kamagra kaletra budesonide lopinavir ritonavir ivermektin aldactone aldara aldipin alendron alesse aleve alges x algifor allegra allergodil allo 300 tablinen allo basan allopur altace alutan alzar amanol amaryl amilo basan amilorid comp amiloride hct amiodar amlo eco amlopin amlovasc amoxi basan amoxi cophar amoxi mepha amoxil amoximex anafranil sr anafranil antabus antabuse antalgit antamex antisacer antra antramups anvitoff apcalis oral jelly
     
     

0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » A I L E / E Ğ İ T İ M / S A Ğ L I K » ÇOCUK EĞİTİMİ » » EVLÂT YETİŞTİRME BÂBINDA...

önceki konu   diğer konu
2 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
KaLBeNuR su an offline KaLBeNuR  
» EVLÂT YETİŞTİRME BÂBINDA...
1686 Mesaj -
ÝMDAT/EYVÂH!
BÝR MÜSLÜMAN YETÝÞTÝRMEK DURUMUNDAYIM!

FÝKÝR DÜNYASI'nýn düzenlendiði panel için yazdýðým yazýdýr...



Bismillâhirrahmânirrahîm
Hamd âlemlerin Rabbi Allâh’a mahsustur.
Ancak O’na kulluk eder, ancak O’ndan yardým dileriz.

Ýçerisinde âlemlere þifâ, hidâyet, rahmet ve öðüt bulunan
mubârek Kur’ân’ýn kendisine indirildiði ve âlemlere rahmet olarak gönderilmiþ olan
Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafâ efendimize salât ve selâm olsun…

Âlemlerin Rabbi Yüce Allâh’ýn, celle celâluhu, Rahmet ve Bereketi üzerinize olsun…

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Ve onlar ki, "Ey Rabbimiz!" diye niyâz ederler, "Bize göz nûru olacak eþler ve çocuklar bahþet; bizi Sana karþý sorumluluk bilinci taþýyan kimseler için örnek ve öncü yap!"
(25 Furqân 74)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Sizi [hepinizi] bir tek candan yaratan, Ve [sevgiyle] kadýna meyletsin diye ona kendi özünden eþ var edip çýkaran O'dur. Öyle ki, o eþini kucaklayýnca, eþi [ilkin] hafif bir yük yüklenir ve bir süre taþýr o yükü. Sonra [kadýn] gün gelip [çocuðun yüküyle] iyice aðýrlaþýnca, her ikisi birden Allâh'a, Rablerine yalvarýrlar: "Bize gerçekten kusursuz bir [çocuk] bahþedersen, muhakkak ki sana þükreden kimselerden olacaðýz!"
(7 A’râf 189)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
"Ey Rabbimiz, bizi Sana teslim olanlardan kýl ve bizim soyumuzdan Sana teslim olacak bir topluluk çýkar, bize ibâdet yollarýný göster ve tevbemizi kabul et: þüphesiz yalnýz Sensin Tevbeleri Kabul Eden, Rahmet Daðýtan/Tevvâb, Rahîm!"
(2 Baqara 128)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
[O halde] Ey Rabbim, beni ve soyumdan gelen insanlarý namazda/salâtta devamlý ve duyarlý kýl!
(14 Ýbrâhîm 40)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Ýmdi, insana emrettiðimiz [fiillerin en güzellerinden biri,] anne-babasýna karþý iyi davranmasýdýr. Annesi onu zahmetle taþýdý ve zahmetle doðurdu; annesinin onu taþýmasý, onun anneye baðýmlýlýðý otuz ayý buldu. Nihayet tam olgunluða eriþip kýrk yaþýna vardýðýnda o, [dürüst ve erdemli biri olarak], "Ey Rabbim!" diye yakarýr, "Bana ve anne-babama lütfettiðin nimetler için ebediyyen þükretmemi ve Senin kabulüne mazhar olacak [þekilde] doðru ve yararlý þeyler yapmamý nasip et; benim soyuma [da] iyilik baðýþla. Gerçek þu ki piþmanlýk içinde Sana döndüm: elbette ben Sana teslim olanlardaným!"
(46 Ahqâf 15)


… ve günlerden bir gün –Âlemlerin Rabbi Yüce Allâh, celle celâluhu, öyle takdîr buyurmuþsa eðer – her Mü’min ve Mü’mine Müslüman, ana-baba olmanýn o tadýna doyum olmaz büyük heyecanýný ve zevkini tadar.
Minik yavru, kulaðýna okunan Ezân-ý Muhammedî, Kelime-i Tevhîd ve Kelime-i Þahâdet ile birlikte açar fânî dünyaya gözlerini.
Sonra ana-babaya inanýlmayacak kadar uzun, dede-nineye ve emsalleri yaþlýlara inanýlmayacak kadar kýsa gelen bir süre içinde, sýkýntýlarý, korkularý, endiþeleri ve daha nice meþakkati, huzur ve mutluluk veren anlarla iðne oyasý misâli bezeyerek, serpilip geliþir bebek, biiznillâh.
… ve yine günlerden bir gün –Âlemlerin Rabbi Yüce Allâh, celle celâluhu, öyle takdîr buyurmuþsa eðer – bebek olmak çýkýp, iyice ayaklanýr, tatlý tatlý dillenir, bir güzel çocuk oluverir, biiznillâh.
Ýþte o gün yepyeni bir heyecanýn, çok büyük bir gayretin, yaman bir cihâdýn kapýsý açýlýverir ana-babaya: Müslüman bir evlât yetiþtirebilmek – hem de en hasýndan, âlâsýndan bir Ehl-i Takvâ adayý!
Ýþe önce “Allâh!”, celle celâluhu, dedirtmekle baþlanýr genellikle. Sonra “Bismillâh”, “Elhamdulillâh” demenin yeri ve zamaný öðretilir. Bunu Hz. Peygamber’in, ‘aleyhissalâtu vesselâm, meþhur yemek dûasý takip eder ve hemen arkasýndan da, halk arasýnda “Namaz Sureleri” tesmiye edilen kýsa Mekkî surelerin birbiri ardýnca ezberletilmesi gelir. Bazý ana-babalar, biraz daha da ileri giderek, binbir meþakkat çekerek ve de besbelli ki çektirerek, ‘þýklýk olsun’ diye Esmâ-i Husnâ’nýn doksandokuzunu birden ezberlettirirler minik Müslüman yavruya.
Önce aile büyüklerinin, sonra da eþ-dost akrabanýn, gönüllü mümeyyiz hey’eti ihdâs edildikleri aile toplantýlarýnda “Maþaallâh!”lar, “Bârekallâh!”lar ve de “Âferin!”lerle bol bol teþvik derlenir, hatta dûa desteði saðlanýr Müslüman bir evlât yetiþtirme cihâdýna {Bu arada kimse, ama hiç kimse, minik Müslümanýn “Pembe Panter”, “Barbie Bebek”, “Örümcek Adam”, “Tom ve Jerry” ve benzerlerinin isim ve dahi Rabbiyessiri silinmiþ suretleriyle “süslü”(!) bir ucûbe kýyafete bürünmüþ olmasýndan en ufak bir rahatszýlýk duymaz! Dahasý bu acaîb durumun farkýna bile varmaz!}.

… ve bir gün gelir, artýk, Âlemlerin Rabbi Yüce Allâh’ýn, celle celâluhu, dînin direði ve Hz. Peygamber’in, ‘aleyhissalâtu vesselâm, gözünün nûru olan, o ibâdet etme þekillerinin þâhý, mubârek namazýn öðretilmesi farz olur.
Ýþte asýl meþakkat burada baþlar!
Kimi ana-baba bu son derece zor ama bir o kadar da zevkli çabayý kendi üstlenir.
Kimi de bu görevi, kendini fazla yormadan, kestirmeden, en yakýn camide, muhterem imam efendi tarafýndan, mahallenin bilumum ehl-i Ýslâm ailelerinin çocuklarýna muntazaman – ama o da ancak resmî makamlarýn uygun gördükleri yaþta ve zaman diliminde, ki genellikle bu “iþ” için tatil dönemleri tercih edilir - verilmekte olan “Kur’ân Kurslarý”na havale eder.
Yetiþmekte olan Müslüman yavru, bir kez “Kur’ân Kursu”na gitmeye baþlayýnca, ana-babasý derin ve rahat bir nefes alýr. Kuþku yok, imam efendi, bu konuda öðrenmesi gereken her ne varsa, hatta belki de cabasýný, mutlaka öðretecektir talebesine. Ýþte tam bu noktada, yetiþmekte olan minik Müslümanýn ille de muhatabý olduðu (ama ne hazindir ki asla müdahil olamadýðý!) genellikle sözsüz, ama bazen söze de dökülen ve saðlam bir musafaha ile pekiþtirilen geleneksel bir anlaþma girer devreye: “Eti senin, kemiði benim…”! Bazý imam efendiler, bu anlaþmayý mecâzî olarak algýlar, öyle bilir ve de ona göre davranýr – ki, hiç kuþkusuz, doðru olan da budur. Ama bazý imam efendiler ise, mecâza deðil zâhire/lâfza itibar ederler ve…

… ELLERÝ VÝCDÂNA KOYUP, EÐRÝ OTURMA VE DOÐRU KONUÞMA NOKTASI, VARAN BÝÝÝR {‘Ciddî ve samimî eleþtiri’nin dahi ‘hakaret’, ‘edebsizlik’ hatta ‘saldýrganlýk’ olarak algýlandýðý bir ‘gösteriþçi duygusallýk’ ortamýnda yaþýyoruz nicedir… Dolayýsyla bu yazý çerçevesinde yer verdiðimiz ‘elleri vicdâna koyup, eðri oturma ve doðru konuþma noktalarý’, son derece hassas noktalardýr – tahammül edemeyeceklerin bu noktalarý okumadan geçmeleri tavsiye edilir, âcizâne! Yine burada, her ihtimâle karþý ve yalnýzca bir defaya mahsus olmak üzere açýkça bildirelim ki, dile getirilen eleþtirilerin ‘kapsama alaný’ dýþýnda kalan birileri daima vardýr ki onlarý her zaman ve her yerde azâmî hürmet ve muhabbetle yâd eder, hayr dûada bulunuruz}.
Mahzûn ve mazlûm ülkemde, 20 ilâ 45 yaþ arasý Müslüman erkekler arasýnda yapýlan bir soruþturmada sorulan: “Çocukken mubârek Kur’ân’ý ve gerekli Ýlm-i Hal bilgilerini öðrenmek üzere aileniz tarafýndan gönderildiðiniz kurs ya da ders ile ilgili olarak aklýnýza gelen/hatýrýnýzda kalan ilk ve de en önemli þey nedir?” sorusuna verilen cevaplarýn hemen hemen hepsinin de: “Ýþittiðim azar, yediðim dayak!” ekseninde seyretmesi ve dolayýsýyla erkeklerin askerlik çaðýnda zaman zaman istifade ettikleri “arâzi olma” keyfiyetinin ilk, deyim yerindeyse, “antrenman”larýnýn buralarda baþlamasý, kuþku yok ki çok mânidâr ve mutlaka büyük bir ciddiyetle ele alýnýp araþtýrýlmasý gereken, yürekler acýsý bir konudur! Âlemlerin Rabbi Yüce Allâh’a, celle celâluhu, isyânýn ve hatta – deyim yerindeyse, hâþâ – “kafa tutma”nýn evrensel simgesi olan Fir’avn’a, her türlü haddi aþan bir azgýnlýk hali içindeyken dahi “yumuþak bir söz” ile hitâb edilmesi yine Bizzât Âlemlerin Rabbi Yüce Allâh, celle celâluhu, tarafýndan emredildiði (20 Tâhâ 43-44) ve âlemlere Rahmet olarak gönderilmiþ olan o Son Peygamber’in , ‘aleyhissalâtu vesselâm, Hak ve Hakikati bildirme/öðretme konusundaki þaþmaz ilkesi “Müjdeleyiniz, nefret vermeyiniz; kolaylaþtýrýnýz, güçleþtirmeyiniz!” olduðu halde, bin küsur yýldýr Ýslâm ile þereflenmiþ olan bir milletin “din öðreticileri”nin, dünyanýn neresinde ve ne zaman olursa olsun, bütün küçük çocuklara has þýmarýklýklar karþýsýnda zorba ve zâlim kesilmeleri anlaþýlýr, izâh edilebilir þey deðildir kuþkusuz!

Sonra…
… sonra, Müslüman bir evlât yetiþtirme bâbýnda artýk “gereken” herþeyin yapýldýðýna kanaat getirildiðinde, “tatbikât denetimi” aþamasýna geçilir hep birlikte, ki bundan genellikle anlaþýlan mubârek namazlarýn ikamesidir. Yetiþmekte olan Müslüman yavrunun henüz el ve de göz altýnda olduðu dönemlerde bir hayli titizlenilir bu hususta – hatta kimi zaman iyice abartma pahasýna!

… ELLERÝ VÝCDÂNA KOYUP, EÐRÝ OTURMA VE DOÐRU KONUÞMA NOKTASI, VARAN ÝKÝÝÝ:
Çok acý ve de dehþet veren bir hâtýrâyý paylaþmak istiyorum sizlerle bu baðlamda: iman ve itikâd yönünden saðlam ama ne yazýk ki amelî bakýmdan bir hayli zayýf bir arkadaþýma, özellikle namazlarýný edâ etmede neden bu kadar ihmalkâr olduðunu yüreðim yanarak sorduðumda, yüreðime daha da büyük bir yangýn salan þu ibret verici hikâyeyi anlatmýþtý fakîre:
“Rahmetli babam, âdet olduðu üzere, namaz kýlmayý ve mubârek Kur’ân’ý yüzünden okumayý öðrenmem için beni mahallemizdeki camiin Kur’ân kursuna gönderdikten sonra, kelimenin tam mânâsýyla jandarma kesilmiþti baþýma. Evde olduðu zaman, yani sabah ve yatsý namazlarýný mutlaka benimle birlikte kýlar, gün içinde diðer namazlarýmý düzenli bir þekilde kýlýp kýlmadýðýmý da, her akþam anamý sorguya çekmek suretiyle takip ederdi. Doðu Anadolunun bir kasabasýnda yaþýyorduk o yýllarda ve ben ilk mektebe henüz baþlamýþtým. Bir hayli zayýf bünyeli, hastalýklý bir çocuktum. Sabah namazý için kalkmak, abdest almak, hele soðuk kýþ günlerinde, bir tek sobayla ýsýnan evimizde, gerçekten de çok zordu – yalnýzca benim için deðil, herkes için. Deðil sýcacýk yataðýmdan çýkmak, o tatlý uykuyu bölüp gözlerimi açmak bile istemezdim doðal olarak. Ama rahmetli babam, özellikle namaz sözkonusu olduðunda, tâviz nedir bilmediði gibi, câiz olan çerçevesinde dahi en küçük anlayýþý göstermezdi! Benim bir türlü uyanamayýþým karþýsýnda öfkeden deliye döner, kolumdan tuttuðu gibi beni yataktan kaldýrýp, banyoya sürüklerdi. Uykumun iyice açýlmasý için anacýðýmýn adbest suyunu ýsýtmasýna bile izin vermezdi. Korkudan ve soðuktan titreye titreye abdest alýr ve yine korkudan ve soðuktan titreye titreye, gözyaþlarýmý ve hýçkýrýklarýmý yutmaya çalýþarak babamýn imâmetinde namaza dururdum her sabah. Ve… ister inan, ister inanma, benim için bitmek bilmez bir iþkence haline gelen sabah namazlarýnda içimden þöyle dûa ederdim: ‘Yâ Rabbî, þu babamýn canýný bir an evvel al ki, ben de kurtulayým bu ezâdan!’ Evet, belki inanýlacak gibi deðil ve besbelli dehþet verici ama, gerçek bu! Zavallý anacýðýmýn ‘Periþan oluyor çocuk, bey. Býrak da þu namazý bari kahvaltý ettikten sonra kýlsýn, ne olur – bünyesi zayýf zaten, bu gidiþle büsbütün zayýf düþecek, hasta olacak! Hem böyle zorla, yarý mahmûr kýlýnan namazýn ne faydasý var ki!’ diye yalvarýp yakarmalarý da hiç para etmedi; tam tersine, babamýn daha büyük bir öfke seline kapýlmasýna yol açtý. Orta mektebi yatýlý olarak okumak üzere büyük þehre gönderildiðimde rahat bir nefes aldým! Rahmetli babamýn ‘Sabah namazýný ille de kýlacak, ha!’ tehditleri ne yatakhane nöbetçilerinin umurundaydý artýk, ne de benim – ‘Tabii, tabii!’ deyip geçiyorduk, hep birlikte koca bir yalan konusunda gizli bir suç ortaklýðý içinde. Ama yalancýnýn mumu, ilk tatile kadar yandý! Her sabah namaza kalkma alýþkanlýðýný artýk iyice kazanmýþ olduðumdan emin olan rahmetli babam, daha eve geldiðim ilk günün sabah namazý saatinde, beni yataðýmda mýþýl mýþýl uyur bulunca, kelimenin tam mânâsýyla çýldýrdý! O sabah rahmetli babamdan yediðim dayaðý, ne bir daha bir baþkasýndan yedim, ne de unutabildim! Tabii araya girmeye çalýþan zavallý anacýðým da nasîbini almýþtý o tekme-tokattan. Morarmýþ bir göz, patlamýþ bir üst dudakla, yanaðýmda, sýrtýmda beþ parmaðýn kýpkýrmýzý izleri, kulaðýmda zavallý anacýðýmýn hýçkýrýklarý, korkmuþ ve aþaðýlanmýþ bir halde kýldýðým o sabah namazý kapkara bir kâbus olarak yerleþti hayatýma. O günden sonra, her namaza durduðumda, o kâbusun ürpertisiyle sarsýldým… Son namazým ise, bu olaydan bir-iki yýl sonra, rahmetli babamýn cenaze namazý oldu.”

… ve bilenler bilir, dürüst ve samimî olanlar itiraf ederler ki, dîn-i mübîn-i Ýslâmýn direðini ikame konusunda gösterilen büyük hassasiyet, Âlemlerin Rabbi Yüce Allâh’ýn, celle celâluhu, insan nesline Son Ýlâhî Mesajý olan mubârek Kur’ân’ýn gereði üzere okunmasý, yani onu aydýnlatýcý, özgürleþtirici, maddi ve mânevi anlamda geliþtirici ve zenginleþtirici, dinamik, alabildiðine yaratýcý ve üretken ve bu baðlamda bilinçle izlenen bir hayat programý, bir varoluþ ve kendini ortaya koyuþ þekli olarak algýlayýp yaþama ve gündelik hayatýmýzla en somut þekilde irtibatlandýrýp, kiþiliðimizi, duyuþ, düþünce ve kavrayýþlarýmýzý mubârek Kur’ân ile inþa etme, bir baþka deyiþle mubârek Kur’ân ile kelimenin tam anlamýyla bütünleþerek, Ýlâhî Mesajýn özünü ve rûhunu içselleþtirerek, ondan hayatýn her alanýnda aydýnlatýcý bir rehber olarak yararlanabilmek üzere anlayarak okunmasý konusunda bir hayli ihmâl edilir – belki de (… ELLERÝ VÝCDÂNA KOYUP, EÐRÝ OTURMA VE DOÐRU KONUÞMA NOKTASI, VARAN ÜÜÜÇsevinçli hiç gösterilmez!
Hele Sünnet-i Râsulullâh’ýn, ‘aleyhissalâtu vesselâm, uygulanmasý, yani hayatýn pratiðine aktarýlmasý, sözgelimi dînine titiz mü’min erkeklerde mutlaka gümüþ yüzük takma, asla ipekli giymeme, býyýklarý dudak üstünde tutup iyice kýsaltmanýn ötesine pek taþmaz! “Ümmetimin yiyemediðinden yemem, giyemediðinden giymem!” ilkesi çoktaaan unutulmuþ ya da ücrâ bir rafýn en arka köþesine kaldýrýlmýþtýr nicedir.
Ama bu son derece hassas ve bir o kadar da önemli konunun ayrýntýlarýna dalmadan önce, gelin, Müslüman yavrunun serpilip büyümesi için kendisine sunulan maddî ortama bir göz atalým hele!
Ah o evler, hele hele ekonomik mânâda eti-budu yerinde, tuzu kuru âhir zaman Müslümanlarýnýn evleri…
Bütün Müslümanlar, bilâ istisnâ, Âlemlerin Rabbi Yüce Allâh’ýn, celle celâluhu, kendilerini “yeryüzünde bir halîfe” tâyin etmekle þereflendirmiþ olmasýndan ötürü (2 Baqara 30, 6 En’âm 165, 27 Neml 62 ve 35 Fâtýr 39), deyim yerindeyse, “mekânýn efedileri”dirler – yani mekânlara onlar hükmederler; mekânlar onlara hükmetmez! Bu da Müslümanlarýn, öncelikle içinde yaþadýklarý ve çalýþtýklarý mekânlarý, hayatlarýnýn özü ve merkezi olan Ýslâmýn gerektirdiklerine en iyi ve en güzel þekilde cevap verebilmek üzere düzenlemek durumunda olduklarý anlamýna gelir, kuþkusuz. Peki ya fiiliyatta durum öyle midir? Hânelerimiz – maddî durumlarýn elverdiði oranda artan bir iþtiyakla – gösteriþten baþka hiçbir amaca hizmet etmeyen birer “mobilya galerisi”ne dönmüþtür: aslî yerlerinin, eðer gerçekten de aslî amaçlarýna hizmet etmek üzere üretilmiþ ve edinilmiþlerse, mutfak olmasý gereken bir sürü kap-kacak, sürâhi-bardak ile aðýz aðýza doldurulmuþ ve oturma mekânlarýnýn baþ köþelerine yerleþtirilmiþ “camlý büfe”ler; yerinden kýpýrdatýlmasý neredeyse imkânsýz, ceberrut dað padiþahý edâlý, oyma süslemelerinin her kývrýmý baþlý baþýna bir toz yuvasý koltuk-kanape takýmlarý; mekâný býçak gibi bölen, inadýna dikdörtgen, musallâ taþý kýlýklý, iskemleden bekçilerle kuþatýlmýþ yemek masalarý; oturma odasýnýn iç trafiðini, özellikle de küçük çocuklar açýsýndan, tehlikeli bir labirente çeviren orta sehpalarý, yer vazolarý ve benzeri ývýr zývýr… ve, mekânýn en mûteber yerinde, kýblegâh misâli, bilumum âhir zaman ilgilerini, yetiþmekte olan Müslüman yavrularýnkini de, heyhât, dahil, kaçýnýlmaz bir þekilde cezbeden o tek ve de aç gözlü, alabildiðine bencil, alabildiðine müstekbir salon Uzzâsý televizyon cihazý! Böyle þuursuzca tefriþ edilmiþ, tahta, cam, plastik ve madenden efendilerin astýðý astýk-kestiði kestik müstebit bir hükümranlýðýn tadýný alabildiðine çýkarttýklarý bir mekânda, Allah aþkýna, kaç kiþi yan yana saf tutup hane sahibinin imâmetinde namaza durabilir? Ya da hangi baba- ya da anayiðit, azâlarýndan herhangi biri bir eþyâya çarpmadan, deðmeden, þöyle rahat rahat, ferah ferah, huzûr içinde rükûa gidebilir? Sorarým size kardeþler, böyle bir mekânda, kim köledir, ya efendi kimdir?

… ELLERÝ VÝCDÂNA KOYUP, EÐRÝ OTURMA VE DOÐRU KONUÞMA NOKTASI, VARAN DÖÖÖRT:
Ýþ yerlerimizin durumu daha da yürekler acýsýdýr: mescid ihdâs edilen mekânlar genellikle ya bir merdiven altýdýr, inadýna dar ve karanlýk, ya da temizlik araç-gerecinin, ýskartaya çýkarýlmýþ birtakým eþyânýn, el altýndan-göz önünden sürgüne gönderildiði depo kýlýklý, havasýz, bakýmsýz bir arka oda… Yerde, döþemeden arta kalmýþ, uçlarý kýrpýk ve kývrýk bir “duvardan duvara halý” eskisi, ya da, besbelli yumuþak olsun ve soðuk geçirmesin diye serilmiþ bir ambalaj mukavvâsý üzerine uzatýlmýþ, evin hanýmý tarafýndan çoktaan gözden çýkarýlmýþ yorgun bir seccâde… Ama asýl “elleri vicdâna koyup, eðri oturma ve doðru konuþma noktasý, varan dööört” ne hâne, ne de iþ yeri mekânlarý – “abdest alma mahalleri”! Münhasýran abdest almaya tahsis edilmiþ özel ve güzel bir yer ne hânelerimizde vardýr, ne de iþ yerlerinde! Mubârek namazýn, yani o ibâdet etme þekillerinin þâhýnýn, eskilerin güzelim deyiþiyle “mütemmim cüzü” olan, yani en az mubârek namaz kadar özen gerektiren abdest, iþ yerlerinde genellikle def-i hâcet edilen yerlerde, evlerde ise, hâne halkýnýn mahremi hükmünde olan banyolarda alýnýr… Nedendir bilinmez, hiçbir Müslüman mimar, özellikle Müslümanlar için tasarladýðý hânelerde, münhasýran abdest almak üzere tahsis edilmiþ bir mekâna yer vermez; hiçbir Müslüman tasarýmcý, en azýndan “duþ kabini” örneðinden yola çýkarak, bir “abdest alma kabini” yapmaz! { Neyse ki taþrada, hemen hemen bütün evlerde, el-yýkama, dolayýsýyla da abdest alabilme yerleri, helâlarýn dýþýnda müstakil bir yere sahiptir – böylece misafir, hâne halkýnýn mahremi olan banyoya girme mahcubiyetine düþmekten ve abdest alma huþûunu tattýrmayan def-i hâcet çukurlu ortamdan kurtulmuþ olur! Bu Ýslâmî edebe son derece uygun düzenlemenin büyük þehrin þaþaalý dairelerine ve villalarýna, en güzel ve daha da geliþtirilmiþ bir þekilde aktarýlmamýþ olmasý, anlaþýlmasý ve de çözülmesi zor bilmece-bulmacalarýmýzdan biridir hiç kuþkusuz!}.

Kitap dolabý, o da varsa eðer, baþlý baþýna bir “al gözüm ibret için seyreyle” konusudur. Genellikle mubârek Ramazan vesilesiyle hemen hemen bütün gazetelerin kupon mukabili daðýttýklarý mubârek Kur’ân mealleri, ucuz kâðýda basýlmýþ tefsir ciltleri, kapaklarý cicili-bicili aile ilm-i halleri, ille de rahmetli üstâd Gazâlî’nin “Ýhya-i Ulûmu’d-Dîn”i, envâ-i türlüsünden “olmazsa olmaz” “Ruyâ Tâbirleri”, hadîs külliyatlarý, “Siyer-i Nebî”, evliyâ menkýbeleri, cemaatsel ve/veya tarîkatsal bir mensûbiyet sözkonusuysa eðer, sözkonusu cemaat ve/veya tarîkâtýn “alâmet-i fârika”sý, dolayýsýyla da edinilmesi ve bulundurulmasý vücûbiyet kesbetmiþ, cilt cilt “þah” eserleri, araya karýþmýþ bir-iki “hidâyet romaný”, yemek kitaplarý, hatta lise ve/veya üniversite yýllarýndan kalma birkaç ders kitabý… hemen hepsi de, kuþku yok ki, faydalý kitaplar, mostralýk vitrin malý misâli, yanyana sýralanmýþ dururlar – önlerinde, raftan alýnýp okunmalarýný bir hayli güçleþtiren, hatta neredeyse imkâsýz kýlan bir sürü ývýr-zývýrla donatýlmýþ vaziyette: çanak-çömlek türünden “hâtýra eþyalar”, aile fotoðraflarý, kime ait olduðu, ne zamandan kaldýðý çoktan unutulmuþ süslü nikâh þekerleri, câiz olan türden kesme kristal biblolar ve ilâ âhir…
Duvarlarda ise mubârek Ramazan ayýnda düzenlenen panayýrlardan, duruma göre de Mekke, Medîne veya Kahire’den alýnmýþ, belki de hediye olarak gelmiþ, baþta Besmele-i Þerîf olmak üzere bir-iki serî imâlât ürünü levha, evin hanýmýnýn ve/veya kýzýnýn katýldýðý heveskâr kurslarýnda üretilmiþ bazý “zanaat eserleri”, ille de dikine perdah amatör iþi “karlý daðlarýn eteðindeki gölün kýyýsýnda, bacasýndan duman tüten ev ya da kulübe” resmi ve… o bir zamanlar þehirlerarasý sefer yapan bilumum otobüslerin standart arka cam aksesuarý olan, gözü yaþlý - sümüklü oðlan çocuðu portresi!
Çaðýmýzýn ve ülkemizin yetiþtirdiði o birbirinden deðerli hattatlardan birinin ya da birkaçýnýn, sýk sýk açtýklarý sergilerden birinden özenle ve þuurla seçilmiþ ve edinilmiþ sanat þaheseri bir hat levhâsý ya da levhâlarý, tuzu kuru, hali vakti yerinde kaç Müslümanýn evinin duvarlarýný þereflendiriyor?

… ELLERÝ VÝCDÂNA KOYUP, EÐRÝ OTURMA VE DOÐRU KONUÞMA NOKTASI, VARAN BEEEÞ:
Lüks otomobillere, gösteriþli mobilyalara, bilumum ývýr-zývýr aksesuara, göz kýrpmadan harcanan avuç dolusu paralar, sýra hânelerimizin duvarlarýný bir sanat þaheseri ile þereflendirmeye gelince, nedendir bilinmez, birden çok gelir, dolayýsýyla cimrice esirgenir!
“Adaaam sen de, hat levhâlarýnýn ‘poster’ þeklinde basýlmýþ, seri imâlât ürünü, harc-ý âlem olanlarý dururken, ‘orijinal’ – ‘hakîki’ mânâsýnda - bir esere sahip olmaya ne gerek var? Alýrsýn Ramazan panayýrýndan, asarsýn duvarýna… olur biter!” – “Onlar gücü yetmeyenlerin, söz gelimi öðrencilerin de bu güzelliklerden istifade edebilmeleri için yapýlmýþtýr, mubârek. Sizin gibilere, evlâtlarýna, torunlarýna iftiharla miras olarak býrakabilecekleri birkaç sanat þaheseri sahibi olmak yaraþýr! Kaldý ki, eserleri raðbet ve dolayýsýyla da maddî destek görmezse, bu üstâdlar ne ile üretir, ne ile geçinir? Bu gidiþle o þerefli hat ve ebrû sanatý yalnýzca heveskâr iþi kalmaya mahkûm edilir – yazýk, günah deðil mi?”
Sýrasý gelmiþken, sahi, þöyle bir sorsak, çevremizdeki Müslüman kardeþlerimizden kaçý üstâd hattatlarýmýzýn, ebrûzenlerimizin ebediyete intikâl etmiþ olanlarýndan ve/veya hâlen yaþayanlarýndan birkaçýnýn – hatta yalnýzca birinin! – adýný bir çýrpýda, hiç düþünmeden söyleyebilir?

Hâne halkýnýn birbirleriyle ve de en sevdikleriyle buluþup mânâlý güzellikler paylaþma ortamý/mekâný olmaktan çýkýp, “sosyal statü” ve “prestij” göstergesi, yani bir tür “ele-güne hava atma” aracýna dönüþtürülmüþ oturma odalarýndan, ya da âhir zaman Türkçesiyle “salon”larýndan esirgenen, hiç kuþkunuz olmasýn ki yetiþmekte olan Müslüman yavruya tahsis edilen odadan haydi haydi esirgenir. Önce “Bebek Odasý” ihdas edilen, sonra da “Çocuk Odasý”na terfi eden mekânlara gösterilen sözümona ihtimam, biraz yakýndan incelendiðinde “abesle iþtigal”, hatta bazen resmen “zulüm” olarak ortaya koyar kendini. Bu fakîrin gözleri, heyhât, nelere þahit olmuþtur bebek ya da çocuk odasý tefriþâtý adýna sergilenen dehþet verici aymazlýklar konusunda – üstelik de en aklý baþýnda, en tutarlý, en samimi ve ciddî bildiði Müslüman kardeþlerinin evlerinde: duvarlar, televizyon kanallarýnýn çocuklara revâ gördüðü o hazýrlopçu ve birbirinden özensiz programlarda, müstebit bir hükümranlýk içinde taze ve tertemiz zihinlere/ruhlara envâi türlü zehri acýmasýzca saçan, sevimlilikleri kendilerinden menkul çizgi filmlerin habis ruhlu/iki yüzlü bilumum kahramanlarýnýn suretleriyle “bezenmiþ” (!) duvar kâðýtlarýndan, “bordür”lerden tutun da, afiþlere, çýkartmalara, kabartma plastikten “ikona”/resimlere kadar, ne varsa onunla donatýlmýþ… Kimler yok ki aralarýnda: sapýk ve de aþaðýlýk tavþan “Bugs Bunny”, hain, gaddar ve alçak kedi bozuntusu “Tom”, siftinik, içten pazarlýklý, sinsi ve riyâkâr kanarya “Tweetie”, baþta çok bilmiþ, küstah “Miki Fare” olmak üzere alabildiðine yozlaþmýþ Batý medeniyetinin benmerkezci, ahlâksýz, görgüsüz – edebsiz, menfaatperest, saldýrgan yüzünü insanlara sevimli göstermekle marûf Walt Disney adlý hokkabazýn “yarattýðý”(!) bütün “kahraman”lar (!), hatta ve hatta þeytan “Pokemon” ve bilumum zebânîleri… Hepsi ilerleyen yýllarda nöbeti “Superman”, “Örümcek Adam” ve þürekâlarýna devretmek üzere Müslüman yavrunun odasýnda arz-ý endâm ederler. Ne bir Lafzatullâh levhasý þereflendirir odayý, ne Muazzez Pegamberimizin, aleyhissalâtu vesselâm , adýný taþýyan zarif bir levha, ne de Beytullâh’tan latîf bir manzara… Pâk melek bakýþlarýyla yattýðý ve oynadýðý yerden çevresini biteviye süzen minik Müslüman yavrunun pâk zihnine yerleþecek olan ilk görüntülerin ne olduðunu, ne olmasý gerektiðini besbelli hiç dert edinmez, hele bu hassas ve son derece önemli konu üzerinde hiç düþünmez, fikir yürütmez ana-babasý! Körükörüne taklid ve hazýra konmanýn girdâbýna öylesine kapýlýp gidivermiþtir.
Minik Müslüman yavruya eðlenmesi-oyalanmasý için sunulan oyuncaklarýn durumu da bundan pek farklý deðil, hatta belki çok daha vahimdir! Son on-yirmi yýldýr küçük Müslüman kýzlarýn ellerinden düþmeyen, hayallerini süsleyen, dolayýsýyla da gelecekteki hayat tarzlarýna iliþkin tasavvur ve beklentilerini belirleyen, üstelik de Müslüman ana-babalar tarafýndan avuç dolusu paralar ödenerek satýn alýnýp hediye edilen “Barbie Bebek” adýndaki “âhir zaman fâhiþesi” { Bu tanýmlamamý edebsizce bulup rahatsýz olanlara küçük ama önemli bir tavsiye: lutfen internette “Barbie Bebek” üzerine hazýrlanmýþ ciddî, muhalif ve uyarýcý sitelere þöyle bir gözatýverin; bu ucûbenin menþei, üretilme gayesi ve onunla oynayan küçük kýzlarýn ruhlarýnda ve zihinlerinde meydana getirdiði tahribat üzerine bakalým neler bulacaksýnýz! Sözgelimi http://www.adiosbarbie.com adlý sitenin “barbieology” bölümüne ya da http://users.rcn.com/napier.interport/barbie/ adresi altýnda yer alan muhtelif makalelere… Üstelik de bu siteler Müslüman kardeþlerimiz tarafýndan deðil, akýl ve vicdan sahibi Batýlý gayr-i müslimler tarafýndan hazýrlanmýþ! Ayrýca meraklýsý için: “Barbie Bebek” üzerine yazýlmýþ ve fakîr tarafýndan Türkçeye çevrilmiþ bir þiir, bu yazýmýzýn ekindedir (EK 1)} bunun en somut, en acý ve de en tehlikeli örneklerinden biridir. Bir kere tuzaðýna düþülmeyegörsün “Barbie”nin: ahtapot misali sarmalar önce Müslüman yavrunun tertemiz dünyasýný, sonra da Müslüman ana-babasýnýn cüzdanýný, emer de emer, alabildiðine sömürür götürür oralarda bulduðu her þeyi. Geride býraktýðý kirli-irinli iz de cabasý { Müslüman kýz ve erkek çocuklara reva görülen oyuncaklar ve bunlarýn çocuklarýmýzýn hayatlarý üzerindeki menfî etkileri baþlýbaþýna bir araþtýrma-inceleme konusudur ki, ömrümüz olur-nefesimiz yeterse, bunu daha sonraki yazýlarýmýzda tafsilatýyla ele alacaðýz. Þimdilik yukarýdaki satýrlarý okuyup dehþete düþen din kardeþlerimize Müslüman bir yavrunun/çocuðun hiçbir mânevî tehlikeye maruz kalmadan, bilakis, kendisini Ýslâmî mânâda geliþtirecek þekilde rahatlýkla oynayabileceði oyuncaklara dair bir küçük ipucu vermekle yetinelim – yine internetten: http://www.noorart.com sitesine bir gözatýn hele, bakalým neler bulacaksýnýz!}.
Ama bütün bunlar yetmiyormuþ gibi, minik Müslüman yavruya, besbelli “þýklýk-güzellik” olsun diye þuursuzca giydirilen kýyafetlerle, tuz-biber ekilir Ümmet-i Muhammed’in, aleyhissalâtu vesselâm, istikbâline. Âhir zaman “ikona”larý minik Müslüman yavrunun önlüklerinden, donuna, çoraplarýnýn konçlarýndan, külahlarýna kadar bulduklarý her alaný iþgal etmektedirler küstahça! Zaman içinde “ti-þört” tesmiye edilen fanela, onun biraz kabasý olan “svet-þört” { Aman, “svit-þört” ya da Türk söyleyiþine uygun þekliyle “sivit-þört” deðil ha! Ýngilizcede “sweat” (telaffuzu: svet) “ter” mânâsýndadýr; “sweat” ise (telaffuzu: sviit), malûm, “tatlý” mânâsýna gelir. Sözkonusu giysi parçasý ise ne “tatlý”dýr, ne de “tatlýlýk” için – “ter” emicidir amacý itibariyle!}, kazak, üstlük, pantalon, etek, baþlýk, çorap, ayakkabý, mektep çantasý, beslenme kutusu, kalem kutusu, silgi ve ilâ âhir her ne varsa orada boy gösterirler ayný küstahlýkla! Bunlara bir de, üzerinde ne yazdýðýna hiç dikkat etmeksizin, hatta aldýrmaksýzýn satýn alýnan, hemen hepsi de Ýngilizce bir sürü yazýyla donatýlmýþ kýyafetler eklenince, deli kýzýn çeyizi misali panayýr gösterisi tamamlanýr. Dilleriyle söyleseler, en hafifinden ayýplanacaklarý, azarlanacaklarý, en aðýrýndan ise bir temiz sopa yiyecekleri bir sürü edeb ve ahlâk dýþý ifâdeleri göðüslerinde ve sýrtlarýnda taþýyýp teþhir ederek ortalýkta dolanýr durur Müslüman çocuklar. Onlarýn bu yürekler acýsý, zavallý hallerini gören bilumum münâfýklar da býyýk ya da perçem altýndan alaycý alaycý sýrýtýrlar! Fakîrin tüylerini ürperten en korkunç sahne ise, hiçbir mânâsý ve gereði yokken, sýrf “takvâ puaný toplamak” gayretkeþliði içinde baþý örtülen dört-beþ yaþýndaki küçücük, masum Müslüman kýzlarýn þehevî çaðrýþýmlý davet ifadeleri taþýyan “ti-þört”ler giymiþ halde “Barbie Bebek”lerinin lepiska saçlarýný imrene-özene, besbelli onun gibi olmayý, hem de hiç farkýnda olmadan, hayal ederek tarayýþlarýdýr. Ört ki ölem!

… ELLERÝ VÝCDÂNA KOYUP, EÐRÝ OTURMA VE DOÐRU KONUÞMA NOKTASI, VARAN ALTIII:
Ya Müslüman ana-babalarýn kýlýk-kýyâfetlerine ne demeli? Ýslâmýn hanýmlar için öngördüðü tesettür anlayýþý “baþörtüsü” tesmiye edilen giysi parçasýna indirgendi indirgeneli, yürekler acýsý bir fâciâ yaþanýyor bu konuda. “Baþörtüsü”, tesettürün mütemmim cüzü, yani tamamlayýcý parçasý/unsurudur yalnýzca. Bir Müslüman haným, câiz olan ortam ve þartlarda “baþörtüsü”nü çýkarttýðýnda, geride kalan kýyâfetinin tarzý, rengi, dokusu ile bir gayr-i müslimeyi andýrýyor ise, durum vahim demektir – bu bir kere böyle biline! Sýký sýkýya örtülmüþ bir “baþörtüsü”nün altýnda, “altý kaval – üstü Þiþhane” misali, tarzý/kesimi itibariyle vücut hatlarýnýn neredeyse tamamýný meydana çýkaran, rengi ve dokusuyla erkek-diþi bütün bakýþlarý cezbeden kýyâfetlerle ortalýklarda dolaþýp, akýllarý sýra “Müslümancýlýk” gösterisinde bulunan o zavallý edeb þaþkýnlarýndan ise, gelin, hiç söz etmeyelim burada! “Tesettür” yalnýzca kýlýk-kýyâfet deðil, bir tavýr ve edâdýr öncelikle ve özellikle. Mubârek Nûr suresinin 31. âyet-i kerimesi bu konuyu yeterince açýk bir hassasiyetle dile getirmektedir. Ne var ki mahzun ve mazlum ülkemin çoðu Müslümanlarý “tesettür”ü mubârek Kur’ân’dan öðrenmek ve iyice içselleþtirmek yerine ilm-i hal kitaplarýnda yazanlarla, daha da fenasý kulaktan dolma/atadan kalma alýþkanlýklarla hayata aktarmakla yetinirler. Bu alýþkanlýklar ise öylesine yüzeysel hale gelmiþlerdir ki, Müslüman hanýmefendilerin “tesettür”ünün mütemmim cüzü hükmünde olan “baþörtüsü” üretmeyi nicedir bir kenara býrakýp, alacalý-bulacalý, “kör, parmaðým gözüne” misali inadýna bâriz, yani gösteriþten baþka hiçbir þeye hizmet etmeyen “marka” damgalý “eþarp”lar üretmeye sývanan bir Müslüman þirket, ne acýdýr ki Müslüman hanýmefendiler arasýnda pek bir raðbet gören ürünlerinin reklamýný yaparken, hiçbir rahatszýlýk duymadan “Garbrobunuzdaki gözkamaþtýrýcý þýklýk” sloganýný kullanabilmektedir! “Tesettür”ün içerdiði hiç kuþku yok ki en önemli unsurlardan biri olan edebli tevazûa, bir baþka deyiþle “sadeliðin asâleti”ne neredeyse kafa tutan bu yaklaþým, bir sorun-araþtýrýn hele, hangi Müslüman hanýmefendide, mutlaka göstermesi gereken olumsuz tepkiyi uyandýrmýþtýr? “ ‘Gözkamaþtýrýcý þýklýk’ ne mubârek Kur’ân’dan cevaz alýr, ne de Muazzez Peygamberimizin, aleyhissalâtu vesselâm, sünnetlerinden. Yani Ýslâmýn rûhuna alabildiðine ve de külliyen aykýrýdýr! Siz bu zihniyet ve yaklaþýmla üretim yaptýðýnýz sürece, ürünlerinizi kullanamayýz, kullanmayýz!” uyarýsý yapýlmýþ mýdýr o þirketin sahiplerine? Korkarým bu çarpýk slogan, satýþlarýn artmasýna bile yol açmýþtýr!
Ya Müslüman erkekler? Onlarýn hemen hepsi için de erkek “tesettür”ü genel bir tavýr ve tarz deðil, yalnzýca göbek ile dizkapaðý arasýna sýkýþmýþ bir alanýn titizlikle örtülmesinden ibarettir. Muazzez Peygamberimizin, aleyhissalâtu vesselâm, “Kim ki kendini bir kavme benzetirse, onlardan biri olur” mealindeki hadîs-i þerîfini, nedense kýlýk-kýyâfet baðlamýnda da algýlamaktan ve uygulamaktan ýsrarla kaçýnýrlar. Göbek ile dizkapaðý arasý sýnýrýný ihlâl etmediði sürece, her türlü âhir zaman modasýna uymakta, yani bir baþka deyiþle kýlýk-kýyâfet itibâriyle kendilerini gayr-i müslim kavimlerin erkeklerine benzetmekte, hem de ýsrar ve özenle benzetmekte hiçbir sakýnca görmezler. Moda ilâhlarýnýn alâmet-i farikalarý olan “marka”larla bezenmiþ gömlekler, pantalonlar, beyzbol þapkalarý giymekten ne rahatsýz olurlar, ne de çekinirler. Hatta bu alâmet-i fârikalarý, imâ ettiklerine, bir baþka deyiþle taþýdýklarý “sembol deðerleri”ne hiç aldýrmaksýzýn, neredeyse iftiharla teþhir etmekten, “Biz de Müslümanýz ama bakýn, sizin gibi çaðdaþ modaya da uyuyoruz, yani en az sizin kadar çaðdaþýz!” dercesine zevk alýrlar. O alâmet-i fârikalardan biri, belki de Müslüman erkekler arasýnda en yaygýn olaný, Fransýz “Lacoste”un, aðzýný açmýþ ünlü yeþil timsahýdýr. “Lacoste” Fransýzcada timsah mânâsýnda kullanýlan bir kelimedir zaten. Eski Mýsýrý yöneten zâlimler ve zorbalar hânedânýnýn lisaný olan Koptça, ya da Kýptîcede ise “timsah” kelimesi “fir’avn”dýr. Nitekim hem bu zâlimler-zorbalar hânedânýnýn önderlerine, hem de, hangi çað veya toplumda olursa olsun, bu zâlim, zorba ve müstekbir zihniyete mubârek Kur’ân “fir’avn” demektedir. Eski Mýsýr müþriklerinin en önemli putlarýndan biri de “timsah” kafasý taþýyan bir insandýr. Evet, gerçi bugün hiç kimsenin zihninde, bir timsah resmi gördüðünde zâlim, zorba ve müstekbir “fir’avn” zihniyetinin bir alâmeti çaðrýþmaz ama bu, bu bilgiye sahip olan bir Müslümanýn gereken titizliði göstermemesi mânâsýna da gelmez! Hele, hayvan resimleriyle süslenmiþ kýyâfetler giymenin Muazzez Peygamberimiz, aleyhissalâtu vesselâm, tarafýndan, en azýndan uygun görülmediðini bile bile! Bütün bunlar bir yana, adý “Lacoste”, alâmet-i fârikasý “timsah” olsun ya da olmasýn, ünlü, dolayýsýyla da kaçýnýlmaz olarak pahalý bir “marka” giymek, Peygamberî Sünnetle asla baðdaþmayan bir gösteriþtir: en azýndan kiþinin pahalý bir kýyâfet alacak kadar zengin olduðunu, caka satarcasýna ilân eder etrafýna. Müslüman erkeðin tesettürü, anasý, hanýmý, kýzý, ya da bunlardan hiçbiri yoksa bile, din kardeþi olduðu bütün Müslüman hanýmlarla, özellikle de sýcak yaz aylarýnda, dayanýþma içinde olmayý gerektiren bir edeb tavrýný da içermelidir kanaatimce. “Tesettür” ilkeleri itibariyle mevsim þartlarýna göre deðiþen bir þey olmadýðýna göre, yazýn sýcaðýnda zorunlu olarak sýkýntý çeken bir Müslüman hanýmefendi, kendi yanýnda, hanýmýnýn durumunu hiç umursamayan bir tavýrda, yaka-baðýr açýk, ferah ferah, serin serin dolaþan kocasýna karþý neler hisseder, ona olan saygýsý ve muhabbeti ne ölçüde zedelenir doðrusu bilemiyorum ama ben kendi adýma hemcinslerimin bu umursamazlýðýný, kimse kusuruma bakmasýn, deðil Müslümanlýða, delikanlýlýða bile sýðdýramýyorum! Hanýmýyla bu anlamda bir dayanýþmaya girmeyi bile çok, hatta gereksiz gören bir babanýn kýzý, söyleyin Allah aþkýna, zamaný geldiðinde nihayet “tesettür”e girmeyi hasretle bekler mi? Yoksa erkek doðmamýþ olduðuna yanar durur mu?
Bilvesîle, Ýslâm’a uygun giyim-kuþam ya da kýlýk –kýyâfet konusunda neden bu kadar titizlendiðimin ve ýsrarcý olduðumun gerekçesini bilmek isteyenler, yazýmýzýn sonundaki EK 2’ye bakabilirler.
Bir insanýn içinde yaþamak üzere seçtiði ve dolayýsyla da kendi gayretleriyle, imkânlarýnýn elverdiði oranda düzenlediði maddî ortamý belirleyen hiç kuþku yok ki o insanýn mânevî dünyasýnýn somuta yansýmasýndan ibârettir.
Yetiþmekte olan Müslüman yavrunun gündelik hayatýn akýþý içinde, “uyusun da büyüsün” dönemini biiznillâh sað-salim geride býraktýktan sonra, hangi mânevî ortamda nelerle muhatap edildiðini, bu yazýyý buraya kadar okuma külfetine katlandýðýnýza, bir baþka deyiþle, fakîrin belki bir hayli sert ve sitemkâr ifadeler ama alabildiðine samimi ve hâlis bir niyet ve gönülle dile getirdiði eleþtirilere tahammül edebildiðinize göre, varýn artýk, üçüncü ek olarak sunduðumuz sorularý dürüstlükle cevaplandýrmak suretiyle, kendiniz tesbit edin.

Görünen o ki, “Ýmdat/Eyvâh! Bir Müslüman yetiþtirmek durumundayým!” kaygu-feryâdý gündemimize gerçekten girmiþ/girebilmiþse eðer, iþe önce kendimizden baþlamak durumudayýz, hem de hiç vakit kaybetmeden, hemen/þimdi!

Söze, sözlerin en güzeliyle baþladýk, elhamdulillâh, sözü, yine sözlerin en güzeliyle noktalayalým, inþaallah.
Evvel emirde mubârek Ra’d suresinin onbirinci âyet-i kerimesinde dile gelen Sünnetullâh’ý bu yazýda okuduklarýnýz baðlamýnda bir güzel ve de derinlemesine tefekkür etmenizi tavsiye eder fakîr:

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Gerçek þu ki, insanlar kendi iç dünyalarýný deðiþtirmeden Allâh onlarýn durumunu deðiþtirmez…
(13 Ra’d 11)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
(…) "Ey Rabbim! Rahmetinle bana güzel bir zürriyet baðýþla; zira Sen, her yakarýþý duyarsýn."
(3 Âl-i Ýmrân 38)





EK 1

Barbie Bebek ile Müslüman Bebek
Shahid Athar
{Dr.med. Shahid Athar, halen Amerikada yaþamakta olan, Pakistam kökenli bir Müslüman hekim kardeþimizdir. Amerika Birleþik Devletlerinde birçok Ýslâmî Sivil Toplum Örgütünde görev yapmýþ saygýn bir zâttýr. Ayrýntýlý bilgi için http://www.islamfortoday.com/athar.html adresine bakabilirsiniz.}

Türkçe Yeniden Söyleyen:
Münib Engin Noyan

Dedi Barbie Bebek, Müslüman Bebeðe:
“Hoþ geldin Amerika Birleþik Devletlerine!
Hür ve cesur/kahraman insanlarýn ülkesine!
Bak keyfine!”

Dedi Müslüman Bebek, Barbie Bebeðe:
“Hür ve cesur/kahraman insanlar ve
‘Keyfine bak!’ demekten kasdin ne?”

Dedi Barbie Bebek Müslüman Bebeðe:
“Bize göre ‘hür’ olmak,
þu sýkýcý kýyafetlerden, Allah’tan ve insanlardan
kurtulmuþ olmak demek;
Kendi hayat tarzýný,
erkek ya da diþi kendi arkadaþýný
dilediðince seçebilmek demek.
‘Cesare/kahramanlýkt,
uyuþturucu/uyarýcý haplar,
alkol ve seks konusunda
deðiþik tecrübeler yaþamak demek.
‘Keyif’ ise
flört etmek, dans etmek, içki içmek
ve seni mutlu eden her konuda
kafana göre takýlmak demek!

Dedi Müslüman Bebek, Barbie Bebeðe:
“Doðrusu pek þaþýrdým buna!
Bizim için ‘hür’ olmak
Özgürce konuþmak
Özgürce düþünmek
Ve Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’a, celle celâluhu,
özgürce kulluk etmek demek!
Sen gerçekten ‘hür’ müsün?
Bizim için “cesaret/kahramanlýk”
Þeytanýn ayartmalarýna,
þehvetin çaðrýsýna
ve nefrete karþý
mücâdele etmek demek!
Sen “cesur/kahraman” mýsýn?
Bizim için “keyif”
Hayatýn sunduðu güzelliklerin tadýný
Dostlarýmýz, ailemizle ve tabiatla uyum içinde çýkartmak demek
Yalnýzca Ken ile birlikte deðil!

Dedi Barbie Bebek, Müslüman Bebeðe:
Bunlarýn hepsi de güzel deðerler; ancak
Onlarý bizimle birlikte yaþadýkça unutursun
Bizimle birlikte yaþadýkça eriyip gider onlar
Bizden biri olursun sen de
Senin de bir Ken’in olur
Yaþadýkça bizimle birlikte!

Dedi Müslüman Bebek, Barbie Bebeðe
Biz kulluk etmeyiz asla sizin kulluk ettiklerinize
Siz de kulluk etmezsiniz asla
Bizim kulluk ettiðimize
Sizin dininiz/hayat tarzýnýz size
Bizim dinimiz/hayat tarzýmýz bize!




EK 2

Üstâd Cevdet Said “Bireysel ve Toplumsal Deðiþmenin Yasalarý” adlý eserinde (2) þu çarpýcý tesbitte bulunuyor:
“Müslümanlarýn Ýslâmî inanca uygun yaþamak konusunda içinde bulunduklarý âcizlik, tanýmlanmasý için uzun çabalar gerektirmeyen bir olgudur.”
Müslümanlar, “hayat standartlarýný” yükseltmeyi, içinde yaþadýklarý, çoðu kez Ýslâmî kaygýlarý olmayan ya da pek az olanlarýn ve/veya gayr-i Müslimlerin hâkim unsur olduðu toplumun nezdinde “itibar” kazanmayý, onlarý mümkün olduðunca taklid ederek, onlar “gibi” olmaya çalýþarak elde etme yanýlgýsýna sürüklendiler, düþtüler ve saplandýlar. Mü’min Müslümanlarýn güçlü, izzet ve itibar sahipleri olduðu o en parlak dönemde, Medine-i Munevvere’nin gerçekten de Medine-i Munevvere olduðu günlerde bile, Ümmetinin her alandaki önderi ve gözbebeði olan O Muazzez Peygamber’in, Rasûl-i Ekrem’in, aleyhissalâtu vesselâm, kendi hayat standardýný Ümmetindeki en yoksul kiþiden asla yukarýda tutmama ilkesini, en büyük titizlikle koruduðunu ya unuttular, ya da tamamen gözardý ettiler! Kendilerinden olmayanlar nezdinde “muteber”, hatta – ne acýdýr ki – yalnýzca “makbul” olma adýna “gereksiz þatafat”ý = “lüks”ü, aslî iþlevinin/amacýnýn fersah fersah önüne geçmiþ evlere, eþyaya, otomobillere ve kýyafetlere tamah ettiler. Üstelik de kendi büyük medeniyetlerinin asil göstergelerini tamamen gözden çýkartma, hatta hor ve hakîr görme pahasýna! Hayatý gerçekten kolaylaþtýran teknolojiyi, onu üretenlerin, Ýslâm’ýn hiçbir þekilde uygun ve de hoþ görmediði hayat tarzýndan arýndýrýp, aslî zeminine oturtarak edinmek yerine, o teknolojiyi, onu üretenlerin “bâtýl” hayat tarzýyla birlikte, o hayat tarzýnýn “vecîbe”lerini “inançlarýna ille de ters düþmeyecek þekilde” eðip bükmek suretiyle uyum saðlamaya çalýþarak kabul etme yoluna saptýlar.
“Ýnsanlar içinde ancak çok basit düþünceli olanlar, herhangi bir medeniyetin manevî tesiri altýnda kalmadan o medeniyetin yalnýzca dýþ görünüþü ile ve þekliyle taklid edilebileceðie inanabilirler. Medeniyet içi boþ bir þekil deðildir. O canlý bir faaliyettir. Þeklini kabullenmeye baþladýðýmýz anda, onun temel cereyanlarý ve faal tesirleri içimize iþlemeye baþlar. Sonra yavaþ yavaþ ve haberimiz olmadan fikrî hayatýmýza belli bir elbise giydirir. Rasûlullâh, aleyhissalâtu vesselâm, bunu son derece iyi takdir ederek þöyle buyurmuþtur: ‘Kim bir topluluða/bir kavme kendini benzetirse onlardan olur.’ (Ahmed bin Hanbel’in Müsned’i, Ebû Dâvûd’un Sünen’i...) Bu meþhur hadis yalnýz mânevî bir iþaret deðil, bilakis Müslümanlarýn, taklid edecekleri/taklid edttikleri medeniyetin rengine kaçýnýlmaz olarak bürüneceklerinin müsbet ifadesidir. Bu bakýmdan sosyal hayatta ‘mühim’ olanla ‘mühim olmayan’ arasýndaki esaslý farký görmemiz imkânsýz hale gelir. Meselâ ‘giyim tarzý’ný sýrf haricî, yani dýþ görünüþle ilgili bir þey olarak görmekten ve insanýn fikrî ve mânevî hayatýnýn bundan dolayý etkilenmeyeceðini farzetmekten daha büyük bir hata olmaz. Zira ‘giyim tarzý’, genel olarak herhangi bir milletin, belli bir yönde uzun zaman geliþen zevkinin sonucudur ve o milletin estetik anlayýþý ile baðdaþmýþ durumdadýr. Bir milletin giyim tarzý/modasý teþekkül eder, sonra da o milletin eðilim ve özelliklerinde meydana gelen deðiþmelere uygun olarak durmadan deðiþikliðe uðrar. Meselâ bugünkü Avrupa giyim modasý, Avrupa’nýn fikrî özelliklerine/taþýdýðý zihniyete tamamen uyar. Müslüman da Avrupa elbisesini giymekle, hiç farkýna bile varmadan kendi zevki ile Avrupalýnýn zevkini birleþtirmiþ olur. Sonra da giderek fikrî hayatýný yeni elbisesiyle uyum saðlayacak þekilde bozar. Bunu yapmakla Müslüman, kendi toplumuna/milletine/Ümmetine ait kültürel imkânlardan, onlarýn geleneksel zevkinden uzaklaþmýþ, yabancý bir medeniyetin ona giydirdiði ‘fikrî kölelik elbisesi’ni kabulllenmiþ olur. Bir Müslüman giyiniþinde, âdetlerinde, hayat tarzýnda Avrupa’yý taklid ederse, ortaya koyduðu ve savunduðu dâvâ ne olursa olsun, Avrupa medeniyetini tercih ettiði ortaya çýkmýþ olur. Bir medeniyetin mânevî deðerlerine hayran olmadan, felsefî, fikrî ve estetik bakýmdan taklid edilmesine imkân yoktur. Dînî yöneliþe, yani hayatýn dine göre düzenlenmesine karþý olan bir medeniyeti hem beðenmek, hem de tam bir Müslüman olarak kalmak mümkün deðildir. Yabancý medeniyeti taklid eðilimi aþaðýlýk duygusunun neticesidir. Ýþte Batý medeniyetini taklid eden Müslümanlarýn tutulduklarý hastalýk aynen budur. Bazý Müslümanlar, Batý medeniyetinin kuvveti, teknik gücü ve parlak görünüþü ile, Ýslâm âlemini sarmýþ bulunan hazin ve periþan durumu kýyaslýyor, sonra da ‘Zamanýmýzda yaþamak için Batý’yý örnek almaktan/taklid etmekten baþka bir yol yoktur!’ inancýna varýyorlar. En iyimsenir durumda bile, aramýzda akýllý geçinenler bu gidiþe þöyle bir mazeretle meþrûiyet vermek ve kendilerini de baþkalarýný da inandýrmak istiyorlar: ‘Ýslâm, Batý medeniyetini kolayca bünyesine sindirebilir’(!). Müslümanýn Ýslâm’ý yaþatabilmesi için, baþý dik olarak yaþamasý gereklidir. Baþka insanlardan ayrý ve farklý olduðunu fiilen gerçekleþtirmesi lâzýmdýr. Bunun için de iftihar etmesi zarûrîdir. Devamlý olarak bu ayýrýcý vasfý korumasý, diðer kültür kadrolarý içinde erimeye kalkýþarak, mensup olduðu Ýslâm medeniyet ve kültürünü bir kusur kabul ederek, bundan dolayý özür dileyeceði yerde, bütün insanlýða bu farký iftihar ve cesaretle ilân etmesi ona borçtur.”



DÝPNOTLAR
(1) Ken, Barbie Bebek’in, deyim yerindeyse ve magazin “jargonu” ile “uzatmalý erkek arkadaþý”(!)dýr.
(2) Cevdet Said: BÝREYSEL VE TOPLUMSAL DEÐÝÞMENÝN YASALARI (Istanbul: Ýnsan Yayýnlarý, 1998 – 4. Baskýgöz kırpma
(3) Muhammed Esed: YOLLARIN AYRILIÞ NOKTASINDA ÝSLÂM – Çeviren: Prof. Dr. Hayreddin Karaman (Istanbul: Ýz Yayýncýlýk, 1997) {Eserin orijinal adý: ISLAM AT THE CROSSROADS – Ýlk yayýmlandýðý yer ve tarih: Delhi ve Lahor – Arafat Publications, 1934; daha sonra Gibraltar (Cebel-i Târýk/Ýspanya) Dar al-Andalus, 1993 – 16. Baský}

Münib Engin Noyan


Mesaj 1 kez düzenlendi. En son cananberraramazan tarafından, 23.11.2007 - 16:36 tarihinde.
Gönderen: 23.11.2007 - 16:34
Bu Mesaji Bildir   KaLBeNuR üyenin diger mesajlarini ara KaLBeNuR üyenin Profiline bak KaLBeNuR üyeye özel mesaj gönder KaLBeNuR üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
der_ya su an offline der_ya  
875 Mesaj -
Allah aþkýna, kaç kiþi yan yana saf tutup hane sahibinin imâmetinde namaza durabilir? Ya da hangi baba- ya da anayiðit, azâlarýndan herhangi biri bir eþyâya çarpmadan, deðmeden, þöyle rahat rahat, ferah ferah, huzûr içinde rükûa gidebilir? Sorarým size kardeþler, böyle bir mekânda, kim köledir, ya efendi kimdir?

Hele Sünnet-i Râsulullâh’ýn, ‘aleyhissalâtu vesselâm, uygulanmasý, yani hayatýn pratiðine aktarýlmasý, sözgelimi dînine titiz mü’min erkeklerde mutlaka gümüþ yüzük takma, asla ipekli giymeme, býyýklarý dudak üstünde tutup iyice kýsaltmanýn ötesine pek taþmaz! “Ümmetimin yiyemediðinden yemem, giyemediðinden giymem!” ilkesi çoktaaan unutulmuþ ya da ücrâ bir rafýn en arka köþesine kaldýrýlmýþtýr nicedir.


Kimler yok ki aralarýnda: sapýk ve de aþaðýlýk tavþan “Bugs Bunny”, hain, gaddar ve alçak kedi bozuntusu “Tom”, siftinik, içten pazarlýklý, sinsi ve riyâkâr kanarya “Tweetie”, baþta çok bilmiþ, küstah “Miki Fare” olmak üzere alabildiðine yozlaþmýþ Batý medeniyetinin benmerkezci, ahlâksýz, görgüsüz – edebsiz, menfaatperest, saldýrgan yüzünü insanlara sevimli göstermekle marûf Walt Disney adlý hokkabazýn “yarattýðý”(!) bütün “kahraman”lar (!), hatta ve hatta þeytan “Pokemon” ve bilumum zebânîleri… Hepsi ilerleyen yýllarda nöbeti “Superman”, “Örümcek Adam” ve þürekâlarýna devretmek üzere Müslüman yavrunun odasýnda arz-ý endâm ederler. Ne bir Lafzatullâh levhasý þereflendirir odayý, ne Muazzez Pegamberimizin, aleyhissalâtu vesselâm , adýný taþýyan zarif bir levha, ne de Beytullâh’tan latîf bir manzara… Pâk melek bakýþlarýyla yattýðý ve oynadýðý yerden çevresini biteviye süzen minik Müslüman yavrunun pâk zihnine yerleþecek olan ilk görüntülerin ne olduðunu, ne olmasý gerektiðini besbelli hiç dert edinmez, hele bu hassas ve son derece önemli konu üzerinde hiç düþünmez, fikir yürütmez ana-babasý! Körükörüne taklid ve hazýra konmanýn girdâbýna öylesine kapýlýp gidivermiþtir.


Bir Müslüman haným, câiz olan ortam ve þartlarda “baþörtüsü”nü çýkarttýðýnda, geride kalan kýyâfetinin tarzý, rengi, dokusu ile bir gayr-i müslimeyi andýrýyor ise, durum vahim demektir – bu bir kere böyle biline! Sýký sýkýya örtülmüþ bir “baþörtüsü”nün altýnda, “altý kaval – üstü Þiþhane” misali, tarzý/kesimi itibariyle vücut hatlarýnýn neredeyse tamamýný meydana çýkaran, rengi ve dokusuyla erkek-diþi bütün bakýþlarý cezbeden kýyâfetlerle ortalýklarda dolaþýp, akýllarý sýra “Müslümancýlýk” gösterisinde bulunan o zavallý edeb þaþkýnlarýndan ise, gelin, hiç söz etmeyelim burada!


“Tesettür” yalnýzca kýlýk-kýyâfet deðil, bir tavýr ve edâdýr öncelikle ve özellikle


Müslüman erkekler arasýnda en yaygýn olaný, Fransýz “Lacoste”un, aðzýný açmýþ ünlü yeþil timsahýdýr. “Lacoste” Fransýzcada timsah mânâsýnda kullanýlan bir kelimedir zaten. Eski Mýsýrý yöneten zâlimler ve zorbalar hânedânýnýn lisaný olan Koptça, ya da Kýptîcede ise “timsah” kelimesi “fir’avn”dýr. Nitekim hem bu zâlimler-zorbalar hânedânýnýn önderlerine, hem de, hangi çað veya toplumda olursa olsun, bu zâlim, zorba ve müstekbir zihniyete mubârek Kur’ân “fir’avn” demektedir. Eski Mýsýr müþriklerinin en önemli putlarýndan biri de “timsah” kafasý taþýyan bir insandýr. Evet, gerçi bugün hiç kimsenin zihninde, bir timsah resmi gördüðünde zâlim, zorba ve müstekbir “fir’avn” zihniyetinin bir alâmeti çaðrýþmaz ama bu, bu bilgiye sahip olan bir Müslümanýn gereken titizliði göstermemesi mânâsýna da gelmez! Hele, hayvan resimleriyle süslenmiþ kýyâfetler giymenin Muazzez Peygamberimiz, aleyhissalâtu vesselâm, tarafýndan, en azýndan uygun görülmediðini bile bile! Bütün bunlar bir yana, adý “Lacoste”, alâmet-i fârikasý “timsah” olsun ya da olmasýn, ünlü, dolayýsýyla da kaçýnýlmaz olarak pahalý bir “marka” giymek, Peygamberî Sünnetle asla baðdaþmayan bir gösteriþtir: en azýndan kiþinin pahalý bir kýyâfet alacak kadar zengin olduðunu, caka satarcasýna ilân eder etrafýna.



çok teskkur edýyorum kardeþim bu eklemenden oturu her satýrý ýnsanýn içine yýmruk gýbý oturuyor valla.hocam nasýlda guzel aanltmýþ durumun vehametýný...ekledýgým yerler býlhassa önemlý olan kýsýmlar....
Allah Razı Olsun cananým caným....selam ve dua ile
Gönderen: 23.11.2007 - 17:08
Bu Mesaji Bildir   der_ya üyenin diger mesajlarini ara der_ya üyenin Profiline bak der_ya üyeye özel mesaj gönder der_ya üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 499 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
2243 üye ile 29.03.2024 - 11:40 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
osmanli1 (49), TRABZONLU_TS (43), murat__ (41), remzay56 (61), Mikayil Demir (44), sadoðlu (68), yigilcali (48), müzisyennnn (46), hakankara (55), mikail06 (53), seyfullah (36), erguen (53), @hmed (49), emre-70 (34), AY-NUR (41), yagmurumm (33), ihvankudret (35), KeTeNci (38), zahid1 (49), hamdim (37), intifada (53), samsun1983 (41), veysel.hoca (48), mikail34 (54), zincefr (60), batmazhalil (36), MaziDENbiri (52), sero (58), Natuvan (40), tuana~islam (38), xturkkizx (37), seros633 (47), m_zahid (43), karanfil58 (39), halimyusufoglu (49), minam (44), HATÝCE81 (43), s.emine (43), naci edin (78), Yaseminerdem (36), fatih1981 (43), bekir tek (38), seyyidtalha (52)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.58847 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.