0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » İnsaf!.. Nerdesin ey adalet?

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
KaLBeNuR su an offline KaLBeNuR  
İnsaf!.. Nerdesin ey adalet?

1686 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.07.2007
En Son On: 17.08.2009 - 12:01
Cinsiyeti: Bayan 
“Sen bu memlekette dinini serbestçe yaşayamazsın” baskı ve dayatması zulmünü yapma salahiyetini siz kimden alıyorsunuz?.. Bu, hangi vicdan, insanlık, hukuk ve insafla bağdaşır?..

Rabb’imiz! Hikmet sahibi Sensin, Sözün haktır, vâdin haktır, her şeyine inandık ve iman ettik. Kur’ân’ın’ da: “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır(el-Bakara, 2/269).” Buyuruyorsun. Bizlere ve bilhassa şu kocaman kocaman prof.’lara hikmet ver olgunluk ver, düşünce ver de, hayırlı işler yapsınlar. Kendi vazifeleri olan ilim ve öğretimden başka şeyle meşgul olmasınlar. Koca koca adamlar, kimisi milletvekili olmuş; kimileri parti başkanı; kimileri okumuş ilim tahsil etmişler, hatta prof olmuşlar ama bazıları kabukta kalmış, ilmin içine girememiş, nuruyla aydınlanamamış, hikmetinden nasiplenememişler. Onun için hakikatı ve hikmeti kavrayamamışlar. Adaleti, eşitliği birlik beraberliği, hak ve hukuk gibi değerleri, yalnız kendi yanlış düşüncelerinde olanlara mübah görüp; diğerlerine haram kılıyorlar. Diğer insanların tüm insan haklarından yararlanabilmeleri için kendi dar çerçeveleri içine girmelerini istiyorlar.

İnançlı insanları kabus çadırı içine sokmaya çalışıyorlar

Mâneviyatın geniş ufuklu, herkese refah ve seâdet bahşeden ruhuna sahip düşünceli ve inançlı insanlara hayat hakkı tanımıyorlar. Hele inandığı dininin gerektirdiği gibi, mükerrem insana yaraşan giyim kuşamlı ve başı örtülü, müslüman kadın ve kızlara ilim hakkı, tahsil hakkı üniversiteye girme hakkı ve sosyal hakkını hiç tanımıyorlar bunların bazıları. İstiyorlar ki, kendilerinin bulundukları yerlerde, herkes maneviyatsız ve ruhsuz robot toplumu ve kitleleri olarak gelip gitsin, insânî değerlerden hiç bahsedilmesin, inanç ve iman ruhu yaşanmasın. Tam bir cehâlet ve karanlıklar zulmetiyle örtülmüş bir kabus çadırı içine sokmak istiyorlar inançlı insanları.

İnsanlık tarihinde bu kabil kavimler ve topluluklar yaşamış. Allah’ın ve akl-ı selimin kabul etmediği bu gibi kötü tablolardan ibret alınsın da, bir daha yaşanmasın diye Kur’an’da bunları Rabb’imiz sık sık bize anlatır . İşte Bunlardan bir tanesi, Cum’a (62/5) Suresi’nde şöyle dile getiriliyor:

“Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onu öğrenip de gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş merkebin durumu gibidirler. Allah’ın âyetlerini yalanlayan kimselerin durumu ne çirkin ve ne kötüdür! Allah zâlimleri doğru yola eriştirmez.” İşte inancın ve hikmetinin bulunmadığı bir toplumun manzarası. Bu gün memleketimizde ve İslam Âleminde yaşamakta olduğumuz ve yukarıda tablosunu çizdiğimiz manzaralar da buna yabancı değil.

“Kanunsuz olan başörtüsü yasağı Üniversitelerden kaldırılsın, Bu,memleketimiz için itibar kırıcı kara bir lekedir. Dînî inanç demokrâsî hürriyet, hukuk, sosyal ve eğitim hakları, herkesin malıdır, kimse bu haklardan mahrum edilmemelidir” çağrısına, ve anayasanın:

“Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyâsî düşünce, felsefî, din, inanç, mezheb ve benzerî sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Devlet organları ve idâre makamları bütün işlemlerinde, kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar(10.Md.)” diyen sarih hükmüne karşı bakın o koca koca adamlar, prof. olmuş yaşlı başlı insanlar nasıl ayaklandılar, “memlekette kanunsuz baskı ve dayatmalar ve zulümler devam etsin; örtülü olan olmayan, müslümanca yaşayan ve yaşamayan ayrılsın” diye nasıl ayırımcılık ve bölücülük çığırtkanlığı yapıyorlar?.

Müslümanlara karşı besledikleri kini kusuyorlar

İnanca, inançlıya, inandığı gibi müslümanca yaşayanlara karşı, içlerinde besledikleri düşmanca hislerini, Laiklik perdesi altında nasıl ifşa ediyorlar. Bunlar üstelik, hükûmetin işine ve halkın yaşayış tarzına karışmadan, sadece ilimle ve öğretimle meşgul olmaları; gereken ilim adamlarıdır. Vazifeleri olmayan işlere bulaştıkları; bilhassa memlekette tefrika ve bölücülük gibi faaliyetler gösterdikleri ve vazifelerini sû-i istimal ve kötüye kullandıkları için haklarında mutlaka soruşturma açılması ve cezalandırılmaları gerekenleri var. Daha kötüsü içlerinden bazıları, Yüce Dinimize, tüm inançlılara ve müslümanlara hakâret etme cür’etine kadar süflîleşiyor.

Dikkat kesilin bakın işte söyledikleri:

“Hukuk nihayet aksiyomatik (yani doğru ve gerçek oluşu şüphe götürmez cevher ve değer-mesela-İslam Dini) bir sistemdir. Halbuki üniversitede dinin şakırdatılması, bizzat üniversite kavramıyla çelişir” diyor.

Yani İnsan haklarının çoğulu olan hukuk gibi, ve İslam Dini gibi değerli cevherler, Üniversite kavramıyla çelişirmiş. Halbuki İslam inancı olmazsa, Yaradan’ı Allah katında o insan, insan olmaz, başka bir mahluk olur. Bunu ben değil;Allah söylüyor işte buyurun:

“Ey Muhammed! S.a.v.: De ki (inanç ve) ibâdetiniz olmazsa, Rabb’im size ne diye değer versin?. Ey inkarcılar! Hakikatleri yalanladığınız için (âhirette) azab, yakanızı bırakmayacaktır(el-Furkan, 25/77).” Bunları söyleyen kişinin, kendisini de yoktan var eden Allah’ın, tüm değerlerin üstünde değer verdiği inanç, îman ve İslam gibi değerler, üniversite kavramıyla çelişirmiş. Bu adamın inanç(sızlığ)’ına göre, üniversite, hiç değeri olmayan saçmalıklar kurumundan başka bir şey değil. Yani burada prof. olmak demek, hiç değeri olmayan saçmalıklar profu, yani Pof olmak demek oluyor.

Halbuki biz üniversiteyi, ilmin, marifetin ve hikmetin en üst seviyede yaşamak ve yaşatılmak için öğrenildiği ve öğretildiği en kutsal ilim yuvası olarak biliyoruz. Ve biz, bu tarz saçmalıklardan tüm üniversiteleri, hocalarını ve talebelerini tenzih ederiz. Ben de âcizâne bu tenzih ve nezâhat içinde, 32 yıllık üniversite hocalığımı alın akıyla bitirip 1999’da emekli olanlardanım. ve şu anda 76 yaşındayım. El-hamdülillah, Rabb’imin lütfu, keremi ve avn-i inâyetiyle, her müslüman gibi, ilimle beraber İslam’ın bütün değerlerini baş tâcım ve en mukaddes emanetim olarak talebeme edâ etmeye çalıştım ve hâlâ da, ilim, irfan ve hikmet gibi bu mukaddes emânetleri yerli yerince eda etmeye çalışıyorum.

İlmî otoriteye sahip her ilim adamının en mukaddes ve yegâne vazifesi ve emaneti, kazandığı ilmini, ehline edâ etmesidir. Onun, kılık kıyafet gibi şeylere burnunu sokması, ve kendine yakışmayan bu tür gösterilerde bulunması, hem ilim adamının; hem üniversitelerin; hem de memleketin itibarını süflîleştiriyor. Zaten böyle şeyler gerçek ilim adamının vazifesi değildir. Aksi takdirde, esas vazifesini, kötüye kullanmış sayılır ve cezalandırılması gerekir.

O kişinin şu “... dinin şakırdatılması” nezâketsizliğini ve saygısızlığını biz kendisine iâde ederiz. “Allah katında tek din İslam’dır -İnneddîne ındellâhi’l-İslam-.” diyen İlâhî buyruk üzere, İslam’dan başka din olmadığına göre, kim olursa olsun, benim dinime tahkir sayılacak herhangi bir söz ve davranışı, her müslüman gibi, şiddetle reddederim.

Kiliselerde çan çakırdaması ve şakırdaması olur ama; İslam’ın Îlây-ı Kelimetullah’ı olan “Allah-u Ekber”i vardır. Bu kişinin din mefhumuyla hiç ilgisi olmadığını, şu sözlerini, düşünebilen insaf ve iz’ân sahiplerinin de değerlendirmelerine arz ediyorum:

“Bugün artık, ne dünyanın yedi günde yaratıldığına, ne Nuh tufanına, ne de Havva ile Âdem masalına inanmak mümkündür…” diyor.

“Göklerin ve yerin altı günde yaratıldığını ifade eden Kur’an âyetleri çoktur. Misal olarak,

(el-Âraf, 7/54; Yûnus, 10/3; Hûd,11/7; el-Furkan, 25/59; es-Secde, 32/4; Kaf,50/38; el-Hadid, 57/4’ e bakılabilir.

Kur’an’da geçen herhangi bir hususu inkar eden ve inanmayan kişi resmen kâfirdir. Bu hüküm tüm din otoriterlerinin ittifak ettikleri bir hükümdür. Ben de ilahiyatçıyım, Kur’ân’ı manasıyla birlikte ezberinde tutan ve bu hususta o otoriterlerden biriyim. Ama gene de sorulabilir, bakılabilir.

Nuh Aleyhisselam’ın peygamberliği, ve bu kişi gibi inkarcı kavminin tufanla helak edilmesi de, aynı şekilde, Hud Suresi, 37-49. âyetlerde tafsîlatıyla anlatılır.

Adem ve Havva tüm insanların ilk anası babasıdır. “Ya beni Âdem…” diye başlayan yüzlerce âyet gene Mukaddes Kitabımız Kur’an’da mevcuttur.

Gerçekleri gözardı ediyorlar

Peki, bu kişinin inancında Adem ve Havva, inanılmaz bir masal ise bu kişinin kendisinin aslının ne olduğunu merak ediyorum, ilk anası –babası acaba nedir?.

Benim gibi her insanın da merak ettiği ikinci bir husus da, bu kişinin şu sözlerinden, kim olduğu ve ne olduğunun anlaşılamamasıdır: .

“Başörtüsü serbest olursa üniversiteyi kapatırız. Üniversitede yasak olmaz diyenlerin Üniversitede, yanlışlığı isbat edilmiş fikirlerin artık kullanılamayacağını ve öğretilmeye devam edilmelerine izin verilemeyeceğini anlamış olması gerekir.”

Soralım bu kişiye:

Üniversiteler senin halanın oğlunun malı mıdır ki keyfine göre açıp kapatasın? Doğruyu ve yanlışı, herkesin, sizin gibi tersinden anlıyacağını ve bütün ilim adamlarını kendiniz gibi sanmanız ayrı bir skandal. Üniversitelerde neyin öğretileceği ve öğretilmeyeceği kararı ise senin hiç haddin değil. Bu ülke, Müslümanların ülkesidir. Üniversiteler ve bu mukaddes topraklar üzerinde bulunan her şey, Müslümanların malı, vatan da Ana vatanıdır. Bunları hiç unutmamalısın.

Sonra, “yanlışlığı ispat edilen” sence nedir? Başörtüsünü kasdediyorsan, bu sadece senin ateist düşüncene göre olabilir. Asırlardan beri, bütün müslümanların ve dindarlarının, Kur’an (24/31; 33/59) âyetleriyle; Peygamberimizin hadisleriyle ve bunca asırlardan beri tüm İslam âlimlerinin ittifakıyla sabit olmuş Allah’ın emridir, dînî ve millî mukaddesâtımızdan biridir başörtüsü. İffetimizin, şeref ve haysiyetimizin sembolüdür bizim o.

“Allah katında şerefliniz...”

İslam’ı kasdediyorsan eğer, İslam Peygamberi Hz. Muhammed s.a.v. Efendimizin, önceki Peygamberler gibi, Yaradan’ımız Allah’ımızdan getirdiği İslam Dini, bizzat Allah’ın: “inne ekrameküm ındellâhi etgâküm- Allah katında Sizin en şerefliniz, Allah’dan en çok ittikâ edeninizdir(Hucurât,49/13).” buyruğu gibi, Tüm insanların en büyük şerefidir İslam...

Bir insan ancak ve ancak İslam Dinini benimsemesi, inanması, iman etmesi ve bizzat tatbik ederek onunla yaşamasıyla, Allah katında, şerefli olabilir. Bir insanda eğer O din yoksa, o inanç ve îtikad yoksa, o kişi cehennem odunundan başka hiç bir şey değildir, yukarıda görüldüğü üzere Yaradan’ımızın dilinde. İslam’a veya başörtümüze veya herhangi bir mukaddesâtımıza hiçbir kimsenin hakaret etme veya aşağılama hakkı yoktur. Aksi takdirde, o kişinin hakkında suç duyurusunda bulunacak hamiyyet sahipleri az değildir.

Çok geç olmadan...

Aslında sizin sözünüze göre, senin üniversitede bulunmaman ve hemen atılman gerekir. Çünkü kendi tabirinle yanlışlığı bütün insanlarca tespit edilmiş olarak, inanç ve düşüncesiyle sen gösterilirsin.Bunun hükmünü, bizzat kendin vermiş bulunmaktasın.

Benim size yapabileceğim bir iyilik tavsiyem: Hemen tevbe istiğfar edip, Kelime-i şehadet getirerek, îman edin müslüman olun, kendinizi cehennem odunu olmaktan kurtarın, Cennetlik olmaya bakın. Seçenek her zaman sizin. Selam, hidâyeti bulup uyanların.

Başörtüsünü ve İslam’ı lâikliğe aykırı zannedenlerin hepsi de bilmiş olsunlar ki, : Atatürk’ün annesi ve eşi de, başörtülü idi “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”, 2. cildinin, 149 sahifesinde. Atatürk bakın ne diyor (ayrıca bk. Prof. Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir Ve Düşünceleri, 1971):

“Dinimizin tavsiye ettiği tesettür (örtünme)hem hayata, hem fazilete uygundur… Tarz-ı telebbüsümüzü(kıyâfet şeklimizi) ifrata vardıranlar, kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınını taklit edenler düşünmelidir ki, her milletin kendine mahsus an’anesi, kendine mahsus âdeti, kendine göre dinî ve millî husûsiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin mukallidi(taklitçisi) olamaz olmamalıdır.” Aynı sözleri Atatürk 21 Mart 1923’de Konya’da Kızılay Kadınlar Kolu’nun toplantısında da söylemiştir.

Atatürk bilhassa Avrupalılar gibi açılıp saçılmayı uygun görmüyor. Biz Müslüman bir milletiz. Asırlardan beri tatbik edegelerek yaşadığımız kendi dinimiz, mukaddesatımız, an’anemiz, dînî ve millî hususiyetlerimize göre yaşamalıyız ve başka başka hususiyetleri olan milletlerin mukallitleri(taklitçileri) olmamalıyız diyor.

Laiklik çığırtkanlığı yapanların maksadı başka

Bu hususiyetlerimizle yaşamamızı lâikliğin ta kendisi sayıyor Aynı Söylevde bakın daha ne dedi Atatürk: Pür dikkat dinleyin!:

“Şehirlerdeki kadınlarımızın tarz-ı telebbüsü ve tesettüründe (giyiniş ve örtünüşünde), iki şekil tecelli ediyor; ya ifrat, ya tefrit. Efendiler! Din ne emrediyorsa onu yapalım.”.

Cumhuriyetimizin bânisi, Atatürk:

“Din ne emrediyorsa onu yapalım”

dedikten ve kabul ettikten sonra, siz Sayın Prof.ler! Sayın Lâiklik çığırtkanlığıyla boy gösterenler! Neyin nesinden söz ediyorsunuz? Maksadınız nedir? Sığındığınız kelimelerin altında neleri gizlemeye çalışıyorsunuz? Lütfen açıklayınız da, millet ne olduğunuzu bilsin.

Peygamberimizin s.a.v.’in de İsmi Muhammed Mustafâ’dır. Sizin Peygamberiniz, benim, onun, hepimizin ve Âlemlerin Rahmet Peygamberi. Mustafa ismi: seçilmiş, arınmış, süzülmüş tasfiye edilmiş temiz demektir. Maddeten ve mânen tabii. Hepimizin isimlerimiz, Ahmed, Mehmed, Mustafa gibi müslüman isimleri. Bu güzel isimlerinizi ve tevhid inancınızı değerlendirmenizi, bir ağabey olarak tavsiye ederim. Başörtüsünün, hepimizin mukaddes dini olan İslâm’ın emri olduğu, malumunuz iken, siz neler karıştırıyor sunuz? Akl-ı seliminizle ciddî olarak düşünmelisiniz.

SAYIN Efendiler!.. Güzel dinimizin güzelliklerini basiretle hazmederek, vicdanlarınızı nurlandırınız. Bakınız:

“Bir sabah Hz. Ebu Bekir( r.a), Efendimizin kızı Hz. Esma’yı başı örtüsüz görünce yüzünü çevirmiş arkaya Peygamberimiz ve Ey Esmâ! Bir hanım ergenlik çağına erince onun, dışarda şu ve şu yerlerinin dışında kalan yerlerinin görünmesi câiz değildir.” diyerek mübarek yüzünü ve ellerini göstermiştir. Eller daima kullanıldığından; yüzün de zaruri olarak görülebileceğinden;

“Bir müslüman kız veya kadının, evinden dışarı çıktığında, bu iki uzvun dışında kalan yerlerinin, Güzel Dinimizce örtülmesi gerektiğini işaret buyurmuşlar Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafâ s.a.v.”. (Bk. Elmalılı Muh. Hamdi Yazır, Hak Dini, Kur’ân Dili, VI / 14, Zaman, Azim Dağıtım), Nur Suresi, 24/31. âyetin tefsiri. Ve İbn-i Kesir Tefsiri, 3/283, Arapça, Kahire Baskısı ve dipnotta verilen kaynaklar.)

.Kur’ân’ın Nur ve Ahzâb surelerinde, Müslüman kadın ve kızlarının, evleri dışında izah edildiği şekilde örtünmelerinin, Yüce dinimizin emri olduğu, sizin hepinizin mutlaka malumunuzdur.

Dinimizin emrini yerine getirmekle ancak müslümanlığımızı ispatlamak, ve Allah’ın huzuruna yüz aklığıyla çıkmak mecburiyetindeyiz. Ebedî yurdumuz Âhiretin kapısı kabire doğru yarış yaparcasına koşmaktayız hepimiz. Biz Müslümanız elhamdülillah, memleket kendi memleketimiz. Bir müslüman kadını ve kızı, kendi memleketinde, hakkı olan dininin emirlerini serbestçe yaşayamayacaksa, nerede yaşayacak? gavuristanda mı yaşayacak?. Memleketini mi terkedecek? Sizin vicdanınız nerede? Adâletiniz nerede? Dininiz, imanınız nerede? Allah’ın huzurunda hesap vereceğiniz Âhiret inancınız nerede?.

Kendi vatandaşına: “Sen bu memlekette dinini serbestçe yaşayamazsın” baskı ve dayatması zulmünü yapma salahiyetini siz kimden alıyorsunuz?.. Bu, hangi vicdan, insanlık, hukuk ve insafla bağdaşır? Söyler misiniz?.. Aynı dine inanan aynı vatanın vatandaşı olan yetkililer, proflar, milletvekilleri, parti başkanları?.. Ve bu milletin iradesine, inancına, örf ve âdetlerine ve kendine mahsus dînî ve millî hususiyetlerine göre, idâre etmek mecbûriyetinde olan iktidar mensubları?.

Devletin adına siz laik deyin, ant-i laik deyin, demokrat deyin, hukuk deyin sosyal deyin ne derseniz deyin ama sizi iktidara getiren halkınızın, dinine, imanına, mukaddesatına, millî ve ahlakî değerlerine son derece saygılı olmanın ötesinde, halkınızı her türlü zulümden, baskıdan ve dayatmalardan korumaya ve onları huzur içinde yaşamalarını sağlamaya mecbursunuz. Sizin öz vazifeniz bu. Bunun için o koltuklarda oturuyorsunuz.

Müslüman kadın ve kız, yalnız üniversitede değil memleketinin her yerinde dini tesettürünü ve örtünmesini yerine getirme durumundadır. Dinimiz onun nasıl, ne şekilde ve nerelerde örtüneceğini bildirmiştir. Allah’ın emrini ve Dininin gereğini yerine getirme hakkıyla birlikte, ehliyetinin ve kâbiliyetinin el verdiği her yerde çalışma hakkını elinden almayı kimin hesabına yapmaya çalışıyorsunuz?.. Allah’tan –hâşâ- daha yüce bir makam mı var?.. ki, onun emri ve hatırı için yapasınız?.. Veya yarın kabire girdiğinizde, ona hesap veresiniz?.

Adâletle hükmetme hususunda, Hz. Ömer (r.a.)’in: “Dicle’nin öbür yakasında bir vatandaşın koyununu kurt götürse, onun hesabını Allah benden soracak.” Sözü, tüm yetkililerin kulaklarında küpe olmalıdır. Yapılan her icrâatın hesabının verileceği gün unutulmamalıdır. “O gün ki, kimsenin kimseye hiçbir fayda sağlayamayacağı bir gündür. O gün tek buyruk yalnız Allah’ındır (el-İnfitâr, 82/19).”

Benim kanaatımca başörtüsü bir bahanedir. Asıl düşmanlık İslam’a ve Müslümanlaradır. Memlekette din düşmanlığını yaymaya ve halkımızı parçalamaya çalışan yıkıcı bir zihniyet gurubu var. Kime ve nerelere yaranmak veya pay almak uğruna yaptıklarını, bilenleri var, bilmeyenleri daha çok. Bu yıkıcı zihniyetleri gizleyen, lâik gibi, irtica gibi, köktenci gibi Şeriatçı ve benzeri kelimeler perde olarak kullanılıyor. Memleketimizin kendi vatandaşlarından birçokları da, iyice düşünmeden onlarla birlikte olma tuzaklarına maalesef düşüyorlar.

Kendilerine ve kendi öz kimliklerine ve vatanlarına ihânetle, zarar verdiklerini farkedemiyorlar. Mesela, Başörtüsünün Allah’ın emri olduğunu bildiği halde, yetki makamına geldiği zaman, korktuğu evhâmının emrini, Allah’ın emrine tercih ederek, kendi vatandaşı ve dindaşına: sen dinini yaşamaya çalışıyorsun, öyleyse buraya giremezsin şu işte çalışamazsın, öğretmen, doktor, mühendis, müdür veya memurluk yapamazsın diyebiliyor. Hem kendi âkibetini, hem vatandaşının hayatını zindan ediyor.

İşte sizler! Ey iktidar sahipleri, buna benzer tüm haksızlıkları bertaraf ederek, topluma bir bütün olarak huzur sağlamak üzere, iktidar koltuğuna oturtuldunuz. Bu sizlerin en mukaddes vazifenizdir. Maddî ve mânevî Mes’ûliyetinizin çok büyük olduğunu unutmayın.


Hazırlayan: Doç. Dr. Hüseyin Varol
Milli Gazete
Ekleme Tarihi: 16.02.2008 - 17:46
Bu mesajı bildir   KaLBeNuR üyenin diğer mesajları KaLBeNuR`in Profili KaLBeNuR Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1276 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
husameddin (47), halk yolcusu (37), Habibetti21 (37), aysani (50), kardelen__571 (35), hasan_el_benna (42), aslanþamil (44), caylak ali osma.. (51), vural (50), mero (), ByNet (54), enginbey (49), veleye5 (28), yazitura (45), betulonur (41), NiSA (47), aliavlamaz (37), adler42 (46), 0730sahin (43), ercan58 (41)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.61313 saniyede açıldı