0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » DİĞER KONULAR » KIME HOŞGORU VE NICIN ?   Cevap ekle

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 2 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Gast Fakiri  
KIME HOŞGORU VE NICIN ? Alıntı yaparak cevapla

Misafir

Kayıt Tarihi: 23.12.2024
En Son On:
Cinsiyeti: ----- 
Kime Hosgörü:Âyet-i kerime’lerde söyle buyuruluyor:
“Onlar müminleri birakip kâfirleri dost edinirler. Onlarin tarafinda bir seref ve kudret mi ariyorlar? Bilsinler ki, seref ve kudret tamamen Allah’a aittir.” (Nisa: 139)
“Ey iman edenler! Müminleri birakip da kâfirleri dost edinmeyin. Allah’in aleyhinize apaçik bir ferman vermesini mi istersiniz?” (Nisa: 144)
“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babalari, ogullari, kardesleri veya akrabalari da olsa, Allah’a ve Peygamber’ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin.” (Mücâdele: 22)
Gerçek iman budur. Bu, Islâm dinine göredir.
“Ey iman edenler! Küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarinizi ve kardeslerinizi dost edinmeyin.
Sizden kim onlari dost edinirse, iste onlar zâlimlerdir.” (Tevbe: 23)
Islâm bu imani gerektirir. Bu Âyet-i kerime’ler kimlerin dost ve kardes olacagini anlatiyor.
Allah-u Teâlâ’nin kelâmini size açikliyorum. Mesul olmamam için, siz de hükm-ü ilâhi’yi duymadik dememeniz için.
Allah-u Teâlâ’nin beyanini bana isnat etmeyin.
Ben hükümsüz ve degersiz bir mahlûkum; hüküm ve deger Allah-u Teâlâ’ya mahsustur.
Allah-u Teâlâ yahudi ve hiristiyanlarla dost olmayi yasaklamis ve Âyet-i kerime’sinde:
“Ey inananlar! Yahudi ve hiristiyanlari dost edinmeyin! Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onlari dost edinirse, o onlardandir.” buyurmustur. (Mâide: 51)
O ise onlari öyle bir dost edindi ki, basina taç eyledi, onlarla en derin dostluk baglarini bagladi, bu Âyet-i kerime’yi inkâr etti ve onlarla dostluk bagladi.

Her İsim Bir Dindir:
Allah-u Teâlâ bir isimle din kurup, bölücük edenleri kulluğundan tard etmiş, dininden atmış, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-e tard etmesi için emir buyurmuştur. “Benim onlarla ilgim yok, senin de olmasın.”
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruyor:
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)
Bu Âyet-i kerime mucibince dini parça parça edenlerin İslâm dini ile hiçbir ilgileri yoktur. Zira bütün bölücüler İslâm dairesinden atılmışlardır.
Allah-u Teâlâ Mü’minun Sûre-i şerif’inde şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.” (Mü’minun: 52)
Cenâb-ı Hakk, inananları tek ümmet kabul ediyor ve bu teklikten ayrılanlar huduttan ayrılmış oluyor. Onlar bu emr-i ilâhi’yi dinlemediler ve korkmadılar. Yetmişüç fırkadan yetmişikisi huduttan böyle çıktı. Allah-u Teâlâ’nın emrine uymadıklarından ve ters düştüklerinden, dinden çıktılar.
Ve Allah-u Teâlâ: “Benden korkun!” emr-i şerif’ini buyurduğu halde: “Hayır, biz senden korkmuyoruz.” dediler. “Bizim imamlarımız var, papazlarımız var, masonlarımız var. Biz senden korkmuyoruz” dediler. Allah-u Teâlâ’ya meydan okudular.
Allah-u Teâlâ da cevaben buyuruyor ki:
“Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.” (Mü’minun: 53)
Dinden murad isimleri, kitaptan murad ise zan ve tüzükleridir.
Bu Âyet-i kerime her sapana ve sapıtıcıya hitap eder. Yaptığı icraat ahkâm-ı ilâhi’ye ters düşüyorsa bu Âyet-i kerime’ye bakarak hükmedin ki bunlar ilâhi hükme ve din-i İslâm’a ters düştüğü için küfre kaymıştır.
Bu böyledir. Çünkü bu gibi hareketler küfür kapsamına girer.
Allah-u Teâlâ bölücülerin hepsi için “Tuttuğu yoldan memnundur.” diyor. Dikkat edin! Hepsi memnun değil mi? Memnun oldukları için bu Âyet-i kerime’nin kapsamı içine giriyorlar. Binaenaleyh Mü’minun sûre-i şerif’inin 53. Âyet-i kerime’si bir berzahtır.
İslâm’dan çıktıktan sonra her bir bölücü birer isim yaptı. Bu isimler birer dindir. Oysa İslâm’da bir tek ümmet, bir tek din vardır.
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imran: 19)
Allah-u Teâlâ’nın yanında makbul olan din yalnız budur.
Kitaba gelince; İslâm dininin kitabı birdir, o kitap Hazret-i Kur’an’dır. Onların kitapları ise kendi zanlarına göre uydurdukları hüküm ve tüzükleridir. Allah-u Teâlâ burada açık olarak işaret ediyor. Murad-ı ilâhî budur, bunu böyle bilmemiz lâzımdır.
Onların dini ayrıdır, kitapları ayrıdır. Her bölük kendi dinine göre, kendi kitabına göre hareket ediyor. Böylece dinden çıkıyorlar ve bundan pek memnundurlar, aralarında bununla seviniyorlar. Hepsine sor, hepsi de kendi tuttukları yoldan memnundur. Bu yoldan onları alıkoymak da mümkün değil.
Bu Âyet-i kerime’lere bak, bir de bunların icraatlarına bak. Kararını kendin ver.
Ve bu dalâletten ötürü de çok memnun olduklarını ve sevindiklerini Allah-u Teâlâ buyuruyor.
“Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak.” (Müminun: 54)
Şimdi Allah-u Teâlâ bunları bize tanıtıyor. Dinlerini, kitaplarını, bölüklerini, partilerini bize bir bir beyan ediyor.
“Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar. Hayır onlar işin farkında değiller.” (Müminun: 55-56)
Buradaki murad-ı ilâhî; Allah-u Teâlâ bunlara o kadar gazaba gelmiş ki; bunlara bolluk verme ile dalâlet batağında daha rahat yüzmelerini, bol günah işlemelerini sağlamaktadır. Amma bu yoldan sapmış gafillerin farkında da olmadıklarını bize buyuruyor ve duyuruyor.
Allah-u Teâlâ’nın bu Âyet-i kerime’lerini de hiçe saydıklarından ötürü bunca ibadet ve taatına rağmen bölücülük batağına batmışlar, dinden çıkmışlar ve cehennemi boylamışlardır.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruyor:
“Onların çoğu Allah’a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar.” (Yusuf: 106)


Ehl-i Kitap’ın Vehimleri:
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde ehl-i kitaptan bazılarının müslümanları saptırma arzularından bizi haberdar etmekte ve şöyle buyurmaktadır:
“Kitap ehlinden bir tâife sizi saptırmak isterler. Oysa onlar ancak kendilerini saptırırlar da farkında olmazlar.” (Âl-i imran: 69)
Genel olarak ehl-i kitap kıyamete kadar bu arzunun sahibidirler. Fakat hakiki müminler onlara iltifatta bulunmazlar, onların tuzaklarına kapılmazlar. Onlar ancak kendileri gibi iman nûrundan mahrum kalanları saptırırlar.
“Ey ehl-i kitap! Görüp bildiğiniz halde niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?” (Âl-i imran: 70)
Halbuki sizler Tevrat’ta da İncil’de de Muhammed Aleyhisselâm’ın vasıflarını görüyor ve biliyorsunuz. O indirilen Kitap’ın hak olduğunu bildiğiniz halde, Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz.
“Ey ehl-i kitap! Niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?” (Âl-i imran: 71)
Muhammed Aleyhisselâm’ın peygamberliğinin ve dininin hak olduğunu bildiğiniz halde niçin açıklamıyorsunuz?
Allah-u Teâlâ onların hile ve pisliklerinden bir başkasını haber vererek şöyle buyurmaktadır:
“Ehl-i kitaptan bir tâife dedi ki: ‘İman edenlere indirilene günün başında inanın, sonunda da inkâr edin. Olur ki dönerler. Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın.’” (Âl-i imran: 72-73)
Bu hareketleri ile imanı kemâle ermemiş kimseleri dinleri hakkında şüpheye düşürmek istiyorlardı. Onlar kendilerinin dışında hiç kimseye güvenmiyorlardı.
“De ki: ‘Gerçek hidayet Allah’ın hidayetidir.’” (Âl-i imran: 73)
Allah-u Teâlâ dilediği kimseye hidayet verir. O kimse de İslâm’a girer, İslâm üzere sebat eder. Sizin tuzaklarınız ona zarar vermez.
“(Onlar kendi aralarında şöyle dediler): ‘Size verilenin benzerinin bir başkasına verildiğine veya Rabbinizin katında size karşı onların delil getireceklerine de inanmayın.’” (Âl-i imran: 73)
Onların bundan maksatları Muhammed Aleyhisselâm’ın peygamberliğini inkâr etmektir.
Allah-u Teâlâ onları tekzib ediyor ve onları intibaha dâvet ederek şöyle buyuruyor:
“De ki: ‘Lütuf ve ihsan Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah’ın lütfu geniştir, O her şeyi bilir.’” (Âl-i imran: 73)
Ortak Zemin Ancak Allah ve Resul’üdür,
Küfür Değil:
İslâm dininin diğer dinlerden üstün olması sadece Asr-ı saâdet’e mahsus olmayıp, kıyamete kadar bu hüküm bâkidir.
Hâlen de hak dini bütün dinlere üstündür ve bütün dinlere hâkimdir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Bütün dinlerden üstün kılmak üzere Peygamber’ini hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Şahid olarak Allah yeter.” (Fetih: 28)
İslâm dini ilk insan ve ilk peygamber Hazret-i Âdem Aleyhisselâm ile başlamış, zamanın akışı içerisinde ve her peygamber gelişinde en mükemmele doğru daima bir gelişme kaydetmiştir. Hazret-i Musâ Aleyhisselâm’a indirilen İslâm, Hazret-i Nuh Aleyhisselâm’a indirilen İslâm’dan daha geniş ve daha mükemmeldi. Hazret-i İsâ Aleyhisselâm’a gönderilen İslâm, Hazret-i Musa Aleyhisselâm’a indirilen İslâm’dan daha şümullü ve daha mükemmeldi. Muhammed Aleyhisselâm gelince de kemâlini buldu ve son şeklini aldı.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı beğendim.” buyuruyor. (Mâide: 3)
Artık İslâm’dan sonra kıyamete kadar yeni bir din, yeni bir peygamber gelmeyecektir.
Bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i İmran: 19)
Çağlar boyunca insanlığın maddî mânevî bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir özelliğe sahiptir.
İslâm dururken eski dinlere uymak, gündüz gökte yıldız aramak gibidir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Hakk’a yönelerek kendini Allah’ın insanlara yaratılıştan verdiği dine ver. Zira Allah’ın yaratışında değişme yoktur. Bu, dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rûm: 30)
Bu ilâhi nimetin kıymetini ve ulviyetini takdir edemezler, heva ve heveslerine uyarak bâtıl yollara saparlar.
Bunun içindir ki bunlar kendi zanlarını esas olarak tutarlar. Hakikatın o olduğunu zan ve iddiâ ederler. Hakikatı yalnız kendilerinin bildiğini, başka kimsenin bilmediğini zannederler.
Ve böylece hem kendilerini hem de başkalarını gerçekten sapıtırlar. Niçin? Hazret-i Allah’ın âyetlerini ve ahkâmını hiçe saydıkları, kendi zanlarını esas tuttukları için.
“Şimdi onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez O’na teslim olmuşlardır, nihayet de O’na döndürüleceklerdir.” (Âl-i imran: 83)
Bu Âyet-i kerime hak din olan İslâm’a karşı çıkanlar için büyük bir tehdittir.
“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o âhirette kaybedenlerden olacaktır.” (Âl-i imran: 85)
Bu kimseler bütün iyiliklerini kaybetmişler ve cezâya müstehak olmuşlardır. İslâm’dan yüz çevirip bir başka din arayan kimse, faydalıyı kaybedip büyük bir zarara düşmüştür.
“Aranızda dininden dönüp kâfir olarak ölen olursa, onların bütün yaptıkları dünyada da âhirette de boşa gitmiş olur. İşte cehennemlikler onlardır, orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara: 217)
Müslümanlardan herhangi biri, hangi sebepten olursa olsun dininden döner ve kâfir olarak ölürse, artık onun daha önce müslüman olarak işlediği bütün iyi ameller bâtıl olur. Tıpkı bütün ömürlerini küfür içinde geçiren öteki kâfirler gibi olurlar. Dininden dönenlerin ve hak yoldan yüz çevirenlerin âkıbeti budur.
İslâm ve Müminler:
Allah-u Teâlâ kendi peygamberine ve dinine yardımını değişik biçimlerde, değişik tezahürlerle sürdürecektir. İslâmiyet kıyamete kadar pâyidar olacaktır.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Onlar Allah’ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nûrunu tamamlayacaktır.” (Saf: 8)
O zaman tamamladığı gibi bugün de bu nûru tamamlayacak ve onu kıyamete kadar muhafaza edecektir.
“Dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamber’ini hidayet ve hak din ile gönderen Allah’tır. İsterse müşrikler hoşlanmasınlar.” (Tevbe: 33)
Her zaman ve mekânda İslâm’ın geleceği gece değil gündüzdür, sönük değil parlaktır.
Ara sıra basan gece zulmetleri, İslâm’ı dinlendirip tekrar uyandırmak içindir.
Allah-u Teâlâ müminlere, küfre karşı İslâm’ı muzaffer kılacağını, onları yeryüzünün mirasçıları yapacağını, beğenip seçtiği dinleri olan İslâm’ı güçlendirecek şekilde iktidar yapacağını ve üzerlerinde bulundukları korkuyu gidereceğini vâdetmekte ve şöyle buyurmaktadır:
“Allah içinizden iman edip de sâlih amel işleyenlere vâdetti ki, kendilerinden evvel gelenleri nasıl yeryüzüne hükümran kıldıysa, onları da yeryüzüne hükümran kılacak.
Ve onlar için seçip beğendiği dinlerini kuvvetlendirecek, korkularını üzerlerinden kaldırdıktan sonra muhakkak emniyete kavuşturacak.
Öyle ki, bana ibâdet etsinler, bana hiçbir şeyi ortak koşmasınlar.
Kim de bundan sonra inkâr eder, nankörlük ederse, işte onlar yoldan çıkmış olanlardır.” (Nûr: 55)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde müminlerin vasıflarını şöyle beyan buyuruyor:
“Onunla beraber bulunanlar da kâfirlere karşı çok çetin ve sert, birbirlerine karşı çok merhametlidirler. Onları rükuya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve hoşnutluk isterler. Yüzlerinde secde izinden nişanları vardır.
İşte bu, onların Tevrat’ta anılan vasıflarıdır.” (Fetih: 29)
“İncil’de de şöyle vasıflandırılmışlardır: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış ve gövdesinin üzerine dikilmiş bir ekine benzerler. Ki bu, ekicilerin hoşuna gider.” (Fetih: 29)
Bu, Allah-u Teâlâ’nın İslâm’ın başlangıcına, kuvvetlenip sapasağlam yer edinceye kadar gücünün ilerlemesine verdiği bir misaldir.
Çünkü Resulullah Aleyhisselâm önce tek başına dâvete başladı. Sonra Allah-u Teâlâ kendisi ile birlikte iman edenleri incecik yeşeren bir ekinin zamanla kendisinden meydana gelen diğer parçalarla güçlenerek ekin ekenlerin hoşuna gidinceye kadar güçlenmesi gibi güçlendirdi.
İşte Resulullah Aleyhisselâm ve Ashâb-ı kiram’ı böyle hoş, mükemmel, intizamlı, güzel bir ekin gibi yetiştirilmiş bir ordudur.
“Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir.” (Fetih: 29)
Bu misallerde anlatıldığı üzere onların Allah-u Teâlâ tarafından övülmeleri, yüce vasıflarla vasıflandırılmaları, cihanşümul bir intişara nâil olmaları kâfirlerin öfkelerini artırmaktadır.
“Allah iman edip salih ameller işleyenlere, hem mağfiret hem de büyük bir mükâfat vâdetmiştir.” (Fetih: 29)
O’nun vaadi doğrudur, gerçektir, aslâ değişmez ve değiştirilemez.
Küfür ve Kâfirler:
Allah-u Teâlâ küfrün vasıflarını da Âyet-i kerime’lerinde beyan buyuruyor:
“Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir necis (pislik)tir.” (Tevbe: 28)
Onlardan kaçınmak, uzak durmak ve onlarla olan dostluğu kaldırmak gerekir.
“Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır.” (Tevbe: 95)
Tıpkı kendisinden kaçılması gereken pis koku gibidirler.
Allah-u Teâlâ küfrün birbirleriyle dost olduğunu, inananların onlarla dostluk kuramayacağını beyan buyuruyor:
“Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad (kargaşalık) olur.” (Enfâl: 73)
Kâfirlerin arasındaki dostluk, kâfirlik bağından ileri gelmektedir. Müminlerin arasındaki dostluk da iman bağından kaynaklanmaktadır. Bunların birisi ışıktır, diğeri ise karanlıktır. Kâfir Allah’ın düşmanıdır, mümin ise dostudur. Öyleyse arayı iyice ayırmak gerekir. Eğer kâfirlerle bağlar koparılmazsa, yeryüzünde çok büyük bir fitne meydana gelir, o da imanın elden gitmesi ve küfrün açığa vurmasıdır.
Küfürle Cihad:
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde kâfirlerle ve münafıklarla cihadı emretmiştir:
“Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münâfıklarla cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne kötüdür.” (Tevbe: 73)
Bu Âyet-i kerime’den anlaşılıyor ki; “Cihad etmek” kelimesi “Savaşmak” kelimesinden daha geniş muhtevalı ve daha şümullüdür. Zira münafıklar gizli kâfir oldukları için diğer açık kâfirler gibi savaş şeklinde bir cihad söz konusu değildir.
Münafıklara karşı açılacak cihad; delil ortaya koymak, belgeleri açıklamak, içlerindeki kötü niyetleri teşhir etmek, ikiyüzlülüklerini ve dönekliklerini su yüzüne çıkarmak demektir.
“Eğer vazgeçerlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını görendir.” (Enfâl: 39)
Küfürden dönüp de müslüman olurlarsa, bilsinler ki, Allah-u Teâlâ ona göre mükâfatlarını kat kat verecektir.
“Yok vazgeçmez de yüz çevirirlerse, artık bilin ki Allah sizin sahibinizdir.
O ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcıdır.” (Enfâl: 40)
O’nun sahip çıktığı kaybolmaz, O’nun yardım ettiği mağlup olmaz.
“Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et! Onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne kötüdür!” (Tahrim: 9)
Gerek kâfirlerin ve gerekse münafıkların İslâm’ı tehdit bakımından farkları yoktur. Her iki zümre de müslümanları parçalayıp yıkmak hususunda aynı derecede tehlike arzetmektedir.
Ancak Müminler Kardeştirler”:
Allah-u Teâlâ ehl-i kitabın tümüne İslâm dinine girmelerini tavsiye edip, bu davete uyanlara vaadini açıkladıktan sonra, hıristiyanların bâtıl inanışlarını beyan etmek üzere şöyle buyurmaktadır:
“‘Allah Meryem oğlu Mesih’tir’ diyenler, andolsun ki kâfir olmuşlardır.” (Mâide: 17)
O ise Hazret-i Allah’ın kâfir dediği insanlarla hoşgörü ve anlayış adı altında kardeşlik kurmak istiyor.
Bundan daha büyük bir inkâr düşünülebilir mi?
Allah-u Teâlâ İslâm dininde kimlerin kardeş olduklarını beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor:
“Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar ve zekâtı verirlerse artık onlar dinde sizin kardeşlerinizdir. Bilen bir kavme biz âyetlerimizi böyle uzun uzadıya açıklıyoruz.” (Tevbe: 11)
Hazret-i Allah Kur’an-ı Azimüşanında böyle ferman buyururken, bu Âyet-i kerime’yi inkâr etmekle, küfrünü alenen ilân ettiler. Bu küfrün kaynağı nedir? Bunlar kaynağını küfürden alıyorlar.
Allah-u Teâlâ imanla küfrü kesinlikle ayırdettiği halde bu emirleri kaldırmaya kalkan, iman ile küfrü karıştırmaya gayret eden kimse; Allah-u Teâlâ’nın hükmünü hükümsüz hâle getirmeye çalıştığı için küfre kaymıştır. Hem de alenen küfürdedir.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde, müminlerin kimleri sevip kimlerle dost olacaklarını beyan buyurmaktadır:
“Sizin yegâne dostunuz Allah’tır, O’nun Peygamber’idir ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namaz kılan, zekât veren müminlerdir.” (Mâide: 55)
Allah’a, Peygamber’e ve müminlere dost olmak, bu dostluğun dışındakileri terketmekle mümkündür.
Şu Âyet-i kerime’de ise iman dostluğunun mahiyeti ve hakikatı beşeriyete ilân edilmektedir:
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileri (dostları ve yardımcılarıdırlar.) Onlar iyiliği emreder, kötülükten menederler. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah’a ve Peygamber’ine itaat ederler.
İşte Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allah Aziz’dir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe: 71)

İslâm kardeşliği ebedidir, ahirette de devam eder.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Müminler kardeştirler.” buyuruyor. (Hucurat: 10)
Bu birlik ve kardeşlik nerede tahakkuk eder?
İslâm’da tahakkuk eder.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde ise:
“İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız. Kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız.” buyuruyor. (Mâide: 2)
Bu yardımlaşma, bu birlik ve takvâ emrolunduğuna göre, bu nerede tahakkuk eder?
“Âmentü”de tahakkuk eder, imanda, İslâm’da tahakkuk eder.
Müslüman olmanın ilk şartı iman etmektir. İman etmek için de önce Kelime-i şehâdet getirmelidir:
“Şüphesiz şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur, yine şehâdet ederim ki Muhammed Aleyhisselâm Allah’ın kulu ve peygamberidir.”
İşte İslâm dinine göre iman; şehâdet kelimesinde ifade edilen, Hazret-i Allah’a ve Resul’ü Muhammed Aleyhisselâm’a iman etmekle başlar, imanın altı esası olan;
1- Allah’a
2- Meleklerine
3- Kitaplarına
4- Peygamberlerine
5- Ahiret gününe
6- Kaza ve kadere kesin olarak inanmakla tam ifadesini bulur.
Bu esasların içinde olanlar “Müminler kardeştirler.” Âyet-i kerime’si mûcibince kardeştirler. İyilikte birleşmişlerdir, yardımlaşma ve takvâ üzerindedirler.
Şâyet bu şartlardan birisi dahi inkâr edilse “Amentü”nün şartları inkâr edilmiş olur. “Amentü”yü inkâr eden kimse, dinden de İslâm kardeşliği hudutlarından da çıkmış olur. Onun imanla İslâm’la hiçbir ilgisi yoktur, küfre kaymıştır.
Kelime-i şehâdet’i kalp ile tasdik edip dil ile de söyleyen bir kimse, bu kapıdan müslümanlık dairesine girmiş olur.
Cemaatler, Fırkalar:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Doğrusu kitaplılar kendi dinlerinde yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmişüç fırkaya bölünecektir. Biri hariç diğerleri cehennemliktir.” (Ahmed bin Hanbel)
Yahudiler, hıristiyanlar ve müslümanların nasıl ilâhi hükmü bıraktıklarına dair Allah-u Teâlâ bize Âyet-i kerime’lerle açık açık buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Oysa kendilerine, bir olan Allah’a ibadet etmeleri emredilmişti.” (Tevbe: 31)
Bu Âyet-i kerime’nin mânâsını bizzat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisi açıklamıştır.
Şöyle ki:
Daha önceleri hıristiyan olan Adiy bin Hâtim boynunda gümüşten bir haç olduğu halde, İslâm hakkında bilgi edinmek niyetiyle Medine’ye gelmişti. Şüphelerini gidermek için Resulullah Aleyhisselâm’a bazı sorular sordu. “Bu âyet bizi âlimlerimizi, rahiplerimizi rabler edinmekle suçluyor. Halbuki biz onları kendimize rabler edinmeyiz. Bunun mânâsı nedir?” dedi.
Resulullah Aleyhisselâm “Onlar helâli haram kıldılar, haramı helâl kıldılar. Siz bunu öylece kabul etmiyor muydunuz?” diye sorunca Adiy “Evet böyledir.” diye tasdik etti. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“İşte bu sizin onları rabler edinmenizdir.” buyurdu. (İbn-i Kesir)
Çünkü Allah-u Teâlâ’nın açık hükmü varken, sen bu açık hükmü dinlemiyorsun, onları dinliyorsun, onu hâşâ ilâh olarak kabul ediyorsun.
Bu Hadis-i şerif, Allah’ın Kitab’ını kenara iterek, haramı helâl, helâli haram yapanların nefislerini ilâh ve rab ittihaz ettiklerini, onlara uyup peşinden gidenlerin de onları rabler edindiklerini göstermiş olmaktadır. Dolayısıyle müşrik olmuş oluyorlar. Allah’a inandık deseler bile, bu iddialarının inandırıcı olmadığı ortadadır.
İmamlara iman eden, Allah-u Teâlâ’ya iman etmemiştir. Binaenaleyh bu imamlar size hep Allah-u Teâlâ’nın yasak ettiği şeyleri mübah gösteriyor, helâl olarak kabul ettiriyorlar. Ve siz de onlara uymakla İslâm’ı bıraktığınızdan ötürü, onlara inanıyorsunuz. Allah-u Teâlâ’nın hükmünü arkaya atıyorsunuz ve böylece dinden imandan ayrılmış oluyorsunuz.
Büyük bir lütfa ererek hidayete ermesine rağmen dünya menfaatlarına yönelen kimseleri Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde daimi bir şekilde dilini çıkartıp soluyan köpeğe benzeterek şöyle buyurmuştur:
“Onlara o kimsenin haberini anlat ki, kendisine âyetlerimizden vermiştik. Fakat o bunlardan sıyrılıp çıkmıştı. Derken şeytan onu arkasına takmış, nihayet azgınlardan olmuştu.
Dileseydik elbette onu âyetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü.
Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer. Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, kendi haline bıraksan da dilini çıkarıp solur.
İşte âyetlerimizi yalanlayan kimselerin hâli böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat. Belki üzerinde düşünüp ibret alırlar.” (A’raf: 175-176)
İlmiyle amil olmayıp dünyaya meyleden âlim için bu Âyet-i kerime’de büyük bir tehdit vardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Zulmedenler nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını, hangi deliğe tıkılacaklarını yakında göreceklerdir.” buyuruyor. (Şuarâ: 227)
Hem kendilerine hem de beşeriyete zulüm etmekle çok büyük bir azaba düçar olacaklarını Allah-u Teâlâ haber veriyor.
“Rableri olan Allah ve peygamberlerin emrine karşı gelen nice şehirler vardır ki onları şiddetli bir hesaptan geçirdik ve korkunç bir azap ile onları azaplandırdık.
İşte onlar, yaptıklarının cezasını tattılar. Ve yaptıklarının sonu tam bir hüsran oldu.
Allah, onlar için, (ahirette) şiddetli bir azap hazırlamıştır. İşte ey inanmış olan akıl sahipleri! Allah’tan korkun. Çünkü Allah, size uyarıcı bir kitap ve zikir indirmiştir.” (Talâk: 8-9-10)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendi ümmeti için buyururlar ki:
“Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur’an okuyacaklar, fakat Kur’an’ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir. İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır.” (Müslim: 1067)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.” (A’raf: 54)
Yaratmak da emretmek de Allah-u Teâlâ’ya âittir, mahlûkun hiç hükmü yoktur, kim olursa olsun.
Böyle olduğu halde emr-i ilâhî’yî kenara itip bırakan, kendi arzu ve reyini ortaya koyan, kendi nefsini ilâh olarak ilân etti demektir. Bu gibi kimselerin sözüne doğrudur diyenler de onu ilâh edinmiştir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resulüm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43)
Nefis putuna dayanmış olduğundan, bunlara uyan ve tâbi olan kimse, bunları ilâh olarak kabul etmiştir.
İşte bunun için helâk oldular, bunun için hüsrana uğradılar.
Ve fakat bütün bölücülere bakın, hak yoldan çıkmış imamlara nasıl sarılmışlar. Sanki bu ilâhi hükümler kendilerine hitap etmiyormuş gibi kulak vermek bile istemezler.
Oysa Allah-u Teâlâ kendi yolunu açık açık tarif ediyor.
Âyet-i kerime’sinde:
“İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyun. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah’ın yolundan ayırmasın.” (En’am: 153)
Buyurmasına rağmen bunu hükümsüz bilen, bu Âyet-i kerime’yi inkâr edip, kendi reyini ahkâm yerine koyan kimse gizli şirk koşmuştur, onun için de müşrik olmuştur.
Dünyayı Dine Tercih Edenler:
Diğer taraftan:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Âyet-i kerime’si de onların doğru yolda olmadığını ispat eder.
Allah-u Teâlâ’nın emr-i şerif’i böyle iken, Âyet-i kerime’yi inkâr eder, “Bırak Allah-u Teâlâ’nın kelâmını, bak bizim beyanımıza, cebini doldurmaya bak!” der.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Onların çoğu Allah’a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar.” buyuruyor. (Yusuf: 106)
Bu Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ onları müşrik olarak bize tanıtıyor. Kendi dinlerini, kendi yollarını göstermemek için bu Âyet-i kerime’yi inkâr ediyorlar ve kendilerini müşrik olmayıp müslüman olarak göstermeye çalışıyorlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Onların kalpleri iman etmedi.” buyuruyor. (Mâide: 41)
İşte cidden bu beyinsizlerin bu kadar ileri gidişinden Allah-u Teâlâ’nın gadabına uğrayabiliriz. Çünkü o kadar ileri gittiler ki, bindörtyüz senedir bir harfi değişmemiş olan Hazret-i Kur’an’ı beğenmiyorlar ve kendi zanlarına göre hüküm değiştirmeye çalışıyorlar.
Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Aramızdaki beyinsizler yüzünden bizi de helâk eder misin Allah’ım!” buyuruyor. (A’raf: 155)
İşte Allah-u Teâlâ bu gibiler hakkında Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!” (Zümer: 72)
Bunlar cennet-i âlâ’yı sol cebine koymuş, talip olanlara yüksek para ile satarlar.
Aldıklarını da sağ cebe atarlar. Bunlar dünyayı ahirete tercih edenlerdir, ahirette hiç nasipleri yoktur.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir.” (Bakara: 86)
Dünya hayatı ile âhireti değiştirenlerdir.
Allah-u Teâlâ onlara azarlayıcı bir üslupla şöyle hitap edecektir:
“Âyetlerim size okunurken, onları yalanlayan siz değil miydiniz?” (Müminun: 105)
Böyle bir sual karşısında kendilerine konuşma izni verildiğini sanırlar. Suçlarını itiraf ederlerse belki affa uğrayabileceklerini düşünürler.
“Derler ki:
Ey Rabbimiz! Bedbahtlığımız bizi yenmişti, sapık bir topluluk olmuştuk.” (Müminun: 106)
“Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar! Eğer bir daha günaha dönersek, doğrusu zulmetmiş oluruz.” (Müminun: 107)
Şehvetlerinin, hevâ ve heveslerinin, liderlerinin kendilerini dalâlete sürüklediğini itiraf ederler. Yalvarıp yakararak cehennemden kurtulmalarını niyaz ederler.
Allah-u Teâlâ onların bu isteklerini kati bir ifade ile reddederek şöyle buyurur:
“Yıkılıp gidin içerisine!.. Benimle konuşmayın!..” (Müminun: 108)
Bu cevap üzerine bütün ümitlerini keserler. Hıçkırmaya, dövünüp yırtınmaya başlarlar. Göğüslerinin hırıltısından ve azabın şiddetinden dolayı yapacakları feryatlardan başka sesleri çıkmaz.
Onlar gerçekten de böyle bir azaba müstehak olmuşlardı.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:
“Kullarımdan bir zümre ‘Ey Rabbimiz! İman ettik, bizi bağışla, bize merhamet et! Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.’ diyorlardı.” (Müminun: 109)
“Siz ise onları alaya alıyordunuz. Bu yaptıklarınız size benim zikrimi, beni anmayı unutturuyordu.
Ve hep gülüyordunuz onlara!” (Müminun: 110)
Bu hâl üzerinde iken ecel gelip çatmış, netice itibarı ile de cehenneme yuvarlanmışlardı.
Allah’ım! Nurunla bu fitne ateşini söndür.
Sapıtıcı imamlar ile İslâm’a düşman olan kâfirleri kahret ve öldür.
Hakikat Dergisi
Ekleme Tarihi: 27.09.2003 - 12:35
Bu mesajı bildir   zum Anfang der Seite
MeDiNeM q_l_l su an offline MeDiNeM q_l_l  
Alıntı yaparak cevapla

296 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 10.05.2003
En Son On: 28.07.2006 - 16:55
Cinsiyeti: Bayan 
Amin... Yüce Mevlam razi olsun...
Ekleme Tarihi: 27.09.2003 - 14:11
Bu mesajı bildir   MeDiNeM q_l_l üyenin diğer mesajları MeDiNeM q_l_l`in Profili MeDiNeM q_l_l Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

  Cevap ekle Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1268 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
SaYaCGIN (48), AnneminSariGülü.. (34), kotza1 (55), keremcik (52), fatih GUNES (49), muhsin p.o. (52), tuva (42), Dostluklar_Baki (39), meydan26 (50), mehlika akasya (45), panter32 (50), NÖBETCI (47), baranbari (49), friendsofmehdi (39), tatar_salih (36)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.94152 saniyede açıldı