0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » A I L E / E Ğ İ T İ M / S A Ğ L I K » KADIN & AiLE » Bir Anne ve Çocugun hikayesi.....

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Bir Anne ve Çocugun hikayesi.....

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
BİR ANNE - ÇOCUK HİKAYESİ
Nice söz işitmişti olmadık kişilerden…
Üvey ana mısın nesin, demişti biri…
Ne demeye bırakıp gittin bu çocuğu!
Nice söz işitmişti olmadık kişilerden…
Üvey ana mısın nesin, demişti biri…
Ne demeye bırakıp gittin bu çocuğu!
Hani dile gelmez binbir sancıyla doğurduğu öz be öz çocuğu olmasa, bu kadar zoruna gitmeyecekti belki ama…
Pek dokunmuştu bu soru yüreğine…
Cevap da verememiş, şaşkınlıkla bakakalmıştı öylece…
Yıllarca hep, sıkıntısını yaşamıştı anneliğin…
Öyle tadına vara vara çocuk büyütememişti.
Kâh geçim derdi, kâh kendi iç buhranları sebebiyle, hep buruk ve problemli geçmişti yıllar…
Arasıra çocuğuna bakar, içlenirdi…
Üzerinde, çocuğuna ait ne de çok hak bulunduğunu düşünerek ürperirdi.
Belki de bu nedenle, bir arkadaş gibi, karşılıklı oturup konuşabilecek yaşa geldiği günden beri, sık sık, çocuğuyla helalleşir, onu büyütürken göstermiş olduğu gayri ihtiyârî ihmaller için, ondan özür dilerdi.
Doğrusu, geçen süre içinde, çocuğuyla ilgili bir şeyler hissedecek hâli bile olmamıştı.
Kendi annesi bile, onun bu durumunu tuhaf bulur, “sen ne biçim annesin Allah aşkına!?”, diyerek, zaman zaman tepki gösterirdi.
Ama annelik icâbı kızına kıyamaz, onun bu vaziyetini, prelaktin hormonunun düşüklüğüne bağlardı. “Evet evet, sende kesin prelaktin hormonu düşük.
Geçen gün bi programda duydum, doktor dedi ki, prelaktini düşük olan hanımlarda, annelik duygusu zayıf oluyormuş…”
Hâsılı, kendisi dışında bir çok kişi, çocuğuyla ilgili tarzı için onu yadırgamış ve suçlamıştı yıllardır…
Kendisinin ise, ne kendini, ne de başkasını yadırgamaya hâli olmamıştı…
Çocuk ona, “anne, sen bu dünyada en çok kimi seviyorsun?”, diye sorduğu zamanlarda, tıkanıp kalmış, kalbini yoklamış, yalan da söyleyememiş ve sadece acı acı gülmüştü senelerce…
Çocuk, sorusunun cevabı acı bir gülümseyiş olunca, çok tabii olarak üzülmüş, yalandan da olsa, “en çok seni seviyorum!”, sözünü duyup, rahatlayamamıştı.
Çünkü anne, çocuğuna karşı bir defa bile yalan söylememişti ve eğer ona “en çok seni seviyorum” derse, yalancı olacağını hissetti…
Çocuğunu bırakıp, defalarca başka yerlere gitmişti.
Bu gidişlerinin hiçbiri keyfi gezmeler değildi ama, çocuk ruhu bunu nasıl anlayabilirdi?
Bir zaman, kendini bulmak için…
Bir zaman da gerçekten gözü, evini, çoluk çocuğunu görmez olduğu için…
Kendini sık sık yapayalnız bir yerlerde bulmuş, herkesten kaçarak, bir sevdânın peşinde koşmuştu.
Çocuğu nereye bıraktın, diye soranlara, Allah’a bıraktım, cevabını verir, bu hâliyle çokça da tepki alırdı.
Dostluğu sadece bir kabuktan ibaret olan bu insanların, kendisini her fırsatta suçlamaya hazır tavırlarından hoşlanmadığı için, onların tepkilerine karşı da, son derece rahat davranırdı.
Zira bu yadırgayanlar, ona çocuğu hususunda bir defa bile yardım teklif etmeyen kişilerdi. Sanki bu yabancılar karşısında, Allah ile böylesine dost olmaktan da, ayrı bir haz duyar gibiydi.
Zira onlar, çocuklarını hiç bırakmazlardı ama…
Çocuklarını bırakacak bir Allah’ları da yoktu. Onlar, “Allah’a kaldıysa işimiz” diyen, işini O’na bırakmayı istemeyen kişilerdi.
E durum bu olunca da, küçücük bebeğini Allah’a bırakan bir anne, onların gözünde, kesinlikle bir üvey anne oluyordu.
Çocuk, beş – altı yaşlarında, bolca küfür öğrendi.
Onun küfürlü konuşmalarından ötürü de yine anneyi suçladılar.
Anne, sahip çıksaydı çocuğuna, hiç o kötü lafları öğrenir miydi çocuk?
Ama unuttukları bir detay vardı:
Bizimki bu küfürleri, o anneleri tarafından hiç ihmal edilmeyerek büyümüş olan, abisi yaşındaki diğer çocuklardan öğrenmişti.
Bu çocuklar, kendi aralarında ayıp konuşmalar yapar, anne ve babalarının yanında ise, pek terbiyeli kesilirlerdi.
Bizimkinin, yaşı küçük, kendi de pek saf olduğu için, öğrendiği küfrü gizlemeye ihtiyacı yoktu.
Çünkü zaten, söylediğinin anlamını kavrayacak yaşta bile değildi.
Hasılı, her küçük çocuk gibi, küfür etmek onun için, anlamını bilmediği, yeni birkaç kelimeyi tekrarlamaktan ibaretti.
Bir dönem devam etti ve geçti…
Anne bu arada, kendisiyle uğraşmada olduğu, kendince çok daha derin dertlere boğulduğu için, çocuğunun bu halini dert gibi görmezdi.
Hani, beterin beteri vardır derler ya, sanki anne, en beter sıkıntının içindeydi de, çocuğunun hali ona, kendi haline kıyasla, nimet gibi gelirdi.
Ne zaman biraz aklı başına gelir gibi olsa, o zaman da, benim mi canım, senin o, der… Çocuğunu yine Allah’a bırakırdı.
Onu bana emanet ettin, benim durumum da malum…
Der, bu sözlerle rahatlar ve çocuğuna dair tüm endişelerden kurtulurdu.
Yapı itibarıyla hareketli olan çocuğu, iki yaşında kaydıraktan düşüp de kol kemiğini çatlattığında, onun için üzülmemiş, “iyi ki de bizim çocuk düştü, ya bana emanet edilen şu çocuklardan biri düşeydi, ne yapardım” diyerek, şükretmişti.
Sık sık, kendi halinden kederlenir, “benim kendi başıma bile sözüm geçmiyor Allah’ım!
Bu çocuğu sen eğit!
Bu çocuğa sen öğret!
Bana bırakma ne olur!”
diyerek dua ederdi.
Zaten, ilk dönmeye başladığı bebeklik dönemlerinde de, sık sık yatağından düşen çocuğu için, “eğer bana kalsaydı, çoktan ölür ya da sakat kalırdı bu yavrucak…
Bunu Allah koruyor” der, gülümserdi.
Bir sabah, çocuğunu okula uğurlamak için uyanmıştı.
Bütün gün dışarıda olacaktı ve onu, okul dönüşü yine evde karşılayamayacaktı.
Beslenme çantasını hazırlarken, evde hiç ekmek olmadığını fark etti.
Çocuk bütün gün okulda olacaktı ve ona, doyurucu bir beslenme hazırlamak gerekirdi.
Dolapta bulduğu biraz bisküvi ile birkaç çikolatayı beslenme çantasına koyduktan sonra, su şişesini de doldurdu ve çocuğuna:
- Yavrum, unutturma da, sana poğaça parası vereyim.
Bunlar karın doyurmaz, kantinden poğaça alır yersin, tamam mı, dedi.
Çocuk, tamam demişti demesine ama, tam o sırada okul servisi geliverince, o telaş arasında, para unutuldu.
Çocuk gidip, anne evde kaldığında, aklına, ona para vermediği geldi.
Yıllar sonra ilk defa, işte tam o sırada, farklı bir his kapladı içini…
Bu his, iç yakan bir acıydı.
Senelerce, farklı sebeplerle çok defa içi yandığı için, yabancılık hissetmedi.
Bu, pek tanıdık bir histi. Farklı olan, bu hissi ilk defa çocuğu için duymuş olmasıydı.
İçi, çocuğunun aç kalacağı endişesiyle, öylesine yandı ki, gözleri, bu yangını, gözyaşlarıyla söndürmek istercesine coştu.
Hayret ediyordu ağladığına…
“Belki de artık, anne gibi hissetmeye başladım” dedi içindeki şaşkın ses…
Ve bu sesi umursamayan bir başka ses, içli bir duaya koyuldu:
Gözlerinde yaşlarla, şunu diledi Rabbinden anne:
-Allah’ım, ben yine kötü bir emanetçi oldum.
Bak, emanetine, karnını doyurması için para vermeyi unuttum.
Ne olur, onu sen doyur!
Allah’ım, çocuğumu sen doyur!
İşte, emânetin için emân diliyorum senden!
Kimselere bırakma Rabbim, onu sen doyur!
Evden çıkarken, gelince yemesi için bir şeyler hazırladı ve şöyle bir not bıraktı tabağın yanına:
- Yavrum, sana poğaça parası vermeyi unutmuşum.
Ne kadar üzüldüm bilemezsin.
Çok acıktın değil mi?
Hadi ye bunları da, doy bir tanem…
Seni çok seviyorum…
Annen…
Sonra o tanıdık rahatlık hissi kapladı yine her yanını.
Sanki az önceki yakıcı ateş birden bire söndü ve içi kaygısız, şen bir kır yerine dönüştü.
O andan itibaren, çocuğunu ikinci bir defa düşünmedi.
Zaten buna vakti de olmadı.
Akşam olup da eve geldiğinde, kapıda çocuk karşıladı onu her zamanki gibi…
Selamlaştılar, hal hatır ettiler…
Mutfak tezgahına bakıp da, tabaktakilerin yenmediğini görünce, sabahki konuyu hatırladı anne…
-Oğlum, notumu aldın mı, diye sordu…
-Evet anne, dedi çocuk gülümseyerek…
Notu almış ve pek mutlu olmuştu…
-Ama hiçbir şey yememişsin, bari beslenmeni bitirdin mi, diye sordu anne…
-Hayır anne, duruyor, dedi çocuk….
-Ama neden, deyince anne, çocuk şöyle cevapladı:
-Bilmem ki anne, bugün hiç acıkmadım…
Bu cevabı duyar duymaz, gözleri yaşardı annenin…
Çocuk, niye ağlıyorsun anneciğim, dedi endişeyle…
Anne, yavrusunun gözlerine baktı ve şunları söyledi:
-Yavrum!
Bu sabah, senin bütün gün aç kalacağın düşüncesi içimi öylesine yaktı ki, Allah’a yalvardım. İşte şimdi sen, “bugün hiç acıkmadım” deyince, içimden bir ses bana:
- Ah benim unutkan kulum!
Sen onu bana bırakmadın mı?
Benden onu doyurmamı dilemedin mi? dedi.
Bu sesi duymanın sevincinden…
Ve böylesi bir rahmet karşısında duyduğum mahcubiyetten ağlıyorum yavrum…
Neslihan Nur Türk
Ekleme Tarihi: 11.10.2009 - 12:06
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1413 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
ilhan29 (55), bozadeniz (43), islamboy84 (40), küçük &t.. (49), teknur (50), hlim (51), veleye (60), Abdullah_78 (46), sefa60 (45), Gaziantepli (34), sivasliunsal (48), mcu (44), asess (45), akif21 (61), mimar_sophie (44), mamusali (49), Bilal_YETER (41), edare (42), terrazi (43), FaTMaNuR (60)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.61374 saniyede açıldı