0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » TARİH / SİYASET / EKONOMİ » OSMANLI TARİHİ ve MEDENİYYETİ » Osmanlı tarihinde adaletin yeri

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
KaLBeNuR su an offline KaLBeNuR  
Osmanlı tarihinde adaletin yeri

1686 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.07.2007
En Son On: 17.08.2009 - 12:01
Cinsiyeti: Bayan 


Adalet ve hukuk…

Osmanlı Devleti, kuruluş aşamasından itibaren dört elle bu kavramlara sarıldı ve bu kavramları baş tacı etti…

Baş tacı ettiği ölçüde de gelişti, zenginleşti, güçlendi.

Gücünü adaletle dengelediği için de zulme kaymadı. Adaletle dengelenmeyen güç hızla zulme kayar. Serseri mayına dönüşen bugünkü Amerika, bu tespitimizi doğruluyor.

Geçmişimizde zaman zaman elbette hukuk dışına çıkan yöneticiler de olmuştur, ancak bu çok nadirdir. Genel olarak Osmanlı yönetimi, hukukun üstünlüğü prensibine sadık, adalete içtenlikle bağlı bir yönetimdi. Tüm asırlara hakim olan ruh, bir hadis-i şerifte buyrulan ruhtur: “Bir saat adaletle hükmetmek, altmış sene nafile ibadetten daha hayırlıdır.”

Hz. Ömer işte buna dayanarak “Adalet mülkün temelidir” demiş, bunlara dayanan Şeyh Edebali (Osman Gazi’nin maneviyat önderi) ise “Her şey insan için” idrakini öne çıkaran veciz prensibini devletin temel taşı yapmıştır: “Oğul Osman, insanı yaşat ki, devlet yaşasın!”

Osmanlı Devleti’nin başarı kaynağı bu temeller üzerine inşa edilmesidir.



Hukuk önünde eşitlik ilkesi

Bir gün Osman Bey’in huzuruna bir adam çıktı. Devrin en iyi iş gören pazarlarından Karacahisar Pazarı’nın vergi gelirlerini büyük para karşılığında kendisine satmasını teklif etti. Osman Bey şaşırmıştı:

“Bu ne demektir?” diye sordu.

“Pazara mal getiren ahâliden bir miktar akçe alınır, bu tahsilatı ben yapayım, size de peşin para vereyim” cevabını alınca, yerinden fırladı.

“Ahâlinin pazara getirdiği mal senin midir ki, ondan ücret alasın? Bu nasıl tekliftir?”

“Ama Beyim, beyliğin akçeye ihtiyacı var.”

Adama kapıyı gösterdi: “Zulümle âbâd olan akıbet berbat olur. Benim beyliğimin böyle uygunsuz gelirlere ihtiyacı yok!”

Her halde Osman Bey’in modern iktisat ilminden haberi olamazdı. Ancak devletlerin halka fazla vergi yükü yüklemekle değil, daha az vergi sayesinde zenginleşeceğini, ileri görüşlülüğü ve ferâseti sayesinde biliyordu. Bir miktar vergi almak mecburiyetinde kaldığı zaman bile, şimdiki gibi, pazara mal getiren herkesten bunu almak yoluna gitmemiş; vergi için pazara getirilen malın satılmasını şart koşmuştu. Malını satan da bunu seve seve ödüyor, bu yüzden Karacahisar Pazarı her ırktan, her dinden tüccarla dolup taşıyordu.

İşte bu sırada, Karacahisar Pazarı’nda, Germiyan beyliğinden bir Müslüman tüccarla, bir Hıristiyan alıcı arasında ihtilâf çıktı. Devlet müesseseleri henüz oluşmadığı için konu Osman Gazi’ye yansıdı. Osman Gazi, tarafları dinledikten sonra, Hıristiyanın lehine karar verdi. Bunu garip karşılayanlara, “Hıristiyan olmanın her konuda haksız olma anlamına gelmediğini” söyledi ve Hz. Ömer’in, “Adalet mülkün temelidir” sözünü hatırlattı.



Mahkemeden kovulan padişah

Osmanzade Taib’in Hadikat-üs Selatin isimli eserinde anlatılan, Yıldırım Bayezid dönemine ilişkin ilginç bir hikâye var.

1300’lü yıllar…

Osmanlı tahtında genç padişah Yıldırım Bayezid oturuyor...

Emir Sultan merhum ise, tekmil Osmanlı Devleti'nin “Müftiil enam”ı, yani Yüksek Mahkeme Başkanı.

Bir davada Padişahın mahkemeye gelip şahitlik etmesi gerekiyor.

Padişah geliyor. Şahitlik edeceğini söylüyor. Fakat Emir Sultan merhum, şu gerekçeyle Yıldırım Bayezid’in şahitliğini reddediyor. İmparatorluk Türkçesiyle diyor ki:

“Terk-i cemaat eyledüğün şuyu’ bulmağılen, şahadetün caiz değildür."

İmparatorluk Türkçesini cumhuriyet Türkçesine çevirelim:

“Namazlarını cemaatle kılmadığın söylendiğinden (aksini ispatlayana kadar) şahitliğini kabul etmiyorum.”

Buna karşılık Padişah’ın tavrı, okul kitaplarımızda, ya da yukarıda adını andığım kitapta iddia edildiği gibi, “Urun kellesini” tarzında değil, çünkü o da adalete inanıyor. Eksikliği gidermek için de hemen tedbir alıyor: “Hünkâr, saray-ı hümayunları pişgâhında bir camii şerif bina idüb evkaat-ı hamsede cemaate müdavemet buyurdular.”

Yani, Yıldırım Padişah, sarayının bahçesinde bir cami yaptırmış (bugünkü Yıldırım Bayezid Camii) ve beş vakit namazını bu camide cemaatle kılmaya başlamış.

Böylece adalet tecelli etmiş.



“Vezaret kemalat ile kaimdir”

Fatih Sultan Mehmed, Mahmut Paşa’yı vezir-i âzamlıktan (başbakanlık) uzaklaştırır.

Bir süre sonra tekrar aynı makama getirince, Mahmud Paşa dayanamaz, Padişahın affına sığınarak, sebebini sorar.

Padişahın cevabı ibret vericidir:

“Arnavutluk’ta Nasuh Bey’in ahaliye zulüm ve gadr ittüğün duyduk. Eğer bundan haberin yoğ ise, memalik ef’alinden (memlekette olup bitenlerden) gaflettesün (habersizsin) dimektür. Haberin var da def’i yolun tutmamış isen, (haberdar olduğun halde tedbir almamışsan) zulme rıza ittün sayılur. Ne gaflet, ne de zulüm ile vezarette muvaffak olunamaz. Vezir olana kemâl (olgunluk-beceriklilik) lâzımdır. Vezarette kemalât olmazsa umran ve imâret de olmaz. Seni anın içün azlettuk. Lâkin senden elyak vezir bulamadığumuzdan tekrar nasb eyledük.”

“Vezarette kemalât”, bugün de şiddetle özlediğimiz hasletlerden değil mi?



Fatih Sultan Mehmed’le Rum mimar İpsilanti Efendi’nin duruşması

Aynı çizgide yürüyen padişahların aynı ölçüyü yönetim tarzı yaptıklarına tarih şahittir. Biz yalnızca birkaç örnek zikretmekle yetineceğiz.

Rivayet olunur ki, Fatih Sultan Mehmed, adını taşıyan camiin inşaatında kullanılacak mermer sütunları kestiren Rum mimarlardan İpsilanti Efendi’ye kızıp elini kestirir.

Bunun üzerine İpsilanti Efendi, ilk İstanbul Kadısı Sarı Hızır Çelebi’ye başvurur. Haksızlığa uğradığını belirtip, hakkının Padişah’tan alınmasını ister.

Kadı, Padişah’ı çağırtır. Padişah girdiğinde İpsilanti Efendi dâvâcı makamında ayakta durmaktadır. Padişah “maznun” minderine bağdaş kurmak üzereyken, Kadı Efendi kükrer:

“Begüm, hasmınla mürafaai şer’ olunacaksın, (beyim, davacı ile hukuk önünde yüzleşeceksin) ayağa kalk!”

Padişah kalkar. Kendisini savunması istenince hata ettiğini belirtir. Kadı Efendi “Kısasa kısas” hükmünü verir: Hüküm gereğince Padişahın da eli kesilecektir.

Dinleyenler dehşetten ve hayretten dona kalmışlardır. Padişah boyun bükmüş, hükme rıza göstermiştir. Durum o kadar alışılmışın dışındadır ki, İpsilanti Efendi’nin eli, ayağı titremeye başlamıştır. Aklı başına gelir gibi olunca kendisini Padişahın ayaklarına atar.

“Dâvâmdan vazgeçtim. İslâm adâletinin büyüklüğü karşısında küçüldüm. Böyle bir cihangirin elini kestirip kıyamete kadar lânetlenmeyi göze alamam.”

Fatih’in eli kesilmekten kurtulur. Ama tazminat ödemeye mahkûm olur. Kestirdiği elin diyetini şahsî gelirinden öder. Ayrıca bir de ev verir.

Mahkeme sona erip herkes çıktıktan sonra, Padişah, Kadıya döner:

“Bak a Hızır Çelebi, bu padişahtır deyu iltimas eyleseydin, şer’i şerife mugayır hüküm verseydin şu kılıçla başını koparırdım.”

Kadı Hızır Çelebi minderini kaldırır, minderin altında duran demir topuzu Padişaha gösterir:

“Siz de padişahlığınıza mağruren hükmü tanımasaydınız billahi bu topuzla başınızı ezerdim.” (Bu vukuat “Evliya Çelebi Seyahatnâmesi”nin Millet Kütüphanesindeki Emiri koleksiyonunda bulunan yazma nüshanın birinci cildinin 36. sayfasında detaylı biçimde, ayrıca Abdurrahman Adil’in “Hâdisat-ı Hukukiyye” isimli eserinin 1923’te yayınlanan 12. cüzünün 185-186. sayfalarında özet olarak mevcuttur)

İkinci örnek yine Fatih’den: Macar milli kahramanı Jan Hunyad’ın (Hunyadi-Janos), Sırbistan’ı işgal edip bütün Ortodoks kiliselerini yıkacağını söylemesi üzerine büyük bir korkuya kapılan Sırplı yöneticiler Fatih Sultan Mehmed’e bir heyet gönderdiler. Heyet, Fatih’e şu teklifte bulundu:

“Hunyad bizi ve inancımızı yok etmek istiyor, lütfen ülkemizi siz feth edin, bizi Hunyad’ın zulmünden kurtarın.”

Fatih “Tamam” dedi. Ancak heyetin içinde az da olsa bir endişe kalmıştı. Heyet Başkanı bunu Padişah’a açtı: “Gerçi adaletinizden ve müsamahanızdan eminiz, ancak kiliselerimizi yıkmayacağınızı ağzınızdan duyarsak, daha mutlu döneceğiz.”

Fatih Sultan Mehmed, şu mealde cümlelerle Sırp önderleri rahatlattı:

“İnşallah Sırbistan’a hakim olduğumuzda, camiler yaptıracağız, ancak kiliselerinize dokunmayacağız. Siz nerede bir cami görürseniz yanına kilise yaptırabilirsiniz. Hatta duvarını bitiştirebilirsiniz de... Bizim dinimiz işte böyle bir dindir.” (İ. Hami Danişmend, Tarihi Hakikatler, c. 1, s.501-502, İstanbul 1979, Tercüman Yayınları)



Kanuni ve Hüsrev Paşa

Kanuni dönemi Osmanlı…

Hüsrev Paşa, Mısır Beylerbeyi’dir. Mısır Eyaleti’nin vergilerini toplayıp İstanbul'a gönderir. O yıl gelen verginin geçen yıllardan daha fazla olduğunu gören Padişah, Mısır’a hemen müfettişler gönderir:

“Bakın ki, bu paralar ahaliye baskı yapılarak mı toplanmıştır?” (Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın kulakları çınlasın)

Müfettişler Mısır’a gidip aylarca araştırır, soruştururlar; nihayet vergi artışının zorlamayla değil, yeni sulama kanallarının açılması sonucu sulanan arazinin fazla ürün vermesiyle sağlandığına kani olurlar ve kanaatlerini Padişah’a arz ederler.

Buna rağmen Kanuni, Mısır’dan gelen vergi fazlasını yol, liman, sulama kanalı inşaatlarında kullanılmak üzere Mısır’a iade eder. Hassas yüreği buna rağmen tatmin olmamış olacak ki, Hüsrev Paşa’yı Mısır Beylerbeyliği görevinden alır, yerine Hadîm (hizmetkâr anlamında) Süleyman Paşa’yı tayin eder.

Nasıl bir adalet anlayışı ise, zulmün kendisi değil, sadece ihtimali bile beylerbeyi değiştirtmiştir.



“Haram yiyen harami olur”

Tarihçi Aşık Paşazade anlatılıyor…

Sultan İkinci Murad’a, artan savaş masraflarını karşılamak üzere, âcil para lâzım olmuş. Çandarlı Halil Paşa’yı huzuruna çağırtmış. Varlıklı büyük bir aileden gelen Çandarlı’nın elinde büyükçe bir meblâğ olduğunu biliyormuş. Borç istemiş.

“Sefer masarifati içün akçe gerektür, vadesi geldükte iade etmek şartıyla bir miktar akçe viresun.” (Savaşa para lazım, belirli bir vade ile senden ödünç para istiyorum)

Çandarlı Halil Paşa: “Tedarük içün biraz mühlet lâzım, kangi miktar virebileceksem bugün, yarun arz iderum.” (Parayı toparlamak için biraz zaman lâzım, toparlar toparlamaz gelir verebileceğim kadarını veririm)

Fazlullah Paşa, Padişah’ın borç istediği haberini nasılsa duymuş. Duyar duymaz da huzura koşmuş: “Kul kısmından borç alınmaz!” diye âdeta çıkışmış Padişah’a, “Şevketlü Hünkârım, padişahlar borç almazlar.”

“Lâzım oldukta başkaca çare kalır mi ki, vezirum?”

“Padişahlara hazine gerektür Hünkârım! Müsaade buyrulursa size hazine toplayalum.”

Sultan İkinci Murad sakin sakin sormuş: “Nasıl toplayacaksun ey benum vezirum?”

Fazlullah Paşa cevap vermiş: “Ahali (halk) sayenüzde zengincedur, malları-mülkleri çokçadur. Bir yolunu bulup ellerunden almak münasiptur. Böylece hazine tedariki yapmış oluruz. Leşker gazadan geru kalmaz.” (Halk zenginleşti, bir şekilde servetlerini ellerinden alıp devlete geçirelim)

Sultan İkinci Murad öfkeyle yerinden fırlamış:

“Bre Fazlullah!..” diye gürlemiş, “Bu nasıl söz söylemektur? Bilmez misun kim bizum mülkümüzde üç helâl lokma var: Bunlardan birincisi madenlerumuzdur, ikincisi vergilerdur, üçüncüsü harp ganimetleridur. Bizum leşkerumuz gaziler leşkeridur kim kursaklaruna haram lokma girmez. Şol padişah kim leşkerine haram lokma yedurur, ol leşker harami olur. Haraminin sebati yoktur. Bir küçük zorluk gördükte firara kadem basar. Biz leşkerumuze haram lokma yedurmezuz. Söyledüklerun duymaz olam.” (Öyle şey olmaz! Devletin helal geliri madenler, vergiler, bir de fethedilen bölgelerden elde edilen zenginliklerdir. Bunların dışındaki gelir helal olmaz. Bizim ordumuz gaziler ordusudur, ordumuza asla haram lokma yedirmeyiz. Çünkü haram yiyen ordu haramî, yani eşkiya olur. Eşkiya yüreksizdir. Zorluk görür görmez kaçar. Sözlerini duymamış olayım)

İşte böyle: Osmanlı Padişahı ile vatandaşı, aynı duyarlılık içinde hayatın “helal” ile çerçevelenmesine dikkat ederlerdi. “Haram yiyen haramî olur” anlayışıyla “Haram”a yaklaşmazlardı. Belki bu yüzden hayatlarında kriz olmaz, darlık olmaz, geçim sıkıntısı olmazdı.



Önce hukuk ve adalet

Fransız gezgini ve yazarı A. L. Castellan diyor ki:

“Teb’asının hayatına, namus ve haysiyetine, malıyla mülküne hâkim sayılan padişahın iradesi Kur’an hükümlerinden, şeriat ulemasının kararlarından veyahut Şeyhülislâmın fetvalarından üstün değildir.” (Moeurs, usages, costumes, des Othomans et abrégé de leur historie 1812, c.3, s. 14-15)

Bu ifadeler Osmanlı adaletinin yabancılar tarafından da tescilidir.

Şimdi de M. Porter’i dinleyelim: “Kur’an hükümleri zulüm ve istibdada karşı çok kuvvetli bir engeldir. “

“Savaş, ya da barışla Osmanlı hakimiyetine giren Hıristiyan milletlerin malları ve mülkleri güven altına girer. Padişah, Hıristiyan ahalinin haklarının da muhafızlığını yapmak zorundadır. Bu durumda keyfi bir istibdat manzarası görmeye imkân yoktur.”

“Osmanlılarda insan en değerli varlıktır. Çünkü Kur’an böyle diyor. Bu durumda insana baskı ve şiddet uygulanabilir mi?” [İngiliz yazar Th. Thornton, 1807)

A. Ubicini’ yi dinleyelim:

“Bütün Osmanlılar içinde hayat şartlarının eşitsizliğinden şikayet edebilecek yegane insan padişahtır. Aynı zamanda hem herkesten üstün, hem herkesten aşağı bir vaziyette bulunan padişah istediği gibi bir evlilik yapma yetkisinden bile mahrumdur.” (S. 122)

Eski Romanya başbakanlarından meşhur tarihçi Iorga, onbeşinci asırdan on dokuzuncu asra kadar Osmanlı Devleti’ni gezen seyyahların hatıralarını değerlendirdikten sonra dürüst bir tarihçi vicdanıyla şu hükmü veriyor:

Tarihçi Chalcondyle yazıyor: “Osmanlı ülkesinin hiç bir tarafında halktan üstün sayılabilecek beylerle asilzâdelerden oluşmuş hiç bir yüksek tabaka, yahut soylular sınıfı yoktur.” (Histoire générale des Turc, Paris, 1662)

“Osmanlı memleketini gezerken, bütün insanların eşit olduğunu ilân eden İslâm kanununun dürüstçe uygulanışı karşısında derin düşüncelere daldım.” (James Baker, Turkey in Europe, Londra, 1877)

İşte bu yüzden hukuk ve adaleti konu olarak seçen organizasyonlara çok ihtiyacımız var. İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın adalete ilişkin organizasyonu bu yüzden önemlidir. Bize ayna tutuyor.

Nereden nereye geldiğimiz hususunda hayrete düşmemek mümkün değil.


Yavuz Bahadıroğlu

Moral Dünyası Dergisi

Ekleme Tarihi: 28.07.2008 - 14:55
Bu mesajı bildir   KaLBeNuR üyenin diğer mesajları KaLBeNuR`in Profili KaLBeNuR Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1318 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
aliye72 (49), maliyeter (45), Mehmet Ögretmis (66), REHBER2 (60), meltem35 (54), banazli (48), kardelen55 (53), rojda (39), yakobus (48), ibo13 (47), zeyd82 (42), erhan baker (50), seferistan (53), rufat (43), KAMCILI_MIZRAK (52), ejderha (57), Sofican (44), ofluenes61 (39), manly (51), boncell (53), zümer (44), ferdi33 (54), recai (47), Hidayet Demir (67), yelizyagci (48), doxan1 (45), imparator_57 (43), DELÝVELÝOGLU (60), KURTBEY66 (47), Murtaza GÜRSOY (38), yalovalifurkan7.. (34), durak1 (69), sinos (52), isik_67 (38), DaMLaM (47), EnDeRuN (53), Baha_RIP (35), cristor (46), AVLAYANHASAN (51), seyyid_emin (46), beyzanur61 (45), sekkos (42), necla caltekin (72), ekrem1992 (32), MuhammetColak (42)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.16115 saniyede açıldı