1686 Mesaj -
|
|
Kayıt Tarihi: 20.07.2007
|
En Son On: 17.08.2009 - 12:01
|
Cinsiyeti: Bayan
|
|
.....Kuleler ve kaleler yıkıldığında...
.....Toz duman içinde, çığlık çığlığa...
.....Nereye?!...
"Me/deniyete" koşuyorduk... Hızlıydık...İşimiz vardı! Ama "çığlık" atmayı öğretmemişlerdi bize! Öyle "bilge" öyle "ivedi" çığlıklar attık ki...
Kuleler ve kaleler çöktüğünde...
Şaşkınlık sokaklardan dünyaya, evlerimize yayıldığında...
Her şeyin madde olmadığı anlaşıldığında...
Hiçbir şeyin gördüğümüz gibi olmadığı ayan beyan ortaya çıktığında...
Binler... "birden" ölebiliyor/muş!
Hastaneler... yaralılarla dolabiliyormuş!
Paramız... bitebiliyormuş birden!
(Demek bitmeyen Biri varmış.)
Çığlıkların yönü, "O'na koşuş"tu aslında. İmdat sesleri, sirenler kimden kimeydi? Kim duyardı nefesimizi, çığlıklarımızı? Her şeye rağmen O'na koşmayacak mıydık? Koştuk da...
Kuleler çöker, kaleler fethedilir, paralar biter, canlar yere serilirdi. Böyle mi olmalıydı? Bilemem! Daha başka şeyler olabilirdi de böyle mi olmuştu? Onu da bilemem!
Kuleler çöktüğünde de ilk akla gelen O'ydu. Bizi ancak O korurdu. Eller O'na açıldı. Çığlığımız O'naydı: 'Acı bize, gör halimizi!'
(Duamızla önem kazanıyorduk.)
Dünyanın, paranın, maddenin 'kalbiymiş' yıkılan, öyle söylüyorlar.
Yunus Emre, 'Neyi seviyorsan, imanın odur.' diyor.
(Sınanıyoruz!)
'Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem.' diyor Akif.
Ömer, 'Kenar-ı Dicle'de bir kurt kuzuyu kapsa, Ömer'den sorulur.' diyor.
Hak, haklının mı; hak, güçlünün mü? Şu, karıncanın; şu, yetimin hakkı; verile! Güçsüz de olsa, hak o güçsüze verile! Yoksa yiyemezsin zaten. Firavun gibi, Nemrut gibi olursun. Haddini bileceksin. Para da yıkılırmış bir gün. Bunu da gördün. Firavun'un sarayını karınca yıkmamış mıydı? Yıkılan bir kulübenin tozu dumanı ile, kulelerin tozu dumanı arasında fark olur muydu?
Bütün gözyaşları aynıdır aslında.
Bir gül, dalını terk ettiğinde...
Bir kuş yavrusunu kaybettiğinde...
Filistin'de, Çeçenistan'da çocuklar öldürüldüğünde...
Kuleler ateşe verildiğinde...
Bir deprem sonrası her şey ortaya çıktığında... dökülen gözyaşları aynıdır.
Bütün anneler babalar aynıdır aslında. Bütün annelerin gözyaşları aynıdır. Bir anne bütün çocukların annesidir de. Bir baba bütün çocukların karnı tok, sırtı pek olsun ister. Acı çığlıklar... kimi güldürür, insan olan kimi?
(Mazlumun ahı arşa çıkar, şahı koltuğundan eder.)
Ama kuleler yıkılırsa bir gün; bil ki yıkılmayan Bir'i olduğundandır. Gelenler gidiyorsa... gitmeyen Bir'i vardır.
Bir de, içimizde kaç yüz katlı kuleler inşa etmişiz. Acizliğimizi unutmak adına mı diktik bu kuleleri içimize!
(Gurur kuleleri, piramitleri... önce ruha, sonra toprağa dikilirmiş.)
Kuleler, kaleler, apartmanlar yapıyoruz da... Her seferinde üzerlerine şunu yazmayı unutuyoruz: "Fanidir!" Bu etiketi koyalım ki... depremde, yangında, selde uçup gittiğinde, 'Zaten faniydi!' diyebilelim.
Mezar taşlarında 'Hüvel Baki' yazısını okumuşsunuzdur. Hüvel Baki, sonsuz olan, O'dur. O, sonsuzdur. Yıkılmayan, bükülmeyen, ölmeyen O'dur. Yuhyi ve Yumit, diriltir ve öldürür; öldürür ve diriltir.
Kuleler çöker, kaleler fetholur, yollar kapanır, paralar biter, çığlıklar sonsuzluğa yükselir. İnsan, 'Ne oluyoruz?' der.
Kuleler yıkılmasa, hastalıklar olmasa, ölüm kapımızı çalmasa, her şeyin üstesinden gelsek... Niçin peki? Onu unutalım diye mi?!
(Her şey yıkılıyorsa... yıkılmayan Bir'ine doğru çığlık çığlığa koşmak için. Çığlık çığlığa...)
(İçindeki kuleleri yık ve çığlık çığlığa O'na koş.)
Ali Hakkoymaz
|