0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » A I L E / E Ğ İ T İ M / S A Ğ L I K » ÇOCUK EĞİTİMİ » ÇOCUK PSİKOLOJİSİNİN TARİHÇESİ

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Suhedanur su an offline Suhedanur  
ÇOCUK PSİKOLOJİSİNİN TARİHÇESİ

339 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 25.11.2003
En Son On: 11.11.2009 - 08:13
Cinsiyeti: ----- 
ÇOCUK PSİKOLOJİSİNİN TARİHÇESİ

İnsanlığın başlangıcından beri çocuklar hep çocuktu. Ama her zaman ve mekandaki çocukluk başka türlü geçmiştir. Bazılarının balonları, masalları yoktu, toz pembe geçmemişti. Her medeniyette çocuklar da o medeniyetin genel karakteri, özellikleri ve kurallarından nasibini aldı. Bazısı hakkını verdi bazısı vermedi.

Eski çağlarda çocuğa, annesine bakılan gözle bakılıyordu. Her ikisi de köleden biraz daha iyi idi. Yine de alınıp satılıyor, dövülüyor hatta sakta bırakılıyordu. Köleci uygarlıklar olan Yunan’da ve Roma’da babaların çocukları üzerindeki hakları sınırsızdı.

İlginçtir ki birçok batı dilinde ortak olan ve ali anlamına gelen “familia” sözü Latince köle demek olan “famulus” kelimesinden türemiştir. Familia, bir babanın kölelerinden, çoluk çocuğundan oluşan bir topluluktu.

Romalı filozof Seneca (imparator Neron’un hocası)çocukların evden atılmalarını, sakat bırakılıp dilendirilmelerini onaylıyordu. Şöyle demiştir “Sokakları dolduran, sakat, çarpık, kötürüm çocuk sürüsüne bakınca insanın gülesi geliyor. Ana babalar sokağa atmakla aslında onlara iyilik ediyorlar. Bu durumdan cumhuriyetin zarar göreceğini hiç sanmıyorum.”

Aristo bile (Eski Yunun’a) baba çocuk ilişkisini şöyle tanımlıyordu: “Bir efendinin kölesi, bir babanın da oğlu üstündeki hakkı bir mülkiyet hakkıdır. Bu nedenle mülkiyette haksızlık söz konusu olmaz.”

İbranilerde baba sözünden çıkan ya da başkaldıran çocuğun cezası taşlanarak öldürülmekti.

Çocuk öldürmek, özellikle sakat doğanları ve kız çocukları bebekken yok etmek hemen her çağda ve her yerde yaygındı. Çin’de 20 yy.a kadar fazla görülen kız bebekler öldürülürdü.

Aynı dönemde Japonya’da yeni doğan bebeğin yaşayıp yaşamamasına ait karar verirmiş. Afrika’da bugün de hala süren uygulama, istenmeyen çocuklar ormana veya suya bırakılıyor. Yaşarsa güçlü olduğundan yaşamaya hak kazanıp kabulleniyor.

Hıristiyanlığın doğuşu ile birlikte, acıma, düşküne ve güçsüze yardım duyguları toplumlara yayılmaya başladı. Kadınlar ve çocuklar da korunup kollanmaya başladı. Kilise çocukları kanadı altına alarak onları Allah yolunda eğitmeye koyuldu. Öyle ki çocuğun içindeki şeytanı döverek kaçırtmaya çalışmak adettendi. Dayaktan ölen çocuk ölmüş değil kurtulmuş sayılırdı.

Bütün bunlara karşılık, bilinen tarih dilimi içerisinde ilk defa İslam’ın insan, hayat ve toplum anlayışı ile bütünlük arzeden bir bakış açısı içersinde çocuğu insanca ve gerçek değerine denk düşen bir yaklaşımla ele aldığını görüyoruz.

Bakara suresi ve daha pek çok surede yetimlerin kardeş gibi kollanması üzerine; Tahrim, Tegabün ve Enfal surelerinde çocuğun önemi üzerine; Furkan suresi altıncı ayette de çocuğun “gönüller açan lütuf” olduğu tebliğ ve telkin edilmiştir.

Hz. Peygamber Efendimizin (asv) çocuklara karşı alabildiğine merhametli, sevecen ve yumuşak tutumu herkesçe bilinir. Hatta toplu yönetiminde bulunacak kişilerde aradığı şartlardan biri çocuklara karşı merhametli ve sevecen olmaktır. Bunu bir kriter olarak esas alması son derece anlamlıdır.

Batı’da çocuğa değer verilmesi ancak 17. yy da başlayabilmiştir. İlk defa Comenius, çocuğun bireyselliği ile onun ilgi ve yeteneklerinin tanınması gerektiğinde söz etmiştir.

1762 de J.J. Rousseau “Emil” adlı eserinde çocukların doğal dürtü ve arzularının eğitimin temelini oluşturduğuna değinmiştir. “Doğaya dönüş” temel görüşünden hareket eden Rousseau, yetişkinlerin kendi fikir ve davranışlarını zorla kabul ettirmek istemelerine karşıdır.

1774 yılında Pestalozzi’nin kendi çocuğu üzerindeki gözlemlerine dayanarak yaptığı çalışma, çocuk gelişimine ilişkin ilk bilimsel kayıt olarak kabul edilir. Daha sonra Probel (1826) özellikle ilk çocukluk eğitimine ilişkin görüşlerini ileri sürer.

Daha sonra 1882’de “çocuğun zihni” adlı yapıtıyla bilinen Preyer, çocuk psikolojisinin babası sayılır.

Çocuk psikolojisine deneysel görüşü Stenley Hall getirmiştir.

19057te “Zeka ölçeği”ni Alfret Binet yayınlamış, daha sonra çeşitli ülkelere uyarlanmıştır.

Çocuk psikolojisine katkısı olan çağdaş uzmanlardan Tharndike, John Dewey, Pear Piaget’i sayabiliriz.

Türk İslam düşünürleri arasında ise Gazali (ra), eğitimi “yabani otları ayıklayan bir bahçıvanın faaliyetine” benzetir. Yüzyıllar sonra Pestolozzi’de aynı benzetmeyi yapmıştır.

Gazzalî’nin “Ey oğul” adlı kitabı tümüyle çocuk terbiyesine dairdir. O’na (ra) göre çocuğun kalbi saf bir cevherdir. Verilen her şeyi kabul etmeye hazır olan çocuğun iyi bir insan olabilmesi için iyi eğitilmesi gerekir. Terbiye’de ilk yaşların üzerinde durur. İlk yetişme çağlarında çocuğu överek veya kötülüyerek iyiliklere teşvik ve kötülüklerden men etmek mümkün olmadığından, sözlü önlemler yerine, başlangıçta kötü örneklerden koruma yoluyla terbiyeyi önermektedir. Ödüllendirmenin ve oyunun öneminden Gazzalî yüzyıllar önce söz etmiştir.

870-950 yılları arasında yaşayan Farabi zihin eğitimini öğretim, ruh terbiyesini de eğitim olarak kabul eder. “Kalıtım ve Çevre” konusunu Farabî “fıtrat ve eğitim” kavramları içinde gerçekçi bir yaklaşımla açıklamıştır. Eğitimde “haz” ve “elem” i yöntem olarak düşünen ilk eğitimcidir.

980-1037 yıllarında yaşayan İbn-i Sina ise çocuğun ruh ve beden açısından dengeli olabilmesi için harcanacak emeklerin, özellikle çocuğun ruhsal eğilimlerine dönük olmasından yana görüşler öne sürmüştür.

Çocuk terbiyesi konusunda Keykavus’un “Kâbusnâme”si, Erzurumlu İbrahim Hakkı (ks)nın “Marifetnâme”si, Sâdi’nin “Gülistan”ı, ebul Hayr’ın “Hayriye”, Maraşlı Sümbülzâde Vehbi Efendi’nin “Lütfiyye” ve yine Gazzalî’nin “Fatiha tül Ulûm” adlı eserli önemli tavsiyeleri içerir.

Günümüzde ise her ne kadar iyi niyetli de olsa neticede çocuğun kendi varlık özü ve gayesi doğrultusunda gelişmesine yönelik değil onun toplumun, ekonomik, siyasi, sosyal hedeflerinin gerektirdiği yönde biçimlendirilmesi için kullanılmaktadır. Çocuğu fazla üretim ve fazla tüketim gibi çağdaş mitolojik hedeflerin gerektirdiği biçimde yönlendirilmesi başarıyı garantilemektir.

Maddî hedefler ve bu hedeflere götüren maneviyattan uzak tamamen maddi sebepler desteklenmektedir. Maddi ve maddeye dönüştürülebilen her türlü kazanç tutkusu, hiçbir ahlaki ve niteliksel kaygının gelişmesine yer bırakmayacak şekilde çocukların ve gençlerin benliklerine sindirilmektedir.

Çocuk ve genç kendi varlık gayesini henüz kavramadan okullar, TV, radyo vb. Kitle iletişim araçları, reklamlar ve diğer endüstriyel zorlamaların kuşatması altında, dengesiz, maneviyatsız, kültürün prototipi, ürünü olup çıkmaktadır.

Oysa özgün bir gelişme ortamında, içinden gelen güzel ve gerçek seslere, kendine uygun çizgide gelişme imkanı bulsaydı; bu maddiyatçı ahlaktan uzak, dengesiz yaşam tarzını asla seçmezdi. Çünkü, insan olarak taşıdığı tüm değerleri bir kenara bırakıp, dönmekte olan üretim-tüketim çarkının bir dişlisi olmaktan öteye geçmeyen bir işleve razı olmak, insanlık onuru ile, eşref-i mahlukat sıfat ve statüsü ile bağdaşmaz, bütünleşmez.

Çocukların her türlü maddi ihtiyaçlarının en iyi seviyede karşılanmasına yönelik gayretlerin sergilendiği batı kültüründe, çocuk için çizilen bu aldatıcı mutluluk tablosunun altında, insanı insan yapan değerlerin yok edildiği, insanın ruhen öldürülerek gerçek varlığının yokluğa mahkum edildiği, gürültüsüz, patırtısız işlenen evrensel bir cinayet yatmaktadır aslında.

Onu, eski kültürlerde olduğu gibi bedene öldürmekten daha kârlı ve üstelik sığ vicdanları örselemek riskini de taşımayan bir iştir bu.

Çocuklar için gerçek mutluluk, insani değerlerin hakim olduğu, kendi özüne ve üstün gayesine uygun olan niteliklerin (kalitelerin) belirleyiciliği ile biçimlenmiş bir dünyada özgürce gelişme imkanı sunulması olabilir ancak.

Mesela çocuklara her sokakta oyun alanları bırakmak yerine bu hakkı gasbedip 2-3 gökdelen dikerek kazancı arttırmak, kültürün belirlediği konfor ve kalkınma hedeflerine hizmet eder. Ana-baba kişisel refah ve konforu artıracağı için kendi çıkarları adına hiçbir zaman karşı koymazlar.

Kültür ve sistemin insancıllığı, insanın iç güdülerini varsaymaktan öteye geçmemekte, bu da güler yüzlü bir vahdetle insanın özgür yapısın dejenere etmektedir. Oysa, insancıl olmak başka, insancıl görünmek çok daha başka bir şeydir.
Ekleme Tarihi: 06.03.2004 - 00:31
Bu mesajı bildir   Suhedanur üyenin diğer mesajları Suhedanur`in Profili Suhedanur Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1701 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
sema35 (54), ylmz74 (50), nurum94 (85), fatihg (30), hudaperest (35), mesut63 (61), bounburak (40), kördüðüm02.. (40), rifat erdem (56), s.uguz (22), berkecan (47), akatis (44), YKAKBABA (47), AnaChry (39), Zuehtue (), katremelek (46), BasriXX (44), xxLeylaxx (37), Ihlas84 (40), Abdurrahman H. (45), ensar1 (59), Kari al abdussa.. (36), Karer_M (38), faruk134 (59), m.metin (54), ybayar99 (57), KubraNur (44)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.64266 saniyede açıldı