0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » Modern Kentin Tapınakları

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Modern Kentin Tapınakları

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Modern Kentin Tapınakları
Mitolojik motiflerin hâkim olduğu büyüleyici(!) mabedlerden bahsetmiyorum. Kocaman cüssesi ve sessizliği oranında devasa bir anlamsızlığı işaretleyen Buddha heykelinin oturduğu mekânlardan da bahsetmiyorum. Kastım, bir takım dini ritüellerin icra edildiği, kutsallık halesiyle kuşatılmış yapılar hiç değil. Hele hele Rasul (as) uygulamasında ‘hayatın merkezi’olan “mescid” aklıma bile gelmiyor. Kastım ‘daha yeni bir şey’. Gayba ve tevhide iman konusunda gerekli zahmeti sergilemeye yanaşmadığı için, elinin altında bulunanı(daha somut olanı) mutlaklaştırma, ilahlaştırma hususunda mahir olan âdemoğlunun, bu tavrının, yaşadığımız dönemde aldığı biçimden bahsediyorum. İbadetlerin uygulama alanı anlamında ilk olarak akla az yukarıda değindiğimiz mekânlar gelir. Oysa modern zamanlar dediğimiz tarihin bu evresinde durumun pek de böyle (ibadetin mekân endeksli) olmadığını, haftanın bir günü o da mensubu bulunduğu hristiyanlıkla mevcut göbek bağını korumak/hissetmek adına gelen Hıristiyanların doldurduğu kilise veya emekliden sonrasını Yaratıcısına ayıranların sayısal çoğunluğu teşkil ettiği camilerimiz gösterecektir. Gerek küresel ölçekte gerekse yerel ölçekte yaşanan değişim, dönüşüm veya dayatmalar insanları bu mekânlardan uzaklaştırdı, vesselam. Kâh din vicdanlara ve camilere hapsedilmeye çalışıldı kâh bilimsellik, pozitivizm adına dini kurumlar(kilise) kerih gösterildi. Bunların doğruluğu yanlışlığı bir yana, bir vakıayı tespit etmek adına denebilir ki; en azından bazı ibadetlerin yapıldığı bu mekânları ıssız bırakanlar kendilerine yeni kutsallar ve bunlara ait ritüelleri tatbik ettikleri mekânlar icad etmekte gecikmediler. Elbette ki Müslüman birey için, hayatın her alanında ve her zaman, imanının gerektirdiği her tavır ve eylem ibadet hükmündedir. Fakat biz daha çok ibadetin mekânla ilişkisinden, mekân içre aldığı biçimden söz ediyoruz. Yani inanılanın icra edildiği mekânlar… Bu anlamda yeni bir şeyden, başka bir dünyadan bahsediyorum ben. Adanmanın ve adananların kıblesini şaşırdığı; hayatı değerli, insan tekini erdemli kılacak kıstasların çok hızlı alt-üst oluşlar yaşadığı bir dünyadan… Hayata anlam katacak değerlerin, menfaat ve sadece bu dünya (mevcut) eksenli bir zeminde tanımlandığı bir dünya… Öyle bir dünya ki, “en iyi” olmak için neslini yarıştıran, eşref-i mahlukat olmaya aday fertlerini başka başka şeylere adayanların dünyası. Çocukların kutsandığı ve bunun en somut örneklerinin eğitim(!) kurumlarında bolca görüldüğü bir dünya. Öyle ki bu dünyada, rakamlara endekslenmiş haysiyetiyle “kazanmak”; rakamsal anlamda daha yukarıdakine ulaşmaya karşılık gelirken, “kaybetmek” ‘arz üzerinde işe yaramazın teki’ olmak anlamına gelmektedir. Verili, çabucak geçen dünya metaını temel hedefi olarak belirlemiş ve günün değerlerine göre tanımlanmış bir alanda “en iyi” olmak ya da başarılı olmak mevki, servet, fiziki güzellik gibi görece zinetlerden payınızın çok olmasını ifade ederken, başarılı olmak da tam tersi anlama gelmektedir. Başarılı olmak böyle anlaşılınca haliyle başarıya(!) ulaşmanın yol ve yöntemi de aynı gaye mucibince tespit edilmektedir. Hele hele içinde yaşadığımız ve üçüncü dünya sınıfında yer verilen bir ülkede bu durum daha belirgin ve baskın bir gerçeklik, handiyse hayata ana rengini veren bir işleyiş halini almaktadır. Örneğin, ÖSS gibi derde devadan gayrı her şeyi barındıran bir husus eğitim sisteminizden, “adam olma”nın ölçüsü olmaya kadar etkisini gösterebilmektedir. Aynı şekilde ülkede çıkan hemen her gazetenin -misyonuyla alakasız da olsa- soru kitapçıkları vs. dağıtmasından, ikinci bir okul olan ve genç dimağların adeta yaşamalarına fırsat tanımayan kurumsal fırtınaya(dershaneler dünyası) sebebiyet vermesine kadar her alanda kendi ağırlığını hissettirebilmektedir. Oysa bu çarpık anlayış hayatımıza bu kadar egemen, nesle biçim vermenin bir aracı olmamalıydı... Malları ve evlatları birer fitne(imtihan vesilesi) addeder Kur’an.(8/28) Sınanacağımızı haber verir bize. Malın ve evladın zebunu olmaktan sakındırır bizi. Malı, vahyin işaret ettiği alanda değerlendirmeyenin/sarfetmeyenin akibetinden bahseder(28/76-82). Lakin ondan önce malı mutlaklaştırmanın kişiyi, “bunun kendisini ebedi kılacağını zannetme”ye(104/3) iteceğini ve sahip olduğu her ne varsa “kendi şahsi becerisinin ürünü olduğunu”(28/78) düşünmeye götüreceğinden bahseder. Malı mutlaklaştıranın, diğer bir ifadeyle onu ilahlaştıranın bu tavrının, onunla Yaratıcı arasındaki bağları koparmak ve aşağıların aşağısına düşmekle sonuçlanacağını “kendini müstağni görmek”(96/6-7) şeklinde işaret eder bize. Peki, aynı şey ‘evlat’lar hususunda nasıl cereyan eder? Ebeveyn-evlat ilişkisinin farklı görünümlerine rastlayabiliriz Kur’an’da. Peygamber bir babanın iman etmeyen evladından tutun da yine bir peygamber olan babasının Rabbine kayıtsız şartsız teslim olan evladına kadar. Ancak bir örnek daha var ki, bizi ağırlıklı olarak o ilgilendirmektedir. O da Yakup’un(as) oğullarına vasiyeti ve Lokman’ın(as) oğluna nasihatidir. Şirk uyarısından başlayıp yürüyüşe ve hatta konuşurken ses tonunun ayarlanmasına kadar seyreden bu nasihat, bir nesle asıl verilmesi gerekenlerin en güzel örneğini ve metodunu vermektedir bize.Bunlar ALLAH’ın gösterdiği en güzel ve olması gerekeni işaret eden örnekler. Yukarıdan beri bahsetmeye çalıştığımız sorunun temelinde bu seçkin örneklerin anlaşılmamış ve pratiğe aktarılmamış olması başat role sahiptir. Bunun yanında Hadid Suresi’nde geçen ve anlamsız bir yarışa işaret eden şu ayet konumuzu daha yakından ilgilendirmektedir: Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) ALLAH'ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir. Çocuğun şahsiyetinin şekillenmeye başladığı ve ilk eğitimini aldığı ailede, ebeveynden çocuğa yönelen her eylem, tavır veya tepki bu şekillenişin yönünü ve niteliğini belirleyecektir. Bu yüzden önceki nesilden(ebeveyn) aktarılanın “ olması gereken” e yakınlığı oranında gerek ferdi gerekse içtimai bünyede dengeli ve maslahatları sağlayıcı/saadet sağlayıcı bir hayat can bulacaktır. Aksi takdirde bugün bizde olduğu gibi, bu neslin yaşadığı fasit daire gün be gün semirecektir. Bu da imalat hatası fertlerden oluşan bir neslin türemesine sebebiyet verecektir. Dolayısıyla bu kusurlu düzen de sürüp gidecektir. Kur’an’ın “sizin için fitnedir” nitelemesi, belki de “Sizi ALLAH’ı zikretmekten alıkoymasın”(63/9) yönünde bir uyarıdır. Lakin gelin görün ki, ALLAH yolunda olma gayreti taşıyan insanlar (müslüman aileler), çocuklarına sunulan ve sadece bu dünyadaki mevkilerini sağlamlaştırıcı hedeflerde yine en büyük destekçileri olmaktadırlar. Bu hedeflerin hangisini biz belirledik, hangisi hangi hassasiyetimizin ürünü? Üniversite kapısının önünde kızının başındaki örtüyü çekip de “Ben sana bir sürü para akıttım okuyasın diye!!!” diyerek okulun kapısından içeri iten cami hocası baba kimi temsil ediyor? “E ne yapalım, çocuğumuz çok zeki, bugüne kadar hep dereceyle geçti. Üniversiteyi okumazsa psikolojisi bozulacak, göndermekten başka çaremiz yok” diyen anne çocuğunun iyiliğini mi düşünmektedir? “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” sorusuyla başlayan serüvenin, sorunun muhatabı olan çocuklarımızın rotasını hangi dünyaya doğru çevirdiğini kaçımız düşündük? Rızk ve kader konusunda şuurlandırılmamış bir zihinde hangi dünyaların hayaline ışık yaktı? Tevekkül belletilmeden sorulan bu soru hayatın garantisini nerde aratır oldu çocuklarımıza? Şahsiyetli olmak kaç zihinde “doktor olmak, mühendis olmak...” diye yankısını buldu? Kanaatimce, bu soru karşısında alınan ve aslında beklenen, öğretilmiş cevapların hangi insan tipine gebe olduğunu pek hesap edemedik. Hiç unutamadığım bir sahne: İlkokul bire giden bir çocuk... Küçük bir şakalaşmadan sonra zihnini deşmek ve yaptığı işin farkında olup olmadığını ölçmek adına bir soru sormuştum: — Neden okuyorsun, niçin okula gidiyorsun? — Büyüyünce hiç kimseye muhtaç olmamak, hayatımı garanti altına almak için... Evet, bir hayli zamandır “hayatı garanti altına alma”nın ancak okumakla(!) mümkün olduğu belletildi nice nesillere. “hayatı garanti altına almak” ne demek; bu apayrı bir tartışma konusu. Ancak okumak gibi, insana gerçek değerini kazandıracak bir eylemi böylesi ne kastettiği çok da anlaşılmayan ifadelere/gayelere endekslemek bir neslin ipini çekmek değildir de nedir? Haftanın beş günü bilgi aktarıla aktarıla sersemleşen çocuklara, bu yetmiyormuş gibi bir de haftasonunda nefes alma fırsatı bırakmamak hangi amacın ürünüdür? Ebu Hanife gibi insanlar küçük yaşlarda Kur’an’ı hıfzetmişken; bugün üniversiteye başlayanların bile “elif-be”yi bilememesinin sorumlusu kimdir? Hadid Suresi’nde ifadesini bulan “övünme yarışı”nın en kesif halini yaşıyoruz. Bu anlamda bir evlat, diplomasını aldığı üniversitenin cazibesi oranında gurur sebebi olurken, deneme sınavında başarısız olan evlat utanç vesilesi olabilmektedir. Çocukları üzerinden yarışan ailelerin türemesi işin ehemmiyetini gösterecek boyuttadır. Bir an evvel “iki kere iki” ya da H2O ile karakterin oluşmadığını hatırlamak zorundayız. Sırf üniversiteye hazırlanıyor diye çocuklarımızın etrafını dokunulmazlık duvarlarıyla örmekten, yüklenmeleri gereken sorumlulukları ertelemekten vazgeçmeliyiz. Periyodik cetveli su gibi bildiği halde yaratılışın kimyasını kavramaktan uzak büyüyor evlatlarımız. Bu bağlamda Hz.Ömer ile çoban çocuğun hikâyesini hatırlamak bile çok yardımcı olacaktır bize. Elbette bu söylediklerimizin istisnaları vardır. Ancak kimi Müslümanların da bu konuda zaaf gösterdikleri kanaatindeyim. Günün popüler eğilimlerine yenilmek en çok şahit olduğumuz durum iken, maalesef ki bunun karşısında özgün ve dik duruş, insan öğüten bu süreçten farklılaşmak o kadar da yaygın ve yürürlükte olan bir şey değil. Kur’an okuyan anne babalar, neye yeniliyorlar ki çocuklarını dershanelere, kurslara kaydettirmenin telaşını önceliyorlar? Kim tarafından tasarlandığı belli olmayan(!) ütopyalar uğrunda neslini koşturmak neyi garanti altına almak için? Kanaatim o ki, neredeyse tüm fertlerini aynı istikamete koşturmak köleleşmenin ilk işaretidir. Farklı mizaç, yetenek ve beklentileri olan insanları ‘aynı kulvarda’ yarıştırmak “tek-tipleştirmek”ten başka bir şeye hizmet etmeyecektir. Zihinlerin ve çabaların yönlendirildiği hedeflerin kısır ve günü kurtaran nitelikte oluşu bir yana, yaşamak için aslında birer araç olan olguların (meslek, iş, kariyer...) hayatın en büyük/öncelikli amacı kılınmasının yaptığı tahribata, her geçen gün artan oranda neslimiz üzerinden şahit olmaktayız. Ve bu süreç derinleştikçe korkarım ki Müslümanlar, kendi değerleri üzerinden yarını inşa etme imkanını kaybetmeye devam edeceklerdir. Tüm bunlara rağmen geri dönüş veya bu gidişe bir dur deyiş mümkün müdür? Evet mümkündür! Yapılması gereken evvela, modern hayatca bize ‘sunulan’dan çok, ‘istenen’(ALLAH’ın bizden istediği) üzerinde çabalarımızı yoğunlaştırmaktır. Bunun için de ne kadar kuşatılmış(!) olursak olalım, imkanımız ne kadar kısıtlı(!) olursa olsun bunun bizim için mukadder olmadığını bilmeliyiz. Fesadı yaygınlaştıran bu sürece çocuklarımızı teslim etme lüksümüz olmadığı gibi yeterince irdelemediğimiz ‘kendi beklentilerimizi’ dayatmaya da hakkımız yok. Küçük düşünmeye alıştırılmış bireylerden büyük işler beklemenin beyhudeliğini kavramalı ve çocuklarımızın ufkunu ALLAH’a kulluktan yana olabildiğince geniş tutmalıyız. Bu hususta da olabildiğince cesur kılmalıyız onları. Unutmayalım ki “Başka bir dünya mümkün!”. En önemlisi, dünya-ahiret dengesini kurabilecek donanımla yetiştirmeli ama asıl hayırlı olanın ahiret olduğunu(93/4) zihinlere, kazınmayacak en büyük not olarak düşmeliyiz. Ahiret için dünyayı hiçe saymak elbette ki yanlış; bu noktada da dünyayı değerli kılacak şeyin ‘ilim’ olduğu kendi isimleri gibi belletilmelidir. Son söz Ebu Bekir’in(ra): “Bir toplum ALLAH yolunda cihad misyonunu terk ederse onların üzerine mutlaka alçaklık, zillet damgası vurulur. Bir kavim içinde çirkin hayasızlıklar yaygınlaşırsa, yüce ALLAH onlara yönelik musibetleri genelleştirir…” M. Turan Çalışkan



Bu mesaj 2 kez ve en son Muhtazaf tarafından 09.10.2011 - 20:41 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 04.11.2010 - 01:19
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1399 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
husameddin (47), halk yolcusu (37), Habibetti21 (37), aysani (50), kardelen__571 (35), hasan_el_benna (42), aslanþamil (44), caylak ali osma.. (51), vural (50), mero (), ByNet (54), enginbey (49), veleye5 (28), yazitura (45), betulonur (41), NiSA (47), aliavlamaz (37), adler42 (46), 0730sahin (43), ercan58 (41)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.10946 saniyede açıldı