0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » EDEBİYAT / MAKALE / ŞİİR » MAKALELER » yasanmıs gercek bır olay

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
recepholding su an offline recepholding  
yasanmıs gercek bır olay

1613 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.07.2006
En Son On: 12.03.2007 - 11:46
Cinsiyeti: Erkek 

Yüce Kitab"a olan bağlılığı günden güne artıyordu. Son zamanlarda ibadetlerine daha bir itina gösterir olmuştu. Samimi bir şekilde ubudiyetini sürdürmekle birlikte bir şeylerin eksikliğini sürekli hissediyordu. İçinde düğümlenen ve gittikçe büyüyen sorular vardı ve bunların cevabını henüz bulamıyordu: "Hayatımızda neden boşluklar var, eksik olan nedir manevi dünyamızda?" Bir şeylerin eksikliğini sürekli hissetse de samimi bir şekilde ubudiyetini sürdürüyordu.

"Kur’an’a saygılıyız. Okuyoruz, dinliyoruz da. Ama neden hayatımıza dürüstlük, adalet, doğruluk, paylaşım ve güzel ahlak olarak yansımıyor okuduklarımız? Hadi bir dönem O’nunla aramıza birçok engel koymuşlar. Ama şimdilerde durum öyle değil.. O’nu, evlerimizin en mutena köşelerinde işlemeli mahfazalarda duvarlara asıyoruz. Cemiyetlerde, törenlerde, Ramazan aylarında, camilerde, doğumda, düğünde, ölümde sürekli okuyoruz.. Fakat bu okumalar birer seremoni gibi kalıyor. Bir eksiklik var ama ne? Eksiklik olmasa yeryüzünde Müslümanlar olarak o güzel temsillerin yaşandığı asırlardan sonra bu kadar perişan olur muyduk?

Komşu köye uzanan patika yolda yürürken bir taraftan da Kitabına karşı gerekli bilgilenme ve sahiplenmeyi yapamadığını düşünüyor, kendine sorular sorup cevaplar bulmaya çalışıyordu. Sünnet cemiyetine davet edilmişti ve davete icabet ediyordu. Civar köylerden birçok insan da cemiyete katılmıştı. Yaz mevsiminin ilk günleri olduğu için herkes bir alana toplanmış, kimisi yere kimisi etrafa öbek öbek yerleştirilmiş sandalyelere oturmuştu. Meydana hakim bir köşeye de bir masa konmuştu. Bu masada elli yaşlarında, kısmen beyazlanmış kısa sakalıyla köyün imamı oturuyordu. Cemiyet sahibi, onu da masaya davet etti. İmam Efendi kendisinden rica edildiğinde insanları kırmaz ve onlara güzel sesiyle tatlı nağmelerle bezenmiş ilhamlar aktarırdı. Çünkü insanlar onun hafız olduğunu ve güzel Kur’an okuduğunu bilirler ve dinlemek isterlerdi. Yine öyle yaptı. Mevlit tilavetine, okuduğu bir Aşr-ı Şerif ile o da katılmış oldu.

Okumaya başladıkları sırada, karşıdan meydana doğru gelen bir grup ve grubun içindeki uzunca boylu, sarı saçlı kişi dikkatini çekti. Bu kişinin etrafını şaşkın gözlerle süzmesinden yabancı biri olduğunu anlamıştı. Sonra bu grup bir kenara oturmuş ve okumaları bitene kadar onları dinlemişti. Okuma bitince de o yabancı, yanındaki kişiyle kendilerine doğru gelmeye başladı.

Gelenlerden orta boylu olan selam vererek:

Hocam, biz şu karşı köyün yakınındaki maden ocağında çalışıyoruz. Bu arkadaş da orayı işleten Alman firmasının maden mühendisi Klaus. Ben tercümanıyım. Bizi de davet etmişlerdi geldik. Ben olup biteni arkadaşa anlatmaya çalıştım. Sizinle tanışmak istedi. Ben de size getirdim.

İmam Efendi nazikçe ellerini sıktı ve onları masalarına buyur etti. Alman misafir, tercüman aracılığı ile sorular sormaya başladı:

"Göreviniz ne? Yani ne iş yapıyorsunuz?" deyince tercüman, imamdan önce, "Din görevlisi, yani sizdeki papazın yaptığı iş gibi bir şey. Bu köydeki insanların ibadetlerini yerine getirmelerinde onlara rehberlik yapar." dedi.

Kazanlarla kaynayan yemeklerin, hiç ücret alınmadan bu kadar insana ne diye yedirildiğini ve bu cemiyeti yapan kişinin masraflarının kimin tarafından karşılanacağını sordu Alman misafir. Dili döndüğünce izah etmeye çalıştı imam efendi. İslam’ın paylaşma ve sosyal dayanışmaya çok önem verdiğini, asıl rızk verenin Allah olduğunu, kendine mal mülk verilenlerin bunu ihtiyaç sahiplerine, konu-komşuya kendileri vasıtasıyla dağıtılmasının istendiğini, inancımıza göre vermenin, yedirip içirmenin malı azaltmak şöyle dursun bilâkis artırdığını, imkânı olanların ihtiyaç sahiplerine vermedikleri taktirde yeryüzünde âdil dağılımın olamayacağını ve bütün bunları Müslümanların ibadet şuuruyla yaptığını anlattı.

O ise sadece anlatılanları dinliyordu. Ama onu derinden etkileyen asıl sorular bir yabancının ağzından yeni sorulmaya başlamıştı:

- Biraz önce siz burada sesli olarak bir şeyler okudunuz. Bu kadar insan da sizi dinledi. Okuduğunuz ne idi?

- Süleyman Çelebi adında bir âlimin yazdığı şiirden Peygamberimizi anlatan bölümler ve Kur’an-ı Kerim’den bazı kısımlar okuduk.

- Peki, Kitabınızdan okuduğunuz o bölümlerde insanlara ne anlattınız? Onlara neler söylediniz?

Tercümanın bu sorusu yıllardır kendi kendisine sorduğu bir türlü çözemediği sorulara benziyordu. Kitabı hep okuyorduk, kendimize ve O’nu dinleyenlere ne anlatıyorduk? Bu Kitap ne diyordu bize? Yüzü kızardı.. Düşünceleri İmam’ın sözleriyle bölündü.

- Biz bu tür törenlerde Kur’an okuruz. Ama bir çoğumuz O’nun anlamını bilmeyiz. İmamın bu cevabıyla birlikte gökyüzünün tonlarca ağırlığa dönüştüğünü ve beyninden başlayarak yüreğine doğru baskı yaptığını hissetti. Kalbi sıkışır gibi oldu. "Biz O’nu okuruz ama anlamını bilmeyiz!" Aman Allah’ım dedi, bu nasıl olur? Okuruz... ama anlamını bilmeyiz.. Kendisi de Kur’an’ı baştan sona ezbere biliyor ama anlamını pek o kadar bilmiyordu. Baştan sona her âyet ve sûresini hafızasından okuyor, O’na çok saygı duyuyor, O’nu aziz kabul ediyor, yüreğinde ve beyninde, hayatında yaptığı en önemli iş olarak O’nu taşımanın gururunu hissediyordu. Ona "Hafız" dediklerinde bu hitap tarzından keyif alıyordu. Çünkü O, ne de olsa Kur’an’ın taşıyıcısıydı. O’nun için "kurban" olurdu. Gaye-i hayatı bu idi zaten. Ama bütün bunlar O’nu "bilmek" değildi işte. Saygıydı, sevmekti, bağlanmaktı, korumaktı, adanmaktı.. Ama "bilmek" başka bir şeydi galiba.. "İşte dedi, işte yüzyıllardır Müslümanlar olarak eksiğimiz bu olmalı." Çünkü Kur’ an, inançlı insanın mutlak temiz olması gerektiğinden bahsediyor ama Müslümanlar temiz değiller; işi ehline vermekten bahsediyor ama bütün işleri karmakarışık; gayeyi hayatlarının Allah rızası olması gerektiğinden ve nesillerini bu yönde yetiştirmenin asıl hizmet olduğundan bahsediyor ama onlar mal biriktirmekten başka bir yatırım düşünmüyorlar; bütün müminlerin kardeş olduğundan bahsediyor ama Müslüman dünya durmadan birbirini gırtlaklıyor.. Kısacası bütün yaman çelişkiler bu coğrafyada..

O derin derin bunları düşünürken düşüncelerinin yönünü değiştiren şu soru dökülmüştü yabancının dudaklarından:

- Kur’an’ın anlamını bilmiyor olabilir, peki sor ona ne zaman öğrenmeyi düşünüyor? Dudaklarını ısırdı. İçinden sadece soruyu tekrar etti.

- Kur’an’ın anlamını bilmiyor olabilir, peki sor ona ne zaman öğrenmeyi düşünüyor?


Ekleme Tarihi: 08.02.2007 - 09:52
Bu mesajı bildir   recepholding üyenin diğer mesajları recepholding`in Profili recepholding Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1665 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
33mya (63), turkishdanger (36), LeeNa (56), avara (34), @KIN (43), Sedat KAYHAN (61), burcuburcu (49), emelim (52), yahia (49), huzur (52), nazarboncuð.. (44), fettah (42), asafusta (41), Selim54 (35), excelleron (53), SeHZaDeM (34), sofiumit (41), remzi82 (54), iskender_1 (44), Ibrahim_Kerim (43), ÝSU (31), sadozaydin (38)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.68761 saniyede açıldı