideri Abdülmuttalib b. Haşim, annesi ise Fatıma binti Amr’dır.[17] Peygamberimizin annesi, yine Kureyş kabilesinin önde gelen ailelerinden birisi olan Zühreoğulları’nın lideri Vehb b. Abdümenaf’ın kızı Âmine’dir. Âmine’nin annesi ise Berre binti Abdüluzza’dır.[18] Allah Resûlü, atası İbrahim aleyhisselam’ın duası,[19] kardeşi İsa aleyhisselam’ın müjdesi[20] ve annesi Âmine’nin rüyasıdır. Hz. Âmine, hamileliği sırasında bir rüya görmüş; rüyasında kendisinden bir nur çıktığını, bu nurun aydınlığıyla Şam ve Busrâ saraylarını seyrettiğini, bir oğlunun olacağı müjdesiyle adını Muhammed ya da Ahmed koymasının tavsiye edildiğini söylemiştir.[21] Dedesinin Kucağında Efendimizin dünyaya gelmesi üzerine annesi Âmine, Kureyş lideri Abdülmuttalib’e haber göndererek bir oğlunun olduğunu müjdelemiştir. Kâbe’nin yanında Hicr’de bulunan Abdülmuttalib, oğullarıyla birlikte Muhammed aleyhisselam’ı görmeye gitmiş, Efendimizi kucağına alarak Kâbe’ye götürmüş, çok sevdiği oğlu Abdullah’ın vefatından sonra kendisine bu erkek çocuğunu nasip eden Allah’a şükretmiştir. Âmine, hamileliği esnasında yaşadığı olağanüstü halleri ve oğlunun adının Muhammed olması gerektiğini de Abdülmuttalib’e haber vermiştir.[22] Efendimizin amcası Hz. Abbas, yıllar sonra bu tatlı hadiseyi Müslümanlara anlatmış; annesi ile birlikte Âmine’nin yanına gittiklerini, Muhammed aleyhisselam’ın ayaklarının döşeğine vurduğunu bugün gibi hatırladığını ve kendisinin Efendimizi öptüğünü söylemiştir. Abdülmuttalib, sevgili torununun doğumunun yedinci gününde O’nu sünnet ettirmiş, kurbanlar kestirerek Mekke halkına ziyafet vermiş ve torununun adının Muhammed olduğunu ilan etmiştir. Kureyşliler, ataları arasında “Muhammed” isimli bir kimsenin olmadığını hatırlatarak neden bu ismi tercih ettiğini sorduklarında ise onlara şu cevabı vermiştir: “Hem yerdekilerin hem de göktekilerin O’nu övmesini istedim.”[23] Efendimizin İsimleri Allah Resûlü şöyle buyurur: “Benim beş ismim vardır. Ben Muhammed’im. Ben Ahmed’im. Ben Mâhî’yim; Allah, küfrü benimle yok edecektir. Ben Hâşir’im; insanlar kıyamet günü benim peşimden dirileceklerdir. Ben Âkıb’im; Benden sonra peygamber gelmeyecektir.”[24] O, herkesin ve tüm peygamberlerin kendisine tabi olduğu Mukaffî’dir. O, rahmet ve tevbe peygamberidir. O, cihadın peygamberi, kıyamet günü enbiyanın önderi ve insanlığın şefaatçisidir.[25] Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de, Efendimizi dört kez Muhammed ismiyle,[26] bir kez de Ahmed ismiyle zikretmiştir.[27]Ahmed, hem Allah’ı en çok öven, hem de kullar arasında en çok övülen kimse anlamına gelir. Efendimizden önce hiç kimseye Ahmed ismi verilmemiştir.[28] Bir ömür boyu Rabbini öven, geceleri gözyaşları içinde Rabbini zikreden, gündüz olduğunda Allah’ın dinini yüceltmek için kapı kapı dolaşan, savaş meydanlarında canını ortaya koyan sevgili Peygamberimiz; Seni Allah (cc) Kitabı’nda övmüş, Müslümanlar anne babalarından, çocuklarından daha çok Seni sevmiş, Senin davan için canlarından vazgeçmiştir. Ahmed ve Muhammed isimleri hiç kimseye Senin kadar yakışmamıştır. Mutlu BİNİCİ [1] Ahzab sûresi, 56. [2] Hicr sûresi, 72. [3] Enbiya sûresi, 107. [4] Kalem sûresi, 4. [5] Ahzab sûresi, 6. [6] Tevbe sûresi, 128. [7] Ahzab sûresi, 45. [8] Ahzab sûresi, 21. [9] Ahzab sûresi, 46. [10] İbn Hişam, Sîre, I, 167; İbn Sa’d,Tabakat, I, 100-101. [11] İbn Abdilber, el-İstîâb, I, 19; Süheyli, Ravdu’l-Unuf, II, 98. [12] Müslim, Sıyam 197. [13] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 784-793; Kasım Şulul, Hz. Peygamber Devri Kronolojisi, 100-107. [14]İbn Sa’d, a.g.e., I, 102; İbn Seyyidinnas,Uyunu’l-Eser, I, 40; Süheyli, a.g.e., II, 148. [15] Beyhaki, Delâil, I, 104-106; Taberi, Tarih, II, 247. [16] İbn Sa’d,a.g.e., I, 99; İbn Esîr, el-Kamil, II, 10. [17] İbn Sa’d, a.g.e., I,93. [18] İbn Hişam, a.g.e., I, 156. [19] Bakara sûresi, 129. [20] Saff sûresi, 6. [21] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 127-128; İbn Sa’d, a.g.e., I, 102. [22] İbn Hişam, a.g.e., I, 159; İbn Sa’d, a.g.e., I, 103. [23] Beyhaki, a.g.e., I, 93; İbn Esîr, Usdü’l-Ğâbe, I, 21. [24] Buharî, Menâkıb 17; Müslim, Fezâil 124. [25] Müslim, Fezâil, 126. [26] Âl-i İmrân sûresi, 144; Ahzâb sûresi, 40; Muhammed sûresi, 2; Fetih sûresi, 29. [27] Saff sûresi, 6. [28] Mustafa Fayda, “Ahmed”, DİA, II, 29.

Ekleme Tarihi: 27.01.2011 - 23:14
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Siyer-i Nebi Dersleri-5: Bu Ayrılık Sevgidendir

Bir anne için çocuğu, dünyanın en güzel ve en önemli varlığı, Allah’ın kendisine bahşettiği en tatlı armağanıdır. Aylar süren sıkıntılar ve dayanılmaz sancılardan sonra doğum yapan bir kadının, yavrusunu kucağına aldığında yaşadığı mutluluğu tarif etmek herhalde mümkün değildir. Doğumdan sonra başlayan ve çok daha uzun süren, çocuğun yetişme dönemi ise anne için pek çok fedakârlığı, uykusuz geceleri ve sayısız endişeleri beraberinde getirir; ancak hiçbir anne yaşadığı onca sıkıntıya rağmen yavrusunu terk etmeyi, ona olan ilgisini ve sevgisini azaltmayı hatırına dahi getirmez. Zira Allah Celle, annelere sınırsız bir sevgi ve merhamet vermiştir. Hz. Âmine Anneler içinde Âmine’nin yeri bambaşkadır. Zira Efendimiz, Âmine’nin yalnızca çocuğu değil, aynı zamanda genç yaşta vefat eden kocası Abdullah’ın aziz bir hatırası, onu hayata bağlayan, hayatı onun için anlamlı kılan yegâne varlığıdır. Henüz on yedi-on sekiz yaşlarında dul kalan ve yeniden evlenmeyi düşünmeyen genç kadının varı yoğu sevgili yavrusudur. Ancak o günkü şartlar Âmine’yi çocuğundan ayrılmaya, yalnız ve tesellisiz kalmaya, yıllar boyu bambaşka diyarlarda başka insanların arasında yaşayacak olan yavrusunun hasretiyle yanmaya mecbur eder. Ayrılık Âmine için dayanılması pek güç bir fedakârlık, sabredilmesi imkânsız gibi gözüken derin bir acıdır. Çölde Yetişen Bir Gül Cahiliyye devrinde Mekke’nin önde gelenleri, yeni doğan çocuklarını çölde yaşayan sütannelere verirler. Zira Mekke’nin havası oldukça ağır olup yeni doğan çocuklar için elverişli değildir. Çöl ise hem daha temiz hem daha sağlıklıdır. Çölde büyüyen çocuklar, çok daha sağlam ve güçlü bir bünyeye sahip olurlar. Ayrıca Arapçayı en saf ve en güzel şekilde konuşanlar, çöldeki bedevîlerdir. Özellikle Hevazinli Beni Sa’d kabilesi mensupları Arapçanın bütün lehçelerini en güzel şekilde kullanırlar. Onların arasında konuşmaya başlayan bir çocuk, saf ve düzgün bir dile sahip olur. Şehrin bunaltıcı ortamı yerine uçsuz bucaksız çöllerde yetişen çocuklar, hayata daha özgür ve daha sağlıklı bir şekilde bakarlar. Âmine bütün bu sebeplerle yavrusunu sütanneye vermek ve O’nu en güzel bir şekilde geleceğe hazırlamak ister. Onun, Efendimizden ayrılığı, O’na olan sınırsız sevgi ve şefkatindendir. Sevgi bazen fedakârlığı bazen de ayrılığı gerektirir; zira ayrılmayı göze alacak kadar sevenler, sevmenin hakkını verenlerdir. Bir anne için, biricik yavrusunu O’nun geleceği için terk etmek, günümüz insanının anlayamayacağı bir fedakârlık tablosudur. Süveybe Annesi, Efendimizi sadece birkaç gün emzirmiştir. Âmine’den sonra Peygamberimizi, amcası Ebû Leheb’in cariyesi olan Süveybe Hatun kısa bir süre emzirir. Süveybe ayrıca Efendimizin amcası Hamza’yı ve ileride ashâbının önde gelenlerinden biri olacak olan Ebû Seleme’yi de emzirmiştir. Bu münasebetle Peygamberimiz, amcası Hz. Hamza ve Ebû Seleme ile sütkardeşi olmuştur.[1] Peygamber Efendimiz, Süveybe Hatun’u ömrü boyunca unutmamış, ona derin bir vefa göstermiştir. Süveybe’ye hediyeler sunmuş, harçlıklar vermiş, Medine’ye göç ettikten sonra dahi onu ihmal etmemiş, kimsesiz bırakmamıştır. Hayber Savaşı’ndan döndüğü sırada Süveybe’nin öldüğünü öğrenince gözleri yaşarmış, oğlu Mesruh’un da vefat ettiğini söylediklerinde kalan akraba ve yakınlarını araştırmıştır.[2] Yalnızca birkaç gün kendisini emziren bir kadına ömrü boyunca vefa gösteren Peygamberimizin bu hali, yıllar boyu kendilerine hizmet eden annelerine dönüp bakmayan, onlara sıcak bir tebessüm dahi göstermeyen biz Müslümanlara çok şey anlatmaktadır. Süveybe’nin, Efendimizi emzirdiği günlerde Abdülmuttalib, sevgili torunu için sütanne aramakta, çölün bahtiyar kadını ise Muhammed’e ulaşmak için macera dolu bir yolculuktan sonra Mekke’ye girmektedir. Hz. Halime O yıl, Sa’d b. Bekiroğulları’nın yurdu şiddetli bir kıtlığa ve kuraklığa maruz kalır. İnsanlar bir damla yağmurun hasretiyle yanar. Fakirlik dayanılmaz bir boyuta vardığında, kabilenin yeni doğum yapmış kadınları eşleriyle birlikte Mekke’ye doğru yola çıkarlar. Bu kabilenin kadınları yılda iki kez Mekke’ye gelir ve yeni doğan çocuklara sütannelik yapmak için kendi yurtlarına götürürler. Mekke’nin asil bir ailesinin çocuğunu emziren kadın, hem belli bir ücret almayı hem de Kureyş’in varlıklı bir ailesine akraba olmayı hak eder. Sonraki yıllarda Kureyş’in zengin ve itibarlı bir liderinin sütannesi olmak çölde yaşayan bir kadın için oldukça önemlidir. Halime bint Ebî Züeyb, emzirecek zengin bir çocuk bulma hayaliyle yola çıkan on kadından birisi ve en çilelisidir. Zira bindiği zayıf ve çelimsiz hayvan çok ağır hareket etmekte, yanlarında götürdükleri yaşlı dişi deve ise âdeta hiç süt vermemektedir. Karnını doyuramayan Halime’nin sütü, oğlu Abdullah’a yetmeyince, kadıncağız çocuğunun açlığına ve ağlamasına çare bulamaz. Halime, kafilenin hızla ilerleyişini ve gözden kayboluşunu acıyla izler. Kocası ve yavrusuyla yolda yalnız kalan kadın, arkadaşlarının zengin ailelerin çocuklarını paylaşacaklarını ve kendisinin belki de eli boş bir şekilde evine döneceğini düşünür. Üzüntüsü bir kat daha artan Halime yine de yoluna devam eder. Benî Sa’d b. Bekir kabilesinin kadınları, Allah’ın sevgilisi ve Âmine’nin yetimini emzirmeyi, O’na annelik etmeyi kabul etmezler. Babası olmayan bir çocuğun fakir annesi ya da dedesi onlara ne verebilir? Henüz doğmadan evvel babasını kaybeden, babasıyla birlikte – cahiliye devri anlayışına göre- geleceğini de yitiren bir çocuk sütannesine ve ailesine ne kazandırabilir? Matem rüzgârlarının üzerine üzerine estiği bir yetimin yanında durmak akıl kârı değildir. Hüzün Dolu Bir Kadın Kureyş’in bilge lideri, yaşlı ve heybetli önderi Abdülmuttalib, sevgili yavrusuna, biricik torununa sütanne bulamamanın üzüntüsüyle Mekke sokaklarında yürürken, yüzü hüzünle dolu bir hanımefendiyle, Halime ile karşılaşır. Gün boyu emzirebileceği bir bebek arayan kadın, akşam olduğunda hiç çocuk kalmadığını anlamış, umutları suya düşmüştür. Abdülmuttalib torununu kabul etmesini Halime’ye teklif ettiğinde Halime tereddüt eder. O buraya kıtlığın, fakirliğin pençesinden kurtulmak, zengin bir ailenin himayesinde rahat bir nefes almak için gelmiştir. Bu çocuğu alıp götürdüğünde bu durumun ne kendisine ne de karnını doyurabileceğine kanaat getirebildiği yetime faydası olacaktır. Abdülmuttalib’e kesin bir cevap veremez. Durumu kocası Hâris’e anlatır. Köyüne eli boş dönüp alay konusu olmaktansa bu yetimi götürmek istediğini söyler. Hâris, hanımına destek olur. Belki de bu yetim sayesinde evlerine, yuvalarına bereket ihsan olunur. Halime, Abdülmuttalib’e gider, teklifini kabul ettiğini, çocuğa sütannelik yapacağını söyler. Yaşlı dede sevinç içerisinde, Halime’yi Âmine’nin evine, Muhammed’i görmeye götürür. Muhammed beyaz bir kumaşa sarılmış uyumaktadır. Altında yeşil ipek bir örtü vardır. Halime, yeryüzünün en güzel bebeğini gördüğünde yüreği duracak gibi olur. Arkadaşlarının görmek istemediği, kendisinin de zoraki kabul ettiği çocuk bu mudur? Âlemlerin en büyük hazinesi, dünyanın en güzel şeyi Halime’nin kucağındadır. İki kaşının ortasından öptüğünde Muhammed’in gözleri açılır, Halime’ye bakar ve tebessüm eder. Halime kocasının yanına Muhammed Mustafa ile döner. Bu böyledir. Üç beş kuruşa pazarlarda satılan Yusuf, Mısır’a hükümdar olur. Zavallı kadınların tenezzül etmediği Muhammed, âlemlere rahmet olur. Misafirlerin En Yücesi Halime Muhammed’i emzirmek istediğinde göğsünün sütle dolu olduğunu hisseder. Hem Muhammed hem de oğlu Abdullah doyasıya süt emmiş, karınlarını doyurmuş ve uyumuşlardır. Kocası Hâris yaşlı ve cılız deveyi bir başka görür o gece. Deveden sağılan süt, Hâris’in de Halime’nin de karnını doyurur. O gece ilk defa mutlu ve huzurlu bir uyku çekerler. Gecenin son sözü Hâris’in dudaklarından dökülür: “Vallahi ey Halime, bu çocuk yuvamıza hayır ve bereket getirmiştir.”[3] Bütün çocuklar güzel, bütün çocuklar hayırlı ve bereketlidir. Mesele çocuğa sevgi ve merhamet nazarıyla bakmak, o çocuğun yüce Allah’ın değerli bir emaneti olduğunu bilmektir. Yeryüzünün en ücra köşesinde anasız babasız büyüyen siyah renkli çocuk, aslında yetim bir Peygamberin ümmetine bıraktığı ve üzerine titrediği sevgili mirasıdır. Muhammed’e muhabbet besleyenler, yetimleri kendi çocukları gibi beslemek ve büyütmek zorundadır. O zaman Halime’nin yuvasına bereket veren Rabbimiz bizim hanelerimize de hayır ve bereket ihsan edecektir. Sabah olduğunda Halime ve ailesi kutsal emanetleri olan Muhammed’i de yanlarına alarak yola çıkarlar. Halime’nin Mekke’ye gelirken güçlükle hareket eden merkebi o kadar hızlı gitmektedir ki kendilerinden önce yola çıkan Hevazin kafilesini geride bırakırlar. Arkadaşları, “bu merkep Mekke’ye gelirken bindiğin çelimsiz hayvan değil mi?” diye sorduklarında Halime: “Evet, bu odur fakat ben çok hayırlı ve bereketli bir çocuk aldım,” cevabını verir. Amine’nin yetimine iltifat etmeyenler çoktan pişman olmuştur. Halime’nin ifadesine göre Beni Sa’d kabilesinin yaşadığı arazi yeryüzünün en verimsiz ve en çorak bölgesidir. Âlemlere rahmet olan Nebi’nin teşrifiyle Halime’nin yuvasına bereket yağar. Halime’nin sürüsünün karnı tok ve sütü boldur. İnsanlar içecek bir damla süt bulamadıklarında Halime’nin ailesi süte doyurulur. Komşular çobanlarını, Halime’nin sürüsü nerede otluyorsa siz de hayvanlarınızı orada otlatın diye teşvik ederler fakat keramet sürünün otladığı otlakta değil, eve gelen mübarek misafirdedir.[1] Küçük çocuklar eve bereket, mutluluk ve saadet getirirler. Görünüşte sofraya bir kaşık daha eklenir ama tüm aileyi geçindiren, besleyen ve sevindiren belki de ailenin yeni üyesinin rızkıdır. Muhammed, ölü toprağı serpilmiş umutsuz aileye yeni bir heyecan vermiştir. Mekke’nin Havası Muhammed’e Zarar, Âmine’ye Hüzün Verir Halime, Efendimizi iki yıl emzirdikten sonra sütten keser ve Mekke’ye annesi Amine’nin yanına götürür. Âmine sevdiğine, biricik yavrusuna kavuşmuş, sıkı sıkı sarılmıştır. Ama Halime, Muhammed’i bırakmak, rahmet ve bereket sebebini terk etmek istemez. Mekke’nin vebasını ve bunun çocuğa verebileceği zararları anlatır. Âmine önce öfkelenir, bu sözleri duymak dahi istemez. Hasretiyle yandığı, vuslatının heyecanıyla titrediği ve nihayet kavuştuğu yavrusunu nasıl terk edebilir? Ama ne çare ki Halime’nin sözleri doğrudur. Bu şehrin havası yavrusu için iyi değildir. Bağrına taş basacak ve gözyaşları içerisinde çocuğundan ayrılacaktır. Halime, Muhammed ile birlikte köyüne dönerken sevinç içindedir.[4] Muhammed aleyhisselam hayatının ilk yıllarını Beni Sa’d yurdunda sütkardeşleri Abdullah, Üneyse ve Şeyma ile birlikte geçirir. Halime hanımın evi yeryüzünün en mutlu ve en güzel yuvası olur. Ancak hadis ve siyer kaynaklarında zikredilen ve Halime’nin yurdunda yaşandığı bildirilen Şakku’s- sadr (Efendimizin göğsünün yarılması) hadisesi Halime ve Haris’i derin bir endişeye sokar. Peygamber Efendimiz sütkardeşleriyle dışarıda olduğu bir sırada, insan kılığında yanına gelen vahiy meleği Cebrail tarafından göğsü açılarak kalbi yerinden çıkarılır, zemzem suyu ile temizlendikten sonra tekrar yerine konulur. Bu olaya şahit olan kardeşleri durumu Halime’ye haber verir ve Kureyşli kardeşimiz Muhammed öldürüldü, derler. Halime ve kocası panik içerisinde dışarı çıktıklarında Efendimizin yaşadığını ancak yüzünün renginin solmuş olduğunu görürler.[5] Efendimizin başına kötü bir şey gelmesinden endişelenen Halime ve kocası, Muhammed’i Mekke’ye götürmeye ve annesine teslim etmeye karar verirler. Ben, Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib’im Halime, Efendimizle birlikte yola çıkıp Mekke’nin yukarısına geldiğinde bir kalabalık görür. Bir ihtiyacı için biraz uzaklaşır. Döndüğünde Peygamberimizi bulamaz. Ne kadar aradıysa da bir sonuç elde edemez. Gözyaşlarına boğulur. Nihayet durumu Efendimizin dedesi Abdülmuttalib’e anlatır. Abdülmuttalib torununu bulmak amacıyla tüm kavmini harekete geçirir. Saatler sonra bizzat kendisi, bir ağacın altında duran ve ağacın yapraklarıyla oynayan bir çocuk görür. Yaklaşır ve sorar: “Yavrucuğum, sen kimsin?” Çocuk başını kaldırır ve: “Ben, Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib’im,” der. Yaşlı adam çocuğu kucaklayıp, bağrına basar, sevinç gözyaşları içerisinde: “Oğlum, ben Senin deden Abdülmuttalib’im,” der ve Efendimizi Mekke’ye götürerek annesi Amine’ye teslim eder.[6] Bir Annenin Hatırına Allah Resûlü ilerleyen yıllarda sütannesi Halime’yi hiç unutmaz. Onu her gördüğünde “anneciğim, anneciğim” diye seslenir. Yıllar sonra Halime, Muhammed aleyhisselam’ın kapısını çalar. Beni Sa’d yurdunda kıtlık ve kuraklık yaşanmakta, Halime’nin hayvanları telef olmaktadır. Elde avuçta bir şey kalmayınca sütoğlunun yanına gelir ve yardım ister. Allah Resûlü ve hanımı Hz. Hatice, Halime’ye kırk koyun ve binmesi için bir deve ile pek çok hediye verirler.[7] Efendimiz, Halime’yi her gördüğünde ayağa kalkar ve oturması için ridasını çıkarıp yere serer. Efendimiz aleyhisselam’ın Hevazin’de yaşayan sütannesi ve eşi ile bütün sütkardeşleri, Muhammed aleyhisselam’a iman ederek Müslüman olur.[8] Huneyn savaşında esir alınan Hevazinli altı bin insan, Hevazinli sütannenin ve kardeşlerin hatırına serbest bırakılır.[9] Bir annenin hatırına bir şehir bağışlanır. Annelerimizin hatırını kırmamak ümidiyle… Mutlu BİNİCİ [1] İbn Sa’d,I,108, Belâzurî, Ensâb,I,103. [2] İbn Sa’d,I,108. [3] İbn Hişâm, I,163; Halebî,I,147. [4] İbn Sa’d,I,112. [5] Müslim, İman 162; Halebî,I,153-4. [6] İbn Hişâm,I,167; Halebî,I,154. [7] İbn Sa’d,I,114; İbnü’l-Cevzî,I,114. [8] İbn Abdilber,IV,270; Asri Çubukçu, Halime,DİA,XV,338. [9] İbn Sa’d, I,115.

Ekleme Tarihi: 27.01.2011 - 23:15
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Medine’nin En Güzel Günü

O gün, Medine’nin ve Medinelilerin yaşadığı en güzel gündü. Enes b. Malik radıyallahu anh’ın da dediği gibi Efendimizin Medine’ye girdiği günden daha güzel, daha parlak bir gün görülmemişti.[1] İnsanlar sokağa dökülmüş, “Resûlullah geldi!” diyerek coşuyor, Mekke’den Medine’ye hicret eden ve bir süredir Allah Resûlü’nü göremeyen Muhacirler sevinç gözyaşları içerisinde hasret gideriyor; O’nu ömürlerinde ilk kez gören Medineli Müslümanlar ise tarifi imkânsız bir mutluluk yaşıyorlardı. Resûl-i Ekrem, devesinin üzerinde şehrin sokaklarında ilerliyor, Medineli Müslümanların her biri O’nu misafir edebilmek için dil döküyor, âdeta yalvarıyordu. Sevgili Peygamberimiz ise onların hiçbirini kırmıyor, gülümseyerek şöyle buyuruyordu: “Devenin yolunu açınız, nerede duracağı ona bildirilmiştir.”[2] Gönüllerin Fatihi Zengin Müslümanların, yemyeşil hurma bahçeleri içerisinde pek güzel evleri vardı, ama dünyaya ve içindekilere bizim baktığımız gibi bakmayan, yeryüzünde garip bir yolcu olduğunu hiç unutmayan Efendimiz, onların davetlerini kabul etmedi. O’nun gelişiyle bayram eden fakirleri, ondan başka umudu olmayan insanları hayal kırıklığına uğratmadı. Gönülleri fetheden Peygamber kimsenin gönlünü kırmadı, devenin çökeceği yere herkes gibi O da razı oldu. Neccaroğulları’nın sokağındaki bir arsaya geldiklerinde Kusvâ yere çöktü. Onun çöktüğü yer Sehl ve Süheyl adlarındaki iki yetime aitti. Yetimler çağrıldı, Peygamber mescidinin inşası için bu arsa onlardan satın alındı. Sehl ve Süheyl arsayı bağışlamak, Allah yolunda infakta bulunmak için ne kadar uğraştılarsa da sevgili Peygamberimiz onların bu teklifini nazik bir dille reddetti. Üzerinde Mescid-i Nebevî dahi yapılacak olsa yetimleri mağdur edemezdi.[3] Sonra etrafına baktı. En yakın evin sahibi Hâlid b. Zeyd Ebû Eyyub el-Ensarî’nin evine misafir oldu.[4] Ben de Sizi Çok Seviyorum Kız çocukları ellerindeki deflerle şarkılar söylüyor, O’na merhaba diyorlardı: “Biz Neccar’ın kızlarıyız. Muhammed’in komşuluğuna can atarız.” Efendimiz, kızların yanına gitti ve onlara sordu: - Beni seviyor musunuz? Çocuklar hep bir ağızdan cevap verdiler: - Evet, ya Resûlallah! Allah Resûlü’nün gönlü sevinçle doldu. Dört kız babası olan, kızlarına canı gibi bakan Peygamber, kalbinin tüm güzelliğiyle konuştu: “Vallahi, Ben de sizi çok seviyorum.”[5] Medineli küçük kızlar bu kadar güzel sözleri belki de ilk kez duymuşlardı. Hatta bu güzel davetçi onlara daha pek çok güzelliği armağan edecekti. Selametle Cennete Giriniz Kalabalığın karşısında bir şeyler söylenmeliydi. Müslümanları yurtlarından eden, kendisini öldürmeye teşebbüs eden Mekkeliler hakkında ağır sözler söylenebilir; intikam yeminleri edilebilir; omuz üstünde baş, taş üstünde taş konmayacağı edebî bir dille anlatılabilirdi. Ancak O, coşkun bir topluluğun ortasında kendisini kaybeden, yapamayacağı şeyleri vaat eden ve yalan söylemekten çekinmeyen sıradan bir kimse değildi. O bambaşkaydı. Etrafını çevreleyen insanlara baktı ve şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Aranızda selâmı yayınız. Yemek yediriniz. Akrabalarınıza iyi davranınız. İnsanlar yataklarında uyurken siz kalkıp namaz kılınız. Selametle cennete girersiniz.”[6] Bu sözler, Allah’a çağıran, salih amel işleyen bir davetçinin sözleridir. Evini çevreleyen keskin kılıçlı savaşçılar, mağaranın ağzında tehdit savuran azılı düşmanlar, ellerindeki mızraklarıyla çölde peşine düşen bedeviler bu yüce davetçiyi istikametinden saptıramaz. Davetçi, etrafına nefret ve düşmanlık tohumları ekemez. Çölün şiddetli sıcağında gayet tehlikeli bir yolculuktan sonra, bu kadar güzel sözleri, ancak müminlerin ilki olan ve Rabbine güzel öğütle çağıran bir peygamber söyleyebilir. Aranızda Selâmı Yayınız Medine’de yaşayan Yahudi âlimler, O’nu tanıyabilmek için yanına yanaşır ve henüz O’nunla sohbet etmeden, sadece duruşundan dahi O’nun peygamber olduğunu anlarlar. Bu yüze sahip birinin yalancı olamayacağını itiraf ederler. Onlar O’nun peşinde yürürken, O’nun mübarek dilinden nübüvvetin güzellikleri dökülür: “Allah’a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi sevebileceğiniz bir şey göstereyim mi? Aranızda selâmı yayınız.”[7] Öyleyse Allah’ın selâmı hepinizin ve hepimizin üzerine olsun. Mutlu BİNİCİ [1] İbn Sa’d, Tabakat, I, 233. [2] İbn Hişam, es-Sire, I, 495. [3] Belazuri, Fütuhu’l- Buldan, 5. [4] İbn Sa’d, I, 236. [5] Diyarbekri, Hamis, I, 385. [6] İbn Sa’d, I, 235. [7] Müslim, İman, 93; Ebû Davûd, Edeb, 131.

Ekleme Tarihi: 27.01.2011 - 23:15
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Siyer-i Nebi’nin Önemi
Siyer-i Nebi, sevgili Peygamberimizin hayatına ve O’nun hayatını anlatan eserlere verilen isimdir. Siyer kitapları, bize O’nun hayatının tüm inceliklerini sunar. Bu eserleri okumak, bizim fikriyatımızı belirler. Samimi ısrarlarımızla devamlı okumak suretiyle de fikirlerimiz, kalplerimizden sökülüp atılamayacak inançlara dönüşür. Yüce Kur’ân’ın bize en güzel örnek[1] olarak takdim ettiği Peygamberimizin hayatını öğrenmenin bizlere daha birçok faydası olacaktır: 1) Resûlullah’ın hayatını ne kadar güzel öğrenirsek, Allah’ı da o kadar güzel tanırız. Rabbimizi anlatmak isteyen bir kimsenin, her şeyden önce O’nu çok iyi tanıması, bilmesi ve sevmesi gerekir. İnsan, ancak bildiğini ve tanıdığını en güzel şekilde anlatabilir. Sevgili Peygamberimiz, “Rabbin kim?” diye soran müşriklere, vahiyle cevap veriyor: “De ki: O (yeni bir tanrı değil, sizin de bildiğiniz) Allah’tır ve tektir. Hiçbir şeye muhtaç olmayan, fakat herkesin kendisine muhtaç olduğudur. Doğmamış ve doğurtulmamıştır. (Baba da, oğul da değildir.) Hiçbir şey O’nun dengi olamaz.”[2] Rabbimiz, kendisini bize, elçisine indirdiği vahiyle anlatmıştır. Yine Allah’ı sevmek için önce Peygamber’ini sevmek; Allah’a itaat edebilmek için önce Peygamber’ine itaat etmek gerekir.[3] Bu sebeple O’nun hayatını, büyük bir ciddiyetle öğrenmeliyiz. 2) Siyer-i Nebi’yi öğrenmek, Kur’ân-ı Kerim’i anlamak ve aynı şekilde anlatabilmek demektir. Sevgili Peygamberimiz “Sizin en hayırlınız, Kur’ân-ı Kerim’i öğrenen ve öğreteninizdir.”[4]buyuruyor. Allah’ın Kitabı’nı anlamanın en iyi yolu da Hz. Âişe (r.anha) annemizin “Yaşayan Kur’ân”[5] olarak tavsif ettiği Peygamberimizin hayatını öğrenmekle mümkündür. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim, Peygamberimizi (sas), Kitab’ı okuyan ve açıklayan bir “Beyyine” olarak takdim etmektedir.[6] 3) İmanın altı esasından biri olan “Peygamberlere İman” konusunu da Kur’ân-ı Kerim’den sonra Resûlullah’tan öğrenebiliriz. Çünkü Peygamberler hakkında, bize en sağlıklı bilgiyi O aktarmaktadır. 4) Siyer-i Nebi’yi öğrenmek, İslâm’ı iyi öğrenmek demektir. Allah’ın bize olan emirlerini, bu emirlerin uygulama şekillerini, neleri kapsadığını ve nasıl yapılacağını tümüyle Sevgili Peygamberimizin hayatından öğrenebiliriz. Çünkü Rabbimiz, bize emirlerini vahiy yoluyla bildirmiş; bu esasların pratiğini de Peygamberimiz göstermiştir. Böylece insanlar arasında anlaşmazlıklara neden olan konular, Peygamberimizin güzel uygulamalarıyla ortadan kalkmıştır. Örnek olarak Kur’ân-ı Kerim’de geçen “salât” kelimesini verebiliriz. “Salât” kelimesi, dua anlamına da gelir. Bu manayı esas alarak bazı insanlar, “Namaz, duadan ibarettir. Biz de her gün dua ediyoruz.” diyerek namazı duaya indirgemekte ve Allah Resulü’nün nasıl namaz kıldığını kulak ardı etmektedirler. Hâlbuki bu dinin pratiğini, Allah Resulü’nün hayatında görebiliriz. Resûlullah “Namazı benim kıldığım gibi kılın.” buyurduğu halde namaza “dua” anlamını verip Siyer-i Nebi’de geçen şekliyle namaz kılmayanlar, iyi niyet yoksunu insanlardır. Bunun için Siyer-i Nebi, ne kadar doğru okunursa, İslâm’ın anlaşılması ve yaşanması da o kadar kolay ve sağlıklı olacaktır. 5) Kâmil insan olabilmek için doğru örneği bulmak çok önemlidir. Yaşadığı hayat, Allah tarafından vahiyle kontrol altına alınmış bir kimsenin, model olarak benimsenmesi, insanlık için ortaya atılan bin teoriden daha hayırlıdır. “Beni Rabbim en güzel şekilde terbiye etti.” buyuran bu kusursuz örnek, insanlık için ne kadar değerlidir. O’nun hayatının görmezden gelinmesi ise ne büyük bir kayıp… Kişilikli, ahlaklı ve Allah’ın râzı olduğu bir insan olmak isteyenler, bu kusursuz örneğin Sire’sini mutlaka öğrenmek zorundadırlar. 6) Siyer-i Nebi, ibret alınması gereken bir zaman dilimidir. Bütün insanlığın ihtiyaç duyduğu önemli tecrübelerin yanı sıra, inanç ve mücadele hikâyeleri de O ve O’nun arkadaşlarının hayatında mevcuttur. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz, arkadaşlarını birer yıldıza benzeterek onlara tâbi olanların doğru yolu bulacaklarını bildirmiştir. 7) Toplumların ilerleyebilmesi için ahlaki ilkelerin esas alınması gerekir. Bütün insanlığa ölçü olacak prensipleri, Peygamberimizin hayatında bulabiliriz. Bir kısmını sıralayacak olursak: a) O, bir araya gelmesi mümkün olmayan kişilikleri, etrafında toplayabilmiştir. Örnek olarak: Ebû Bekir, Hâlid b. Velid, Ebû Zer, Bilâl (ra)… İnsanlığın güneşi olan Sevgili Peygamberimiz, yıldızlar konumunda olan hiçbir sahabesinin ışığını kesmemiş; onları toplumların öncüleri ve önderleri olarak yetiştirmiştir. b) Devletin ve hukukun temelini atmıştır. İnsanlık bu konuda henüz O’nun ulaştığı seviyeye varamamıştır. Müslümanlar, hâlâ O’nun Medine’sine ulaşabilmek için gayret göstermektedir. Mesela Resûlullah, savaşlarda ekili alanların tahrip edilmesine; çocuk, kadın, yaşlı ve din adamlarının öldürülmesine müsaade etmemiştir. “Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz.”buyruğuyla insanları kardeşliğe çağırmıştır. c) O, aile hukukunun esaslarını göstermiş, ailenin önemine vurgu yapmış, evlenmeyi teşvik etmiş, ana babaya hürmeti öğütlemiştir. O’nun hayatını okursak şunu çok iyi görürüz ki, sütanneye bile büyük bir sevgiyle bağlanmış; ona iyilikte kusur etmemiştir. Altmış yaşlarında bile, annesinin mezarı başında ağlamıştır. d) Evrensel İslâm kardeşliğinin temellerini atarak ırk ayrımını ortadan kaldırmış, sevgiyi ön plana çıkarmıştır. Cennete gitmenin bu sevgiden geçtiğini buyurmuştur: “Siz iman etmeden cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmeden iman edemezsiniz. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi: Selamı aranızda yayınız.”[7] Yani birbirinizi cennete taşıyınız. Böylece O, gerçek hayatın yaşanacağı yerin, cennet olduğunu bildirdi. Bu dünyada bir yolcu gibi yaşamayı gösterdi. ‘’Ölürken Rabbime mal ile gitmek istemiyorum.’’ diyerek dünyaya dalmayı değil; ahirete bakmayı öğretti. 8) Ümitleri tükenmiş, ataları uyarılmamış[8] insanları, tarih sahnesine çıkaran Sevgili Peygamberimizin Sîre’si ne kadar önemlidir. Böylesi bir toplumu ortaya çıkaran Allah Resûlü, çağımız insanları için çok değerlidir. Bizler, O’nun ortaya koyduğu metot ve ilkeleri tespit ederek, günümüz insanlarına bu metot ile çağrıda bulunmalı ve bu ilkelerle insanlarımızı yetiştirmeliyiz. Özetle şunları söyleyebiliriz ki, Siyer-i Nebi, daha iyi bir kul olmak, Kur’ân-ı Kerim’i anlamak, Rabbini tanımak, iman esaslarını kavramak, İslâm’ın uygulamalarını tam olarak yerine getirmek ve toplumsal yapıların en iyisini modellemek için mutlaka öğrenilmelidir. Bunun için de Siyer öğrenimini derslere dönüştürmek gerekir. Hiç olmazsa her sene, bu alanda yazılmış üç eser bitirilmelidir. Çünkü kim olursak olalım ne işle meşgul bulunursak bulunalım, bizler için Resûlullah’ın hayatında hidayet, hayatımızın sıkıntılarını gideren ve umutsuzluklarımızı umuda dönüştüren, karanlıkları aydınlatan bir rahmet vardır. Böylece işlerimiz düzelir; sıkıntılarımız sona erer. Unutmayalım ki, doğru bir yolda yürümek istediğimiz sürece Peygamber Efendimiz, bizim aramızdadır. Ve tek rehberimizdir. Osman SÜNGÜ [1] Ahzab sûresi, 21. [2] İhlâs sûresi, 21. [3] Âl-i İmran sûresi, 31. [4] Buhari, Fezailü’l-Kur’an, 21. [5] Müslim, Müsafirin: 139. [6] Beyyine sûresi, 1. [7] Müslim; İman 93-94. [8] Yasin sûresi, 6.

Ekleme Tarihi: 27.01.2011 - 23:16
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Miraca Giden Yol Taif’ten Geçer
Hüzün Yılı Nübüvvetin onuncu yılı. Efendimiz aleyhisselâm’ın en çileli ve en zorlu yılı. Acıların birbiri ardınca geldiği günler. Önce Allah Resûlü’nü çocukluğundan itibaren himaye eden, müşriklere karşı koruyan, hiçbir zaman yalnız ve yardımsız bırakmayan amcası Ebû Talib vefat etti. Onun ölümü, Efendimizin adeta kolunu kanadını kırdı. Sonra Müslümanların ilki, müminlerin annesi, Efendimizin hanımı, sığınağı, sevgilisi Hz. Hatice, Rabbine, cennetteki yüce makamına kavuştu. Hz. Hatice’nin ayrılığı Peygamberin gönlünde silinmez bir acı bıraktı. Allah Resûlü ve ashâbı bu yıla “hüzün yılı” adını verdi. Ebû Talib’ten sonra Mekke, yaşanmaz bir şehir oldu. Onun sağlığında Peygambere yaklaşamayanlar, yokluğunda birer canavara dönüştü. Peygamberin yüzüne tükürüyor, öldüresiye dövüyor, Mescid-i Haram’da boğmaya çalışıyor, secdede iken üzerine deve işkembesi koyuyor, yapılmadık işkence, edilmedik hakaret bırakmıyorlardı. Bu şehir durulacak gibi değildi. Mekke’deki Müslümanlar işkence altında eziliyor, Habeşistan’daki Müslümanlar ise Mekke’den müjdeli bir haber bekliyorlardı. Artık hiç kimse Müslüman olmuyordu. O halde bir şeyler yapmalı, davaya yeni bir merkez bulmalı, bu şehri terk etmeliydi. Taif Yolculuğu Peygamber Efendimiz, Zeyd b. Harise ile birlikte Mekke’den gizlice ayrıldı ve yürüyerek Taif şehrine gitti. Taif liderlerini İslam’a davet edecek, onlardan kendisini ve diğer Müslümanları himaye etmelerini isteyecek, Taif’i İslam Medeniyetinin sembolü yapacaktı. Efendimiz aleyhisselâm Taif’te on gün kaldı. Bu süre içinde görüşmediği, İslâm’ı anlatmadığı kimse kalmadı. Ama Taif’in önde gelenleri, O’nunla alay ediyor, hakaretler yağdırıyor, şehirden kovuyorlardı. Resûl-i Ekrem onlardan en azından bu şehre gelişini Mekkelilere haber vermemelerini istedi. Zira Mekke’yi terk edip bir başka yurt aradığını duyan Kureyşliler O’nu şehre sokmazlardı. Fakat Taifliler bunu dahi kabul etmedi. Taif’in önde gelenleri en az Kureyşliler kadar zalimdi. Şehrin serserileri Efendimizin üzerine üşüşmüş, hakaretler yağdırıp küfürler ederken, Allah Resûlü onlara Tarık sûresini okuyordu. Gönlü kırılmış, alay ve hakaretlerle bunalmış sevgili Nebi, şehri terk edeceği sırada yolun iki tarafına sıralanmış, ellerindeki taşlarla kendisini bekleyen çocukları, serserileri ve aşağılık insanları gördü. Bunlar Efendimizi taşlayacak, linç edeceklerdi. Allah Resûlü yürüdü. O yürüdüğünde vücuduna taşlar yağmaya başladı. Yaralandı, ayaklarından akan kanları görünce durup dinlenmek istedi, belki de düştü. O düşünce müşrikler O’nu kalkıp yürümeye zorladı ve O yürüyünce taş yağmuru yeniden başladı. Peygamber’in Fedaisi Zeyd b. Harise Zeyd b. Harise… Efendimizin üzerine titrediği, öz çocuklarından ayırmadığı sevgili Zeyd. Belki de Allah Resûlü’nün en çok sevdiği, sevdiğim dediği Zeyd. Dört bir yandan gelen taşlara karşı Peygamberini koruyan, sağa sola, öne arkaya sıçrayan, Muhammed aleyhisselâm’ın etrafında pervane olan Zeyd. Başından akan kanları görmeyip şehrin çıkışına kadar sevdiğini koruyan Zeyd. Acaba senin o günkü sevabını melekler yazabilir mi? Senin o an hissettiklerini kalemler yazabilir mi, senin çırpınışını insanlar anlayabilir mi? Addâs’ın İmanı Taifliler, Efendimizi ve Zeyd’i şehrin çıkışına kadar taşladılar. Son derece üzgün ve yaralı olan Peygamberimiz yol üzerinde bulunan bir bağa sığınmak zorunda kaldı. Bu bağ Mekkeli müşriklerden Utbe ve Şeybe b. Rebîa’ya aitti. Onlar, EfendimizinNhalini görünce, köleleri Addâs’ı bir tabak üzümle Allah Resûlü’ne gönderdiler. Efendimiz kendisine gelen köleyle sohbet etti. Hıristiyan asıllı köle aniden Efendimizin başını, ellerini, ayaklarını öpmeye başladı. Taif iman etmemişti ama Addâs Müslüman olmuştu. Allah Resûlü, yaralı bir haldeyken dahi davetten vazgeçmiyor, yılgınlık göstermiyordu. Addâs’ın imanı ve mutluluğu için taşlanmaya değerdi. Zira Addâs’ın hidayete ermesi yerle gök arasındaki her şeyden daha güzeldi. Taif Duâsı Allah Resûlü biraz dinlenip kendine geldikten sonra iki rekat namaz kıldı. Sonra ellerini açarak şöyle dua etti: “Ya Rabbi! Kimsesizliğimi, çaresizliğimi, insanların gözündeki değersiz halimi sana şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi, Sen zulme uğramış tüm mazlumların Rabbisin. Sen Benim de Rabbimsin. Beni kimlerin eline bırakıyorsun? Bana kaba ve sert davranan yabancılara mı? Yoksa Bana galip gelme gücünü verdiğin bir düşmana mı? Eğer Sen Bana dargın değilsen, başıma gelen eziyet ve işkencelere aldırmam. Fakat Senden gelecek bir himaye ve koruma çok daha hoştur. Senin üzerime gazab indirmenden yahut gazabının üzerimde yerleşmesinden, karanlıkları aydınlatan, dünya ve âhiret işlerini düzene koyan Zâtının nuruna sığınırım! Her şey Senin rızan içindir ve bütün güç, kuvvet Sende, Senin Elindedir!” Allah Resulü’nün En Zor Günü O gün Efendimizin yaşadığı en acı gündü. Yıllar sonra hanımı Hz. Âişe; Uhud’dan daha şiddetli bir zorluk yaşayıp yaşamadığını sorduğunda, Resûl-i Ekrem Taif’te başına gelenleri hatırlamış ve en büyük sıkıntıyı o gün çektiğini söylemişti. Efendimizin Merhameti Yaşadığı bütün sıkıntılara, çektiği acılara rağmen Allah Resûlü’nün yüreği sevgi ve merhamet doluydu. Rabbine durumunu en samimi bir şekilde arz ettikten sonra gökyüzüne baktı. Bir bulutun içinde Cebrail’i gördü. Cebrail, Efendimize bir başka meleği, Dağlar Meleğini gösteriyordu. Dağlar Meleği Efendimizin mübarek lisanından çıkacak bir söze bakıyordu. Eğer isterse iki dağı harekete geçirir ve Kureyş halkını yok ederdi. Ama âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Nebi bunu istemedi ve şöyle dedi: “Ben onların soylarından yalnız Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan muvahhid bir neslin yetişeceğini ümid ediyorum.” Allah Resûlü, Taiften Mekke’ye döndüğünde şehre giremedi. Mekke’ye ancak bir Mekkelinin himayesinde girebilirdi. Fakat başvurduğu kimseler Efendimizi himaye etmeye yanaşmadı. Şehrin dışındaki dağlarda üç gün boyunca beklemek zorunda kalan Peygamberimiz nihayet Mutim b. Adiy’in himayesi altında Mekke’ye girebildi. Allah Celle, davet yolunda bunca sıkıntıya maruz kalan, sevdiklerini kaybeden, hicret etmeyi göze alan ve gittiği yerde en ağır işkencelere uğrayan, vatanına geri dönüşünde dahi pek çok zorluğa göğüs geren Habibini, hiçbir kula nasip olmayan, akılların almadığı büyük bir mucize ile ödüllendirdi. Taif’te taşlanan Kul gökyüzüne yükseldi. Mutlu BİNİCİ

Ekleme Tarihi: 27.01.2011 - 23:17
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Siyer-i Nebi Dersleri-6: Abdullah’ın Yetimi, Öksüz Kalıyor
Âmine’nin Kucağında Halime’nin Mekke’ye geldiği gün Âmine’nin bayram günüydü. O gün hasretin sona erdiği, Âmine’nin acılarının dindiği ve nihayet yüzünün güldüğü gündü. O gün Muhammed’in, Mekke’ye, yuvasına, anasının kucağına döndüğü gündü. Ayrılığın acısı dinmiş, genç yaşta dul kalan Âmine’nin yüreği sevinçle dolmuş, gözü gönlü aydın olmuştu. Artık o bu şehrin yalnız ve mahzun kadını değildi. Oğlu gelmiş, hüzün dolu yuvaya rahmet, gönüllere saadet getirmişti.
Yıllar süren ayrılıktan sonra oğluna sıkı sıkı sarılan Âmine onu en güzel şekilde terbiye etti. O’na Mekke’yi, İbrahim’i, Kâbe’yi ve ailesini anlattı. Bir sabah evinden ayrılan ve bir daha dönemeyen babası Abdullah’ı her anlattığında gözünden sel misali yaşlar akıttı. Muhammed aleyhisselam, babasını annesinin gözyaşlarında tanıdı.
Medine Seyahati
Sevgili Peygamberimiz altı yaşına geldiğinde annesiyle birlikte Medine’ye gitti. Âmine, kocasının mezarını ziyaret etmek ve babasını hiç göremeyen yavrusuna en azından mezarını göstermek istiyordu. Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Efendimiz, annesi Âmine ve hizmetçileri Ümmü Eymen ile birlikte Medine’ye ulaştı. Mekkeli yolcular, Adiyy b. Neccar oğullarına misafir oldu.
Peygamber aleyhisselam’ın büyük dedesi Haşim, Neccar oğulları kabilesinden Selma ile evlenmiş, bu evlilikten Abdülmuttalib doğmuştu. Efendimizin dedesi Abdülmuttalib çocukluk yıllarını Medine’de Neccar oğulları arasında geçirmişti. Allah Resûlü’nün babası Abdullah’ın mezarı da burada bulunuyordu. Âmine ve sevgili oğlu bu aileden Nabiğa’nın evine yerleşti. Âmine yıllar önce kaybettiği ve hâlâ yasını tuttuğu Abdullah’ın mezarını sık sık ziyaret etti. Bu ziyaretleri sırasında kim bilir nice gözyaşı döktü. Efendimiz aleyhisselam da babasının mezarı başında ağladı. Belki de yetimliğin acısını, babasının yokluğunu bu mezarın başında anladı. Allah Resûlü, Neccar oğullarının çocuklarıyla oyunlar oynadı. Kaldığı evin yakınlarındaki bir havuzda yüzmeyi öğrendi. Üneyse isimli bir kız ile Nabiğa’nın evinin damına konan kuşları kovaladı. Efendimiz bu şehirde çok güzel günler geçirdi. Âmine Hanım ve sevgili yavrusu Medine’de bir ay kaldıktan sonra Mekke’ye doğru yola çıktılar.[1] Hayırlı Bir Hatıra Dönüş yolunun henüz başında Hz. Âmine rahatsızlandı. Çölün ortasında ilerledikçe ağrıları iyice artıyordu. Medine’den çok uzaklaşmış, Ebva adlı bir köyün yakınlarına gelmişlerdi. Artık Hz. Âmine’nin dayanacak gücü kalmamıştı. Bir ağacın altında mola verildi. Âmine eriyor, küçücük yavrusu annesinin başında endişe ile bekliyor, iyileşmesi için dualar ediyordu. Fakat Âmine durumunun düzelmeyeceğini ve ecelinin geldiğini anlamıştı. Oğluna veda etmesi, ona son sözlerini söylemesi gerekiyordu. Küçük çocuk annesinin başını, dizinin üzerine koydu. Âmine güçlükle nefes alıyor, sesi kesik kesik çıkıyordu. Dilinden şu sözler döküldü: “Her yaşayan ölür, her yeni eskir, her büyüyen fâni olur, yok olur. Ben de öleceğim, ama daima anılacağım. Çünkü ardımda senin gibi hayırlı bir hatıra bırakıyorum.” Hz. Âmine vefat etti. Ebva köyünün yakınında, çölün ortasında “Annem!” diye bir feryat yükseldi. Memleketinden uzak, yanında hiçbir akrabası olmayan altı yaşındaki çocuk annesinin acısıyla baş başa kaldı. Uzun süre annesinin başında hıçkırarak ağladı. Sonra annesi için mezar kazan Ümmü Eymen’e yardımcı oldu. Âmine toprağa gömüldüğünde Muhammed aleyhisselam kendisini annesinin mezarına bıraktı. Ümmü Eymen, zaten yetim olan şimdiyse öksüzlüğün acısını tadan çocuğu teselli etmeye çalışarak Mekke’ye dedesinin yanına götürdü.[2] Efendimiz aleyhisselam ile Medine arasında ne kadar güçlü bir bağ var. O henüz doğmadan önce babası bu topraklarda vefat etmişti. Annesi Âmine, Mekke’den çok uzaklarda, Medine’ye daha yakın olan Ebva’da ruhunu teslim etti. Allah Resûlü yıllar sonra Medine’ye göç etti. O, Mekke’de eza ve cefa çekerken Medine O’na kucak açtı. Efendimiz gurbete değil âdeta ailesinin yurduna hicret etti. Ve yine anne babasının yanında dünyaya veda etti. Yetim ve Öksüz Bir Peygamber Âlemlerin Rabbi, Sevgili Peygamberimizin, anne-babasından yoksun bir halde büyümesini murad etti. Belki de Resûlü’nü sadece kendi terbiyesinde yetiştirmeyi, ana babaları dahi olsa kimsenin minneti altında kalmamasını istedi. Anne babanın vefatı herkes için zor ve hüzün veren bir durumdur. Hele anne babaya en çok ihtiyaç duyulan çocukluk döneminde onları kaybetmek tarifsiz bir sıkıntı, dayanılmaz bir acıdır. Allah Resûlü bu acılara katlanmış, risalet görevi sırasında yaşayacağı zorluklarla başa çıkmayı, sabırlı olmayı henüz çocukluğunda öğrenmiştir. Efendimiz bataklığın ortasında yetişmiş tertemiz bir güldür. Cahiliye devrinin bütün çirkinliğiyle yaşandığı, ahlaki değerlerin ayaklar altına alındığı, zulmün ve tüm hayâsızlıkların olağan kabul edildiği bir şehirde, yetim ve öksüz bir genç, faziletli kalabilmenin mücadelesini vermiş, ahlakının güzelliğiyle meşhur olmuştur. Öyleyse tüm olumsuzluklara rağmen temiz kalabilmek, kötülüğün hâkim olduğu dünyamızda iyilerden olabilmek mümkündür. Bizlere düşen, çevrenin kirliliğini kendi kirimize bahane göstermek değil tüm insanlığın iyiliği ve güzelliği için mücadele etmektir. Bizim Efendimiz çok küçük yaşta kimsesiz kalmış, yetim ve öksüz bir kimsedir. Anne sevgisinden mahrum kalanlar, babasını göremeyen çocuklar Allah’a isyan etmezler. Rabbimizin kendilerini terk ettiğini, acımasız bir devranın içinde yok olup gideceklerini düşünmezler. Onlar ne zaman hüzünlenseler kendileri gibi yetim ve öksüz kalan Muhammed Mustafa’yı hatırlarlar. Resûlü’nü terk etmeyen, himayesine alan Rabbimiz, bütün yetimleri koruyacak, onlara merhamet edecek, sabırlarına karşılık onlara kesintisiz bir mükâfat verecektir. Yetim kalan bir kimse sabretmeli, kendisi gibi yetim olan Resûl-i Ekrem’i örnek edinmeli ve hem dünyada hem de ahirette seçkin bir kul olabilmenin mücadelesini vermelidir. Allah Resûlü, ben ve yetime arka çıkan kimse cennette şu iki parmağım gibi yan yana olacağız, buyurmaktadır.[3] Efendimiz yetim ve öksüz kalan çocukları himaye etmiş, onları yalnız bırakmamış, yeri geldiğinde onlarla birlikte ağlamış, onları kendi çocuklarından ayırmamıştır. Allah ve Resûlü’nü seven müminler de her fırsatta bu çocukların ihtiyaçlarını karşılamış, sokaklarındaki yetimlerin başlarını okşamış, onları aç ve açıkta bırakmamışlardır. Resûlullah’ı sevenler sokağın köşesindeki yetim çocuğu ziyaret edip ona tebessüm ederler. O çocuğun yüzünde Efendimizi görürler. Yetimin yüzü güldüğünde Resûl’ün güldüğünü bilirler ve Resûl’ün gülümsemesi için dünyadaki her şeyden vazgeçerler. Gözü Yaşlı Bir Peygamber Küçük yaşta pek çok sıkıntıya maruz kalan Efendimiz yaşı ilerlediğinde içinde bulunduğu toplumun sorunlarıyla ilgilenmiş, insanların acılarını kendisine dert edinmiştir. Uhud’da Mus’ab’ın cesedinin başında ağlayan, Zeyd’in şehadet haberi geldiğinde yetim kalan yavrularına sarılıp gözyaşı döken, zulme uğrayan bir mazlumun feryadına yetişen; Ebva köyünde annesinin mezarı başında gözyaşı döken Efendimizdir. Gözyaşı, merhametin ve sevginin işaretidir. Gözü yaşlı olanların yüreği sevgi doludur. Hayatı boyunca hiçbir sıkıntı çekmeyen, yüreği yanmayan kimseler yetimlere, kimsesiz ve çaresiz insanlara nasıl merhamet edebilir, onları nasıl anlayabilir? Mazlumların sesini ancak kendilerinden birisi olan yetim ve öksüz bir peygamber duyabilir. Cennet Annelerin Ayakları Altındadır Allah Resûlü, annesinin vefatından uzun yıllar sonra kaza umresi için Mekke’ye giderken Ebva kasabasına uğramış, annesinin mezarını ziyaret etmiş, mezarı düzeltmiş ve ağlamıştır. Sahâbîler Efendimize niçin ağladığını sorduklarında ise şöyle buyurmuştur: “Annemin sevgisini ve merhametini hatırladım.”[4] Rabbimiz Resûlü’nü seven ve ona şefkat gösteren Âmine Hanım’a merhamet buyursun. Yarım asır sonra annesinin mezarı başında ağlayan Nebi’nin anne sevgisini, bütün Müslümanlara nasip eylesin. Yan odada ilgi bekleyen annesine selam vermeyen, annelerini hayatta iken ziyaret etmeyi angarya gibi gören, düne kadar kendisine bakan annesini şimdi bir yük olarak düşünen Müslümanlar! Unutmayalım ki cennet Âminelerin, cennet annelerin ayakları altındadır. Ebeveyni Resûlün Akıbeti Allah Resûlü’nün anne ve babasının uhrevi durumu asırlar boyu Müslümanları meşgul etmiş, bu konuda pek çok eser yazılmıştır. Her şeyden evvel insanların, cennete veya cehenneme gireceğini ancak Allah Celle bilir. Bununla birlikte biz, çok kısa bir hayat süren, Allah’a şirk koştuklarına dair elimizde bir delil olmayan, cahiliyyenin etkisinde kalmayıp sanki Efendimizin doğumu ile vazifelerini yerine getirerek hayata veda eden bu temiz kimselerin fetret ehlinden sayılmalarını ve cennete girmelerini ümit ederiz. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz, belki de anne babasını şefkat kanatlarının altına alacak ve onları cennet bahçelerine kavuşturacaktır. Yine de en doğrusunu Rabbimiz bilir. Abdülmuttalib ve Torunu Ümmü Eymen, Âmine’nin emanetini Abdülmuttalib’e teslim etti. Abdülmuttalib hiçbir oğluna ve torununa göstermediği şefkati Muhammed aleyhisselam’a gösterdi. Onu sevgili oğlu Abdullah’ın aziz bir hatırası olarak gördü. O olmadan sofraya oturmuyor, yemeklerin en güzelini ona yediriyordu. Kâbe’nin yanında Hicr denilen yerde Abdülmuttalib’e ait bir minder vardı. O minderde ondan başka kimse oturamazdı. Peygamberimiz gelip o mindere oturduğunda amcaları ona kızar, onu kaldırmak ister, Abdülmuttalib ise oğullarına müdahale ederek şöyle derdi: “Oğlumu rahat bırakınız. Onun şanı çok yüce olacaktır.”[5] Mekke lideri Abdülmuttalib, yaptığı toplantılara torununu da götürür, O’nun terbiyesi ile yakından ilgilenirdi. Torununu yanından ayırmaz, sürekli takip ederdi. Bir defasında Ümmü Eymen dalgınlık sonucu Efendimizi kaybetmiş, Abdülmuttalib Ümmü Eymen’i azarlayarak Efendimiz hususunda dikkatli olmasını zira onun ileride çok önemli bir kimse olacağını ümid ettiğini söylemişti.[6] Yine bir keresinde Muhammed aleyhisselam dedesinin kaybolan devesini aramak için evden çıkıp geç kalınca Abdülmuttalib derin bir endişe duymuş, Kâbe’ye giderek torununa kavuşması için Allah’a dua etmiş, nihayet Efendimiz geri döndüğünde ise şöyle demişti: “Yavrucuğum, seni bulamayacağım diye o kadar korktum ki hayatımda hiçbir şeye bu kadar üzülmedim. Bundan sonra ne olursa olsun seni yanımdan ayırmayacağım.”[7] Mekke’de kıtlık ve kuraklığın hüküm sürdüğü bir mevsimde Kureyşliler yağmur duası için Ebû Kubeys dağına çıkmış, Abdülmuttalib de torunu Muhammed’i omzuna alarak buraya gelmişti. Abdülmuttalib’in samimi bir dille yaptığı duaya Mekkeliler “âmin” demiş ve onlar daha yerlerinden ayrılmadan yağmur yağmaya başlamıştı.[8] Peygamber Efendimiz sekiz yaşında iken gözünde bir ağrı hissetmiş, dedesi onu tedavi ettirmek amacıyla Taif’e götürmüştü. Efendimizin gözleri burada kendisine verilen ilaç sayesinde iyileşti.[9] Abdülmuttalib’in Vefatı Zemzem kuyusunu bulan, Fil ordusunun komutanı Ebrehe’nin karşısında cesaretle duran, kavmini adaletle yöneten Abdülmuttalib, seksen iki yaşında vefat etti.[10] O, vefatı öncesi oğullarını toplamış ve torunu Muhammed’e çok iyi bakmalarını vasiyet etmişti. Efendimiz’in babası Abdullah ile aynı anneden olan Ebû Talib ve Zübeyr, Efendimiz’in bakımını üstlenmek için kura çekti ve Peygamberimiz amcası Ebû Talib’in yanında kaldı. Zaten amcaları arasında Efendimiz’i en çok Ebû Talib seviyordu.[11] Abdülmuttalib vefat ettiğinde torunu Muhammed, dedesinin divanı yanında içini çeke çeke ağlamış,[12] dedesinin cenazesi ardında yürümüş ve yıllar sonra dedesinin vefatını soranlara o günü hatırladığını ve o zaman sekiz yaşında olduğunu söylemiştir.[13] Abdülmuttalib, Hacun mezarlığına defnedilmiş; onu çok seven Mekkeliler günlerce yas tutmuşlardır.[14] Annesinin vefatından sonra sevgili dedesine sığınan Efendimiz iki yıl sonra onu da kaybetmiştir. Allah Resûlü şimdi, öz oğullarından çok yeğenini seven, yeğenini korumak için tüm dünyayı karşısına alan fedakar amcası Ebû Talib’in ve onun muhterem hanımı Fatıma bint Esed’in yanındadır. Mutlu BİNİCİ [1] İbn Hişam, Sire, I, 177; İbn Abdilber, el-istiab, I, 30. [2] Halebî, İnsanu’l-Uyûn, I, 172. [3] Buhari, Talâk 26; Müslim, Zühd 42. [4]İbn Sa’d, Tabakat, I, 117. [5] İbn Hişam, Sire, I, 178. [6] Halebî, İnsanu’l-Uyûn, I, 180. [7] İbn Sa’d, Tabakat, I, 113. [8] Süheyli, Ravzü’l-Unuf, III, 105. [9] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I,44. [10] İbn Sa’d, Tabakat, I, 119; Kasım Şulul, Hz. Peygamber Devri Kronolojisi, 114. [11] İbn Esir, Üsdü’l-Ğabe, I, 22. [12]İbn Sa’d, Tabakat, I, 119. [13] İbn Sa’d, Tabakat, I, 119; Halebî, İnsanu’l-Uyûn, I, 184. [14] H. Ahmet Sezikli, Abdülmuttalib, DİA, I, 273.

Ekleme Tarihi: 27.01.2011 - 23:19
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Siyer-i Nebi Dersleri-7: Amca, Babanın Yarısıdır
Bir kadın eşini kaybettiğinde çocuğunun hem anası hem de babası olmalı, Hz. Âmine gibi. Bir çocuk babadan yetim anadan öksüz kaldığında, dedesi etrafında pervane olmalı, yaşını başını bir kenara bırakıp torunuyla arkadaş olmalı, Abdülmuttalib gibi. Dede toprak olup çocuk çaresiz kaldığında, başını yere eğip gözünden yaşlar aktığında amcası Ebu Talib yengesi Fatıma bint Esed olmalı, gözyaşı yere düşmeden çocuğun yüzü sevinçle dolup gönlü huzur bulmalı. Efendimiz aleyhisselam’ın amcası Ebu Talib, Mekke halkı tarafından sevilen, sözüne değer verilen, insanlar arasındaki sorunların çözümünde hakemlik eden, güvenilir bir kimseydi. Abdülmuttalib’in vefatından sonra Haşimoğullarının seyyidi olan Ebu Talib diğer kabilelerin önde gelenleri gibi zengin olmadığı halde cömertliği ve güzel ahlakı sayesinde herkesin saygı duyduğu, itaat ettiği bir lider olmuştu. Onun oturduğu mahalleye Şi’bu Ebi Talib=Ebu Talib Mahallesi denilirdi. Cahiliye devrinde içkiyi kendisine haram kılan Ebu Talib üstün meziyetleri ve ahlakının güzelliği ile ‘babasının oğlu’ övgüsüne layık bir kimseydi.[1] Ebu Talib amca, kardeşinin hatırası, babasının emaneti olan Muhammed’in üzerine titrer, O’nu kendi çocuklarından daha çok severdi. Geceleri onunla uyur, onu yanından hiç ayırmazdı. Yakup aleyhisselam için Yusuf ne ise Ebu Talib için de Muhammed öyleydi. Sen Çok Mübareksin Sevgili Peygamberimiz süt annesi Halime’nin evine rahmet olup, bereket yağdırdığı gibi Ebu Talib’in de gözünün nuru olmuş, yuvasına bereket getirmişti. O olmadan sofraya oturduklarında Ebu Talib ailesinin karnı doymazdı. Bunu fark eden Ebu Talib sofra hazırlandığında: Bekleyin oğlum gelsin o da otursun der, o gelmeden kimse yemeğe başlamazdı. Peygamberin şereflendirdiği sofradaki herkesin karnı doyar, üstelik yemekleri artardı. Ebu Talib yeğenine gülümser, sen çok mübarek bir çocuksun diyerek ona olan hayranlığını ifade ederdi.[2] Çocuklar tabaklara saldırıp Efendimiz elini uzatmadığında Ebu Talib müdahale eder, yeğenine ayrı bir tabak hazırlar, onun aç kalmasına gönlü razı olmazdı.[3] Allah Resûlü ise çok kanaatkardı. Hiçbir vakit şikayet etmezdi. O bir miktar zemzem içer, yemeğe çağırıldığında tok olduğunu söylerdi.[4] Mekke’de kıtlık baş gösterdiğinde Kureyşliler Ebu Talibe gelir ve ondan yağmur duasına çıkmasını isterlerdi. Ebu Talib de yeğeni Muhammedi yanına alarak Kabe’ye gelir, sırtını Kabeye dayayarak dua ederdi.[5] Annemden Sonra Annem Ebu Talib’in hanımı Fatıma bint Esed Efendimizi çok sever, kendi çocuklarından önce onun karnını doyurur, saçlarını tarar, güzel kokular sürer, en güzel ve en temiz elbiseleri Efendimize giydirirdi. Peygamberimiz onun iyiliklerini unutmaz, sık sık ziyaret eder, Medineye hicret ettikten sonra öğle vakitleri onun evinde uyurdu.[6] O vefat ettiğinde Efendimiz çok üzülmüş, ağlamış, bugün annem vefat etti diyerek acısını ifade etmişti. Gömleğini çıkarıp yengesine kefen yapan Efendimiz cenazesinde yetmiş tekbir almış, kabrinin içine girerek önce kendisi kabre uzanmış, daha sonra kalkarak yengesinin gömülmesine nezaret etmişti.[7] Sahabiler, Fatıma hanımın cenazesine yapılan bu farklı muamelenin sebebini sorduklarında Peygamberimiz şu cevabı vermişti: Ebu Talib’den sonra bu kadın kadar bana emeği geçen hiç kimse yoktur. Ahirette cennet elbiselerinden giymesi için ona gömleğimi kefen yaptırdım. Kabre ısınması için de kabre kendisiyle birlikte uzandım.[8] Yaşlı bir kadının ölümüne bu kadar çok üzülmesini anlayamayan arkadaşlarına: O benim annemden sonra annemdi, buyurmuş ve onun kendisine yaptığı hizmetleri zikrederek yengesi için Rabbine dua etmişti.[9] Allah celle Hz. Alinin annesi Fatıma bint Esed’i, çok sevdiği Efendimizden ayırmasın ve cennette Resulüne komşu eylesin. Amin. Resulullahın mübarek hayatı okunup geçilecek, genel kültürümüzü artıracak bir bilgi yığını değil hayatın her safhasında ders alınması ve örnek edinilmesi gereken en güzel rehberimizdir. Onun amcasına olan sevgisi, yengesine gösterdiği vefa; akrabalık bağları kopmuş, anne babaların gereken saygıyı görmediği, amcaların ve yengelerin esamesinin dahi okunmadığı günümüz Müslümanlarına çok şey anlatmaktadır. Amcalar ve yengeler, yeğenlerine rahmet kanatlarını indirmeli, Ebu Talib ve hanımının Efendimize gösterdikleri sevgi onlara örnek olmalıdır. Akrabalık bağları güçlü, muhabbetli müminler Muhammed aleyhisselamın sevdiği kimselerdir. Asil Bir İnsan Ebu Talibin ailesi kalabalık olup kendisinin Mekke çevresindeki vadilerde yayılmış olan üç beş devesinden başka hiçbir mal varlığı yoktu. Hac zamanı hacılara yiyecek ve içecek ihtiyaçlarının karşılanması anlamına gelen rifade ve sikaye vazifeleri onun üzerinde idi. Ancak Ebu Talib son derece fakirdi. Ödeyemediği borçlar sebebiyle bu vazifeleri kardeşi Abbas’a devretti.[10] Kendisi ihtiyaç sahibi olmasına rağmen, muhtaçlara yardım etmeye gayret göstermesi, bu durumu bilen kimselerin onun cömertliğine sığınmaları belini iyice büküyordu. Hiçbir şeyi yokken dahi cömert olmak ancak asil insanlara ait bir yücelikti. Koyun Gütmeyen Peygamber Var Mı? Muhammed aleyhisselam çok sevdiği amcasının bu durumuna seyirci kalamazdı. Bir şeyler yapmalı ve elinden geldiğince amcasına destek olmalıydı. Henüz on yaşlarında iken Mekke vadilerinde çobanlık yapmaya, Kureyşlilerin koyunlarını gütmeye başladı. Ebu Hureyre radiyallahu anh’ın rivayetine göre Allah Resûlü: Allah’ın gönderdiği hiçbir peygamber yoktur ki koyun gütmüş olmasın, buyurdu. Sahabiler: Ya Resulallah sen de mi? Diye sorduklarında Resul-i Ekrem: Evet, ben de Kararit mevkiinde Mekke halkının koyunlarını güderdim, diyerek cevap verdi.[11] Allah Resûlü Mekke Fethi için sefere çıkıp Merruzzahran adlı mevkiye geldiğinde sahabiler Erak ağacının yemişlerinden toplamaya başladılar. Efendimiz, onların kararmış olanlarını tavsiye ederim, zira tadı en güzel olanlar onlardır, buyurdu. Bu bilgiye ancak çobanlık yapmış olan kimselerin sahip olabileceğini bilen sahabiler hayretle sordular: Ya Resûlallah sen çobanlık mı yaptın? Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu: Koyun gütmeyen peygamber mi var? Her peygamber mutlaka çobanlık yapmıştır.[12] Efendimizin çocukluk yıllarında çobanlık yapmasının elbette pek çok hikmeti vardır. O kendisine emanet edilen koyunları muhafaza etmiş, onları yırtıcı hayvanlara ve hırsızlara karşı korumayı bilmiştir. Koyunların otlaklarda yayılmalarını, vadilerde dağılmalarını idare etmiş, onları derleyip toparlarken sabırlı davranmış, hayvanlarla birlikte iken onlara sevgi ve merhamet göstermiş, ayrıca dağlarda ve vadilerde yalnız kalarak düşünmenin, tefekkür etmenin tadına varmıştır. Allah Resûlü emaneti korumayı, sevk ve idare etmeyi, emri altındakilere karşı sabırlı ve merhametli olmayı çobanlık yaptığı yıllarda öğrenmiştir. O küçük bir çocukken çalışmaya başlamış, ailesine destek olmuş, bir köşede oturup rahatına bakmayı ve hazıra konmayı hiçbir zaman düşünmemiştir. Bizler de tıpkı onun gibi genç yaşta hayata atılmalı, erkenden sorumluluk şuuruna sahip olmalı, çalışmayı ayıp görmemeli ve şartlar ne olursa olsun bir şeyler yapabilmenin mücadelesini vermeliyiz. Dokuz on yaşlarında hayata atılmış, ömrü boyunca çalışmış ve yaptığı her işi başarıyla tamamlamış bir peygamberin ümmeti elbette ki tembellik yapma ve yan gelip yatma lüksüne sahip değildir. Mutlu BİNİCİ [1] Cevad Ali,el-Mufassal,V,637 [2] İbn Sa’d, Tabakat,I,120 [3] İbn Kesir,el-Bidaye,II,442 [4] Halebi, İnsanu’l-Uyun,I,189 [5] Halebi,İnsanu’l-Uyun,I,190 [6] İbn Sa’d,Tabakat,VIII,222 [7] Hakim, Müstedrek,III,108 [8] Heysemi,Mecmeu’z-zevaid,IX,257 [9] Heysemi, Mecmeu’z-zevaid,IX,257 [10] Ezraki, Ahbaru Mekke,341 [11] Buhari, İcare 2 [12] İbn Sa’d,Tabakat,II,126

Ekleme Tarihi: 27.01.2011 - 23:20
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Sorularla Peygamberimiz (sas)
Soru 1: Hz Muhammed hangi tarihte ve nerede dünyaya gelmiştir? Cevap: 20 Nisan 571 Pazartesi günü Mekke’de Soru 2: Babası Abdulmuttalib tarafından kurban edilmek istenen, evlenmesinin hemen ardından ticaret amacıyla Suriye’ye giden ve dönüş yolunda rahatsızlanıp henüz on sekiz yaşında Medine’de vefat eden, sevgili peygamberimizin babasının adı nedir? Cevap: Abdullah b. Abdulmuttalib Soru 3: Kureyş kabilesinin Zühreoğulları kolundan olup, Haşimoğullarından Abdullah b. Abdulmuttalib’le evlenen, kocasının vefatından sonra yetim doğan çocuğuna Muhammed ismini veren, oğluyla birlikte kocasının mezarını ziyaret etmek maksadıyla gittiği Medine’den dönüşünde Ebva kasabasında vefat eden, Allah Rasûlünün sevgili annesinin adı nedir? Cevap: Âmine binti Vehb Soru 4: Annesi Âmine, Hz. Muhammed’i bir süre emzirmiştir. Daha sonra, Ebu Leheb’in cariyelerinden birisi Hz. Peygamberi emzirmiştir. Bu kadın ayrıca Hz. Hamza’yı ve Medine’ye hicret eden ilk sahabîlerden olan Ebu Seleme’yi de emzirmiştir. Bu cariyenin adı nedir? Cevap: Süveybe Soru 5: Mekkeliler, çocuklarını; çölün sağlıklı havasında büyümeleri ve Arapça’yı güzel konuşabilmeleri için sütanneye verirlerdi. Abdulmuttalib, torunu Hz. Muhammed’i, Hevazin kabilesinin Sa’d b. Bekiroğulları kolundan bir kadına vermiştir. Peygamberimizin yıllarca yanında kaldığı, evine bolluk ve neşe kattığı bu kadının adı nedir? Cevap: Halime binti Ebu Zueyb Soru 6: Annesinin vefatından sonra Peygamberimiz, Kureyş kabilesinin lideri olan dedesinin himayesinde kaldı. Dedesi torununu hiçbir kimseye göstermediği sevgi ve merhametle büyütmüş, Daru’n-Nedve’deki toplantılarda dahi torununu yanından ayırmamıştır. Kaybolan zemzem kuyusunu da ortaya çıkaran, Hz. Peygamberin dedesinin adı nedir? Cevap: Abdulmuttalib b. Haşim Soru 7: Abdulmuttalib vefat etmeden birkaç gün önce, torunu Hz. Muhammed’i kime bırakacağını düşünmüş, Hz. Peygamberin babası Abdullah ile öz kardeş olan oğluna torununu vasiyet etmiştir. Hz. Peygamberi ölünceye kadar yalnız bırakmayan amcasının adı nedir? Cevap: Ebu Talib b. Abdulmuttalib Soru 8: Allah’ın Rasûlü henüz küçük bir çocukken ona, Ebu Talib’in hanımı ve Hz. Ali’nin annesi olan yüce bir kadın annelik etmiştir. Bu kadın vefat ettiğinde Hz. Peygamber onun cenaze namazını kıldırmış, kendi elbisesiyle kefenlemiş ve ardından gözyaşları dökmüştür. Hz. Peygamberin “annem” diyerek hitap ettiği ve cennetle müjdelediği bu mübarek kadının adı nedir? Cevap: Hz Fatıma binti Esed Soru 9: Hz. peygamberin, amcası Ebu Talib’le çıktığı Busra seyahati sırasında görüştüğü rivayet edilen rahibin adı nedir? Cevap: Bahira Soru 10: Hz. Peygamber, kalabalık bir ailesi olan Ebu Talib’e yardım etmek amacıyla çocuk yaşta olmasına rağmen çalışmaya başlamıştır. Hz. Peygamberin daha sonraki yıllarda her peygamberin mutlaka yaptığını söylediği ve Mekke vadilerinde icra ettiği mesleğin adı nedir? Cevap: Çobanlık Soru 11: Hz. Peygamberin gençlik döneminde amcalarıyla birlikte katılıp fiilen savaşmadığı, Haram aylarda yapılan savaşlara ne ad verilir? Cevap: Ficar Savaşları Soru 12: Mekke’ye gelen misafirleri, zulme uğrayan mazlumları ve tüccarları korumak amacıyla Hz. Peygamberin amcası Zübeyr’in liderliğinde ve Abdullah b. Cüd’an’ın evinde kurulan ve Hz Muhammed ‘in de yirmi yaşlarındayken katıldığı cemiyetin adı nedir? Cevap: Hılfu’l-fudûl Soru 13: Hz. Peygamber geçimini sağlamak amacıyla ticarete atılmıştır. Bu amaçla Hubaşe panayırına, birkaç kez Yemen’e, Doğu Arabistan’a hatta Habeşistan’a gitmiştir. Hz. Peygamber ilk ticari faaliyetleri sırasında hangi amcasıyla kervanlara katılmıştır? Cevap: Zübeyr b. Abdulmuttalib Soru 14: Hz. Peygamber kaç yaşında ve kiminle evlenmiştir? Cevap: 25 yaşında Hz. Hatice binti Huveylid ile Soru 15: Hz. Peygamberin Hz. Hatice’den altı çocuğu olmuştur. Bunlardan dördü kız olup isimleri Hz. Zeyneb, Hz. Rukiyye, Hz. Ümmü Gülsüm ve Hz. Fatıma’dır. Hz. Peygamberin iki oğlunun ismi nedir? Cevap: Hz. Kasım ve Hz. Abdullah Soru 16: Kureyşliler, Kâbe’nin tamiri sırasında bir ara anlaşmazlığa düşmüş ve savaşacak noktaya kadar gelmişlerdir. Kureyş kabilesi hangi taşın kaldırılması ve yerine konması hususunda anlaşmazlığa düşmüştür? Cevap: Haceru’l-Esved Soru 17: Hz. Muhammed’e ilk vahiy hangi tarihte ve nerede gelmiştir? Cevap: 610 Ramazan ayında Hira mağarasında Soru 18: Hz. Peygamber’e gelen ilk vahiy hangi surenin ilk beş ayetidir? Cevap: Alâk suresi Soru 19: Hz. Peygamber ilk vahyi aldığında büyük bir korkuya kapılmış, hanımı Hz. Hatice onu teselli etmiş ve amcaoğlunun yanına götürmüştür. Hz. Peygamberin başından geçenleri dinleyen kişi, O’na gelenin Hz. Musa’ya gelen Namusu Ekber( Cebrail ) olduğunu, kavminin onu yalanlayacağını ve yurdundan sürgün edeceğini bildirmiştir. Bu olaydan kısa bir sure sonra vefat eden bu kimsenin adı nedir? Cevap: Varaka b. Nevfel Soru 20: İlk vahiyden sonra bir süre Hz. Peygambere vahiy gelmemiştir. Hz. Peygamber bu duruma çok üzülmüş ve Rabb’inin kendisini terk ettiği endişesine kapılmıştır. Hz. Peygamberin sabrının ve vahye olan iştiyakının iyice kuvvetlendiği bu dönem Müddessir suresinin ilk ayetlerinin inmesiyle sona ermiştir. Bu döneme ne ad verilir? Cevap: Fetretü’l-Vahy Soru 21: İslam’ın ilk emri namazdır. İlk vahyin hemen ardından, Cebrail Hz. Peygambere abdest almayı ve namaz kılmayı öğretmiştir. Hz. Peygamberle aynı gün namaza başlayan ilk müslüman kimdir? Cevap: Hz. Hatice Soru 22: Ebu Talib’in maddi durumu iyice kötüleştiğinde Hz. Peygamber ve Hz. Abbas onun çocuklarından birer tanesini yanlarına almışlardır. Beş yaşındayken Hz. Peygamberin evine gelen, Hz. Peygamber tarafından büyütülen, on yaşındayken müslüman olan, ileriki yıllarda Hz. Peygamberin damadı, Hz.Fatıma’nın eşi, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in babası olan, Allah’ın aslanı lakaplı büyük sahabî kimdir? Cevap: Hz. Ali b. Ebi Talib Soru 23: Küçük bir çocukken bir baskın sırasında esir düşmüş ve köle pazarlarında satılmıştır. Hz. Hatice tarafından Hz. Muhammed’e hediye edilmiştir. Babası ve amcası onun izini bulup Hz. Peygamberden çocuğun kendilerine verilmesini talep etmişlerdir. Ancak o, Hz. Peygamberin yanında kalmayı tercih etmiştir. Davet edilir edilmez müslüman olan, Hz. Peygamberin Taif seyahatinde yanında olup onu atılan taşlardan koruyan, Efendimizin ordularının komutanı olup, Mute Savaşında şehit düşen, Hz Peygamberin ardından hıçkıra hıçkıra ağladığı rivayet edilen, soranlara “ bu sevgilinin sevdiğine duyduğu özlemdir” buyurarak en çok sevdiği insan olarak tarif ettiği yüce sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Zeyd b. Harise Soru 24: O, cahiliyye devrinde de Hz. Peygamberin en yakın dostuydu. Ömründe hiçbir zaman putlara tapmamıştır. Hiç kimsenin müslüman oluşu, onun müslüman oluşu kadar Hz. Peygamberi sevindirmemiştir. Cahiliyye devrinde kazandığı tüm serveti İslam yolunda harcamıştır. İşkence altındaki köle ve cariyeleri satın alıp hürriyetine kavuşturmuş, Cenab-ı Hak, Leyl Suresi başta olmak üzere birçok surede onu övmüştür. Mağaradaki iki kişiden birisi o idi. İlk müslümanlardan birçoğu onun davetiyle müslüman oldu. Hz Peygamberin vefatından sonra halife olan ve bütün yalancı peygamberleri yok ederek İslam’ı hâkim kılan, Hz. Peygamberin kayınpederi de olan yüce sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Ebu Bekir Soru 25: Müslüman olduğunu açıkça ilan eden yedi kişi vardı. Bunlardan bir tanesinin hiçbir koruyucusu yoktu. Efendisi Umeyye b. Halef onu İslam’dan döndürmek için günlerce aç bıraktı, boynuna bir ip geçirip Mekke sokaklarında sürükledi. Mekke’nin dışındaki çöllerde çırılçıplak yere yatırıp üzerine kayalar koydurdu. Ama o, Kureyşlilerin tüm baskılarına rağmen dininden dönmedi. Onun “ehad” sözü tüm mazlumların sloganı oldu. İslam’ın ilk müezzini olan, Medine’de, Mekke’de ve Kudüs’te ilk ezanı okuyan sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Bilal bin Rebah Soru 26: Müslümanların sayısı artmaya başlayınca Hz. Peygamber, Erkam b. Ebi’l Erkam’ın Safa tepesi yakınındaki evini merkez edinmiş, insanları bu evde İslam’a davet etmiştir. Müslümanlar ibadetlerini bu evde yapmış ve dinlerini bu evde öğrenmişlerdir. Bu evin adı nedir? Cevap: Daru’l-Erkam Soru 27: Hz. Peygamber, “En yakın akrabalarını uyar” ayetinin inmesi üzerine akrabalarına bir yemek verdi ve onları İslam’a davet etti. Gerek bu davet sırasında ve gerekse daha sonraki dönemlerde, amcalarından bir tanesi onun en şiddetli düşmanları arasında yer aldı. Hakkında Tebbet Suresinin indiği bu kişinin adı nedir? Cevap: Ebu Leheb Soru 28: Hz. Peygamberin kapı komşusu olup, geçtiği yollara ve kapısına dikenler ve pislikler atmış, kocası Ebu Leheb’i de yeğeni Hz. Muhammed’e karşı kışkırtmıştır. Oğulları Utbe ve Uteybe’nin Hz. Peygamberin kızlarıyla olan nişanlarını bozduran ve onları Hz. Peygambere hakaret ettirten, Kur’an’ın ‘‘Hammalete’l- Hattab’’ diye vasıflandırdığı kadının adı nedir? Cevap: Ümmü Cemil Soru 29: Hz. Peygamberin en şiddetli düşmanıydı. Alâk sûresinde anlatılan ve Hz. Peygamberi namaz kılmaktan menetmeye çalışan kimse odur. İslam’ın ilk şehitleri olan Hz. Sümeyye ve Hz. Yasir’i o öldürmüştür. Hz. Peygamber onu ‘‘bu ümmetin firavunu’’ olarak tarif etmiştir. Bedir Savaşında öldürülen bu İslam düşmanının adı nedir? Cevap: Ebu Cehil Amr b. Hişam Soru 30: Nübüvvetin altıncı yılında, Ebu Cehil ve arkadaşlarının Rasulullaha ettiği hakaretleri duyan bir cariyenin, durumu bildirmesiyle hiddetlenen ve Kâbe’deki Ebu Cehil’in başına elindeki yay ile vurarak müslüman olan, Allah ve Rasulünün aslanı olup savaşlarda büyük kahramanlıklar gösteren bir sahabidir. Uhud Savaşında arkasından atılan bir mızrakla şehit edilen ve Hz. Peygamberin günlerce ardından gözyaşı döktüğü amcası ve arkadaşının adı nedir? Cevap: Hz. Hamza b. Abdulmuttalib Soru 31: Hz. Peygamberin arkasından kaş göz hareketleriyle alay eden, hakkında Hümeze Suresinin indiği rivayet edilen, Hz. Bilâl’e dayanılmaz işkenceler yapıp, Bedir Savaşında da Hz. Bilâl tarafından öldürülen müşrik liderin adı nedir? Cevap: Ümeyye b. Halef Soru 32: Müslümanlar, İslam’ın ilk yıllarında müslüman olduklarını gizliyor, namazlarını kilitli kapılar ardında ya da şehrin çevresindeki vadilerde kılıyorlardı. Müslümanlar ve müşrikler arasındaki ilk çatışma namaz sebebiyle olmuş, iki taraf arasındaki ilk kan bu sebeple dökülmüştür. Fırlattığı deve kemiğiyle bir müşriğin yaralanmasına sebep olan sahabinin adı nedir? Cevap: Sâd b. Ebi Vakkas Soru 33: İslamın ilk günlerinde müslüman olan ve henüz hayattayken Cennetle müjdelenen sahabilerdendir. Peygamberimizle birlikte tüm seferlere katılmış, Bedir Savaşında Peygamberimizi öldürmeye çalışan öz babasını öldürerek İslam yolunda nelerden vazgeçebileceğini göstermiştir. Hz. Ebubekir döneminde Suriye cephesi komutanlığı yapan bu sahabi ‘‘ Hz. Peygamberin Emini’’ olarak tanınmaktadır. Bu sahabinin adı nedir? Cevap: Ebu Ubeyde bin Cerrah Soru 34: Halid b. Velid’in babasıdır. Kureyş kabilesinin en zenginlerindendi. Hatta Kureyşliler: “ Bu Kur’an neden Taif lideri Urve b. Mesud’a ya da ona indirilmedi de bir çobana indirildi” diyerek Mekke’deki konumunu dile getirmişlerdir. Bir ara müslüman olmayı düşünmüş ancak Ebu Cehil’in baskısı ve tahrikleri nedeniyle bundan vazgeçip, İslam’a muhalefetini sürdürmüştür. Hac mevsiminde Mekke’ye gelen ziyaretçilere, onun teklifiyle Hz. Muhammed’in sihirbaz olduğu haberleri yayılmıştır. Müddessir Sûresi onun bu düşmanlığını ve akıbetini açıklamaktadır. Kureyşin bu liderinin adı nedir? Cevap: Velid bin Muğire Soru 35: Hz. Peygamberin kapı komşusu olup ona en fazla işkence edenlerden biriydi. Kâbe’de namaz kılmakta olan Hz. Peygamber secdeye vardığında saldırmış ve Efendimizi boğmaya çalışmıştır. Hz. Peygamberi boğulmaktan son anda “Rabb’im Allah’tır dediği için mi bir insanı öldürüyorsunuz?” diyerek yetişen Hz. Ebu Bekir kurtarmıştır. Bedir Savaşında öldürülen bu müşriğin adı nedir? Cevap: Ukbe b. Ebi Muayt Soru 36: İran da tıp tahsili yapmıştır. İran hükümdarlarının, Rüstem’in ve İsfendiyar’ın hikâyelerini anlatarak insanların Kur’an-ı Kerim’i dinlemelerine engel olmaya çalışırdı. Kur’an’ın önceki kavimlere ait masallardan ibaret olduğunu söylerdi. Yahudi bilginlerine gider onlardan öğrendikleriyle Hz Peygamberi sıkıştırmaya çalışırdı. Kalem Sûresinin 15–16. ayetleri onun hakkında nazil olmuştur. Bedir Savaşında öldürülen bu müşrik liderin adı nedir? Cevap: Nadr b. Haris Soru 37: Gıfar kabilesinden olup Hz. Peygamberin davetini işitir işitmez Mekke’ye geldi. Peygamberimizle görüşerek müslüman oldu ve imanını tüm Kureyşin karşısında ilan etti. Öldüresiye dayak yiyen bu sahabi ertesi gün yine Kâbe’nin yanında Kelime-i şehadeti tekrarladı ve işkencelere maruz kaldı. Efendimizin (as) hakkında “ O yalnız gezer, yalnız yaşar ve yalnız ölür” buyurduğu sahabi’nin adı nedir? Cevap: Hz. Ebu Zer el-Gıfari Soru 38: Allah Rasulünden sonra Mekke’de Kur’an-ı Kerim’i yüksek sesle okuyan ilk sahabidir. Rahman suresi nazil olduğunda müslümanlar bu sûreyi Kureyşlilere okumak istemişler ve bu görevi hiçbir koruması ve gücü olmayan bu sahabi üstlenmiştir. Görevini başarıyla yerine getiren bu sahabi şiddetli işkencelere maruz kalmıştır. Bedir Savaşında Ebu Cehil’i öldürmek ona nasip olmuştur. Kur’an-ı Kerim’i güzel okumasıyla Hz. Peygamberi gözyaşlarına boğan bu sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Abdullah b. Mesud Soru 39: Müslüman olduğunu hiç kimseden çekinmeden ilan eden yedi müslümandan birisiydi. Ebu Cehil onun dinden dönmesi için her türlü baskıyı ve işkenceyi uyguladı. Bir akşam, ayaklarını bir deveye kollarını bir başka deveye bağlayarak onu parçalamakla tehdit ederek İslam’dan dönmesini teklif etti. O yine dininden dönmeyeceğini sert bir şekilde tekrarlayınca Ebu Cehil tarafından mızrakla şehit edildi. İslam’ın ilk şehidi olan hanım sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Sümeyye Soru 40: İslam’dan dönmesi için müşrikler tarafından düz bir yerde yanmakta olan ateşin üzerine sırt üstü yatırılan ama yine de dininden vazgeçmeyen sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Habbab b.Eret Soru 41: Müşriklerin müslümanlara uyguladıkları işkencelerin dayanılmaz boyutlara ulaşması üzerine Hz. Peygamber arkadaşlarına hicret etmeleri için izin verdi. Müslümanlar ilk hicretlerini nereye yaptılar? Cevap: Habeşistan’a Soru 42: Müslümanların Habeşistan’a hicret etmeleri Habeşistan’la ticari ilişkileri olan Kureyş’i rahatsız etti. Zira bu durum İslam’a yeni bir kıtada yaşama ve yayılma imkânı sağlıyordu. Bu sebeple Mekkeliler, bir elçiyi zengin hediyelerle Habeşistan Hükümdarı Necaşi Eshame’ye gönderdiler. Müslümanları geri getirmek üzere yola çıkan bu elçilerin karşısında Habeşistan Necaşisine, İslam’ı, cahiliyyeyi, İslam’ın Hz İsa’ya bakışını en güzel bir şekilde anlatan sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Cafer b. Ebi Talib Soru 43: Kureyş’in liderlerinden Velid b. Muğire’nin himayesinde olan sahabi, rahat bir yaşam sürmekteyken diğer müslümanların işkenceler altında yaşamasından üzüntü duymuş ve Velid b. Muğire’nin himayesini terk ederek işkencelerle dolu bir hayata adım atmıştır. Medine’de vefat eden ilk muhacir olan bu sahabinin adı nedir? Cevap: Hz.Osman b. Ma’zun Soru 44: Bir gün peygamberimiz ve arkadaşları Daru’l-Erkam’dan çıktılar ve Mescidi Haram’a geldiler. Müslümanlardan bir tanesi ayağa kalktı ve halkı Allah ve Rasulüne iman etmeye çağırdı. Müşrikler en başta bu sahabi olmak üzere tüm mü’minleri dövmeye başladılar. Hatta Utbe b. Rebia adlı müşrik, demir ayakkabılarıyla bu sahabinin yüzünü yara bere içinde bıraktı. Kendinden geçen ve öleceği zannedilen bu sahabi, akşam vakti gözlerini açtı. İlk iş olarak Rasulüllahın halini sordu. Bu mübarek sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Ebu Bekir Soru 45: O, Allah Rasulünün en şiddetli düşmanlarından birisiydi. Bir gün Hz. Peygamberi öldürmek amacıyla yola çıkmış ancak yolda kız kardeşi ve eniştesinin müslüman olduğu haberini almıştı. Eniştesi ve kız kardeşini dövmeye başladığında kardeşi Fatıma gayet kararlı bir şekilde iman ettiklerini ve asla bundan vazgeçmeyeceklerini söyleyince şaşkına döndü. Gerek kız kardeşinin tavrından ve gerekse de evlerinde okunan Taha Suresinden oldukça etkilendi. Hemen Daru’l-Erkam’a gitti ve müslüman oldu. O, Daru’l-Erkam’da müslüman olan son sahabiydi. Müslüman oluşuyla Mekke’yi ikiye bölen bu sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Ömer b. Hattab Soru 46: Müşrikler, Hz. Peygamberi davetinden vazgeçirmek amacıyla müslümanlara boykot uygulamışlardır. Bu amaçla; Haşimoğulları ve Muttaliboğullarıyla konuşmama, kız alıp vermeme, ticaret yapmama kararı almışlardır. Müslümanlar bu dönemde Ebu Talib mahallesinde sıkışıp kalmışlar, büyük bir kıtlık ve acı çekmişler, çocuklarını kaybetmişlerdir. Müslümanlara uygulanan bu ambargo kaç yıl sürmüştür? Cevap: 3 yıl Soru 47: Müşriklerin, Hz. Peygamberden mucize istemeleri üzerine, Efendimiz tarafından ay ikiye bölünmüştür. Müslümanlardan ve müşriklerden kalabalık bir grup da bu olaya şahit olmuştur. Bu olaya ne ad verilir? Cevap: Şakku’l- Kamer Soru 48: Hz. Peygamber nübüvvetinin onuncu yılında, önce çocukluktan itibaren kendisini himaye eden amcası Ebu Talib’i sonra da çocuklarının anası olan sevgili hanımı Hz. Hatice’yi kaybetmiştir. Efendimiz bu yıla hangi ismi vermiştir? Cevap: Hüzün yılı Soru 49: Hz. Peygamber Taif’ten Mekke’ye dönerken bir grup cinle karşılaşmış, onlara Kur’an okumuş, onlar da müslüman olmuştur. Bu olayın cereyan ettiği yer neresidir? Cevap: Nahle Soru 50: Hz. Peygamber Kureyşlilerin kendisine karşı tavırlarının sertleşmesi üzerine Mekke dışına yönelmiştir. Zeyd b. Harise’yle birlikte Taif’e gelen Efendimiz, şehrin liderlerini İslam’a davet etmiş on gün boyunca İslam’a çağırmadık bir kimse bırakmamıştır. Taifliler, Hz. Peygamberi reddettikleri gibi onunla alay etmişler, ona en ağır işkencelerde bulunarak beyinsiz takımına ve çocuklarına onu taşlatmışlardır. Aldığı taş darbelerinden yürüyemez hale gelen Efendimizin oturup dinlenmesine müsaade etmemişler, ayağa kaldırıp şehrin çıkışına kadar işkencelerini sürdürmüşlerdir. Hem Rasulullah hem de onu korumaya çalışan Hz. Zeyd kanlar içinde kalmıştır. Efendimizin ömrü boyunca yaşadığı bu en ağır günde kendisine hangi kabile işkence etmiştir? Cevap: Sakif kabilesi Soru 51: Taif dönüşünde vücudundan kanlar akan Hz. Peygamber, davasından yine de vazgeçmemiş, kendisine bir ağacın altında bir tabak üzüm getiren bir köleyi İslam’a davet etmiştir. O köle de onun ellerine, ayaklarına sarılarak müslüman olmuştur. Bu kölenin adı nedir? Cevap: Addas Soru 52: Hz. Peygamberin oğlu Abdullah dört yaşındayken vefat etti. Müşriklerden birisi Hz. Peygamberin üzüntüsünü arttırmak için kendisine soyu kesik manasına “ebter” diye hitap etti. Bunun üzerine Kevser sûresi nazil oldu. Bu müşrik liderin adı nedir? Cevap: As b. Vail Soru 53: Hz. Peygamber nübüvvetin on birinci yılında, hac mevsimi Akabede bulunduğu sırada, bir grup Medineli ile buluşmuş ve onları İslam’a davet etmiştir. İslam’ı kabul eden ilk Medineli olan bu kimseler hangi kabileye mensuptur ve sayıları kaçtır? Cevap: Hazrec kabilesi, 6 kişi Soru 54: Cenab-ı Hak, kavmi tarafından eziyete uğrayan, en yakın akrabalarını kaybeden, Taifte büyük acılar yaşayan Efendimiz (as)’i hangi mucizelerle şereflendirmiştir? Cevap: İsra ve Mîrac Soru 55: Nübüvvetin onikinci yılında Medine’den on iki kişilik bir heyet hac zamanı Mekke’ye gelerek Rasulüllah’la buluşmuş, Allah’a ortak koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine, iftirada bulunmayacaklarına, Rasulüllah’ın tüm emirlerine uyacaklarına dair kendisine biat etmişlerdir. Bu biate ne ad verilir? Cevap: I. Akabe biati Soru 56: Medineli ilk Müslümanlardan olup Mus’ab b. Umeyr’i evinde misafir eden ve onunla birlikte Medine’de İslam’ı yaymaya çalışan, hicretten sonra vefat eden ilk Medineli sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Es’ad b. Zürare Soru 57: Nübüvvetin onüçüncü yılı hac mevsiminde ikisi kadın yetmiş beş Medineli müslüman Mekke’ye geldi ve Hz.Peygamberle gizlice buluştu. Medineliler, Hz. Peygamberi şehirlerine davet edip gelmesi halinde kendisini ve diğer Mekkelileri kendi canlarını ve mallarını korudukları gibi koruyacaklarına, her halükarda ona itaat edeceklerine dair biat ettiler. Bu biat’e ne ad verilir? Cevap: II. Akabe Biati Soru 58: Müşrikler, müslümanların Medine’ye hicret ettiklerini görünce Hz. Peygamberin de hicret edeceğini düşünmüşler ve onu öldürme kararı almışlardır. Müşrik liderler bu kararı nerede vermişlerdir? Cevap: Daru’n – Nedve Soru 59: Birinci Akabe Biati sırasında Medineliler, Allah Rasulünden Medine’de İslam’ı öğretecek bir arkadaşını kendileriyle göndermesini istediler. Efendimiz (s.a.v)’ den sonra İslamın ilk öğretmeni olan bu sahabi, ilk Cuma namazını da Medine’de kıldırmıştır. Bu sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Musab b. Umeyr (ra) Soru 60: Kureyş müşriklerinin suikast kararını öğrenen Hz. Muhammed (sav), hicret hazırlıklarına Hz. Ebu Bekir’le başlamış ve bir gece Mekke’den ayrılmıştır. Hz. Peygamberin üç gün boyunca saklandığı mağaranın adı nedir? Cevap: Sevr Mağarası Soru 61: Kureyşliler Hz. Peygamberi öldürmek amacıyla kapısında beklerken, Efendimiz yatağına Hz. Ali’yi yatırarak evden çıkmıştır. Hz.Peygamber müşriklerin arasından geçerken Kur’an okumuş ve hiç bir müşrik onu görmemiştir. Hz. Peygamber bu sırada hangi sureden ayetler okumuştur? Cevap: Yasin Sûresi Soru 62: Kureyş müşrikleri, Hz. Peygamber ve Ebu Bekir’i yakalamak amacıyla yüz deve ödül koydular. Bunun üzerine birçok kimse Efendimizi takip etmeye başladı. Rasulüllah’ı bulan ancak tam yakalayacağı sırada atının ayakları kuma saplanan ve amacına ulaşamayan kişinin adı nedir? Cevap: Suraka b. Malik Soru 63: Hz. Muhammed Medine’ye hangi tarihte ulaşmıştır? Cevap: 12 Rebiülevvel ( 24 Eylül 622) Soru 64: Hz. Peygamber, evinin ve mescidin inşaatı sürerken yedi ay süreyle hangi sahabiye misafir olmuştur? Cevap: Hz. Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el- Ensari Soru 65: Hz.Peygamber, sekiz günlük yolculuktan sonra Kûba’ya gelmiş, birkaç gün burada kalarak ilk mescidi inşa etmiştir. Daha sonra Adiy b. Neccaroğullarını çağırarak onların nezaretinde Medine’ye hareket etmiş ve yolda ilk Cuma namazını kıldırmıştır. İlk Cuma namazı nerede kılınmıştır? Cevap: Ranuna Vadisi Soru 66: Hz. Muhammed’in hicretinden evvel Medine-i Münevvere’nin adı nedir? Cevap: Yesrib Soru 67: Hz. Peygamber, mescid inşaatı sırasında mescidin arka kısmını kimsesiz müslümanların barınması için bir mesken, ilim tahsil etmek isteyen kimseler için de bir medrese olarak tahsis etmiştir. Bu medresede eğitim gören sahabilere ne ad verilir? Cevap: Ashab-ı Suffe Soru 68: Kureyşliler, Hz. Peygamberin Medine’de yerleştiğini ve kendileri için bir tehdit oluşturabileceğini görünce Medinelilere bir mektup yazdılar. Bu mektupta, Hz Muhammed’i kendilerine teslim etmelerini; bunu yapmadıklarında ise iki taraftan biri yok oluncaya kadar savaşmakla Medinelileri tehdit ettiler. Bu mektubu kaleme alan müşrik liderlerinin ismi nedir? Cevap: Ebu Sufyan b. Harb ve Ubeyy b. Halef Soru 69: Mekke’den Medine’ye Allah yolunda hicret eden ve her şeylerini İslam için geride bırakan müslümanlara ne ad verilir? Cevap: Muhacir Soru 70: Kur’an-ı Kerim’in tarifiyle “kendileri muhtaç bir durumdayken din kardeşlerini düşünen”, Mekke’den Medine’ye hicret eden muhacirlere evlerini açan ve sevgilerini sunan Medineli müslümanlara ne ad verilir? Cevap: Ensar Soru 71: Hz. Peygamber, Mekke’den her şeylerini bırakarak Medine’ye gelen müslümanların maddi ihtiyaçlarını karşılamak, onları Medine’ye ısındırmak, ensar ve muhacir arasındaki samimiyeti arttırmak ve kabile bağlılığı yerine İslam Kardeşliğini hakim kılmak amacıyla Ensar ve Muhaciri birbirleriyle kardeş ilan etti. Bu olay hicretin kaçıncı yılında cereyan etmiştir? Cevap: Hicretin Birinci Yılı Soru 72: Hz. Peygamber, Medine’deki Müslümanlar, müslüman olmayan Araplar ve şehirdeki üç Yahudi kabilesinin barış ve huzur içerisinde birlikte yaşamaları için Medine’yi bir şehir devleti olarak planlamış ve bu amaçla ilk yazılı anayasayı hazırlamıştır. Bu anayasaya göre farklı din ve milletten olan bu insanların yaşayabilecekleri problemlerde son kararı kim verecektir? Cevap: Hz. Muhammed Soru 73: Medine’de bir şehir devletinin kurulmasıyla birlikte Hz. Peygamber şehrin hudutlarını belirlemiş, Yahudi pazarlarına alternatif olarak müslümanlar için bir pazaryeri yaptırmıştır. Müslümanların sayısını belirlemek amacıyla da ilk nüfus sayımını gerçekleştirmiştir. Bu nüfus sayımında müslümanların sayısı kaç olarak tespit edilmiştir? Cevap:1500 Soru 74: Mescidin yapımından sonra müslümanlar namaz için nasıl toplanacaklarını belirlemeye çalıştılar. Bazıları çan çalınmasını, bazıları bayrak dikilmesini, bazıları bir borunun çalınmasını, bazıları ise ateş yakılmasını teklif ettiler. Bu tekliflerden tamamı başka inançların taklidi olduğu için kabul edilmedi. Ensardan birisi rüyasında ezan lafızlarını gördü. Bu lafızların okunmasını teklif etti ve onun teklifi kabul edildi. Ezan sözlerini rüyasında gören sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Abdullah b.Zeyd Soru 75: Mekke’de işkencelere maruz kalırken “Allah birdir” diyen, Medine’ye hicretten sonra “Allah en büyüktür” diyerek ezan okumakla şereflenen İslam’ın ilk müezzini kimdir? Cevap: Hz. Bilal b. Rebah Soru 76: Mekkeli müşrikler, müslümanların Mekke’de kalan mallarını yağmalamışlar, Medine halkını tehdit etmişler ve Medinelilere karşı iktisadi baskı uygulamaya başlamışlardı. Zulme uğrayan müslümanlara kendilerini silahla savunma izni hangi ayetlerle verilmiştir? Cevap: Hac Suresi 39 ve 40. ayet Soru 77: Daha çok istihbarat toplamak amacıyla oluşturulan ve gerektiğinde düşmanla çatışmaya giren, Hz. Peygamberin katılmadığı askeri birliklere ne ad verilir? Cevap: Seriyye Soru 78: Hz. Peygamberin gönderdiği ilk seriyyenin komutanı kimdir? Cevap: Hz. Hamza b. Abdulmuttalib Sor 79: Hz. Peygamberin katıldığı ilk gazvenin adı nedir? Cevap: Ebva Gazvesi Soru 80: Hicretten on yedi ay sonra Hz. Peygamber, Yemen’den gelen bir Kureyş kervanı hakkında bilgi edinmek için Batn-ı Nahle denilen yere bir seriyye gönderdi. Bu seriyye, kervandakilerle sıcak çatışmaya girmiş ve Amr b. Hadrami adlı bir müşriği öldürmüştü. Bu seriyye’ye komutanlık eden sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Abdullah b. Cahş Soru 81: Mekkeliler, müslümanların Mekke’de bulunan mallarını da servetlerine katarak büyük bir ticari kervan düzenlediler. Bu kervandan elde edilecek kâr ile silah almayı ve müslümanlarla savaşmayı planlıyorlardı. Peygamber Efendimiz, Ebu Sufyan’ın liderliğindeki kervanı yakalamak üzere harekete geçti. Bunu haber alan Ebu Sufyan da yardım istemek amacıyla Mekke’ye haber gönderdi. Bu olayın neticesinde meydana gelen savaşın adı nedir? Cevap: Bedir Savaşı Soru 82: Bedir Savaşı hangi tarihte meydana gelmiştir? Cevap: Hicretin 2. yılı 17 Ramazan (13 Mart 624) Soru 83: Bedir Savaşında müşriklerin sayısı bin kişi, müslümanların sayısı ise 305 kişiydi. Mazeretleri sebebiyle katılmayanlarla birlikte 313 kişiydi. Cuma sabahı meydana gelen savaşta müşriklerden 70 tanesi öldürülmüş, 70 tanesi de esir alınmıştır. Müslümanların verdiği şehit sayısı kaçtır? Cevap: 14 Kişi Soru 84: Peygamberimiz, Bedir Savaşına giderken orduyu kontrol etmiş, yaşı küçük olanları geri çevirmiştir. Henüz on altı yaşında olduğu halde kendini büyük göstermeye çalışan bir sahabiyi de geri gönderdi. Savaşa katılamadığı için ağlayan sahabinin, savaşmasına Hz.Peygamber(a.s) izin verdi. Savaşta şehit düşen bu sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Umeyr b. Ebi Vakkas Soru 85: Bedir Savaşının başında müşrik liderlerden Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia ve Velid b. Utbe savaş meydanına çıkarak müslümanları mübareze( düello) ‘ye davet etmiş, Peygamberimiz de onlara rakip olarak amcası Hz. Hamza’yı ve amcasının oğlu Hz. Ali’yi başka bir amcaoğlunu seçti. Hz. Hamza ve Hz. Ali rakiplerini öldürürken, diğer amcaoğlu ise rakibini yaralamıştır. Ancak kendisi de yaralanmış ve savaştan sonra şehit olmuştur. Bu şehidimizin adı nedir? Cevap: Hz. Ubeyde b. Haris Soru 86: Hz. Osman, hanımının hastalığı sebebiyle Bedir Savaşına katılamamıştır. Gerek Habeşistan’a gerekse Medine’ye hicret ederek iki hicret sevabı almış ve Hz. Peygamberin kızı olan hanımı, Bedir galibiyetinin müjdesi geldiği gün vefat etmiştir. Hz. Peygamberin bu kızının adı nedir? Cevap: Hz. Rukiyye Soru 87: Medine’de bulunan müşrikler, Hz. Peygamberin Bedir Savaşını kazanması ve müşrik liderlerin öldürülmesi üzerine müslümanların güçlendiklerini kabul etmiş, müslüman olmalarının menfaatleri için daha uygun olacağına kanaat getirmişlerdir. Müslüman görünmelerine rağmen İslam’a kin kusan, müşrikler ve yahudilerle işbirliği içinde olan bu münafıkların lideri kimdir? Cevap: Abdullah b. Ubeyy Soru 88: Bedir Savaşında esir düşen müşriklerden maddi durumu iyi olanlar fidye alınarak serbest bırakılmıştır. Maddi durumu müsait olmayıp okuma-yazma bilenler ise; on Müslüman’a okuma-yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakılmıştır. Bedir Savaşından, alınan ganimetlerden ve esirlerin durumundan bahseden sûre hangisidir? Cevap: Enfal Sûresi Soru 89: Medine’de müslümanlarla beraber yaşayan üç Yahudi kabilesi vardı. Bunlardan bir tanesi Bedir Savaşından sonra müslüman bir kadını taciz etmiş, tacize uğrayan kadının yardım istemesi üzerine müslümanlardan birisi bu tacizi yapan yahudiyi öldürmüştür. Kabile mensuplarının bu müslümanı şehit etmesi üzerine Hz. Peygamber, bu kabileyi önce İslam’a davet etmiş, reddetmeleri üzerine kendilerine savaş açmıştır. Hz. Peygamberle savaşmayı göze alamayıp şehri terk eden ve tamamı kuyumculukla geçinen bu Yahudi kabilesinin adı nedir? Cevap: Beni Kaynuka Soru 90: Yürüyüşü ve konuşmasıyla Rasulullah’a en çok benzeyen kişi o idi. Hz. Peygamber otuz beş yaşında iken doğdu. Efendimizin en sevdiği insan ve cennet kadınlarının en üstünlerinden birisidir. O eve girdiğinde Efendimiz ayağa kalkarak onu karşılardı. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer onunla evlenmek istemiş ancak Hz. Peygamberimiz onu Hz. Ali ile evlendirmiştir. Hz. Peygamberden altı ay sonra vefat eden en küçük kızının adı nedir? Cevap: Hz. Fatıma Soru 91: Peygamberimizin Medine’ye hicretinden on sekiz ay sonra inen ayetle müslümanlar Kâbe’ye yönelerek namaz kılmaya başlamışlardır. Bu tarihten önce müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa hangi şehirdedir? Cevap: Kudüs Soru 92: İslam’a ve müslümanlara diş bileyen, okuduğu şiirlerle insanları Hz. Peygambere düşman etmeye çalışan yahudilerdendi. Bedir Savaşında müşrik liderlerin öldürüldüğünü duyunca “bugün yerin altı üstünden daha iyidir” demiş ve Mekke’ye giderek Kureyşlileri Bedir Savaşının intikamını almaya çağırmıştır. Hz. Peygamberin öldürülmesini emrettiği ve öldüren sahabileri tebrik ettiği bu Yahudi liderin adı nedir? Cevap: Kâb b. Eşref Soru 93: Hz. Ubeyde b. Haris, Bedir Savaşında şehit olunca Peygamber Efendimiz onun hanımıyla evlenmiş ve Mü’minlerin annesi olmakla şereflendirmiştir. Yoksul ve muhtaçlara merhameti sebebiyle “Ümmü’l-Mesakin” “Düşkünlerin annesi” diye anılan ve Efendimizle evlendiğinden üç ay sonra vefat eden hanım sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Zeyneb binti Huzeyme Soru 94: Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın ilk çocuğu olup, hicretin üçüncü yılında Ramazan ayının ortasında doğmuştur. Hz. Fatıma ile birlikte Hz. Peygambere en çok benzeyen bu torununun adı nedir? Cevap: Hz. Hasan b. Ali Soru 95: Bedir Savaşında ağır bir mağlubiyete uğrayan Mekkeliler, gerek intikam almak gerekse müslümanların Suriye ticaret yolu üzerindeki etkilerini yok etmek maksadıyla üç bin kişilik bir ordu hazırladılar. Bu orduyu kumanda eden müşrik liderin adı nedir? Cevap: Ebu Sufyan b. Harb Soru 96: Hz. Peygamber, müşrik ordusunun Medine’ye doğru yola çıktığını haber alınca durumu müslümanlarla görüşmüştür. Her ne kadar kendisi, şehir içinde kalıp savunma savaşı yapılması taraftarıysa da müslümanların çoğunluğunun görüşüne uyarak meydan savaşı yapılmasını kabul etmiştir. Münafıkların ayrılmasından sonra Uhud Dağında savaşmayı göze alan müslüman askerler kaç kişidir? Cevap: 700 Kişi Soru 97: Uhud Savaşı hangi tarihte meydana gelmiştir? Cevap: 7 Şevval 3 (23 Mart 625) Soru 98: Peygamberimiz, Uhud günü, Müşriklerin arkadan saldırmasını engellemek ve Halid b. Velid kumandasındaki Mekkeli süvarileri etkisiz hale getirmek için Ayneyn Tepesine elli okçu yerleştirdi. Bu okçuların lideri olup, okçular tepeyi terk ettiğinde bile 7 sahabiyle birlikte yerinde kalıp savaşarak şehit düşen sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Abdullah b. Cübeyr Soru 99: Evlendiği gecenin sabahında aceleyle Uhud Savaşına yetişen ve şehit düştüğünde melekler tarafından yıkanan sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Hanzala b. Ebu Amir Soru 100: Uhud Savaşında şehit olan ilk sahabidir. Siyer kitapları onun; şehit olduğunda Cenab-ı Hakk’ın katına çıkarıldığını ve Cenab-ı Hakk’tan diriltilip yeniden savaşmayı ve şehit olmayı istediğini belirtirler. Savaşa katılan bu en yaşlı sahabinin mezarı kırk yıl sonra açılmış ve vücudunun hiçbir çürümeye uğramadığı görülmüştür. Bu sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Abdullah b. Amr b. Haram Soru 101: İslam’ın ilk öğretmeni, Bedir ve Uhud Savaşlarında İslam ordusunun sancaktarıdır. Uhud Savaşında okçuların yerlerini terk etmesi üzerine Peygamberimizin yanından ayrılmayan, müşriklerin Hz. Peygambere benzeterek şehit ettikleri sahabidir. Ahzab Suresi 23. ayet o ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Mekke’nin en yakışıklı ve en güzel giyineni olarak bilinen sahabiyi, vefat ettiği zaman saracak bir kefen bulunamamış ayakları otlarla örtülmüştür. Onun bu durumuna Hz. Peygamber gözyaşlarıyla şahitlik etmiştir. Bu sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Mus’ab b. Umeyr Soru 102: Mü’minler, Uhud savaşında müşrikleri ağır bir yenilgiye uğratmış, ancak okçuların yerlerini terk etmesi üzerine kaçan müşriklerin geri dönmesi ve suvarilerin saldırılarıyla iki düşman arasına sıkışmışlardır. Hz. Hamza bu sırada bir kayanın arkasından atılan bir mızrakla şehit olmuştur. Hz. Hamza’yı şehit eden kişinin adı nedir? Cevap: Vahşi b. Harb Soru 103: Uhud harbinde Peygamberimizin öldürüldüğü haberi yayılınca müslümanlar dağıldılar. Müşrikler Hz. Peygamberi dört bir taraftan kuşattığında Efendimizi koruyabilecek sadece bir kişi vardı. Hz. Peygamber nereye baksa onu görüyordu. Peygamberimize atılan bir oku eliyle engelleyerek sakat kaldı. Hz Peygamber, müşrikler tarafından savaş öncesi kazılan bir çukura düştüğünde atılan okların üzerine gelmemesi için yine bu sahabi üzerine atılarak buna mani oldu. Uhud günü cenneti hak ettiği söylenen bu sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Talha b. Ubeydullah Soru 104: Uhud Savaşında kocası ve iki çocuğuyla birlikte Resulullah’ın önünde savaşan hanım sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Ümmü Umare Nesibe binti Ka’b Soru 105: Hz. Muhammed’in öldürüldüğü haberi üzerine savaştan vazgeçen sahabilerin yanına gelerek: “ Rasulüllah şehit edildiyse hiç şüphesiz Allah bakî’dir. Allah Rasulünden sonra siz sağ kalıp da ne yapacaksınız? Kalkın, siz de Rasulüllah’ın can verdiği dava için savaşın.” diyerek düşmanın ortasına atılan ve şehit düşen sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Enes b. Nadr Soru 106: Henüz Mekke dönemindeyken, Hz. Peygamberi öldüreceğine yemin eden, Uhud Savaşında müslümanların dağılmasını fırsat bilerek Efendimiz’e saldıran ve bizzat Peygamberimiz’in attığı mızrakla boynundan yaralanan ve daha sonra ölen müşrik liderin adı nedir? Cevap: Ubeyy b. Halef Soru 107: Hz. Peygamberin Uhud Savaşından döndükten sonra müşriklerin Medine’ye saldırısını engellemek ve müslümanların hâlâ güçlü olduklarını göstermek amacıyla Uhud Savaşına katılan gazilerle birlikte Mekkeli müşriklere karşı çıktığı sefere ne ad verilir? Cevap: Hamra’ül- Esed Gazvesi Soru 108: Hz. Peygamber, Bedir Savaşında esir düşen müşriklerden birinin fakir olması sebebiyle bedelsiz bir şekilde salıverilmesini istedi. Efendimiz, şair olan bu şahsı, bir daha müslümanlarla savaşmamak, müslümanların aleyhinde propaganda yapmamak şartıyla serbest bıraktı. Hamra’ül- Esed Gazvesinde ikinci kez esir alınan bu şahıs çoluk çocuğunu bahane ederek yeniden affını istedi. Hz. Peygamber: “ Mü’min bir yılan deliğinden iki defa ısırılmaz” diyerek bu şairin öldürülmesini emretti. Bu müşriğin adı nedir? Cevap: Ebu Azze Soru 109: Uhud Savaşından birkaç ay sonra Adal ve Kare Kabilelerinden bir grup Hz. Peygamber’e gelerek kendilerine İslamı öğretecek muallimler göndermesini istediler. Peygamberimiz’in gönderdiği on kişilik heyet yolda Lihyanoğullarından yüz kişilik bir birlik tarafından saldırıya uğradı. Saldırı sırasında sekiz sahabi şehit düşerken iki tanesi de esir alındı. Bu olaya ne ad verilir? Cevap: Reci’ Hadisesi Soru 110: Reci’ Hadisesi sırasında esir alınan Müslümanlar, Mekke’ye götürülerek Kureyş kabilesine satıldı. Bunlardan bir tanesi, öldürülmek üzere Tenim Vadisine götürülmüş ve kendisi için bir darağacı hazırlanmıştı. Şehit edilmeden önce iki rekât namaz kılan sahabi darağacında asılmış ve yüzlerce müşrik tarafından atılan taşlar ve mızraklarla şehit edilmiştir. Bu sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Hubeyb b. Adiyy Soru 111: Reci’ Hadisesinde esir alınan sahabilerden bir tanesine Kureyş lideri Ebu Sufyan şu Soruyu sordu: “Şu an senin yerinde Muhammed’in olmasını, buna karşılık senin de ailenin yanında güven içinde olmayı istemez miydin?” Sahabi şu cevabı verdi: “Benim ailemin yanında sağ salim oturmam karşılığında, Muhammed(sav)’in ayağına bir diken dahi batmasına razı olamam.” Müşrikler tarafından birçok işkenceye maruz kaldıktan sonra şehit edilen sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Zeyd b. Desine Soru 112: Hz. Peygamber hicretin dördüncü yılının Safer ayında çoğun luğu Ashab-ı Suffe’den olan yetmiş muallim sahabiyi, İslam’ı öğretmek amacıyla Necid tarafına gönderdi. Bu sahabiler yolda müşriklerin saldırısına uğramış ve sadece üç tanesi hayatta kalabilmiştir. Vahy aracılığıyla durumdan haberdar olan Hz. Peygamber, hiçbir zaman duymadığı kadar büyük bir acı yaşamış ve günlerce bu sahabileri katleden müşriklere beddua etmiştir. Bu hadiseye ne ad verilir? Cevap: Bi’ri Maune Hadisesi Soru 113: İslam’a giren ilk müslümanlardan olup şiddetli işkencelere maruz kalan ve Hz. Ebu Bekir tarafından satın alınarak hürriyetine kavuşturulan bir sahabidir. Hicret sırasında Hz. Peygamber’e ve Hz. Ebu Bekir’e hizmet etmiştir. Bi’ri Maune faciasında sırtına saplanan bir mızrakla şehit olan ve bizzat katili tarafından cesedinin göğe yükseldiği görülen, son nefesinde “ Kâbe’nin Rabb’ine andolsun ki kazandım” diyen sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Amir b. Füheyre Soru 114: Hz. Peygamberle anlaşmalı olmalarına rağmen müşrikleri müslümanlara karşı kışkırtan, Uhud Savaşından sonra semtlerine gelen Efendimiz’e suikast girişiminde bulunan ve bu sebeple şehirden sürgün edilen Yahudi Kabilesinin adı nedir? Cevap: Beni Nadîr Soru 115: Medine’den sürgün edilen Nadîr ve Kaynuka Yahudileri Hayber çevresinde toplanmışlardı. Bu Yahudilerden bir grup Mekke’ye gelerek Ebu Sufyan ve arkadaşlarını müslümanlara karşı savaşmaya teşvik etti. Bu Yahudiler sadece Kureyş kabilesini değil Arap Yarım- adasındaki tüm kabileleri müslümanlara karşı kışkırttılar. Bu çalışmalar neticesinde ortaya çıkan savaş hangisidir? Cevap: Hendek Savaşı Soru 116: Beni Müstalik Gazvesi’nden dönüş sırasında Hz. Aişe, ihtiyaç için ordudan uzaklaşmış, döndüğünde ise gerdanlığını düşürdüğünü fark ederek aramaya koyulmuştu. Hz. Aişe ordugâha geri döndüğünde ordunun çoktan ayrılmış olduğunu gördü ve beklemeye başladı. Ordunun geride bıraktığı malları kontrol eden (artçı) Safvan b. Muattal, Hz. Aişe’yi görünce devesinden inmiş, Hz. Aişeyi devesine bindirmiş kendisi de yürüyerek kafileye yetişmişlerdi. Münafıkların lideri Abdullah b. Ubeyy ve arkadaşları bu durumu fırsat bilerek dedikodu çıkarmışlar ve maalesef müslümanlardan bazılarını da kandırmışlardı. Allah Rasulu ve hanımını derin bir üzüntüye boğan ve nihayet Nur Suresiyle Cenab-ı Hakk’ın Hz. Aişe’nin tertemiz olduğunu beyan ederek sona erdirdiği bu hadiseye ne ad verilir? Cevap: İfk Hadisesi Soru 117: Hendek Savaşında sadece Mekkeliler değil bir çok Arap kabilesi müslümanları yok etmek amacıyla Medine’ye saldırmıştır. Bu sebeple bu savaşa verilen diğer isim hangisidir? Cevap: Ahzab Savaşı Soru 118: On bin kişilik bir düşman ordusunun gelişini haber alan Peygamber Efendimiz, ashabını toplamış ve nasıl savaşacakları konusunda istişare etmiştir. Müslümanlardan birisi, çok güçlü bir düşmanın şehre saldırması halinde yapılacak en akıllı işin şehrin etrafına hendekler kazılması olduğunu belirtmiştir. Onun bu görüşü Peygamberimiz ve diğer sahabiler tarafından da kabul edilerek şehrin etrafına beş buçuk kilometre uzunluğunda hendek kazılmıştır. Bu teklifi getiren sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Selman-ı Farisi Soru 119: Hendek savaşında kazılan hendekler her ne kadar bir atın aşamayacağı genişlikte olsa da savaş sırasında bazı müşrikler hendeği aşmayı başarmışlardır. Arapların en büyük kahramanlarından kabul edilen Amr b. Abdi Vedüd de bunlar arasındaydı. Amr’ın karşına cesaretle çıkarak onu öldüren sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Ali Soru 120: Bir meydan savaşı yapacakları ümidiyle Medine’ye saldıran müşrikler karşılarında hendeği görünce şaşkına döndüler. Zira onların bir şehri muhasara etme tarzında yapılacak bir savaş için hazırlıkları yoktu. Karşılıklı ok atışlarıyla geçen günler müşrikleri zor durumda bıraktı. Bunun üzerine savaşın mimarı olan Huyey b. Ahtab şehrin içerisinde bulunan yahudilerle görüşerek onları müslümanlara karşı savaşmaları konusunda ikna etti. Bu şekilde müslümanlar iki tehlike arasında kaldı. Savaşın bu en kritik anında anlaşmayı bozan ve ihanet eden Yahudi kabilesi hangisidir? Cevap: Beni Kureyza Kabilesi Soru 121: Hendek Savaşında düşman ordusundan bir asker Hz. Peygamber’e gelerek müslüman oldu. Düşman askerleri arasında bölünme meydana getirebileceğini ifade ederek Hz. Peygamberden izin istedi. Peygamberimiz “Harp hiledir” buyurarak ona gerekli müsaadeyi verdi. Kureyş kabilesi ve Kureyzaoğulları arasındaki ittifakı bozarak müslümanlara faydalı olan bu sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Nuaym b. Mesud Soru 122: Hendek Savaşı bir ay boyunca bütün şiddetiyle sürmüş, gerek soğuk gerek açlık sebebiyle müslümanlar büyük sıkıntıya düşmüşlerdi. Düşman ordusunun yoğun saldırıları sebebiyle müslümanlar namazlarını dahi eda edemeyecek bir duruma gelmişlerdi. Allah(c.c)’ın izniyle aniden ortaya çıkan şiddetli bir yağmur ve fırtına, aynı şekilde zor durumda bulunan müşriklerin yenilgisine sebep oldu. Müslümanlar bu savaştan sadece beş şehit vererek zaferle ayrıldılar. Kur’an-ı Kerim’in hangi sûresi bize bu savaşı anlatmaktadır? Cevap: Ahzab Sûresi Soru 123: Hendek Savaşından hemen sonra Allah’ın emriyle müslümanlar, savaşta kendilerine ihanet eden Kureyza Yahudilerini muhasara ettiler. Yirmi beş günlük bir muhasara sonunda yahudiler kayıtsız şartsız teslim oldular. Teslim olan bu yahudilerle ilgili kararı ensardan bir sahabi verdi. Hendek Savaşında aldığı bir yara sebebiyle kısa bir süre sonra şehit olan ve ölümüyle arşın titrediği, meleklerin cenaze namazına katıldığı sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Sa’d b. Muaz Soru 125: Hz. Peygamber (sav),ashabından 1400 kişilik bir kafileyle umre yapmak maksadıyla Mekke’ye doğru yola çıktı. Kureyş müşrikleri her ne maksatla olursa olsun müslümanların şehre girmelerine müsaade etmeyeceklerini bildirdiler. Hz.Peygamber(sav) Kureyş kabilesiyle görüşmek üzere Hz. Osman’ı elçi olarak gönderdi. Bir süre sonra Hz. Osman’ın şehit edildiği haberi alındı. Bu haber üzerine Hz. Peygamber’in (sav),ashabından, Kureyşlilerle savaşmak üzere aldığı biate ne ad verilir? Cevap: Rıdvan Biati Soru 126: Kureyş müşrikleri, Hz. Peygamberle(sav) görüşmek üzere aralarından Süheyl b.Amr’ı elçi olarak göndermiş, yapılan görüşmelerden sonra iki taraf arasında anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmayla müşrikler İslam Devletini resmen kabul etmişlerdir. Bu antlaşmanın adı nedir? Cevap: Hudeybiye Antlaşması Soru 127: Hudeybiye Antlaşmasının maddelerinden bir tanesi; Mekkelilerden bir kimse müslüman olup Medinelilere sığınırsa Mekkelilere geri verilecek, ancak Medinelilerden bir tanesi Mekke’ye sığınırsa geri verilmeyecekti. Tam anlaşma imzalandığı sırada Mekke’de işkence gören ve müslümanlara sığınan bir sahabi Hudeybiye’ye geldi. Ancak onun kurtarılması mümkün olmadı. Bir süre daha işkenceye maruz kalan bu sahabinin adı nedir? Cevap: Hz.Ebu Cendel Soru 128:Müslümanlar Hudeybiye Antlaşmasının maddelerini ilk önce tasvip etmemişler, aleyhlerine bir antlaşma olarak değerlendirmişlerdir. Ancak antlaşma şartlarından birisi olan; iki taraf birbiriyle on yıl savaşmayacak maddesi müslümanların İslam’ı tüm Arap Yarımadasında yaymalarına imkan hazırlamış, ayrıca güney kısmını güvence altına alan mü’minler kuzeydeki Hayber Kalesini ele geçirerek önemli bir düşmanlarından kurtulmuşlardır. Hudeybiye antlaşması Kur’an-ı Kerim’in hangi suresinde ele alınmıştır? Cevap: Fetih Suresi Soru 129: Hicretin 7. yılında, Hz.Peygamber bütün insanlara gönderilmiş bir peygamber olması münasebetiyle çevre ülkelerin hükümdarlarına mektuplar göndererek onları İslam’a davet etti. Bizans imparatoru Heraklius’a, İran Kisrası Perviz’e, Mısır hükümdarı Mukavkıs’a ve Habeşistan Necaşi’sine mektuplar yazıldı. Bu hükümdarlardan hangisi İslam’ı kabul etmiştir? Cevap: Habeşistan Necaşi’si Eshâme Soru 130: Hicretin 8. yılında Hz. Peygamberin elçisi Haris bin Umeyr, Gassani hükümdarlarından Şurahbil bin Amr tarafından şehit edildi. Peygamberimiz, elçisinin öldürüldüğü yere üçbin kişilik bir ordu göndererek ordunun başına Zeyd bin Harise’yi, o öldürülürse Cafer bin Ebi Talib’i o da öldürülürse Abdullah bin Revaha’yı komutan tayin etti. Üç bin kişilik İslam ordusunun iki yüz bin kişilik Bizans ordusuyla yaptığı bu savaşın adı nedir? Cevap: Mute Savaşı Soru 131: Mute Savaşında Abdullah bin Revaha’nın şehit edilmesinden sonra ordunun başına geçen ve Peygamberimiz tarafından “Seyfullah-Allah’ın Kılıcı” olarak tavsif edilen sahabinin adı nedir? Cevap: Hz.Halid bin Velid Soru 132: Müşrikler, Hudeybiye Antlaşmasını, Hz. Peygamberin müttefiki olan Huzaa kabilesine saldırarak ihlal etti ve Bekiroğulları Kabilesiyle birlikte onlardan yirmi üç kişiyi öldürdü. Bunun üzerine Peygamberimiz(sav), Mekke’yi fethetme kararı aldı. İslam ordusunun Mekke’ye doğru hareketi sırasında Mekke’den ayrılan ve son muhacir olarak kabul edilen Peygamberimizin amcasının adı nedir? Cevap: Hz. Abbas b. Abdulmuttalib Soru 133: Hz. Peygamber, Mekke yakınlarındaki Merru’z-Zahran’a geldiğinde orduya mola vermiş ve her müslümanın birer ateş yakmasını emretmiştir. Binlerce ateşi görerek inceleme maksadıyla orduya yaklaşan ve müslüman askerler tarafından esir edilen sonra da müslüman olan Mekke liderinin adı nedir? Cevap: Ebu Sufyan b. Harb Soru 134: Hz. Peygamber on bin askeriyle birlikte bir grubun direnişi dışında, savaş yapmaksızın Mekke’ye girmiştir. Hz. Peygamber hangi tarihte Mekke’yi fethetmiştir? Cevap: Hicretin 8. yılı Ramazan Ayının 20. Günü Soru 135: Hz. Muhammed’in Mekke’yi fethetmesiyle hak batıla üstün gelmiş, Kabe ve çevresindeki üç yüz altmış put kırılmış, Peygamberimiz yıllarca kendisiyle mücadele eden müşrikleri affetmiştir. Ancak İslam’a ciddi muhalefet eden bir grubu bu affın içine almamıştır. Bunlardan bir tanesi de Hz. Hamza’nın öldürülmesi için teşvikte bulunan ve onun vücudunu parçalayan bir kadındır. Daha sonra müslüman olan ve ilerlemiş yaşına rağmen Suriye’nin fethine katılan hanım sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Hind binti Utbe Soru 136: Hz. Peygamber ve ashabına işkence etmekte babasından geri kalmayan, Mekke’nin fethedilmesinden sonra şehri terk eden, öldürülmesi emredilmesine rağmen daha sonra affedilen ve müslüman olduktan sonra Yermük Savaşında şehit edilen sahabinin adı nedir? Cevap: İkrime b. Ebi Cehil Soru 137: Mekke’nin fethinden on altı gün sonra Hevazin ve Sakif kabileleri Malik b. Avf komutasında İslam ordusunun karşısına çıktılar. Müslümanlardan bazıları asker sayısının fazlalığı sebebiyle gurura kapılmışlardı, ancak hiç beklenmedik bir sırada başlayan ok yağmuru İslam ordusunu darmadağın etti. Hz. Peygamberin yanında sadece birkaç arkadaşı kalmıştı. Peygamberimizin davetiyle toplanan İslam ordusunun Tevbe Suresinde de( 25-26. ayetler )işaret edilen ilahi yardıma mazhar olmasıyla kazandıkları bu savaşın adı nedir? Cevap: Huneyn Savaşı Soru 138: Huneyn Savaşında müslümanlar, o güne kadar alamadıkları miktarda ganimet ve esir almışlardı. Hz. Peygamber, ganimetleri İslam ordusuna dağıttıktan sonra, Ebu Sufyan ve Muaviye gibi henüz müslüman olmuş şahısların gönlünü İslam’a ısındırmak maksadıyla onlara bol miktarda hayvan ve mal verdi. Kur’an-ı Kerim diğer askerlerden ayrı olarak ganimetten fazla hisse verilen bu kimselere ne ad vermiştir? Cevap: Müellefe-i Kulûb Soru 139: Bizans İmparatorluğunun Medine’ye saldıracağının haber alınması üzerine Hz. Peygamber ashabını savaş için hazırlanmaya çağırdı. Düşmanın çok kuvvetli olmasının yanında yaz mevsiminin en sıcak günleriydi ve Medine’de kıtlık vardı. Hurmaların ve diğer meyvelerin henüz olgunlaşmak üzere olduğu bir dönemde çok uzun bir sefere çıkmak hiç de kolay değildi. Kur’an’ı Kerim’in ‘zorluk’ seferi olarak adlandırdığı bu savaşın adı nedir? Cevap: Tebük Savaşı Soru 140: Tebük Savaşı sırasında gerek kıtlık olması gerekse çok uzun bir sefere çıkılması sebebiyle büyük bir maddi güce ihtiyaç vardı. Hz. Peygamber bu münasebetle yardım kampanyası başlatmış, müslüman kadınlar mücevherlerini Efendimize teslim ederek kampanyaya katılmışlardı. Hz. Ebu Bekir servetinin tamamını, Hz. Ömer ise yarısını bağışlamıştı. Bu kampanyaya bütün levazımatıyla üç yüz deve ve bin dinar bağışlayarak katılan sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Osman b. Affan Soru 141: Münafıklar, Tebük seferinden dönmekte olan Hz. Peygamberden, Kûba kasabasında yaptıkları bir mescidde namaz kılmasını istediler. Müslümanlara zarar vermek, fitne çıkarmak maksadıyla yapılan bu mescid, Hz. Peygamber tarafından yıktırılmıştır. Kur’an-ı Kerim’in bu mescide verdiği isim nedir? Cevap: Mescid-i Dırar Soru 142: Tebük Savaşına katılmayan münafıklar Hz. Peygambere gelerek, uydurdukları saçma mazeretlerle bağışlanmalarını talep ettiler. Bu arada ensar’dan üç sahabi de mazeretleri olmadığı halde savaşa katılmamış, ancak yalan söylemeyip Hz. Peygambere gerçeği olduğu gibi açıklamışlardı. Hz. Peygamber bu üç sahabiyi toplumdan tecrid etmekle cezalandırdı. Elli gün süren bu ceza, Cenab-ı Hakk’ın bu üç sahabiyi bağışlamasıyla son buldu( Tevbe suresi 118-119). Bu sahabilerden bir tanesi Hz. Peygamberin şairi olup, daha önce yapılmış tüm seferlere katılmıştır. Uhud Savaşında Hz. Peygamberin ölüm haberi yayıldıktan sonra Peygamberimizi ilk gören ve ashabı kiram’a müjde veren bu sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Kâ’b b. Malik Soru 143: Hicretin dokuzuncu yılında Arap yarımadasının dört bir tarafından kabileler Medine’ye gelerek Hz. Peygambere bağlılıklarını bildirdiler. Medine’ye gelen kabile sayısının yetmişi aştığı bu yıla ne ad verilir? Cevap: Senetü’l Vüfud ( Heyetler Yılı ) Soru 144: İslam’ın beş şartından birisi olan hacc ne zaman farz kılınmıştır? Cevap: Hicretin 9. Yılında Soru 145: Hz. Peygamber ilk ve son haccını hicretin onuncu yılında yapmıştır. Bu haccı sırasında Arafat’ta kendisini dinleyen yüz yirmi dört bin kişiye hitap eden Efendimiz, İslam’ın temel prensiplerini en güzel bir şekilde anlatarak müslümanların Allah’a ve birbirlerine karşı vazifelerini açık bir şekilde ifade etmiştir. Peygamberimizin tüm müslümanlara vasiyeti mahiyetinde olan bu hutbesine ne ad verilir? Cevap: Veda Hutbesi Soru 146: Hz. Peygamberin son çocuğu olarak hicretin sekizinci yılında doğan, vefatıyla Efendimizin derin bir üzüntü yaşadığı oğlunun adı nedir? Cevap: Hz. İbrahim Soru 147: Hz. Peygamberin ömrünün son günlerinde Suriye taraflarına gönderdiği ordunun kumandanı olan genç sahabinin adı nedir? Cevap: Hz. Usame b. Zeyd Soru 148: Hz. Peygamber, Safer ayının son günlerinde rahatsızlanmış ve hastalığı on üç gün sürmüştür. Ebedi âleme göç etmek üzereyken müslümanları namaza devam konusunda uyaran Efendimiz hangi tarihte vefat etmiştir? Cevap: 13 Rebiülevvel 11 ( 8 Haziran 632 Pazartesi günü ) Soru 149: Hz. Peygamber kaç yaşında ve nerede vefat etmiştir? Cevap: 63 yaşında Medine-i Münevvere’de Soru 150: Hz. Peygamberin hayatını inceleyen ilim dalına ne ad verilir? Cevap: Siyer-i Nebi Hazırlayan: Mutlu Binici

Ekleme Tarihi: 27.01.2011 - 23:22
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Siyer-i Nebi Dersleri-8: Busra Seyahati ve Rahip Bahira
Busra Seyahati
Uçsuz bucaksız çöller, vücutları kasıp kavuran sıcaklık ve aylarca süren yolculuklar… Tüm bunlar Mekkelilerin hayatının değişmez bir parçasıydı. Zira şehrin arazisi tarıma uygun değildi. Kureyşliler, hayatlarını ticaretle kazanırlardı. Peygamber Efendimizin büyük dedesi Haşim b. Abdimenaf devrinde gerçekleştirilen ticari anlaşmalar sayesinde Mekkeliler, yaz aylarında Suriye’ye, kış aylarında ise Yemen ve Habeşistan’a seyahat ederlerdi.[1] Efendimiz on iki yaşına geldiğinde, amcası Ebû Talib, Suriye’ye gitmek için hazırlanan bir kervana katılmaya karar verdi. Ev halkı kalabalık, geliri ise yetersiz olduğundan evini, yurdunu terk etmek, gurbete çıkmak zorundaydı. Yol hazırlıklarını tamamlayıp ailesiyle vedalaşırken yeğeni Muhammed’in ağladığını gördü. “Yeğenim, seni burada bıraktığım için mi ağlıyorsun?” diye sorduğunda, Efendimiz amcasının devesinin yularını tutarak şöyle dedi: “Benim ne annem ne de babam var, sen beni kimlere bırakıyorsun?” Bu sözler Ebû Talib’i çok duygulandırdı: “Vallahi, onu yanımda götüreceğim. Ne o benden ayrılacak, ne de ben onu terk edeceğim” diyerek yeğenini beraberinde götürdü. Allah Resûlü bu yolların yabancısı değildi. O, yıllar önce bu yollardan geçerek Medine’ye gitmiş, dönüşünde yolun bir kenarında annesini toprağa vermişti. Şimdi Medine’den de öteye, Suriye’ye gidiyordu. Belki de annesinin vefat ettiği köyün yakınlarından geçmiş, onu kaybetmenin hüznünü ve ona olan hasretini daha derinden hissetmişti. Rahip Bahira Kervan Şam’ın güneyinde bulunan Busra[2] şehrine yaklaşırken, manastırından kervanın gelişini seyreden Bahira isimli rahip, bir mucizeye şahitlik etti. Kervanın üzerinde küçük bir bulut vardı ve o bulut kervanla birlikte hareket ediyordu. Öyleyse bu kervanda Allah celle’nin sevdiği ve güneşten korunması için bir bulut tahsis ettiği yüce bir kimse vardı. Heyecandan titreyen Bahira’nın yüreğini derin bir merak sardı. Kervandakiler manastırın hemen yakınında mola verip çadırlarını kurduklarında Bahira kendilerini manastırına, yemeğe davet etti. Arap kervanları bu manastırın önünden defalarca geçmiş fakat hiç ilgi görmemişlerdi. Bunu çok iyi bilen Kureyşliler, yaşadıkları şaşkınlığa rağmen daveti kabul ettiler. Asıl ismi Sergius olan Bahira geniş bilgisi olan âlim bir kimseydi. Ziyafet için gelen Kureyşlilerin yüzünde hiç bir farklılık göremedi. Bu adamların daha önce gördüğü bedevilerden ne üstünlüğü vardı? Tam bir hayal kırıklığı yaşadığı sırada sordu: “Kervandakiler içerisinde bu yemeğe katılmayan bir kimse var mı?” Kureyşliler herkesin burada olduğunu ancak küçük bir çocuğu eşyaların başında bıraktıklarını söylediler. Bahira o çocuğun da yemeğe katılmasını, ayrı tutulmamasını rica etti. Muhammed aleyhisselam’ın geride bırakılmasından rahatsızlık duyan bazı kimseler hemen harekete geçerek Efendimizi yemeğe getirdiler. Ayın on dördü gibi parlayan yüzüyle Muhammed aleyhisselam Bahira’nın karşısındaydı. Efendimiz’e hayran olan Bahira, bir süre onunla sohbet etti. Daha sonra Ebû Talib ile görüşerek yeğeni hakkında bilgi aldı ve şöyle dedi: “Senin yeğeninin şanı çok yüce olacaktır. Onu memleketine geri götür, zira Yahudiler kendisine zarar verebilir.” Bahira’nın uyarılarını dikkate alan Ebû Talib, yolculuğun geri kalan kısmından vazgeçerek yeğeni ile birlikte Mekke’ye döndü.[3] Efendimiz aleyhisselam’ın Busra seferi ve Rahip Bahira rivayeti hakkında pek çok şey söylenmiş, gerek İslam âlimleri gerekse Batılı yazarlar tarafından değişik fikirler ileri sürülmüştür. Bazı Hıristiyanlar, Peygamber Efendimiz’in İslam’ın ilkelerini Bahira’dan öğrendiğini söylemiş, hatta “Kuran’ın yazarı Bahira’dır.” diyecek kadar ileri gitmişlerdir. Buna karşılık bir kısım siyer âlimleri bu hikâyenin tamamıyla uydurma olduğunu iddia etmişlerdir. Bahira ile birkaç dakika görüşen Efendimiz’in bu kadar kısa süre içerisinde Kur’an’ı duyup ezberlemesi kabul edilebilir bir düşünce değildir. Ayrıca böyle bir durum olsaydı, bu seyahate katılıp ileride Efendimizin peygamberlik günlerine erişen kimselerin bu durumu gündeme getirmeleri gerekirdi. Oysaki rivayetlerde Efendimizin Bahira’dan bir şey dinlediğine ya da bir şeyler öğrendiğine dair hiçbir bilgi yoktur. İslam güneşinin doğmak üzere olduğu günlerde Yahudiler ve Hıristiyanlar bir peygamberin gelmesini bekliyor ve o peygamberin özelliklerini biliyorlardı. Henüz çok küçük yaşta olan Muhammed aleyhisselam’ın peygamber olacağını bilmesi mümkün olmasa da, derin bir ilme sahip olan ve kendisini ibadete veren zahid bir kimsenin Efendimizi gördüğünde ona hayran olması ve onun ileride büyük bir insan olacağını söylemesi yadırganacak bir durum değildir. Bilgi ve tecrübe sahibi kimselerin ilk bakışta karşılarındaki insanların gelecekteki durumlarına dair tahmin ve temennilerde bulunması gayet doğal bir durumdur. Dolayısıyla bu rivayeti reddetmenin bir gereği yoktur. İslam Peygamber’i hayatını kazanmak üzere henüz küçük yaşta çalışmaya başlamış, önce dağlarda çobanlık yapmış, amcası Ebû Talib’in nezaretinde ticareti öğrenmiş ve daha sonra da başarılı bir tüccar olmuştur. Busra seyahati, Efendimiz aleyhisselam’ın farklı coğrafyalardan insanları ve değişik kültürleri tanımasına imkân sağlamıştır. Rabbinin Himayesinde Sevgili Peygamberimiz tıpkı atası İbrahim gibi hiçbir zaman Allah’a şirk koşmamış, putlara tapmamıştır. Rabbi onu cahiliyenin tüm karanlıklarından, çirkin ve adi huylarından muhafaza buyurmuştur. Efendimiz aleyhisselam’ın dadısı Ümmü Eymen’in anlattığına göre Kureyşliler yılda bir kez Buvane adlı putlarının yanına gidiyor, gün boyu bu putun yanında kalıyor, kurbanlar keserek putlarını tazim ediyorlardı. Bu merasime katılmak üzere hazırlanan Ebû Talib, yeğeni Muhammed’i de yanında götürmek istedi. Efendimiz buna yanaşmayınca amcaları ve halaları kendisini şiddetle azarladılar. İlahlardan yüz çevirdiği takdirde başına felaketlerin yağacağını söyleyerek onu törene zorla götürdüler. Muhammed aleyhisselam merasimin yapılacağı yere gelip Buvane’ye yaklaştığı sırada korkudan benzi sapsarı oldu. Halaları telaş içerisinde ne olduğunu sorduklarında, beyaz elbiseli, uzun boylu ve daha önce hiç görmediği bir adamın ortaya çıkıp puta el sürmemesi konusunda kendisini uyardığını söyledi. Bu hadiseden sonra akrabaları onu putların yanına götürmek için bir daha zorlamadı.[4] Hz. Ali’nin rivayetine göre Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur: Cahiliye devri insanlarının yaptığı şeylere iki kez teşebbüs ettim. Fakat Allah her defasında beni bu işleri yapmaktan alıkoydu. Bir gece Mekke’nin yukarı tarafında kabilemden bir gençle koyun otlatıyordum. Arkadaşıma, bu gece benim koyunlarıma baksan da ben de diğer Mekkeli gençler gibi gece sohbetlerine katılsam, dedim. Arkadaşım, olur bakarım, deyince koyunlarımı ona bırakıp yola çıktım. Mekke’nin girişindeki ilk eve yaklaştığımda bir çalgı sesi duydum. Neler oluyor, diye sorduğumda filan erkek filanca kadınla evleniyor, dediler. Çalgı seslerini dinlemek üzere oturdum. Fakat o sırada Allah celle kulaklarıma bir ağırlık verdi. İşitemez oldum. Uyku bastırdı, uyuyakaldım. Ertesi sabah ancak sıcaklığın etkisi ile uyanabildim. Hemen dönüp arkadaşımın yanına geldim ve başımdan geçenleri anlattım. Başka bir gece arkadaşıma yine aynı ricada bulundum. İzin aldıktan sonra şehre indim. Aynı çalgı seslerini yine işittiğimde hemen oraya giderek dinlemeye başladım. Sonra Allah kulaklarıma yine bir ağırlık verdi ve bir süre sonra uyuyakaldım. Sıcaklığın etkisi ile uyanınca arkadaşımın yanına gittim ve olanları anlattım. Artık bundan sonra Allah beni Peygamberlikle şereflendirinceye kadar hiçbir kötülüğe teşebbüs etmedim.[5] Peygamber olmadan evvel dahi putlara tapmayan, içki içmeyen, cahiliye devrinin kirlerine hiçbir şekilde bulaşmayan Efendimiz, Rabbinin himayesi sayesinde güzel ahlakını muhafaza etmiş çevresindeki tüm insanların takdir ettiği faziletli bir genç olarak hayatını sürdürmüştür. O, Rabbinin terbiye ettiği, bir an bile terk etmediği en yüce ahlakın sahibi olan kimsedir. Rabbimiz onun yolundan bizleri ayırmasın. Bizleri nefislerimizin şerrinden muhafaza eylesin. Âmin. [1] İbn Sa’d, Tabakat,I,75; İbn Esir, el-Kamil,II,16 [2] Mustafa Fayda,’’Busra’’,DİA,VI,470 [3] İbn Sa’d,I,155 [4]İbn Sa’d,I,158; Halebi,İnsanu’l-Uyun,I,201 [5]İbn Seyyid, Uyunu’l-Eser,I,45; Hakim,Müstedrek,II,245

Ekleme Tarihi: 27.01.2011 - 23:23
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1356 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
zelil-i hakisar (42), veritas1905 (42), skesman (49), karakiz06 (44), manayli (42), orhan86 (38), ezel (39), ezel1985 (39), tamteslim (47), esranur (40), Mavzer986 (41), Cicek06 (49), ay-isiginda-sak.. (38), dayi120 (), micnatis (45), celo1903 (43), 2ebu2 (52), a.yasin (49), fedakar (49), adnancaglayan (54), muco (41), Lear (43), MUSTAFA TIRA&TH.. (61), bu_rak (29), engizli (), meryem feyza (33), rkocabas (58), Mavilim (38), Kerimhan (40), BeYaZ vE sIyAh (33), halim (), trabzonlu (36)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.33088 saniyede açıldı